Mjoll,
Uzun süredir benden haber alamadığın için özür dilerim. Bir süredir bazı sorunlarla boğuşuyordum. Sana olanları anlatacağım ama bu kararımın doğruluğundan büyük şüphe duyuyorum. Muhtemelen seni endişelendirmek haricinde başka bir etkim olmayacak anlatacaklarımla. Ama... sanırım içimdekileri dökmek istiyorum. Umud ediyorum ki mektubumu okuduğunda fazla kaygılanmazsın benim için.
Sana en son mektubumu Aela’nın ellerine teslim ettikten ve onlarla birlikte bir gece kamp yaptıktan sonra sabah ayrılmıştık. Güneye doğru yol alıp Amol Kalesi civarına yaklaştım. Kale eskiden kimindi bilmiyorum, ama ben oraya vardığımda kalede büyücüler hakimdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, kalenin kimin olduğunu pek umursamıyordum. Tek derdim yoluma devam edip oradan uzaklaşmaktı. Ama yolu kesmiş olan siyah cüppeli bir elf büyücüsü bu niyetimi pek ciddiye almadı. Bana geriye dönmemi önerdi. Öneriden çok bir tehdit dersem daha doğru söylemiş olurum. Birisi bizi tehdit ettiğinde ikimizin de ne kadar asabi olduğunun farkındasın zaten. Bu nedenle sana elfe ne yaptığımı söylemeden bile olanları anlayacaksındır. Ben yine de söyleyeceğim ama; Önce sakin olmasını söyleyip geriye doğru döndüm, yolumu değiştirdiğimi sanıp rahatladığında oluşan yüz ifadesini görmeliydin! Yeterince uzaklaşıp arkasına saklanacağım bir kaya buldum, sonra yayımı sırtımdan çekip elime aldım, sadaktan bir ok alarak kirişe yerleştirip gerdim, gizlendiğim yerden biraz çıkarak uzakta hala dikilmekte olan büyücüye nişan alıp oku bıraktım...
Adamın ne olduğunu fark edecek zamanı bile olmadı... Ama beni huzursuz eden kısım bu değil. Bu sadece yolumu açmak için yaptığım bir hareketti. Skyrim’de yolculuk ederken böyle olaylarla çok karşılaşmıştık. İkimizin de bildiği gibi; eğer her yol kesenden uzaklaşıp başka bir geçiş ararsak, Skyrim’i gezmeyi bırak, evimizin önünden bile ayrılamayız! Bazen yolumuza devam etmek için biraz zorlamamız gerekiyor. İşte bu sebeple hiç pişman değilim!
Ama... ama ondan sonrasında olanların ağırlığını sonsuza kadar omuzlarımda taşıyacağım. Seni fazla merakta bırakmamak için ne olduğunu çabuk anlatacağım. Sadece... düşüncelerim kara bulutlar gibi aklımda dolanıyor ve diyeceklerimi toplamakta, kendimi düzgün bir şekilde anlatmakta zorlanıyorum biraz. Mektubum bu yüzden bütünlükten uzak görünüyor. Gerçi şimdi bir düşününce bunun olması doğal sanırım, şu an ben de bütün olmaktan çok uzağım zira... Mektubun da yazarı gibi karmakarışık olmasında bir sakınca olmaz sanırım?!
Evet, Amol Kalesi’nin etrafındaki yolu açtıktan sonra yolumda ilerlemeye devam ettim. Kalenin girişi yolun sağ tarafında göründüğünde garip bir şekilde içimde girme isteği oluşmadı. Benim gibi meraklı biri için çok şaşırtıcı bir olaydı bu. Sonra surlarda dolanan siyah cüppeli bir büyücü daha gördüm ve bu her şeyi açıklığa kavuşturmuş oldu. Biz Nordların büyüye ve büyü kullanıcılarına karşı nasıl mesafeli olduğunu biliyorsun...
Tek amacım bir an önce etrafa uğursuz bir hava katan bu yerden olabildiğince uzaklaşıp yoluma devam etmekti. Surlardaki herif beni fark edince bu umudum sönmüş oldu. Adamı daha sesini çıkartamadan veya bir büyü yapamadan hakladım! Sonra gizlice girişe doğru ilerledim ve içeriye bir bakındım.
Sana yemin ederim Mjoll, tek niyetim etrafa bir bakmaktı! Surlarda dışarıyı gözlemeyen başka biri olmadığından emin olduktan sonra hemen oradan uzaklaşacak, üzerime sinen o pis büyücülerin aurasından kurtulacaktım! Ama başımı uzatıp avluya doğru baktığım an ilk karşılaştığım şey bir heykel oldu. Tam burnumun dibinde, diz çökmüş gibi duran, ağzı, gözleri ve burdu hafif çıkıntılar haricinde belli olmayan bir heykel. O hafif çıkıntıları incelediğimde gözlerin ve ağzın irice açılmış, acıdan çığlık atan bir insanın yüz hatlarını oluşturduğunu anladım! Sonrada baktığım şeyin bir heykel olmadığını anladım! Bir insandı!
İlk tepkim kusmak oldu. Beynim olayları kavramaya uğraşırken birkaç saat önce yediğim güveç çoktan dışarıya çıkma amacıyla boğazımdan tırmanmaya başlamıştı bile! Vücudum benim kontrolümden çıkmış gibi diz çöktü ve kusmaya başladım... O ara beynimse hala karşımdaki insanı düşünüyordu. Daha doğrusu artık o insandan kalan bu kabuğumsu şeyi... Diz çökmüş, çığlık atarken eğilip büzüşmüş, sonra da tam can verdiği anda donup kalmaya mahkum olmuş bu şeyi....
Kendimi yerde, tam kalenin girişindeki avluda etrafa boşboş bakarken buldum. Vücudumun titreyişini, bütün bedenimi ürperten soğuk terlemeyi hissedebiliyordum. Gözlerimi kavrulmuş bedene odakladım zorlukla. Evet, karşımdaki şey, diz çöküp öldüğü ana kadar ateşe maruz kalmış birinin bedeniydi! Bedeni ateşin etkisiyle öylesine küçülmüş gibiydi ki...
Orada o bedene bakarak dalıp gitmişken bir takım sesler doldurdu kulağımı. Sonra nerede olduğumu yeniden hatırladım! Etrafımın büyücülerle dolu olduğunu kavradım. Karşımdaki kişiyi ölene kadar yakmış olan büyücülerle! O güçlerini hiç bir zaman dizginleme zahmetine girmemiş, gücün getirdiği sorumluluk duygusunu o zavallı beyinlerine yazmaktan aciz olan büyücülerle!!
Her zaman öfkeye karşı temkinli olmamı istemiştin benden. “Öfke anında yapılan eylemlerin sorumluluğunu ömür boyunca taşımak zordur” demiştin bir keresinde. Belki yanımda sen olsaydın beni o cinnet anından çıkarabilirdin... Ama o an yanımda biri yoktu. Büyücülere karşı içimde uyanan nefreti uykuya geri döndürecek sözler duymadım. O nefret hızlıca beynime yuva yapıp öfkeye evrilirken bunu engelleyecek, omzuma dostça dokunacak bir el de yoktu. Nefretin son kırıntıları da öfkeye dönüştüğünde ve o öfke bütün bedenimi ele geçirdiğinde, vücudum hiçbir şey sorgulamamak için bütün düşünme eylemini bir kenara itip zihnimde tek bir amaç bıraktığında senin yatıştırıcı varlığından da yoksundum... Beynimde tek bir amaç yazılıydı o anda; Bu kaledeki bütün büyücüleri öldür. Tek biri sağ kalmayana ve bu kale onların mezarı olana kadar öldür!
Ben de öyle yaptım. O kavurucu öfke anında neler yaptığımı pek hatırlamıyorum Mjoll. Doğrusunu söylemek gerekirse iyi ki de hatırlamıyorum. Çünkü o an aklımdan geçenleri şimdi düşününce kendimden korkuyorum. Tek hedefim onları yok etmekti. Öyle de yaptım! Hem de silah bile kullanmadan! Tek yaptığım şey, bana Alduin’i durdurmak için öğretilen Nida gücünü kullanmaktı! Nida bir silah değil diye düşünmüşümdür her zaman. Bizden çok daha önce var olmuş, biz gittikten sonrada var olacak olan, Akatosh’un çocuklarının konuştuğu kelimeleri barındırır Nida... Her kelimeleri içerisinde muazzam bir güç barındıran Ejderhaların dili...
Ve ben bu dili insanları katletmek için kullandım! O dehşet saçtığım anlarda ‘Güç mü görmek istiyorsunuz!” diye bağırdım büyücülere. “Görün o zaman! Sizin o beceriksiz büyü kitaplarınızdan hiçbir zaman öğrenemeyeceğiniz, asla kaynağını kavrayamayacağınız gücü görün! Durdurulamaz gücü görün! Ne kadar yalvarırsanız yalvarın, ne kadar ağlarsanız ağlayın, çığlıklarınız semâda ne kadar yükselirse yükselsin sizi ezmeyi bırakmayacak olan gerçek gücü görün!”
Bağırışlarım hala aklımda, ve büyücülerin korkulu suratları da tabii! İlk başta karşı koymaya çalıştılar... Keşke denemeselerdi! Belki o zaman çok çabuk bitebilirdi. Belki o zaman çığlık atmazlardı... Kendime gelip herşeyin bittiğini fark ettiğimde geriye hiç kimse kalmamıştı. Etrafa uzun bir süre bakıp neler yapmış olduğumu düşündüm. Bana öğretilen o kadim lisanı başkalarını katletmek için nasıl kullandığımı kavrayamıyordum bir türlü..
Ejderdoğan dengeli olmalıdır Mjoll. Yani şu ana kadar inandığım şey buydu. İnsanların meselelerine olabildiğince az burnumu sokup, gücümü sadece Skyrim’i tehdit eden ejderhalar karşısında kullanmalıydım. Diğer meselelerde silahlarım bana yeterdi... Ama artık bu görüşü savunmakta zorlanıyorum. O büyücüleri o şekilde öldürmüşken bu görüşü savunamam, değil mi?!
Bu arada, yukarıda yazdıklarımdan o büyücüleri öldürmekten pişman olduğum anlamını çıkarma lütfen. Onların ölümünden pişman değilim çünkü! Pişmanlık duyduğum ve kendimden şüphe etmeme neden olacak kadar beni etkileyen şey, onları öldürürken nida kulanmış olmam.
Bu olaydan sonra Amol Kalesi’nden çıkıp gittim, yakındaki bir nehirde üzerimdeki kan lekelerini temizledim, sonra da işlediğim suçun utancından dolayı insanlardan olabildiğince uzaklaşma ihtiyacını hissettim içimde. Bu arzuya boyun eğip uzun bir süre boyunca insanlardan uzak durdum. Kimsenin kullanmadığı yolları kullanmaya, tehlikeli olduğu için girilmeyen bölgelerde dolaşmaya başladım.
İşte bu nedenle uzun süredir sana haber ulaştıramamıştım. Biraz bile olsa düşüncelerimi toplamaya ve düzgün bir şekilde düşünme yeteneğime tekrar kavuşmaya gerek duymuştum. Şimdi biraz daha iyiyim, ama yine de Ulu Hrothgar’a gidip Kırsakallar ile konuşacağım, onlarla birlikte bir süre kalmaya niyetliyim. Onların bana yardım edebileceğini umut ediyorum.
Seni endişelendirdiğim ve uzun bir süre habersiz bıraktığım için gerçekten üzgünüm. Ama beni affedeceğini bilecek kadar iyi tanıyorum seni. Ulu Hrothgar’a ulaştıltan sonra sana oradan düzenli olarak mektup yazıp durumumu bildireceğim. Orada ne kadar vakit harcayacağım bilmiyorum ama kendi ruhumun içinde yaşadığım çatışmaları bastırmayı başardıktan sonra doğruca sizlerin yanına geleceğim, buna söz veriyorum.
Sizleri sevdiğim gerçeğini bir an olsun aklından uzaklaştırma ve çocuklara dikkat et. Benim için de fazla tasalanmamaya çalış, düzeleceğime eminim! Biliyorsun ki böyle kasvetli düşünceler daha önce de zihnimi kuşatmıştı ve onları yenip düzelmeyi başarmıştım!
Mektubumu bitirme vakti geldi, ama merak etme sizlere mümkün olan en kısa sürede tekrar yazacağım...