Kelimelere farklı anlam yüklemenin bir anlamı pek yok bu durumda. Davranışın kendisi koşulsuz şartsız kabul değilse zaten herhangi bir şekilde metafizik bir kavramı kanıtlama şansın yok. Yani sen kendince ne kadar uca götürürsen götür bi noktada bir argümanı hiçbir koşul şart görmeden kabul edeceksin. Ya bu Muhammed'in dürüst biri olması, ya Kur'an'ın değiştirilmemiş olması ya da bu tarz durumların hepsi. Her birine bir koşul bulma şansın yok çünkü aynı dönemde yaşamıyoruz, neler yaşandığını gözle görmedik, hatta daha da skeptizmi arttırırsak tüm bunların yaşandığına sen bizzat kendi gözünle şahitlik etsen bile gerçekliği tartışılabilir. Direkt en öteki uçta zaten herhangi bir önermenin gerçekliğine şüpheci yaklaşma var ki bu herhangi bir dinin kapsamının dışında başlayan bir konu. Dolayısıyla eğer kafandaki sorunların her birine cevap arıyorsan bulmak mümkün değil, bi noktada koşulsuz kabul etmek zorundasın. Ancak en başında diğer argümanlardan şüphe duyduysan zaten söz ettiği varlığa inanmıyor, onu bilmeye çalışıyorsundur. Burada Tanrı'nın Ölümü'nden kasıt bu. İnanılan fenomen eski sorgulanamayan, insanların var olarak kabul edip üstüne hiçbir düşünme etkinliğinde bulunmadığı tanrı değil, mantıkla açıklanmaya çalışan ama mantığın kapsamının dışında olan metafizik olduğu iddia edilen ancak bundan bile emin olamadığımız, dolayısıyla tanrılığından bile şüphe duyabileceğin bi varlık. Bu noktada inanış adını ne koyarsan koy koşulsuz ve şartsız olmadığı için sadece insanın kendi kendine yanıt bulma arzusunu köreltmek amacıyla yerine koyduğu bir sözde tanrı olmuş oluyor.
Eğer yanıt bulmaya çalışıyorsan tanrıya inanman mümkün değil, onu bilmeye çalışıyorsun. Arada çok büyük fark var.