Kan ve Kılıç Üçlemesi (SON BÖLÜM EKLENDİ! - 23 Şubat 2011)

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.
argon45 said:
Yine güzel bir bölüm olmuş.Kuşatmanın sonunu bekliyorum bakalım ne olacak.Demek içerdede bir ya da birkaç hain varmış.
belki de Alhedras'ın kayıp yoldaşlarıdır
malum Her Şey Olur (baya baya konunun sloganı yaptım ben bunu ama :grin: )
 
tasase5 said:
Gargoyle13 said:
Gereksiz yere çift mesaj atıp post kasma ayrıca alhedras harika gidiyor böyle devam et.
sanane evladım
Daha kuralları bilmiyorsan yorum yazma alalım seni konu dışına burda önemli olan sen yada ben değiliz arkadaşımız güzel bir hikaye yazıyor ama sen spam vb. yapıyorsun daha fazla konuyu kirletmede mesajını sil nasıl fikir?
 
Çok Güzel olmuş valla okudukça m&b oynayasım geliyor  :mrgreen:
Bu arada pdf işi vardı bi ara o ne oldu?
 
Sende süper bi yetenek var.Ama tasvirleri arttırman gerek bence.MB ye yeni başlayıp hilesiz oynayanlar her şeyi görmemiş olabilir.Ama biz bildiğimiz için bize, daha doğrusu bana; süperötesi geliyo :grin:
 
Gmangman said:
Sende süper bi yetenek var.Ama tasvirleri arttırman gerek bence.MB ye yeni başlayıp hilesiz oynayanlar her şeyi görmemiş olabilir.Ama biz bildiğimiz için bize, daha doğrusu bana; süperötesi geliyo :grin:

Haklısınız, şu an yazdığım bölümlerde daha çok konuşmalar ve olaylar var, tasvirler çok fazla değil. Ayrıca bir çok konunun da oyuncular tarafından bilindiğini varsayıyorum.

Aslında ilk iki bölümü okursanız başlarda tasvirlere de önem verdiğimi ve biraz daha detaylı yazdığımı görebilirsiniz. Ancak daha sonra iki şeyin farkına vardım: İlki, bölümlere uygun tasvirleri eklersem bölümlerin yazılış süresi çok uzayacaktı. Diğeri de, insanlar internette uzun metinleri okumayı sevmiyor. Bu nedenle her bölümü çok fazla uzun olmayacak şekilde toparlamaya çalışıyorum.

Kısacası, şu anki hikayeye kafamda asıl olarak canlanan hikayenin "internette okunmaya uygun" versiyonu diyebiliriz. Belki ileride, üç kitap ta bittikten sonra, hala içimde biraz heves kalmış ise tüm bölümleri tekrar elden geçirebilir ve oyunu hiç oynamamış olan birinin bile anlayabileceği bir kitaba dönüştürebilirim. Zaten şu anki haliyle bile 1. kitap yaklaşık 100 sayfa tutuyor. (A4 değil, normal roman sayfası boyutunda) Elden geçirildikten sonra normal bir romanın sayfa sayısına (200-300) ulaşır sanırım. (X3 kitap)

Tabii henüz bu düşünce fanteziden öte değil  :mrgreen:
 
Gargoyle13 said:
tasase5 said:
Gargoyle13 said:
Gereksiz yere çift mesaj atıp post kasma ayrıca alhedras harika gidiyor böyle devam et.
sanane evladım
Daha kuralları bilmiyorsan yorum yazma alalım seni konu dışına burda önemli olan sen yada ben değiliz arkadaşımız güzel bir hikaye yazıyor ama sen spam vb. yapıyorsun daha fazla konuyu kirletmede mesajını sil nasıl fikir?
aynen resmin gibi davranıyosun bi git başımdan
 
tasase5 said:
Gargoyle13 said:
tasase5 said:
Gargoyle13 said:
Gereksiz yere çift mesaj atıp post kasma ayrıca alhedras harika gidiyor böyle devam et.
sanane evladım
Daha kuralları bilmiyorsan yorum yazma alalım seni konu dışına burda önemli olan sen yada ben değiliz arkadaşımız güzel bir hikaye yazıyor ama sen spam vb. yapıyorsun daha fazla konuyu kirletmede mesajını sil nasıl fikir?
aynen resmin gibi davranıyosun bi git başımdan
Salak mısın nesin lan defol git konuyu kirletme milletin sinirini bozma.
 
2. kitap 13. bölüm yayındadır. (oh be... ne ergellon'muş kardeşim yaz yaz bitmedi)

Süvariler son kapıdan içeri fırtına gibi girdiklerinde henüz avluda sağlam bir savunma kurulamamıştı. Bir grup asker, kalkan ve mızrakları ile kapının önünde bir set oluşturmak istedi. Ancak sayıları azdı ve Swadia süvarileri ekinleri biçen orak gibi hepsini yarıp geçti.

Süvariler avluya girince hızlarını kesmediler. Çanağın içinde bir hortum edasıyla devamlı dönerek, mağaralardan çıkıpta bir savunma hattı oluşturmak isteyen her rhodok grubuna engel oldular. Süvariler bir o tarafa bir bu tarafa koştururken vadinin aşağısındaki Swadia ordusunun geri kalanı, yani piyadeler ve arbaletçiler çanağa doğru ilerleyişlerine başlamışlardı.

Deshavi ve diğerleri, süvarilerin avluya girişinden hemen önce tünellere sığınabildiler. Orada onları Nerdel karşıladı. Umutsuz gözüken adamın alnındaki bir yaradan kan akıyordu. "Bitti," dedi Deshavi'yi görünce. "Hepsi bu kadar. Bitti artık, Ergellon düştü."

Sinirden köpürmüş olan Deshavi adamın yakasına yapıştı. "KİM, NASIL!!!"

Deshavi ne kadar sinirliyse Nerdel'de o kadar sakin gözüküyordu. Adam herşeyi bırakmıştı artık. "Swadia askerleri" dedi sadece.

"Nasıl?" dedi Deshavi. "Nasıl içeri girdiler? Nereden?"

"İçeri girmediler," diye cevapladı Nerdel. "Zaten içerdeydiler... Günlerdir... Hepsi Rhodok üniforması giymişti... Onları içeri biz aldık! Khergit'lerden kaçarken Rhodok üniforması giyen her askeri yanımızda getirdik. Anlamıyor musun? Böyle yapacağımızı biliyorlardı! Ergellon'da toplanacağımızı biliyorlardı! Aramıza sızmaları bu kadar basit oldu işte. Kendi ellerimizle içeri aldık hepsini!"

"Kapı," dedi Deshavi, "kapıları tekrar niye kapatmadınız?"

"Mekanizmayı kırdılar!" dedi Nerdel. "Titan'lar bile kapatamaz artık kapıları. Bitti artık! Bitti! Rhodok'un son umudu da yitip gitti!"

"Son Rhodok ölene kadar!" dedi Deshavi. "Son Rhodok ölene kadar Rhodok bitmez! Yürüyün buradan çıkıyoruz, bırakalım taşlar ve kayalar Swadia'ya kalsın. Biz insanları kurtaralım. Yürüyün tünellere gidiyoruz!"

******

Tüneller dar ve karanlıktı, insanlar birbirlerini itiyor, eziyor, çığlık çığlığa kaçmaya çalışıyordu. Deshavi tünellerden birinin girişinde durmuş, bir yandan köylüleri tünele yönlendiriyor bir yandan da askerlere emirler yağdırıyordu. "Gaspar!" diye bağırdı gürültünün arasında sesini duyurmak için. "Gaspar buraya gel çabuk!"

Başka bir tünel girişinde insanları yönlendiren Gaspar Deshavi'yi duydu ve koşarak kadının yanına geldi. "Gaspar," dedi Deshavi. "Dışarıda insanlar paniğe kapılıp her yöne dağılacaklar. Nerdel'i de alarak önden çıkın. Dışarıda insanları organize edin ve en hızlı şekilde Ibdeles'e, o da olmazsa Maras'a yönlendirin."

"Sen ne yapacaksın?" diye sordu Gaspar.

"Benim daha burada işim bitmedi." dedi Deshavi. Gaspar ayrılırken ekledi. "Swadia'lı dostlarımızın da çıkmasına yardım et, artık mahkumumuz değiller. Dışarıda istedikleri yere gidebilirler."

******

Süvariler atlar ile tünellerin yanına çıkamıyorlardı, bu nedenle çanağın içinde kalmaya devam ettiler. Kısa bir süre için insanların tünellerden kaçışı sorunsuz devam etti. Ancak sonra Swadia piyadeleri ve arbaletçileri çanağa vardı ve durup beklemeden, vahşi bir kurt sürüsü gibi tünellere daldılar. İşte o zaman işler çığırından çıktı.

"Yavaş olun yoksa birbirinizi ezeceksiniz!" diye bağırdı Gaspar. Tünelin içindeki insan seli, sıkış tıkış ilerlemeye çalışıyordu. Geriden tünele giren herkes öne yükleniyor, zaten paniklemiş olan insanları daha da deliye çeviriyordu. Alhedras sağlam kolu ile Matheld'e tutunmaya çalışıyordu. Biraz ileride Lezalit ciddiyetini koruyor, elinde tuttuğu bir meşale ile insanları yönlendiriyordu. Hemen arkalarından Marnid geliyordu, tüneldeki itişip kakışma sırasında yere düşmüştü ve bir kaşı yarılmış kanıyordu. Katrin ise ortalarda görünmüyordu.

Katrin de diğerleri ile birlikte tünele girmişti. Ancak geriye dönüp baktığında daha onlarca insanın panik içinde koşuşturduklarını gördü. Gerisin geriye döndü ve insanları tünele yönlendirmeye başladı.

Tünel girişinin hemen aşağısında, çanağın zemininde küçük bir çocuk, ölmüş bir kadının yanında duruyordu. Katrin bir Swadia süvarisinin çocuğun üzerine doğru atını sürdüğünü gördü. Düşünmeden, askerlerden birinin bıraktığı mızrağı kapıp yerinden fırladı ve çocuğun yanına vardı. Süvari tam üzerlerine geldiğinde mızrağını atın kaslı göğsüne sapladı. Şaha kalkan at binicisini üzerinden atarak devrildi. Bu sırada mızrağı da kırmıştı.

Elindeki kırık parça ile yerdeki süvarinin üzerine atlayan Katrin adamın işini çabucak bitirip çocuğun yanına döndü. Çocuğu tam kucağına almıştı ki bir grup piyadenin oraya doğru geldiğini gördü. Katrin piyadelerin tünele şimdi girerse tam bir katliam olacağını biliyordu. Tek bir seçeneği kalan kadın o sırada oradan geçen birine çocuğu verdi ve kaçmasını söyledi. Sonra dönüp ölü süvarinin kalkanını ve kılıcını alıp piyadelerin üzerine yürüdü.

İlk piyade çift elli bir kılıç taşıyordu ve Katrin ilk hamleyi kalkanı ile karşılayıp kolayca adamın karnına bir kesik atıverdi. Bir diğerinin kısa mızrağı ile yaptığı saplamadan son anda yana kaçarak kurtuldu. Kalkanı ile adamın suratına vurdu ve geri çekildi. Bu sırada kılıç ve kalkan taşıyan başka bir piyade saldırıya geçmişti. Birbirlerinin darbelerini kalkanlarında karşılayıp savaşırlarken, mızraklı asker geri döndü ve mızrağın sapı ile beklemediği bir anda kadının sırtına vurdu. Katrin acı içinde yere çöktü. Mızraklı asker silahını saplamak için ileri hamle yaptı.

Hemen yan taraftan başka bir mızrak belirdi ve Swadia piyadesine saplandı. Katrin dönüp baktığında mızrağın sahibinin Deshavi olduğunu gördü. Kadın mızrağı saplandığı yerden çıkardı ve Katrin'in yanına geldi. "Gitmen gerekiyordu" dedi.

"Bu insanları burada bırakamam" diye cevapladı Katrin ayağa kalkarken. "Çıkmaları için biraz daha zaman lazım"

"O zamanı birlikte yaratalım öyleyse" dedi Deshavi. İki kadın silahlarını kaldırıp birlikte piyadelerin üzerine atıldılar.

******

Tünel, dağın yamacının biraz ilerisine, ormanın içine çıkıyordu. Havasız ve nemli tünelde koşuşturduktan sonra dışarısı Alhedras'a serin geldi. Tüm vücudu titredi. Matheld kenardaki bir kütüğün üstüne oturmasına yardım etti. Bu sırada Lezalit ve Marnid'de çıkmışlardı. Bir tarafta Gaspar ve Nerdel köylülere bir şeyler anlatıyordu.

Her şey aniden oldu. Bir grup Swadia askeri ağaçların arasından çıkıp köylülerin arasına daldı. Daha ne olduğunu anlayamadan ondan fazla köylüyü kılıçtan geçirdiler. Köylülerin çığlıkları ve askerlerin savaş naraları ormanın sessizliğini bozdu.

İki tanesi Alhedras'ın olduğu tarafa döndü. Marnid birinin üzerine atladı ve ikisi yumruk yumruğa bir kavgaya tutuştular. Diğeri oturmakta olan Alhedras'a saldırdı. Ancak yan tarafta gizlenen Lezalit kalınca bir ağaç dalı ile adamın kafasını parçaladı. Bu sırada Mardin kavgasında altta kalmıştı. Üstündeki asker belinden bir hançer çıkardı. Marnid adamın elini havada yakaladı ama gücü tükeniyordu. Hançer yavaş yavaş üzerine doğru gelmeye başladı. Matheld yetişip adamın yere düşürdüğü kılıcı aldı ve hızlı bir savurmayla askerin kellesini uçurdu.

Askerler ölmüştü ancak orman hala köylülerin sesiyle yankılanıyordu. "Tuzak kurmuşlar!" dedi Gaspar. Elinde öldürdüğü bir Swadia askerinden aldığı kanlı bir kılıç vardı. "Orman Swadia'lı kaynıyor! Hepimizi katledecekler!"

"Bunu durdurabilirim!" dedi Alhedras ayağa fırlarken. Bu gece gördükleri bu güne kadar öğrendiği herşeye, bağlı olduğu tüm kurallara ters düşüyordu. Savaş askerler arasında olmalıydı! Siviller ölmemeliydi! "Swadia kumandanı ile konuşmalıyım, bunu durdurabilirim!"

"Alhedras hayır!" dedi Matheld. "Ormanda kim olduğunu anlamazlar, daha kampa varamadan öldürülürsün. Kaçmamız gerekiyor!"

"Bunu yapamam!" dedi Alhedras. "Bu insanlar ölürken kaçamam. Swadia'ya bağlılık yemini ettim, eğer ki bir Swadia'lı yanlış bir karar veriyorsa bunu önlemek benim görevim! Ne pahasına olursa olsun kumandanla görüşmeli ve onu durdurmalıyım!"

Matheld itiraz edecekti ki onu susturdu. Boynundan zincir kolyesini, ucunda Ceradhin armasının, mavi taş üzerine işlenmiş beyaz unicorn simgesinin olduğu bir madalyon çıkardı. Matheld'e verdi ve uzanıp kadını öptü. Kadın elindeki madalyona bakarken Alhedras dönüp Lezalit'e "Suno'ya gidin," dedi. "Klargus'un yanına gidin. Orada sizi bulurum."

Hemen ardından dostları ile vedalaşmadan ağaçların arasına dalıp gözden kayboldu. Marnid gözlerinden yaşlar süzülen Matheld'i nazikçe kolundan tutarak çekti. "Merak etme," dedi kadına. "o iyi olacaktır. Bu kadar beladan sağ salim kurtulduktan sonra ormanın içerisinde basit bir asker tarafından öldürülmek onun kaderi değil."

******

Gaspar ve Nerdel ile vedalaştılar. İkisi toplayabildikleri kadar fazla insanı toplayarak Ibdeles'e gideceklerdi. Lezalit, Marnid ve Matheld ise Alhedras'ın söylemiş olduğu gibi Suno'ya gitmeye karar verdiler.

Rhodok'ların yanından ayrılıp ormanın içerisinde kuzeye doğru ilerlemeye başlayalı henüz yarım saat olmamıştı ki Lezalit durmalarını söyledi. "Peşimizde birileri var" dedi adam. "Onlara.."

Daha sözünü bitirmemişti ki ağaçların arasından biri çıkıverdi. Hepsi adama bakakaldılar, çünkü bir asker gibi giyinmemişti. Bir köylü gibi de giyinmemişti. Adamın kıyafetleri daha çok kır gezmesine çıkmış bir lord gibiydi.

"Sylves!" dedi Lezalit ağzı bir karış açık bir şekilde.

"Lezalit eski dostum," dedi Sylves. "Sizi bulmak oldukça zormuş, günlerdir ormanlık alanda dolaşıp duruyorum. İnanırmısınız bu dördüncü kıyafetim, buralar çok.... kirli."

"Sen burada ne arıyorsun?" diye sordu Lezalit adamın anlattığı saçmalıklardan birşey anlamamıştı.

"Alhedras Ceradhin'i" dedi Sylves. "Onunla konuşmam lazım, nerede o?"

Alhedras'ın nereye gittiğini ve ne yaptığını söylediklerinde Sylves'in yüzü ciddileşti. "İkinci kez geç kalıyorum," dedi. "Son zamanlarda kararlarımı zamanında veremiyorum....Pekala... o zaman geriye tek seçenek kalıyor."

"Praven'a gidiyoruz!"

******

Alhedras ormanın kıyısına vardığında şafak sökmek üzereydi. Bulunduğu yerden kuşatma kampını ve kumandana ait olan büyük çadırı görebiliyordu. Arada bir haberciler içeri girip çıkıyordu. Demekki kumandan hala içerideydi.

Saklandığı yerden çıktı ve kenarda nöbet bekleyen iki askerin yanına gitti. Askerler hemen silahlarını kaldırıp onu durdurdular. "Ölmek için buraya kadar geldiğine göre cesur birisin" dedi biri. "Cesur bir aptal" Diğeri buna güldü ancak tedbiri elden bırakmadı. Kılıcını kaldırıp vurmak için hazırlandı.

"Ben Alhedras Ceradhin'im" dedi Alhedras. Nöbetçinin eli havada kaldı. "Tabii ya," dedi ilk nöbetçi. "Ben de nord kralıyım. Ne?" yanındaki asker dirseğiyle dürttü. Ona dönüp baktığında adamın suratındaki ciddiyeti gördü. "Ciddi misin? Yani.. O.. gerçekten mi?" Diğer asker başıyla onayladı.

Alhedras kendisini tanımış olmalarının verdiği rahatlama ile konuştu. "Kumandanınız ile konuşmam gerekiyor, acil!" dedi. Nöbetçilerden biri hemen selam verdi ve çadıra kadar ona eşlik etti.

Alhedras çadıra girdiğinde Kont Regas ve Kont Devlian ile karşı karşıya geldi. İki taraf ta diğerini burada görmeyi beklemiyor olacaktı ki bir süre sessiz kaldılar.

"Vay canına!" dedi sonunda Kont Regas. "Kabalığımı bağışlayın lütfen. Sadece sizi gördüğüme biraz şaşırdım. Büyük Alhedras Ceradhin! Herkes sizi ararken birden böyle bir savaşın ortasında çadırımızda belirivermeniz bizim için biraz... sürpriz oldu."

"Sohbetinize ayıracak vaktim yok" dedi Alhedras. Bu ikisini oldum olası sevmemişti. Culmarr'daki karşılaşmaları da üstüne tuz biber ekmişti. "Adamlarınızın dışarıda ne yaptığını biliyor musunuz?" diye çıkıştı. "Dışarıda sivilleri öldürüyorlar! Siz nasıl bir kuşatma yapıyorsunuz böyle?"

"Adamlarımız zafer kazanıyorlar" dedi Kont Devlian. "Kendilerine verilen emirleri yerine getiriyorlar... Sizin aksinize..."

"Ne demek istiyorsun sen?" dedi Alhedras. "Bu saçmalığa hemen bir son verin. Söyleyin adamlarınıza sivilleri öldürmeyi bıraksınlar. HEMEN!"

"Ben bir hain'den emir almam." dedi Kont Devlian.

"Ne?" dedi Alhedras şaşırarak. "Beni ne ile suçladığına dikkat etmenizi öneririm Kont Devlian!"

"Sizi suçlayan ben değilim," diye cevapladı Devlian. "İşte," çadırın ortasındaki masanın üzerinde yer alan kağıtları karıştırıp bir tanesini aldı. "Üzerinde Kral Harlaus'ın mührü var: Alhedras Ceradhin'in Swadia'ya karşı niyetleri açığa çıkmış olup kurduğu hain planlar neticesinde Lady Isolla öldürülmüştür vesaire vesaire çeşitli detaylar. Hah işte son kısmı: Görüldüğü anda yakalanarak vatana ihanet suçundan yargılanmak üzere Praven'a getirilmesi..."

Alhedras gerisini dinleyemedi. "Koca bir aptalım ben!" dedi içinden. "Lezalit en başından beri haklıymış, Harlaus bir kukla gibi elinde oynattı beni!" Devlian konuşmaya devam ederken hiçbir cevap veremedi. Verdiği hatalı kararların sonucunda ölen dostları, askerleri ve köylüler aklına geldikçe vicdan azabının ağırlığı omuzlarına daha da çöktü. İki asker yanına gelip onu götürürken karşı koymadı, itiraz etmedi. "Bunu hakettim" dedi içinden.

******

"Alhedras'ı Praven'a sen götüreceksin" dedi Devlian Kont Regas'a. "Güneş doğuyor, şimdi yola çıkarsan akşam Praven'a varırsın. Sabaha da..." elini boğazına götürüp kesme işareti yaptı.

"Ben mi?" dedi Regas. "Ve Ergellon Fatihi ünvanını sana bırakayım öyle mi? Adamlarım ve ben buraya kadar sırf sen Ergellon'u tek başına ele geçirdiğini anlatasın diye gelmedik."

"Emirlerime karşı mı geliyorsun sevgili kuzenim?" dedi Devlian. Sesi küçümseyiciydi. "Ailedeki konumunu hatırlatmama gerek var mı?"

"Sana da, amcama da, verdiği kararlar için büyükbabama da lanet olsun!" dedi Regas. "Günün birinde sevgil kuzenim, günün birinde bütün bunlar için hesaplaşacağız." Sözünü bitirdikten sonra hışımla çadırdan çıkıp gitti.

Hemen ardından Devlian'ın emir eri çadıra girdi. "Yukarıda savaş bitti efendim" dedi asker. "Gidip kaleyi teslim alabilirsiniz."

"Ergellon Fatihi" dedi Devlian ellerini ovuşturarak. "Bak bu ünvan benim hiç aklıma gelmemişti."

******

"İşte burası efendim dedi" asker. Üzerinde hala Rhodok üniforması olan Swadia askerlerinden biriydi. "Rhodok'ların krallarını seçtikleri kutsal konsey burası."

Kont Devlian yanında bir grup asker ile birlikte daire şeklindeki alana adım attı. Etrafı inceleyen Devlian "Alelade bir yermiş" dedi yere tükürerek. "Bu kadar büyütülmesine anlam veremiyorum. Bunlar kim?" diye sordu. Ortadaki büyük dikilitaşın etrafında, yerde yatan askerler vardı. Ayrıca taşa sırtlarını dayayarak oturmuş üstleri başları kan ve yara bere içinde olan iki kadın daha vardı.

"Sadece birkaç asker efendim" dedi Rhodok üniformalı asker. Bazıları buraya, bazıları da mağaralara kadar savaşarak geri çekildi. Ama çok uzun sürmedi hepsini öldürdük."

"Emin misin?" diye sordu Devlian kadınları göstererek. "Bu ikisi bana pek ölü gibi gelmedi."

"ŞİMDİ" diye bağırdı Deshavi ve iki kadın ayağa fırladılar. Katrin Rhodok üniforması giyen askerin üzerine atladı. İkisi birlikte yere devrildiler. Deshavi ise Kont Devlian'ın yakasına yapışmıştı. İtişip kakışıyorlardı. "Siz ne yapıyorsunuz orada" diye bağırdı Devlian. "Çekin şu cadıyı üzerimden!"

İkili tehlikeli bir biçimde uçuruma yaklaşmışlardı. Deshavi önce aşağıya, sonra kendilerine doğru temkinli bir şekilde yaklaşan Swadia askerine baktı. Devlian'a dönüp güldü. "Aşağıya kestirmeden insek daha iyi olacak!" dedi ve adamı peşinden çekerek uçurumdan aşağı atladı. Askerler koşup baktıklarında ikisinin bulutların arasında kaybolduğunu gördüler.

******

Katrin'in mücadelesi ise devam ediyordu. İlk baştaki sürpriz saldırısının avantajı ile adamı yere yıkmıştı. Ancak adam kendini toparlamıştı ve Katrin'i üstünden atması an meselesiydi. Katrin hemen yanı başında, yere düşerken adamın başından çıkmış olan miğferini gördü. Miğferi alıp adamın suratının ortasına vurdu. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha...

İki asker kollarına girip kaldırmadan önce askerin suratını kanlı bir et yığınına çevirmişti. Askerler bu manzara karşısında kafalarını çevirdiler.

"Kont Clais oğlunun ölümünü duyunca çok sinirlenecek." dedi askerlerden biri. "Haberi veren kişi olmak istemezdim."

"Bu haberi nasıl verdiğine göre değişir" dedi bir Swadia çavuşu. "Savaşırken kahramanca öldü deriz. On adamı da beraberinde götürdü deriz. Biraz pohpohlama, en azından canımızı bağışlar."

"Bunu ne yapacağız" dedi Katrin'i tutan askerlerden biri. Çavuş birşey demeden kılıcını çekti ve Katrin'in karnına sapladı. Adamlar yaralı kadını yere bıraktılar. "Hiçbirşey" dedi Çavuş. Hepsi birlikte merdivenlerden aşağı inmeye başladılar.

******

"Anne, anne uyan hadi sabah oldu."

"Ne?" dedi Katrin uykulu bir şekilde. Çocuk tekrar dürttü. "Hadi anne uyan sabah oldu, bugün ayın yirmisi, turnuva günü."

"Tamam Darson," dedi Katrin yattığı yerden doğrularak. Bütün vücudu tutulmuştu. Ayağa kalkıp kaslarını esnetti. Sarı saçlı çocuk kadının etrafında koşturuyordu. "Kardeşim sabah erken kalkıp atları hazırladı. şimdi yola çıkarsak ilk dövüşlere yetişiriz. Şövalye görürmüyüz anne?"

"Elbette oğlum" dedi Katrin oğlanın saçlarını okşarken. "Turnuvalarda hep şövalyeler olur."

Sonra oğlanın elinden tutup yürüdü.
 
Muhteşem! Ama şu sonunu anlayamadım acaba hepsi rüyamı diye düşünmeye başladım(valla senden beklenir :mrgreen:)
 
bu benim yazma stilim, bazı ölümleri boş, amaçsız, karambole vs.. gibi göstermemek için (bkz: rolf, bkz: katrin) ölümden sonrası ile ilgili ufak tefek şeyler yazıyorum. bu dünyadaki dertlerinden kurtulup daha iyi, mutlu oldukları bir dünyaya gittiklerini göstermek (izlenimini vermek) için.
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom