Basmacı Harekatı aslında 1916 yılında Rus Çarı II. Nikolay'ın Türkistan bölgesinden 19-43 yaş arası 500 bin erkeğin 1. Dünya Savaşı için zorunlu işçi olarak alınacağını bildiren bir ferman yayınlamasıyla Kazakistan'da başladı. Kazakların "Ult Azattık Köterilisi" (Milli Bağımsızlık Mücadelesi) adı verdiği direniş 1917 yılında tüm Türkistan'a yayıldı ve Buhara şehrinde örgütlendi. Rus Çarlığına karşı başlayan bu hareket 1931 yılına dek Sovyet yönetimine karşıda devam etti.
Bu hareketin yaşandığı dönem en büyük acıyı çeken Kazaklar, Ruslara en büyük acıları yaşatanlar ise Özbekler olmuştur. Kelime anlamı olarak "Basmacılar" Baskın yapanlar anlamına gelir ve bu harekete Basmacılar Hareketi adını veren Ruslardır. Türkler bu hareketi Basmacı birliklerinin komutanı anlamına gelen Korbaşı kelimesinden türemiş "Korbaşılar Hareketi" olarak adlandırırlar.
Bolşeviklerin hedefi deminde söylediğimiz gibi çarı devirerek işçi sınıfının haklarını savunmaktı. Fakat şimdi öyle bir yer düşünün ki işçi diye bir kavram olmasın çünkü fabrika da olmasın. Sanayileşme olmasın çünkü makine diye bir şey de olmasın. Sadece uçsuz bucaksız bir bozkır ve bu bozkırın üstünde çadırda yaşayan insanlar olsun. Ekim Devrimi bu insanları gerçekten temsil eder mi?
Temsil etmese bile Rus çarlığının diktatörlüğü altında ezilmekten iyidir, öyle değil mi? İnsani değerleri savunuyor, işçiler ezilmesin diyor, köleliğe karşı çıkıyor. Ne kadar kötü olabilir ki?
Bir Tatar politikacı olan Mirsaid Sultangaliyev'de öyle düşünmüştü. Soylu bir ailede dünyaya gelen Galiyev hem bir öğretmen hem de bir politikacıydı. Çokta milliyetçi bir adam olan Galiyev, aynı zamanda işçilerin haklarını sıkı sıkıya savunan bir komünistti. Böyle söyleyince zıt gibi duran iki kavram... Milliyetçilik ve Komünizm. Aslında sandığınız kadar uzak olmayan iki zıt kavram.
Ekim Devriminden sonra Galiyev'in parlak zekası Lenin'in dikkatini çekmişti. Türklere Sovyet devrimini benimsetmek için Galiyev'i aracı olarak kullanmaya karar veren Lenin, Galiyev'in emrine sayısı 50 bin neferi aşkın, Türklerden oluşan bir Bolşevik(kızıl) ordusu verdi. Galiyev bu ordunun baş kumandanı olarak çar yanlısı olan orduyla(beyaz) pek çok kez savaşıp onları yendi.
Fakat savaş bittiğinde Galiyev, yaptıkları ve Galiyev'in mazlum halkı görmezden gelindi. Kongrelerde milliyetçilik ile suçlanıp aşağılandı, yetkileri elinden alındı. Halkı yok sayıldı ve uğruna savaştığı devlet, Rus Çarlığının asimilasyon politikasına aynı hızda devam etti.
Bunun üzerine Sosyalist bir Türk devleti için gizli bir ayrılıkçı örgüt kuran Galiyev, Sovyet karşıtı çalışmalar suçlamasıyla tutuklandı. Sorgu sırasında amacının "Sosyalist Turan Cumhuriyeti" kurmak olduğunu söyledi. Daha sonra serbest bırakılıp faaliyeterinden vazgeçmeyen ve halkı uyandırmak için tüm Türk lehçelerinde gazeteler basan ve diğer Türk topluluklarının önderleriyle gizli toplantılar düzenleyen Galiyev, Türkistan coğrafyasında milliyetçi ve aydın bir sınıfın doğmasına büyük katkı sağladı.
Galiyev faaliyetlerinden ötürü tekrar tutuklandı, Stalin'in emriyle cezaevinde işkence gördü ve kurşuna dizilerek öldürüldü. Galiyev'in verdiği zarardan ötürü hıncını alamayan Stalin, Galiyev'in ölümünden sonra oğlu ve karısını Sibirya'da iki ayrı toplama kampına göndererek ölümlerine sebep oldu. 16 yaşındaki kızı Rus askerlerinin tecavüzüne uğradı ve yaşadıklarından ötürü intihar etti... Galiyev'in kurşuna dizlimeden önceki son sözleri ise "Herşeye rağmen halkıma güveniyorum." olmuştur.
1918-1922 yılları arasında Komünistler, Türk halkının elindeki "fazla" yiyeceklere, "fazla" hayvanlara ve "fazla" tohumlara tüm insanları eşitlemek(!) kılıfıyla el koydu ve bu el koyduğu malları orduyu beslemek için kullandı. Bu el koymaya "Prazvorskaya Razvyozka" adı verildi. Tabiki el koyulan yiyecekler anlatıldığı gibi "fazla" olanlar değildi. Kazakistan bölgesi başta olmak üzere tüm Türkistan halkının yemekleri, hayvanları ve tahıl ürünleri orduyu beslemek için zorla ellerinden alınmaya başlandı.
1918 yılında Türkistan Yönetim Komitesi toplantısında Komünistlerin Türkistan valisi Ivan Tobolin:
"Türkler ekonomik açıdan zayıflar ve ölmeleri gerekiyor. Buradaki açlıkla uğraşmak yerine orduyu güçlü tutmalı ve tüm besin kaynaklarını orduya aktarmalıyız." diyerek yaşanacak korkunç olayların habercisi oldu.
Hayvanları ellerinden alınan halk açlıkla boğuşuyordu. Halk yiyecek bulamadığı için hayvan leşleri yemeye ve fare avlamaya başladı. Bunun sonucunda ise halk arasında ölümcül bulaşıcı hastalıklar ortaya çıktı. Halk açlıktan ölmeye başladı. Bunun sonucunda Kazak aydınları halka bedava yemek verilen ve hastalıkları tedavi edilen yardımevleri açtılar.
1919 yılında Sovyet Halk Komisyonu Başkanı Derjinsiy'in 175 numaralı emriyle yeni bir kanun düzenlendi ve halkın yemekleri toptan ellerinden alınmaya başlandı. Artık itiraz edenler infaz ediliyordu...
16 Temmuz 1920 yılında Rusya Mahsül Komisyonu Başkanı Suripa'ya gönderilen rapora göre Kazakistan bölgesinden 4800 ton mahsüle el konulmuş ve orduya gönderilmişti. Türkistan bölgesi bütün Sovyet Birliği'nin ana besin kaynağı haline gelmişti.
21 Kasım 1920 yılında Sovyet Yönetim Komitesinin Başkanı Kalinin, Kızılyar şehrine geldi. Kalinin'in toplantısından sonra Akmola şehrinden 48.000 ton mahsül ve 43 bin hayvan Moskova'ya ve Petrograd'a gönderildi...
Artık insanlar açlıktan bir dilim ekmek bulamıyordu. Kazak aydınlarından Açlıkla Mücadele Derneği Başkanı Maskovkin, raporunda Kazakistan'ın Or şehrindeki durumu şöyle rapor etti:
"Aç insanlara kimse yardıma gelmedi. Onlar ölüyorlar ve leşlerini köpekler yiyiyor..."
Bu raporda aynı zamanda Or şehrinde 20 insanın ölen insanların leşlerini yedikleri rapor edilmişti... Halk açlıktan ölen insanları yemeye başlamıştı. Bundan yanlızca 1 sene sonra hayatta kalmak için ölmüş çocuklarını yiyen insanlara rastlamak nadir bile değildi...
1921 yılında Türkistan Halkı Aydınlandırma Komitesi üyesi İsfandiyar Kenci'nin raporuna göre 1921 yılında annesi ve babası açlıktan ölen çocuk sayısı 128 bin iken bu sayı 4 ay içinde 408 bin'e yükseldi. Annesi ve babası ölen çocukların çoğu açlıktan öldü...
Kazak aydınları bu olaylar sırasında halkını korumak için cesurca ellerinden geleni yaptı. Açlığa karşı yaptığı çalışmalar Sovyet Hükümeti tarafından "Devlet Düşmanlığı" olarak kabul edildi.
1932 yılında Kazakistanın "Kent" şehrine giden son Kazak aydınlarından Alaş Orda mensubu Mansur Gizataulin'in raporunda yazanlar ise korkunçtu...
"Arabadan indim. Etrafta hiçbir canlı gözükmüyor, hiçbir şey yok. Biraz yürüdükten sonra gözüme uzunlamasına inşa edilmiş bir ahır takılıyor. Kapıyı açıp içeri giriyorum. Ahırın içi sıra sıra dizilmiş cesetlerle dolu. Aralarında henüz ölmeyip can çekişmekte olanları görüyorum. Etrafa göz atıyorum, ileride kaynamakta olan bir kazan gözüme çarpıyor. İçinde bir şeyler pişiyor. Yanına gidip kapağını açıyorum. Kazanın içindeki kaynayan suda küçük bir çocuk ayağı ve kolu var...
Ben Mansur. Halkımın düşmanlarına düşmanım."
Halktan mahsülleri toplamaya gelen Rus memurları her gelişlerinde istedikleri mahsül miktarını arttırıyorlardı. İstediği mahsül miktarını getiremeyenler toplama kamplarına götürülüp infaz ediliyorlardı. İstedikleri mahsülü getirenlere ise daha fazla mahsül getiremeyecek hale gelene kadar mahsül talebinde bulunuyorlardı. Sonunda halk ya açlıktan ölüyordu, yada infaz ediliyordu.
1930-1933 yılları arasında Kazakistan topraklarındaki büyükbaş hayvan sayısı 40 milyondan 4 milyona düştü. Yani neredeyse kişi başına 1 hayvan...
Kazak aydınları hükümeti açık bir şekilde eleştirdiler ve hükümet karşıtı siyasi ve askeri oluşumları desteklediler. Bunun sonucunda 165 bin Kazak aydını sadece 10 yıl içerisinde siyasi suçtan dolayı Gulaglara (Sovyetler tarafından kurulan toplama kampları) götürüldü ve kurşuna dizildi. Tüm aydınlarını, siyasetçilerini, şairlerini, akedemisyenlerini, sanatçılarını kaybeden Kazak halkından geriye ise şekillendirmesi ve beyni yıkanması kolay cahil bir halk kaldı...
1897 yılında Rus Çarlığı Orta Asya'da bir nüfus sayımı yaptırdı. Bu sayıma göre Rus İmparatorluğunda;
Kırgızlar : 201 bin
Tacikler : 350 bin
Türkmenler : 281 bin
Özbekler : 726 bin
Kazaklar : 4 milyon 84 bin
nüfusa sahipti. Yani bütün Orta Asya halkı, Kazak halkının yarısı bile değildi.
1911 yılında yapılan sayımda ise Kazaklar nüfusunu neredeyse iki katına çıkarmış ve 8 milyonu aşmışlardı.
Aradan 28 yıl geçti... Rus Çarlığı yerini Sovyetler Birliği'ne bıraktı. 1939 yılındaki Sovyet sayımına göre;
Türkmenler: 760 bin
Kırgızlar : 750 bin
Tacikler : 900 bin
Özbekler: 3 milyon 900 bin
Kazaklar: 2 milyon 300 bin
nüfusa sahipti....
Kazaklar ise 8 milyonluk nüfuslarına ancak 1970 yılında tekrar ulaşabildiler. 1930-33 yılları arası resmi Sovyet kayıtlarına göre 2 milyon 300 bin Kazak açlıktan ölürken; 1920-22 yılları arası 1 milyon 700 bin Kazak açlıktan ölmüştü. Yani 1920-1933 yılları arasında tam DÖRT MİLYON (4.000.000) Kazak açlıktan ölmüştü.
Bazı Basmacı gruplar arasında temel geçim kaynağı eşkıyalık ve yağma olmuştur. Bu yüzden zaman zaman birbirleriyle çatışmışlardır.
1918 yılında yenilikçi ve cumhuriyetçi Özbek aydınları (Cedidçiler) tüm bu olaylardan önce Rusların yardımıyla İslamcı ve gelenekçi Buhara Hanlığını devirmeyi denemiş ve Buhara Cumhuriyetini ilan etmişlerdir. Ruslar ile Cedidçiler arasında yapılan antlaşma ise Buhara Emirini devirmeye yardım etmeleri lakin sonra çekip gitmeleri konusundadır. Burada asla bir hainlik söz konusu değildir. Ortada bir gelenekçi-yenilikçi savaşı mevcuttur fakat iki tarafta Rusları sevmese de zaman zaman onlarla iş birliği yapmaktan çekinmezler.
Buhara Emirliği finansal açıdan dönemin en güçlü devletlerinden biri durumundadır. Çünkü Çağatay Hanlığından Timur'a geçen hazine, kısacası Timur'un hazinesi Buhara Emirliğindedir. Dolayısıyla Buhara Emirliği kolay lokma olmasada iştah açıcı bir hedeftir.
1921 yılında Bir Türk, eski Osmanlı Başkumandanı Enver Paşa güvendiği bir kaç Türk subayı ile Orta Asya'ya gider ve Basmacı Harekatının başına geçer... Enver Paşa Orta Asya'da iki türlü bilinmektedir. Birinci grup Enver Paşa'yı güçlü ve kuvvetli bir Türk subayı, yeni bir umut kaynağı olarak görürken(Cedidçiler) diğer kesim Enver Paşa'yı Osmanlı İmparatorluğunun batmasına sebep olan ve II.Abdulhamid'i tahtından eden adam olarak tanır.(gelenekçiler)
Enver Paşa'nın Orta Asya'ya geçtiğini öğrenen Buhara Emiri Muhammed Alim Han, ona bağlı olan Türk boylarından biri olan Lakay Aşiretinin reisi İbrahim Lakay'a Enver Paşa'yı esir alıp kendisine getirmesini emreder. İbrahim Lakay tamamen para kimdeyse ona hizmet eden bir adamdır fakat emrinde yüzlerce süvari vardır ve Muhammed Alim Han onu başkomutanı yapmakla ödüllendireceğini söyleyerek tavlar ve Enver Paşa'yı kaçırttırır.
İbrahim Lakay ve adamları Enver Paşa'yı ve adamlarını donuna kadar ne var ne yoksa herşeyi arar ve değerli eşyalara el koyup Buhara Hanına getirir. Enver Paşa'nın karşısına "Aslanım, koçum, yiğidim" diye çıkan Muhammed Alim Şah, Enver Paşa'yı hediyelere boğar ve destekleyeceğini söyler. Fakat İbrahim Lakay'a "Bu adama dikkat edin" der ve Enver Paşa'yı esir tutturur. Bu durum harekatı geciktirsede Enver Paşa bi süre sonra oradan kurtulup harekatın başına geçer.
Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu kendisine destek olur ve bir istihbarat ağı kurarlar. Doğu Buhara'nın (Duşanbe) Ruslar tarafından kuşatıldığını duyan Enver Paşa ve birlikleri şehri kurtarmak için harekete geçer. Ruslarla çarpışmak üzereyken İbrahim Lakay ve adamları Enver Paşa'nın ordusunu arkadan vurur. Enver Paşa ve Basmacılar ordusu önde Ruslar arkada Buhara Emirinin adamıyla kuşatılmış durumdadır. Enver Paşa orduyu üçe böler. Kanatlardaki orduya kaçmalarını söyleyerek kendisi ortanca birliğin başında atını Ruslara doğru sürerek kendini feda eder ve Rus mitralyözü (taramalı ağır silah) tarafından delik deşik olmak suretiyle hayatını kaybeder.
İbrahim Lakay ise daha sonra Ruslarlada savaşmıştır. Ruslara esir düşen İbrahim Lakay ensesine yediği tek kurşun ile Ruslar tarafından öldürülmüştür.
Ankara Hükümeti, Rus Çarlığının yerini Sovyet Devletine bırakması üzerine Atatürk'ün emriyle Lenin'e elçi yollayarak lojistik destek ve ittifak talebinde bulunur fakat Sovyetler o sırada iç savaşta olduğu için bu teklifi reddederler. Bunun üzerine Osman Kocaoğlu(Hocayev) önderliğindeki Buhara Cumhuriyeti(Bugünkü Özbekistan) meclisi toplar ve Türkiye Cumhuriyetine Timur'un hazinesini göndermeye karar verirler. Timur'un hazinesinden 100 milyon altın ruble gibi inanılmaz bir meblağı Türkiyeye ulaştırması için trenlerle Moskova'ya gönderirler fakat Lenin altınlara el koyar. Türkiye'ye altınların ulaşmaması üzerine Atatürk ve Buhara Cumhuriyeti'nin baskısıyla Sovyetler 100 milyon altın rubleden 10 milyon altın ruble ve 10 milyon altın rublelik silah(yarısından fazlasının tetiği olmadan geldiği bu yüzden kullanılamadığı söylenir) olmak üzere toplam 20 milyonunu gönderir ve o parayla Kurtuluş Savaşı yapılır. Geri kalan 80 milyon ruble'ye ise Rusya el koyar ve Sovyetlerin iç savaşını ve 2.Dünya Savaşını finanse ederler.
Atatürk Buhara Cumhuriyeti'ne teşekkür amaçlı bir elçi heyeti gibi gözüken bir ajan grubu yollar ve o heyet orada kalıp Türkistan bağımsızlık mücadelesi için çalışırlar. Bunun üzerine Buhara Cumhuriyeti'de teşekkür amaçlı Türkiye'ye 3 kılıç gönderirler. Birisi Atatürk'e, birisi İsmet İnönü'ye, diğeride İzmir'i kurtaracak olan kişiye verilecektir. (İzmir o dönem Yunan işgalindedir.) İzmir'i kurtaracak kişiye verilecek kılıç ise bizzat Timur'a aittir. İzmir'i fetheden ve bugün Türkiye'ye ait olmasını sağlayan kişi Timur'dur. Bu yüzden İzmir'i ikinci kez kurtaran kişiye bu kılıç verilecektir.
İzmir'in kurtarılışı sonrası Timur'un kılıcı vasiyet üzerine Yüzbaşı Şerafettin Bey'e verilir. İsmet İnönü ve Mustafa Kemal'in kılıçları bugün TBMM'de sergilenirken, üçüncü kılıç yani Timur'un kılıcı kaybolmuştur.
Buhara Cumhuriyeti'nin Ruslar tarafından ele geçirilmesinden sonra Osman Kocaoğlu Türkiye'ye sığınmıştır ve ailesini Türkiye'ye taşımıştır. Oğlu Timur Kocaoğlu, Michigan State University'de profesörlük yapmaktadır ve kendisi Basmacı ve Türkistan tarihi uzmanıdır.
Bugün Osman Kocaoğlunun gönderdiği Buhara Cumhuriyeti yardımları Sovyet yardımı gibi anlatılmaktadır. Bu yardımlardan dolayı Taksim'de anıt dikilmiştir ve üzerinde Stalin ile Türkistan'daki soykırımın en büyük sorumlularından biri olan Rus general Mihail Frunze ile Atatürk'ün heykeli vardır...
Basmacı Harekatı bitirildikten sonra Türkistan'da sistematik bir şekilde soykırıma uğrayan Türkler, Ruslarla savaşıp ülkelerini kurtarmak için 2.Dünya Savaşında Sovyetler Birliği ile savaşan Nazi Almanyasının tarafına geçmişlerdir. Türklerin bulunduğu 4 büyük lejyon kurulmuş ve bu lejyonlar Naziler'in Fransayı işgalinde kullanılmıştır. Bu dört lejyon sırasıyla;
1- Türkistan Lejyonu (Kazaklar, Özbekler, Türkmenler ve Kırgızlar)
2- Kafkas Müslüman Lejyonu (1946'dan sonra adı "Azerbaycanlı Lejyonu" olarak değiştirilmiştir.)
3- İdil-Ural Lejyonu (Tatarlar)
4- Kuzey Kafkasya Lejyonu (Dağıstanlı Türkler)
Nazi Almanyasının yenilmesinin ardından bu Türkler savaş esiri olarak Avrupa'da kalmıştır. Rusya'nın iade talebi üzerine bu esirler İsmet İnönü'nün Rusya korkusundan dolayı Türkiye üzerinden Rusya'ya gönderilmiştir... Vagonların Türkiye'den geçeceğini öğrenen Türkistanlı esirler sevinmişler ve kurtarılacaklarını beklemişler lakin Türk askerleri ağlaya ağlaya bu esirleri Ruslara teslim etmişlerdir. Esirler teslim edileceklerini anladıklarında Türk askerlerine "Bizi siz vurun" demiş, kimisi ise Ruslar'a ulaşmadan intihar etmiştir. Bu iadeyi İsmet İnönü'nün emriyle gerçekleştiren kıdemli Türk askerlerin bir kısmıda acılarına dayanamayıp kendilerini öldürmüşlerdir.
Ruslar tarafından öldürülen ve resmi olarak öldürüldükten bir gün sonra idam kararı verilen Özbek Aydını Abdülhamit Süleyman Çolpan'a ait olan "Güzel Türkistan" şiiri bestelenerek marş haline getirilmiştir. Bu ordunun milli marşı bu acıklı şiirin bestelenmiş versiyonudur. Abdülhamit Çolpan 2. Dünya Savaşından önce Ruslar tarafından katledilmiş ve Türkistan'ın düştüğü halleri duygusal bir şekilde dizelerine aktarmıştır. Buda kendisinin bestelenmiş şiiridir:
Yazıyı bitirirken Türkistan ve Türk halkının bağımsızlığı için mücadele etmiş, canını vermiş, acı çekmiş kim varsa Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun.