Can sıkıntısına yazdığım bir hikayeydi. Ara ara yazıyorum hala. Foruma koymak istedim. Umarım beğenirsiniz.
Bu arada yazım hatalarımı affedin. Bilgisayarda office yok. World Pad ile yazıyorum.
"Son İmparatorun okuyanlarınız bilir. Yüküntür’ün kanlı yaşamını, ailesinin nasıl katledildiğini, değer verdiği insanların nasıl birer birer kaybolup gittiğini. Bir adamın, sürekli savaşmaya ve öldürmeye zorlandığında neler hissettiğini. Sevmeye bile korkan bir hale nasıl geldiğini…
Peki ya ailesi hiç öldürülmeseydi? Kral Harlaus, babasının en yakın dostu olsaydı? Bir kız kardeşe sahip olsaydı? Yaşadığı acıların hiçbiri, yaşanmamış olsaydı? Ölüm ve pişmanlıkla dolu olan kaderi, onu bu sefer nasıl bir maceraya sürüklerdi? Merak ediyor musunuz? İşte cevabı bu hikayede..."
Bu arada yazım hatalarımı affedin. Bilgisayarda office yok. World Pad ile yazıyorum.
"Son İmparatorun okuyanlarınız bilir. Yüküntür’ün kanlı yaşamını, ailesinin nasıl katledildiğini, değer verdiği insanların nasıl birer birer kaybolup gittiğini. Bir adamın, sürekli savaşmaya ve öldürmeye zorlandığında neler hissettiğini. Sevmeye bile korkan bir hale nasıl geldiğini…
Peki ya ailesi hiç öldürülmeseydi? Kral Harlaus, babasının en yakın dostu olsaydı? Bir kız kardeşe sahip olsaydı? Yaşadığı acıların hiçbiri, yaşanmamış olsaydı? Ölüm ve pişmanlıkla dolu olan kaderi, onu bu sefer nasıl bir maceraya sürüklerdi? Merak ediyor musunuz? İşte cevabı bu hikayede..."
Praven sokaklarına, huzur dolu bir sessizlik hâkimdi bu sabah. Doğa tamamiyle uykudaydı. Rüzgâr bile, bu uykuyu bozmamak için sessizce esiyordu şehrin üzerinde. Druel ailesinin Praven’deki malikânesi de uykuda gibiydi. Fakat bu sessizlik fazla sürmedi. “Efendi Beorn!” dedi hizmetçilerden birisi kapıyı çalarken. “Lütfen efendim. Uyanın. Kont Hogan ve Leydi Alvina sizi kahvaltı için bekliyor..”. Beorn kapının ardından gelen sesler karşısında daha fazla sessiz kalamamıştı. “Tamam, Beatris!” diye bağırdı hizmetçiye. “Kendime gelir gelmez aşağıya ineceğim. O yüzden lütfen kapının dibinde bağırmayı kes!”. Bu sözlerden sonra başını yastığından kaldırdı. Anlaşılan artık uyuması pek mümkün olmayacaktı. Çünkü Beatris’i çok iyi tanıyordu. Kendisi yataktan kalkıp aşağıya inmedikçe, Beatris’te kapının dibinden ayrılmayacaktı. Bu nedenle hemen yataktan kalktı. Odanın diğer ucunda duran aynaya baktı. Sarı saçları dağılmıştı. Mavi gözlerindense, ne kadar uykulu olduğu anlaşılabiliyordu. Gerilerek uykusunu üzerinden atmaya çalıştı. Bu sırada kapı önünde bekleyen Beatris’in sesi tekrar duyuldu. “Efendim, Lütfen çabuk olun!”. Beorn, bıkkın bir biçimde “Tamam!” diye bağırdı. “Hemen üzerimi değiştirip aşağıya ineceğim. Lütfen artık kapının ardından bağırmayı kes Beatris!”. Bunları söyledikten sonra yatağın hemen sol tarafında bulunan küçük masanın üzerindeki geniş su testisine yaklaştı. Yüzüne biraz su çarptı. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Hemen yakınında bulunan havluya uzandı. Yüzünü sildikten sonra, havluyu yatağın üzerine atıp, dolabına yaklaştı. Dolabın en köşesindeki, üzerinde aile amblemi bulunan hanedan zırhını aldı. Sonra kapıyı açarak “Hey! Beatris!” diye seslendi. “Eğer hala beklemekte kakarlıysan, gel de bana yardım et!”. Bunu söylerken, elinde tuttuğu hanedan zırhını gösteriyordu.
Beatris, Yirmi beş yaşında, çoğu Swadyan gibi sarı saçlara sahip, yeşil gözlü bir kadındı. Druel ailesinin hizmetçilerinden biriydi. Annesi ile birlikte çalışıyordular. Beatris biraz utansa da odaya girdi. Beorn kollarını iki yana açarken “Bu kadar utanmana gerek yok” dedi, yüzüne her zaman kullandığı küçük gülümsemesini yerleştirerek. “Sana herhangi bir şey yapacak değilim”. Sonra gözlerini Beatris’e çevirdi. “Tabii sen istemediğin sürece!”. Beatris başını eğerek “Efendim, lütfen böyle şakalar yapmayı kesin” dedi. Ses tonu rica eden birininki gibi değil, emreden birininki gibi keskin çıkıyordu. Beatris bu sözün hemen ardından, Beorn’a giydirdiği zırhın kılıç kemerini taktı ve sertçe çekti. Beorn bir süre için nefes alamamıştı. “Sakin ol Beatris!” dedi gülümseyerek. “Şaka yapmıştım. Sadece şaka”. “Beatris de yüzüne bir gülümseme kondurdu. Efendim, işimiz bittiğine göre, artık aşağıya inseniz!”. Beorn somurtarak “Demek benden bu kadar çabuk kurtulmak istiyorsun Beatris” dedi. “Gerçekten kalbimi çok kırdın”. Beatris, ellerini Beorn’un sırtına götürerek “Lütfen efendim! Anne ve Babanızı daha fazla bekletmeden aşağıya inin” dedi. Bunu söylerken, bir yandan da onu odanın dışına doğru itiyordu.
Beorn gülümseyerek “Yapacak bir şey yok” dedi Beatris’e. “Anne ve Babamın yanına gideyim o zaman”. Bunu söyledikten sonra aşağıya inen merdivenlere yöneldi. Tam merdivenlerden inecekken tekrar Beatris’e bakarak “Bu arada” dedi. “Anne ve Babama, senin bana ne kadar kötü davrandığını da söyleyeceğim”. Bunu söyledikten sonra merdivenlerden koşarak aşağıya indi. Evin içinde ilerlerken, arkasından bağıran Beatris’in sesini duyabiliyordu. “Efendim, lütfen çocuk gibi davranmayı kesin” diye bağırıyordu Beatris. Hizmetçilerin gülümseyen yüzleri arasında ilerleyerek bahçeye çıktı. Bahçe kırmızı güllerle donanmıştı. Güllerin arasından bir yol geçiyordu. Beorn onu izleyerek, bir ağacın altında kurulmuş olan büyük masanın olduğu yere geldi. Masada üç kişi oturuyordu. Annesi, babası ve kız kardeşi. Kız kardeşinin adı Gwen’di, Beorn’dan altı yaş küçüktü, yani On yedi yaşındaydı. Beorn’a çok bağlıydı. Gwen abisine bakarak “Sanırım yine Beatris’i kızdırdın” dedi. Beorn gülümseyerek elini kafasına götürdü. “Sanırım” dedi alaycı bir şekilde. Gwen’in de yüzü gülüyordu. Abisinin bu neşeli halini çok seviyordu. İki kardeşin gülümsemesini Leydi Alvina bozdu. “Lütfen oğlum” dedi Leydi Alvina. “Artık hizmetçileri rahatsız etmeyi kes”. Beorn ve Gwen başını eğdi. Beorn masada kendine ayrılan kısma oturarak masaya göz gezdirdi. Masada birçok çeşit yemek vardı. Önündeki tabağa yemeklerini koyarken babasının sesini duydu. “Beorn yemeğini çabuk yesen iyi olur. Kalede yapılacak olan toplantının zamanı yaklaşıyor”. Beorn kafasını salladı. “Biliyorum baba. Merak etme”. Babasına belli etmese de, morali bozulmuştu Beorn’un. Resmi toplantıları hiç sevmiyordu. Swadya’nın çok önemli Kontlarından birisiydi kendisi. Dhirim şehrine hükmeden Druel ailesinin tek erkek çocuğu, Swadyan Prensesi’nin nişanlısı ve gelecekteki Kral..
Ama bunlardan hiçbiri Beorn’un umurunda değildi. Ona göre bu toplantılar, birkaç yaşlı adamın bir araya gelip, birbirileri ile tartıştıkları, cepleri daha fazla para dolsun diye krala yalakalık yaptıkları yerlerdi. Swadya Krallığında gerçek toplantılar, savaş zamanında olurdu. Hiçbir Kont, savaşın olmadığı zamanlar ülkesini düşünmezdi. Bu nedenle bu günkü toplanın hiçbir değeri yoktu onun gözünde. Beorn, babasının da aynı şekilde düşündüğünü biliyordu. Ama yapabilecekleri bir şey yoktu. Kral, Kont Hogan’ın en yakın dostuydu. Hogan’ın ve Beorn’un da toplantıya katılmasını özel olarak istemişti. Bu nedenle toplantıya katılmaya mecburdular…
*****
Beorn isteksiz adımlarla toplantının yapılacağı salona doğru ilerliyordu. Hemen önünde Babası vardı. Tam salonun önüne gelmişlerdi ki, karşılarında Swadyan Kralı Harlaus’u gördüler. Harlaus, en yakın dostunu ve onun oğlunun gelmesini kapının önünde beklemişti. Ellerini iki yana açarak Hogan Druel’e doğru ilerledi. “Hogan! Benim can dostum. Hoş geldin” Bunları söyledikten sonra arkadaşına sarıldı. Hogan’da aynı coşku ile krala sarılmıştı. Aralarında hiçbir resmiyet yoktu. Dışarıdan bakıldığında, bu ikisinden birinin Kral, diğerinin de bir soylu olduğu anlaşılmazdı. Beorn bunu düşünmeyi bir kenara bırakıp diz çöktü. “Kralım”. Harlaus onu kaldırarak “Hadi ama Beorn” dedi. “Bu kadar resmiyete gerek yok!” Sonuçta biz bir aile sayılırız”. Sonra Beorn’a da sarıldı. “Hoş geldiniz” dedi tekrar. “Umarım buraya olan yolculuğunuz Rahat ve de Güvenli geçmiştir”. Beorn “Evet efendim” dedi. “Praven’deki malikânemize, hiçbir sorunla karşılaşmadan varabildik”. Harlaus’un yüzünde koca bir gülümseme belirdi. “Güzel, çok güzel! Pekâlâ, o halde artık içeriye geçelim”. Bu sözlerden sonra Hogan Druel’in omzunu tuttu. İkisi birlikte salona ilerlemeye başladılar. Beorn’da salona girmek için adım atmıştı ki, kolunu birinin tuttuğunu hissetti. Arkasını döndüğünde, Swadya Prensesi ile, yani nişanlısı Sofya ile karşılaştı. Sofya, sarı saçlı ve mavi gözlü, Beorn’dan bir yaş küçük, dik başlı, kendine güvenen bir kadındı. Ailesinin kararı ile, Beorn ile nişanlanmıştı küçük yaşta. Yakında da evlilik olacaktı. Tabi Beorn ikna olursa. Çünkü şu ana kadar evlenmemelerinin tek sebebi, Beorn’un nişanı kabul etmeyişiydi.
Sofya, Beorn’a bakarak “Aethel” dedi. “Toplantı bittikten sonra seninle buluşabilirmiyim?”. Aethel, Beorn’un ilk ismiydi, Annesi koymuştu bu ismi Beorn’a. Şu ana kadar Beorn’a bu isimle, sadece üç kişi seslenmişti. Annesi, kız kardeşi ve Sofya. Beorn kolunu, Sofya’nın ellerinden kurtararak “Bana bir daha o isimle seslenme” dedi. “O ismi sadece annem ve kız kardeşim kullanabilir”. Sofya sinirli bir şekilde “Lütfen” dedi. “Seninle uzun zamandır görüşemiyordum. Lütfen birlikte biraz vakit geçirmemize izin ver!”. Beorn başını eğerek “Bak Sofya” dedi. “Daha kaç kez söylemem gerek bilmiyorum. Ama ben seni nişanlım olarak görmüyorum. Bu, iki ailenin kendi arasında kararlaştırdığı bir şey o kadar. Bu nişanı asla kabul etmeyeceğim. Bu yüzden lütfen, lütfen bu nişan olayını ciddiye almaktan vazgeç”. Sofya başını eğdi. Beorn gitmek için adım atmıştı ki, Sofya onun elini tuttu. Başını ona yaslayarak “Lütfen” diye yalvardı. “Lütfen bana bu kadar soğuk davranma. Bana bir şans ver. Seni ne kadar sevdiğimi göstermem için bir şans ver!”. Beorn, bir süre sessiz kaldı. Sonunda kalbinin sesine yenik düşerek “Tamam!” dedi. “Toplantıdan sonra buluşabiliriz”. Bunu söyledikten sonra kendisine yaslanan Sofya’nın saklamaya çalıştığı gözyaşlarını sildi. Onun alnına küçük bir öpücük kondurdu. “Hiç vazgeçmiyorsun değil mi?” dedi kısık bir ses tonu ile. Sonra Sofya’da ayrılıp, içeride birçok kontun olduğu salona girdi. Arkasına baktığında, Sofya’nın Carther’a doğru koştuğunu gördü.
Carther, Sofya’nın Muhafız şövalyelerinin komutanıydı. Ayrıca Sofya’nın en yakın arkadaşıydı da. Sofya ona az önce olanları anlatırken gözlerinin içi parıldıyordu. Beorn’un yüzünde acı bir gülümseme oluştu. Kalbinin sızladığını hissediyordu. “Aptal kız” dedi sadece kendisinin duyabileceği bir ses ile. “Acaba ne zaman anlayacaksın seni neden kabul etmediğimi…”
***
Toplantı, her zamanki gibi geçiyordu. Her kont, aynı anda konuşmaya çalışıyor, hakaretler ve bağırışmalar havada uçuşuyordu. Masada bulunanlardan çoğu, krala daha fazla toprak almak için yalvarıyordular. Beorn ve Hogan Druel gibi bazı kontlarda, onların bu iğrenç ve içler acısı halini sessizce izliyordular. Konuşmanın bir bölümünde, Kont Clais sözü Beorn’un ve Prenses Sofya’nın nişanına getirdi. Clais “Kralım” dedi başını eğerek “Biliyorsunuz ki bu nişan sizin ve Kont Hogan’ın dostluğunu sonsuza dek sürdürmek için yapıldı. Ama sizce de bu iyi bir karar mı? Bence Prenses, Kalradya’daki diğer Krallıklardan birinin Kralı, yada Prensi ile evlendirilmelidir. Böylelikle ülkeler arasında bozulmayacak bir ittifak oluşturulur”. Bu sözlerden sonra gözlerini kısarak Beorn’a baktı. “Ayrıca, Kont Beorn’un bu nişanı istemediğini herkes biliyor. Zaten bir Prenses, ancak bir prens yada Kral ile evlenmelidir, basit bir kont ile değil”.
Bu sözlerin ardından, gözler Beorn’a çevrilmişti. Beorn aniden yerinden kalkarak “Kont Clais, benim nişanı isteyip istemem hakkında asılsız iddialarda bulunmaktan vazgeçin” dedi. Ses tonu sert ve keskin çıkıyordu. “Prenses Sofya ile olan nişanım ile ilgili bir şikâyetim yok. Ayrıca, sizin benim prensesime layık gördüğünüz o prens ve Kralların hepsinin, benim ve askerimin karşısında ezildiğinden, korkak fareler gibi dağılıp kaçacak yer aradığından haberiniz yok sanırım. Böyle korkaklarla ittifak kurmayı düşünenlerin, kedi yürekliler olduğunu Swadyan halkı çok iyi bilir. Ve bilirsiniz ki Swadya’da kedilere yer yoktur. Çünkü burası aslanların toprağıdır. Ve şimdi siz gelmiş, böyle korkaklar için, benim canımdan çok değer verdiğim Sofya’yı, o korkak farelerden birisiyle evlendireceğinizi söylüyorsunuz!” Son sözünden sonra, yumruğunu sertçe masaya vurmuştu. Bu sözler bile Clais’in gözünün korkmasına yetmişti, ama Beorn’un siniri henüz geçmemişti. “Ben Aethelbeorn Druel! Kergitler’i bozguna uğrattığım için Kergit halkı tarafından Yüküntür olarak anıldım. Yüküntür ne demek biliyor musunuz Kont Clais, baş eğdiren, diz çöktüren anlamına gelir Yüküntür. Kuzeyde, Nordlar’a kılıcımın keskin ucunu tattırdım. Onlar beni Albion olarak andılar. Albion ne demek biliyor musunuz? Mavi gözlü şeytan… Çöllerde Sarranid’leri avladım, onların halkı bana Grannaf ismini verdi. Anlamı sarı çöl yılanı… Karlı topraklarda, kalbi buz tutmuş Vaegir ulusuna, kalplerinde korkunun ateşini hissettirdim. Bana Dragnall ismini verdiler. Anlamı, alev aslanı… Ve Rodok halkı, kendilerini yüksek dağlardaki, büyük kalelerinde güvende sanan Rodok halkına ölümün acısını verdim. Bana Eldron adını verdiler. Eldron, Kan canavarı anlamına gelir… Ben, kendisine bu kadar isim verilmiş olan ben! Şimdi bütün Swadyan Kontlarının önünde açıkça söylüyorum, Prenses Sofya ile evlenmeme karşı olan herkesi karşıma davet ediyorum. Eğer beni yenebileceğine güveniyorsa, cesareti yerindeyse, benimle ölümüne bir düelloda yüzleşsin. Eğer bu kadar cesareti yoksa bir daha kimse benim ve Prensesin nişanını ağzına almasın”. Bu sert sözlerden sonra yerine oturdu. Clais korkutan büzülmüştü. Diğer Kontlarda pek farklı değildi. Hiçbiri bu kadar sert sözler beklememişti.
Harlaus ve Hogan’ınsa gözlerinin içi gülüyordu. Beorn’un bu sert açıklaması, Sofya’yı ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi. Bu buz gibi soğuk ortam, kapıdan giren bir Swadyan şövalyesi nedeniyle bozuldu. Şövalye kaskını çıkartarak Krala yaklaştı. “Efendim! Kergitler, beş bin kişilik bir orduyla Swadyan sınırına doğru ilerliyorlar!”…
Beatris, Yirmi beş yaşında, çoğu Swadyan gibi sarı saçlara sahip, yeşil gözlü bir kadındı. Druel ailesinin hizmetçilerinden biriydi. Annesi ile birlikte çalışıyordular. Beatris biraz utansa da odaya girdi. Beorn kollarını iki yana açarken “Bu kadar utanmana gerek yok” dedi, yüzüne her zaman kullandığı küçük gülümsemesini yerleştirerek. “Sana herhangi bir şey yapacak değilim”. Sonra gözlerini Beatris’e çevirdi. “Tabii sen istemediğin sürece!”. Beatris başını eğerek “Efendim, lütfen böyle şakalar yapmayı kesin” dedi. Ses tonu rica eden birininki gibi değil, emreden birininki gibi keskin çıkıyordu. Beatris bu sözün hemen ardından, Beorn’a giydirdiği zırhın kılıç kemerini taktı ve sertçe çekti. Beorn bir süre için nefes alamamıştı. “Sakin ol Beatris!” dedi gülümseyerek. “Şaka yapmıştım. Sadece şaka”. “Beatris de yüzüne bir gülümseme kondurdu. Efendim, işimiz bittiğine göre, artık aşağıya inseniz!”. Beorn somurtarak “Demek benden bu kadar çabuk kurtulmak istiyorsun Beatris” dedi. “Gerçekten kalbimi çok kırdın”. Beatris, ellerini Beorn’un sırtına götürerek “Lütfen efendim! Anne ve Babanızı daha fazla bekletmeden aşağıya inin” dedi. Bunu söylerken, bir yandan da onu odanın dışına doğru itiyordu.
Beorn gülümseyerek “Yapacak bir şey yok” dedi Beatris’e. “Anne ve Babamın yanına gideyim o zaman”. Bunu söyledikten sonra aşağıya inen merdivenlere yöneldi. Tam merdivenlerden inecekken tekrar Beatris’e bakarak “Bu arada” dedi. “Anne ve Babama, senin bana ne kadar kötü davrandığını da söyleyeceğim”. Bunu söyledikten sonra merdivenlerden koşarak aşağıya indi. Evin içinde ilerlerken, arkasından bağıran Beatris’in sesini duyabiliyordu. “Efendim, lütfen çocuk gibi davranmayı kesin” diye bağırıyordu Beatris. Hizmetçilerin gülümseyen yüzleri arasında ilerleyerek bahçeye çıktı. Bahçe kırmızı güllerle donanmıştı. Güllerin arasından bir yol geçiyordu. Beorn onu izleyerek, bir ağacın altında kurulmuş olan büyük masanın olduğu yere geldi. Masada üç kişi oturuyordu. Annesi, babası ve kız kardeşi. Kız kardeşinin adı Gwen’di, Beorn’dan altı yaş küçüktü, yani On yedi yaşındaydı. Beorn’a çok bağlıydı. Gwen abisine bakarak “Sanırım yine Beatris’i kızdırdın” dedi. Beorn gülümseyerek elini kafasına götürdü. “Sanırım” dedi alaycı bir şekilde. Gwen’in de yüzü gülüyordu. Abisinin bu neşeli halini çok seviyordu. İki kardeşin gülümsemesini Leydi Alvina bozdu. “Lütfen oğlum” dedi Leydi Alvina. “Artık hizmetçileri rahatsız etmeyi kes”. Beorn ve Gwen başını eğdi. Beorn masada kendine ayrılan kısma oturarak masaya göz gezdirdi. Masada birçok çeşit yemek vardı. Önündeki tabağa yemeklerini koyarken babasının sesini duydu. “Beorn yemeğini çabuk yesen iyi olur. Kalede yapılacak olan toplantının zamanı yaklaşıyor”. Beorn kafasını salladı. “Biliyorum baba. Merak etme”. Babasına belli etmese de, morali bozulmuştu Beorn’un. Resmi toplantıları hiç sevmiyordu. Swadya’nın çok önemli Kontlarından birisiydi kendisi. Dhirim şehrine hükmeden Druel ailesinin tek erkek çocuğu, Swadyan Prensesi’nin nişanlısı ve gelecekteki Kral..
Ama bunlardan hiçbiri Beorn’un umurunda değildi. Ona göre bu toplantılar, birkaç yaşlı adamın bir araya gelip, birbirileri ile tartıştıkları, cepleri daha fazla para dolsun diye krala yalakalık yaptıkları yerlerdi. Swadya Krallığında gerçek toplantılar, savaş zamanında olurdu. Hiçbir Kont, savaşın olmadığı zamanlar ülkesini düşünmezdi. Bu nedenle bu günkü toplanın hiçbir değeri yoktu onun gözünde. Beorn, babasının da aynı şekilde düşündüğünü biliyordu. Ama yapabilecekleri bir şey yoktu. Kral, Kont Hogan’ın en yakın dostuydu. Hogan’ın ve Beorn’un da toplantıya katılmasını özel olarak istemişti. Bu nedenle toplantıya katılmaya mecburdular…
*****
Beorn isteksiz adımlarla toplantının yapılacağı salona doğru ilerliyordu. Hemen önünde Babası vardı. Tam salonun önüne gelmişlerdi ki, karşılarında Swadyan Kralı Harlaus’u gördüler. Harlaus, en yakın dostunu ve onun oğlunun gelmesini kapının önünde beklemişti. Ellerini iki yana açarak Hogan Druel’e doğru ilerledi. “Hogan! Benim can dostum. Hoş geldin” Bunları söyledikten sonra arkadaşına sarıldı. Hogan’da aynı coşku ile krala sarılmıştı. Aralarında hiçbir resmiyet yoktu. Dışarıdan bakıldığında, bu ikisinden birinin Kral, diğerinin de bir soylu olduğu anlaşılmazdı. Beorn bunu düşünmeyi bir kenara bırakıp diz çöktü. “Kralım”. Harlaus onu kaldırarak “Hadi ama Beorn” dedi. “Bu kadar resmiyete gerek yok!” Sonuçta biz bir aile sayılırız”. Sonra Beorn’a da sarıldı. “Hoş geldiniz” dedi tekrar. “Umarım buraya olan yolculuğunuz Rahat ve de Güvenli geçmiştir”. Beorn “Evet efendim” dedi. “Praven’deki malikânemize, hiçbir sorunla karşılaşmadan varabildik”. Harlaus’un yüzünde koca bir gülümseme belirdi. “Güzel, çok güzel! Pekâlâ, o halde artık içeriye geçelim”. Bu sözlerden sonra Hogan Druel’in omzunu tuttu. İkisi birlikte salona ilerlemeye başladılar. Beorn’da salona girmek için adım atmıştı ki, kolunu birinin tuttuğunu hissetti. Arkasını döndüğünde, Swadya Prensesi ile, yani nişanlısı Sofya ile karşılaştı. Sofya, sarı saçlı ve mavi gözlü, Beorn’dan bir yaş küçük, dik başlı, kendine güvenen bir kadındı. Ailesinin kararı ile, Beorn ile nişanlanmıştı küçük yaşta. Yakında da evlilik olacaktı. Tabi Beorn ikna olursa. Çünkü şu ana kadar evlenmemelerinin tek sebebi, Beorn’un nişanı kabul etmeyişiydi.
Sofya, Beorn’a bakarak “Aethel” dedi. “Toplantı bittikten sonra seninle buluşabilirmiyim?”. Aethel, Beorn’un ilk ismiydi, Annesi koymuştu bu ismi Beorn’a. Şu ana kadar Beorn’a bu isimle, sadece üç kişi seslenmişti. Annesi, kız kardeşi ve Sofya. Beorn kolunu, Sofya’nın ellerinden kurtararak “Bana bir daha o isimle seslenme” dedi. “O ismi sadece annem ve kız kardeşim kullanabilir”. Sofya sinirli bir şekilde “Lütfen” dedi. “Seninle uzun zamandır görüşemiyordum. Lütfen birlikte biraz vakit geçirmemize izin ver!”. Beorn başını eğerek “Bak Sofya” dedi. “Daha kaç kez söylemem gerek bilmiyorum. Ama ben seni nişanlım olarak görmüyorum. Bu, iki ailenin kendi arasında kararlaştırdığı bir şey o kadar. Bu nişanı asla kabul etmeyeceğim. Bu yüzden lütfen, lütfen bu nişan olayını ciddiye almaktan vazgeç”. Sofya başını eğdi. Beorn gitmek için adım atmıştı ki, Sofya onun elini tuttu. Başını ona yaslayarak “Lütfen” diye yalvardı. “Lütfen bana bu kadar soğuk davranma. Bana bir şans ver. Seni ne kadar sevdiğimi göstermem için bir şans ver!”. Beorn, bir süre sessiz kaldı. Sonunda kalbinin sesine yenik düşerek “Tamam!” dedi. “Toplantıdan sonra buluşabiliriz”. Bunu söyledikten sonra kendisine yaslanan Sofya’nın saklamaya çalıştığı gözyaşlarını sildi. Onun alnına küçük bir öpücük kondurdu. “Hiç vazgeçmiyorsun değil mi?” dedi kısık bir ses tonu ile. Sonra Sofya’da ayrılıp, içeride birçok kontun olduğu salona girdi. Arkasına baktığında, Sofya’nın Carther’a doğru koştuğunu gördü.
Carther, Sofya’nın Muhafız şövalyelerinin komutanıydı. Ayrıca Sofya’nın en yakın arkadaşıydı da. Sofya ona az önce olanları anlatırken gözlerinin içi parıldıyordu. Beorn’un yüzünde acı bir gülümseme oluştu. Kalbinin sızladığını hissediyordu. “Aptal kız” dedi sadece kendisinin duyabileceği bir ses ile. “Acaba ne zaman anlayacaksın seni neden kabul etmediğimi…”
***
Toplantı, her zamanki gibi geçiyordu. Her kont, aynı anda konuşmaya çalışıyor, hakaretler ve bağırışmalar havada uçuşuyordu. Masada bulunanlardan çoğu, krala daha fazla toprak almak için yalvarıyordular. Beorn ve Hogan Druel gibi bazı kontlarda, onların bu iğrenç ve içler acısı halini sessizce izliyordular. Konuşmanın bir bölümünde, Kont Clais sözü Beorn’un ve Prenses Sofya’nın nişanına getirdi. Clais “Kralım” dedi başını eğerek “Biliyorsunuz ki bu nişan sizin ve Kont Hogan’ın dostluğunu sonsuza dek sürdürmek için yapıldı. Ama sizce de bu iyi bir karar mı? Bence Prenses, Kalradya’daki diğer Krallıklardan birinin Kralı, yada Prensi ile evlendirilmelidir. Böylelikle ülkeler arasında bozulmayacak bir ittifak oluşturulur”. Bu sözlerden sonra gözlerini kısarak Beorn’a baktı. “Ayrıca, Kont Beorn’un bu nişanı istemediğini herkes biliyor. Zaten bir Prenses, ancak bir prens yada Kral ile evlenmelidir, basit bir kont ile değil”.
Bu sözlerin ardından, gözler Beorn’a çevrilmişti. Beorn aniden yerinden kalkarak “Kont Clais, benim nişanı isteyip istemem hakkında asılsız iddialarda bulunmaktan vazgeçin” dedi. Ses tonu sert ve keskin çıkıyordu. “Prenses Sofya ile olan nişanım ile ilgili bir şikâyetim yok. Ayrıca, sizin benim prensesime layık gördüğünüz o prens ve Kralların hepsinin, benim ve askerimin karşısında ezildiğinden, korkak fareler gibi dağılıp kaçacak yer aradığından haberiniz yok sanırım. Böyle korkaklarla ittifak kurmayı düşünenlerin, kedi yürekliler olduğunu Swadyan halkı çok iyi bilir. Ve bilirsiniz ki Swadya’da kedilere yer yoktur. Çünkü burası aslanların toprağıdır. Ve şimdi siz gelmiş, böyle korkaklar için, benim canımdan çok değer verdiğim Sofya’yı, o korkak farelerden birisiyle evlendireceğinizi söylüyorsunuz!” Son sözünden sonra, yumruğunu sertçe masaya vurmuştu. Bu sözler bile Clais’in gözünün korkmasına yetmişti, ama Beorn’un siniri henüz geçmemişti. “Ben Aethelbeorn Druel! Kergitler’i bozguna uğrattığım için Kergit halkı tarafından Yüküntür olarak anıldım. Yüküntür ne demek biliyor musunuz Kont Clais, baş eğdiren, diz çöktüren anlamına gelir Yüküntür. Kuzeyde, Nordlar’a kılıcımın keskin ucunu tattırdım. Onlar beni Albion olarak andılar. Albion ne demek biliyor musunuz? Mavi gözlü şeytan… Çöllerde Sarranid’leri avladım, onların halkı bana Grannaf ismini verdi. Anlamı sarı çöl yılanı… Karlı topraklarda, kalbi buz tutmuş Vaegir ulusuna, kalplerinde korkunun ateşini hissettirdim. Bana Dragnall ismini verdiler. Anlamı, alev aslanı… Ve Rodok halkı, kendilerini yüksek dağlardaki, büyük kalelerinde güvende sanan Rodok halkına ölümün acısını verdim. Bana Eldron adını verdiler. Eldron, Kan canavarı anlamına gelir… Ben, kendisine bu kadar isim verilmiş olan ben! Şimdi bütün Swadyan Kontlarının önünde açıkça söylüyorum, Prenses Sofya ile evlenmeme karşı olan herkesi karşıma davet ediyorum. Eğer beni yenebileceğine güveniyorsa, cesareti yerindeyse, benimle ölümüne bir düelloda yüzleşsin. Eğer bu kadar cesareti yoksa bir daha kimse benim ve Prensesin nişanını ağzına almasın”. Bu sert sözlerden sonra yerine oturdu. Clais korkutan büzülmüştü. Diğer Kontlarda pek farklı değildi. Hiçbiri bu kadar sert sözler beklememişti.
Harlaus ve Hogan’ınsa gözlerinin içi gülüyordu. Beorn’un bu sert açıklaması, Sofya’yı ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi. Bu buz gibi soğuk ortam, kapıdan giren bir Swadyan şövalyesi nedeniyle bozuldu. Şövalye kaskını çıkartarak Krala yaklaştı. “Efendim! Kergitler, beş bin kişilik bir orduyla Swadyan sınırına doğru ilerliyorlar!”…
Kergit ordusunun hızlı ilerleyişi, Swadya'ya, bütün kontlar bir toplantı için bir aradayken gelmişti. Bu nedenle orduyu toplamak inanılamayacak derecede hızlı sürmüştü. Zaten her Kont, Praven'e ordusunun büyük bir kısmını alarak gelmişti. Bunun nedeni, ordusuyla diğer Kontlara gösteriş yapmaktı. Bu nedenle yaklaşık Üçbin sekizyüz kişilik bir kuvvet toplanmıştı Praven'de şehir garnizonunun haricinde. Bu sayı, kergitlerlerle mücadele etmek için yeterli görünmüş ve hemen harekat kararı alınmıştı. Kral Harlaus, Kont Hogan'ın haritada kendine gösterdiği yere baktı. "Eğer planladığımız gibi bir kaç saat sonra harekete geçersek onları sınırımızı geçtikten hemen sonra, hiçbir yere zarar veremeden karşılayabiliriz. Harlaus, yorgun mavi gözlerle haritayı inceledi. "Ama bu nokta Amere köyüne çok yakın, gerçektende hiçbir yere zarar vermeden önce onları durdurabilir miyiz?". Hogan Druel başını salladı. "Evet efendim. Düşmanı durdurmak için en uygun yer burası". Harlaus mavi gözlerini salonda bulunan kontlara dikti. "Sizde Kont Hogan'la aynı fikirde misiniz?". Salondakilerin hepside başlarını salladı. Bu yapılacak en mantıklı hareketti. Düşman, Swadya topraklarına ilerlerken detaylıca plan yapamazlardı. En kısa zamanda düşmanla meydan savaşına girilmeli ve düşmanın sayı üstünlüğü yok edilmeliydi, eğer bunu yaparlarsa kergitler tek bir kale yada şehir kuşatamadan geri dönmek zorunda kalırdı.
Beorn odada bulunan Kontlara baktı, hepsinin yüzünde de öfke ve sabırsızlık vardı. Öfkeliydiler, çünkü Kergitler böyle sinsi bir saldırıyla Swadyadan toprak alabileceklerini düşünüyorlardı. Sabırsızdılar, çünkü bir an önce gidip, o barbar halka yaptıkları hatanın bedelini ödetmek istiyordular. Sıradan bir günde bu insanlar birbirilerinden nasıl faydalanabileceklerini düşünürler, birçok entrika planlarlardı. Ama Swadya'ya dışarıdan bir el uzandığında hepside bir bütün oluyor, ülkelerini koruyorlardı. Sonunda Harlaus doğrularak "Pekala" dedi gür bir sesle. "Karar verilmiştir. Kont Hogan'nın dediği gibi Kergitlerle bir meydan savaşı yapmak için derhal yola çıkılacak!". Beorn ve diğer Kontlar yerinden doğruldu. Harlaus ona bakarak "Beorn Druel!" dedi. "Sen ve askerlerin burada kalacak ve benim yokluğumda şehrimi koruyacaksınız". Beorn şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi, birkaç saniye boyunca vücudu kaskatı kesilmişti. Sonunda zorlukla ağzını açtı. "Ama efendim..." Babasının konuşmasıyla sözü yarıda kesildi. "Sana verilen emire karşı mı çıkıyorsun Beorn!?". Beorn ne yapacağını bilemiyordu. Herkesin bakışları onun üzerine dönmüştü. "Hayır benn.." Sonunda cesaretini toplayarak "Efendim, diğer kontlar ülkemiz için kanını dökerken ben burada duramam" dedi. Harlaus'un bakışları bir an için yumşadı, ama sonra keskin bir hale geldi ve kelimeler ağzından emrettiğini belli eder bir şekilde çıktı. "Kont Beorn Druel, kararım kesindir. Ben dönene kadar, ülkene olan görevini burada gerçekleştireceksin. Tahtıma oturacak, benim yerime yargılama yapacak ve benim yerime karar vereceksin. Şehirdeki garnizonun tümü emrinde olacak! Anlaşıldı mı?!" Beorn, dilinin kuruduğunu, acı bir tadın boğazından aşağıya inerek vücuduna yayıldığını hissediyordu. İsteksizce başını eğdi, "Emredersiniz efendim" dedi kesik bir tonda. Kralın neden böyle yaptığını anlamıştı. Bu, Beorn'un gelecekte Kral olmasına alışması içindi. Sofya'yla evlendiğinde Kral olacak ve ülkeyi yönetecekti çünkü. Herkes salondan çıkarken sessizce bekledi. Babası çıkmadan önce onun yanına geldi. "Eminim Kralımızın neden böyle yaptığını anlamışsındır evlat" dedi. Sesi biraz üzgün gibi çıkıyordu. Beorn ona bakmadan "Evet" dedi. "Biz çocukken verdiğiniz şu saçma evlilik sözü yüzünden!". Sesi sitem doluydu. Babası "Sanırım şu anda konuşmak için doru zaman değil" dedi. "Bunları geri geldiğimde konuşuruz". Sonra oda sessizce çıktı. Beorn bir süre boyunca içeride hiç hareket etmeden bekledi. Sinirliydi, üzgündü, çaresizdi... Bu duyguların hepsini de aynı anda nasıl bu kadar güçlü hissedebilirdi acaba. Geniş toplantı salonu bile ona boğucu gelmeye başlamıştı.
Sofya gelene kadar toplantı salonunda ne yaptını, ne düşündüğünü bile bilmeden öylece durmuştu. Onu kendine getiren Sofya oldu. Endişeli gözlerle "Olanları duydum" dedi. "Savaşa gittiğiniz doğru mu". Beorn'un yüzünde mutluluktan uzak bir gülümseme oluştu. "Ben değil" dedi. "Diğerleri gidiyor, ben burada kalıyorum". Bunu söylerken memnun olmadığı her halinden belli oluyordu. Sofya'nın korku dolu bakışlarını görünce kendi sıkıntılarını bir yana fırlattı, "Merak etme" dedi sevecen bir şekilde. Onu kendine çekerek göğsüne yasladı. "Baban güvende olacak. O çok zeki bir Kral". Sofya ağlamaklı bir sesle "Ama insanlar ölecek" dedi. "Birçok insan ölecek". Beorn "Evet" dedi. Ama karılarını korumak için ölecekler, çocuklarını, ailelerini korumak için... Topraklarını korumak için...". Sofya bu sözlerle teselli olmamıştı. "Ama..." dedi. Beorn onun daha fazla konuşmasına izin vermeyerek "Sen olsan, babanın hayatını korumak için kendini tehlikeye atmazmısın?" dedi. Sofya sesizce başını salladı. Beorn ona sıkı sıkı sarılarak işte diğerleride o hislerle kendini tehlikeye atıyor" dedi. Sofya itaraz ederek "Ama bu olmamalı" dedi. "Başka bir yolu olmalı". Beorn onun alnına küçük bir öpücük kondurarak "Keşke olsa Sofya" dedi. "Keşke olsa...". Bu sözler, bu konuşmanın sonu oldu. İkili, mumların aydınlattığı, şömine ateşinin yavaş yavaş yanarak ısıttığı büyük salonda uzun bir süre boyunca birbirilerine sarılarak sessizce birbirilerini avuttular.
Beorn tahta oturduğu iki gün boyunca çok az uyuyabilmişti. Sofya'yla daha çok vakit geçirmek için geceleri, imzalaması gereken kağıt yığınlarıyla uğraşıyor gündüz bir kaç davaya hakimlik yapıyordu. Swadya'da davalara normalde Krala bağlı hakimler bakıyordu. Ama soyluların arasında olan, yada zengin tüccarların arasındaki davalara Kral hakimlik yapıyordu. Beorn da bir çok davaya hakimlik yapmak zorunda kalmıştı. Gündüzde bazı evrak işlerine baktıktan sonra, geriye kalan zamanını Sofya'yla harcıyordu. Onunla geçirdiği zamanlar Beorn'a hem acı veriyordu, hem de onu mutlu ediyordu. Kergitlerle yapılan savaştan da iyi haberler geliyordu, Kergit ordusu durdurulmuş ve bozguna uğratılmıştı. Şimdi Swadyan ordusu, Kergit topraklarına girmiş ve kaçan Kergitleri yakalamaya ve onlara verebildikleri kadar zarar vermeye çalışıyordular. Yakında Swadyan topraklarına geri döneceklerdi. Yakında her şey normale dönecekti. Elinde Şehir garnizonuna gereken silah ve zırhlarla ilgili bir kağıdı okurken Beorn bunları düşünüyordu. Aniden kapı açıldı ve taht odasına bir asker girdi. Askerin yüzünde büyük bir şaşkınlık ve korku vardı. "Efendim..." dedi. "Gemiler, Nord gemileri heryerde..."
Beorn odada bulunan Kontlara baktı, hepsinin yüzünde de öfke ve sabırsızlık vardı. Öfkeliydiler, çünkü Kergitler böyle sinsi bir saldırıyla Swadyadan toprak alabileceklerini düşünüyorlardı. Sabırsızdılar, çünkü bir an önce gidip, o barbar halka yaptıkları hatanın bedelini ödetmek istiyordular. Sıradan bir günde bu insanlar birbirilerinden nasıl faydalanabileceklerini düşünürler, birçok entrika planlarlardı. Ama Swadya'ya dışarıdan bir el uzandığında hepside bir bütün oluyor, ülkelerini koruyorlardı. Sonunda Harlaus doğrularak "Pekala" dedi gür bir sesle. "Karar verilmiştir. Kont Hogan'nın dediği gibi Kergitlerle bir meydan savaşı yapmak için derhal yola çıkılacak!". Beorn ve diğer Kontlar yerinden doğruldu. Harlaus ona bakarak "Beorn Druel!" dedi. "Sen ve askerlerin burada kalacak ve benim yokluğumda şehrimi koruyacaksınız". Beorn şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi, birkaç saniye boyunca vücudu kaskatı kesilmişti. Sonunda zorlukla ağzını açtı. "Ama efendim..." Babasının konuşmasıyla sözü yarıda kesildi. "Sana verilen emire karşı mı çıkıyorsun Beorn!?". Beorn ne yapacağını bilemiyordu. Herkesin bakışları onun üzerine dönmüştü. "Hayır benn.." Sonunda cesaretini toplayarak "Efendim, diğer kontlar ülkemiz için kanını dökerken ben burada duramam" dedi. Harlaus'un bakışları bir an için yumşadı, ama sonra keskin bir hale geldi ve kelimeler ağzından emrettiğini belli eder bir şekilde çıktı. "Kont Beorn Druel, kararım kesindir. Ben dönene kadar, ülkene olan görevini burada gerçekleştireceksin. Tahtıma oturacak, benim yerime yargılama yapacak ve benim yerime karar vereceksin. Şehirdeki garnizonun tümü emrinde olacak! Anlaşıldı mı?!" Beorn, dilinin kuruduğunu, acı bir tadın boğazından aşağıya inerek vücuduna yayıldığını hissediyordu. İsteksizce başını eğdi, "Emredersiniz efendim" dedi kesik bir tonda. Kralın neden böyle yaptığını anlamıştı. Bu, Beorn'un gelecekte Kral olmasına alışması içindi. Sofya'yla evlendiğinde Kral olacak ve ülkeyi yönetecekti çünkü. Herkes salondan çıkarken sessizce bekledi. Babası çıkmadan önce onun yanına geldi. "Eminim Kralımızın neden böyle yaptığını anlamışsındır evlat" dedi. Sesi biraz üzgün gibi çıkıyordu. Beorn ona bakmadan "Evet" dedi. "Biz çocukken verdiğiniz şu saçma evlilik sözü yüzünden!". Sesi sitem doluydu. Babası "Sanırım şu anda konuşmak için doru zaman değil" dedi. "Bunları geri geldiğimde konuşuruz". Sonra oda sessizce çıktı. Beorn bir süre boyunca içeride hiç hareket etmeden bekledi. Sinirliydi, üzgündü, çaresizdi... Bu duyguların hepsini de aynı anda nasıl bu kadar güçlü hissedebilirdi acaba. Geniş toplantı salonu bile ona boğucu gelmeye başlamıştı.
Sofya gelene kadar toplantı salonunda ne yaptını, ne düşündüğünü bile bilmeden öylece durmuştu. Onu kendine getiren Sofya oldu. Endişeli gözlerle "Olanları duydum" dedi. "Savaşa gittiğiniz doğru mu". Beorn'un yüzünde mutluluktan uzak bir gülümseme oluştu. "Ben değil" dedi. "Diğerleri gidiyor, ben burada kalıyorum". Bunu söylerken memnun olmadığı her halinden belli oluyordu. Sofya'nın korku dolu bakışlarını görünce kendi sıkıntılarını bir yana fırlattı, "Merak etme" dedi sevecen bir şekilde. Onu kendine çekerek göğsüne yasladı. "Baban güvende olacak. O çok zeki bir Kral". Sofya ağlamaklı bir sesle "Ama insanlar ölecek" dedi. "Birçok insan ölecek". Beorn "Evet" dedi. Ama karılarını korumak için ölecekler, çocuklarını, ailelerini korumak için... Topraklarını korumak için...". Sofya bu sözlerle teselli olmamıştı. "Ama..." dedi. Beorn onun daha fazla konuşmasına izin vermeyerek "Sen olsan, babanın hayatını korumak için kendini tehlikeye atmazmısın?" dedi. Sofya sesizce başını salladı. Beorn ona sıkı sıkı sarılarak işte diğerleride o hislerle kendini tehlikeye atıyor" dedi. Sofya itaraz ederek "Ama bu olmamalı" dedi. "Başka bir yolu olmalı". Beorn onun alnına küçük bir öpücük kondurarak "Keşke olsa Sofya" dedi. "Keşke olsa...". Bu sözler, bu konuşmanın sonu oldu. İkili, mumların aydınlattığı, şömine ateşinin yavaş yavaş yanarak ısıttığı büyük salonda uzun bir süre boyunca birbirilerine sarılarak sessizce birbirilerini avuttular.
Beorn tahta oturduğu iki gün boyunca çok az uyuyabilmişti. Sofya'yla daha çok vakit geçirmek için geceleri, imzalaması gereken kağıt yığınlarıyla uğraşıyor gündüz bir kaç davaya hakimlik yapıyordu. Swadya'da davalara normalde Krala bağlı hakimler bakıyordu. Ama soyluların arasında olan, yada zengin tüccarların arasındaki davalara Kral hakimlik yapıyordu. Beorn da bir çok davaya hakimlik yapmak zorunda kalmıştı. Gündüzde bazı evrak işlerine baktıktan sonra, geriye kalan zamanını Sofya'yla harcıyordu. Onunla geçirdiği zamanlar Beorn'a hem acı veriyordu, hem de onu mutlu ediyordu. Kergitlerle yapılan savaştan da iyi haberler geliyordu, Kergit ordusu durdurulmuş ve bozguna uğratılmıştı. Şimdi Swadyan ordusu, Kergit topraklarına girmiş ve kaçan Kergitleri yakalamaya ve onlara verebildikleri kadar zarar vermeye çalışıyordular. Yakında Swadyan topraklarına geri döneceklerdi. Yakında her şey normale dönecekti. Elinde Şehir garnizonuna gereken silah ve zırhlarla ilgili bir kağıdı okurken Beorn bunları düşünüyordu. Aniden kapı açıldı ve taht odasına bir asker girdi. Askerin yüzünde büyük bir şaşkınlık ve korku vardı. "Efendim..." dedi. "Gemiler, Nord gemileri heryerde..."
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6858350.html#msg6858350
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6883252.html#msg6883252
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6890604.html#msg6890604
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6916420.html#msg6916420
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6923854.html#msg6923854
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,288258.msg6958674.html#msg6958674