midnight blue
[size=18pt] MAVİ KATRAN[/size]
ANKARA 2015
- Tamam anne merak etme , pekmez içiyorum gece yatmadan.
- Aman oğlum sınavlardan önce amcanın yolladığı cevizlerden ye bak zihnini açar.
- Tamam anne yerim.
- Bak Nursel teyzenin selamı var. Okumaya gitti bizi unuttu diyor.
- Sen de selam söyle. Anne ders başlayacak birazdan.
- Tamam oğluşum dikkat et kendine hadi iyi dersler.
- Sağol anne görüşürüz.
Günlerden sonra ilk kez cümle kurmaktan olsa gerek, boğazımda tatlı bir sızı var. Annem de olmasa konuşmayı unutacağım. Masadaki pekmez şişesi bana yine pis pis bakıyor. Aylardır yerinden bile oynatmadığım şişe sinirimi bozmaya başladı. Hoş ben de o şişe gibiyim. Sadece duruyorum. Bunaltıcı yurt odasında tüm gün internette dolaşıp, hayal kuruyorum. Yirmi yaşına geldin be Sedat, daha ne kadar saklanacaksın? Sonsuza dek. Keşke okumak için Ankara’ya gelmeseydim. Belki biraz açılır, bir iki arkadaş edinir, hatta daha ileri gidip bir kızla tanışır normal insanlar gibi yaşarım diyerek geldim. Sonuç kaçınılmazdı ama insan umutlanıyor işte. Keşke bugün dersim olmasaydı. Mayıs ayında Ankara hiç çekilmiyor, bazen okulu bırakıp Antalya’ya dönmeyi düşünüyorum. Ama bunu yapmayacağım.
Babamın ‘’Ben sana dememiş miydim hanım, bu oğlan bir baltaya sap olmaz. Bak ne oldu tutturdunuz okul üniversite diye , yarım bırakıp geldi. Neyi tamamladı ki bugüne kadar? Yarından itibaren benimle işe geliyorsun.’’ Sözlerini duymaktansa şu çorak bozkırda ölürüm daha iyi.
- Sedaat
- Efendim. Ahmet banyodan sesleniyordu. Yine havlusunu unuttu galiba. Şu odayı biriyle paylaşmaktan nefret ediyorum. Pahalı olmasa tek kişilik bir oda kiralayıp tüm ömrümü orda geçireceğim.
- Abicim senin dersin yok mu bugün?
- Doğru ya. Sınav var üstelik.
Saniyeler önce aklımda olan bir şey yine kaçıp gitmişti hafızamdan.Kalktım hemen, aylardır beni ütüleyin diye yalvaran gömleğimi giydim. Duş alma imkanım olmadığı için parfüm sıktım. 2 sene önce doğum günümde kimin aldığını hatırlamadığım şişe hala ilk günkü tazeliğini korumakta. Çıktım odadan. Neyse ki okul yakın ama paspal paspal yürüdüğüm için en az on dakika önce çıkmam gerekiyor yurttan. Yine aynı yoldan yürüyorum yeni bir yüz görmemek için. Yere bakarak yürüdüğümden, binanın rengini sorsalar söyleyemem. Her zamanki merdivenlerden, her zamanki koridorlardan geçip sınav salonuna ulaşıyorum. Boş kağıt verdim sayılır, Ad, soyad ve Rusça birkaç şey yazmam dışında. Rus dili ve edebiyatı okumak iyi bir fikir değilmiş, bunları tüm sınavlardan FF aldığımda anlamıştım.
Tüm sınavlardan erken çıkarım, ürkütücü insan seline kapılmamak için. Elimde değil korkuyorum tek silahı ; bakışları olan insanlardan! Herkes bana bakıyor, gülüyorlar içten içe. ‘’Yine şu zavallı geçiyor, korkak tavşancık.’’Dediklerinden adım gibi eminim. Ya da emin değilim. Kimsenin zihninde bir düşünce olarak var olduğumu bile sanmıyorum, görünmezimdir belki. Kimse varlığımdan haberdar değildir. Bunları düşünerek yurda varıyorum. Tek sevdiğim yer burası Ankara’da. Yüzlerce kazmanın toplandığı erkek yurdu bana bir hayvanat bahçesini andırıyor. Ben en ürkek hayvanım tabi ki. Nice aslanlar, kaplanlar, kurnaz kurtlar hüküm sürerken dünyaya, ben tavşancık olarak; ailemin havuçlarıyla beslenmekte, küçük deliğimde titreyerek yaşamaktayım. Sonunda vardım odamın bulunduğu koridora ama kapı aralık. Ahmet’in dersi vardı bugün ama odayı kilitlemeden de çıkmaz. Adımlarım kalp atışlarım kadar hızlanıyor neredeyse, kızıyorum kendime. Ne var bu kadar korkacak? Belli ki unutmuş kilitlemeyi. İncir çekirdeğini doldurmayan cesaretimi de kaybetmemek için hızlıca açıyorum kapıyı.
Kapıyı açmamla hızlı bir şok dalgası yayılıyor bedenime. Zaman kavramını sorguluyorum, yoksa uyanmadım mı bugün? Rüyada mıyım? İyi de her şey çok gerçek. Kalbim süvari birlikleri gibi dolu dizgin, başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor, ayaklarımı hissetmiyorum. Konuşmayı, düşünmeyi, yürümeyi unuttum sanki. Annemin karnında tekrar cenin oluverdim birden bire. Kanım çekilirken, tüm yaşamsal faaliyetlerim akıp gidiyor uzuvlarımdan. En ilginç tarafı bunların hepsi saniyeler içinde oluveriyor, karşımda duran mavi gözlü, çıplak kız bana bakarken. Kız ellerini göğüslerine siper ederken, hayretin ve utanmanın etkisiyle kızarıyor. Olduğum yere mıhlanıyorum. Banyodan Ahmet çıkıyor. Neyse ki üstünde donu var diye şükrederken yakalıyorum kendimi. Beni görünce ne yapacağını şaşırıyor. ‘’Se.. Sedat. Senin sınavın yok muydu?’’ O an bunların gerçek olduğunu kavrayıp son hızla odadan çıkıyorum. Bacaklarım bana ihanet etmiyor ve beni yurdun bahçesine kadar taşıyorlar. Soluklanmak için duruyorum. Aklımdaki terk görüntü mavi gözlü kız ve kusursuz bedeni oluyor. İyide nasıl girdi erkekler yurduna? Acaba sevgililer mi? Ben geldiğimde işleri bitmiş miydi yoksa yeni mi başlayacaklardı? Bunları düşündüğüm için kızıyorum kendime. Sanane ulan, dünyada kız bitti de var olan tek arkadaşının manitasını mı düşünüyorsun? Ne yapacağım şimdi ben? Zaten Ahmet’le zar zor iki cümle konuşuyordum, bu olaydan sonra yüzüne bakamam. Sanki kızı ben getirmişimde yakalanmışım gibi, kendi kendime kızıyorum. Akşama kadar yurdun kafesinde, tek başıma mavi gözlü kızı düşündüm, çıplak gördüğüm ilk kız olmasına rağmen bedeni değildi beni etkileyen. Saat on’a geliyor, eninde sonunda gideceğim zaten odaya. Saklambaç oyunumu sonlandırıyorum istemsizce. Annesinin ‘hadi artık eve gel’ dediği ama her zaman ‘anne valla bu son el’ diye dudak büzen küçük bir çocuk gibi başım önümde odamın yolunu tutuyorum. Her adımda kalp atışlarım hızlanıyor. Kapının önüne vardığımda kendimi ; acaba hala orda mı? Diye gizlice umutlanmaktan alıkoyamıyorum. Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda Ahmet’i bilgisayarda oyun oynarken bir yandan da pizza yerken yakalıyorum.
Aptal gibi hissediyorum kendimi, bir şey demeden yatağıma doğru yürüyüp uzanıyorum. Sessizliği bozan Ahmet oluyor.
- Kusura bakma Sedat. Sınavın vardı diye biliyordum. O şekilde karşılaşmak istemezdim.
- Sınavım vardı ama erken çıktım.
- Şey bugün olanlar aramızda kalırsa sevinirim. Yurt müdürüyle tek bir sorun daha yaşarsam atacak beni şerefsiz herif.
- Merak etme bir şey söylemem.
Ahmet tedirgin görünüyordu. Güvenmiyordu bana , pek sohbetimiz yoktu. Olaylı bir çocuk olduğu için, benim gibi bir tavşanın yanına attılar onu. Birkaç kez dışarı çıkmayı teklif etti ama ben bahaneler uydurup durdukça üstelemedi. Ben de daha sonra pişman olduysam da hiç yaklaşmadım. İyi çocuk aslında Ahmet. Kızlar konusunda daldan dala konan bir kuş olsa da, bir yandan çalışıp bir yandan okuyor . Ailesinin durumu pek kötü , babası öldü geçen sene. 2 ay okula uğramadı.
Ahmet pizzasını mideye indirirken ben yurt odasında bir yabancı gibi hareket ediyorum. Mavi gözlü kızın silüeti dolaşıyor odada. Yatakta duvarı izleyip Ahmet’in sevgilisini düşlerken birden bir koku geliyor burnuma. Bu hayatımda aldığım en güzel en mavi koku. Yastığımdan gelen bu kadife kokunun benim 3 liralık duş jelimden gelmediğini bildiğim için şaşırıyorum. Yurttaki temizlik malzemeleri hijyen kokar ve paraya kıyıp güzel kokulu malzemeler almazlar. Bu o kızın kokusu olmalı. Şerefsiz Ahmet benim yatağımda becermiş. Kahretsin, yastıktan gelen koku beni vurgun yemiş dalgıçlar gibi felç ediyor. Gözlerimi kapatıp bu kokuyla uyumaya karar veriyorum. Çok geçmeden hayatımdaki en güzel uykuya dalıyorum.
Sabah ilk işim temizlikçiler bulmasın diye yastığı dolabıma saklamak oluyor. Psikopatça davrandığımın farkındayım ama umurumda bile değil, bu kokudan hemen ayrılmak istemiyorum. Keşke bu yastıkla uyumasaydım diyorum zaten sabaha kadar kokunun etkisi azalmış durumda. Ahmet ben uyanmadan çıkmış odadan. Bende her zamanki gibi acele etmeden çıkıyorum. Nedense bugün yere bakmadan yürüyorum, annem elimden tutuyor, benimle dalga geçen çocuklara kızıp beni koruyacakmış gibi.
Acaba bizim okulda mı okuyor ? Bir daha görür müyüm ? Görürsem ne yaparım? Tanımamış gibi yapıp hızla yürürüm. Hayır anlamlı bir bakış atıp gülümserim. Ne gülümsemesi be aptal herif! Kendine gel sen bir tavşancıksın. Hayatında ilk kez meme gördün diye superman sanma kendini. Var olan bir gıdım özgüveni de okulun kafesindeki yansımamı görünce kaybediyorum. Ne çirkin insansın be Sedat. Annem hep bana sende kız güzelliği var derdi. Doktor kızınız olacak demiş, bizim ufaklık ultrasonda kendini göstermeyince tüm bebeklik fotoğraflarımda pembe tulumlarlayım. O nedenle tüm aile bana pembiş Sedat der. O fotoğrafları kimse görmesin diye evdeki sandığa sakladım. Tekrar bakıyorum yansımama. Aslında yuvarlak bir yüzüm var. Kaşlarım gözlerim burnum güzel, dudaklarım bozuyor işi. Sevgili Türkan Şoray görse oğlum der sarılır. Boyum da pek uzun sayılmaz, geçen sene heveslenip fitness ‘a yazılmam ardından iki gün gidip bir ay kas ağrısı çekmem dışında spor geçmişim yok. Yine de vücudum çelimsiz değil. Ben bunları saniyeler içinde düşünürken kafenin sakin olduğunu fark ediyorum. Eee tabi millet derste. Benim gibi Rus dili ve edebiyatı okuyanlar -işsizler- dolanıyor etrafta. Hatta onlar bile arkadaş gruplarıyla Kızılay’a akmışlardır. Ulan insanın bir tane arkadaşı olmaz mı ? Kendimi piç gibi hissediyorum. Biraz daha düşünürsem iştahımın kaçacağını fark edip bir tane kaşarlı tost söyleyip en kuytu köşeye oturuyorum. Bana ömür gibi gelen sürenin sonunda tostum geliyor, tabağı alıp tam saldıracakken, sıcacık bir ses :
- Başka bir şey ister misiniz ? diyor. O an dikkat etmediğim garsona bakıyorum. Ve olduğum yerde kaskatı kesiliyorum.
- Tamam anne merak etme , pekmez içiyorum gece yatmadan.
- Aman oğlum sınavlardan önce amcanın yolladığı cevizlerden ye bak zihnini açar.
- Tamam anne yerim.
- Bak Nursel teyzenin selamı var. Okumaya gitti bizi unuttu diyor.
- Sen de selam söyle. Anne ders başlayacak birazdan.
- Tamam oğluşum dikkat et kendine hadi iyi dersler.
- Sağol anne görüşürüz.
Günlerden sonra ilk kez cümle kurmaktan olsa gerek, boğazımda tatlı bir sızı var. Annem de olmasa konuşmayı unutacağım. Masadaki pekmez şişesi bana yine pis pis bakıyor. Aylardır yerinden bile oynatmadığım şişe sinirimi bozmaya başladı. Hoş ben de o şişe gibiyim. Sadece duruyorum. Bunaltıcı yurt odasında tüm gün internette dolaşıp, hayal kuruyorum. Yirmi yaşına geldin be Sedat, daha ne kadar saklanacaksın? Sonsuza dek. Keşke okumak için Ankara’ya gelmeseydim. Belki biraz açılır, bir iki arkadaş edinir, hatta daha ileri gidip bir kızla tanışır normal insanlar gibi yaşarım diyerek geldim. Sonuç kaçınılmazdı ama insan umutlanıyor işte. Keşke bugün dersim olmasaydı. Mayıs ayında Ankara hiç çekilmiyor, bazen okulu bırakıp Antalya’ya dönmeyi düşünüyorum. Ama bunu yapmayacağım.
Babamın ‘’Ben sana dememiş miydim hanım, bu oğlan bir baltaya sap olmaz. Bak ne oldu tutturdunuz okul üniversite diye , yarım bırakıp geldi. Neyi tamamladı ki bugüne kadar? Yarından itibaren benimle işe geliyorsun.’’ Sözlerini duymaktansa şu çorak bozkırda ölürüm daha iyi.
- Sedaat
- Efendim. Ahmet banyodan sesleniyordu. Yine havlusunu unuttu galiba. Şu odayı biriyle paylaşmaktan nefret ediyorum. Pahalı olmasa tek kişilik bir oda kiralayıp tüm ömrümü orda geçireceğim.
- Abicim senin dersin yok mu bugün?
- Doğru ya. Sınav var üstelik.
Saniyeler önce aklımda olan bir şey yine kaçıp gitmişti hafızamdan.Kalktım hemen, aylardır beni ütüleyin diye yalvaran gömleğimi giydim. Duş alma imkanım olmadığı için parfüm sıktım. 2 sene önce doğum günümde kimin aldığını hatırlamadığım şişe hala ilk günkü tazeliğini korumakta. Çıktım odadan. Neyse ki okul yakın ama paspal paspal yürüdüğüm için en az on dakika önce çıkmam gerekiyor yurttan. Yine aynı yoldan yürüyorum yeni bir yüz görmemek için. Yere bakarak yürüdüğümden, binanın rengini sorsalar söyleyemem. Her zamanki merdivenlerden, her zamanki koridorlardan geçip sınav salonuna ulaşıyorum. Boş kağıt verdim sayılır, Ad, soyad ve Rusça birkaç şey yazmam dışında. Rus dili ve edebiyatı okumak iyi bir fikir değilmiş, bunları tüm sınavlardan FF aldığımda anlamıştım.
Tüm sınavlardan erken çıkarım, ürkütücü insan seline kapılmamak için. Elimde değil korkuyorum tek silahı ; bakışları olan insanlardan! Herkes bana bakıyor, gülüyorlar içten içe. ‘’Yine şu zavallı geçiyor, korkak tavşancık.’’Dediklerinden adım gibi eminim. Ya da emin değilim. Kimsenin zihninde bir düşünce olarak var olduğumu bile sanmıyorum, görünmezimdir belki. Kimse varlığımdan haberdar değildir. Bunları düşünerek yurda varıyorum. Tek sevdiğim yer burası Ankara’da. Yüzlerce kazmanın toplandığı erkek yurdu bana bir hayvanat bahçesini andırıyor. Ben en ürkek hayvanım tabi ki. Nice aslanlar, kaplanlar, kurnaz kurtlar hüküm sürerken dünyaya, ben tavşancık olarak; ailemin havuçlarıyla beslenmekte, küçük deliğimde titreyerek yaşamaktayım. Sonunda vardım odamın bulunduğu koridora ama kapı aralık. Ahmet’in dersi vardı bugün ama odayı kilitlemeden de çıkmaz. Adımlarım kalp atışlarım kadar hızlanıyor neredeyse, kızıyorum kendime. Ne var bu kadar korkacak? Belli ki unutmuş kilitlemeyi. İncir çekirdeğini doldurmayan cesaretimi de kaybetmemek için hızlıca açıyorum kapıyı.
Kapıyı açmamla hızlı bir şok dalgası yayılıyor bedenime. Zaman kavramını sorguluyorum, yoksa uyanmadım mı bugün? Rüyada mıyım? İyi de her şey çok gerçek. Kalbim süvari birlikleri gibi dolu dizgin, başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor, ayaklarımı hissetmiyorum. Konuşmayı, düşünmeyi, yürümeyi unuttum sanki. Annemin karnında tekrar cenin oluverdim birden bire. Kanım çekilirken, tüm yaşamsal faaliyetlerim akıp gidiyor uzuvlarımdan. En ilginç tarafı bunların hepsi saniyeler içinde oluveriyor, karşımda duran mavi gözlü, çıplak kız bana bakarken. Kız ellerini göğüslerine siper ederken, hayretin ve utanmanın etkisiyle kızarıyor. Olduğum yere mıhlanıyorum. Banyodan Ahmet çıkıyor. Neyse ki üstünde donu var diye şükrederken yakalıyorum kendimi. Beni görünce ne yapacağını şaşırıyor. ‘’Se.. Sedat. Senin sınavın yok muydu?’’ O an bunların gerçek olduğunu kavrayıp son hızla odadan çıkıyorum. Bacaklarım bana ihanet etmiyor ve beni yurdun bahçesine kadar taşıyorlar. Soluklanmak için duruyorum. Aklımdaki terk görüntü mavi gözlü kız ve kusursuz bedeni oluyor. İyide nasıl girdi erkekler yurduna? Acaba sevgililer mi? Ben geldiğimde işleri bitmiş miydi yoksa yeni mi başlayacaklardı? Bunları düşündüğüm için kızıyorum kendime. Sanane ulan, dünyada kız bitti de var olan tek arkadaşının manitasını mı düşünüyorsun? Ne yapacağım şimdi ben? Zaten Ahmet’le zar zor iki cümle konuşuyordum, bu olaydan sonra yüzüne bakamam. Sanki kızı ben getirmişimde yakalanmışım gibi, kendi kendime kızıyorum. Akşama kadar yurdun kafesinde, tek başıma mavi gözlü kızı düşündüm, çıplak gördüğüm ilk kız olmasına rağmen bedeni değildi beni etkileyen. Saat on’a geliyor, eninde sonunda gideceğim zaten odaya. Saklambaç oyunumu sonlandırıyorum istemsizce. Annesinin ‘hadi artık eve gel’ dediği ama her zaman ‘anne valla bu son el’ diye dudak büzen küçük bir çocuk gibi başım önümde odamın yolunu tutuyorum. Her adımda kalp atışlarım hızlanıyor. Kapının önüne vardığımda kendimi ; acaba hala orda mı? Diye gizlice umutlanmaktan alıkoyamıyorum. Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda Ahmet’i bilgisayarda oyun oynarken bir yandan da pizza yerken yakalıyorum.
Aptal gibi hissediyorum kendimi, bir şey demeden yatağıma doğru yürüyüp uzanıyorum. Sessizliği bozan Ahmet oluyor.
- Kusura bakma Sedat. Sınavın vardı diye biliyordum. O şekilde karşılaşmak istemezdim.
- Sınavım vardı ama erken çıktım.
- Şey bugün olanlar aramızda kalırsa sevinirim. Yurt müdürüyle tek bir sorun daha yaşarsam atacak beni şerefsiz herif.
- Merak etme bir şey söylemem.
Ahmet tedirgin görünüyordu. Güvenmiyordu bana , pek sohbetimiz yoktu. Olaylı bir çocuk olduğu için, benim gibi bir tavşanın yanına attılar onu. Birkaç kez dışarı çıkmayı teklif etti ama ben bahaneler uydurup durdukça üstelemedi. Ben de daha sonra pişman olduysam da hiç yaklaşmadım. İyi çocuk aslında Ahmet. Kızlar konusunda daldan dala konan bir kuş olsa da, bir yandan çalışıp bir yandan okuyor . Ailesinin durumu pek kötü , babası öldü geçen sene. 2 ay okula uğramadı.
Ahmet pizzasını mideye indirirken ben yurt odasında bir yabancı gibi hareket ediyorum. Mavi gözlü kızın silüeti dolaşıyor odada. Yatakta duvarı izleyip Ahmet’in sevgilisini düşlerken birden bir koku geliyor burnuma. Bu hayatımda aldığım en güzel en mavi koku. Yastığımdan gelen bu kadife kokunun benim 3 liralık duş jelimden gelmediğini bildiğim için şaşırıyorum. Yurttaki temizlik malzemeleri hijyen kokar ve paraya kıyıp güzel kokulu malzemeler almazlar. Bu o kızın kokusu olmalı. Şerefsiz Ahmet benim yatağımda becermiş. Kahretsin, yastıktan gelen koku beni vurgun yemiş dalgıçlar gibi felç ediyor. Gözlerimi kapatıp bu kokuyla uyumaya karar veriyorum. Çok geçmeden hayatımdaki en güzel uykuya dalıyorum.
Sabah ilk işim temizlikçiler bulmasın diye yastığı dolabıma saklamak oluyor. Psikopatça davrandığımın farkındayım ama umurumda bile değil, bu kokudan hemen ayrılmak istemiyorum. Keşke bu yastıkla uyumasaydım diyorum zaten sabaha kadar kokunun etkisi azalmış durumda. Ahmet ben uyanmadan çıkmış odadan. Bende her zamanki gibi acele etmeden çıkıyorum. Nedense bugün yere bakmadan yürüyorum, annem elimden tutuyor, benimle dalga geçen çocuklara kızıp beni koruyacakmış gibi.
Acaba bizim okulda mı okuyor ? Bir daha görür müyüm ? Görürsem ne yaparım? Tanımamış gibi yapıp hızla yürürüm. Hayır anlamlı bir bakış atıp gülümserim. Ne gülümsemesi be aptal herif! Kendine gel sen bir tavşancıksın. Hayatında ilk kez meme gördün diye superman sanma kendini. Var olan bir gıdım özgüveni de okulun kafesindeki yansımamı görünce kaybediyorum. Ne çirkin insansın be Sedat. Annem hep bana sende kız güzelliği var derdi. Doktor kızınız olacak demiş, bizim ufaklık ultrasonda kendini göstermeyince tüm bebeklik fotoğraflarımda pembe tulumlarlayım. O nedenle tüm aile bana pembiş Sedat der. O fotoğrafları kimse görmesin diye evdeki sandığa sakladım. Tekrar bakıyorum yansımama. Aslında yuvarlak bir yüzüm var. Kaşlarım gözlerim burnum güzel, dudaklarım bozuyor işi. Sevgili Türkan Şoray görse oğlum der sarılır. Boyum da pek uzun sayılmaz, geçen sene heveslenip fitness ‘a yazılmam ardından iki gün gidip bir ay kas ağrısı çekmem dışında spor geçmişim yok. Yine de vücudum çelimsiz değil. Ben bunları saniyeler içinde düşünürken kafenin sakin olduğunu fark ediyorum. Eee tabi millet derste. Benim gibi Rus dili ve edebiyatı okuyanlar -işsizler- dolanıyor etrafta. Hatta onlar bile arkadaş gruplarıyla Kızılay’a akmışlardır. Ulan insanın bir tane arkadaşı olmaz mı ? Kendimi piç gibi hissediyorum. Biraz daha düşünürsem iştahımın kaçacağını fark edip bir tane kaşarlı tost söyleyip en kuytu köşeye oturuyorum. Bana ömür gibi gelen sürenin sonunda tostum geliyor, tabağı alıp tam saldıracakken, sıcacık bir ses :
- Başka bir şey ister misiniz ? diyor. O an dikkat etmediğim garsona bakıyorum. Ve olduğum yerde kaskatı kesiliyorum.
Tanıdık bir heyecan bedenimi sarmalarken ‘hayır ‘ diyorum kendime. Hayır Sedat! Bu sefer bu mavi güzellikten kaçamazsın, kaçmayacaksın. Annem yanımda, elimi sıkıp sevgi dolu gözleriyle bana bakıyor. ‘Hadi oğlum hadi Sedat’ım’ diyor. Bu halüsinasyonun cesaretiyle gözlerimi kaçırmadan ‘Hayır teşekkürler’ diyorum. Kız dudaklarını hafif büzüyor, beklediği yanıt bu değil pek belli. Benim eriyip bitmeme , bedenimin oturduğum sandalyeden yavaşça akıp onun ayaklarıyla buluşma arzusuyla yerde sürünmesine yetecek kadar göz göze geliyoruz. Ve arkadan bir ses hayatımda duyduğum en güzel ismi haykırıyor :
- ‘Talin dışarıdaki masaların tozu duruyor oyalanma hadi!’ Mavili kız -Talin- barın üzerinde duran toz bezini kapıp dışarı çıkıyor. Ve kendime geliyorum, beni tanımadı! Tabi tanımayacak ne bekliyorum ki ? Kendimi küçük hissediyorum öyle ki, benim masamın tozunu alsa, beze yapışacak toz taneciklerinden biri olurdum. Her zaman ki Sedat’ı oynayıp kalkıp gitmeye karar veriyorum. Zavallı tostumun kaşarları ben erirken donmuşlar. Şuan ne yesem geri çıkaracağımı bildiğim için, kafe çıkışındaki kasaya hesabı ödüyorum. Kendimi bile şaşırtan küçük bir hamleyle gözlerim Talin’i arıyor. Bulamıyorum. Ve annem beni terk ediyor gözleri dolu dolu. Zavallı olduğumu söylemese de benimle gurur duymadığı kesin. Ayrılıyorum tavşancık adımlarımla oradan. Köşeyi döndüğümde karşımda onu buluyorum. Tedirgin ve kırmızı. Tıpkı dün olduğu gibi.
- Kusura bakma, çalışırken müşterilerle konuşmam yasak. Şimdi de geri dönmem gerek. Akşam 9 gibi buraya gelebilir misin? İşim o zaman bitiyor.
- - Tabi. Tabi gelirim.
- - İyi o halde akşam görüşürüz. Ahmet’in haberi olmasın lütfen.
Hızlıca kafeye doğru yürürken kalbimi yanında götürdüğünün farkında değildi. Beni elleriyle bataklığın dibinden çıkardığının, beni MUTLU ettiğinin farkında değildi.
Koşar adım yurda gittim, giyebileceğim en iyi parçaları düşünüyordum. Bayramda giydiğim gömlek ütülüydü ve siyah beni iyi gösteriyordu. Önce duş alacaktım sonra giyinip, cesaretlenmek için annemi arayacaktım. Tüm bunları düşünürken saatime baktım saat daha 12 bile olmamıştı. Ve akşam 9’a bir ömür vardı. Yurda vardım. Odama girer girmez yastığı dolabımdan çıkarıp kokladım. Allahım, bunlar gerçek mi ?
Saat akşam 8’i gösteriyordu Ahmet odaya girerken. Her zaman ki gibi elinde telefon hızla bir şeyler yazarken ‘selam’ dedi.
Ben daha cevap vermeden bilgisayarını açtı. Ben umarım nereye gittiğimi sormaz – kötü bir yalancıyımdır da – diye dua ederken o çoktan ‘Friends’ izlemeye başladı. Saat 20:10’du. Annemi aramalıydım. Ama daha öncesinde aynaya bakmak istedim. Ömrüm boyunca toplam bugünkü kadar bakmamışımdır aynaya. İyi görünüyordum, kendimi buna inandırmak için üç saattir dönüp dolaşıyordum ve nedense inanmaya başlamıştım. Ahmet’i kontrol edip banyoya geçtim. Annemi bulmak zor değil rehberde. Toplasan yirmi kişi yok ve ‘A’ harfinde. Talin’in numarasını aldığımda –güzel bir hayal - ‘T’ harfi anlam kazanacak. Aptal aptal sırıtırken annemi aradım. Açmadı.
İki eli kanda olsa telefonumu açar ve ‘oğluşuum’ diyip ağlamaklı konuşmasına başlardı. Kızıyorum anneme. Neden büyüdüğümü kabul etmedi hiçbir zaman ? Belki üstüme bu kadar düşmese, bir kızla nasıl konuşacağımı sormak için tuvalet köşelerinde onu aramak zorunda kalmazdım. Tekrar aradım ama nafile. Saat 20:30 çıkmam gerek ve beş dakika öncesine kadar beni yalnız bırakmayan sahte özgüvenim yerini korkuya bırakıp beni terk etti. Derin bir nefes alıp cüzdanımı kontrol ediyorum. Param var. Asosyal insanların en büyük avantajı diye düşünürken banyodan çıkıyorum. Yavaşça kapıyı açıp tavşan adımlarla çıkarken korktuğum başıma geliyor
- Oooo Sedat, nereye böyle ?
Kahretsin , bunu daha önce düşünmediğim için kendime kızıyorum. Ne diyecektim şimdi? Ya bizim rektörün düğünü varmış tavşan kontenjanını doldurmak için gidiyorum Ahmet’ mi ?
- Bizim akrabalar geldi Antalya’dan karşılamaya gidiyorum biraz gezdireyim kuzenleri.
Tabi ki inanmadı. Ulan mayıs ayındayız 1 ay sonra siktirip gidicez memleketlere. Akrabaymış. Yalanımı s.. Neyse. İyi eğlenceler dedi bozuntuya vermedi Ahmet.
Saat 21:00 i gösterirken kafenin önündeyim. İçeri girdiğimde ortalıkta genç bir garsondan başka kimse yok.
- Hoşgeldiniz, isterseniz dışarıda oturun, günün spesiyali mantarlı makarna.
Ve sabahtan beri hiçbir şey yemediğimi fark ediyorum. Ulan hadi kızın yanında karnım guruldarsa? Rezil olurum.
- Ben Talin hanımı bekliyorum, çıktı mı ?
Çocuk şaşırıyor. O büyülüğü güzelliğin benim gibi bir herifle ne işi olur diye düşünüyordur. O sıra da Talin geliyor.
- Hoş geldin, şuraya geçelim biz. Arka taraftaki sakin masalardan birini gösteriyor. Garsona dönüp:
- Samet benim işlerim bitti, arkadaşımla görüşüp çıkarım. Zuzu tüm bardakları kontrol edeceğini söyledi. İkisi birlikte gülmeye başladılar ve aynı anda
- ‘Parlasın, ışıldasın!!’ diye bağırdılar. Garson yanımızdan ayrılırken, Talin elini uzattı :
- Kusura bakma tanışamadık bile. Ben Talin, daha iyi bir başlangıç yapmayı dilerdim. Dedi utanarak. Elimi uzattım ve yumuşacık bembeyaz ellerini sıktım.
- Ben Sedat memnun oldum. Gerçekten çok memnun oldum. Dedim ve o an kendime kafa atmak istedim. Salakça konuşmaya başlamıştım bile. Ama Talin gülümsüyordu. Masaya geçtik.
- Aç mısın ?
Şimdi önüme kuzu koysalar yerdim ama kızın yanında ayı gibi görünmek olmaz. Aç değilim desem ‘Allahın cimrisi’ diyecek. Of ulan of.
- Ben pek aç değilim ama sana uyarım. Ne istersin ? Diyorum menüyü elime alıp karıştırıyorum güya yemek önereceğim kıza. Talin gülüyor.
- Ben o menüyü adım soyadımdan daha iyi biliyorum, tavuklu börek yiyebiliriz. Kızarıyorum.
Az önceki çocuk servisi yapıp kayboluyor. Talin çok rahat görünüyor böreğini iştahla yerken. Bende ondan cesaret alıp birkaç lokma yiyorum. Daha doğrusu yemeye çalışıyorum ama lanet böreği körelmiş bıçakla kesemiyorum. Talin gülümseyip içerden metal ve keskin duran bir bıçak getiriyor bıçağı ters tutarak bana uzatıyor.
- Börekler sertleşmiş, bu keskindir bunu dene. Alıyorum ve böreği parçaladıktan sonra bıçağı bırakıyorum. Uzun süre konuşmuyoruz Sessizliği bozan o oluyor.
- Sedat, birden bire girdim hayatına şaşkınsın biliyorum, benden az senin kadar şaşkınım inan. Nasıl söyleyeceğimi gerçekten bilmiyorum ama sana güvenebileceğimi hissettim seni ilk gördüğüm anda. Sen diğerlerinden farklısın bunu görebiliyorum.
Sonra dikkatle gözlerime bakıyor sözlerinin bende bıraktığı etkiyi küçük bir telaşla süzüyor. Midemdeki börekler boğazıma doğru yol alırken gözlerindeki okyanusa dalıp bir daha çıkmamak istiyorum. En sonunda
- Teşekkür ederim. Ben, yani evet bana güvenebilirsin tabi. Diyorum. Gülümsüyor.
- Ahmet’le aramızdakiler saçma bir hataydı. İkimizde içmiştik. Sonra o yurt güvenliğine bir paket sigara uzattı ve güvenlik bize izin verdi. Birden bire gelişti her şey. Bir daha görüşmeyi düşünmüyorum onunla. Hem anlattığı kadar iyi değildi. Anlarsın ya. Dedi göz kırparak.
Sustu ve bir şeyler söylememi bekledi. Ama ben şok üstüne şok yaşıyordum. Çok rahat ve neşeliydi. En son konuşamayacağımı anlayınca pes edip devam etti.
- Ahmet’e seni sordum. Pek bir şey anlatmadı. Sessiz sakin bir tipmişsin Konuştuğu tek hatun annesidir dedi bana. Ve çıplak gördüğün ilk kız ben olduğum için tuvalet beni düşünmeye gittiğini söyledi.
Utancımdan ağlamak üzereydim. O ibneyi öldürecektim. Masadan kalkıp odaya koşmak istiyordum. Tek kelime etmedim ama yüzümden anlamış olacak ki,
- Hayır, hayır. Lütfen seninle dalga geçtiğimi düşünme. Özür dilerim aptalca konuştum. Ama inan ben bunlardan etkilendim. Sen diğerlerinden farklısın bunu anlatmaya çalışıyorum. Bak bu benim numaram. 17.00 – 21.00 arası bu lanet yerde çalışıyorum. Onun dışında boşum. Eğer bir şeyler yapmak istersen ara gerçekten çok sevinirim.
- Tamam. Yani tabi ararım seni. Sen hangi bölümdesin ?
- Ben okulu bıraktım geçen sene. Arkeoloji bana göre bir bölüm değildi. Ama ailem hala toprağın içinden bir define bulup zengin olacağıma inanıyor. Yani okulu bıraktığımı söylemedim onlara. Mersin’de yaşıyorlar. Peki ya sen neler yapıyorsun ? Anlat bakalım.
Tam ağzımı açıp konuşacaktım yanımıza kirli sakalı olan bir adam geldi. Omzumdan tutup
- Ooo Talin hanım köpeklerinize yemek mi ısmarlıyorsunuz artık ? Dedi ve ben ne olduğunu anlamadan suratıma bir darbe yedim. Yere kapaklandım ve ardından ayağıyla mideme geçirdi. Kudurmuş gibi ardı ardına vururken, Talin onu engellemeye çalışıyor bir yandan da bağırıyordu.
- Bırak onu!! Defol git buradan, seninle bir işim kalmadı benim rahat bırak beni. Sameet gel çabuk! Bırak dedim sana bıraaaak!
Kendime geldiğimde yanağımda buz torbası vardı. Yanımda Samet ve Talin vardı. Talinin mavi gözleri kızarmış maskarası yanağına bulaşmıştı.
- Gerçekten çok özür dilerim Sedat. O salağın buralarda olduğunu bilseydim asla buraya çağırmazdım seni. Çok acıyor mu ? Biraz daha buz ister misin ? Hadi kalk hastaneye gidiyoruz. İç kanama olabilir. Samet ne bakıyorsun bön bön yardım et kaldıralım!
- Durun, ben iyiyim sakin ol Talin. Biraz sızlıyor o kadar. Geçer şimdi.
Bok geçer şimdi. Ulan herif ağzımı dağıttı. Zaten bir şeye benzemeyen suratım şimdi ucubeye dönmüştür. Kızın önünde dayak yedim of ulan of rahat battı da geldim buraya.
Tüm direnişime rağmen Talin ve garson çocuk arabayla bırakıyorlar beni yurdun önüne.
Soluklanmak için bir bank bulup oturuyorum bahçede. Ahmet buz gibi suratı ve titreyen elleriyle bana doğru yaklaşırken nefesimi tutmuş ona bakıyorum.
- Ne işin var lan senin o kızla ? Öyle bir bağırıyor ki, etraftakiler durup bakmaya başlıyor. Adrenalinin ya da yediğim dayağın hatta Talin’in etkisiyle;
- Seni ilgilendirmez Ahmet işine bak. O seninle bir daha görüşmek istemiyor.
- Salak herif aynaya bakmadın mı ? Senin gibi bir süt kuzusuyla ne işi olur ? Eğleniyor besbelli.
Diyor ve kahkahalar atmaya başlıyor, benimle dalga geçiyor şerefsiz. Daha fazla küçülemem bugün yeterince ezildim, yeter! Suratına geçiriyorum, Ahmet neye uğradığını şaşırıyor. Elimin acısıyla bende ne yaptığımın farkına varıyorum. Kendimi o kadar iyi hissediyorum ki.
- Bir daha bunları tekrar edersen seni öldürürüm anladın mı ? Öldürürüm!
Ahmet küplere biniyor, üstüme yürüyor tam vuracakken ayırıyorlar bizi. Onu tutan kişilere gizliden gizliye şükrediyorum yoksa gebertecekti beni. Uzaklaşırken şu sözlerini duyuyorum:
- O kız bildiğin gibi değil Sedat. Uzak dur ondan, kendi iyiliğin için uzak dur.
Canın cehenneme pezevenk. Uzak durmuş. Hayatta bir kez olsun sen yenil be. Bi sefer de ben mutlu olayım. Küçükken mahallede kuzenlerle top oynardık. Mahallenin kızları sek sek atlarken bilerek topu oraya kaçırır, oyunlarını bozardık. En çok Yaren sinirlenirdi öyle ki ; bir kez topumuzu patlatmıştı. Aşıktım o sinirli kara gözlü kıza. Nitekim sarışın, yaşıtlarının hepsinden uzun olan komşumuz Mert elimden aldı onu. Daha doğrusu hiç benim olmamıştı. O yıllardan beri Mertle görüşmem. Nefret ediyorum ondan. Daha küçükken tüm mutluluklarım, hayallerim elimden alınıyordu.O gece Ahmet odaya hiç uğramadı, bende merak etmedim.
Sabah hayvanca tekmelenen zavallı kapının sesine uyanıyorum. Ne olduğunu anlayamadan gece kilitlediğim kapı tahminimce bir omuz darbesiyle açılıveriyor.
- Sedat Arslanoğlu sen misin ? diyor polislerden biri. ‘Evet’ dememle, üstüme atılıp kelepçelemeleri bir oluyor. Ulan noluyor! Kıçım açık yattım da rüya mı görüyorum Hemen aklıma dün kafede bana saldıran herif geliyor. Kesin o şerefsiz şikayet etti.
- Bırakın beni, ben o adama bir şey yapmadım. Tanımıyorum bile. Kendisi, geldi ve birden saldırdı. Şahitlerim var.
Polis gülmeye başlıyor.
- Demek şahitlerin var ha ? Merak ediyorum Sedatçık ,o adamı nasıl tanımıyorsun ?
- Tanımıyorum işte neden tutukluyorsunuz beni? Yutkunuyorum ve soran gözlerle polise bakıyorum. Haince sırıttığına yemin edebilirim.
- Sayın Sedat Arslanoğlu seni cinayetten tutukluyoruz.
- Cinayet mi?
- Evet oda arkadaşın Ahmet Yazıcı’yı öldürmekten tutuklusun genç adam. Ve inan bana şahitlerimiz var.
- ‘Talin dışarıdaki masaların tozu duruyor oyalanma hadi!’ Mavili kız -Talin- barın üzerinde duran toz bezini kapıp dışarı çıkıyor. Ve kendime geliyorum, beni tanımadı! Tabi tanımayacak ne bekliyorum ki ? Kendimi küçük hissediyorum öyle ki, benim masamın tozunu alsa, beze yapışacak toz taneciklerinden biri olurdum. Her zaman ki Sedat’ı oynayıp kalkıp gitmeye karar veriyorum. Zavallı tostumun kaşarları ben erirken donmuşlar. Şuan ne yesem geri çıkaracağımı bildiğim için, kafe çıkışındaki kasaya hesabı ödüyorum. Kendimi bile şaşırtan küçük bir hamleyle gözlerim Talin’i arıyor. Bulamıyorum. Ve annem beni terk ediyor gözleri dolu dolu. Zavallı olduğumu söylemese de benimle gurur duymadığı kesin. Ayrılıyorum tavşancık adımlarımla oradan. Köşeyi döndüğümde karşımda onu buluyorum. Tedirgin ve kırmızı. Tıpkı dün olduğu gibi.
- Kusura bakma, çalışırken müşterilerle konuşmam yasak. Şimdi de geri dönmem gerek. Akşam 9 gibi buraya gelebilir misin? İşim o zaman bitiyor.
- - Tabi. Tabi gelirim.
- - İyi o halde akşam görüşürüz. Ahmet’in haberi olmasın lütfen.
Hızlıca kafeye doğru yürürken kalbimi yanında götürdüğünün farkında değildi. Beni elleriyle bataklığın dibinden çıkardığının, beni MUTLU ettiğinin farkında değildi.
Koşar adım yurda gittim, giyebileceğim en iyi parçaları düşünüyordum. Bayramda giydiğim gömlek ütülüydü ve siyah beni iyi gösteriyordu. Önce duş alacaktım sonra giyinip, cesaretlenmek için annemi arayacaktım. Tüm bunları düşünürken saatime baktım saat daha 12 bile olmamıştı. Ve akşam 9’a bir ömür vardı. Yurda vardım. Odama girer girmez yastığı dolabımdan çıkarıp kokladım. Allahım, bunlar gerçek mi ?
Saat akşam 8’i gösteriyordu Ahmet odaya girerken. Her zaman ki gibi elinde telefon hızla bir şeyler yazarken ‘selam’ dedi.
Ben daha cevap vermeden bilgisayarını açtı. Ben umarım nereye gittiğimi sormaz – kötü bir yalancıyımdır da – diye dua ederken o çoktan ‘Friends’ izlemeye başladı. Saat 20:10’du. Annemi aramalıydım. Ama daha öncesinde aynaya bakmak istedim. Ömrüm boyunca toplam bugünkü kadar bakmamışımdır aynaya. İyi görünüyordum, kendimi buna inandırmak için üç saattir dönüp dolaşıyordum ve nedense inanmaya başlamıştım. Ahmet’i kontrol edip banyoya geçtim. Annemi bulmak zor değil rehberde. Toplasan yirmi kişi yok ve ‘A’ harfinde. Talin’in numarasını aldığımda –güzel bir hayal - ‘T’ harfi anlam kazanacak. Aptal aptal sırıtırken annemi aradım. Açmadı.
İki eli kanda olsa telefonumu açar ve ‘oğluşuum’ diyip ağlamaklı konuşmasına başlardı. Kızıyorum anneme. Neden büyüdüğümü kabul etmedi hiçbir zaman ? Belki üstüme bu kadar düşmese, bir kızla nasıl konuşacağımı sormak için tuvalet köşelerinde onu aramak zorunda kalmazdım. Tekrar aradım ama nafile. Saat 20:30 çıkmam gerek ve beş dakika öncesine kadar beni yalnız bırakmayan sahte özgüvenim yerini korkuya bırakıp beni terk etti. Derin bir nefes alıp cüzdanımı kontrol ediyorum. Param var. Asosyal insanların en büyük avantajı diye düşünürken banyodan çıkıyorum. Yavaşça kapıyı açıp tavşan adımlarla çıkarken korktuğum başıma geliyor
- Oooo Sedat, nereye böyle ?
Kahretsin , bunu daha önce düşünmediğim için kendime kızıyorum. Ne diyecektim şimdi? Ya bizim rektörün düğünü varmış tavşan kontenjanını doldurmak için gidiyorum Ahmet’ mi ?
- Bizim akrabalar geldi Antalya’dan karşılamaya gidiyorum biraz gezdireyim kuzenleri.
Tabi ki inanmadı. Ulan mayıs ayındayız 1 ay sonra siktirip gidicez memleketlere. Akrabaymış. Yalanımı s.. Neyse. İyi eğlenceler dedi bozuntuya vermedi Ahmet.
Saat 21:00 i gösterirken kafenin önündeyim. İçeri girdiğimde ortalıkta genç bir garsondan başka kimse yok.
- Hoşgeldiniz, isterseniz dışarıda oturun, günün spesiyali mantarlı makarna.
Ve sabahtan beri hiçbir şey yemediğimi fark ediyorum. Ulan hadi kızın yanında karnım guruldarsa? Rezil olurum.
- Ben Talin hanımı bekliyorum, çıktı mı ?
Çocuk şaşırıyor. O büyülüğü güzelliğin benim gibi bir herifle ne işi olur diye düşünüyordur. O sıra da Talin geliyor.
- Hoş geldin, şuraya geçelim biz. Arka taraftaki sakin masalardan birini gösteriyor. Garsona dönüp:
- Samet benim işlerim bitti, arkadaşımla görüşüp çıkarım. Zuzu tüm bardakları kontrol edeceğini söyledi. İkisi birlikte gülmeye başladılar ve aynı anda
- ‘Parlasın, ışıldasın!!’ diye bağırdılar. Garson yanımızdan ayrılırken, Talin elini uzattı :
- Kusura bakma tanışamadık bile. Ben Talin, daha iyi bir başlangıç yapmayı dilerdim. Dedi utanarak. Elimi uzattım ve yumuşacık bembeyaz ellerini sıktım.
- Ben Sedat memnun oldum. Gerçekten çok memnun oldum. Dedim ve o an kendime kafa atmak istedim. Salakça konuşmaya başlamıştım bile. Ama Talin gülümsüyordu. Masaya geçtik.
- Aç mısın ?
Şimdi önüme kuzu koysalar yerdim ama kızın yanında ayı gibi görünmek olmaz. Aç değilim desem ‘Allahın cimrisi’ diyecek. Of ulan of.
- Ben pek aç değilim ama sana uyarım. Ne istersin ? Diyorum menüyü elime alıp karıştırıyorum güya yemek önereceğim kıza. Talin gülüyor.
- Ben o menüyü adım soyadımdan daha iyi biliyorum, tavuklu börek yiyebiliriz. Kızarıyorum.
Az önceki çocuk servisi yapıp kayboluyor. Talin çok rahat görünüyor böreğini iştahla yerken. Bende ondan cesaret alıp birkaç lokma yiyorum. Daha doğrusu yemeye çalışıyorum ama lanet böreği körelmiş bıçakla kesemiyorum. Talin gülümseyip içerden metal ve keskin duran bir bıçak getiriyor bıçağı ters tutarak bana uzatıyor.
- Börekler sertleşmiş, bu keskindir bunu dene. Alıyorum ve böreği parçaladıktan sonra bıçağı bırakıyorum. Uzun süre konuşmuyoruz Sessizliği bozan o oluyor.
- Sedat, birden bire girdim hayatına şaşkınsın biliyorum, benden az senin kadar şaşkınım inan. Nasıl söyleyeceğimi gerçekten bilmiyorum ama sana güvenebileceğimi hissettim seni ilk gördüğüm anda. Sen diğerlerinden farklısın bunu görebiliyorum.
Sonra dikkatle gözlerime bakıyor sözlerinin bende bıraktığı etkiyi küçük bir telaşla süzüyor. Midemdeki börekler boğazıma doğru yol alırken gözlerindeki okyanusa dalıp bir daha çıkmamak istiyorum. En sonunda
- Teşekkür ederim. Ben, yani evet bana güvenebilirsin tabi. Diyorum. Gülümsüyor.
- Ahmet’le aramızdakiler saçma bir hataydı. İkimizde içmiştik. Sonra o yurt güvenliğine bir paket sigara uzattı ve güvenlik bize izin verdi. Birden bire gelişti her şey. Bir daha görüşmeyi düşünmüyorum onunla. Hem anlattığı kadar iyi değildi. Anlarsın ya. Dedi göz kırparak.
Sustu ve bir şeyler söylememi bekledi. Ama ben şok üstüne şok yaşıyordum. Çok rahat ve neşeliydi. En son konuşamayacağımı anlayınca pes edip devam etti.
- Ahmet’e seni sordum. Pek bir şey anlatmadı. Sessiz sakin bir tipmişsin Konuştuğu tek hatun annesidir dedi bana. Ve çıplak gördüğün ilk kız ben olduğum için tuvalet beni düşünmeye gittiğini söyledi.
Utancımdan ağlamak üzereydim. O ibneyi öldürecektim. Masadan kalkıp odaya koşmak istiyordum. Tek kelime etmedim ama yüzümden anlamış olacak ki,
- Hayır, hayır. Lütfen seninle dalga geçtiğimi düşünme. Özür dilerim aptalca konuştum. Ama inan ben bunlardan etkilendim. Sen diğerlerinden farklısın bunu anlatmaya çalışıyorum. Bak bu benim numaram. 17.00 – 21.00 arası bu lanet yerde çalışıyorum. Onun dışında boşum. Eğer bir şeyler yapmak istersen ara gerçekten çok sevinirim.
- Tamam. Yani tabi ararım seni. Sen hangi bölümdesin ?
- Ben okulu bıraktım geçen sene. Arkeoloji bana göre bir bölüm değildi. Ama ailem hala toprağın içinden bir define bulup zengin olacağıma inanıyor. Yani okulu bıraktığımı söylemedim onlara. Mersin’de yaşıyorlar. Peki ya sen neler yapıyorsun ? Anlat bakalım.
Tam ağzımı açıp konuşacaktım yanımıza kirli sakalı olan bir adam geldi. Omzumdan tutup
- Ooo Talin hanım köpeklerinize yemek mi ısmarlıyorsunuz artık ? Dedi ve ben ne olduğunu anlamadan suratıma bir darbe yedim. Yere kapaklandım ve ardından ayağıyla mideme geçirdi. Kudurmuş gibi ardı ardına vururken, Talin onu engellemeye çalışıyor bir yandan da bağırıyordu.
- Bırak onu!! Defol git buradan, seninle bir işim kalmadı benim rahat bırak beni. Sameet gel çabuk! Bırak dedim sana bıraaaak!
Kendime geldiğimde yanağımda buz torbası vardı. Yanımda Samet ve Talin vardı. Talinin mavi gözleri kızarmış maskarası yanağına bulaşmıştı.
- Gerçekten çok özür dilerim Sedat. O salağın buralarda olduğunu bilseydim asla buraya çağırmazdım seni. Çok acıyor mu ? Biraz daha buz ister misin ? Hadi kalk hastaneye gidiyoruz. İç kanama olabilir. Samet ne bakıyorsun bön bön yardım et kaldıralım!
- Durun, ben iyiyim sakin ol Talin. Biraz sızlıyor o kadar. Geçer şimdi.
Bok geçer şimdi. Ulan herif ağzımı dağıttı. Zaten bir şeye benzemeyen suratım şimdi ucubeye dönmüştür. Kızın önünde dayak yedim of ulan of rahat battı da geldim buraya.
Tüm direnişime rağmen Talin ve garson çocuk arabayla bırakıyorlar beni yurdun önüne.
Soluklanmak için bir bank bulup oturuyorum bahçede. Ahmet buz gibi suratı ve titreyen elleriyle bana doğru yaklaşırken nefesimi tutmuş ona bakıyorum.
- Ne işin var lan senin o kızla ? Öyle bir bağırıyor ki, etraftakiler durup bakmaya başlıyor. Adrenalinin ya da yediğim dayağın hatta Talin’in etkisiyle;
- Seni ilgilendirmez Ahmet işine bak. O seninle bir daha görüşmek istemiyor.
- Salak herif aynaya bakmadın mı ? Senin gibi bir süt kuzusuyla ne işi olur ? Eğleniyor besbelli.
Diyor ve kahkahalar atmaya başlıyor, benimle dalga geçiyor şerefsiz. Daha fazla küçülemem bugün yeterince ezildim, yeter! Suratına geçiriyorum, Ahmet neye uğradığını şaşırıyor. Elimin acısıyla bende ne yaptığımın farkına varıyorum. Kendimi o kadar iyi hissediyorum ki.
- Bir daha bunları tekrar edersen seni öldürürüm anladın mı ? Öldürürüm!
Ahmet küplere biniyor, üstüme yürüyor tam vuracakken ayırıyorlar bizi. Onu tutan kişilere gizliden gizliye şükrediyorum yoksa gebertecekti beni. Uzaklaşırken şu sözlerini duyuyorum:
- O kız bildiğin gibi değil Sedat. Uzak dur ondan, kendi iyiliğin için uzak dur.
Canın cehenneme pezevenk. Uzak durmuş. Hayatta bir kez olsun sen yenil be. Bi sefer de ben mutlu olayım. Küçükken mahallede kuzenlerle top oynardık. Mahallenin kızları sek sek atlarken bilerek topu oraya kaçırır, oyunlarını bozardık. En çok Yaren sinirlenirdi öyle ki ; bir kez topumuzu patlatmıştı. Aşıktım o sinirli kara gözlü kıza. Nitekim sarışın, yaşıtlarının hepsinden uzun olan komşumuz Mert elimden aldı onu. Daha doğrusu hiç benim olmamıştı. O yıllardan beri Mertle görüşmem. Nefret ediyorum ondan. Daha küçükken tüm mutluluklarım, hayallerim elimden alınıyordu.O gece Ahmet odaya hiç uğramadı, bende merak etmedim.
Sabah hayvanca tekmelenen zavallı kapının sesine uyanıyorum. Ne olduğunu anlayamadan gece kilitlediğim kapı tahminimce bir omuz darbesiyle açılıveriyor.
- Sedat Arslanoğlu sen misin ? diyor polislerden biri. ‘Evet’ dememle, üstüme atılıp kelepçelemeleri bir oluyor. Ulan noluyor! Kıçım açık yattım da rüya mı görüyorum Hemen aklıma dün kafede bana saldıran herif geliyor. Kesin o şerefsiz şikayet etti.
- Bırakın beni, ben o adama bir şey yapmadım. Tanımıyorum bile. Kendisi, geldi ve birden saldırdı. Şahitlerim var.
Polis gülmeye başlıyor.
- Demek şahitlerin var ha ? Merak ediyorum Sedatçık ,o adamı nasıl tanımıyorsun ?
- Tanımıyorum işte neden tutukluyorsunuz beni? Yutkunuyorum ve soran gözlerle polise bakıyorum. Haince sırıttığına yemin edebilirim.
- Sayın Sedat Arslanoğlu seni cinayetten tutukluyoruz.
- Cinayet mi?
- Evet oda arkadaşın Ahmet Yazıcı’yı öldürmekten tutuklusun genç adam. Ve inan bana şahitlerimiz var.
Tavandaki loş lamba gözümü alırken üçüncü kez masayı yumruklayan polisin sesiyle irkiliyorum.
-Anlat dedim sana! Neden öldürdüğünü anlat. Yemin ederim emekli olmadan önce elimde kalan son kişi olursun. Tüm deliller aleyhine. Son kez soruyorum. Oda arkadaşını neden öldürdün ?
- Yemin ederim ben öldürmedim. Diyorum sesim titriyor ağlamak üzereyim. Aldırış etmeden devam ediyorum. ‘Ben karıncayı bile incitmem abi Ahmet’i nasıl öldüreyim ? Bir yanlışlık olmuş yurttan çıkmadım tüm gece kamera kayıtlarına bakın isterseniz vallahi ben öldürmedim! Diyorum göz yaşlarım ve sümüğüm akarken. Adam daha da sinirleniyor.
-Lan tehdit etmişsin çocuğu. Yirmi tane şahit var. Dün kavga mı ne etmişsiniz, seni öldürürüm demişsin. Üstelik yurttaki üç güvenlik kamerası bozulmuş, ne tesadüf ki senin odana ve çıkışa bakan kameralar bunlar. Hadi itiraf et.
-Ben kimseyi öldürmedim! Dün herkesin içinde hakaret etti gururumu kırdı. Ben de sinirlendim öldürürüm falan dedim. Abi o çocuğu tutmasalardı beynimi dağıtırdı yapmayın Allah aşkına bırakın benim bir suçum yok. Kameradan haberim yok. Cinayet saatinden bile haberim yok.
Kendimi savunacak gücüm kalmamışken, tek kelimeyi boğazımdan nasıl çıkaracağımı düşünürken sorgu odasının kapısı açılıyor. Bir polis giriyor, heyecanlı heyecanlı:
-Amirim cinayetin işlendiği bıçak olay yerinden yüz metre ötede bir çöplükte bulundu. Ve üzerinde zanlının parmak izleri var.
Amir dediği adam şeytanca bana gülümserken, benim tek yaptığım deli gibi çırpınıp ağlamak oluyor.
Ben yapmadım. Ahmet’i ben öldürmedim. Bıçaktan haberim yok. Hiçbir şey bilmiyorum. Ben sadece, ben annemi istiyorum.
Günlerdir karanlık hücrede it gibi yatıyorum. Ağlamaktan yalvarmaktan halsiz düştüm. Mahkeme bir hafta sonra ve tüm ailem orada olacak. Avukatla görüştüm ama o bile benim yaptığımı düşünüyor. Fazla umutlanma dedi. Ulan neyin içine düştüm ben? Nasıl bir hafta içinde bu kadar şey yaşadım ? Allahım yardım et.
‘Sedat bey bakın eğer cinayeti işlediyseniz pişman olduğunuzu söyleyin cezanızda indirim yapabilirler. Sizi savunsam da pek bir şeyin değişeceğini düşünmüyorum. Bıçakta parmak iziniz var. ‘Öldürürüm’ diye tehdit etmişsiniz ve odanızdan yurt çıkışına kadar giden tüm kameralar bozulmuş. İtiraf edip pişmanlık duymak sizin yararınıza.’
‘Hayır, bakın ben katil değilim. Ben kimseyi öldürmedim. İtiraf edecek bir şey yapmadım. Tüm ailem orda olacak onların önünde katil olduğumu haykırmayacağım.’
Bir hafta sonra.
- Sedat Arslanoğlu’nun kasten adam öldürme ve kurbanına işkence etme suçundan 25 yıl hapsine karar verildi…
Son kez anneme bakıyorum sonra babama. Perişanlar. Onlara ‘beni ziyarete gelmeyin’ dedim. Biliyorum gelecekler ama onların yüzüne bakamam. Bu onları son görüşüm bunu biliyorum. Ama ne tuhaftır ki sadece donup izliyorum. Talin’in bunlardan haberi var mı acaba ? Katil damgası yediğimi öğrendi mi? Boğazıma bir yumru oturuyor. Gözlerim doluyor sevdiklerimi düşünürken ama ağlamayacağım, artık ağlak tavşan Sedat yok. Artık bambaşka bir Sedat var. İki polis beni mahkeme salonunun dışına taşırken omzumun üzerinden aileme bakıyorum ve yemin ediyorum. Bunları bana yapanı bulacağım ve hesabını soracağım yemin ederim!
ANKARA 2040 -25 YIL SONRA-
Uzunluk kavramını yitiriyor insan hapis hayatı yaşayınca. Psikolojik travmalar, bunalımlar, kavgalar, yalnızlık, çaresizlik ve en önemlisi haksızlık seni bambaşka bir adam yapıyor. Dile kolay yirmi beş yıl. Aynada yaşlı bir adam, öksüz, yetim kalmış bir adam. Dile kolay yirmi beş yıl. Tüm acıları aynı ranzada dövünerek yaşamak bir süre sonra bağışıklık kazandırıyor insana. Annemin ölümü ardından babamın… Talin’e yazdığım milyon tane mektup ve yüzlerce aramanın cevapsız kalması… İlk on yıl bir an olsun umudumu yitirmedim. Beni biraz olsun ayakta tutan masmavi gözleriydi. Sonra yıllarca mektup yazdım. Tek bildiğim adres çalıştığı kafeydi. En son ‘Talin hanım işten ayrılalı çok oldu bir daha mektup yollamayın’ diye bir mektup gelince göndermeyi bıraktım. Ama yazmaya devam ettim. Numarasını bir yıl içinde değiştirdi. İlk zamanlar telefonun uzun uzun çalışı bile beni heyecanlandırırken sonra telesekreterin ‘aradığınız numara kullanılmamaktadır’ demesiyle tamamen boşluğa düştüm. Yirmi beş yıl boyunca her görüş günü itinayla hazırlanıp gelmesini bekledim. Gelmedi. Çünkü katil olduğuma inanıyor. Onu suçlayamam öyle ki; ilk on beş seneden sonra bene inanmaya başladım. Şimdi Kırklı yaşlarının sonlarında güleç yüzlü bir kadın olmuştur. Kendisi gibi zarif ve renkli gözlü kızı ve yine kendisi gibi güçlü ve gözü kara bir oğlu olmuştur belki. Kocasına aşık olmuş hemen evlenmiş Mersin’e yerleşip kocasının onu aldattığını öğrenene kadar mutlu bir kadın olmuştur. Kocası salak herifin teki! Güzeller güzeli Talin’i memeleri daha diri olan bir hatuna nasıl değişir ? Talin’in hayatı üzerine o kadar çok düşündüm ki, aklımdaki senaryolar roman olur. Ankara’da bir pansiyonda ikinci günüm. Öncelikle normal hayata uyum sağlayıp bir iş bulmam gerek. İçerdeyken türlü türlü işlerle uğraştım. Boyacılıkta ustalaştım sayılır. Aslında iş bulmasam da geçinebilirim, babam ölmeden önce her şeyini bana bırakmış. Sadece kira gelirleriyle bile yaşayabilirim. Ama ben mirası en yakın zamanda reddedeceğim. Yıllarca beni görmeye gelen, bana ulaşmaya çalışan aileme bir kez olsun mektup bile yazmamışken, bana yazdıkları mektupları okumadan atmışken o mirası alamam. Her neyse bunların canı cehenneme. Aşık olduğum kadını bulmam gerek. Yirmi beş yıl gün be gün yüzünü unutmamak için delicesine hayal ettiğim kadını bulmam gerek. Biliyorum yirmi yaşında çıtı pıtı kız olmayacak karşımda. Hoş! Ben de o eski delikanlı değilim. Hayatımın en güzel yılları elimden alınırken intiharı o kadar çok düşündüm ki… Ama Talin’in gözlerine bakıp ben katil değilim demeden, hayatımı çalanları bulmadan ölemezdim, ölemedim.
Benim yerimde kim olsa çılgınca gerçek katili arar ve kendini aklardı. Ancak yirmi beş yılın değiştiremediği tek şey Talin’e olan aşkım ve onun gözünde tekrar masum tavşan olma isteğim. Onu bulmak samanlıkta iğne aramak gibi. Fark etmez, yirmi beş yıl o iğne sayesinde ayakta kaldım, tüm samanları tek tek arayacağım!
Her yer o kadar değişmiş ki çalıştığı kafeyi üniversiteye yakın olmasa bulamazdım . Kafenin yerinde yeller esiyor. Üniversitelilerin takıldığı, Talin’le baş başa konuşabildiğimiz tek yer hatta benim için dünyanın en güzel yeri olan kafe; yerini ikinci yıkamada yüzde elli indirimin uygulandığı bir kuru temizlemeciye bırakmış. Acıyla gülümserken, içeriye giriyorum. Onu burada asla bulamayacağımı bilsem de eski atmosferi - yirmi beş yıl öncesini – gözümde canlandırmaktan kendimi alamıyorum. Geniş dükkanın arka tarafındaki makinelerde eskiden bizim oturduğumuz masa vardı. Bar tarzı tezgah yerini ahşap dolaplara bırakmış. İçerde benim yaşlarımda bir adam var.
‘İyi günler’ diyorum. ‘Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?’ diyor güleç bir yüzle. ‘Ben şey, burayı ne zaman devraldığınızı soracaktım.’
‘Biz burayı iki sene önce aldık. Önceleri kiralayıp dönerci işlettik ancak üniversiteye yakın bir sürü yemek mekanı açılınca kapatmak zorunda kaldık. Kuru temizleme de işler iyi gidince burayı satın aldık. Çok şükür şimdi işler yolunda. Sahi siz burada yenisiniz galiba. Biz yaklaşık yedi senedir buralardayız da.’ Diyor sıcakkanlı tam bir esnaf olan adam.
‘Aslında ben yeni sayılmam. Ankara Üniversitesi’ndeydim. Mezun olduktan sonra memlekete gittim aradan yirmi yılı aşkın zaman geçince tabi bambaşka bir şehre gelmiş gibi oldum.’ Diyorum kendimi şaşırtan bir rahatlıkla. Eskiden yalan söylerken terlerdim, sesim titrerdi. Şimdi ise pervasızca söyleyebiliyorum.
‘Eh yirmi yıl az mı efendim ? Buralar çok değişti çok. Çay ve ya kahve içer miydiniz ? ‘
‘Hayır teşekkürler aslında burası benim öğrencilik yıllarımda kafeydi. Ben o kafede çalışan bir arkadaşımı arıyorum. Ona ulaşmam gerek. Eski sahiplerinden haberiniz var mı ? ‘ diyorum küçük bir umutla.
‘ Ah maalesef! Biz burayı kiraladığımızda kafe falan yoktu. Giyim mağazası vardı.’ Diyor. Benim için üzüldüğünü hissedebiliyorum. Daha fazla bu ortamda kalmak istemediğimden,
‘Anlıyorum teşekkürler kolay gelsin size.’ Diyip hızlı adımlarla çıkıyorum. Tam köşeyi dönecekken omzumdan biri yakalıyor. Nefes nefese kalmış kuru temizlemeci heyecanla
‘Beyefendi siz üniversitede okudum demiştiniz,birden aklıma geldi eğer arkadaşınız da öğrenciyse bir üniversiteye gidin derim.’ Diyor. Ulan tabi ya! Nasıl aklıma gelmedi bu ? Talin arkeoloji bölümündeydi. Adama sarılıp ağlamak istiyorum. Ama tek yaptığım teşekkür edip koşar adım üniversiteye gitmek oluyor.
Değişmeyen tek şeyin üniversitenin eski binaları ve bana hissettirdiği tavşancık hissi. Çok uzun zamandır inzivada olduğumdan bu küçük kıpırtı beni canlandırmıştı. Yere bakarak yürümüyorum, suçsuz olduğumu herkese kanıtlarcasına başım dimdik yürüyorum. Bir çok suçluyla – gerçek suçlularla- tanıştım yıllar içinde. Cinnet getirip ailesini doğrayanlar, çalıştığı bankayı dolandıranlar, sarhoş araba kullanıp insanları sümüklü böcek gibi ezenler… Hepsi de ‘ben masumum’ diyordu. İşte o zaman anladım çırpınmam boşunaydı. Milyonlarca suçlu inkar ederken yaptıklarını, sesim adaletin önünde yankılanıp bana geri döndü. Yirmi beş yılda sadece bir tane arkadaşım oldu. Onunla, yedinci yılda tanıştım. Elli beş yaşındaydı Mehmet abi. Yıllarca marangozluk yapıp emekli olmuş, birkaç dönüm arsasını satmış, hanımının elindeki bilezikleri de satıp iki oğlunu evlendirmek için bir inşaatçıyla anlaşmış. İki daire için toplam yüz elli bin alan inşaatçı kaba inşaatları yapıp bir ay sonra ortadan kaybolmuş. Elinde avucunda bir şey kalmayan Mehmet abi evleri tamamlamak için yüklü miktarda kredi çekmiş. Ancak bu seferde oğulları kazık atmış zavallı adama. Babalarına boyacıyla, sıvacıyla anlaştık diyip tüm parayı orospularla yemişler. En sonunda borcun altından kalkamayan Mehmet abiye on sekiz yıl vermişler. Yıllarca birbirimize destek olduk birlikte ağlayıp güldük Mehmet abiyle. Koğuşa geldikten iki yıl sonra ‘Sen masumsun delikanlı’ demişti. Bunu nasıl anladığını sorduğumda ise ‘Bak şunlara, kime sorarsan sor masumdur. Ama çoğu katil, kaçakçı, tecavüzcü. Hepsi ilk bir yıldan sonra rahat uyku çeker, suçlarını çekmeleri gerektiğini anlar. Ama sen delikanlı, sen her gece ağlıyorsun. Önceleri öldürdüğün kişi için pişman olduğunu sandım, sonra anladım masum olduğunu.’ Dedi. Ve biz tam on yıl baba oğul gibi olduk. Altmış beş yaşında vefat etti Mehmet abi. Çıktıktan sonra hanımının ve oğullarının yanına gidip onları kontrol edeceğime söz verdim. Baba yüreği işte, oğulları ne yapmış olursa olsun merak ediyor, korumak istiyor. Ben tüm bunları düşünürken arkeoloji bölümüne ulaşmıştım bile. Fen Edebiyat fakültesindeki en gereksiz bölümlerden biriydi benim için taa ki Talin’in burada okuduğunu öğrenene kadar. Öğrenci işlerine doğru yollanırken onunda yıllar önce bu koridorlarda dolaştığını düşünmek bile beni heyecanlandırıyordu.
Danışmadaki bayan meşgul görünüyordu ancak umurumda değildi yirmi beş yıl beklemiştim zaten.
‘İyi günler ben bu fakültede okuyan bir arkadaşım hakkında bilgi almak için geldim’
Danışmadaki kızın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Benim gibi kırklı yaşlarda bir adamın öğrenci arkadaşının olmasını garipsemişti belki de. Hemen düzelttim;
‘ Ben eski mezunlardanım yirmi beş yıl önce ki kayıtlara bakmanız gerekecek’ Kız gülümsedi ve bilgisayarda bir kaç sayfayı açıp kapattı.
‘ Arkadaşınız hangi bölümdeydi ?’
‘Arkeoloji adı Talin ancak soyadını maalesef unuttum, eh yıllar bize pek adil davranmıyor’ dedim gülümseyerek. Vay be! Ne güzel de yalan söylüyordum. Halbuki soyadını hiçbir zaman öğrenememiştim.
Kadın bana şüpheli bir bakış atıp adımı soyadımı sordu. Ve beni kayıtlarda arayıp bulduktan sonra – bir zamanlar öğrenci olduğumu anlayınca- Talin’i aramaya koyuldu.
‘ Aslında soyadını bilmediğimiz birini bulmak çok zordur ancak arkadaşınızın isminde hiçbir öğrencimiz olmadığından hemen buldum.’ Ben kızın söylediklerini idrak etmeye çalışırken, bu kadar kolay olacağını düşünmediğim için bedenime yayılan şok dalgasından kurtulmaya çalışıyordum.
‘ İki tane adres gösterilmiş burada beyefendi. Birincisi İzmir/Bornova ikincisi ise Ankara da bir kız yurdu ama sanırım kapandı o yurt.’ Ardından küçük bir not kağıdına adresi yazıp uzattı. Teşekkür edip ayrılırken, elimde tuttuğum değerli kağıdı kalbime bastırdım.
Böyle bir güzelliğin egenin incisinden çıktığını düşünmem gerekirdi. Masmavi gözleri, göz kamaştırıcı fiziği, kumral saçları ancak bir İzmirliye ait olabilirdi. Onu İzmir’de bulma olasılığım düşük bunu biliyorum. Ailesinden uzaklaşmak istediğini söylemişti zamanında. Ancak elimdeki en iyi kaynak bu adresti çünkü ailesine ulaşırsam onu bulmam çok daha kolay olacaktı. İkinci adresten hiç umudum olmadığımdan fazla üstünde durmayacaktım. Kız yurdunun vereceği i bilgilerde hemen hemen bunlarla aynı olmalıydı. Ve danışmadaki bayanın söylediğine göre kaldığı yurt kapanmıştı. Kapanmamış bile olsa kız yurdunun yirmi beş yıl önceki kayıtları tuttuğunu sanmıyordum. Üniversiteden ayrılırken buraya son gelişim olduğunu hissetmiştim. Fen Edebiyat Fakültesinden ayrılmadan önce bahçedeki banklardan birine oturdum. Mayıs güneşi içimi ısıtırken, ‘Ahmet’in katledilişini, annemle babamı, Talin’i, benden çalınan yılları’ düşünerek sessizce yas tuttum. Bunu kendime borçluydum. Göz yaşlarımı silerken gençliğimle vedalaşıp uzun süre sonra içimdeki yaşlı adamın fakülteden ayrılmasına izin verdim.
-Anlat dedim sana! Neden öldürdüğünü anlat. Yemin ederim emekli olmadan önce elimde kalan son kişi olursun. Tüm deliller aleyhine. Son kez soruyorum. Oda arkadaşını neden öldürdün ?
- Yemin ederim ben öldürmedim. Diyorum sesim titriyor ağlamak üzereyim. Aldırış etmeden devam ediyorum. ‘Ben karıncayı bile incitmem abi Ahmet’i nasıl öldüreyim ? Bir yanlışlık olmuş yurttan çıkmadım tüm gece kamera kayıtlarına bakın isterseniz vallahi ben öldürmedim! Diyorum göz yaşlarım ve sümüğüm akarken. Adam daha da sinirleniyor.
-Lan tehdit etmişsin çocuğu. Yirmi tane şahit var. Dün kavga mı ne etmişsiniz, seni öldürürüm demişsin. Üstelik yurttaki üç güvenlik kamerası bozulmuş, ne tesadüf ki senin odana ve çıkışa bakan kameralar bunlar. Hadi itiraf et.
-Ben kimseyi öldürmedim! Dün herkesin içinde hakaret etti gururumu kırdı. Ben de sinirlendim öldürürüm falan dedim. Abi o çocuğu tutmasalardı beynimi dağıtırdı yapmayın Allah aşkına bırakın benim bir suçum yok. Kameradan haberim yok. Cinayet saatinden bile haberim yok.
Kendimi savunacak gücüm kalmamışken, tek kelimeyi boğazımdan nasıl çıkaracağımı düşünürken sorgu odasının kapısı açılıyor. Bir polis giriyor, heyecanlı heyecanlı:
-Amirim cinayetin işlendiği bıçak olay yerinden yüz metre ötede bir çöplükte bulundu. Ve üzerinde zanlının parmak izleri var.
Amir dediği adam şeytanca bana gülümserken, benim tek yaptığım deli gibi çırpınıp ağlamak oluyor.
Ben yapmadım. Ahmet’i ben öldürmedim. Bıçaktan haberim yok. Hiçbir şey bilmiyorum. Ben sadece, ben annemi istiyorum.
Günlerdir karanlık hücrede it gibi yatıyorum. Ağlamaktan yalvarmaktan halsiz düştüm. Mahkeme bir hafta sonra ve tüm ailem orada olacak. Avukatla görüştüm ama o bile benim yaptığımı düşünüyor. Fazla umutlanma dedi. Ulan neyin içine düştüm ben? Nasıl bir hafta içinde bu kadar şey yaşadım ? Allahım yardım et.
‘Sedat bey bakın eğer cinayeti işlediyseniz pişman olduğunuzu söyleyin cezanızda indirim yapabilirler. Sizi savunsam da pek bir şeyin değişeceğini düşünmüyorum. Bıçakta parmak iziniz var. ‘Öldürürüm’ diye tehdit etmişsiniz ve odanızdan yurt çıkışına kadar giden tüm kameralar bozulmuş. İtiraf edip pişmanlık duymak sizin yararınıza.’
‘Hayır, bakın ben katil değilim. Ben kimseyi öldürmedim. İtiraf edecek bir şey yapmadım. Tüm ailem orda olacak onların önünde katil olduğumu haykırmayacağım.’
Bir hafta sonra.
- Sedat Arslanoğlu’nun kasten adam öldürme ve kurbanına işkence etme suçundan 25 yıl hapsine karar verildi…
Son kez anneme bakıyorum sonra babama. Perişanlar. Onlara ‘beni ziyarete gelmeyin’ dedim. Biliyorum gelecekler ama onların yüzüne bakamam. Bu onları son görüşüm bunu biliyorum. Ama ne tuhaftır ki sadece donup izliyorum. Talin’in bunlardan haberi var mı acaba ? Katil damgası yediğimi öğrendi mi? Boğazıma bir yumru oturuyor. Gözlerim doluyor sevdiklerimi düşünürken ama ağlamayacağım, artık ağlak tavşan Sedat yok. Artık bambaşka bir Sedat var. İki polis beni mahkeme salonunun dışına taşırken omzumun üzerinden aileme bakıyorum ve yemin ediyorum. Bunları bana yapanı bulacağım ve hesabını soracağım yemin ederim!
ANKARA 2040 -25 YIL SONRA-
Uzunluk kavramını yitiriyor insan hapis hayatı yaşayınca. Psikolojik travmalar, bunalımlar, kavgalar, yalnızlık, çaresizlik ve en önemlisi haksızlık seni bambaşka bir adam yapıyor. Dile kolay yirmi beş yıl. Aynada yaşlı bir adam, öksüz, yetim kalmış bir adam. Dile kolay yirmi beş yıl. Tüm acıları aynı ranzada dövünerek yaşamak bir süre sonra bağışıklık kazandırıyor insana. Annemin ölümü ardından babamın… Talin’e yazdığım milyon tane mektup ve yüzlerce aramanın cevapsız kalması… İlk on yıl bir an olsun umudumu yitirmedim. Beni biraz olsun ayakta tutan masmavi gözleriydi. Sonra yıllarca mektup yazdım. Tek bildiğim adres çalıştığı kafeydi. En son ‘Talin hanım işten ayrılalı çok oldu bir daha mektup yollamayın’ diye bir mektup gelince göndermeyi bıraktım. Ama yazmaya devam ettim. Numarasını bir yıl içinde değiştirdi. İlk zamanlar telefonun uzun uzun çalışı bile beni heyecanlandırırken sonra telesekreterin ‘aradığınız numara kullanılmamaktadır’ demesiyle tamamen boşluğa düştüm. Yirmi beş yıl boyunca her görüş günü itinayla hazırlanıp gelmesini bekledim. Gelmedi. Çünkü katil olduğuma inanıyor. Onu suçlayamam öyle ki; ilk on beş seneden sonra bene inanmaya başladım. Şimdi Kırklı yaşlarının sonlarında güleç yüzlü bir kadın olmuştur. Kendisi gibi zarif ve renkli gözlü kızı ve yine kendisi gibi güçlü ve gözü kara bir oğlu olmuştur belki. Kocasına aşık olmuş hemen evlenmiş Mersin’e yerleşip kocasının onu aldattığını öğrenene kadar mutlu bir kadın olmuştur. Kocası salak herifin teki! Güzeller güzeli Talin’i memeleri daha diri olan bir hatuna nasıl değişir ? Talin’in hayatı üzerine o kadar çok düşündüm ki, aklımdaki senaryolar roman olur. Ankara’da bir pansiyonda ikinci günüm. Öncelikle normal hayata uyum sağlayıp bir iş bulmam gerek. İçerdeyken türlü türlü işlerle uğraştım. Boyacılıkta ustalaştım sayılır. Aslında iş bulmasam da geçinebilirim, babam ölmeden önce her şeyini bana bırakmış. Sadece kira gelirleriyle bile yaşayabilirim. Ama ben mirası en yakın zamanda reddedeceğim. Yıllarca beni görmeye gelen, bana ulaşmaya çalışan aileme bir kez olsun mektup bile yazmamışken, bana yazdıkları mektupları okumadan atmışken o mirası alamam. Her neyse bunların canı cehenneme. Aşık olduğum kadını bulmam gerek. Yirmi beş yıl gün be gün yüzünü unutmamak için delicesine hayal ettiğim kadını bulmam gerek. Biliyorum yirmi yaşında çıtı pıtı kız olmayacak karşımda. Hoş! Ben de o eski delikanlı değilim. Hayatımın en güzel yılları elimden alınırken intiharı o kadar çok düşündüm ki… Ama Talin’in gözlerine bakıp ben katil değilim demeden, hayatımı çalanları bulmadan ölemezdim, ölemedim.
Benim yerimde kim olsa çılgınca gerçek katili arar ve kendini aklardı. Ancak yirmi beş yılın değiştiremediği tek şey Talin’e olan aşkım ve onun gözünde tekrar masum tavşan olma isteğim. Onu bulmak samanlıkta iğne aramak gibi. Fark etmez, yirmi beş yıl o iğne sayesinde ayakta kaldım, tüm samanları tek tek arayacağım!
Her yer o kadar değişmiş ki çalıştığı kafeyi üniversiteye yakın olmasa bulamazdım . Kafenin yerinde yeller esiyor. Üniversitelilerin takıldığı, Talin’le baş başa konuşabildiğimiz tek yer hatta benim için dünyanın en güzel yeri olan kafe; yerini ikinci yıkamada yüzde elli indirimin uygulandığı bir kuru temizlemeciye bırakmış. Acıyla gülümserken, içeriye giriyorum. Onu burada asla bulamayacağımı bilsem de eski atmosferi - yirmi beş yıl öncesini – gözümde canlandırmaktan kendimi alamıyorum. Geniş dükkanın arka tarafındaki makinelerde eskiden bizim oturduğumuz masa vardı. Bar tarzı tezgah yerini ahşap dolaplara bırakmış. İçerde benim yaşlarımda bir adam var.
‘İyi günler’ diyorum. ‘Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?’ diyor güleç bir yüzle. ‘Ben şey, burayı ne zaman devraldığınızı soracaktım.’
‘Biz burayı iki sene önce aldık. Önceleri kiralayıp dönerci işlettik ancak üniversiteye yakın bir sürü yemek mekanı açılınca kapatmak zorunda kaldık. Kuru temizleme de işler iyi gidince burayı satın aldık. Çok şükür şimdi işler yolunda. Sahi siz burada yenisiniz galiba. Biz yaklaşık yedi senedir buralardayız da.’ Diyor sıcakkanlı tam bir esnaf olan adam.
‘Aslında ben yeni sayılmam. Ankara Üniversitesi’ndeydim. Mezun olduktan sonra memlekete gittim aradan yirmi yılı aşkın zaman geçince tabi bambaşka bir şehre gelmiş gibi oldum.’ Diyorum kendimi şaşırtan bir rahatlıkla. Eskiden yalan söylerken terlerdim, sesim titrerdi. Şimdi ise pervasızca söyleyebiliyorum.
‘Eh yirmi yıl az mı efendim ? Buralar çok değişti çok. Çay ve ya kahve içer miydiniz ? ‘
‘Hayır teşekkürler aslında burası benim öğrencilik yıllarımda kafeydi. Ben o kafede çalışan bir arkadaşımı arıyorum. Ona ulaşmam gerek. Eski sahiplerinden haberiniz var mı ? ‘ diyorum küçük bir umutla.
‘ Ah maalesef! Biz burayı kiraladığımızda kafe falan yoktu. Giyim mağazası vardı.’ Diyor. Benim için üzüldüğünü hissedebiliyorum. Daha fazla bu ortamda kalmak istemediğimden,
‘Anlıyorum teşekkürler kolay gelsin size.’ Diyip hızlı adımlarla çıkıyorum. Tam köşeyi dönecekken omzumdan biri yakalıyor. Nefes nefese kalmış kuru temizlemeci heyecanla
‘Beyefendi siz üniversitede okudum demiştiniz,birden aklıma geldi eğer arkadaşınız da öğrenciyse bir üniversiteye gidin derim.’ Diyor. Ulan tabi ya! Nasıl aklıma gelmedi bu ? Talin arkeoloji bölümündeydi. Adama sarılıp ağlamak istiyorum. Ama tek yaptığım teşekkür edip koşar adım üniversiteye gitmek oluyor.
Değişmeyen tek şeyin üniversitenin eski binaları ve bana hissettirdiği tavşancık hissi. Çok uzun zamandır inzivada olduğumdan bu küçük kıpırtı beni canlandırmıştı. Yere bakarak yürümüyorum, suçsuz olduğumu herkese kanıtlarcasına başım dimdik yürüyorum. Bir çok suçluyla – gerçek suçlularla- tanıştım yıllar içinde. Cinnet getirip ailesini doğrayanlar, çalıştığı bankayı dolandıranlar, sarhoş araba kullanıp insanları sümüklü böcek gibi ezenler… Hepsi de ‘ben masumum’ diyordu. İşte o zaman anladım çırpınmam boşunaydı. Milyonlarca suçlu inkar ederken yaptıklarını, sesim adaletin önünde yankılanıp bana geri döndü. Yirmi beş yılda sadece bir tane arkadaşım oldu. Onunla, yedinci yılda tanıştım. Elli beş yaşındaydı Mehmet abi. Yıllarca marangozluk yapıp emekli olmuş, birkaç dönüm arsasını satmış, hanımının elindeki bilezikleri de satıp iki oğlunu evlendirmek için bir inşaatçıyla anlaşmış. İki daire için toplam yüz elli bin alan inşaatçı kaba inşaatları yapıp bir ay sonra ortadan kaybolmuş. Elinde avucunda bir şey kalmayan Mehmet abi evleri tamamlamak için yüklü miktarda kredi çekmiş. Ancak bu seferde oğulları kazık atmış zavallı adama. Babalarına boyacıyla, sıvacıyla anlaştık diyip tüm parayı orospularla yemişler. En sonunda borcun altından kalkamayan Mehmet abiye on sekiz yıl vermişler. Yıllarca birbirimize destek olduk birlikte ağlayıp güldük Mehmet abiyle. Koğuşa geldikten iki yıl sonra ‘Sen masumsun delikanlı’ demişti. Bunu nasıl anladığını sorduğumda ise ‘Bak şunlara, kime sorarsan sor masumdur. Ama çoğu katil, kaçakçı, tecavüzcü. Hepsi ilk bir yıldan sonra rahat uyku çeker, suçlarını çekmeleri gerektiğini anlar. Ama sen delikanlı, sen her gece ağlıyorsun. Önceleri öldürdüğün kişi için pişman olduğunu sandım, sonra anladım masum olduğunu.’ Dedi. Ve biz tam on yıl baba oğul gibi olduk. Altmış beş yaşında vefat etti Mehmet abi. Çıktıktan sonra hanımının ve oğullarının yanına gidip onları kontrol edeceğime söz verdim. Baba yüreği işte, oğulları ne yapmış olursa olsun merak ediyor, korumak istiyor. Ben tüm bunları düşünürken arkeoloji bölümüne ulaşmıştım bile. Fen Edebiyat fakültesindeki en gereksiz bölümlerden biriydi benim için taa ki Talin’in burada okuduğunu öğrenene kadar. Öğrenci işlerine doğru yollanırken onunda yıllar önce bu koridorlarda dolaştığını düşünmek bile beni heyecanlandırıyordu.
Danışmadaki bayan meşgul görünüyordu ancak umurumda değildi yirmi beş yıl beklemiştim zaten.
‘İyi günler ben bu fakültede okuyan bir arkadaşım hakkında bilgi almak için geldim’
Danışmadaki kızın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Benim gibi kırklı yaşlarda bir adamın öğrenci arkadaşının olmasını garipsemişti belki de. Hemen düzelttim;
‘ Ben eski mezunlardanım yirmi beş yıl önce ki kayıtlara bakmanız gerekecek’ Kız gülümsedi ve bilgisayarda bir kaç sayfayı açıp kapattı.
‘ Arkadaşınız hangi bölümdeydi ?’
‘Arkeoloji adı Talin ancak soyadını maalesef unuttum, eh yıllar bize pek adil davranmıyor’ dedim gülümseyerek. Vay be! Ne güzel de yalan söylüyordum. Halbuki soyadını hiçbir zaman öğrenememiştim.
Kadın bana şüpheli bir bakış atıp adımı soyadımı sordu. Ve beni kayıtlarda arayıp bulduktan sonra – bir zamanlar öğrenci olduğumu anlayınca- Talin’i aramaya koyuldu.
‘ Aslında soyadını bilmediğimiz birini bulmak çok zordur ancak arkadaşınızın isminde hiçbir öğrencimiz olmadığından hemen buldum.’ Ben kızın söylediklerini idrak etmeye çalışırken, bu kadar kolay olacağını düşünmediğim için bedenime yayılan şok dalgasından kurtulmaya çalışıyordum.
‘ İki tane adres gösterilmiş burada beyefendi. Birincisi İzmir/Bornova ikincisi ise Ankara da bir kız yurdu ama sanırım kapandı o yurt.’ Ardından küçük bir not kağıdına adresi yazıp uzattı. Teşekkür edip ayrılırken, elimde tuttuğum değerli kağıdı kalbime bastırdım.
Böyle bir güzelliğin egenin incisinden çıktığını düşünmem gerekirdi. Masmavi gözleri, göz kamaştırıcı fiziği, kumral saçları ancak bir İzmirliye ait olabilirdi. Onu İzmir’de bulma olasılığım düşük bunu biliyorum. Ailesinden uzaklaşmak istediğini söylemişti zamanında. Ancak elimdeki en iyi kaynak bu adresti çünkü ailesine ulaşırsam onu bulmam çok daha kolay olacaktı. İkinci adresten hiç umudum olmadığımdan fazla üstünde durmayacaktım. Kız yurdunun vereceği i bilgilerde hemen hemen bunlarla aynı olmalıydı. Ve danışmadaki bayanın söylediğine göre kaldığı yurt kapanmıştı. Kapanmamış bile olsa kız yurdunun yirmi beş yıl önceki kayıtları tuttuğunu sanmıyordum. Üniversiteden ayrılırken buraya son gelişim olduğunu hissetmiştim. Fen Edebiyat Fakültesinden ayrılmadan önce bahçedeki banklardan birine oturdum. Mayıs güneşi içimi ısıtırken, ‘Ahmet’in katledilişini, annemle babamı, Talin’i, benden çalınan yılları’ düşünerek sessizce yas tuttum. Bunu kendime borçluydum. Göz yaşlarımı silerken gençliğimle vedalaşıp uzun süre sonra içimdeki yaşlı adamın fakülteden ayrılmasına izin verdim.