Son İmparator-Başka Bir Dünya [8.Bölüm] Yeni Bölüm !!!

Users who are viewing this thread

samurayahmet said:
Bu bölümde güzel olmuş. Şaman bir de avatarınla imzandaki animelerin isimlerini özelden atabilir misin? Merak ettim.

Teşekkürler, beğenmene sevindim.  :smile:

Onatcan3 said:
Walden:Malos nuntius ... Beornas, uides.(Kötü haber... Beorn'u kaybettik.)
Harika olmuş usta :grin: Bir de benim hikayeye bakılsa seninle yarışacağız ama olmuyor işte :grin: :lol: :mrgreen:

Sağol kardeşim.  :smile:
Beorn'u kaybetmedik canım, sadece taraf değişti.  :lol:
 
Vay arkadaş neler olmuş öyle ya.  :shock:  :shock:

Ben de anlamamıştım dedim.. Beorn!! nasıl ya!!! vay adama bak arkadaş diycektim ki meğer ne oyunlar hileler dönüyormuş.  :smile:
Ayar oldum Sara'ya da. Neymiş geçmişleri merak ettim. Beorn'u neden bu kadar istiyorlar acaba!  :?:

ps: Harikasın Şaman her zamanki gibi. Bu kadar yaratıcılık beklemiyordum. Süper olmuş :smile:  :smile:. Aklına emeğine sağlık  :grin:
 
ebri said:
Vay arkadaş neler olmuş öyle ya.  :shock:  :shock:

Ben de anlamamıştım dedim.. Beorn!! nasıl ya!!! vay adama bak arkadaş diycektim ki meğer ne oyunlar hileler dönüyormuş.  :smile:
Ayar oldum Sara'ya da. Neymiş geçmişleri merak ettim. Beorn'u neden bu kadar istiyorlar acaba!  :?:

ps: Harikasın Şaman her zamanki gibi. Bu kadar yaratıcılık beklemiyordum. Süper olmuş :smile:  :smile:. Aklına emeğine sağlık  :grin:

Evet, bu bölümde Beorn'un taraf değiştirmesinin nedenini açıklayabildiysem ne mutlu bana.  :smile: Sara'nın Beorn'a takıntılı olmasının iki nedeni var, bunlar ileride açığa çıkacak.

Beğenmene sevindim. Teşekkür ederim.  :smile:
 
Dört Yol Hanı Yazarları Top Yüz
1-Alhedras
2-Kızıl $aman
3-Onatcan
4-Homeros
.
.
.
Birinci olmalısın ("
 
Sabaku no Gaara said:
çok güzel yazıyosun tebrik eder devamını beklerim bi de beorn imparatorlukta mı kalacak sonsuza dek onu çok  merak ettim :smile:

Teşekkürler  :smile:

Beorn'un imparatorlukta kalmasıyla ilgili birşey diyemem şimdi, eğer dersem hikayenin zevki kalmaz.  :grin:
 
Usta hadi ama yahu! Kac gun oldu :smile: Seni bekliyoruz surada :p :smile:

Yazara hesap sorup sitem eden okuyucu! Kendimden sogudum :smile:
 
ebri said:
Usta hadi ama yahu! Kac gun oldu :smile: Seni bekliyoruz surada :p :smile:

Yazara hesap sorup sitem eden okuyucu! Kendimden sogudum :smile:

Ne deseniz haklısınız, ama anca vakit bulup yazabildim. Kusura bakmayın artık.  :roll:



Evet!!! Uzun bir aradan sonra yeni bölüm geldi. Elimden geldiğince iyi yazmaya çalıştım. Umarım beğenilir. Yazım hatalarım varsa affola. İyi okumalar...  :smile:

Leydi Alvina gözlerini karşısında duran kocasına çevirdi. Adam yorgun görünüyordu, son günler onu gerçekten çok kötü etkilemişti. Kergitlerle savaş, Nordların işgalinin başlaması ve Vaegirlerle Rodokların da bu işgale katılıp bütün Svadya’yı ele geçirmeleri. Ve oğlu Beorn’un ölüm haberi… Bütün bu olanlar, adama fazla gelmiş gibiydi. Omuzları düşmüş, saçlarında beyazlıklar oluşmaya başlamıştı. Gözündeki parıltı gitmiş, yüzündeki kırışıklıklar daha fazla artmıştı. “Hogan! Böyle devam edemezsin” dedi kocasına yalvaran gözlerle bakarak.

Hogan Druel, karısına baktı yorgun gözlerle. “Ne yapabilirim Alvina” dedi çaresizce. “Oğlum öldü! Oğlumuz öldü!”. “Bu bilginin doğruluğu kesin değil! Lezalit denen adamın söylediklerini hatırlasana, onun sadece bir okla vurulduğunu görmüş”. Hogan Druel’in mavi gözleri dolmaya başlamıştı. “Alvina! Araştırdım, Praven’in içine casuslar soktum. Ragnar, Beorn’un ölümünü bütün şehirde, hatta bütün Svadyada duyuruyor!”. Alvina derin bir nefes aldı. Kocasını ikna etmesi uzun zaman alacaktı anlaşılan. “Hadi ama Hogan!” dedi kocasının elini, ellerinin arasına alarak. “O bir düşman! Beorn’un öldüğünü söyleyerek halkın moralini bozmaya çalışması mantıklı olur”. Hogan Druel kafasını iki yana salladı, “Hayır Alvina, Kral Ragnar’ı tanırım. Bu tür kirli oyunlara başvurmaz o”.

Leydi Alvina derin bir nefes bıraktı. “Bilemezsin” dedi, “Ayrıca eğer öldüyse bile –ki buna hala inanmıyorum- böyle devam edemezsin”. Kocasının bitkin gözlerinin içine bakarak “Kralın sana ihtiyacı var” dedi, “Ve ülkenin de!”. Hogan gözlerini karısından kaçırarak başını eğdi. “Bitti Alvina! Her şey bitti!” dedi. Sesi kırılgan çıkıyordu. “Ülke yıkıldı, oğlumuz öldü, savaşacak bir şey kalmadı”. Karısının kaşlarını çatıp, ona kızgınca baktığını hissedebiliyordu. “Saçmalama Hogan!” dedi Leydi Alvina. “Aksine her şey yeni başlıyor”. Bu sözün üstüne Hogan Druel başını kaldırıp karısına baktı. “İmparatorluktaki tanıdığımdan bir haber aldım” dedi karısı ciddi bir şekilde. Hogan Druel şimdi bütün dikkatini karısına vermişti. Eğer karısı imparatorluktan bahsediyorsa, mutlaka durum çok ciddi olmalıydı.

Leydi Alvina eskiden bir İmparatorluk casusuydu. Kalradya’daki görevi, Druel ailesini gözlemek ve onların durumunu İmparatorluğa bildirmekti. Bu görevini çok uzun süre boyunca yerine getirmişti sadakatle. Ama Druel ailesini gözlemek içi onlara yakın olmak gerekiyordu ve bu yakınlaşma bir süre sonra Hogan Druel’e karşı aşka dönüşmüştü. Bunun sonucunda da İmparatorluktaki görevini bırakmıştı. İmparatorluğun casusu olmanın en iyi yanlarından biri buydu. Casuslar, İmparatorluğun soylu ailelerinin çocuklarından seçilirdi ve bunlar üç yıllık zorunlu hizmetten sonra isterseler görevlerini bırakabilirdiler. Bu sistem sayesinde, İmparatorluk kendisine sadık casuslar yetiştiriyordu. Ve bu da dışarıya bilgi sızmasını engelliyordu.

Leydi Alvina’ da görevini bırakan casuslardan biriydi, tabii tüm bunları kocasına da anlatmıştı. Ama ona İmparatorluk ile ilgili sırları asla vermemişti, zaten Hogan da asla böyle bir şey istememişti ondan. Leydi Alvina’nın İmparatorluk içinde hala dostları vardı ve onlardan sık sık haber alıyordu. “Kalradya’daki bu durumun İmparatorlukla ilgili olduğunu öğrendim” dedi. “İşin içinde olduklarını daha önce tahmin etmeliydim aslında”. Hogan Druel karısına bakıp “İmparatorlukla ilgili bir bilgiyi şu ana kadar senden hiç istemedim” dedi “Ve sende bana fazla bahsetmedin, şimdi onlara ihanet mi edeceksin?”. Kadın kocasına anlayışla baktı. “İmparatorlukta işler bundan farklı yürür” dedi. “İmparatorluğa hala sadığım, evet. Ama benim için ondan daha önemli bir şey var; Ailem! İnan bana, İmparatorlukta yetiştirilen kadınlar ailesini her şeyden üstün tutar. Eğer ailesini tehdit eden bir şey varsa, bu İmparatorluğun kendisi bile olsa, onu yok etmek için tüm güçlerini kullanırlar”.

Kadının sözleri Hogan Druel’i gülümsetmeden edemedi. “Bu işgallerin arkasında İmparatorluğun olduğunu öğrendim. Ve bir başka bilgiye göre de İmparator yeni bir lejyon kuruyormuş. Lejyonun amacını kimse bilmiyor, fakat arkadaşımın tahminine göre Kalradya’yı işgal etmek için kurulmuş”. Hogan Druel başını anladığını göstermek için salladı. “Eğer gerçekten haklıysan, İmparatorluk Kalradya’daki diğer ulusları da birbirine düşürecektir. Böylelikle güçlü bir direnişle karşılaşmadan, savaşlardan bitap düşmüş Kalradya’ya işgal edebilir!”.

Hogan Druel oturduğu yerden kalktı ve karısına baktı. “Bunu Krala bildirmeliyim” dedi. “Şu anda yapabileceğimiz pek bir şey yok, ama bu haberi hak arasında ve diğer uluslar arasında yaymalıyız. Belki bu delice savaşı sona erdirirler” dedi. Karısı başını iki yana sallayarak “Eğer İmparatorluk bir oyuna kalkışmışsa, durdurmak mümkün değildir” dedi. Sonra ayağa kalkarak kocasına sarıldı. “Krala haber versen iyi olur”. Aslında Kral Harlaus’un haberinin olup olmaması Alvina’nın umurunda değildi. Tek umurunda olan şey ailesiydi. Eğer ailesi olmasaydı, Kalradya’nın, İmparatorluğun hakimiyetine girmesi pekte kötü gözükmeyebilirdi onun için. Ama Druel ailesinin İmparatorlukla hiçte iyi olmayan bir geçmişi vardı ve Ailenin tüm bireyleri idam cezasına çarptırılırdı muhtemelen. Bunun nedeni de Dhirim Druel’in yüzyıllar önceki ihanetiydi.

Kadın, kollarını kocasının boynundan ayırmadan hemen önce, onun kulağına fısıldadı. “Merak etme, Beorn yaşıyor, buna eminim”. Kocasının yüzüne bir tebessüm yayıldı. “Umarım haklısındır” dedi kısık bir sesle. “Umarım haklısındır…”


Beorn

Beorn, yanındaki Sara’ya baktı. Sara’nın üzerinde, bir avcı kıyafeti vardı. Bacak hatlarını belli eden deri bir pantolon, beyaz yün çizmeler, yeşil keten bir gömleğin üzerine kahverengi deri bir ceket. Kızıl saçlarını da, yeşil gözlerini ön plana çıkaracak şekilde en tepeden bağlamış ve at kuyruğu yapmıştı. Kuyruğu sol omzunun üstünden aşağıya doğru geliyordu. Beorn’un gözünde, savaşçı bir tanrıça gibi duruyordu şu an.
Beorn ise siyah deri pantolon ile aynı renk çizmeler giyiyordu ve üzerinde de yeşil başlıklı bir gömlek vardı. Yeşil başlıklı gömleğin üzerine, aynı Sara’nınki gibi kahverengi deriden bir yelek giymişti. Silah olarak ikisinde de aynı şeyler vardı. Omzuna asılı yay ve sadakları ve ellerinde de kılıçları vardı. Beorn mavi gözlerini etrafta gezdirdi. Dhirim, doğduğu, büyüdüğü şehir… Vaegirlerin hakkını vermek gerekirdi, şehri ele geçirirken pek zarar vermemişlerdi doğrusu. Birkaç yıkık bina dışında pek hasar yoktu. Halk bıkkın ve yorgun görünüyordu. Beorn ve Sara caddelerden geçerken, herkesin gözünde aynı şeyi görüyordular. Korku ve tedirginlik. Etrafta Vaegir askerleri cirit atıyordu, anlaşılan düzeni çok çabuk sağlamaya çalışıyordu Vaegirler.

Beorn bunları düşünürken, birinin ellerini tuttuğunu hissetti. Yanına baktığında, teselli edici gözlerle ona bakan Sara’yı gördü. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Sara. “İyi” diye kısa bir cevap verdi. “Sanırım. Nasıl hissettiğimi bilmiyorum açıkçası”. Gerçekten de öyleydi, şu anda ne hissetmesi gerekiyordu ki? Üzüntü? Açıktası Dhirim’in düşman elinde olması pek umurunda değildi. Ama şehrin en yüksek noktasına kurulmuş kalenin surlarında dalgalanan Vaegir Kralının sancağı onu biraz öfkelendiriyordu. Eskiden kız kardeşi ve annesiyle dolaştığı kalede, Vaegirlerin kirli ayaklarının dolaşması, onu biraz sinirlendiriyordu. Halkın yılgın ve tedirgin bakışlarıysa biraz bile etkilemiyordu onu. Hiçbir zaman sadık olmamıştı onlara karşı, yada öylemiydi gerçekten. Kalbinde bir saniyeliğine de olsa pişmanlık duygusu oluştu. Bazen kafası patlayacakmış gibi hissediyordu, bir şeyler çok yanlış geliyordu ara sıra. Sanki şu anda yanlış taraftaydı, ama Sara’nın parmaklarına kenetlenmiş elini hissettiğinde bu duygu hemen silindi. İmparatorluğa sadıktı o, ve de Sara’ya.

Taktığı yeşil başlığın altında kimse onu tanımıyordu, havanın biraz bulutlu olması da onun işine yarıyordu açıkçası. Şu anda her an yağmur yağacakmış gibi görünüyordu, yani kimse ona neden başlık taktığını sormuyordu? Eğer güneşli bir havada başlık taksaydı, en aptal kişi bile ondan şüphelenirdi. Eğer başlık takmasaydı da, Beorn Druel olduğunu herkes anlardı. Adımlarını Sara’yla beraber hızlandırarak, devriye atan askerlerin ve halkın arasından geçti. Uzun süre yürüdüler, en sonunda durduklarında, pekte tekin olmayan bir mahalledeydiler. Beorn, tek katlı gecekonduyu andıran evlerden birinin kapısının önünde durdu. Evin beton duvarları eskimişti ve çatlaklarla doluydu, küçük bahçesi ise bakımsızlık nedeniyle çok uzamış çimenlerle doluydu.

Evin bahçesine girmek için tahta kapıyı itti. Kapı açıldığında, adımlarını ilerleterek, zararlı otlarla dolu bahçeden geçti ve eve girmek için kapıyı itti. Kapı menteşelerinden biri çıktığı için, kapı bir yere doğru eğik duruyordu. Beorn, hemen arkasındaki Sara’nın tozlu zeminde çıkardığı ayak seslerini duyabiliyordu. Eve göz gezdirdiğinde hiçte değişmediğini gördü. Ev iki odalıydı, bir odasında tozlu bir yatak, kapağı olmayan bir dolap ve eski bir masa vardı. Bu eşyaların hepsinin de üzerinde kalın bir toz tabakası bulunuyordu. Diğer odaya geçtiklerinde büyük bir masa ve ona dayanmış birkaç sandalye vardı. Yerde de tek ayağı kırılmış bir sandalye duruyordu. Beorn masanın altına doğru girdi başını eğerek.Ellerini tozlu zeminde gezdirdikten sonra, aradığını bulmuş bir şekilde gülümsedi. Parmakları, metal bir halkayı hissettiğinde, Beorn işaret parmağını halkanın içinden geçirerek halkayı yukarıya doğru kaldırdı. Bununla beraber, kare şeklindeki tahta kapak, biraz uğraştırsa da kalktı.

Sara yeşil gözlerinde etkilenmiş bir ifadeyle Beorn’a baktı. “Ailen değerli eşyalarını çok değişik yerlerde saklıyor”. Beorn gülümseyerek “Eh, her soylu aile gibi kalede saklamak saçma olurdu, değil mi? Eğer öyle olsaydı, şimdi hepsi Vaegirlerin elinde olurdu”. Sonra kendini aşağıya, kare şeklindeki kapağın ardındaki karanlığa attı. Sara’da onu takip etti. Çok kısa bir düşüşün ardından ayakları yere bastı. Sara etrafını incelediğinde, nemli duvarları ve içerideki hava çok temiz geliyordu. Sara bir mağarada olduğunu anlamıştı. Ferahlatıcı havayı içine çekerek gözlerini Beorn’a çevirdi. Etraf epey karanlık olmasına rağmen, Beorn nereye gittiğini biliyormuş  gibi ilerliyordu.

Kısa bir yürüyüşün ardından Sara’nın nefesini kesen, Beorn’un ise yüzüne büyük bir gülümseme koymasına neden olacak yere geldiler. Beorn yüzündeki büyük sırıtışıyla, ellerini bir noktayı göstererek “Druel ailesinin hazine odasına hoş geldin” dedi. Gösterdiği yerde bir göl vardı, suyun temizliğinden dimi çok net görünebiliyordu. Göl suyunun yansıması, mağaranın tavanını aydınlatıyordu ve etrafın çok daha aydınlık görünmesini sağlıyordu. Gölü besleyen küçük dere, kayaların arasından sızarak, karanlığın içine doğru uzanıyordu, ve buradan da çok daha uzaklara, şehrin dışındaki bir nehre ulaşıyordu muhtemelen. Gölün etrafında, birçok küçük sandık vardı, sandıkların yanında da birçok süslü kılıç, zırh ve buna benzer eşyalar vardı.

“Ailemin geçmişine ait bir çok şey var burada” dedi Beorn. “Eğer lejyon güneşinin olması gereken bir yer varsa, büyük ihtimalle burasıdır. Eğer burada bulamasak da orman şehirde saklanıyordur”. “Bu iki seçenek haricinde bir olasılık olmadığına emin misin?” diye sordu Sara. “İnan bana, ailem geçmişine çok takıntılıdır, eğer o güneş çoktan yok edilmediyse ya buradadır yada orman şehirde!”. Beorn bu sözlerden sonra değerli eşyalar ve sandıklarla dolu yere yaklaşmaya başladı. Gözleri ise, tepesinde bir güneş motifi bulunan, altın renkli sancak direğini arıyordu…

Uzun bir arayış sonucunda, lejyon güneşinin burada olmadığına karar vermişlerdi. Geri döneceklerdi ve Orman şehre gizlice girmek için bir plan yapacaklardı. Beorn ellerini yukarıya kaldırarak zıpladı. Mağaraya giriş için kullandıkları yerin kenarlarını kavradı parmakları. Kendini yukarıya doğru çekti ve evin içine çıktı. Sonra etrafına hiç göz gezdirmeden, elini aşağıya doğru sarkıtarak Sara’yı çıkartmaya koyuldu. Sara’nın pürüzsüz elinin, kendi bileğini kavradığını hissettiğinde kolunu yukarıya doğru çekti. Sara da geçitten çıktığında, Beorn girerken tozlu zemine koydukları tahta kapağı alıp yerine yerleştirmek için başını döndürmek istedi. İşte o zaman, ilk çıktığı zaman etrafına göz gezdirmediğine pişman oldu. Sara’nın da gözleri tozlu zemindeydi ve oda etrafına hiç göz gezdirmemişti. İkisi de bu hatasının bedelini ağır ödeyecekti ama.

Beorn kafasını döndüremeden soğuk çeliğin gırtlağına dayandığını hissetti. Aynı anda Sara’nın da boğazına bir kılıç dayandı. Beorn sakin olmaya çalıştı. Bu tozlu eve kimin gelebileceğini düşündü! Vaegir devriyeleri mi? Hayır bu mahalleye uğramazlardı bile. Burada kullanılmayan evlerden başka bir şey yoktu ki! Peki ya haydutlar? Belki askerlerden kaçmak için buraları kullanabilirlerdi. Ama Beorn’un bu düşünceleri,  o tanıdık sesle beraber kayboldu ve içini büyük bir endişe duygusu sardı. “Kimsiniz?” dedi tanıdık adamın sesi. “Burayı nasıl buldunuz, ayrıca aşağıdaki mağaradan nasıl haberiniz var!”. Beorn, göz ucuyla omzunun arkasına doğru bakmaya çalıştı. Aslında bakmasına gerek yoktu, bu kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordu. Carther, Sofya’nın muhafızlarının komutanı.

Sara, Beorn’un gözlerindeki endişeyi görüyordu. O da ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Beorn, ellerini ‘teslim oldum’ dercesine kaldırdı. Sonra Carther’ın elinin, kendisinin giydiği başlığı sıyırışını hissetti. Hemen ardından da, evin içinde hiç beklemediği ve duymak istemeyeceği kişinin sesini duydu. Kalbinin delice atmasına ve nefessiz kalmasına neden olan bir hıçkırık ve “Aethel!” sesi. Başını yere eğerek “Sana söyledim Sofya, beni öyle çağırmaktan vazgeç!”. Sara da “Aethel” kelimesini söyleyen kıza baktı. Prenses Sofya, odanın bir köşesinde, yaşlı gözlerle ve şaşkınlıkla dikiliyordu. Sara da Beorn da neler olduğunu kavramıştı. Haydutlar yada Vaegirler tarafından yakalanmamıştılar, ondan daha kötüydü durumları. Sofya’nın şövalyeleri tarafından yakalanmışlardı…
 
"Hikaye berbattı iğrenç ezik bir hikaye olmuş" diyene Carther geliyor :grin:

Yine güzel bir bölüm yine bir kaç küçük hata (umursanmayacak kadar önemsiz)  Harikasın :grin:
 
Bekledigimize degdi hakikatten :smile: eline saglik on numara bolum yine. Ayrica arkadas ne guzel betimliyorsun her seyi. :smile:
 
enesancak said:
"Hikaye berbattı iğrenç ezik bir hikaye olmuş" diyene Carther geliyor :grin:

Yine güzel bir bölüm yine bir kaç küçük hata (umursanmayacak kadar önemsiz)  Harikasın :grin:

Teşekkürler, beğenmene sevindim. :smile:
Elimden geldiğince hatasız yazmaya çalışıyorum ama illa bir kaç hata oluyor. Kusurama bakmazanız sevinirim.  :roll:

Sabaku no Gaara said:
yine çok güzel, eline sağlık bir sonrakini de en yakın zamanda istiyoruz :smile:

Teşekkürler, müsait olduğum anda yazacağım yeni bölümü.  :smile:

ebri said:
Bekledigimize degdi hakikatten :smile: eline saglik on numara bolum yine. Ayrica arkadas ne guzel betimliyorsun her seyi. :smile:

Aslında ben betimlemelerimi yetersiz görüyorum ama... Beğendiysen sevindim, teşekkürler.  :grin:

samurayahmet said:
Çok güzel. Yalnız bana hikaye sonunda bütün karakterleri harcayacakmışsın gibi geliyor.  :neutral:

Teşekkkürler,

O düşünceye nerden vardın anlamadım, anlatırsan sevinirim.  :grin:
 
samurayahmet said:
İzlediğim animelerin etkisiyle galiba. Ama dram-aksiyon-romantizm karışımı bir tarzla yazarsan bir şey demem tabi.  :smile:

Ben  hikayeyi yazarken bazen bir anlık fikir değişikliğiyle bile ana kurguyu değiştirebiliyorum. Mesela, Beorn'un normalde esir olması gerekiyordu, ve sonra esaretten kaçacaktı, o sırada Sara'yla da tanışacaktı. Ama yazarken bir anlık dürtüyle o kısmı değiştirdim. Esir olmadı, onun yerine imparatorluğa geçti. Böyle daha bir çok şey yapabilirim hikaye de, o anki duygulara bağlı.

O nedenle hangi karakterler gidece yada hiç karakter gidecek mi, belli olmaz.  :grin:
 
Back
Top Bottom