Hayalet Kral | Bölüm VII - Kayıp Toprakların Peşinde (17 Ağustos 2013)

Users who are viewing this thread

kaderingc1cover.png

Kaderin Gücü

Babası Kergit, annesi Nord, kendisi ise bu ailenin henüz 4 yaşında bir çocuğuydu. Ailesi ve yakınlarıyla Tulga üzerinden Narra'ya giden bir kervanın sahibiydiler. Her şey onlar için güzel başlamıştı ancak hiç ummadıkları anda Bozkır Haydutları tarafından saldırıya uğradılar. Saldırı sırasında Konen, Togre'nin kucağındaydı. İkisi kervanın arkalarındaydılar. Karşıdan gelen saldırı sonucu tüm kervan dağılmaya ve katledilmeye başlandı.

Hem Konen'in, hem de Togre'nin ailesi saldırı sırasında acımasızca öldürülmüştü. Onlar ise ellerindeki şansı değerlendirmek ve hayatta kalmak istediler, kaçtılar. Nereye olursa olsun dediler. Ama bu bir kurtulma çabası iken, gerisini hatalar zinciri takip edecek ve bela başlarından eksik olmayacaktı. Çünkü onlar; kaderlerinin emrettiği gibi yaşamaya mahkumdular.

Çünkü kader, onlardan daha güçlüydü.



hayaletkralcover.png

Hayalet Kral

600 yıl öncesi, Kalradya İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, sevinç ve hüzün kaplamıştı "efendisiz kalan toprakları". Sevinenler, imparatorluktan kalan son izleri de silmek için, bütün imparatorluk ailesini katledip, Praven'deki 300 yıllık imparator sarayını yerle bir ettiler. Artık "efendinin toprağı", "efendilerin toprağına" dönüşmüştü.

400 yıl sonra bir şiir, bir anda bütün Kalradya'yı karıştırdı.

400 sene önce,
aldınız bütün mülkümü elimden.
Ailemi aç kurtlar gibi katledip,
eşlerimin, hanedanımın ırzına geçtiniz.

Artık geri dönüyorum.
Alai denizinden ordularımı sürüp,
Azgad körfezinden Praven'i kuşatmaya,
hanedanlığımın onurunu kurtarmaya,
and içerek, geri dönüyorum!


Şiir ortaya çıkalı 200 yıl olmuştu ancak değişen hiçbir şey yoktu. Yıllar içerisinde bu dizeler, bir hayaletin, hem de kralın hayaletinin habercisi olarak kabul gördü kimileri tarafından. O günden sonra, "Hayalet Kral" dediler bu dizelerin sahibine. Kazındı hafızalara, ürpertici bir sır olarak.




kaderingc1cover.png


Kaderin Gücü

01 - Karanlığa Merhaba (24 Aralık 2010)
02 - Evinden Çok Uzaklarda Bir Yerde (25 Aralık 2010)
03 - Körelmiş Duygular (28 Aralık 2010)
04 - Değersiz Görünen Değerli Bedenler (31 Aralık 2010)
05 - Yanlış Karar (04 Ocak 2011)
06 - Masum ve Ümitsiz (10 Ocak 2011)
07 - ve Son? (14 Ocak 2011)
08 - Temiz Bir Sayfa İçin (22 Ocak 2011)
09 - Kaderin Şakası (04 Şubat 2011)
10 - Buruk Bir Veda (09 Şubat 2011)
11 - Görevi Bilinmeyen Neferler (24 Mart 2011)
12 - Kaybetmeden Kazanamazsın PART I (31 Mart 2011)
13 - Kaybetmeden Kazanamazsın PART II (08 Nisan 2011) Final

hayaletkralcover.png


Hayalet Kral

01 - Kanlı Baskın (18 Aralık 2012)
02 - Hain (11 Ocak 2013)
03 - Birbirini Takip Eden İhanetler (17 Ocak 2013)
04 - Şehvet Şehri (20 Ocak 2013)
05 - Gölge (23 Haziran 2013)
06 - Güvercinlerin Fısıltısı (17 Temmuz 2013)
07 - Kayıp Toprakların Peşinde (17 Ağustos 2013)

MQk2XjS.jpg


Haritalar

02Y2i1I.jpg
wGME9m5.jpg
JWJlNRt.jpg

 
Hmm dikkatimi çekti gerçekten hikayen ilgi çekici olduğu kadar yazın da akıcı. Gayet başarılı buldum şahsen tamam mı devam mı? Bence devam :grin: umudunu yitirmeden yazmaya devam et gerçekten de uzun soluklu bir hikayeye benziyor :smile:
 
Bronzsoldier said:
Hmm dikkatimi çekti gerçekten hikayen ilgi çekici olduğu kadar yazın da akıcı. Gayet başarılı buldum şahsen tamam mı devam mı? Bence devam :grin: umudunu yitirmeden yazmaya devam et gerçekten de uzun soluklu bir hikayeye benziyor :smile:

Çok teşekkür ederim =) Tabii ki devam edeceğim, ilgi çekmesinden ziyade bir kere başladım artık. Bunu bitirmeye kararlıyım =) Bu sıralar hayal gücümü zorlamak istiyorum.


1. ve 2. Bölüm

Konen, Dirigh Aban köyünden Ichamur şehrine giden ufak bir tüccar kafilesi ile birlikte yol alıyordu. Henüz 7 yaşındaydı. Ticaret nedir tam olarak bilmiyordu ama bu yolculuklar onu mutlu etmeye yetiyordu. Çok sessizdi, asosyal bir görüntüsü vardı. Ama yanağına kondurulan ufak bir öpücük bile hem yüzünü kızartmaya, hem de mutlu ve tatlı bir gülümsemeye hayır diyemiyordu. Belki de hayatını kargaşaya çeviren nedenler vardı?

Aslında Konen, ailesini henüz 4 yaşında kaybetmişti. Babası bir Kergit, annesi ise bir Norddu. Konen’in ailesi de ticaret ile uğraşıyordu. Ancak bir gün, Tulga üzerine ticaret amaçlı gittikleri sırada haydutlar tarafından saldırıya uğradılar. Konen, ailesinin yakını olan Togre tarafından katliamdan kurtarılmıştı ancak geride kalan herkes haydutların yağmasında can vermişti.

Togre ise tüm malvarlığını bu yağma ile kaybettiğinden artık Kergit topraklarında yaşamanın zorluğunu fazlasıyla biliyordu. Çok borcu vardı ve her gün daha çok batağa saplanan birisiydi. Üstelik haydutlar da bölgede hala daha yağmalamalarına devam ediyorlardı. Tüm bu nedenlerden dolayı Tulga şehrinin civarları onlar için tehlikeliydi ve kaçmaları gerekiyordu.

Yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler… Birkaç gün boyunca, Kergit topraklarından uzaklaşmak için sürekli yürüdüler. Konen ise çoktan bayılmış ve Togre’nin sırtında baygın bir biçimde yola devam ediyordu.

-Ss..su…

+ Konen?

-Su…

Uzun süren bu kasvetli yolculuk sırasında hiçbir şey boğazlarından geçmemişti. Yanlarında hiçbir şey yoktu. Togre çaresizce ağlamaya başladı, Konen ise “Su…” diyerek mırıldanıyordu.

-Çok az kaldı, Konen. Lütfen biraz daha dayan, biraz daha!

Togre, Konen'in bu durumuna tahammül edemiyordu. Konen’e sürekli güzel sözler söyleyip, ona yolun bittiğine inandırmak için uğraşıyordu. Tüm bunlar Konen’e etki etmiyordu. Çünkü o sadece birazcık su istiyordu. Boğazındaki dayanılması güç kuruluktan kurtulmak için, biraz su. Togre ise daha hızlı ilerlemek için uğraş veriyordu ama onun da gücü tükenmek üzereydi.

Hava kararmaya başlamıştı ancak Togre’nin dikkatini bir şey çekmişti. Bu hava, bir Kergit toprağı havası değildi. Biraz daha ılık ve tozlu bir havaydı. Biraz durdu, Konen’i yere indirdi. Hem dinlenmeye, hem de bu havayı anlamaya çalışıyordu. Acaba gerçekten de uzaklaşmışlar mıydı?

Buna karar vermek için henüz erken olduğunu düşünen Togre, biraz dinlenmeleri gerektiğini biliyordu. Ancak hala daha içinde bir kuşku vardı. Acaba takip ediliyor muyuz? kuşkusu hem dinlenmelerini, hem de Togre’nin sağlıklı düşünmesini etkileyen tek şeydi. Togre, sadece birkaç dakikada kararını verdi ve Konen’i tekrar sırtına alarak yola devam etmeye başladı.

Dik ve engebeli araziler artmıştı. Togre, tüm gücüyle ilerliyordu ancak bir anda dengesini kaybetti ve sırtındaki Konen yere düştü. Konen, dik tepelerden aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Togre çılgına dönmüştü. Konen’i bir anlık dalgınlığıyla elinden kaçırmış ve yere düşmesine neden olmuştu. Hemen aşağıya indi ancak onu göremiyordu, çünkü çok fazla engebe vardı. Biraz daha bakındı ama nafile. Onu bir türlü göremiyordu.

-Bak sen şu işe. Ayağımın dibine düşen bir velet...

Togre bir anda bu ses ile irkildi. Sesin geldiği yöne doğru dikkatlice ilerlediğinde birkaç adamın Konen’in başında olduğunu gördü. Görünüşlerinden her şey belliydi. Bunlar, Çöl Haydutları’ydı.

Bu, Togre için başka bir şey daha ifade ediyordu. Artık Kergit topraklarında değillerdi. Bu güzel bir haber. Ama ne yazık ki, yeni ayak bastıkları bu topraklarda, yeni bir bela ile karşı karşıya kalmaları da kaderin onlara sunduğu bir hoş geldin olsa gerek.

Togre, haydutların yanından Konen’i kurtarabilecek ne yeterli bir güce, ne de cesarete sahipti. Gizlice pustuğu taşın arkasından sürekli olan biteni izliyordu. Kaçmalı mıydı? Kaçmamalı mıydı? İstese hemen oradan uzaklaşıp, kendi hayatını kurtarma şansına sahip olacaktı. Ama ya Konen? Ya onu öldürürlerse?

Bir türlü karar veremiyordu. Kafasını yavaşça taşa vurmaya başladı. Gözlerini kapadı ve yalvarmaya başladı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu ve bu onu kahrediyordu. Ama içindeki şeytan, ona bir yandan da sürekli kaçması gerektiğini, kaçarsa hayatının kurtulacağanı fısıldamaktan çekinmiyordu. Delirmek üzereydi. Ve bu ona pahalıya patladı. Tüm bu zihin karmaşası onu çıldırttı ve bir anda feryat etti;

-Yeteeeeer!!!!!

Bir anlık gafleti tüm haydutları, bulunduğu taşın olduğu yere yöneltti. Onlar da ne olduğunu anlayamadılar.

-Bu ne biçim ses böyle?

+Sesin şeklini mi beğenmedin yoksa? Hahaha!

*Hahahaha!

#Kesin sesinizi. Gidin de şu sesin geldiği yere bakın.

*Tamam, Reis.

Togre bu birkaç saniyelik gafletini çok geçmeden fark etti. Ancak artık çok geçti. Haydutlar kısa sürede Togre’yi bulunduğu yerde kıstırdılar. Togre çaresizce yalvarmaya başladı;

-Lütfen bana bir şey yapmayın, yalvarıyorum, ben zengin biriyim, Tulga’da baharat kervanlarında iş yapıyorum, size istediğiniz kadar para getirtebilirim!

+Fazla mı sallıyor ne? Hahaha!

-Size yemin ediyorum, ben zengin biriyim, istediğinizi size veririm ama canımı bağışlayın, yalvarıyorum size!

+Kes sesini ahmak! Senin gibi Kergit tüccarı kılığında çok adam soyduk biz. Gördüklerimiz arasında emin ol en çulsuz görüneni sensin.

Togre, haydutları ikna edememişti. Tam o sırada kafasına aldığı bir darbe ile yere yıkıldı ve artık yolun sonuna geldiğini anlamıştı.

Togre, bir anlık gafleti ile kendisini de yakalatmıştı. Haydutlar, Togre ile Konen’i de yanlarına alarak yola çıktılar. İkisi de baygın haldeydi. Konen’in eli yüzü kanlar içindeydi. Düştükten sonra bazı yerleri yaralanmıştı. Ancak bu, haydutların hiç de umurunda değildi.

Togre ise yolculuk esnasında yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Gözü etrafı net görmüyordu. Belli ki hala daha yediği o yumruğun etkisindeydi. Günlerdir süren o sefil yolculuk zaten onu çok yormuştu. Belki de yediği yumruk onun dinlenmesi için bir ilaç görevi görmüştü. Kim bilir, belki de.

Togre, gözlerini ovalamak istediği sırada ellerindeki ipleri gördü. Biraz göz ucuyla etrafına yarı baygın bir biçimde bakmaya çalıştı. Bir atın sırtında çuval gibi oturtulmuştu. Hava çok sıcak, gittikleri yollar ise kumdan ibaretti. Güneş ise o kadar sıcak ve yakıcıydı ki, Togre bir anda susadığını anladı. Ancak susaması bir şeyi daha fark etmesine yol açtı. Konen…

Bu sırada Konen de yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Yüzündeki kanlar kurumuş, sıcağın etkisiyle adeta vücuduna yapışmıştı. Togre gibi o da susadığını fark etti. Zavallı çocuğun boğazına günlerdir bir damla su girmemişti. Boğazı o kadar kurumuştu ki adeta taş kesilmişti. Dayanamıyordu, haykırdı;

-Suuu…!

Haydutlar bir anda çocuğa yöneldiler. Haydut reisi Konen’in yanına geldi ve Konen’e sert ve acımasızca bir tokat attı;

-Sen bizi yakalatmaya mı çalışıyorsun ahmak! Bu gördüğün topraklar Sharwa Kalesi’ne ait. Senin yüzünden Sarranid ordularına yem mi olalım? (Tekrar sert bir tokat atar) Bizler sessizce ilerlemek için onca uğraş verirken senin bu saçmalığın yüzünden az kalsın yakalanabilirdik de. Belki de bir Sarranid ordusu, sayende bizi fark etmiştir çoktan.

+Reis, bu veleti yanımıza almamız baştan hataydı. Baksana şuna zaten zayıf, çelimsiz bir şey. Sanki bunu köle tüccarlarına satsak ne kazanacağız ki? Hem bu velet yüzünden az kalsın yakalanabilirdik de. En iyisi öldürelim gitsin. Bunca adamın hayatını bu cüce yüzünden tehlikeye atmamalıyız.

-(Kılıcını kınından çıkarır) Zaten başka da çare kalmadı.

O sırada Togre bir nebze de olsa kendine gelmişti. Olanları uzaktan izlemekteydi. Yine çaresizce bakmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Haydutların reisi Konen’i yaka paça atın üstünden yere fırlattı. Konen yüzüstü yere düştü, acı içinde bağırdı. Reis iyice çılgına dönmüştü. Kılıcını hışımla yukarıya kaldırdı, Konen için bir son vaktiydi.

Togre ise dişleri ile dudaklarını ısırmaktan paramparça etmiş ve sessizce ağlamaya başlamıştı. Bir ara Konen ile göz göze geldiler. İşte o an Togre’nin yıkıldığı an oldu. Togre, bu minik bedenin içinde korku ile büyümüş masmavi göz bebeklerini görünce bütün bu yaşananların ne olduğunu anlamıştı. Cehennemdeydiler, Tanrı’nın gerçek cehenneminde. İnsanoğlunun 4 yaşındaki her şeyden habersiz bu masum çocuğa çektirdiklerini gördükten sonra insan denilen canlının ne olduğunu anlayamadı. Kendisini bir yaratıkmış gibi hissetti. Başka bir şeydi sanki insanoğlu, en azından o an başka bir şeydi.
Togre öfkeden deliye dönmesine rağmen çaresiz olduğunu da biliyordu.

Ancak bu sırada bir şey dikkatini çekti. Bir tepenin ardında toz bulutu hakim olmuştu. Büyük değildi ama gittikçe büyümeye başlıyordu ve yaklaşıyordu.

Konen, ölümün kıyısındaydı ve reisin kılıcını kınından çekip yukarıya kaldırmasıyla o masum çocuksu ruhu ve güzel gözleri çoktan kendisini teslim etmiş, ölmeyi bekliyordu. Reis kılıcını tam Konen’e saplamak üzereydi ki bir anda durdu. Konen yüzünü yana çevirmiş ve gözlerini de kapatmıştı. Ağlıyordu, çaresizdi. Neden hala ölmediğine anlam veremedi, merak etti. Gözlerinden birini yavaşça açtığında yüzüne bir anda oluk oluk kan fışkırmaya başladı. Bu kan, Haydut Reisi’nin boğazından geliyordu. Togre’nin gördüğü toz bulutunun içinden gelen bir ok, reisin ensesinden saplanıp boğazından çıkmıştı. Ok o kadar şiddetli gelmişti ki bir anda bütün boğazı parçalanmış ve boğazından oluk oluk kanlar akmasına neden olmuştu. Togre bir anda sevinçten bağırdı;

-Yaşasııın!

Ancak elleri ile ayakları bağlı olduğundan ve ata bir çuval misali bindirildiğinden bir anda dengesini kaybedip yere çakıldı. Ama artık bunun pek önemi yoktu. Çünkü o bulut bir Sarranid Ordusu’nun habercisiydi. Kısa sürede haydutların etrafını kuşatan ordu, haydutları teker teker öldürmeye başladı. Reislerinin de ölmesiyle ne yapacaklarını şaşıran haydutlar çok geçmeden teslim oldular.

Savaş sürerken yerde sürüne sürüne Konen’in yanına giden Togre, Konen’e şefkatle sarıldı. Defalarca öptü.

En sonunda tüm haydutlar etkisiz hale getirilmişti. Togre, bu tanımadığı askerlere adeta taparcasına şükranlarını sunmaya çalışıyordu. Önlerinde eğilip, onlara teşekkür ediyordu. Ancak ters giden bir şey vardı. Askerler hala daha Togre ve Konen’in ellerini çözmemişlerdi. Üstelik hiç de dostça bir bakışları yoktu. Arkalardan bir ses geldi;

-Sharwa’ya geri dönüyoruz.

Togre bir anda şaşırmıştı. Yere kapaklanmayı bırakıp etrafa bakınmaya başladı. Dediklerini anlamıyordu. Çöl haydutları gibi değildi konuştukları dil. Yoksa esir düştükleri haydutlar da buralı değil miydi? Olamazdı, Kergit haydutlarına hiç benzemiyorlardı. Peki ya ters olan neydi peki? İyice kafası karıştı. Bu sırada yaka paça ayağa kaldırıldı ve ordudaki bir rütbeli;

-Emirim, peki ya bunlar ne olacak? Dedi.

Sharwa Emiri durdu ve yüzünü arkaya çevirdi;

-Madem esirlerdi, biraz da misafir olsunlar. Onları da alın.

+Nasıl isterseniz.

Togre hiçbir şey anlamıyordu. İçinde yeni kuşkular doğmaya başlamıştı. Yoksa yeni bir cehennem mi? Yok, hayır… yenisini ikisi de kaldıramazdı. Ama ya yeni bir cehennem ise?
 
Merhabalar,

III. bölüm ile kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Keyifli okumalar.

Bölüm III – Körelmiş Duygular

Hava kararmak üzereydi. Sonunda kale görünmüştü. Batan güneşin ardında Sharwa Kalesi’ne varmaları an meselesiydi. Togre ile Konen ise şaşkın ve bitkin bir biçimde etrafa bakınıyorlardı. Bu askerler onları nereye götürüyorlardı, onlara zarar verecekler miydi? Düşünceler hep birbirini tekrar edip duruyordu Togre’nin kafasında. En azından haydut zulmünden daha iyi durumdaydılar. Ama ellerindeki bağlar hala daha çözülmemişti. Askerlerin bağlarını çözmeyişine anlam veremiyordu Togre. Onun Kergit topraklarında tüccarlık yaptığı zamanlar ülkenin lordları kurtarılan esirleri her zaman serbest bırakırlardı. Bu bir onur meselesiydi ve isimlerini kötülemekten kaçınırlardı. En kaba, en yüzsüz, en çıkarcılar bile masum esirleri serbest bırakmakta tereddüt etmezdi.

Tüm bu kafa karışıklığı sırasında bir anda kaleye varmış olduklarını gördü Togre. İçinden dualar etmeye ve Tanrı’ya yalvarmaya başladı. Yeni bir azap istemiyordu, tükenmişlerdi. Göz pınarları bile artık tepki vermiyordu Togre’nin. Gözlerinden bir şeyler süzülsün istemesine rağmen başaramıyordu. Acizliği her tarafından dışa vuruyordu. Sustu, olan biteni izlemeye devam etti.

Kaleye tamamen girdikleri esnada atlı grubu ahırın yolunu tuttu. İlerledikleri sırada Konen de etrafı şaşkın şaşkın gözlüyordu. Burası neresiydi, acaba yemek verirler mi? Mm… çok acıkmış olmalı.

Ahıra vardılar. O sırada atlarını yalağa bırakan bazı süvarileri gördü Konen. Bir anda suyu görünce gözleri kocaman oldu. Aman Tanrım, su! Hemen ona gitmeliydi. Ama bir şeyi unutmuştu. Elleri ve ayakları bağlıydı. Bunu umursamadan attan aşağıya kendisini attı. At bir anda irkildi ve şaha kalktı. Konen ise yere düştükten sonra sürüne sürüne yalağa ilerlemeye başladı. Bir yandan canı yanıyor, bir yandan da susuz geçen günlerin özlemini gidermek için var gücüyle suya ulaşmaya çalışıyordu. Sadece birkaç metre, yapabilir, evet yapabilir!

Nihayet başardı. Günlerdir süren ölümcül susuzluğunu atların ve insanların bakışları arasında gideriyordu. Su değildi bu sanki başka bir şeydi Konen için. Çok tatlıydı, adeta bal gibiydi. Ferahlamıştı, çok sevinçliydi. Ufacık midesiyle haddinden fazla su içmeye çalışıyordu, kendini zorluyordu. Sanki bir daha bulamayacağını düşünürcesine tekrar eğildi yalağa ve samanlarla dolu suyu içmeye devam etti.

Su içmeye devam ettiği sırada yalağa tutunurken sağ eli bir anda kaydı ve yalağın içine düştü. Yalak onun gibi bir çocuk için oldukça derindi. Çırpınmaya başladı. Suların etrafa sıçramasıyla atlar bir anda irkildi ve huysuzlaşmaya başladılar. O sırada etraftaki herkes olan biteni gülerek seyrediyordu. Neden yardım etmiyorlardı, duygularını mı aldırmıştı bu kalabalıktakiler?

Konen tam gücü tükendiği esnada bir el ona uzandı ve bir anda Konen’i sudan çıkardı. Konen zor nefes alıyordu. Zaten bedenini zorlayacak derecede su içmişti. Yalağa düşmesi ile birlikte kısa sürede boğulması beklenmedik bir şey değildi ama o yine yaşamayı başarmıştı, yine savaşmaktan korkmamıştı. Bu sırada bir rütbeli kalabalığa dönerek;

-Herkes işinin başına, gösteri bitti, dedi.

Herkes kısa sürede dağıldı. Konen ise hala daha tam olarak ayılamamıştı. Ona elini uzatan kişi ise Konen’i ayıltmaya çalışıyordu;

-Beni duyuyor musun evlat?

Duyuyordu. Ancak cevap veremiyordu. Bilinci hala daha o yaşadığı şokun etkisindeydi.

-(Hafif birkaç tokat atarak) Bu böyle olmayacak. En iyisi seni benim evime götüreyim.

Konen’i kurtaran adam onu kucağına alıp götüreceği sırada bir anda iki asker karşısına mızrakları ile çıktı ve önüne geçti;

-Ne yaptığını sanıyorsun sen? Derhal bırak o çocuğu!

+Ama efendim bu sadece masum bir çocuk. Hem biraz önce az kalsın ölüyordu. Ben sadece onu…

-Kes, kes! O bir esir, çabuk bırak onu ve defol git buradan.

+Lütfen efendim, size yalvarıyorum o daha çocuk.

-(Mızrağın gövdesiyle sert bir şekilde vurur)

+Ahh…!

-Bize zorluk çıkarma yoksa kafanın arasına hiç ummadığın bir anda ipi geçiririz.

+(Çaresizce)Tamam efendim. Nasıl isterseniz.

-Defol git şimdi.

Zavallı adamcağız yediği mızrak darbesiyle çok acı hissetmişti. Bir yandan kaburgalarındaki acıyı, bir yandan da bu masum çocuğun kendiside yarattığı acıma hissini yaşıyordu. Ama o da çaresizdi. Sırtını son bir kez daha arkasına baktıktan sonra döndü ve yola devam etti. Yürürken gözleri buğulandı, bir kez daha arkasına bakmak istedi ama cesaret edemedi. Geriye dönmemek için ilk köşeden döndü ve kendi yoluna gitti.

Konen ise bilincini yavaş yavaş toparlıyordu. O sırada bir asker yaka paça onu ayağa kaldırdı. İçtiği suyun etkisiyle Konen bir anda kustu. Asker, Konen’den elini çekti ve yere bıraktı;

-Ne iğrenç bir velet çıktın sen böyle. (Yanındaki diğer askere dönerek) Hadi götürelim şu kusan su canavarını. Zaten akşam oldu. İyice midemi bulandırdı yemek saatinde pislik.

İki asker Konen’ i ayağa kaldırdı ama Konen yürüyemiyordu;

-Anlaşıldı. Beyefendiyi bir kucağımızda taşımadığımız kalmıştı tam oldu.

+Hadi geveleme de gidelim. Ötekiler çoktan gittiler. Acele edelim.

Konen’i kucağına aldı ve kalenin ana bölümüne doğru ilerlediler. İçeriye vardıklarında çok güzel kokular tüm salonlara yayılmıştı. Belli ki Emir hazretleri askerlerine iyi bakıyordu. Konen de bu güzel kokuları fark etti ve bir anda kendine geldi;

-Yemeek! Yemeek!

+Kudurdun mu be velet. Yok sana burada yemek. Esirler burada yemek yemezler.

-(Bir şey anlamıyordu) Yemeek! Yemeek!

+Sussana be sussana. Seninle mi uğraşacağım akşam akşam.

Koridorların en sonunda aşağıya inen bir bölüme girdiler. Buradan da yemek kokuları geliyordu ancak üst kattaki kadar iç gıdıklayıcı bir hissiyat uyandırmıyordu. Konen için bu hiç önemli değildi. Sıcak bir yemek için neler yapmazdı ki.

Alt koridorlarda ilerlemeye devam ettiler. Fakat sürekli sesler geliyordu etraftan. Kimi zaman gülüşler, kimi zaman haykırışlar, kimi zaman ise kırbaç sesleri. Gerçek bir hapishanedeydiler. Biraz daha yürüdükten sonra sola döndüler. O sırada Togre, hapis tutulduğu zindanda Konen’i gördü. Bir anda içinde bağırdı;

-Koneen! Buradayım evlat, buradayım!

Askerler, Togre’nin tutulduğu zindana geldi, kapıyı açtılar ve Konen’i, Togre’nin tutulduğu zindana bıraktılar. Togre, tekrar kavuştuğu Konen’e şefkatle sarıldı, defalarca öptü, kokladı.

-Biraz su içmek sana yaramış evlat. Gerçi bugün içtiğinle koca bir ülke susuzluktan kurtulurdu (güldü ve tekrar sarıldı).

+(Midesinin gurultusuyla) Yemeek! Togre yemeek!

Togre günlerdir yemek yemediklerini unutur gibi olmuştu. Ama Konen’in bu hali içini sızlattı. Nihayetinde o bir çocuktu. Ayağa kalktı ve parmaklıklardan seslendi;

-Hey, siz, askerler. Madem bizi buralara sokacak kadar alçaldınız, bari biraz yemek verin de şu çocuk cağınız karnı doysun.

Askerler Togre’ye doğru döndü ama Togre’nin söylediklerinden bir şey anlamıyorlardı. Togre yine seslendi;

-Hey, sağır mısınız siz. Bir lokma yemek istedik sadece.

+Togre yemeek!

-Tamam, Konen, biraz daha bekle, şimdi yemek gelecek.

Togre, askerler ile çölde ilk karşılaştıklarındaki diyalogu bir anda hatırladı. O gün onlarla anlaşamamıştı. Bir kez daha emin olmak için askerlere ağır bir konuşma yaptı. Bu, ikisinin de canına mal olabilirdi;

-Hey, beyinsiz ucubeler! O fındık kadar beyniniz almıyorsa tekrar söylemek istiyorum. Sadece biraz yemek anladınız mı, sadece biraz ye-mek! Anladınız mı kargısı yamulmuş herifler. Emirin yalakaları.

+(Yan zindandan bir ses gelir) Boşuna nefesini yorma. Bu dediklerinden tek kelime anlamazlar.

-Neden?

+Aptallaşma. Burası bir Kergit toprağı değil.

-Peki burası neresi o zaman?

+Burası Sarranid Sultanlığı. Bulunduğun yer de Sharwa Kalesi.

-Anlıyorum. Peki ya sen?

+Ben mi? Tabiî ki de bir Kergitim beyinsiz herif. Şimdi kapa çeneni ve yemeğini bekle.

-Beyinsiz sensin, lafını bil de konuş. Ayrıca yemek derken ne kast ettin?

+Sana boşuna beyinsiz dememişim. Hiç mi aklın yok. Burada seni öldürürler mi sanıyorsun. Hele ki acından. Sharwa Emiri için bizler yürüyen… pardon, bekleyen para keseleriyiz.

-Nasıl yani. Bizleri köle tüccarlarına mı satacaklar?

+Ne sandın beyinsiz. Burada adalet sadece para üzerine kuruludur. Haydutların çoğu kendi içlerinde farkında olmadan Emir için çalışan ajanları da bulundurur. Ajanlar uygun zamanı kolladıklarında ise Emirin ordularına haber salar ve gösteri başlar.

Bu sırada yemekler zindanlara dağıtılmaktadır. Togre ve Konen’in bulunduğu zindana da yemekler ulaşır. Konen bir anda yemeği görünce çılgına döner. Gardiyan, yemeklerini parmakların altındaki ufak bölmeden verir. Konen, yemeğe bilinçsizce bir hücum yapar ancak farkında olmadan bir anda çorbasını döker. Eline aldığı kaşık ve ekmek kalır geriye. Sadece önünde süzülen çorbayı izler durur Konen.

Durumu gören Togre, Konen’in haline dayanamaz. Çorbasından bir kaşık alır ve ekmeğinden ise ufak bir parça kopararak Konen’in önüne bırakır;

-Hadi bakalım şanslı günündesin. Hala daha bir tas sıcak çorbamız ve bir ekmeğimiz daha var. Ama bunu da dökersen kuru ekmeğe talim edersin bilmiş ol.

Togre kendini düşünmeden yemeğini ve ekmeğini Konen’in önüne bıraktı ve aldığı bir kaşık çorba ve bir parça ekmek ile karnını doyurdu. En azından öyle hissetmek istedi. Ama mutluydu, gülümsüyordu. Biraz da olsa toparlanmıştı. Ama bedeni ise dinlenmek istiyordu. Gözleri yavaşça kapanmaya başladı ve kısa sürede uyudu.

Konen ise çorbasını bitirmiş ve hatta ekmeğini bile katık yapmak için kaptaki çorba artıklarını ekmekle bir güzel sıyırmıştı. Çocuk olmasına rağmen iştahı büyüktü. Afiyetle bitirmişti elindeki ekmeği. Ama Togre’nin verdiği ekmeği yiyecek kadar midesi gelişmemişti. Sonunda doymuş ve kalan ekmeği Togre’ye vermek istediği sırada uyumuş olduğunu gördü. Ayağını biraz dürttü ama tepki vermiyordu Togre. Çoktan uyumuştu. Konen de yorgunluğunu dindirmeliydi. Keyfi gayet yerindeydi. Şimdi ise güzel bir uyku çekme vaktiydi. Togre’nin yanına kıvrıldı ve ona sarılarak derin ve rahat bir uykuya yelken açtı.
 
Süper bir bölüm aksiyon yok ama okurken aramıyor insan, tebrikler. :smile: Maşallahın var gayet başarılısın betimlemeler ve konuşmalar gayet iyi, yanlız bir yerde anlatımda zaman kayması olmuş. Oraya dikkatini çekeyim dedim onun dışında gayet başarılı .)
 
Bronzsoldier said:
Süper bir bölüm aksiyon yok ama okurken aramıyor insan, tebrikler. :smile: Maşallahın var gayet başarılısın betimlemeler ve konuşmalar gayet iyi, yanlız bir yerde anlatımda zaman kayması olmuş. Oraya dikkatini çekeyim dedim onun dışında gayet başarılı .)

Çok teşekkür ederim bu güzel düşüncelerin için =)

Ayrıca hatalarımı bilmek istediğimden gözüne çarpan zaman kayması tam olarak nerede diye sorabilir miyim?
 
courage said:
...Bu sırada yemekler zindanlara dağıtılmaktadır. Togre ve Konen’in bulunduğu zindana da yemekler ulaşır. Konen bir anda yemeği görünce çılgına döner. Gardiyan, yemeklerini parmakların altındaki ufak bölmeden verir. Konen, yemeğe bilinçsizce bir hücum yapar ancak farkında olmadan bir anda çorbasını döker. Eline aldığı kaşık ve ekmek kalır geriye. Sadece önünde süzülen çorbayı izler durur Konen.

Durumu gören Togre, Konen’in haline dayanamaz. Çorbasından bir kaşık alır ve ekmeğinden ise ufak bir parça kopararak Konen’in önüne bırakır;

Burada anlatım hikayeden çıkıp bir tiyatro oyununun senaryosuna dönüşmüş gözüme çarpan yer burası. Umarım yardımcı olmuşumdur. :smile:
 
Bronzsoldier said:
courage said:
...Bu sırada yemekler zindanlara dağıtılmaktadır. Togre ve Konen’in bulunduğu zindana da yemekler ulaşır. Konen bir anda yemeği görünce çılgına döner. Gardiyan, yemeklerini parmakların altındaki ufak bölmeden verir. Konen, yemeğe bilinçsizce bir hücum yapar ancak farkında olmadan bir anda çorbasını döker. Eline aldığı kaşık ve ekmek kalır geriye. Sadece önünde süzülen çorbayı izler durur Konen.

Durumu gören Togre, Konen’in haline dayanamaz. Çorbasından bir kaşık alır ve ekmeğinden ise ufak bir parça kopararak Konen’in önüne bırakır;

Burada anlatım hikayeden çıkıp bir tiyatro oyununun senaryosuna dönüşmüş gözüme çarpan yer burası. Umarım yardımcı olmuşumdur. :smile:

Haklısınız hocam. O kısım yazarken de dikkatimi çekmişti ama pek önemsememiştim. Biraz daha belirgin anlatsam daha iyi olurmuş, çok yüzeysel bir geçiş olmuş.
 
Betimlemeler vb şeyler gayet güzel oturmuş. Güzel yazıyorsun bana kalırsa devamını bekliyorum.
 
Merhabalar,

IV. bölüm ile kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Keyifli okumalar.

Bölüm IV – Değersiz Görünen Değerli Bedenler

Sharwa Kalesi’ndeki bir ayları dolmuştu. Her gün koğuşlardan birileri gidiyor, aynı zamanda çok geçmeden boşalan koğuşlara yeni mahkûmlar geliyordu. Ama onlara hala daha yemek vermek için gelen gardiyanlarından başka kimse uğramamıştı. Hayattan bihaber biçimde hapis sürmekteydiler.

Togre, geçen her gün için duvara bir çeltik atıyordu. Unuttuğu zamanlar ise Konen ona duvarı işaret ederek unuttuğunu hatırlatıyordu. Zavallı çocuk bunu oyun zannediyordu belli ki. Günler bu şekilde hızla ilerlemeye devam ediyor ve onlar da kendilerine ne olacağını çaresizce bekliyorlardı.

Kalenin altındaki zindanlarda bunlar yaşanırken, yukarısında ise kirli pazarlıklar dönüyordu. Sharwa Kalesi’nin Emiri, ülkenin zengin köle tüccarlarını kalesine misafir etmişti. Her ay muntazam olarak bu tür ziyafetleri veriyordu. Köle ticareti her gün sürüyordu ama bu tür ziyafetler ile aradaki bağı sıkı tutma amacındaydı Sharwa Emiri. Tüccarlar da bu ticaretten ziyadesiyle memnundular. O nedenle Emir ile aralarındaki bağ onlar için de önem taşıyordu.

Ziyafet tüm ihtişamıyla sürdüğü sırada Emir, kadehini havaya kaldırdı;

-Bugün buraya gelmenizle beni yine onurlandırdınız. Kadehimi siz saygıdeğer misafirlerime kaldırıyorum.

Tüm ziyafete katılanlar ayağa kalktı ve kadehlerini havaya kaldırdı. Daha sonra tekrar yerlerine oturdular ziyafet kaldığı yerden sürdü. Bu sırada Bariyye’den gelen bir köle tüccarı ile Emir arasında diyalog başladı;

-Emir hazretlerinden bir ricam olacaktı.

+Sizi dinliyorum.

-Emirim biliyorsunuz ki biz Bariyye’liler paramızın kıymetini iyi biliriz. Çölün ortasındaki bir şehirde insanlar para için her şeyi yaparlar. Ellerinde olanlarla ise satın aldıkları şeylerin en iyisi olmasını isterler. Çünkü paranın değeri orada çok daha değer taşır.

+Demek istediğiniz nedir? Biraz daha açın lütfen.

-Son köle ticaretinde ne yazık ki üç köleniz, daha yolun yarısına varmadan öldüler. Biz size yüklü miktarda para ödüyoruz ve biliyorsunuz ki size de sağdığız. Ancak bu tür şeylerin yaşanmış olması hiç de hoş değil.

+(Emir sinirli bir şekilde ayağa kalkarak) Nöbetçiler!

Ziyafet bir anda bu tek kelime ile durur ve salondaki eğlenceli hava bir anda yerini buz gibi bir esintiye bırakır. Bariyye’li tüccar ise şaşırır;

-Aman efendim, ben sadece naçizane görüşlerimi ilettim, beni yanlış anladınız.

+(Tüccara dönerek) Benimle gelin, der.

Tüccar bir anda afallar. Emir, nöbetçileri de yanına alarak tüccar ile birlikte salonun çıkışına doğru yol alırlar. Bu sırada Emir durur ve arkasını dönerek;

-Ziyafet kaldığı yerden devam etsin, herkes gönlünce sarhoş olsun.

Tekrar ilerleyip salondan çıkarlar. Kalenin en uç noktasındaki al kata doğru yol alırlar. Evet, hapishaneye. Ama ne için? Tüccarın aklı karışır. Bir şey sormaya bile cesaret edemez. Çünkü korkudan ellerini birbirinden ayıramaz hale gelmiş ve neredeyse ödü patlayarak oracıkta can verecek bir ruh haline girmişti. Söyleyeceği herhangi bir kelime ile canından olacağını düşünüyordu. Üstelik daha nereye gittiklerini bile bilmeden.

Üst kattaki koridorların sonuna ulaştılar ve hapishaneye vardılar. Başgardiyan, Emirin yanına geldi;

-Emirleriniz nedir efendim?

+Kapıyı açın, sizinle işim yok.

-Emredersiniz.

Daha sonra hapishane koridorlarında ilerlemeye başladılar. Etraftan çığlıklar, gülüşler, ağlamalar yükseliyordu. Hapishane kavramına yakışan her şey kulaklara nüfuz etmekteydi. İlerledikleri her koridorun çevresinde kasvet gittikçe artıyordu. Tüccar ise bu kasvet ile korkusunu daha çok hissetmekteydi. Çoktan içinden dualar etmeye başlamıştı bile. Bazen de kendini cezalandırırcasına dilini ısırıyordu sinirinden. Çok kötü bir haldeydi.

Sonunda durdular. Daha doğrusu Emir durmuştu. Tüccar ise başına neler geleceğini hesap etmekte ve çaresizce bakınmaktaydı. Emir arkasını döndü ve yanındaki muhafıza;

-Tüm esirleri hapishanenin arka avlusuna toplamaları söyle, dedi.

Tüccar ise sonunda bir nebze de olsa cesaretini toplamıştı ve aklına gelen ilk şeyi söylemeye çalıştı. Titrek bir sesle;

-Eeö.. şey… Emir hazretleri ef-efe-efend-eeffendim…

+Evet, dinliyorum.

-(Başını yukarıya kaldırdı) Bana ne yapacaksınız haşmetlim?

Emir bir anda kahkahalarla tüm zindanlarda yankılanan bir tepki verdi. Tüccarın bu denli korkmuş olması onu epey keyiflendirmiş olsa gerek. Gülerek tüccara yöneldi;

-Seni öldürteceğimi mi düşünüyordun yani hahaha…

Tüccarın ağzı açık kalmıştı ve neler olduğunu anlamaya çalışmaktaydı. Bir yandan ise öldürülmeyeceğini Emirin ağzından duyması ona bir rahatlama verir. Paçayı ucuz yırttığı için kendini şanslı hissedercesine;

-Efendim ziyafetteki saygısızlığım için lütfen beni bağışlayınız. Bir daha as…

Emir yine kahkahalarla tüccarın sözünü keser;

-Hahaha!

+Sizi böyle mutlu görmek beni de sevindiriyor haşmetlim.

Aslında Emir, tüccarın bu denli korkmasını başından beri kendisi istiyordu. Zaten onu öldürmek istese bunu ziyafetin tam ortasında da yapabilirdi. Ama yine de kurduğu bu kirli ticaretin kendi elleriyle bozulmasını istemiyordu. Kendi elleriyle kurduğu bu ticareti baltalaması için en ufak bir neden yeterliydi. Bunu bildiği için otoritesini güçlendirmesi ve tüccarların onun karşısında sadakat köleleri olması gerektiğini iyi biliyordu. Bu yüzden Sarranid Sultanlığı’nın önde gelen tüccarlarına gözdağı vermek için fırsatını kolladığı zamanlarda türlü senaryolar üretip, akabinde onlara korku salarak kendine itaat ettirmeye başlamıştı.

Emir kahkahasını kestikten sonra tüccara döndü ve bakışları ile ses tonunu değiştirerek;

-Ölüm korkusu ne kadar acımasız bir duygu değil mi? Ah! İşte ben de bu tür duyguları seviyorum. Aslında kendim hissetmek istemiyorum. Tabiki de benim tarafımdan başkalarının hissetmesine de hayır diyemem, ayrı bir zevk olurdu benim için hahaha!

+(Tüccar başını eğdi, mesajı anlamıştı) Bariyye üzerine yeni bir kervan için hazırlıklara başlanmasını söyleyeceğim.

-Güzel. Umarım bir daha bu tür şeylerle böyle köşelerde karşılaşmayız sevgili dostum.

+Şüpheniz olmasın haşmetlim.

-Pekâlâ. Sorun kalmadıysa o zaman sana bir hediye sunmak isterim. Emin ol Kalradya’nın en cömert soylusu benim hahaha…

+Beni onurlandırıyorsunuz haşmetlim.

-Her neyse. Hapishanenin arka avlusuna tüm esirleri toplattırdım. Oraya gidip istediğin esirleri kervanına dahil edebilirsin.

+Umarım cömertliğiniz fiyat konusunda da…

-Öhöö… Bilirsiniz ki soyluların cömertliği parayla olmaz.

+Afedersiniz haşmetlim. Bu hediyeniz beni onurlandırdı.

-Pekâlâ. Ben ziyafete geri dönüyorum. İsterseniz benimle gelin.

+Esirlerin yanına gidip kervanımı düzenlesem daha doğru olur. Beni bağışlayın.

-Peki. Nasıl istersen. (Muhafızlara dönerek) Gidelim.

Emir, gurulu ve keyifli bir biçimde ziyafete geri dönmek için oradan ayrıldı. İstediğini fazlasıyla elde etmenin keyfini sürüyordu. Onun için bunlar başlangıç sayılırdı. Daha fazla tüccara korku salması ve otoritesini sağlamlaştırması için neler yapabileceğini de yürürken şimdiden planlamaya başlamıştı bile. Vakti yoktu. Çünkü amaçları, basit ama bir o kadar kârlı köle ticareti ile sınırlı değildi. Amacı ülkenin en üst düzey yetkilerine sahip olmasını sağlayacak Mareşallik idi. Bunun için de güçlü bir sadakate, adını duyurmasına ve hepsinden önemlisi güçlü bir orduya ihtiyacı olduğunu iyi biliyordu. Düşünerek ve keyifli bir biçimde hapishaneden ayrıldı.

Tüccar ise Emirin verdiği gözdağı ile sersemlemişti. Canını kurtardığına şükrederek hapishanenin arka avlusuna ilerledi. Vardığında tüm esirlerin orada olduğunu gördü. Emir sözünü tutmuştu, bu güzel bir haber. Ama yine de işini çabucak bitirmeliydi. Gece karanlığına rağmen esirleri zindanlarına dağıttırmadı. Göbeğini kaşıyarak kimleri kervanına alacağını düşünerek esirlerin arasında ilerlemeye başladı. Bazen durup esirleri eliyle inceliyordu. Dayanırlıklarını anlamak için vücutlarına kimi zaman acımadan sertçe bir sopa ile vurmaktan çekinmiyordu. Çünkü işi buydu. İşini de en kusursuz şekilde yapmak için bu eline geçen fırsatı değerlendirmesi gerektiğini çok iyi bilmekteydi.

Sharwa Emiri, köle tüccarları ile anlaşırken kendi koyduğu kuralları uygulatıyordu. Uyguladığı kurallar arasında tüccarların en karşı çıktığı nokta, köle tüccarlarının kendi kölesini seçme hakkına sahip olmamasıydı. Bu durum tüccarların çok sızlandığı bir konu olsa da seslerini yükseltemedikleri için sadece içlerinde bir ukde olmaktan öteye gidemiyordu. Ülkenin en büyük köle ticaretini yöneten Sharwa Emiri, istediği kuralları özgürce koymaktaydı.

Bu katı kuralların en çok sıkıntısını çekenlerden biri olan Bariyye tüccarı da eline geçen bu altın kadar değerli şansı en iyi şekilde değerlendirmek için titizlikle çalışıyordu. Her an Sharwa Emiri kararından vazgeçebilirdi de. O yüzden acele etmesi lazımdı.

Togre ile Konen de tüm esirlerin arasında merakla olup biteni izliyordu. Aslında Konen daha çok uzun süredir görmediği toprak ile oynamayı tercih etmekteydi. Eline aldığı toprak parçalarıyla kendince garip oyunlar oynamaya çalışıyordu. Togre ise sessizce tanımadıkları bu adamın yakınlaşmasını bekliyordu. Kıyafetlerinden çok rahat Kergit olmadığını görüyordu. Zindandaki Kergit mahkûmu ile önceden yaptığı konuşmayı unutmamıştı. Artık daha temkinli ve soğukkanlı bir duruş sergilemekteydi.

Tüccar sonunda Togre ile Konen’in bulunduğu yere geldi. Konen, tüccarın elindeki sopayı görünce mutlu mutlu oynadığı topraktan elini çekti ve elindekileri bırakmadan hızlıca Togre’ye sarıldı. Togre, tanımadıkları bu adamın yanlarına gelmesi ve Konen’in korkuyla kendisine sarılması üzerine Konen’i tamamen kolları arasına aldı ve daha korkusuzca bir bakışla olacakları beklemeye başladı.

Tüccar, Togre’nin çenesini tuttu ve dişlerine baktı. Daha sonra ayağıyla Togre’nin bacağına tüm gücüyle basmaya başladı. Togre tepki vermedi. Bunu fazla sürdürmeden ayağını çeken tüccar, elindeki sopayla Togre’nin sırtına acımasızca vurdu. Bu sefer çok canı yanan Togre, bağırmamak için hızlıca bileği ile ağzını kapattı. Konen titremekte ve Togre’ye daha çok sarılmaya çalışmaktaydı. Tüccar, ikinci kez sopasıyla Togre’ye vurdu. Togre yine bileği ile kendisini susturmaya çalıştı. Dayanmaya ve gücünü korumaya devam ediyordu. Uzun süre önceki yaşadıklarında daha kısa sürede cesareti sarsıntıya uğrayabiliyordu ama artık yaşamak için daha hırslıydı. Konen’in yaşaması için kendisinin de yaşaması gerektiğini zihnine kazımıştı. Bu sırada tüccar ona seslendi;

-Senin adın ne?

Togre anlamadığı için tepki vermiyordu. Bu sırada esirlerin başında duran bir muhafız, tüccara seslendi;

-O sizi anlamaz. O bir Kergit.

+Demek bir Kergit.

Togre’nin dayanıklılığı tüccarın dikkatini çekmişti. Kervana katabilecekleri arasında onun olmaması hata olurdu. O da bu düşünceyle birlikte yanlarından ayrıldı ve avlunun merdivenlerine gelerek, gidecek kervandaki esirleri eliyle teker teker göstermeye başladı. Her gösterdiğini muhafızlar ayağa kaldırmakta ve isimlerini söyletmekteydi. Tüccar bir yandan eliyle esir gösteriyor, bir yandan da isimlerini not alıyordu.

Son olarak Togre’yi eliyle gösterdi. Yanı başındaki muhafız onu çuval gibi ayağa kaldırdı ve ismini söylemesini istedi.

-Benim adım Togre. Bu da Konen.

Tüccar, muhafızlara göz ucuyla Konen’i gösterdi ve;

-Onu kenara bırakın. Sadece bu adam ayakta dursun, dedi.

Muhafız, Konen’i tutup yerine oturttu. Daha sonra tüccar kendi diliyle bazı şeyler söylemeye başladı. Esir grubu Togre ve Konen hariç tamamen Sarranid’li haydut ve diğer esirlerden oluşuyordu. Herkes kafasını sallıyor ve söylenilenleri onaylıyordu. Belli ki uyulması gereken şeyleri anlatmaktaydı. Ama hala daha neler olduğu ve burada neden toplandıklarını tam anlamıyla bilmiyordu Togre. Kafa sallayanların neden bunu yaptığını da anlayamamaktaydı.

Tüm konuşmasından sonra tüccar, muhafızlara seslenerek;

-Seçtiğim esirleri sıraya dizin kale avlusuna çıkarın.

Muhafızların bir kısmı seçilmeyen esirleri zindana geri bırakmak için hizalarken, bir diğer kısmı ise kervana katılacakları hizalamaya başladı. Togre de gideceklerin hizasına muhafızların iteklemesiyle katıldı ancak bir anda Konen elinden ayrıldı. Kafasını çevirdiğinde ise bir muhafızın Konen’i aldığını ve başka yöne doğru ilerlediğini gördü. Çılgına dönen Togre muhafıza doğru koştu ve önünde diz çöküp bağırarak yalvarmaya başladı;

-O benim oğlum, lütfen onu bana geriverin, size yalvarıyorum…

Kervana katılacak esirlerin olduğu grubun arkalarında bir problem olduğunu gören tüccar oraya yöneldi. Togre’nin bağırışları üzerine ona seslendi;

-Derdin ne senin Kergit esiri?

Tüccar, Kergit dili biliyordu. Togre bunu duyunca önce afalladı ama sonra tüccarın kendi dilini konuşabildiğini fark edince ona yöneldi;

-Siz de bir Kergit olmalısınız. N’olur oğlumu benden ayırmayın.

+Birincisi ben bir Kergit değilim, ikincisi ise o ufaklık benim işime yaramaz.

-Efendim ama o benim oğlum. Bunu bana yapmayın, yalvarıyorum.

+Bana ne be bundan. Muhafızlar, susturun şunu.

Muhafızlar, Togre’ye sertçe birkaç kez vurduğu sırada Togre dengesini kaybetti ve yere düştü. Başını sert bir şekilde yere çarpan Togre bilincini yitirmeye başladı. Konen ise muhafızın kucağında hapishanenin zindanlarına doğru ilerledi ve gözden uzaklaştı.

Kafasını vurmasıyla baygın bir halde yerde duran Togre’nin başucuna gelen tüccar;

-Burası senin topraklarına benzemez. Oradan daha acımasız ve gaddar bir yaşam ile iç içesin. Sakın bir daha sorun çıkarma, yoksa bu tekmeden daha fazlasını sana yaşatırım.

Tüccar, Togre’nin kafasına sert bir tekme attı. Togre, Konen’in adını sayıklayarak kısa sürede tamamen bayıldı. Yeni cehennemi için artık yapayalnız kalmıştı.
 
böyle iyi yazabilmek herkesin harcı değil üstadım gerçekten harikasınız sizi gönülden tebrik ediyorum :smile: bence biz ortak bir işe girip kitap çıkaralım :grin:
 
Bronzsoldier said:
böyle iyi yazabilmek herkesin harcı değil üstadım gerçekten harikasınız sizi gönülden tebrik ediyorum :smile: bence biz ortak bir işe girip kitap çıkaralım :grin:

Çok teşekkür ederim bu hoş görüşleriniz için =)

Neden olmasın ki, haha =))
 
Merhabalar,

5. bölüm ile kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Keyifli okumalar.

Bölüm V – Yanlış Karar

Göz kapaklarının adeta yandığını hissetti, kıpırdatmaya çalıştı. Bir yandan yüzünden terler oluk oluk akarken, öteki taraftan birinin elini tuttuğunu hissediyordu. Aklından ise sadece yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgisi olan Konen dışında hiçbir şey geçmiyordu. Her şeyini kaybettikten sonra tutunacağı tek dal olan o öksüz çocuk kalmıştı geriye hatıra olarak. Ama başaramamıştı. Ne çok sevdiği dostlarının mirasına sahip çıkabilmiş, ne de onu koruyabilmişti. Defalarca acılar çekmesini sadece izlemekle yetinmiş ve aciz bir duruş sergilemişti. Acaba Konen’in ailesi onu affedecek miydi, yoksa ufak bir çocuğu dahi koruyamadığı için ailesi tarafından acımasız bir lanetle baş başa mı kalacaktı. En nihayetinde artık dünya onun için çoktan bir cehennem olmuştu. Daha fazla ne görebilirdi ki…

Ellerini ve göz kapaklarını oynatmaya başladı. Ama elini tutan biri vardı; yumuşak ve narin. Yoksa Konen… Yo, olamazdı. Ama ya bir rüya ise ve Konen yanındaysa? Aklı karıştı ve bütün gücünü toparlayıp göz kapaklarını bir yıldırım hızıyla açtı. Bunu yapınca tepedeki kızgın güneş ile karşılaşan gözleri hazırlıksız yakalanmıştı. Togre acı ile gözlerini tekrar kapattı. Ama soğukkanlı ve içine kapanıklığını hala daha bozmuyordu. Acı hissettiğini belli etmemek için ses çıkarmadı ve biraz daha bekledi.

Togre, güneşin kavuruculuğunu hissetmesine rağmen onu ferahlatan bir el sürekli ona hayat bahşediyordu. Konen miydi bu, kimdi. Dokunuşlarında adeta hayat vardı. Sanki çöl ortasında bulduğu buz gibi suyu içermişçesine bedenini dinginleştiriyordu. Daha fazla beklemek istemedi ve bu sefer daha yavaş bir biçimde gözlerini açmaya başladı. Yavaş yavaş gözlerini açarken bir yandan da aynı hızla elini tutanın kim olduğunu anlamak için kafasını yavaşça o yöne doğru çeviriyordu. Ama bu gördüğü Konen olamazdı, daha büyük biri vardı karşısında. Merak etti ve gözlerini tamamen açtı. Yanındaki bir kadındı. Göz göze geldiler ve kadın, Togre’ye;

-Şimdi nasılsın? Dedi.

Ama Togre anlamıyordu. Karşısındaki kadın ise Togre’nin ellerini ovalamayı bırakıp eliyle Togre’nin alnına dokundu, ateşine baktı;

-Daha iyisin. Bekle biraz, sana yiyecek bir şeyler getireyim.

Kadın oradan ayrıldı. Togre ise yavaşça kendini toparlayıp başını kaldırdı. Etrafına bakınmaya başladı. Bulunduğu yerin etrafı duvarlarla çevriliydi ancak tavanının ise yarısı açıktı. Güneşin olduğu tarafta yatıyordu ve oradan uzaklaşıp daha tenha ve gölge bir yere geçip oturdu. Sharwa Kalesi’nde miydi acaba. Belki de hala daha bazı şeyler için geç değildi. O zaman acele etmeli ve neler olup bittiğini öğrenmeliydi.

Hızlıca ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Kadın dışarı çıkarken kapıyı kilitlememişti. O yüzden hızlıca hareket etmek istedi ve direk dışarı çıktı. Ancak bir anda kapının çevresindeki iki muhafız ile karşılaştı. Togre ile muhafızlar birbirine kilitlenip öylece baka kaldılar. Togre ise muhafızların bu dalgınlığını fırsat bilerek üstlerine tüm gücüyle çullandı ve ikisi de bir anda yere yığıldılar. Togre üstlerine basıp hızlıca kaçmaya başladı. Yerdeki muhafızlar hem ayağa kalkmaya çalışıyor, hem de bağırıyorlardı;

-Kaçak! Kaçak var!

Togre bu seslerin anlamını bilmese de neyi belirtmek istediğini çok iyi anlamıştı. Daha hızlı koşmaya ve izini kaybettirmeye çalıştı. Muhafızlar da peşlerinden giderken diğer muhafızlara sesleniyorlardı. Bir anda Togre’nin peşindeki muhafızların sayısı kat kat artmaya başladı. Togre var gücüyle koşmaya ve izini kaybettirmeye devam etti.

Koşmaya devam ederken bulunduğu koridorda bir merdiven gördü ve tırmandı. Tırmandıktan sonra gördüğü manzaraya baka kalmıştı. Burası ne yazık ki Sharwa Kalesi değildi. Büyük bir yerleşim merkezinden başka bir şey değildi. Bu kısa dalgınlığı muhafızlara zaman kazandırdı ve kısa sürede merdivenlerin olduğu yere ulaşmalarını sağladı. Muhafızların merdivenlere çıktığını gören Togre yine kaçmaya başladı. Ancak bu sefer bir sorun vardı.

Togre, bulunduğu çatıda kıpırdamadan durdu. Durmasının sebebi çatıların yüksek olması ya da mesafe farkı değildi. Hemen karşısındaki iki çatıda mevzilenen okçular, Togre’yi köşeye sıkıştırmışlar ve kıpırdatamaz duruma getirmişlerdi. Öbür taraftan ise merdivenlerden yukarıya çıkan muhafızlar da koşarak Togre’ye doğru yöneldiler. Togre’nin kıpırdayabilecek bir durumu kalmamıştı. Teslim olması an meselesiydi.

Köşeye sıkışan Togre, önce etrafına, ardından da aşağıya baktı. Bir dükkânın çatısına dikti gözünü. Dikkatlice oraya odaklandı ve aklından kurtuluş için çareler düşünmeye başladı. Zamanı neredeyse hiç yok ve yakalanması an meselesiydi. Çatı ile arasında 4-5 metrelik mesafe vardı. Atlaması durumunda hem sert zemin olduğu için, hem de okçular tarafından ölme riski vardı. Acaba yapabilir miydi, yapmalı mıydı?

Muhafızlar da Togre’yi çevrelediler;

-Nereye kaçtığını sanıyordun. Yolun sonuna geldin. Şimdi köpekler gibi seni kulübene geri götüreceğiz. Götürün şunu.

Muhafızlar, Togre’nin kollarından tutup geri götürmek için üstüne yürüdüğü sırada Togre bir anda kendisini çatıdan aşağıya bıraktı. Neyse ki okçular şaşkınlıkla olup biteni izlediler ama çok geçmeden ok yağmuruna da başladılar. Muhafızlar da hayret içerisinde çatının kenarına ilerlediler.

Togre ise hiçbir zarar görmeden atlamayı başarmıştı. Sonunda cesaretini kullanabilmiş ve artık zihninin asıl hakimi olduğunu kabul ettirmişti. Hemen toparlandı, ayağa kalktı ve çatıdan aşağıya indi. Okçular ok yağdırmaya devam ediyorlardı. Çatıda kalan diğer muhafızlar da hemen oradan inmeye ve Togre’yi yakalamak için şehirdei diğer muhafızlara haber vermeye başladılar.

Koştu, koştu, koştu… Neredeyse ciğerleri ağzından dışarıya çıkacak derecede kendini zorladı. Ara sokaklara girip izini kaybettirmeye çalıştı. Bir evin avlusunu görünce gizlice oraya yöneldi ve girdi. Bahçenin sokağa bakan yanından daha kuytu bir tarafında durdu, bekledi. Soluklanmaya ihtiyacı vardı. Ciğerleri daha fazla dayanamazdı.

Muhafızlar ise her yerde onu arıyordu. Sayıları gittikçe artmakta ve tek bir sokakta bile kuş uçurtmamaktaydılar. Togre’nin başını dışarıya çıkaracak durumu kalmamıştı neredeyse. Bu sırada muhafız komutanı olan biteni öğrendi. Bunun üzerine aramaları arttırmak ve bizzat yönetmek için şehir meydanına indi. Buradaki muhafızlara gerekli talimatları verip aramalara katıldı.

Togre hala daha bulunduğu yerden kımıldamamıştı. Her ne kadar bu yaptığı cesurca bir hareket olsa bile riskli ve bir o kadar ölümcül bir sınavdı. Bu yüzden bir yandan da hafif bir titreme ile vücudunda cesaretini sarsmaya çalışan hisler ortaya çıkıyordu ister istemez. Ama yine de kararlıydı ve kaçmalıydı.

-Buradan kaçacağım ve özgür olacağım.

Gözlerini kapadı ve bu sözleri tekrar etmeye başladı. İnancını yeniden tazelemeye ve gücünü yeniden toparlamaya çalışıyordu. Son bir kez daha tekrarladıktan sonra gözünü açtığında ise karşısında bir adam buldu. Göz göze geldiler; Togre yerde diz çökmüş bir haldeydi, adam ise Togre’nin burada ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Anlaşılan bu bahçenin sahibiydi karşısına geçen adam. Birden bire hışımla ve bağırarak Togre’nin üstüne yürümeye başladı;

-Demek benim bahçeme dadanan hırsız sendin. Şimdi nereye kaçacaksın bakalım yüzsüz sıçan.

Togre, üstüne yürüyen bu deliye dönmüş adamı görünce hemen ayağa kalktı. Adam, bahçesindeki ilk gözüne kestirdiği şey olan tırpanı eline alarak Togre’nin üstüne yürüdü. Adam küfürler saydırmakta ve Togre’yi öldürmek istemekteydi. İlk hamlesini yaptı ancak Togre kıvrak bir şekilde kendisini saldırıdan kurtardı. Deliye dönmüş adam tekrar saldırdı ama yine başarılı olamadı. Togre, deliye dönen bu adamın kendisini öldüreceğini gördükten sonra onun oynadığı oyun kurallarının aynısını yapmaya başladı. Tekrar saldıran adam yine başarılı olamayınca çıldırmış adama sert bir tekme attı. Bu tekmeden sonra daha da deliren adam tüm gücüyle Togre’ye yüklendi ve onu yere indirmeyi başardı. Bu sefer ise yerde büyük bir boğuşma başladı. Togre, adama göre daha zayıf bir vücuda sahipti. Ayrıca elindeki tırpan da adamı daha ölümcül kılmaktaydı. Yine de direndi ve tırpanı kendisinden uzak tuttu. Bu sırada karın boşluğuna sert bir tekme atan Togre, adamın savunmasını düşürdü. Acı içinde kalınca Togre tüm gücüyle adamı üstünden indirdi ve elini ısırarak tırpanı ondan aldı.

Tırpanı da almasıyla tüm kozu eline geçiren Togre, boğuşmayı lehine çevirmeyi başarmıştı. Şimdi ise sırada bu adama ne yapacağı vardı. Tırpanını Togre’ye kaptıran ve yerde sırtüstü savunmasız bir biçimde yatan adam çaresizce merhamet dilenmeye başladı;

-Yalvarıyorum bana bir şey yapma. Ailem var. Yemin ediyorum seni şikâyet etmeyeceğim.

Togre tüm yaşadıklarının ardından ilk defa kendisini bu kadar güçlü ve cesur hissediyordu. Çok acı çekmişti ve hepsinde de güçsüzlüğü ile kaybetmişti. Ama bu sefer güçlüydü. Sanki bir ilah kudretine sahip hissediyordu kendisini. Duygularını askıya almış ve tüm yaşadıklarının diyetini almak istiyordu. Adam ise yine yalvardı;

-Yemin ediyorum seni görmedim, tanımıyorum. Bahçemden çaldığın hiçbir şey için seni şikâyet etmeyeceğim. Beni aileme bağışla.

Ama artık çok geçti. Togre kulaklarını hissetmiyor ve zihnini güçle dolduruyordu. Evet, diyetini alma zamanıydı. Adamın kafasına doğru eğilerek şöyle dedi;

-Ne yazık ki seni anlamıyorum. Kergit dili konuşmalıydın.

Elindeki tırpanın ucunu adamın boğazının ortasına tereddütsüz bir şekilde hızlıca sapladı. Bir yandan da ses çıkarmaması için adamın ağzını tuttu. Gözleri koskocaman ve korkusu ile dolmuş, elleri ve ayakları sürekli çırpınmaktaydı yerdeki adamın. Boğazından fışkıran kanlar tüm vücudunu sarmaya ve çırpınmasını azaltmaya başlattı. Bedeni kanlar içinde ve gözleri tamamen açık bir halde oracıkta ölüyordu. Togre ise keyifle bu anı izliyor ve bir yandan da adamın ağzını tutmaya devam ediyordu.

Sonunda çırpınması kesildi ve gözleri açık bir biçimde öldü. Togre ise hayattan diyetini almıştı ve başka tür duygularla ölen adama bakıyordu. Nihayet ölümün ne olduğunu başka türlü yaşamıştı. Ancak yine de içinde yanlış olan bir şeyler olduğunu hissediyordu. Yoksa gerçek diyeti bu değil miydi? Öldürdüğü kişi ona zulüm çektiren insanlardan biri değildi ve görüntüsü ise oldukça sıradan ve fakirdi. Gerçekten de doğru bir diyet miydi bu?

Tam o sırada arkasından bir bağırış duydu ve sırtını döndü. Bir kadın ve bir elindeki çocuk, bulunduğu yere bakınıyordu. Kadın birden bire dizleri üstüne çöktü ve çaresizce ağlamaya başladı. İşte bu çok kötüydü. Bu, yanlış diyetin en belirgin kanıtıydı. Onun diyeti fakir ve masum bir aile değildi. Togre, kendi hayatının diyetini ararken başka bir hayata nokta koymuş ve geride kalıcı izler bırakmıştı.

Elindeki tırpana, sonra adama, sonra da kadın ve çocuğa baktı. Hatasını anlamıştı. Yanlış diyetti bu. Telafisi olmayan bir hata… Ayağa kalktı, elindeki tırpanı yere bıraktı. Kadın bir anda korkarak çocuğunu da yanına aldı ve kapıdan içeri girip içeriden sürgüledi. Ama bir taraftan da kapının arkasında çaresizce ağlamaya devam ediyordu.

Togre, daha fazla burada duramazdı. Kısa sürede şehirden ayrılması ya da başka bir yerde saklanması şarttı. Yönettiğini düşündüğü zihnine yine hükmedememiş ve başarısız olmuştu. Bu ruh haliyle ne kadar kaçabilir o bile belli değildi. Yine de kendini toparlamaya çalıştı ve bahçenin çevresine bakınmaya başladı.

Şehirdeki muhafızlar ise kuş uçurtmuyor ve sürekli aramalarını sıklaştırıyorlardı. Her yer didik didik aranmakta ve çevredekilere sorulmaktaydı;

-Hey! Buradan koşarak uzaklaşan veya şüpheli görünen birini gördünüz mü?

-Hayır efendim.

-İyi, tamam.

-Efendim bir saniye.

-Ne var?

-Efendim bu naçizane manav kulunuzdan size ikram olsun.

-Bakayım. Hmm… Güzelmiş. Nerede geliyor bu hıyarlar?

-Bu hıyarlar Shariz’den geliyor efendim. Ama oraya da Mit Nun tüccarları tarafından gelmekte. Kalradya’nın en güzel hıyarları o civarlarda yetişir.

-Hmm. Güzel, ayır bana da biraz. Akşam burada ol ona göre.

-Tabiki efendim.

Şehirde bunlar yaşanırken Togre ise çoktan o bahçeyi terk etmişti. Hızlıca ve nereye gittiğini bilmeden ilerliyordu. Boğuşma sırasında öldürdüğü adamın kanları ona da bulaşmıştı. O yüzden tenha sokaklarda ilerleyip izini kaybettirmek için dikkat ediyordu. Ara sokaklarda ilerlediği sırada iki muhafızın sokak çıkışını tuttuğunu gördü ve saklandı. Geri dönmesi de, ilerlemesi de artık çok riskliydi. Bahçede öldürdüğü adamdan sonra sızlayan yüreği gerçek düşmanlarına karşı nasıl tepki verecekti onu da bilmiyordu. Ama yine de buradan çıkmalıydı.

Muhafızlar ise sokak çıkışını dikkatlice gözlüyor ve geçmek isteyenleri iyice kontrol ediyorlardı. Bazen geçmek isteyen hanımlara sarkıntılık etmeye çalışmaları ise bölgedekileri çileden çıkartıyordu. Togre de tüm bu olan biteni izlemeye devam etmekte ve bulunduğu yerin daha fazla güvenli olamayacağının farkındaydı. Ancak muhafızlar bir türlü çıkacağı noktadan gözlerini ayırmıyor ve pür dikkat sokağı gözlüyorlardı.

Akşam olmuştu ancak Togre hala daha bulunduğu yerden çıkamamış ve orada çakılıp kalmıştı. Hava ise iyice kararmaya başlayınca muhafızlar görüş açılarını kaybettiklerinden ışığa ihtiyaç duydular.

-Ben meşale almaya gidiyorum. Gözünü ayırma.

+İyi olur. Ama acele et.

Muhafızlardan biri gitmişti. Artık tek muhafız sokağı gözlüyordu. Togre tekrar dikkatlice sokağın çıkışına bakınca tek muhafızın orada durduğunu gördü. İlk başta tereddüt etti ama sonra kısa bir süre daha bekleyince muhafızın gerçekten de tek olduğunu anladı. Acaba bu tek muhafız ile baş edebilecek miydi? Her ne kadar öldürdüğü adam ona bir acıma duygusu aşılamış olsa da cesaret de kazandırmıştı. Bu yüzden saldırmak istiyordu. Cesaretini toplamaya ve inancını yitirmemeye çalışıyor, muhafızı nasıl alt edebileceğini hesap ediyordu.

Fazla düşünecek zamanı yoktu. Saldırmak istiyordu ve aklına yapabileceği tek şeyin muhafızın önüne çıkmak olduğunu düşünüyordu. Riskli ama basit bir plandı. Fazla hırslı ve istekliydi. Bu hırs canından edebilirdi ama yine de cesaretine güveniyor, başaracağına inanıyordu.

Hızlıca bulunduğu yerden çıktı ve koşarak muhafıza doğru ilerledi. Muhafız hızlıca kılıcını çektiği sırada Togre bir anda durdu. Çünkü hiç beklemediği bir sürpriz onu bekliyordu.

Etrafı tamamen askerlerle çoktan çevrilmiş ve dışarıya çıkması beklenmişti. Askerlerin arasından öne gelen muhafız komutanı, planıyla başarıya ulaşmıştı. Togre ise düştüğü tuzağın ortasında çaresizce kalakaldı ve teslim oldu.
 
Back
Top Bottom