Başaramamıştı. Ani ve düşüncesiz kararları, yaşamını sekteye uğratmaya devam ediyor ve direncini yine o eski haline döndürüyordu. Başarısızlığın vermiş olduğu ağır yük, ruhu gibi bedenine de işliyordu. Ağır kırbaç darbeleriyle daha çok ölüyor ve umudunu yitiriyordu. Kırbaç vücuduna her dokunduğunda cehennemin alev yığını bir sonsuzluk olduğunu, kırbaç havaya kalkıp tekrar sırtına inmede önce hissettiği o soğuk acı ise, cehennemin ne kadar soğuk ve dondurucu olduğunu iliklerine kadar hissettiriyordu. Düşünceleri artık özgürlükten çok uzak ve ölüme daha yakın şeyleri kapsamaktaydı. Tükenmişti, ama yine de bir şans olduğunu kendisine hissettirmiş ve şansını denemişti. Ancak olmadı, yine başaramadı. Kaderin acımasız gücüne yeniden boyun eğmişti.
Yakalanmasının üzerinden geçen iki gün boyunca acımasız işkenceler eksik olmuyordu Togre için. Bir gün sonra ise Bariyye mahkemesinde yargılanacaktı. Öldürdüğü adamın karısı, olaydan sonra her şeyi askerlere söylemiş ve yakalanan Togre’nin, kocasını öldürüp kaçtığını anlatmıştı. Bir esir olarak bulunduğu yerden kaçması da suçlarını ikiye katlıyor ve alacağı cezanın boyutlarını daha yukarılara çıkarıyordu.
Bulunduğu yerin dışında ise yarın Togre için yapılacak mahkemenin hazırlıkları yapılıyordu. Mahkemeye katılacak kişiler arasında Bariyye Emiri ve diğer üst düzey kişilerin de olması, işlenen suçun ve verilecek cezanın boyutlarını anlatmaya yetiyordu. Sarranid topraklarında başka bir kişinin canına kast etmek ağır bir cezaya tabi tutulmaktaydı. Bu ceza kuşkusuz ki idam cezasıydı. Yarın Togre’yi bekleyen acı gerçek de büyük olasılıkla o cezadan başka bir şey olmayacaktı.
Zaman hızla ilerliyor ve mahkeme vaktine gittikçe yaklaşılıyordu. Togre, aldığı kırbaç darbeleriyle bitkin düşmüş ve çoktan bayılmıştı. Fazla baygın kalmadan kısa süre sonra gözlerini açtığında, zindanın yüksek penceresinden gelen ışık huzmesi henüz havanın karanlık olduğunu gösteriyordu. Göz ucuyla o ışık huzmesine doğru baktı durdu. Çünkü biliyordu ki, o karanlıktan gelen ışık, aydınlığa dönüştüğü zaman en büyük felaketi onu bekliyor olacaktı. Umutlarını tamamen yitirmiş ve zerre tat alamıyordu yaşamaktan. Belki de bir ödül olacaktı onun için, bir kurtuluş, bir şans. Belki de farklı boyutlara varacak ve yeni bir yaşama yelken açacaktı.
Işık huzmesine odaklanırken, aklına Konen geldi. Yine istediğini yapamamış ve ona uzaktan da olsa gerçek bir manevi güç ulaştıramamıştı. Olmuyor, başaramıyordu. Her şey sanki kendisi için değil de, onun için yanlış gidiyordu. Sanki hayat, Konen’i yanından bilerek veya doğru yaptığına inanarak ayırıyordu. Belki de en doğrusunu kaderleri biliyor ve olması gerektiği gibi çiziyordu yaşam çizgilerini. Ama böyle davranması için ne yapmışlardı? Daha fazla dikkatini toplayamadı ve tükenen gücüne yenik düşerek uyudu kaldı.
-Togre.
+Konen?
-Togre.
+Konen! Hadi bana doğru gel.
-Togre gitme.
+Buradayım işte, hadi buraya gel.
-Togre neden gidiyorsun?
+Konen buradayım, hadi gel.
-Togre çok uzaklaşıyorsun.
+Konen, hayır, uzaklaşma buraya gel, Konen!
-Togre beni neden bıraktın?
+Konen, bir daha gitmeyeceğim, söz veriyorum.
-Togre gitme…
+Konen, konen… KONEN!
Korku içinde uyandı. Tüm gördükleri gerçekten farksız bir rüyadan ibaretti. Bilinci sadece onunla dolmuş ve rüyalarına kadar işlemişti. O sırada bir muhafız apar topar Togre’yi ayağa kaldırdı ve zindandan dışarıya çıkarttı. Güçlükle yürümekte ve bedeni uyku mahmurluğuyla birlikte daha zor hareket etmekyeydi. Koridorlarda ilerlediler ve hapishanenin kapısından dışarıya çıktılar. İki gündür görmediği güneş, Togre’yi daha fazla yoruyordu. Karanlığa çok alışmış ve hayatın aydınlığını hissetmeyi çoktan unutmuştu. Durdu, içine derin bir hava çekti. Muhafızlar itekleyerek Togre’yi yeniden yürüttüler.
Mahkemenin kurulduğu meydanda ise şehirdeki ahali etrafta toplanmış, önemli Bariyye asilleri ve görevlileri kendileri için ayrılan yerlere geçmişti. Bariyye Emiri ise geçirdiği rahatsızlık nedeniyle gelmeyeceğini söyleyerek mahkemeye katılmamıştı. Bu yüzden protokol zırvalıklarına gerek kalmadan mahkemenin kısa sürede yapılmasına karar verdiler.
Togre meydana ulaştı ve Bariyye hâkimlerinin huzuruna çıkmak için durdu.
-Bir adım öne çık ve orada dur, dedi baş hâkim.
Togre anlamıyordu. Kısa süre sadece baş hâkim ile bakıştılar durdular. Baş hâkim sinirlendi;
-Sana bir adım öne çık ve orada dur demiştim.
+Sizi anlamıyorum.
Baş hâkim durumu fark etti. Suçlu, Kergit dili konuşuyordu ve belli ki Sarranid lisanı bilmiyordu.
-Bir adım öne çık ve orada dur. Şimdi anladın mı?
Bu sefer anlamıştı. Baş hâkim Kergit dili ile konuşmuştu. İstediğini yaptı ve olduğu yerde durdu. Baş hâkim sorularına başladı;
-Sharwa Kalesi üzerinden gelen bir köle kervanına dahilmişsin.
+Evet.
-Buraya geldiğin zaman ise yeni sahibine teslim edileceğin sırada kaçmış ve başka vukuatlar da işlemişsin. Mesela birini öldürmek gibi.
+Hayır, öyle bir şey yapmadım.
+Emin misin?
-Evet, ben kimseyi öldürmedim.
-Göreceğiz. Öldürülen adamın karısını getirin.
Togre, bir kişiyi öldürmenin cezasını fazlasıyla biliyordu. Her ne kadar bütün gece hayattan umudunu kesmiş ve ölümü kabullenmiş olsa da, şimdiki düşünceleri o ana göre fazlaca çark etmişti. Belki söyleyeceği yalanlar ile mahkemeyi lehine çevirebilir ve belki de sadece kaçışı yüzünden ceza alabilirdi. Hiç değilse ikinci suçu ölüm cezası gerektirmiyordu.
Ancak öldürdüğü adamın karısını da mahkemeye şahitlik için getirmeleri her şey alt üst etmeye yetmişti bile. Kadının yüz ifadesi, üzgün duruşunun yanında Togre’ye attığı öfke oldu dolu bakışlar, mahkeme için en dikkat çekici deliller oluyordu kuşkusuz.
-Kocası öldürülen kadın sen misin?
+Evet, efendim.
-Peki, kocanı öldüren bu adam mıydı?
+Evet, efendim.
-Nasıl olduğunu anlat.
+Oğlumla birlikte içerde yemek yiyiyorduk. Bu sırada kocamın henüz sofraya gelmediğini görünce merak ettim, evin içine bakındım. Evin içinde bulamayınca bahçeye çıkıp bakmak istediğimde kocamın bu adam tarafından öldürüldüğünü gördüm. Kapının girişindeydim, oturdum ağlamaya başladım. O sırada ayağa kalkınca korktum. Yanıma gelen oğlumu da alıp içeri girdik, kapıyı kilitledim. Bir süre korkuyla bekledikten sonra oğlumu bir yere saklayıp tekrar dışarı çıktığımda çoktan gitmiş olduğunu fark ettim. Sonra da şehirde devriye gezen muhafızlara olan biteni anlattım.
Kadın her şeyi tüm gerçekçiliğiyle anlatmış ve mahkemeyi tamamen ikna etmişti. Baş hâkim, bu davanın daha fazla uzamasına ihtiyaç duyulmadığını yanındaki diğer hâkimlerle de paylaşıyordu. Suç belliydi ve suçlu kişiden bir yanıt gelmiyordu. O zaman cezanın kesilmesi ve şer-i hukukun yaptırımlarına söz verilmesi zamanıydı. Fazla uzun konuşmadılar, kısa sürede karar vardılar.
-Tüm hâkimlerin kararını bildiriyorum. Köle olduğu halde, uyması gereken emirlere uymayıp kaçmaktan ve başka birini, aynı kişinin evinde zorla öldürmekten suçlu bulundu. Tüm bu suçların şer-i yasalarımızdaki cezasını da belirtiriz ki, tüm bu işlediğ suçların cezası, şehir meydanında başı kesilerek idam edilmesidir. Suçlunu infazı bu gün yapılacaktır.
Togre ilk konuşma dışında neler konuşulduğundan bihaber durumdaydı. Kadının söyledikleri için tek kelime bile savunma yapmasına fırsat verilmemiş ve neler konuşulduğu tercüme edilmemişti. Muhafızlar apar topar koluna girdiler ve mahkemenin olduğu yerden çıkıp, infazın yapılacağı yere doğru ilerlemeye başladılar. Ahalinin içinden geçerek ilerliyorlardı ve sık sık linç edilmek için üstüne çullanılıyordu. Bir mahkeme olmuştu ama kararı neydi? Cevabını halk veriyordu belli ki. Tam o sırada kalabalığın olmadığı bir yer gördündü. Elinde baltası ve simsiyah giysisiyle kendisini gizlemiş bir cellât onu bekliyordu. Togre için artık söylenecek kelime kalmamıştı o anda. Çünkü cezasını anlaması için her şey ortadaydı. Yolun sonu onu bekliyor ve ebedi cehennemi için açılan giriş kapısı onu çağırıyordu.
Muhafızlar, ara sıra direnmeye çalışan Togre’yi kimi zaman bacağına çelme çakarak durdurup hırpalıyor ve sonra yeniden infaz yerine doğru götürüyorlardı. İteklemelerle birlikte nihayet yolun sonuna varıldı. Togre diz çöktürüldü ve başının kesileceği yere kafasını koydular. Tüm yaşamını bu bilmediği topraklarda son bulsun hiç istemezdi. Artık ne çare üretilebilir, ne de bunun için ayırabilecek zaman bulunabilirdi. Her şey cellâdın nefes alıp vermesindeydi. Artık Togre’nin hayatı sadece onu ilgilendiriyordu.
* * *
Bariyye Emiri ise sarayında dinlenmekte ve önündeki güzel meyveleri afiyetle yemekteydi. Halkın içine çıkmayı pek sevmiyor ve daha çok sarayında gününü gün etmekle meşgul oluyordu. Uçsuz bucaksız çölün ortasındaki cennet misali yerdi Bariyye. Ticaretin yavan, halkın fakir, soyluların ise her zamanki gibi tek güç olduğu şehirdi. Sarranid Sultanlığı hükümdarı Sultan Hâkim, uzun süredir bu topraklara uğramamış ve bu nedenle olan bitenlerden habersizdi. Haliyle rahatı çok iyi olan Emir, şehri istediği gibi yönetiyor ve sürekli sefa sürüyordu.
Bariyye halkının yoksulluğuna karşılık, kendi gücünden hiçbir şey kaybetmeyen Bariyye Emirine halkın öfkesi çığ gibi büyüyor ama seslerini dillendiremiyorlardı. Bazıları hariçti. Bunlar sadece halkın çıkarı için onurlarıyla savaşan ve Bariyye Emirine hak ettiği cezayı vermek isteyen bir grup örgüttü. Sayıları gün geçtikçe artmakta ve Bariyye Emirine karşı gizli bir tehdit oluşturmaktaydılar.
Emir, içkinin de verdiği sarhoşluk ile kendinden geçmiş ve yanındaki güzel cariyeler ile zenginliğin tadını çıkarıyordu. Ancak bu sırada kapıdaki muhafızlar bir anda kapı açılarak içeriye yığıldılar. Emir, kapının açılması ve içeriye yıkılan muhafızları gördüğü sırada kapının girişinde elinde şemşir ve yüzünde peçesi olan biri duruyordu. Muhafızları alt eden o olmalıydı anlaşılan. Gözgöze geldiler, Emir ürperdi. Bu gizemli adam hiç de nazik birine benzemiyordu belli ki.
-Sen de kimsin?
Kapıdaki gizemli adam hala aynı yerinde duruyor ve gözlerini Emirin üzerinden ayırmıyordu.
-Sen de kimsin dedim sana küstah herif.
Kapının girişinden ilerlemeye ve Emire doğru yürümeye başladı. Cariyeler korku ve bağırışlarla odadan kaçtılar. Artık sadece ikisi kalmıştı.
-Ne istiyorsun serseri. Bu küstahlığı kime yaptığının farkında değilsin galiba.
Kapa çeneni ve ayağa kalk domuz herif.
Bu kalın ve soğuk ses Emiri hem tereddütsüz ayağa kaldırdı, hem de korkudan bu kesmesine neden oldu.
-Yürü, gidiyoruz.
+Nereye?
-Sana ne saray sıçanı. Sadece yürü.
+Tamam tamam. Ama emin ol başın büyük dertte p*ç kurusu.
-Bir kere daha konuşursan asıl belanın kim olduğunu sana tatıracağım.
+Anladık.
Bulundukları odanın 50m yakınlarındaki bir pencereye ilerlediler. Oradaki muhafızları da çoktan etkisiz hale getirmişti. Pencereden aşağıya baktı ve orada duran diğer arkadaşlarını gördü.
-Büyük fareyi yakaladım. Etrafı iyi kollayın.
+Tamamdır.
Sarayın üçüncü katındaki bu arka bahçeye bakan pencereden ip ile aşağıya indiler. Gerçi Bariyye Emirini çuval gibi indirdiler desek daha doğru olur. İkisi de aşağıya indikten sonra aşağıdaki diğer iki kişi de onlara dahil oldu.
-Temiz iş Romek.
+Bu adam işini biliyor. Ben o kadar yükseğe bu halde ne çıkarım, ne de inerim.
-Alt tarafı üçüncü kat. Bunu herkes yapar.
+O zaman sen yapsaydın beyefendi.
-Yapardım tabii. Ne varmış bunda.
*Kesin artık, geç kalacağız.
-Ah, evet. Gidelim.
Emiri yanlarına da alarak saraydan gizlice dışarıya çıkmayı başardılar. Planları kusursuz işlemiş ve sıradaki için hareket etme vakti gelmişti. Hızlıca saray çevresinden uzaklaşarak şehir meydanına doğru ilerlediler. Fazla vakitleri yoktu. Ulaşmaları gereken asıl amaçları için hareket ettiler.
Şehir meydanında ise mahkemece kurulmuş infaz yerinde Togre’nin öldürülmesi bekleniyordu. Baş hâkimin infaz alanına gelip ölüm emrini vermesi ile mahkeme son bulacak ve Togre öldürülecekti. Baş hâkim meydana doğru gelmeye başladı. Halkın arasından hızlıca ilerlemeye çalışarak infaz alanına ulaştı. Suçlunun bir Sarranid olmaması ve işlediği suçlar nedeniyle son bir istek hakkı vermedi. Cellâda döndü ve emrini verdi;
-Öldür.
Hazır durumda bekleyen cellât, baltasını havaya kaldırdı. Tüm gücüyle yere indirmek üzereyken arkalardan bir ses duyuldu;
-DURUN!
Ancak cellât, baltasını çoktan indirmişti...