Sharwa Kalesi’ndeki bir ayları dolmuştu. Her gün koğuşlardan birileri gidiyor, aynı zamanda çok geçmeden boşalan koğuşlara yeni mahkûmlar geliyordu. Ama onlara hala daha yemek vermek için gelen gardiyanlarından başka kimse uğramamıştı. Hayattan bihaber biçimde hapis sürmekteydiler.
Togre, geçen her gün için duvara bir çeltik atıyordu. Unuttuğu zamanlar ise Konen ona duvarı işaret ederek unuttuğunu hatırlatıyordu. Zavallı çocuk bunu oyun zannediyordu belli ki. Günler bu şekilde hızla ilerlemeye devam ediyor ve onlar da kendilerine ne olacağını çaresizce bekliyorlardı.
Kalenin altındaki zindanlarda bunlar yaşanırken, yukarısında ise kirli pazarlıklar dönüyordu. Sharwa Kalesi’nin Emiri, ülkenin zengin köle tüccarlarını kalesine misafir etmişti. Her ay muntazam olarak bu tür ziyafetleri veriyordu. Köle ticareti her gün sürüyordu ama bu tür ziyafetler ile aradaki bağı sıkı tutma amacındaydı Sharwa Emiri. Tüccarlar da bu ticaretten ziyadesiyle memnundular. O nedenle Emir ile aralarındaki bağ onlar için de önem taşıyordu.
Ziyafet tüm ihtişamıyla sürdüğü sırada Emir, kadehini havaya kaldırdı;
-Bugün buraya gelmenizle beni yine onurlandırdınız. Kadehimi siz saygıdeğer misafirlerime kaldırıyorum.
Tüm ziyafete katılanlar ayağa kalktı ve kadehlerini havaya kaldırdı. Daha sonra tekrar yerlerine oturdular ziyafet kaldığı yerden sürdü. Bu sırada Bariyye’den gelen bir köle tüccarı ile Emir arasında diyalog başladı;
-Emir hazretlerinden bir ricam olacaktı.
+Sizi dinliyorum.
-Emirim biliyorsunuz ki biz Bariyye’liler paramızın kıymetini iyi biliriz. Çölün ortasındaki bir şehirde insanlar para için her şeyi yaparlar. Ellerinde olanlarla ise satın aldıkları şeylerin en iyisi olmasını isterler. Çünkü paranın değeri orada çok daha değer taşır.
+Demek istediğiniz nedir? Biraz daha açın lütfen.
-Son köle ticaretinde ne yazık ki üç köleniz, daha yolun yarısına varmadan öldüler. Biz size yüklü miktarda para ödüyoruz ve biliyorsunuz ki size de sağdığız. Ancak bu tür şeylerin yaşanmış olması hiç de hoş değil.
+(Emir sinirli bir şekilde ayağa kalkarak) Nöbetçiler!
Ziyafet bir anda bu tek kelime ile durur ve salondaki eğlenceli hava bir anda yerini buz gibi bir esintiye bırakır. Bariyye’li tüccar ise şaşırır;
-Aman efendim, ben sadece naçizane görüşlerimi ilettim, beni yanlış anladınız.
+(Tüccara dönerek) Benimle gelin, der.
Tüccar bir anda afallar. Emir, nöbetçileri de yanına alarak tüccar ile birlikte salonun çıkışına doğru yol alırlar. Bu sırada Emir durur ve arkasını dönerek;
-Ziyafet kaldığı yerden devam etsin, herkes gönlünce sarhoş olsun.
Tekrar ilerleyip salondan çıkarlar. Kalenin en uç noktasındaki al kata doğru yol alırlar. Evet, hapishaneye. Ama ne için? Tüccarın aklı karışır. Bir şey sormaya bile cesaret edemez. Çünkü korkudan ellerini birbirinden ayıramaz hale gelmiş ve neredeyse ödü patlayarak oracıkta can verecek bir ruh haline girmişti. Söyleyeceği herhangi bir kelime ile canından olacağını düşünüyordu. Üstelik daha nereye gittiklerini bile bilmeden.
Üst kattaki koridorların sonuna ulaştılar ve hapishaneye vardılar. Başgardiyan, Emirin yanına geldi;
-Emirleriniz nedir efendim?
+Kapıyı açın, sizinle işim yok.
-Emredersiniz.
Daha sonra hapishane koridorlarında ilerlemeye başladılar. Etraftan çığlıklar, gülüşler, ağlamalar yükseliyordu. Hapishane kavramına yakışan her şey kulaklara nüfuz etmekteydi. İlerledikleri her koridorun çevresinde kasvet gittikçe artıyordu. Tüccar ise bu kasvet ile korkusunu daha çok hissetmekteydi. Çoktan içinden dualar etmeye başlamıştı bile. Bazen de kendini cezalandırırcasına dilini ısırıyordu sinirinden. Çok kötü bir haldeydi.
Sonunda durdular. Daha doğrusu Emir durmuştu. Tüccar ise başına neler geleceğini hesap etmekte ve çaresizce bakınmaktaydı. Emir arkasını döndü ve yanındaki muhafıza;
-Tüm esirleri hapishanenin arka avlusuna toplamaları söyle, dedi.
Tüccar ise sonunda bir nebze de olsa cesaretini toplamıştı ve aklına gelen ilk şeyi söylemeye çalıştı. Titrek bir sesle;
-Eeö.. şey… Emir hazretleri ef-efe-efend-eeffendim…
+Evet, dinliyorum.
-(Başını yukarıya kaldırdı) Bana ne yapacaksınız haşmetlim?
Emir bir anda kahkahalarla tüm zindanlarda yankılanan bir tepki verdi. Tüccarın bu denli korkmuş olması onu epey keyiflendirmiş olsa gerek. Gülerek tüccara yöneldi;
-Seni öldürteceğimi mi düşünüyordun yani hahaha…
Tüccarın ağzı açık kalmıştı ve neler olduğunu anlamaya çalışmaktaydı. Bir yandan ise öldürülmeyeceğini Emirin ağzından duyması ona bir rahatlama verir. Paçayı ucuz yırttığı için kendini şanslı hissedercesine;
-Efendim ziyafetteki saygısızlığım için lütfen beni bağışlayınız. Bir daha as…
Emir yine kahkahalarla tüccarın sözünü keser;
-Hahaha!
+Sizi böyle mutlu görmek beni de sevindiriyor haşmetlim.
Aslında Emir, tüccarın bu denli korkmasını başından beri kendisi istiyordu. Zaten onu öldürmek istese bunu ziyafetin tam ortasında da yapabilirdi. Ama yine de kurduğu bu kirli ticaretin kendi elleriyle bozulmasını istemiyordu. Kendi elleriyle kurduğu bu ticareti baltalaması için en ufak bir neden yeterliydi. Bunu bildiği için otoritesini güçlendirmesi ve tüccarların onun karşısında sadakat köleleri olması gerektiğini iyi biliyordu. Bu yüzden Sarranid Sultanlığı’nın önde gelen tüccarlarına gözdağı vermek için fırsatını kolladığı zamanlarda türlü senaryolar üretip, akabinde onlara korku salarak kendine itaat ettirmeye başlamıştı.
Emir kahkahasını kestikten sonra tüccara döndü ve bakışları ile ses tonunu değiştirerek;
-Ölüm korkusu ne kadar acımasız bir duygu değil mi? Ah! İşte ben de bu tür duyguları seviyorum. Aslında kendim hissetmek istemiyorum. Tabiki de benim tarafımdan başkalarının hissetmesine de hayır diyemem, ayrı bir zevk olurdu benim için hahaha!
+(Tüccar başını eğdi, mesajı anlamıştı) Bariyye üzerine yeni bir kervan için hazırlıklara başlanmasını söyleyeceğim.
-Güzel. Umarım bir daha bu tür şeylerle böyle köşelerde karşılaşmayız sevgili dostum.
+Şüpheniz olmasın haşmetlim.
-Pekâlâ. Sorun kalmadıysa o zaman sana bir hediye sunmak isterim. Emin ol Kalradya’nın en cömert soylusu benim hahaha…
+Beni onurlandırıyorsunuz haşmetlim.
-Her neyse. Hapishanenin arka avlusuna tüm esirleri toplattırdım. Oraya gidip istediğin esirleri kervanına dahil edebilirsin.
+Umarım cömertliğiniz fiyat konusunda da…
-Öhöö… Bilirsiniz ki soyluların cömertliği parayla olmaz.
+Afedersiniz haşmetlim. Bu hediyeniz beni onurlandırdı.
-Pekâlâ. Ben ziyafete geri dönüyorum. İsterseniz benimle gelin.
+Esirlerin yanına gidip kervanımı düzenlesem daha doğru olur. Beni bağışlayın.
-Peki. Nasıl istersen. (Muhafızlara dönerek) Gidelim.
Emir, gurulu ve keyifli bir biçimde ziyafete geri dönmek için oradan ayrıldı. İstediğini fazlasıyla elde etmenin keyfini sürüyordu. Onun için bunlar başlangıç sayılırdı. Daha fazla tüccara korku salması ve otoritesini sağlamlaştırması için neler yapabileceğini de yürürken şimdiden planlamaya başlamıştı bile. Vakti yoktu. Çünkü amaçları, basit ama bir o kadar kârlı köle ticareti ile sınırlı değildi. Amacı ülkenin en üst düzey yetkilerine sahip olmasını sağlayacak Mareşallik idi. Bunun için de güçlü bir sadakate, adını duyurmasına ve hepsinden önemlisi güçlü bir orduya ihtiyacı olduğunu iyi biliyordu. Düşünerek ve keyifli bir biçimde hapishaneden ayrıldı.
Tüccar ise Emirin verdiği gözdağı ile sersemlemişti. Canını kurtardığına şükrederek hapishanenin arka avlusuna ilerledi. Vardığında tüm esirlerin orada olduğunu gördü. Emir sözünü tutmuştu, bu güzel bir haber. Ama yine de işini çabucak bitirmeliydi. Gece karanlığına rağmen esirleri zindanlarına dağıttırmadı. Göbeğini kaşıyarak kimleri kervanına alacağını düşünerek esirlerin arasında ilerlemeye başladı. Bazen durup esirleri eliyle inceliyordu. Dayanırlıklarını anlamak için vücutlarına kimi zaman acımadan sertçe bir sopa ile vurmaktan çekinmiyordu. Çünkü işi buydu. İşini de en kusursuz şekilde yapmak için bu eline geçen fırsatı değerlendirmesi gerektiğini çok iyi bilmekteydi.
Sharwa Emiri, köle tüccarları ile anlaşırken kendi koyduğu kuralları uygulatıyordu. Uyguladığı kurallar arasında tüccarların en karşı çıktığı nokta, köle tüccarlarının kendi kölesini seçme hakkına sahip olmamasıydı. Bu durum tüccarların çok sızlandığı bir konu olsa da seslerini yükseltemedikleri için sadece içlerinde bir ukde olmaktan öteye gidemiyordu. Ülkenin en büyük köle ticaretini yöneten Sharwa Emiri, istediği kuralları özgürce koymaktaydı.
Bu katı kuralların en çok sıkıntısını çekenlerden biri olan Bariyye tüccarı da eline geçen bu altın kadar değerli şansı en iyi şekilde değerlendirmek için titizlikle çalışıyordu. Her an Sharwa Emiri kararından vazgeçebilirdi de. O yüzden acele etmesi lazımdı.
Togre ile Konen de tüm esirlerin arasında merakla olup biteni izliyordu. Aslında Konen daha çok uzun süredir görmediği toprak ile oynamayı tercih etmekteydi. Eline aldığı toprak parçalarıyla kendince garip oyunlar oynamaya çalışıyordu. Togre ise sessizce tanımadıkları bu adamın yakınlaşmasını bekliyordu. Kıyafetlerinden çok rahat Kergit olmadığını görüyordu. Zindandaki Kergit mahkûmu ile önceden yaptığı konuşmayı unutmamıştı. Artık daha temkinli ve soğukkanlı bir duruş sergilemekteydi.
Tüccar sonunda Togre ile Konen’in bulunduğu yere geldi. Konen, tüccarın elindeki sopayı görünce mutlu mutlu oynadığı topraktan elini çekti ve elindekileri bırakmadan hızlıca Togre’ye sarıldı. Togre, tanımadıkları bu adamın yanlarına gelmesi ve Konen’in korkuyla kendisine sarılması üzerine Konen’i tamamen kolları arasına aldı ve daha korkusuzca bir bakışla olacakları beklemeye başladı.
Tüccar, Togre’nin çenesini tuttu ve dişlerine baktı. Daha sonra ayağıyla Togre’nin bacağına tüm gücüyle basmaya başladı. Togre tepki vermedi. Bunu fazla sürdürmeden ayağını çeken tüccar, elindeki sopayla Togre’nin sırtına acımasızca vurdu. Bu sefer çok canı yanan Togre, bağırmamak için hızlıca bileği ile ağzını kapattı. Konen titremekte ve Togre’ye daha çok sarılmaya çalışmaktaydı. Tüccar, ikinci kez sopasıyla Togre’ye vurdu. Togre yine bileği ile kendisini susturmaya çalıştı. Dayanmaya ve gücünü korumaya devam ediyordu. Uzun süre önceki yaşadıklarında daha kısa sürede cesareti sarsıntıya uğrayabiliyordu ama artık yaşamak için daha hırslıydı. Konen’in yaşaması için kendisinin de yaşaması gerektiğini zihnine kazımıştı. Bu sırada tüccar ona seslendi;
-Senin adın ne?
Togre anlamadığı için tepki vermiyordu. Bu sırada esirlerin başında duran bir muhafız, tüccara seslendi;
-O sizi anlamaz. O bir Kergit.
+Demek bir Kergit.
Togre’nin dayanıklılığı tüccarın dikkatini çekmişti. Kervana katabilecekleri arasında onun olmaması hata olurdu. O da bu düşünceyle birlikte yanlarından ayrıldı ve avlunun merdivenlerine gelerek, gidecek kervandaki esirleri eliyle teker teker göstermeye başladı. Her gösterdiğini muhafızlar ayağa kaldırmakta ve isimlerini söyletmekteydi. Tüccar bir yandan eliyle esir gösteriyor, bir yandan da isimlerini not alıyordu.
Son olarak Togre’yi eliyle gösterdi. Yanı başındaki muhafız onu çuval gibi ayağa kaldırdı ve ismini söylemesini istedi.
-Benim adım Togre. Bu da Konen.
Tüccar, muhafızlara göz ucuyla Konen’i gösterdi ve;
-Onu kenara bırakın. Sadece bu adam ayakta dursun, dedi.
Muhafız, Konen’i tutup yerine oturttu. Daha sonra tüccar kendi diliyle bazı şeyler söylemeye başladı. Esir grubu Togre ve Konen hariç tamamen Sarranid’li haydut ve diğer esirlerden oluşuyordu. Herkes kafasını sallıyor ve söylenilenleri onaylıyordu. Belli ki uyulması gereken şeyleri anlatmaktaydı. Ama hala daha neler olduğu ve burada neden toplandıklarını tam anlamıyla bilmiyordu Togre. Kafa sallayanların neden bunu yaptığını da anlayamamaktaydı.
Tüm konuşmasından sonra tüccar, muhafızlara seslenerek;
-Seçtiğim esirleri sıraya dizin kale avlusuna çıkarın.
Muhafızların bir kısmı seçilmeyen esirleri zindana geri bırakmak için hizalarken, bir diğer kısmı ise kervana katılacakları hizalamaya başladı. Togre de gideceklerin hizasına muhafızların iteklemesiyle katıldı ancak bir anda Konen elinden ayrıldı. Kafasını çevirdiğinde ise bir muhafızın Konen’i aldığını ve başka yöne doğru ilerlediğini gördü. Çılgına dönen Togre muhafıza doğru koştu ve önünde diz çöküp bağırarak yalvarmaya başladı;
-O benim oğlum, lütfen onu bana geriverin, size yalvarıyorum…
Kervana katılacak esirlerin olduğu grubun arkalarında bir problem olduğunu gören tüccar oraya yöneldi. Togre’nin bağırışları üzerine ona seslendi;
-Derdin ne senin Kergit esiri?
Tüccar, Kergit dili biliyordu. Togre bunu duyunca önce afalladı ama sonra tüccarın kendi dilini konuşabildiğini fark edince ona yöneldi;
-Siz de bir Kergit olmalısınız. N’olur oğlumu benden ayırmayın.
+Birincisi ben bir Kergit değilim, ikincisi ise o ufaklık benim işime yaramaz.
-Efendim ama o benim oğlum. Bunu bana yapmayın, yalvarıyorum.
+Bana ne be bundan. Muhafızlar, susturun şunu.
Muhafızlar, Togre’ye sertçe birkaç kez vurduğu sırada Togre dengesini kaybetti ve yere düştü. Başını sert bir şekilde yere çarpan Togre bilincini yitirmeye başladı. Konen ise muhafızın kucağında hapishanenin zindanlarına doğru ilerledi ve gözden uzaklaştı.
Kafasını vurmasıyla baygın bir halde yerde duran Togre’nin başucuna gelen tüccar;
-Burası senin topraklarına benzemez. Oradan daha acımasız ve gaddar bir yaşam ile iç içesin. Sakın bir daha sorun çıkarma, yoksa bu tekmeden daha fazlasını sana yaşatırım.
Tüccar, Togre’nin kafasına sert bir tekme attı. Togre, Konen’in adını sayıklayarak kısa sürede tamamen bayıldı. Yeni cehennemi için artık yapayalnız kalmıştı.