Search results for query: *

  1. KızılŞaman

    Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım

    Uzun bir aradan sonra üzerimdeki pası giderme denemesi. Beğenilmesi dileğiyle...

    Not;Hatalarım olabilir, bildirmeniz halinde düzelmeye çalışacağım.

    “Demek ağaç bu?”

    Elinde gevşekçe tuttuğu baltayla ağır ağır büyük ağaca yaklaşırken bir yandan da kalın kaşlarının altındaki her an çıkacakmış gibi görünen pörtlek kahverengi gözleriyle tepenin tam sırtında bütün heybetiyle duran devasa ağaca bakıyordu bu sözleri söyleyen adam.

    “Evet, bu kalan sonuncu ağaç”

    Arkadaşına cevap veren kişi, tepenin hemen aşağısındaki toprak yolun kenarına park ettiği arabanın bagajından testeresini çıkartıyordu aynı anda. Elindeki testereyi toprağa bırakıp soluklanmak için birkaç saniye durakladı. Ardından da kafasındaki kumral saçları saklayan şapkayı çıkartmak zorunda kaldı sıcaktan dolayı ferahlamak için. Mavi gözleri, tepenin tamamında gezindi bir süre.
    Etrafta yakın zamanda yapılmış bir katliamın izleri duruyordu. Kesilmiş onlarca ağaç gövdesi yolun kenarında düzenli bir şekilde toplanmış, yüklenip götürülerek bir yerlerde yakılmayı bekliyordu. Eskiden ağaçların olduğu yerdeyse, gövdeden arta kalan kısımlar sanki hala ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş, geri kalan kısımlarının geri dönüşünü bekliyormuş gibi duruyordu köklerinin yavaş yavaş ölmesini beklerken.

    “Söylesene, biz bu ağaçları neden kesiyoruz?”

    Kahverengi gözlü adam elindeki baltayı yere dayayıp etrafı incelerken sordu içtenlikle. Bugün işte ilk günüydü, kesimin daha önceki aşamalarında burada değildi yani. Ama şu anda bulunduğu yere bakınca buranın kimseye zararı olmayan bir yer olduğunu söyleyebilirdi kesinlikle. Hatta kesilmiş ağaçların durduğu yeri hayal gücüyle eski şekilde gözünün önüne getirdiğinde gayet de huzurlu bir yer görebiliyordu aslında.

    Arkadaşı yukarıya, kalan son ağaca doğru elinde testereyle gelirken omuz silkti. Tepenin batısında yer alan, belli belirsiz noktaların yığınını gösterdi başıyla. “Köylüler istedi” diye açıkladı durumu. “Burası eskiden onların kutsal alanıydı”.

    Bu sözler karşısında biraz huzursuz oldu işe yeni başlayan adam. Buranın bir kutsal alan olması hoşuna gitmemişti. Elindeki baltaya kaydı kahverengi gözler. Bir anda balta ona düşmanıymış gibi gelmeye başladı.

    Arkadaşının huzursuzluğunu görünce gülmeden edemedi diğeri. Bu da kahverengi gözlü adamı daha da tedirgin etti. “Bunlar manyak mı yahu! Ne yapmaya çalışıyor bu deliler!”

    “Korkmana gerek yok, ağaçlar susmuşlar” diye teminat verdi deneyimli olan. Karşısındaki kalın kaşlar anlamaz bir şekilde çatılınca da bıkkın bir şekilde bir nefes bıraktı. “Köylüler eskiden buraya danışmaya gelir, bu ağaçlardan ne yapmaları gerektiğine dair fikir alırlarmış. Sonraları ağaçların verdiği fikirleri beğenmemeye, önerilenin tam tersini yapmaya başlamışlar. Bunun üzerine ağaçlar da susmuş. Bir süre sonra köyde işler ters gitmeye, herkes birbirine düşmeye başlayınca tekrar ağaçlara gelmişler ama ağaçlar bu sefer onlara cevap vermemiş; bu durum da onları daha da sinirlendirmiş, hepsini kesmeye karar vermişler. Birazını kendileri kestikten sonra da işi fazla zahmetli bulup dışarıdan adam çağırmaya karar vermişler.”

    “Eee, ağaçları kesince her şey düzelecek miymiş ki?” Durumun saçmalığı karşısında şaşkınlığını gizleyemedi kahverengi gözlü adam. Bunu söylerken de kalan son ağaca bakıyordu. Suskunluğunu bozmayan ağaç ise sadece orada dikiliyor, tepedeki diğer ağaçların kaderini paylaşmak için bekliyordu.

    “Şu anda o köy cehennem yeri. Herkes terk etmeye can atıyor, tartışmasız, vukuatsız tek bir günleri bile yok, hepsi iliklerine kadar yozlaşmış ve çekilmez. Birbirilerinin başını yemeden tek bir saniye bile geçiremezler ama ilginç olarak hepsinin tek bir ortak görüşü var; Her şey bu ağaçlar yüzüne oldu. Eğer ağaçlar onları daha fazla uyarsalarmış bunlar olmazmış.”

    Kahverengi gözlü adam elindeki baltayı sıkıca kavrarken öfkeyle kaşlarını çattı. “O zaman bu ağacı da keselim de bırakalım birbirilerini yemeye devam etsinler” dedi burnundan nefes verirken. “Bu sefer suçlayacak kimi bulacaklar acaba?”
  2. KızılŞaman

    Koloni Yıldızlarından Hikayeler

    Geri döndüğümde seni buralarda yeni şeyler üretirken görmek çok güzel be Şaman'ım, ellerine sağlık :grin:
    Teşekkürler, beğendiysen ne mutlu bana ! :grin:
    Uzun zaman sonra tekrardan bir şeyler karaladım ama ne kadar başarılı oldum bilemiyorum tabii. İnşallah üzerimdeki pası atabilirim önümüzdeki süreçte. :roll:

    Bu arada buralar da tekrar seni görmek de ayrı bir mutluluk veriyor insana. Hoş geldin tekrardan. Özlettin kendini. :smile:
  3. KızılŞaman

    Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım

    Bannerlord için yazmaya başlayıp memnuniyetsizliğim sonucu bıraktığım bir karalama. Yazım hatalarım bol olabilir, bu nedenle affınıza sığınıyorum. Hatalarımı gösterdiğiniz takdirde düzeltmeye çalışırım elimden geldiğince.

    Keyifli okumalar

    Güneşin kızıllığı kaybolmaya yüz tutmuş, karanlık, cesetlerle dolu sokakların üzerini kaplamaya başlamıştı ağır ağır. Bir zamanların görkemli ve aşılamaz şehirlerinden Zeonica’nın hasarlı surlarının içindeki haykırışlar ve bağırışlar, yerlerde kıvranan yaralı yakarışlarını boğuyor, duyulmaz bir hale getiriyordu.

    Şehrin düşman eline geçtiğini belli eden Vlandiya sancakları surlara asılmaya başlanmış, kuşatmacıların bir aya yakındır surları döven devasa mancınıkları sonunda atış yapmayı kesmişti. Geride mancınıkları ateşlemekle görevli gynourlar ve kuşatma kampına arkadan yapılacak herhangi bir baskını önlemek için seksen kişi kaldığından, şu anda kaosa kapılmış şehrin aksine kampta sükûnet hâkimdi.

    Şehrin girişinde, sabaha karşı yüzlerce insanın ele geçirmek için inatla mücadele edip can verdiği kapıyı koruyan gözetleme kulelerinin olduğu noktada tepeden tırnağa zırhlara bürünmüş bir kişi ise burçlardan aşağıya bakıp az ötede uzanan denizin dalgalarını duymaya çalışıyordu.

    Khuzait zırhları içinde, tepesinde tüylerin dikili olduğu bir miğfer giyen adam yorgun gibiydi. Yanındaki birkaç yoldaşı ise, az ötede yükselen çığlıklar normal bir olaymış gibi hiç umursamadan manzaranın tadını çıkartmaya çalışıyordu.

    Viseleus, yani az öncesine kadar sessiz bir şekilde denize bakan adam, kafasını yanındakilere çevirerek “Vivein” dedi içlerinden birine. Dizlerine kadar gelen zincirli zırhı ve imparatorluk tarzında yapılmış olan omuzluklarıyla ürkütücü bir görünüm kazanmış bir kadın dönerek kendisine seslenen adama baktı. “Evet, patron?” diye sordu kahverengi gözlerini dikkatle Viseleus’a dikerek.

    Viseleus, burçlara yaslanıp yorgunluğu üzerinden atmaya çalışırken miğferini çıkarttı ve tutması için Vivein’e uzattı. Eskilerin inek hırsızı, kendisine uzatılan miğfere erişmek için birkaç adım atarak Visileus’a yanaştı hemen.

    Viseleus, miğferini çıkarttığında, saçları İmparatorlukta çok popüler bir tarzda kısa kesilmiş olduğundan, geniş alnındaki terler ortaya çıkmıştı. Kara saçlarını biraz karıştırdı. “Garios’tan bir haber var mı?”

    Vivein, miğferi koltukaltına sıkıştırıp omuz silkti. “Emrettiğin gibi, Pera, yanına biraz adam alıp onun peşine düştü. En son, şehir merkezindeki kuleye çekilmesini engellemeye çalışıyordu” dedi umursamaz bir tavırla. “Ondan sonra bir haber gelmedi hiç.

    Viseleus başını sallayıp birkaç saniye düşündükten sonra “Istiona” diye bağırdı. “Aşağıya inip yaralıların tedavisine yardıma başla. Ayrıca bizimkilerden birini bul ve Pera’ya ulaşmasını söyle. Garios’u yakaladıysalar doğrudan buraya getirsinler. Kesinlikle Liena’ya görünmeden getirsinler ama!”

    Bal rengi saçını toplayarak topuz yapmış, omzunda çift elli balta taşıyan bir kadın başını eğerek “Emredersiniz Lordum!” dedi. Şifacı olmasına rağmen savaşlarda ön safta çarpışmayı seven, İmpratorlukta doğmasına rağmen Sturgialılar arasında büyümüş bir kadındı Istiona. Bunu da şivesi, Lorduna olan sonsuz sadakati, çöle düşse bile yanından ayırmadığı hayvan postundan pelerini ve savaşlarda ürkütücü bir zarafetle kullandığı baltasıyla belli ediyordu zaten.

    Kadın acele bir şekilde surlardan ayrılırken Viseleus keskin hatları olan geniş çenesinin sivri ucunu ovuşturmaya başladı. Kalın kaşlarını çatarak başını burçlardan dışarıya doğru uzattı ve aşağıya doğru bir göz gezdirdi.

    Vivein, patronunun aklından geçenleri anlayınca sırttı. “Emin misin?” diye sordu düşünceli gözüken adama. “Yani, bana göre hava hoş ama senin Prenses pek de mutlu olmaz duyduğu zaman.”

    Viseleus, Vivein’in karısını aşağılamasını görmezden geldi. İnek hırsızı olarak büyüyen, sonra kariyer değişikliğiyle paralı asker olan kadının ahlak değerleri, Vlandiya’nın en önde gelen ailelerinden birinden çok daha farklıydı; Karısı savaş meydanında ordulara kendisi komuta edecek kadar cesur bir kadındı. Ama cesaretiyle birlikte merhameti de diyarda nam salmıştı. Savaşta esir düşmüş komutanlara şanına yaraşır bir şekilde davranır, birkaç dakika önce adamlarını boğazladığı birinin elini sıkıca tutup sırtına vurarak rakibinin gözü pekliğini övebilirdi rahatlıkla. Viseleus ve Liena’nın hizmetindekiler her zaman emeklerinin karşılıklarını alırlardı eksiksiz. Ama eli daha bol olan daima Liena’ydı. Bir de Vlandiya’lı asillere has onur takıntısı vardı tabii! Savaşın ortasında bile mükemmeliyetten uzaklaşmamak için elinden geleni yapıyor, şerefine kara bir leke getirecek her türlü davranıştan kaçınıyordu.

    Viseleus karısının bu özelliklerini çoğu zaman seviyordu. Ama bazı anlarda.. şerefin ve onurun pek de anlamı olmayan savaş meydanlarında cidden bu kurallar yüzünden kafayı yiyecekmiş gibi oluyordu. Soylu bir ailenin tek temsilcisi olan bir komutanı yakalamışken salıvermek gibi mesela! Soyluların pek yücelttiği bu davranışın altında merhamet eylemi görmüyordu Viseleus. Ona göre birkaç asil savaş meydanında yakalandıkları zaman kellelerini kurtaracak bazı kurallar uydurmuş ve bunu halka onur ve şeref adıyla yutturmuştular. Salıverilen komutan şehrine, kalesine ya da köyüne geri dönecek, tekrar bir ordu kuracak ve başka bir savaşta gene birilerinin karşısına çıkacaktı. Ve yığınla adam sırf bir asil serbest bırakıldı diye ölecekti! Bu döngü değişmeden devam ediyor, sıradan askerler savaşlarda ölürken ya da esir edilip köle tüccarlarına satılırken, köyler yağmalanıp sıradan insanlar kesilirken, asil sınıfı hiç etkilenmiyordu bütün bunlardan.

    Viseleus karısının da parçası olduğu bu saçma düzeni düşünmeyi bırakarak başını salladı. Gözleri hala surların üstünden aşağıya bakıyordu. Sonunda omuz silkerek “Yapacak bir şey yok.” Dedi kabullenmiş bir şekilde. “Eğer ortalığı temizleye karar verdiysek elimizi kirletmeyi de kabul etmişizdir!”

    Vivein’in yüzünü çarpık bir gülümseme süslerken gözleri delice bir parıltı yaydı. “Ellerimi kirletmeyi severim ben!” diye belirtti heyecanla.

    Viseleus kadının sözlerine başını sallarken surlardan bakmayı bırakıp bulunduğu yere çöktü. Bir aydır almak için uğraştığı şehrin yağmalanma sesleri yükselip yanan binaların dumanıyla kararmış olan gökyüzünde çınlarken gözlerini kapadı. Bacaklarını iyice uzatıp sırtını burçlara yasladı. Bütün kuşatmanın yorgunluğu üzerine çökmüş gibi hissediyordu şu an. “Vivein” diye mırıldandı gözleri hala kapalıyken. “Pera gelinceye kadar uykumu kimsenin bölmesine izin verme”.

    Vivein de üzerindeki zırhlar şıngırdarken Viseleus’un yanına çöktü. “Emrin olun patron!” karşılık verdi hevesle. Sonra yakında onları bekleyen birkaç askere yönlendirdi delici bakışlarını. “Evet baylar, patronu duydunuz, Pera gelene kadar kimse ses çıkartmasın. Etrafa dağılın ve Pera’yı bekleyin, kimseyi de bu kısma geçirmeyin!”

    Askerler bu emri yorgunlukla karışık bir itaatle uyguladılar. Ağır adımlarla yavaş yavaş uzaklaştılar. Vivein de bu sırada gökyüzünü izlemeye koyuldu yanındaki komutanı uyurken…



    Viseleus’u pek de rahat olmayan uykusundan uyandıran şey ise bir tekme oldu. Bacağına atılan hafif tekme aniden gözlerini açmasına neden olurken ayaklarının dibine homurtularla debelenen bir şekil yığıldı. Viseleus gözkapaklarını ovuşturup neler olduğunu çözmeye çalışırken “İmparator hazretlerini getirdim” dedi berrak bir ses. Viseleus karşısına dikilmiş figüre baktı. Tepeden tırnağa ağır zırhlara bürünmüş kadının miğferinin önü açık olmasa kimsenin onu tanımasına imkân yoktu.

    Pera, mavi gözleriyle uykulu adamı süzerken zırhlı çizmeleriyle, debelenen figürün üzerine bastı. Miğferini dikkatlice çıkartarak kahverengi saçlarının omzuna düşmesini sağladı. “Bana verdiğin işin pek kolay olmadığını da belirtmeliyim” dedi derin bir nefes verirken. Bu sırada elindeki yüzünün tamamını kapatacak şekilde yapılmış miğferi yakınlarındaki askerlerinden birine fırlattı.

    Viseleus kendisine gelmeye çalışırken yerde inleyen adamı inceledi. Adamın zırhları kana bulanmıştı. Uzun saçları terden dolayı ıslanmış, sol elmacık kemiğinin üzerinde büyük bir şişkinlik oluşmuştu. Ağzına kirli bir paçavra tıkıştırılmış, elleri çözülmesi zor bir şekilde bağlanmıştı. Buraya getirilirken biraz tartaklandığı belli oluyordu.

    “Nerede buldunuz?” Viseleus ayağa kalkarken sordu.

    “Bak, o çok güzel hikâye işte!” dedi Pera sırıtarak. “Biz buradaki pek haşmetli imparatoru kovalarken onlar da gidip doğrudan kuleye girişin önünü kesmiş olan Prens Morcon ve ordusuna saldırdılar. Oraya vardığımızda Prens çoktan buradaki arkadaşımızı esir almıştı”

    Viseleus kaşlarını kaldırarak yerdeki adamı süzdü.

    “Biz de Prens’in yanına gittik. İmparator’u almaya geldiğimizi, senin emrettiğini anlattım, o da vermek istemediğini falan açıkladı.” Diye devam etti anlatmaya Pera. “Bana o saçma savaş ve ganimet kurallarını açıklıyordu ki sıkılıp burnuna yumruğu çaktım. Biraz arbede yaşandı, bizim çocuklar onların çocukları azıcık hırpaladı ama sonunda imparatorumuzu alıp getirmeyi başardım. Ah, unutmadan; Prens Gordon çok sinirlendi, gidip krala ağlayacak sanırım!

    Viseleus Garios’u incelerken omuz silkti. “Kral’ın pek de umursayacağını sanmam. Gordon baş belası küçük çocuktan başka bir şey değil onun gözünde. Hatta bu kuşatmaya sırf şans eseri öldürülür umuduyla gönderdiğine de eminim Prensi.

    Pera, hayal kırıklığını açıkça gösterecek şekilde iç çekti. “Keşke öyle olsa” diye belirtti dalgınca. “Ama beceriksiz düşmanlar sağ olsun, hala hayatta!”.

    Viseleus, Pera’yı umursamayı bırakarak bütün dikkatini yerde garip hırıltılar çıkararak debelenen Garios’a verdi. Eğilerek elini uzattı ve Garios’un ağzındaki paçavrayı çıkarıp attı. Yaralı adamın ilk tepkisi öksürmek oldu bunun karşılığında.

    “İmparator” dedi Viseleus sesinde hafif bir iğnelemeyle. “Umarım buraya kadar olan yolculuğunuz rahat geçmiştir?”

    Garios, siyah gözlerini kısarak karşısındakinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Hırıltılı bir ses çıkararak hafifçe nefes aldı. Yerinde doğrulmaya çabalarken “Viseleus” diye inledi acı bir şekilde. “Tahmin etmeliydim! Bu barbar kadını peşime sen mi yolladın?”

    Pera, bu sözler karşısında kahkahasını tutamazken yerden kalkmaya teşebbüs eden adamı omuzlarından tutarak diz çöktürdü. “Ah, iltifatınız için teşekkür ederim haşmetlim” dedi neşeli bir şekilde. Garios kendisini kavrayan güçlü ellere karşı koyacak enerjiyi bulamayıp diz çökmeyi kabullendi çaresizce.

    Esir İmparator, surların üzerinden etrafını çevrelemiş askerlere ve yanmakta olan şehrine baktı bir süre. “Hala o kadının ayak işlerini yapıyorsun değil mi?” diye sordu Viseleus’a tiksintiyle bakarken. Sonra vücudundaki yaraları hatırlamış gibi acıyla yüzünü buruşturdu aniden.

    “O kadın derken? İmparatoriçeden mi bahsediyorsun?” Viseleus sordu sahte bir masumiyetle

    Garios, sinirden dişlerini gıcırdatırken damağındaki metalik tadı fark etti ve tükürerek ağzındaki kandan kurtuldu. “İmparatoriçe? Hah, o kadın bir şehri bile yönetemez düzgün şekilde! Ne imparatoriçesinden bahsediyorsun sen!” öfkeyle belirtti.

    Viseleus’un siyah kaşları yukarıya doğru kalktı. “Ah, şu anda burada diz çökmüş, sözde imparatorluğunun yanışını izleyen sensin ama çölde bir bir zaferler kazanıp Aserai şehirlerini ele geçiren ise o kadın; Bu duruma ne diyorsun peki?”

    Garios histerik bir kahkaha patlattı başını geriye doğru atarak. “Toprak fethetmek mi? Cidden bu savaşı ona mı indirgiyorsun sen? Rhagaea, Lucan ve benim aramdaki savaşın tamamıyla fikir savaşı olduğunun farkında mısın sen?” Sordu ciddi bir şekilde.

    Viseleus, yerde diz çöktürülmüş adamın yanından geçerek surlara yaklaştı ve dirseğini burca dayadı. Gözleri ilerideki limana odaklanmışken “Gayet farkındayım” diye açıkladı sakince. “Bu yüzden de Lucan ve senin… İkinizin de durdurulması gerekiyor! Fikirleriniz filizlenmesine izin verilemeyecek kadar zehir taşıyor çünkü!”

    Garios, bu sözleri duyunca öfkeyle yerinden kalkmak için hamle ettiyse de o ana kadar sessizce konuşmaları dinlemekle yetinen Pera adamın omuzlarını daha da sıkı kavrarken diziyle adamın sırtına sertçe geçirdi. “Haşmetmeabları şu anda içinde bulunduğu durumu kavrasa iyi olur!” diye bildirdi kısık ama zehirli bir ses tonuyla. “Yoksa ben kavratmasını iyi bilirim!”

    Garios, kadının sözlerini ciddiye alıp tekrar boyun eğdi. “Asıl zehirli olan Rhagea ve Lucon’un fikirleri. Birisi koskoca İmparatorluğu asillerin önüne sermek istiyor, diğeri de tek bir ailenin bütün sorunları gidermesini bekliyor! İmparatorluk için canlarını ortaya koyan askerlerin hiçbir söz hakkı yok!”

    Viseleus arkasında diz çökmüş adamı dinlerken başını iki yana salladı. “Ne yaptığınız hakkında hiçbir fikriniz yok değil mi! Ne yani, sırf askerler istiyor diye tek bildikleri şey savaşmak olan insanlara mı emanet edelim İmparatorluğu? Bunun sonsuz bir savaş döngüsü yaratacağını göremeyecek kadar kör müsün? Askerler iyi bir komutan olduğun için şu an seni destekliyor ve hâlihazırda bir savaş sürdürdüğün için bir problem yaşamıyorsun ama İmparatorluğun tamamına hâkim olsaydın bu çok çabuk değişecekti; Askerlerin atadığı bir yönetici olduğun için her zaman ilk olarak ordunun isteklerini ön plana koyman gerekecekti. Ordu da daha fazla yağma için savaştan başka bir şey istemeyecekti!”

    Garios öfkeyle kıpırdanırken “Ben halkın sesiyim!” diye hırladı hırçın bir sesle.

    “Hayır, sen generallerin sesisin” diye düzeltti onu Viseleus. “Ve bu kötü bir şey değil.” ekledi sakince. “İmparatorluk her zaman generallerin sesini dikkate almalı, ama o sesin ülkeyi yönetmesine izin verilemez! Yoksa sonsuz savaşlar İmparatorluğun sonunu getirecektir.”

    “Peki, sizin planınız ne!” diye hırladı Garios. “Etrafına bir bak! Mağrur Zeonica’nın surlarında Vlandiya sancakları uçuşuyor! Kalrad barbarları şehri boğazlıyor ve başlarında da bir hain var! Bu da mı Rhagaea’nın işi?”



    Viseleus, esir adamın sözleri karşısında yüzünü buruşturdu. “Zeonica zaten senin orduların bu şehre girdiği an boğazlanmıştı Garios” dedi sesi bir parça hüzünlü çıkarken. “İmparatoriçe ve ben onu senin elinden kurtarmak için elimizden geleni yaptık. Sonunda da oldu.”

    Daha sonra düşünceli bir şekilde etrafına baktı. “İtiraf etmeliyim, bunu Vlandiya ordusunun başında yapacağımı pek de düşünmemiştim. Ama şartlar bunu gerektirdi; İlk başlarda Vlandiya’ya gönderildiğimde tek görevim olanları izleyip rapor etmekti. Daha sonra içeriye sızıp politikada söz sahibi olmam istendi. Ama ben bunları becerene kadar Vlandiya o kadar hızlı büyüyüp istikrarlı bir güç haline geldi ki… Sonuçta Vlandiya’daki pozisyonumu koruyarak İmparatorlukla bir çatışmayı engellemeye çalışırken buldum kendimi. Bu sırada da evlenip çocuk sahibi oldum. Şu an bulunduğum pozisyonda İmparatorluk için yapabileceğim en iyi şey bu.” Etrafını gösterdi eliyle. Sonra yüzünde bir sırıtış belirdi. “Ama merak etme, her şey plana göre ilerliyor”

    Garios, inanamamanın verdiği bir şok ifadesiyle karşısındakine bakıyordu bir delinin sözlerindeki anlamı çözmeye çalışırken. “Plan!” Kanlı dudakları tükürükler saçarken bağırdı kontrolsüzce. “Ne hastalıklı bir planınız var da İmparatorluk şehrini barbarlara yem ediyorsunuz!”

    Viseleus birkaç saniye durakladı, sonra kararsızlığını aşınca da başını yana eğerek sağ şakağını ovmaya başladı. “Pekâlâ!” dedi “Sanırım sana anlatmamın bir mahsuru olmaz”. Etrafında sadece kendi adamları olduğuna emin oldu bir göz gezdirip. “Fark ettiğin üzere, Vlandiya artık durdurulması imkânsız bir güç haline geldi. Bu yüzden İmparatoriçeyi onlarla bir savaşa girmekten kaçınması konusunda ikna ettim. Şu anki hedefim Vlandiya içinde kendime güçlü bir yer edinmek. Bu sırada da İmparatorluğun güçlenmesi için Rhagea’ya yardım ediyorum elimden geldiğince. Yeterince güçlenip nüfuz kazandığımda Kralı tahttan indirmeyi deneyeceğim. İmparatorluk da buna destek verecek tabii.”

    Garios vücudunun acılarıyla iki büklüm olmasına rağmen kahkaha attı. “Vlandiyalılar bir yabancıyı Kral olarak kabul eder mi sence?” alaylı bir şekilde sordu.

    Viseleus “Yabancı mı? Yabancı olan kim?” dedi açık bir merakla. “Ben yıllardır Vlandiya için savaşıyorum Garios. Şu an hiç kimse beni bir yabancı olarak görmüyor ki! Karım bir Vlandiyalı, çocuklarım Vlandiyalı. Vlandiya’da yönettiğim topraklar var… Vlandiya için savaşırken esir düşüp zindana atıldığım zamanlar bile oldu! Anlıyorsun ya; Ben yabancı değilim, aksine gerçek bir Vlandiyalıyım! Bu yüzden de birçok destekçi kazanacağıma inanıyorum. Tabii, iş burada bitmiyor!”. Viseleus eğilerek Garios’un çenesini tuttu ve gözlerinin içine baktı. “İki çocuğum olduğundan haberin var mı?” diye sordu aniden.

    Garios bu ani konu değişikliği karşısında şaşırmıştı. “Sen neden bahsediyorsun?” diye sordu kaşlarını çatarken.

    “Görüyorsun ya; Rhagea’nın en küçük çocuğu ve benimki aynı yaşta. Tahta geçtiğimde onları nişanlayacağız. Daha sonra onlar vesilesiyle İmpratorluk ve Vlandiya’yı savaşsız birleştirmeyi planlıyoruz!”

    Garios planın eksikliğini görünce ciddi mi diye baktı Viseleus’a. “Delirdiniz mi siz! Bu kadar basit olacağına inanıyor musunuz cidden?”

    Viseleus ayağa kalkıp surlara yaklaştı onu dinlerken. Başını burçlardan çıkarıp aşağıya doğru bakarken “Eh, yolumuza bir takım engeller çıkacağı kesin” diye kabullendi sakince. “Ama bu planı gerçekleştirmemize kimse engel olamaz. İtirazlar ya dille ya da silahla basıtırılacak!” Omuz silkti “Çünkü diğer senaryolarda ödenecek çok fazla bedel ve alınacak çok az ödül var!”. Daha sonra da Pera’ya başıyla tutsak adamı işaret etti. “Getir onu!”

    Pera, mavi gözleri mutlulukla parlarken şevkle Garius’un omzundan kavradı ve onu sürüklemeye başladı. Adam “Dur, bekle!” diye kıvranırken de onu burca doğru yasladı.

    Viseleus kendini kadının sağlam kavrayışından kurtarmak için çırpınan Garios’u yakaladı. “Şu anda yaptığım şeyi şahsi olarak algılama” dedi sakince adama. “Ama senin fidye karşılığı serbest kalıp ortalığı daha fazla karıştırmanı istemiyorum!”.

    Garius daha cevap vermeye bile fırsat olmadan Pera ve Viseleus tarafından surlardan aşağıya doğru fırlatıldı. Tek yapabildiği şey haykırmak olmuştu.

    Pera, çok kısa bir süre içerisinde beyni zeminle kavuşan kanlar içerisinde adamın cesedine bakarken ellerini silkeledi. “Bu iş de bitti” diye belirtti kendisinden tatmin olmuş bir şekilde.

    Viseleus, gözlerini eski generalin cesedinden ayırmadan düşüncelere dalmıştı. “Yola döşenmiş bir taş daha” diye mırıldandı kendi kendine.
  4. KızılŞaman

    Yıldızlardan Gelen Adam

    Upuzun bir aradan sonra buralarda olduğunu görmek güzeldi Onat'ım. Kaleminden çıkan bir şeyleri okumak her zamanki gibi büyük zevk verdi. Zihnine sağlık gerçekten. Hana iyi ki de dönmüşsün! :grin:

    Bu arada anladık, Ymira sevdalısısın! İnadına gözüme sokmak için yapıyorsun şunu değil mi! :lol:
  5. KızılŞaman

    Koloni Yıldızlarından Hikayeler

    Senin buraya bir şeyler yazacağını hissettim. Cidden hissettim :smile:
    Eski karakterleri görmek güzel :grin: Radarımdan kaçamadın Şaman'ım.

    Ooo, sen de mi buralardasın Onat'ım. Senden gizli birşeyler atayım şuraya dedim ama olmadı sanırım. :roll:

    Bu arada evet, gene Matheld'i kullandım. Senin Ymira'n varsa bizde de Matheld var yani! :lol:
  6. KızılŞaman

    Dörtyol Hanı - Genel Sohbet Konusu

    Selamlar. Geçiyordum, bir uğrayayım dedim. Eskilerden burada olan var mıdır? Kızıl Şaman'ı son entry olarak görünce ümitlendim bir an...
    Güzel, umarım pandemi biraz hafifleyince manzara da iyileşir. Ben de arkadaşlarla oyun projesi geliştiriyorum, pandeminin işe doğrudan bir etkisi olmadı işim bilgisayar üzerinden olduğu için. Ot gibi yaşıyoruz ama işte.

    Eskilerden diğerleri de buradaysa onlar da bir mesaj bırakırsa buraya çok makbule geçer. :grin:
    Ben de buralardayım ya. Thermicias'ı görünce bir ses vermeden edemedim. O kadar uzun zaman oldu ki en son göreli.... :roll:
    Ben varım hala forumda, adını görünce bir bakayım dedim. Şu anki kullanıcı adımla muhtemelen hatırlamazsın ama eskiden Tanhu ve diğer duplicate hesaplarımla devamlı gelip hikaye yazardım. :lol:
    Bu arada yuh, sen Tanhu muydun! Daha yeni öreniyorum bunu ben. :lol:
  7. KızılŞaman

    Dörtyol Hanı - Genel Sohbet Konusu

    Eskiden Warband ve Fire & Sword dizileri vardı onlara ne oldu?

    Fire & Sword dizisi çekenlerin sayısı zaten çok azdı. Sanırım onlar da ilgisizlikten sıkıldılar ya da başka uğraşlara yöneldiler.Burada dizi projeleri görmüyorum uzun süredir.
  8. KızılŞaman

    Yıldızlardan Gelen Adam

    Şimdi daha sakin bir kafayla okudum hikayeyi ve güzel olmuş diyorum. Ellerine sağlık.
    Ama şu hikayeye bir +18 ibaresi, "Şiddet içerir" uyarısı falan mı koysak? Adamın adem elmasını koparmak nasıl bir psikopatlık seviyesidir! Ana karakter ne derece manyak acaba?

    Ellerine sağlık Onat'ım, her zamanki gibi damakta güzel bir tat bırakan kısa bir bölümdü ama senin tarzına alıştık artık, o nedenle bir şey diyemiyoruz...
    Bir sonraki bölümlerde görüşmek üzere, kalemine kuvvet!
  9. KızılŞaman

    Mount & Blade II: Bannerlord - Tartışma Konusu

    Şu ana kadar birçok kişi oyunun çıkış tarihi, fiyatı, içerikteki kesintiler, erken erişim olması ve dil desteğiyle ilgili fikirlerini belirtmiş ve benim düşüncelerim de onların tekrarı gibi olacak ama ben de görüşlerimi belirtmeden duramadım. O yüzden bu iletiyi atıyorum.

    Öncelikle ilk içime sinmeyen şey oyunun çıkış tarihi oldu. Mart’ta çıkacağını biliyorduk ama 31 Mart diyerek gidip çıkış ayının son gününe koymaları içime sinmedi doğrusu. Biraz dalga geçer gibi olmuş bu. Zaman kazanmaya çalışıyorlar gibi hissetmeme sebep oldu. Zira ilk duyurusu 2012(Yanlışsam düzeltin lütfen) tarihinde yapılan bir oyunun uzun gecikmeler ve ertelemelerden sonra Mart ayını hedef gösterip çıkış ayı kapıya dayanınca da ayın son gününü seçmeleri kesinlikle hoş olmamış. Evet, Warband da 30 Mart’ta çıkışını yapmıştı, bu nedenle bu tarihin bilerek seçildiğini söyleyenlerde gördüm ama ortada büyük bir sıkıntı var bana göre; gittikçe uzayan sıkıntılı yapım süreci! O uzun ve sancılı bekleyişin ardından belirlenen ayın sonuna gün vermeleri hiç iyi kokular yaymıyor etrafa… :roll:

    Oyunun fiyatına gelirsek; Oyunu 100 Lira’nın aşağısı bir miktarda beklemek biraz hayalcilik olurdu. İlk olarak bunu kabul ederek başlayalım meseleye. 50 dolar olarak çıkışa sürülen bir oyun için 150tl kesinlikle iyi bir fiyat sayılır ama… Büyük bir ama var bu işin devamında; Bu fiyat her şeyi tamamlanarak çıkışını yapmış bir oyun için iyi hatta çok iyi bir fiyat sayılır. Erken erişim çıkarak oyuncuları kobay gibi-EE oyunlar hakkında görüşüm bu- kullanan bir oyun için biraz fazla kaçıyor. Evet, biliyorum oyunun fiyatının şu an yapılan açıklamalardan göründüğü kadarıyla daha sonra da değişmeyeceğini -bu açıklamalara da pek güvenmiyorum ya, neyse…- ama o kadar bekleme sürecinin ardından göz yumulamayacak seviyede eksiklerle EE olarak çıkan bir oyun için bu fiyatın tuzlu olduğunu kabul etmek lazım. EE oyunlarda türlü sıkıntılar, oyun zevkinizi baltalayacak hatalar çok sık rastlanan bir şey ve fiyatı belirlenirken bu da göz önüne alınsaydı daha iyi olurdu. Bu da beni erken erişimdeyken bir süre bekleyip oyun eli yüzü düzgün bir hale gelince almaya itiyor. En akıllıcası bu olur diye düşünüyorum.

    İçerikteki kesintilere gelirsek; Bu kesintileri fazla detayına girmeden ama oyuncuları da boşlukta bırakmayacak derecede Steam sayfasında açıklamışlar. Arada “olabilir”, “kalabilir”, “birtakım”, gibi yuvarlak cümleler kursalar da EE bir oyunda oluşabilecek sıkıntılardan dolayı bu cümleleri kurduklarını düşünmek istiyor, içeriklerin fazla kırpılmış, ham olduğunu saklamaya çalışmadıkları umuyorum sadece. Seslendirme eksikliği bana koymaz mesela, zaten Warband oynarken de seslendirme aramadım. Bazı şehirlerin aynı görünmesi de umurumda olmaz zira öyle bir beklentim hiçbir zaman olmadı. Ama oynanışı etkileyecek diplomatik özelliklerin, siyaseti etkileyen evlilik gibi etkinliklerin eksikliği canımı büyük derecede sıkar. Kayıt dosyalarının bozulması ya da sonraki sürüme aktarılamaması gibi sıkıntılar göz korkutsa da anlaşılabilir bir olay. Kısaca bu konuda bazı noktaları anlayışla karşılayabiliyorum ama bazı noktalarda da ‘2012’de duyurduğunuz bir oyunu ne kadar geç yapmaya başladınız ki hala bu tür sıkıntılar yaşıyorsunuz’ demeden edemiyorum. İşte fiyatın erken erişim için biraz fazla olduğunu söyleme denenim de bu düşünce. Eğer bu kadar uzun süre boyunca hala bir şeyler hazır değilse ve sıkıntılar varsa, erken erişimde bizi ne gibi şeyler bekliyor? Cidden 150tl gibi bir fiyatı bu bilinmeze vermek istiyor muyum? Şüpheliyim…



    EE olarak çıkması meselesine gelirsek; Oyunun bu şekilde çıkacağını zaten biliyorduk ama bize söylenen erken erişimde çıksa bile oyunun tam sürüme yakın bir halde çıkacağı ve EE sürecinde fazla kalmayacağıydı. İlk kısmın pek de doğru olmadığını yapılan kesintilerden gördük. Bu nedenle bazı insanların ikinci kısma şüpheyle yaklaşmalarını anlayabiliyorum.

    Bu oyun ne kadar süre için Erken Erişim'de olacak?

    Şu anda tam çıkış için kesin bir tarih belirlemedik ancak oyunun yaklaşık bir yıl erken erişimde kalmasını bekliyoruz. Odak noktamız, oyunun son hali üzerinde olumsuz etki yaratabilecek bir zaman sınırı koymaktansa oyunun eğlenceli ve zevkli olmasını sağlayabilmek.”

    Yukarıdaki kısım doğrudan Steam sayfasından alınma. Bir yıl gibi bir süre söylenmişse de zaman sınırı koymadıklarını açıkça belirtmişler burada. O zaman sorun şu; Ya çıkış süreci gibi EE süreci de uzarsa? İşte, tam da bu mesele insanların –En azından benim gibi düşünenlerin- içine kurt düşürüyor, bir huzursuzluk yayıyor! EE süreci uzayan bir oyuna hem o kadar vakit hem de para gömmek gibi bir isteğim yok dürüst olmam gerekirse. Bu sebeple EE sürecinin ilk başlarında sadece beklemeyi ve firmanın eksiklerini ne kadar hızlı bir süreçte gidereceğini izlemeyi düşünüyorum. Oyun stabil ve dolu dolu, oyuncunun zevkini bozmayan ve yeni özelliklerini sıkıntısızca kullandırttığı bir evreye girdiğinde 150tl, saatlerini gömeceğin bir oyun için fazla gelmiyor göze. Mesele, oyunun bu hale ne kadar sürede geleceği…

    Dil desteği konusu ise sorunların en kolayı! EE sırasında, oyunda olacağı belirtilen Fransızca, İtalyanca, Almanca, Japonca ya da diğer diller var mı? Yok! Eee, o zaman Türkçe olmamasına neden bu kadar laf edildi ki? Oyun Türk oyunu, firma da Türk firması demek isteyebilirsiniz tabii, ama firmanın ana hedefinin Türk oyun piyasası olmadığı da malumunuzdur. Bu güne kadar yabancılardan kaldırdıkları paralarla geçinmişler, bizim paramıza kalsa iflas edecekleri büyük olasılık, şimdi neden bir anda hedef kitlesini küreselden yerele dönüştürsünler ki? İlk olarak 100.000 kişiye mi yoksa 100 kişiye mi satmak isterdiniz ürününüzü? Hem de 100 kişiden azımsanamayacak bir miktarı da korsan olarak ürüne ulaşacakken? Yani ilk aşamada sadece İngilizce olması anlaşılabilir ve doğru bir ekonomik hamle. Ha, gönül isterdi ki çıktığı ilk günden itibaren Türkçe de desteklensin, başkaları dil desteği beklerken biz rahat rahat yayılıp onları seyredelim, bir kere de dil desteği talep eden taraf biz olmayalım fakat olmadı işte, yapılacak bir şey yok. Buradan sonra tek seçenek olabildiğince kısa sürede Türkçe dil desteğinin getirilmesini istemek oluyor. Bu sebeple oyunu boykot eden, almak istemeyen kitleyi de anlıyorum aslında. Sonuçta hayal kırıklığı yaşadılar hem fiyat hem de dil desteği konusunda. Almamaları kendi tercihi, kimse de bir şey yapamaz. Ama firma oyunun çıkışını ilk olarak İngilizce olarak yapmakta haklıydı. Sonuçta bu adamlar hayır kurumu değil, kendi ceplerini düşünüyorlar ve bunu yapmaları gayet normal.



    Genel olarak kısaca bir toparlamam gerekirse, şu anda EE olarak çıkan bir oyun için fiyatı biraz fazla görmekle beraber aşırı ucuz olmasını da beklemiyorum. Her şey EE döneminin nasıl yönetileceğine bağlı olarak gelişecek; ya bu oyun batacak, ya da Warband’ı katlayarak aşan bir başarıya ulaşacak. Çıkış süreci sancılı ve gecikmelerle dolu olduğu için TW’ün bu süre boyunca ne yapacağını merakla bekliyorum. İlk çıktığı anda almayı düşünmüyorum, biraz bekleyecek ve EE’in ne yöne gittiğine bakacağım. Eğer olumlu ve hızlı bir süreç görürsem 150tl ödenebilir bir fiyat, eğer gecikmelerle ve yarım kalmış sözlerle dolu bir süreç görürsem o parayı ve vakti çok daha verimli kullanabileceğim bir çok alternatifim var zaten, Warband bana yeter, Bannerlord olmasa da olur.

    Son olarak; Burada firmaya öfke krizine girmiş şımarık bir çocuk gibi saldırmak da, firmanın namusunu korumaya yeminli şövalye gibi kılıcını alıp savunmaya geçmek de gereksiz bir davranış. Oyunu çıktığında alıp oynamamak veya 31 Mart’ı gün sayarak beklemek insanların bileceği iş. Ama eleştirinizi seviyeli, eleştiriye olan cevabınızı da terbiyeli şekilde yapın. Bir oyun uğruna fanatikleşmek gibi küçük düşürücü davranışlara girmeye gerek yok…

    Biraz uzun bir ileti oldu, şişirdiğim başlar için özür dilerim. :roll:
  10. KızılŞaman

    Yıldızlardan Gelen Adam

    Geldim, gördüm ve okudum!

    Ben daha birkaç karalama bile yapamazken bölümleri bana nispet yapar gibi hızlı hızlı ve düzenli olarak yazman her ne kadar biraz sinir bozucu olsa da tekrar bu hızda yazabilmene gerçekten sevindim.  :grin:

    Bu bölümde durgun geçti. Bölümü okurken Albys'in yakalanmaktan neden bu kadar korktuğunu anlayamadım açıkçası. Geçmişte yaşadıklarıyla bir ilgisi mi var acaba? Merak ettim bak, kafama takıldı burası.. Bu arada Jeremus reisi görmek de iyi oldu -Aslında kendi partimde olsa o kadar sevmem ama orası ayrı konu!- kısa süre için de olsa.

    Son olarak;
    Onatcan3 said:
    Bi'dur ya! Ymira'nın orada olması batıyor mu  :twisted: :twisted:

    Ymira'nın var olması bile bana batıyor ama neyse...  :roll: :roll:

    Kalemine sağlık Onat'ım, yeni bölümleri bekliyoruz bakalım..  :smile:
  11. KızılŞaman

    Yıldızlardan Gelen Adam

    Sonunda rahat rahat yeni bölümü okudum!

    Eğer yanlış bir çıkarım yapmadıysam bir süre için hikayede olayların yavaş yavaş işleneceğini anlıyorum bu bölümün temposundan, hatalıysam düzelt beni. Böyle hikayelere ayrı bir zaafım vardır benim. Olaylar gelişmeden önce ilmek ilmek işlenmesini, sonra bu ilmeklerin hızlı bir şekilde olaylar silsilesiyle çözülmesi aşırı çekici geliyor bana. Umarım seninkinde de böyle olur.  :roll:

    Ana karakterimizi daha yeterince tanımadığım için bir şeyler diyemiyorum hakkında, aam seni tanıyorsam Albys'ı merkeze koyacak bir kurgun vardır çoktan arka planda.  :smile:

    Ymira... Hadi o konuya hiç girmeyelim bile!  :lol: :lol:

    "yavaş yavaş dizleri tutmaya başlamıştı."
    "Kızın sözü yarıda kesildi onun bir anda."

    Şu kısımları güzden geçirip düzeltirsen daha iyi olur. Arada dikkatinden kaçmış yazarken.

    Onun dışında pek diyeceğim bir şey yok sanırım bu bölüm için. Kalemine sağlık, yeni bölümler için pusuda beklemekteyiz.  :grin:
  12. KızılŞaman

    Yıldızlardan Gelen Adam

    Öncelikle uzun sürenin ardından buralara dönüşün için bir 'hoşgeldin' diyorum Onat'ım, özlettin kendini...

    Hikayeyi okudum ve güzel bir giriş olduğunu söyleyebilirim. Devamı için meraklandırmayı başardı beni. Umarım uzun soluklu bir şeyler görebiliriz senden.

    Önemli Not; Yeter artık bırak şu Ymira sevdanı!  :lol:
  13. KızılŞaman

    Dörtyol Hanı - Genel Sohbet Konusu

    Homerøs said:
    Görünüşe göre bir yarışma düzenlenmeyecek. Son yarışma denemesinde jüri bulamamıştık. Kurnαz'ın dediği gibi, şimdi de yarışmacı bulmamız zor. Katılımcıların "katılırım" demesi katılacağı anlamına gelmiyor, bunu çok gördük :smile: Halihazırda bölümde bir hareketlilik de var. Yarışmaya gerek olmadığına kanaat getirdim. Yine de şansını deneyip düzenlemek isteyen varsa buyursun.

    Jüri bulmasına bulunur ama geçen dönemde yapılan yarışmalar kalıcı bir hareketlilik sağlamamıştı burada, asıl sıkıntı bu bence. Daha önceki iletilerde de bahsedildiği gibi Bannerlord çıktığında buraların da hareketleneceğini düşünüyorum ben de. O nedenle şu anlık bir yarışmaya pek gerek yok gerçekten de. Ha, forum ahalisi büyük bir hevesle böyle bir yarışma olsun isterse yapılır elbet ama şu an öyle bir beklenti de yok kimsede...   
  14. KızılŞaman

    Buzların Hakanı-Yeni Bölüm+ Karalama

    1.Bölüm;
    Öncelikle iyi günler,

    Hikâyenin ilk bölümünü daha yeni okudum ve şu ana kadar dikkatimi çeken birkaç nokta oldu. Birazdan söyleyeceklerim sadece benim görüşlerim olduğundan dikkate almak istemezsen anlayabilirim. Umarım eleştirdiğim bazı noktalarda yazma isteğini kırmam ve hikâyeden soğumana neden olmam.  :roll:

    Gözüme batan ilk şeyin betimleme eksikliği olduğunu söyleyebilirim; Hiçbir canlının barınmasına izin vermeyecek derecede şiddetli olan bir soğuğu betimleyerek durumun vahametini giriş bölümünde daha iyi gözler önüne sersen mükemmel olurdu bence. Böylelikle hikâyeye de daha etkileyici bir giriş yapabilirdin.

    Hikâyeyi ortalayarak yazman okumak için göze alışık bir düzen olmadığından işleri zorlaştırmış diyecektim ama bunu sonraki bölümlerde düzeltmişsin zaten. Bu yüzden bu konuya değinmiyorum.

    [size=10pt]“Alçiçek Hatun Bey'in çadırına girdi. "Bey'im sizlere çok önemli havadisler getirdim." Dedi. Namot Bey o gün çok meşgul idi. Ama içini saran merak duygusu onu bu bilgiyi öğrenmeye doğru itti."Tabii ki sorabilirsin. Dedi. Alçiçek Hatun "Efendim yakında varisiniz doğuyor ben gebeyim!" Dedi. Namot Bey ne söyleyeceğini bilemiyordu, içini bir coşku havası doldurdu.”


    Bu paragrafta Alçiçek Hatun’un “Çok önemli havadisler getirdim.” demesine karşılık olarak “Tabii ki sorabilirsin.” yanıtını almasına pek anlam veremedim zira burada Alçiçek Hatun’un herhangi bir sorusu yok. Yazarken ufak bir kafa karışıklığı ya da dalgınlık oldu herhalde. Benim de çok sık başıma gelen bir şeydir yazarken bir yerlere dalıp düşüncelerde kaybolmak. Bu nedenle bölümü birden çok kez kontrol edip mantık hatalarını tespit etmek önemli diye düşünüyorum.

    Giriş bölümü olduğu için kısa ve bu kısalığın normal olduğunu –Her ne kadar kısa yazmanın pek hayranı olmasam da- düşünüyorum. Zaten sonraki bölümlerde daha uzun yazmaya başlamışsın göz attığım kadarıyla. Bu gelişmeyi görmek de gayet güzel.  :smile: 

    Bazı noktalama hataları gözüme takıldı ama yazarken pek sık bu hataları yaptığımdan dolayı onları eleştirebilecek konumda değilim sanırım. Yine de yazarken noktalama işaretlerine dikkat edersen daha iyi olur.

    Evet, sanırım giriş bölümü için söyleyebileceklerim bu kadar. Vaktim olduğunda diğer bölümleri de okuyup görüşlerimi belirteceğim mutlaka. Zira devamını merak ettim hikâyenin. Dörtyol hanında uzun soluklu hikâyelerden birisi olur umarım. Eleştirilerim ve görüşlerimle seni kırmamışımdır inşallah.  :oops:

    Sonraki bölümlerde görüşmek üzere, hikâyende başarılar…  :smile: [/size]
  15. KızılŞaman

    Hanlar Savaşıyor (BİTTİ)

    Hikayeyi okumadığım için içeriği hakkında yorum yapmayacağım. Ama azimle devam ettirip finale kadar getirdiği için yazarını tebrik ederim. Zira bir hikayeye başlamak kolay ama vakit ayırıp sonuna ulaştırmak zordur. Umarım bu başarın devam eder ve Han'a başka hikayeler de kazandırırsın Kara Bey.  :smile:
  16. KızılŞaman

    Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım

    Selam! Uzun süredir bilgisayarımda duran, bir türlü devamını getiremediğim projemin bir kısmını buraya koymak istedim. Aslında bu başlangıç kısmı, ama üşengeçliğim dolayısıyla bir türlü devamını getirememiştim. Eh, boşa gitmesindense birkaç kişinin okumasına sunup tepkilerini görmek daha hoş ve mantıklı bir seçenek sanırım  :roll:

    Öncelikle okumadan önce şunu belirtmelyim; Bu tek bölümlük bir hikaye değil kesinlikle! Uzun bir giriş bölümünün başlangıç kısmıydı bu kısım. Ama tamamlamadım. Forumda paylaşırken bu ufak karalama için bir konu açmak istemediğim için de Çalakalem Hikayeler konusunun içine koymayı tercih ettim.

    Umarım okurken keyifli vakit geçirirsiniz. Herhangi bir hatam varsa belirtebilirsiniz. Hemen düzeltmeye çalışırım.  :smile:

    Sağlıcakla kalın!


    Kan tüketiminin İnsanlardan karşılanması kesinlikle yasaktır. Ayrıca eğlenmek amacıyla yapılan, 'Dişsiz Avı' adı verilen etkinlikler 1. Seviyeden suç sayılıp etkinliği düzenleyen ve katılımcı rolüyle etkinlikte bulunan her Üstün Irk üyesi, Üstatlar Konseyi'nin yetkilendirdiği Üstün Irk Ceza Meclisi üyelerince yargılanıp bu yargılanma süresi boyunca Üstün Irk haklarından mahrum kalacak, aynı şekilde bu Üstün Irk'lar, Canlıları Koruma Kanunu'ndan da yararlanamayacaktır. Yargı süresinin sonunda Ceza Meclisi üyelerinin uygun gördüğü cezaya çarptırılacak ve itiraz hakları olmayacaktır...
    Üstatlar Konseyi 95.Kararnamesi
    89.Madde


    Geniş sınıfta, yüksek topuklu siyah çizmeleriyle dolaşan subay üniformalı kadın sert gözlerle sınıfı süzdü elindeki kitabı okumayı bırakarak. Siyah üniformanın omuzlarındaki parıltılı altın sarısı rengindeki apoletlerin üzerinde kırmızı iki yıldız, kadının teğmenliğini simgeliyordu.


    "Bayan Delzhemn" Teğmen sol elinde tuttuğu kitabı göstererek "Acaba az önce okuduğum kararname maddesini açıklamak ister misiniz?" diye sordu kibarca. Ama beyaz teniyle tezat oluşturacak şekilde kırmızı olan dudakları sesindeki kibarlığın sahteliğini gösterir şekilde dümdüzdü; hiçbir gülümseme yoktu kadın subayın dudaklarında.


    Sınıfın diğer 79 üyesi büyük bir rahatlıkla az önce göz teması kurmaktan kaçındıkları öğretmenlerine tekrar bakarken, Anna nasıl olup da her seferinde kendisine kötü şans yarattığını düşünüyordu. Her saf Üstün Irk gibi Anne ve Babasından miras aldığı kırmızı gözlerini kadın subaya yönlendirirken hiç istemeyerek de olsa yerinden kalktı. Rahatlamak için sağ elini uzun, kahverengi saçlarına götürüp oynadı biraz.


    Şu anda stresli olmasının nedeni soruyu bilmemesinden falan değildi aslında. Babası sayesinde Anna politikaya çok ilgiliydi, bu tip sorular onun için çok basit bile sayılırdı. Ama soruyu soranın bir subay olması Anna'nın gözünü korkutan şeydi. Subayları sevmezdi o.. Orduyla ilgili hiçbir şeyi sevmezdi. O Siyah üniformalar, o soğuk, duygudan arındırılmış, taş gibi yontulmuş köşeli suratlar, o yavaş ama düzenli, mekanik bir hissiyat yayan hareketler.. Korkutucu gözüküyordu Anna'nın gözüne.


    "Evet, Efendim" dedi başıyla saygıyla selam verdikten sonra. "95. Kararname'yi inceleyeceksek dönemin şartlarına bakmamız gerekir öncelikle; Mutlak Zaferden sonra ortalık bu günkü kadar düzenli değildi. Üstün Irk yönetimi ele almış olsa da etrafta çok fazla Melez vardı ve bazıları İnsansı duyguları atlatmayı becerememişti. Yaşamak için İnsanlardan kan emme zorunluluğu bir yana, bunu yaparken zevk alan, işi oyuna çeviren Üstün Irklar vardı".


    Teğmen kırmızı gözlerini ilgiyle açarak o duygusuz yüzüne bir gülümseme kondurdu. "Çok güzel" dedi Anna'nın başlangıç noktasını beğenerek. "Lütfen devam edin Bayan Delzhemn!" Başıyla işaret verdi.


    "İşler bu kadar karışıkken araştırmacılarımız Temiz Kan'ı yaptı; Bu, o dönem için büyük bir olaydı. Artık pis insan kanına ihtiyaç kalmamıştı. Bu yüzden Üstatlar Konseyi bir yasa çıkartarak insanlardan kan emmeyi yasakladı. Damızlık çiftlikleri kapatıldı ve insanların ödemeye zorunlu oldukları Yıllık Kan Vergisi kaldırıldı. Dişsiz Avları yasaklandı ve katılımcıları konseye bağlı Kanun Muhafaza Süğleri tarafından tutuklanmaya başladı. Buna ek olarak, az önce okuduğunuz kararname çıkartılarak bu etkinliklere katılanları Üstün Irk Haklarından mahrum ettiler-”


    “Ve Aziz üstatlarımızın bunu yapmalarındaki amaç?” diye sordu kadın dikkatini Anna’nın kullanacağı bütün kelimeleri incelemek için toplarken.


    Anna bir kaç saniye durakladı kadının gözlerinin içine bakarak. “Üstatlarımız, Büyük Savaş’tan sonra ortaya çıkan melezlerin sayısındaki artıştan rahatsızdı efendim. Çünkü topluluğumuzda nüfus ağırlığı onlara geçmişti”.


    “Şunu unutmayın” dedi kadın bakışlarını sınıftaki çocukların üstünde gezdirerek. “Nüfusumuzda melezlerin olması kabul edilebilirdir. Bunun hiçbir yanlışlığı yoktur. Ama nüfusumuzun çoğunluğu o dönemde onlara geçemezdi. Zira burada bahsettiğimiz melezler bu günkü gibi eğitimli ve topluluğumuza ayak uydurmayı başarmış melezler değildi. Burada bahsedilen melezler tamamıyla insani güdüleriyle hareket eden, Üstün Irk olmanın bilincini ve sorumluluklarını kavrayamamış zavallı yaratıklardı. O dönemin şartlarında insanlardan kan emmek kabul edilebilirdi, ama onlardan kan emerken bundan zevk almak... Bu iğrenilecek bir davranıştır. Hele bunu bir oyuna çevirmek insansı bir kibre sahip olmak demektir! Bu yüzden melezlerin çoğu Üstün Irk haklarından mahrum edildiler ve tıpkı insanlar gibi muamele gördüler. Zamanla bu melezler eğitildi ve topluluğumuza ayak uydurdular”.


    Teğmen sınıftaki her bir öğrencisini süzdü önce, sonra da parmağıyla gözlüğünü düzeltti. “Aklınızın bir köşesine yazın; Eğer çok uzun süre beraber yaşamanın sonucunda eğitimde ve ahlakta kendi yargılarını oluşturarak belirli bir seviyeye ulaşmış bir topluluğun arasına bu değer yargılarına uymayacak başka bir topluluk eklerseniz elde edeceğin tek şey çatışma olur! Bu yeni topluluğu kendinize katmadan önce onları eğitmeli, kendi değer yargılarınızı onlara aşılamalı ve kurallarınıza boyun eğmelerini sağlamalısınız ki farklılığın ortaya çıkartabileceği huzursuzluklar engellensin. Eğer bu işlemi yapmazsanız, topluluğunuza aldığınız dış unsurlar binlerce yıllık beraber yaşamanın getirmiş olduğu varoluşunuzu sağlayan kuralları değiştirecek ve sizi kendilerine benzetecek, sizi özgün yapan kuralları elinizden alarak yok olmanızı sağlayacaktır. Bu nedenle topluluğunuza dış unsur aldığınız zaman onları eğitmek zorunludur”.


    “Eğitilemeyenlere ne olur?” diye sordu sınıfın arkasından yükselen bir ses aniden. Anna, başını yavaşça döndürerek sesin geldiği tarafa baktı. Kızıl gözleri meraklı bir şekilde Subay’ın üzerine dikilmiş olan Helmund Balzer’ı gördü. Sarı saçlı genç çocuk bütün dikkatini Subay’dan gelecek açıklamaya vermişken, üniforma içindeki vücudu dikleşmiş, sıraya düzgün bir şekilde uzattığı elinin parmakları sıkıca kalemini kavramış ve önündeki kâğıda yazmayı bekliyordu. Teğmen, sakin bir şekilde sorunun kaynağına yönlendirdi dikkatini. Anna, kadının ne düşündüğünü görebiliyordu; Bir ders sırasında Üst Makam’dan, yani teğmenden izin almadan söze karışmak, İnsanî davranış kapsamına giren, Okul Yönetmeliği’nin “Cezaya uygun” olarak kabul ettiği bir önsuçtu. Kadın, şu anda Helmund’a ceza verip vermemesi gerektiğine karar veriyordu. Helmund, Subay’ın kendisine uzun uzun bakmasından rahatsız olarak biraz kıpırdandı ve beyaz teni biraz kızardı.


    Sonunda bir karara varmış olan Subay, çocuğun işlediği önsuçun cezaya değer olmadığını düşünerek çocuğun sorusuna cevap verdi. “Kararnamede de açıkça belirttiği gibi, Bay Balzer, eğer kurallara uymayan olursa bütün Üstün Irk haklarından yoksun bırakılır, ayrıca bu kişilerin Canlıları Koruma Kanunu’ndan da yararlanmasına izin verilmez. Bundan sonra kendilerine karşı işlenen herhangi bir suç karşısında adalet talep etme hakları olmaz bu kişilerin”.


    Kadın subay dediklerinin öğrenciler tarafından iyice hazmedilmesini bekledikten sonra “Bu cezanın temelinde yatan nedeni bana açıklayacak olan var mı?” diye sordu beklentiyle. Anna’nın sol tarafında oturan bir kız sakince el kaldırdı. Subay ona söz hakkı verdiğini belli edercesine başını sallarken, Anna rahatlamış bir şekilde oturdu yerine. Az önce söz hakkı isteyen kız soğukkanlı bir şekilde ayağa kalkarak Subay’la göz teması kurdu. “Zincir Kuralı, efendim” dedi kız duygudan yoksun bir şekilde. “Herhangi bir kışkırtma ya da geçerli neden bulunmadan başka bir canlıya saldırmak, ortak yaşam kuralını çiğnemektir. Ortak yaşam kuralını çiğnemek, doğanın dengesine aykırı düşmektir. Doğanın dengesine aykırı düşmek, dünyanın yaşamını tehdit etmektir. Dünyanın yaşamını tehdit eden birey kendisini topluluğun düşmanı ilan etmiş sayılır. Kendisini topluluğun düşmanı ilan etmiş bireyin de bu topluluğun oluşturduğu kurallar tarafından sağlanan korunmaya ihtiyacı yoktur. Bu nedenle herhangi bir varlığa saldırganca tutum, bütün haklardan mahrum kalma cezasını getirir. Buna adalet talep etmek de dâhil”.


    Kız bu açıklamalardan sonra ayakta dikilerek subayın emirlerini bekledi. Kadın subay etkilenmiş bir şekilde eliyle kıza oturmasını işaret ederken, “Bravo, Bayan Graff. Gerçekten de Zincir Kuralı’nı eksiksiz açıkladınız. Bu kural, topluluğumuzun adaletini insanların sistemlerinden ayıran kuraldır çocuklar. İnsanlar zamanla sadelikten uzaklaştılar ve sayfalarca hukuk kuralları yazarak adaleti tesis etmeye çalışma hatasına düştüler. Oysa Zincir Kuralı başlangıçtan beri var olagelmiştir. Kuralları eğip bükmeye, değişik durumlara uyarlamak için detaylandırmaya çalışmak hatadır. Temel kuralı asla unutmayın; Bir varlığa zarar veren, siz de dâhil bütün varlıklara zarar verme potansiyeline sahiptir. Yani ceza kat’i ve hızlı olmalıdır. Ayrıca kuralları çiğnemeyi seçen birey, kurallar tarafından korunma ayrıcalığını da kaybeder”   

    SÖZLÜK​

    Dişsiz; İnsan, Üstün Irk avantajlarından ve bilgisinden mahrum bırakılmış olan varlık. Dişsiz kelimesi daha çok toplumdaki İnsan-Karşıtları tarafından bir hakaret olarak kullanılır. Bu kelime genellikle Saf Üstün Irklar tarafından değil de Melezler tarafından kullanılmaktadır. Kelimenin resmî belgelerde kullanımı sadece bir kez olup bu kullanım Dişsiz Avı etkinliklerinin yasaklandığı Üstatlar Konseyi 95.Kararnamesi-89.Madde’de görülür. Ayrıca bu kelime ile bağlantılı diğer sözcükler için bakınız; Dişsiz Avı, Dişsiz Seviciler


    Dişsiz Avı; Büyük Savaş’ın hemen ardından ortaya çıkan eğitimsiz Melezlerin kendilerini doyurmanın yanında eğlenme ihtiyaçlarını da karşılamak için ortaya çıkarttıkları bir oyun. Bu oyuna göre sayısı herhangi bir kuralla belirlenmediği için değişken olan katılımcı Melezler, geniş ve engellerle dolu bir araziye sayıları Melezlere yetecek kadar olan İnsanları salardı ve onların uzaklaşması için belli bir süre tanırlardı. Oyunun yapıldığı arazi koşulları değişken olmakla birlikte, bu araziye her zaman İnsanların kullanımı için çeşitli silahlar konulurdu. Bu oyunda İnsanların hayatta kalmak için birbirleriyle sıkça takım olduğuna rastlanmıştır. Melezler yeterli sürenin geçtiğini düşündükten sonra İnsanların peşine düşerdi ve yakalanan ‘Dişsiz’in kanı son damlasına kadar içilirdi. Oyun, bütün İnsanlar yakalandığında sonlanırdı. Bu oyun daha sonra Üstatlar Konseyi tarafından yasa dışı ilan edilmiş ve katılımcılar ağır cezalara çarptırılmıştır.


    Dişsiz Seviciler; İnsanlara karşı sempati duyan ve onların düzgün ve planlı bir eğitim sonucunda Üstün Irk vasıflarına kavuşabileceği inancına sahip Melezler için İnsan-Karşıtları tarafından hakaret amaçlı kullanılan kelime.


    Büyük Savaş; 1881-1919 yılları arasında gerçekleşen, dünya üzerindeki insan nüfusunun %70’inin imhası ya da savaşamaz hale gelmesiyle sonuçlanan savaş. Savaş İnsanlar arasındaki hizipleşmelerin ve çıkar çatışmalarının sonucunda başlamış ve sonunda İnsan yönetimleri savaşı devam ettiremez konuma gelene kadar sürmüş, en sonunda da bütün taraflar savaş öncesi konumlarına gelmek şartıyla barışı kabul etmiştir. Savaş sırasında yaşanabilir çevre çok büyük zarar görmüştür.


    Mutlak Zafer; Büyük savaştan sonraki İnsan Nüfusu azlığını fırsat bilen Üstün Irk’ın doğadaki İnsan tahribatını ve diğer canlıların katliamını durdurmak amacıyla yönetimi ele geçirmesi. Mutlak Zafer, dünyanın farklı yerlerinde farklı tarihlerde gerçekleşse de 15 günlük bir süre sonucunda bütün İnsan hâkimiyeti sonlandırılmış ve Üstatlar Konseyi yönetime geçmiş, uzun ve acı dolu İnsanlık Çağı kapanmıştır. Mutlak Zafer sırasında insan nüfusunun fazlalığına karşılık Safkanlar çok sayıda Melez ortaya çıkartarak sayı dengesini sağlamış, İnsanlar mağlup edildikten sonra bu Melezler topluluğa katılırken İnsanlar küçük yaşam alanlarına sürülmüş ve teknolojiden yalıtılmıştır.
  17. KızılŞaman

    Başka oyunlardan ekran görüntüleri

    Dracheon said:
    Hangi oyun bu?

    Remember Me;
    https://store.steampowered.com/app/228300/Remember_Me/
  18. KızılŞaman

    Başka oyunlardan ekran görüntüleri

    Cioss Julius U.X. said:
    Saints Row 3 > GTA4

    Cioss'un bu tespitine kesinlikle katılıyorum. GTA 4'ü her ne kadar sevsem de -Kesinlikle GT5'e yeğlerim- SR 3 verdiği ayrı oynanış tadıyla, çılgınlık seviyesine çıkan mizahıyla ve bazen en saçma duruma bile bir ciddilik kazandırmayı başarmasıyla benim gözümde mükemmel bir oyundu.

    kierra said:
    senin oyun zevkini hiç anlayamıyorum cioss GTAIV gibi güzel bir oyunu SR3 ile nasıl kıyaslarsın (gerçi yalan olmasın hiç SR3 oynamadım sadece SR4 oynadım ama o bile gtaIV'ün yanına yaklaşamaz bence)

    Sen de serinin en kötü oyununu oynamışsın şansızlığına  :lol:
    SR 3 gerçekten serinin en iyi oyunuydu bence. Sonra SR 2 gelir oynanış bakımından verdiği zevk nedeniyle. En son da 4'ü koyarım. 1'i oynamadığımdan onun için bir şey diyemeyeceğim. Gat Out of Hell ise bir SR oyunundan çok 4 için çıkmış bir DLC tadı vermişti bana.  :roll:
  19. KızılŞaman

    Ucuz Oyun Keyfi - İndirim ve Ücretsiz Oyun

    https://www.humblebundle.com/store/lego-the-hobbit?hmb_source=humble_home&hmb_medium=product_tile&hmb_campaign=mosaic_section_1_layout_index_2_layout_type_threes_tile_index_1

    Humble, LEGO The Hobit'i bedava dağıtıyor, ilgilenenlere duyurulur!
Back
Top Bottom