Kemerleri bağlayın çünkü uzun bir hikaye olacak
(hikaye prolog ve epilog kısımlarının ortasındaki kısımdır, edebiyat mezunu olduğum için başta ve sonda kaptırıp biraz saçmaladım okumaya üşenen olursa yalnızca orta kısmı okusun
)
Prolog: Tarihlerle aram pek iyi değildir ama oyuna
2012 yılında başladım diye tahmin ediyorum. Avrupa ortçağına olan ilgim beni oyuna bağladı ve yıllar boyunca singleplayer'da oynadım. 2000-3000 saat harcamışımdır single'da. Yine tahmin ediyorum ki 2014 yılında bir arkadaşım bana multiplayer oynamamı önermişti ama bu oyunu da diğer oyunlar gibi sanarak "Oyun çıkalı o kadar yıl oldu ölmüştür multisi" deyip almamıştım.
2015 yılında ise Steam'i daha aktif bir şekilde kullanmaya başlayınca Warband'in full paketini satın aldım. Bir süre native'in multisini denedim, oyunu oynayan arkadaşlarım ile mount and siege'de çok oynadım özellikle.
________________________________________________________________________________________________________________________
Bir gün Napoleonic Wars DLC'sini denemek için Minisiege serverına girdim. Orada Wallace isimli bir arkadaş
RRA (Royal Regiment of Artillery) isimli bir klana adam arıyordu. Hem adamla biraz eğlenmek için hem de merakımdan klana gelebileceğimi bildirdim. Steam'den beni ekledi ve TS3 indirmemi istedi. Kötü şöhretinden dolayı TS'yi ilk önce indirmek istemedim ancak zorunlu olduğunu öğrenince indirdik mecbur
Bana ne olmak istersin dedi ancak soruyu biraz garip sordu. "Cavalry, arty or rifle" gibi bir şekilde ifade edince "Rifle" cevabını verdim rifle birliğinin farklı bir şey olduğunu bilmediğim için. Her nasıl olduysa beni hat piyadesi odasına attı ve oradaki başka bir Türk olan Berkay kankamla tanıştım. Buradaki olay Türk klanlarından çok daha farklı olduğu için anlamanız açısından biraz klanın yapısından bahsetmek istiyorum.
Major Olafson'ın önderliğindeki RRA 6 bölümden oluşuyordu (piyade, atlı, topçu, rifle, hafif vb her şey vardı yani) ve çok kalabalıktı, toplam sayı 300'ü geçiyordu ve her eventte 100 kişi oluyorduk. Kendi düzenlediğimiz eventte bir taraf RRA kalan alaylar karşı takıma geçiyordu ve 200 kişi doluyordu yani öyle bir aktiflik vardı. Rütbe törenlerini 3-4 farklı dilde yapıyorduk çünkü bazı divisionların dili farklıydı(Danca, İsveççe vb). Ben bu divisionlardan 3. sündeydim, dili İngilizceydi ve hat piyadesi oynuyorduk (genelde 33rd çünkü bizim division 3rd'dü ve oradan bir bağlantı kurulmuş başka hat piyadesi olan division'ın birliği farklıydı).
RRA'da Ludd ve Taz subaylarımla 2 yıl gibi bir zaman geçirdim ve çok eğlendim. Oyunu oynayan diğer Türk arkadaşlarımı da klana getirdim. Tabi bu sırada native'e de giriyordum. RRA'ya girmemden kısa bir süre sonra TR-Duel serverında Efe beni PW klanına davet etti (karıştıranlar çok olduğu için belirtme ihtiyacı hissediyorum, EfePasha değil Getwulf, Beowulf, Savolg veya Savolg_Hevale nicklerini kullanıyordu bu efe) PW klanında yalnızca savaşlara çağırılıyordum (
Galler,
Wales,
Revolutionary Wales gibi isimleri aldık burada) ve arada yabancı klanda oynadığım için NW klanı maçlarına invite olarak çağırılıyordum (
19thKR). Gel zaman git zaman bu klandakilerle birbirimize iyice alıştık. RRA'da çok büyük bir kavga çıktı ve bizim 3rd division klandan çıktı ve
3rdRF diye yeni bir klan kurduk. Kısa bir süre sonra da zaten RRA kapandı. Bu yeni klan başta iyi gidiyordu ancak zamanla aktiflik çok düştü ve yarım yıl sonra 5-10 kişi kaldık. Sayının çok az olduğu bir gün 19th'den yardım istedim ve 5-6 kişi geldiler sağolsunlar. Baktık böyle olmuyor 3rdRF olarak topluca
Sussie'ye geçerek arty guardlık yapmaya başladık. En sonunda da
3rdRF kapandı ve benim yabancı klanlarda olan maceram son buldu.
Ben de
19thKR klanında daha aktif olmaya başladım. Efe, yabancı alaylarda uzun süre oynadığımı bildiği için yönetimde bana söz verdi. Rütbem Recruit olmasına rağmen klana formasyon eğitimi vb verdim. İstediğim rütbeyi alabileceğimi söylese de klanın düzenini bozmamak için Rct rütbesinde kaldım. Klanın düzeninin sağlanmasında büyük bir rol oynadım, klanın adının
87th olarak değiştirilmesini sağladım. Bu isimle Nizam-ı Cedit'e girdik (her ne kadar ben karşı çıksam da engelleyemedim). Nizam-ı Cedit dağıldı. Klandan bir Lieutenant ayrıldı ve ben o rütbeye yerleştim (bu 2 olayın sırası farklı olabilir emin olamadım şimdi uzun zaman geçmiş). Bir süre sonra Efe oyundan sıkıldığını ve bırakmak istediğini söyledi. Yönetimi bana devretti. Ben de alayı yönetmeye başladım ve ismini
49th (Princess Charlotte of Wales's) Regiment of Foot olarak değiştirdim. 1 yıldan uzun süredir yönetimde ben varım ve klanı daha iyi bir yere getirmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum. SON.
________________________________________________________________________________________________________________
Epilog: Oyuna yabancı alaylarda başlayıp Türk alaylarına geçmemin hem artısı hem eksisi oldu. İki yönetim stlini de görme fırsatım oldu. Bunları da kendimce
Türk ekolü ve
İngiliz ekolü diye ayırıyorum [yabancılarda ağırlıklı olarak İngiliz alaylarında oynadığım için bu ismi verdim "yabancı" deyip Alman, Fransız, Rus vb klanları da katmak istemedim çünkü oralarda elbet farklılıklar var. Her İngiliz ve Türk alayı da böyle değil bunu da biliyorum (zaten kendi alayımı elimden geldiğince
İngiliz ekolü ile yönetmeye çalışıyorum) ancak kendi gözlemlerime dayanarak ağırlıklı olarak bu yazıklarım geçerli].
Karşılaştırmalı olarak iki tarafın da artısını da eksisini de dilim döndüğünce anlatmak istiyorum.
İngiliz ekolünde fark klana girdiğiniz anda başlar. Üyeler klana yeni birisinin katıldığının farkındadır ve normalde yaptıkları sululukları üye/üyeler klana alışana kadar yapmazlar. Yapsalar da açıklarlar böyle böyle diye.
Türk ekolü yeni üye klana gelmeden 5 dk önce klan nasıla üye geldikten 5 dk sonra da klan aynı olur. Üyelere oryantasyon-adaptasyon fırsatı verilmez. Bu da onları klandan soğutur, çoğu zaten bir daha gelmez.
Türk ekolünde subaylar güç manyağıdır. Kendilerini gerçekte de komutan sanarlar. Adamlara bağırır-çağırır-söverler. Gerçek hayatta yapamadığı şeyleri oyunda gerçekleştirmeye çalışırlar. Güçleri sınırsızdır ve bu güç onların gözünü kör eder dolayısıyla klan üyelerinin duygu ve düşüncelerini önemsemezler.
İngiliz ekolünde ise subaylar konumunun farkındadır ve bu tür kendilerini küçük düşürecek davranışlar sergilemezler. Güçleri ise daha sınırlıdır çünkü karşısında doğduğu günden beri azarlanmış büyük bir bebek yerine bir birey vardır ve gerektiği yerde ağzının payını verir
Türk ekolünde rütbe güç demek olduğu için herkes rütbe ister,
İngiliz ekolünde ise rütbe güçten fazla sorumluluk getirir bu yüzden yalnızca kendini yeterli gören üyeler rütbe ister.
İngiliz ekolünde asıl amaç eğlencedir bu yüzden yabancı alayların çoğu eventlere bolca katılır.
Türk ekolü asıl amaç ego tatminidir bu yüzden eventler ya yapılmaz ya da çok az yapılır ve bolca maç yapılır kiminki daha büyük herkes görsün diye
Tabi bunu yapan yabancı alaylar da var ama onlar en üstteki %20 lik kısım ve onlar cidden tam kanserler, ama yine de bizdeki gibi kurulduğu ilk hafta en güçlü alaylara maç teklif edecek kadar ukala değil hiçbiri
Bu dediğim yanlış anlaşılmasın, eski bir kadrosu olup da başka bi çatı altında birleşenlere lafım yok ama adamlar cidden YENİ olup tüm klanlara meydan okuyorlar ve loto misali maç kazanmaya çalışıyolar ona biraz bozuluyorum ben, kazansan nolcak sanki o alaydan daha mı iyi oluyosun maç kazanınca? Ya da en azından bunu düşünebiliyor musun cidden?
İngiliz ekolünün hiç mi kötü yanı yok? Var tabi ki, adamlar antrenman, event, maç zamanı toplanıyorlar oynayıp çıkıyorlar yani ortada gerçek bir arkadaşlık olmuyor. Çok nadiren üyeler birbirleriyle bu saatler dışında takılıyorlar.
Türk ekolünde ise üyeler tüm gün beraberler. Bu genelde iyi oluyor ancak gün içerisinde yaşanan bir tartışma etkinlik saatlerine de yansıyor malesef
Son olarak değinmek istediğim şey ise şudur ki;
Türk ekolünde şöyle bir mesele var, ben birisine 49th iyi klan dediğim zaman adamın dediği şey "kaç turnuva kazandınız" gibi bir şey oluyor adam o kadar kudurmuş ki gözü maçtan başka bir şey görmüyor. Arkadaşlar, bir alayı iyi yapan şey her maçı kazanmak değildir(güçlü demiyorum bak güçlü desem de onu desen tamam derim). Oradaki ortam da başarı kadar önemlidir hatta bence daha da önemlidir. Maçı kazanınca lideriniz hepinizi rütbeye boğuyor fakat kaybedince ortada ne ananızı ne bacınızı bırakıyorsa bence orada bir sıkıntı vardır diyerek gevezeliğimi sonlandırıyorum