Dînî Tartışma

Users who are viewing this thread

Her birimiz geçmiş deneyimlerimizden yola çıkarak kendimiz öznel olarak karar veriyoruz ama ateşin acı vereceğini söylemek için ağrı sinirlerinin mevcut olması gibi ortak karar ölçütleri belirleyerek ortak sonuçlara varabiliriz.

Mesela, dürüst ile yalancı bir olmaz demiştim. Bu hepimiz için ortak bir görüş değil mi? Buna göre, dürüst bir insanın peygamberlik iddiasıyla yalancı bir insanın peygamberlik iddiasını, yani ikisinin de doğruyu söylüyor olma olasılıklarını eşit görmemeliyiz. Elbette, çok uç bir iddia olduğundan, dürüst olarak tanıdığımız insanın da doğruyu söylediğine pek ihtimal vermeyebiliriz ama en azından, yalancı olana verdiğimiz olasılıktan daha yüksek olacaktır. Daha yüksek olması, yeterli olduğu anlamına gelmez dolayısıyla yine inanmayabiliriz. Ancak bahsettiğimi umarım anlatabilmişimdir.
 
Bahsettiğin kişinin dürüst olduğunu iddia eden insanlar yalancıysa? Bu yüzden spekülasyon kelimesini kullandım. İnsan kendi kendine bir kişinin ne kadar dürüst olduğunu söylese bile kendi gözleriyle görse bile gerçeği bilememesi mümkün. Bu noktada zaten inanç devreye giriyor. Kişi bunun üstüne kafa yormadan rahatlıkla güvenilir bi veri aldığına dolayısıyla bunun gerçekliğinden şüphe duymamaya başlıyor.

Günümüz şartlarında kimse gerçek anlamda inanmıyor zaten, özellikle dinin içine bilimi sokmaya çalışan insanlar bunun başını çekiyor. Bir şeyden şüphe duyduğunuz anda inanç yok oluyor. Bu sizin kendi bilincinizle çözebileceğiniz bi ikilem de değil, doğal insan davranışı. İnsanlar geçmişte cevaplandıramadıkları sorunlara yanıt olarak inancı kullanıyordu ancak zaman içinde özellikle evrene dair bilmediklerimiz azaldıkça inancın yeri de insanın hayatında giderek daha az yer kaplamaya başladı. Bugün insanlar büyük bi hevesle din üstüne tartışıyorlar ancak farkına varılmayan şey söz konusu inancın eski inançla hiçbir bağı olmaması.

İşin içine olasılık veya bilimi sokmak zaten inancı kendi başına yok eden bi davranış. Nietzsche'nin "Tanrı'nın Ölümü"nden kastettiği de budur. İnsanlar bildiklerinden ötürü artık gerçek anlamda inanmıyorlar, eskiden inandıkları şeylerin yerine yine farklı fenomenler yerleştirmeye çalışıyorlar. Ama bi yandan aynı fenomenden şüphe duyuyorlar. Bu noktadan sonra inanç mümkün değil. Eğer ille işin içine olasılık bilim ve fiziksel evren girecekse geriye yine tanrısal özellik atfedebileceğimiz bir varlık kalmıyor.
 
Bahsettiğin kişinin dürüst olduğunu iddia eden insanlar yalancıysa? Bu yüzden spekülasyon kelimesini kullandım. İnsan kendi kendine bir kişinin ne kadar dürüst olduğunu söylese bile kendi gözleriyle görse bile gerçeği bilememesi mümkün.
Evet, o insanlar da yalancı olabilir. Ama olmayabilir de. Hatta Kuran başkaları tarafından yazılmış olabilir. Ama olmayabilir de. Gerçeği öğrenene kadar bilemeyiz. Ama bu sorun değil. Sonuçta, gerçeği öğrenmeden önce mevcut bilgilerimiz -ve onlara atadığımız olasılıklar- ışığında bir seçim yapmamız gerekiyor.
 
@konuk sana bazı anahtar kelimeler vereceğim.
Argumentum ad populum: Argumentum ad populum, ya da Ortak Tutuma Başvurma Safsatası. Genel kanıya bağlı olarak bir fikrin doğru veya yanlış olduğunu ileri sürme durumudur. Mantıksal bir "safsata" olarak kabul edilir.

Cehennem sorunu veya tutarsız vahiy argümanı

Ve sonunda savunmaya çalıştığın ancak üstte attığım linkle + kendi linkinde açıklanan şekilde çürütülmüş olan fikir:

Paskal Bahsi

Sonsuz olan faydasına güvenerek bir dine inanalım. Peki ya diğerleri? Sonuçta hepsi birer olasılık, hepsi soyut, hangisi hakikat, kendi kitapları dışında hiçbir veri yok ve bu kitapların güvenirliği de çok düşük.
" Pek çok din, tarikat ve mezhep sadece kendi üyelerinin ya da inandıkları inançlara inananların Cennet'e gideceğine inanır. Bu durumda, bir kişi Hristiyanlığın cehenneminden kaçınmak için Hristiyan Tanrı'ya inanırsa Müslüman cehenneminden kaçamaz. Müslüman cehenneminde inanırsa Yahudi cehenneminden kaçamaz "
 
Bir iddianın öznel olasılığı, iddiada bulunan kişiden etkilenir. Bu nedenle, birer iddia olarak dini inançların öznel olasılıkları belirlenirken, onları ilk ortaya koyanların (peygamberlerin vb.) nitelikleri de dikkate alınmalıdır.
dürüst bir insanın peygamberlik iddiasıyla yalancı bir insanın peygamberlik iddiasını, yani ikisinin de doğruyu söylüyor olma olasılıklarını eşit görmemeliyiz.
Kuran, Hz. Muhammed'in davasında samimi olduğuna dair fikir veriyor.

Uçan Spagetti Canavarı'nı ortaya atan şahsı tanımıyorum.

Bu yüzden, benim için İslam'ın doğru olma olasılığı daha fazladır.
Dinler arasında olasılıksal ayrım yapılamayacağını, eşit olasılığa sahip olduklarını düşünüyor olabilirsin ama ben buna katılmıyorum. Bir iddianın öznel olasılığı iddiada bulunan kişiden etkilenir. Mesela tanımadığın birinin telefonla arayıp evinde yangın çıktığını söylemesiyle, bir yakınının bunu söylemesi arasında fark vardır. İddia, evinde yangın çıktığıdır. Ek bilgi ise iddiada bulunanların nitelikleridir. Tanımadığın birinin niteliği hakkında olumsuz düşünebilirsin. Örneğin rastgele numara çevirip işletmeye çalıştığını düşünebilirsin. Daha fazla "ek bilgi" almak için bu kişiye kim olduğunu sormak isteyebilirsin hatta. Çünkü bu ek bilgiler, iddianın doğruluğu için vereceğin olasılığa etki etmektedir. Diğer yandan, seni arayan kişi yakınınsa, o yakınınla ilgili sahip olduğun bilgiler, iddiaya vereceğin olasılığa etki edecek. Yakının olduğu için sana yalan söyleme olasılığını daha düşük görebilirsin. Demek istediğimi anlatabiliyor muyum.

Bunu inanç konusuna uyarlarsak, sanıldığı gibi dinlerin eşit -öznel- olasılığa sahip olmadıkları görülür. İddianın içeriği (sunulan argümanlar) ve iddiada bulunan kişilerin nitelikleri (nasıl biri oldukları, nasıl yaşadıkları, iddialarıyla paralel olarak ne yaptıkları gibi) de olasılık üzerinde etkilidir.
 
İki spekülasyonun olasılığından söz etmek mümkün değil ki. Eğer gerçek anlamda şüphe duymuyorsan her bir iddia spekülasyondan öteye gidemez, doğal olarak olasılıktan söz edemezsin. Eğer şüphe duymuyorsan zaten bu olasılık mevzusuna hiçbir zaman girmezsin, doğal olarak inanmış olursun. Bir önceki postta kastettiğim davranış da bu. İnsanlar bugün dini tartışarak zaten dine inanmadıklarını gösteriyorlar. Bunun ötesinde olasılıktan söz etmek mümkün değil. Sen kendince ne kadar bunun olasılık olduğunu söylesen de olasılık dediğimiz şey bu değil. Sadece senin kendi kendine bunu bir sözde mantıksal düzleme oturtmaya çalışma çaban. Ancak bunun inançla bir alakası yok. Şüphe duyulduğunda doğal olarak böyle bi davranış bir inanç veya din kapsamında ele alınamaz.
 
Ayetlik bi durum yok. Eğer şüphe duymazsan zaten sorgulama yoluna girmezsin. İnancın anlamı bu. İslama dair bir şey değil. Bir deist de tanrıya inandığına sorgulayarak ulaştığını düşünüyorsa inanmıyordur. Öyle bir varlığı kendince kanıtlamaya çalışıyordur. Ancak yine elindeki veriler spekülasyondan ibaret olmayacağı için metafizik bi varlığı kanıtlaması mümkün olmayacaktır. Bu yüzden bilmek yerine inanmak kelimesini kullanıyoruz. İnanmanın anlamı kayıtsız şartsız bir şeyin doğruluğundan emin olmak. Bu kimsenin farklı kelimelere farklı anlamlar yükleyerek açıklayabileceği bir durum da değil. Eğer sen tanrının varlığına inanıyorsan bunun için bir nedensellik araman inancını yok eder, çünkü bu şüphe duyduğun anlamına gelir. Eğer şüphe duyuyorsan kayıtsız bir şekilde kabul etmiyorsundur. Dolayısıyla inanmıyorsundur. Eğer hiçbir şekilde sorgulamazsan bu durumda inanan konumundasın.
 
Ama Kuran'da ele alındığı şekilde inancı değerlendirmek gerekir. Bu şekilde genel bir anlamı olabilir ama İslam özelinde farklı bir anlama gelebilir. Mesela, inancın artmasından bahseden ayetler var. Bir şeyin doğruluğundan kesin emin olma durumunda nasıl artış olabilir? Bununla birlikte, inancı zayıf olanların imanının kabul edilmeyeceğine dair bir ayete rastladığımı hatırlamıyorum.
 
Kelimelere farklı anlam yüklemenin bir anlamı pek yok bu durumda. Davranışın kendisi koşulsuz şartsız kabul değilse zaten herhangi bir şekilde metafizik bir kavramı kanıtlama şansın yok. Yani sen kendince ne kadar uca götürürsen götür bi noktada bir argümanı hiçbir koşul şart görmeden kabul edeceksin. Ya bu Muhammed'in dürüst biri olması, ya Kur'an'ın değiştirilmemiş olması ya da bu tarz durumların hepsi. Her birine bir koşul bulma şansın yok çünkü aynı dönemde yaşamıyoruz, neler yaşandığını gözle görmedik, hatta daha da skeptizmi arttırırsak tüm bunların yaşandığına sen bizzat kendi gözünle şahitlik etsen bile gerçekliği tartışılabilir. Direkt en öteki uçta zaten herhangi bir önermenin gerçekliğine şüpheci yaklaşma var ki bu herhangi bir dinin kapsamının dışında başlayan bir konu. Dolayısıyla eğer kafandaki sorunların her birine cevap arıyorsan bulmak mümkün değil, bi noktada koşulsuz kabul etmek zorundasın. Ancak en başında diğer argümanlardan şüphe duyduysan zaten söz ettiği varlığa inanmıyor, onu bilmeye çalışıyorsundur. Burada Tanrı'nın Ölümü'nden kasıt bu. İnanılan fenomen eski sorgulanamayan, insanların var olarak kabul edip üstüne hiçbir düşünme etkinliğinde bulunmadığı tanrı değil, mantıkla açıklanmaya çalışan ama mantığın kapsamının dışında olan metafizik olduğu iddia edilen ancak bundan bile emin olamadığımız, dolayısıyla tanrılığından bile şüphe duyabileceğin bi varlık. Bu noktada inanış adını ne koyarsan koy koşulsuz ve şartsız olmadığı için sadece insanın kendi kendine yanıt bulma arzusunu köreltmek amacıyla yerine koyduğu bir sözde tanrı olmuş oluyor.

Eğer yanıt bulmaya çalışıyorsan tanrıya inanman mümkün değil, onu bilmeye çalışıyorsun. Arada çok büyük fark var.
 
Peki sen %1 olasılıkla 1000 tl bulunan kutuyu açar mıydın?

Edit: Kutuyu açmanın maliyeti 1 tl.

--
Tamam da o kutunun varlığını biliyorsun, oyun yapımcılarının o kutunun içerisinden değerli bir şey çıkma olaslığını yazılıma eklediklerini biliyorsun. O yüzden bence paralel değil o olay islamla. Yani senin deyiminle fayda olasılık olarak ele alırsak, ahiret inancının var olma olasılığı çoğu insan için sonsuz ve mutlu yaşam umudu fakat sistemde ahiret kutusu olup olmadığı bilinmiyor bıçak kutusunun aksine öyle diyim
Bir şeyin sistemde olup olmadığının bilinmemesi onu yok sayabileceğimiz anlamına gelir mi? Eğer o şeyin fayda veya zarar verme ihtimali bulunmuyorsa, evet, yok sayabiliriz. Fakat, fayda veya zarar verme ihtimali bulunuyorsa, fayda veya zararın büyüklüğüne göre onu dikkate almamız gerekebilir. Fayda veya zararı sonsuz büyüklükteyse, kesinlikle onu yok saymamalıyız. Ancak bunun bir istisnası var. Fayda veya zararı sonsuz büyüklükte olan iki şey olsa ve bunlardan birini kabul etmek, diğerini reddetmek anlamına gelse, ikisini birden kabul edemeyeceğimiz için birini yok saymamız gerekir. Bu durumda ek bilgilere bakılır. Hangisi mevcut bilgilerimiz ile daha uyumluysa, akla ve mantığa daha yatkınsa onu kabul etmemiz ve diğerini yok saymamız gerekir.
 
Last edited:
Bu ikisi tamamen alakasız olaylar. Birinde spekülatif veriyi kendince doğru kabul ediyorsun, ötekinde gerçek bir olasılık bilgisi var elinde. Spekülasyon olduğu noktada olasılıktan söz edemezsin. Metafizik bir şeyi fiziki bir olayla analoji kurarak açıklaman mümkün değil. Bunu daha önceki postlarda da açıkladım.
 
Kaldırımda yürürken kafama saksı düşmesi olayının gerçekleştiği durum sayısı sıfırdır ama bu durum hala gerçekleşebilir; olasılıktan söz edebilirim. Eğer yürüdüğüm kaldırımda önüme saksıların düştüğünü görürsem, bunu kafama saksı düşmesi olayıyla ilişkilendirerek kafama saksı düşmesi olayına sıfırdan yüksek olasılık atayabilirim. Evet, kafama saksı düşmesi olayının gerçekleştiği durum sayısı henüz sıfırdır ama kurduğum ilişkiden dolayı artık ona sıfır değer atayamam. Böyle yaparsam, yani aldırmayıp yürümeye devam edersem muhtemelen kafama saksı düşer ve yaralanırım. O halde bire yakın bir değer atamalıyım ki o kaldırımda yürümekten vazgeçmek şeklinde karar alabileyim. Dikkat edin, bunu yaparken gerçek olasılık bilgisine sahip olmasam da mantıklı hareket etmiş olurum.

Bunu din konusuna uyarlarsak, ahiretin gerçekleştiği durum sayısı sıfırdır ama olasılıktan söz edebiliriz. Ahiretin varlığıyla ilişkilendirebileceğimiz şeyler mevcutsa artık ona sıfırdan yüksek olasılık değeri atayabiliriz. Bu ilişkilendirmeler nesnel olamayacağından dolayı -ki nesnel olması demek, direkt ahiretin gerçekleştiği veya gerçekleşmediği bilgisine sahip olmak demektir- öznel olur.
 
Kaldırım, saksı, kutu, bilmem ne... Hala din gibi metafizik bir şeyi geçersiz önermelerle değerlendiriyorsun. Din konusuna gerçekçi olasılıklığı uyarlayamazsın. Onlarca sayfa seninle tartışıldı, ortaya mantıklı argümanlar kondu. Senin argümanların ise saçma sapan. Bak hala fayda-zarar diyorsun, ben seni anlamadım. İlla kendi görüşünü kabul ettirmek, benim söylediğim doğrudur kardeşim kafasıyla tartışma olmaz.
 
Ben artık konuğun ne yazdığını, neyi değerlendirdiğini de anlayamıyorum. Kaç sayfadır bir olasılık, hesabı yok, oranı yok, metafizik metafizik metafizik soyut soyut soyut fikir fikir fikir. Herkes götüyle gülüyordur konuya bakıp bakıp
 
Eğer bilinen (gerçekleşmiş) olaylar olan saksıların var olması ve yürüdüğüm kaldırımda önüme saksılar düşmesi ile, bilinmeyen (daha önce gerçekleşmemiş) bir olay olan kafama saksı düşmesi olayı arasında ilişki kurmamda sakınca yoksa hatta bunu yapmam mantıklı bir hareket olacaksa, o halde saksının var olması, önümde saksıların düşmesi gibi bilinen (gerçekleşmiş) olaylar ile kafama saksı düşmesi gibi bilinmeyen (daha önce gerçekleşmemiş) olaylar arasında ilişki kurabilir ve bu ilişkiden yola çıkarak bilinmeyen (daha önce gerçekleşmemiş) bir olaya olasılık atayabilirim.

Peki zarardan kaçınmak için bilinmeyen olaya ne kadar olasılık vermem yeterli olur? %90? %10? Bunu zararın büyüklüğü belirler. Potansiyel zarar küçükse, %10 olasılık yetersiz kalabilir. Hatta çok küçükse, %90 olasılık da yetersiz kalabilir. Ne de olsa gerçekleşse bile zarar çok küçük yani önemsiz olacaktır. Fakat zarar büyükse tersi olur. Zarardan kaçınmak için %10 olasılık yeterli gelebilir. %90 hayli hayli gelir. Zarar çok büyükse, kaçınmak için yeterli gelecek olasılık da orantılı olarak küçülür. Örneğin, %0,001 olasılık yeterli gelebilir.

Kafama saksı düşmesi örneğinde, saksının var olması olayına ve önümde saksıların düşmesi olayına ve oradan geçmekte olduğum olayına %100 olasılık atadım. Sonra elimde bulunan bu gibi olasılıkları, kafama saksı düşmesi olayıyla ilişkilendirerek, kafama saksı düşmesi olayına da %90 olasılık verdim. Kafama saksı düşmesinin zararını da büyük görüyorum. Dolayısıyla zarardan kaçınmak, yani oradan geçmeme kararı almak için yeterli olasılığa sahip. %10 olasılığı olsaydı da yeterli olurdu zira potansiyel zarar büyük, ağır yaralanabilir hatta ölebilirim.

Peki, kafama saksı düşmesinin zararı sonsuz büyüklükte olsaydı? O zaman zarardan kaçınmak için yeterli gelecek olasılık %0,00000...(gittiği yere kadar)...0001 olurdu. Ben buna kısaca "mümkün olması yeterli" diyorum. Bu durumda kafama saksı düşmesinden kaçınmak için ilişki kurabileceğim olaylara gerek de yok. Görünürde bir saksı olmasa bile, önümde düşen saksılar olmasa bile kafama saksı düşmemesi için ne yapılması gerekiyorsa yapmalıyım. O yoldan geçmemem gerekiyorsa geçmemeliyim. Parmağımı şıklatmam gerekiyorsa parmağımı şıklatmalıyım. Parmak şıklatmakla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Zaten ilgisi olmasına gerek olmadığını söylüyorum. "Kafana sonsuz büyük zarar veren bir saksının düşmemesi için parmağını şıklatmalısın" mı denildi? Veya kimse demedi de sadece aklına mı esti? Parmağını şıklatmalısın. Çünkü dediğim gibi, "mümkün olması yeterlidir." Bu fayda+olasılık=karar denkleminin zorunlu bir sonucudur.

Peki, zararı sonsuz büyüklükte olan saksının kafana düşmemesi için sadece parmak şıklatmayı ve zararı sonsuz büyüklükte bir tuğlanın kafana düşmemesi için sadece el çırpmak gerektiğini söyleyen iki kişi olsun. Yani, parmağını şıklatırsan saksıdan kurtulmayı umabilirsin ama tuğla kafana düşebilir. El çırpmayı seçersen bu kez sadece parmağını şıklatmadığın için saksı kafana düşebilir. İkisini aynı anda yapamazsın, "sadece" koşuluyla bu sınırlandırıldı. O zaman ne yapmak gerekir?

İşte bilinen (gerçekleşmiş) olaylar konusu burada devreye giriyor. Sana sonsuz zarardan kaçınmak için parmak şıklatmanı söyleyen ile el çırpmanı söyleyen kişilerin nitelikleri, yani onlar hakkındaki bilgilerin bu eşit görünen olasılığı değiştirebilir. Sadece onların nitelikleri değil, ilişki kurulabilecek tüm olaylar bunu sağlar. Örneğin yukarı baktığında bir saksının altında durduğunu görüyorsan bu da -ilişkilendirilebilir olduğu için- olasılığa etki eder.
 
Öyleyse yaşamamalısın. Basitçe yıldırım çapma olasılığı 600 binde 1dir yani %0.0001 . Ancak bu bunun gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. 7 milyar insanın olduğu bir dünyada, 7 milyon insanın yıldırım tarafından zarar görme olasılığı vardır. Hiçbir coğrafi durumu, iklim durumunu, kişinin o anda nerede olduğunu vs sorgulamıyorum çünkü sende bunu yapmıyorsun. Öyleyse 7 milyon insanın yıldırım tarafından zarar görme olasılığı olduğu için hiçbir şekilde dışarı çıkmaması gerekmektedir. Bu 7 milyon insanın kim olduğunu bilemeyeceğimiz içinde 7 milyar insanın hiçbir koşulda dışarı çıkmamaması gerekmektedir. Çünkü 7 milyarda 7 milyon oldukça yüksek bir orandır.
Hoş bunların hepsi SOMUT olaylar çünkü SAKSI gerçekten var olan ve DÜŞÜP DÜŞMEYECEĞİNİ HESAPLAYABİLİYORSUN.
Şimdi bana ahiret hakkında SOMUT bir kanıt göster ki matematiksel hesabını yapabilelim.
 
-Tanrının varlığı metafizik.
-Bir hipotezi kanıtlamak için bilimin kuralları çerçevesinde (deney ve gözlem) yapman gerekir.
-Metafiziği bilimin çerçevesinde kanıtlamak imkansız çünkü ne bir deney ne de gözlemle bir kanıta ulaşamıyorsun.
-Dolayısıyla metafizik bir şeyin olasılığından söz edemezsin.
-Dolayısıyla tanrının varlığıyla ilgili bir olasılıktan söz edemezsin.
-Dolayısıyla tanrıya sadece inanabilirsin.
 
600 binde bir yüksek bir olasılık olsaydı sürekli dışarıda ölen insanlar görürdük. Görmediğimize göre ciddiye alınacak bir durum yoktur. Yağmur, fırtına altında ve yıldırımın düşmesine neden olan yerlerde bulunmak gibi belli koşullar altında bu olasılık yükselerek ciddiye alınacak bir seviyeye gelir, orası ayrı.
--
Somut-soyut, fizik-metafizik ayrımı yanlış algınızdan kaynaklanıyor. Her şeyi birer olasılık olarak görürseniz sorun kalmaz. Daha önce saksı görmemiş olsaydık onun sadece olasılığından söz edebilirdik. Fakat bu onu metafizik veya soyut bir şey yapmaz. Bugüne kadar hep beyaz renkli kuğu görmüş olmak siyah renkli kuğuların olmadığı anlamına gelmez. Başka hayvanların kendi türleri arasında farklı renklere sahip olabildiğini gözlemlemişsen kuğular için de aynı durumun geçerli olabileceğini düşünebilirsin; buna hakkın vardır.
 
Her şeyi birer olasılık olarak görürseniz sorun kalmaz.
Her şey birer olasılık zaten? :d İkili hatta Üçlü sistemin var olduğu bir evrende yaşıyoruz? Var/Yok, Var/Bilinmez/Yok diyebiliriz buna en en en en en avam örneğiyle.
Ancak bu bir şeyin doğruluğunu, varlığını, mutlak olduğunu kanıtlamaz.
Somut: Doğada(sen buna evren de) belirli olarak var olan, varlığı duyularla algılanabilen, elle tutulup gözle görülebilen, içinde düşün yeri bulunmayan, gerçekliği, nesnelliği olan şeylere denir. DÜŞ-FİKİR-DÜŞÜNCE
Soyutlama ise senin yaptığın yani soyut işlemi: Gerçekte başlı başına varlığı olan bir şeyi, maddesinden sıyırarak, soyarak düşünme, tasarlama; gerçekte ayrılamaz olanı zihinde, düşüncede ayırma işlemi. Yani sadece bir fikir. Gerçeklikle bir bağlantısı olmamakta olan düşünce. Madde olmayan. Madde olmayan şey nedir? Tanrıdır. Tanrı=Soyut Düşünce.
Evrende saksı diye bir şey görmemiş olsaydık bu onu metafizik yani soyut yapardı. Gerçekliği kanıtlanmamış bir şey gerçektir demek ne kadar mantıklı?

Bahsettiğin tanrı evrende var ise ve bizim onun varlığını bir şekilde kanıtlamamız mümkün ise, onu görebilir, duyabilir isek bu onu mitsel, dinsel tanrılıktan uzaklaştırır.
Bahsettiğin tanrının varlığı herhangi bir BİLİM yoluyla kanıtlanabilir ise, ne kadar tanrı denebilir? Bu ayrı bir konu.
Eğer bahsettiğin tanrının varlığını kanıtlanamıyor, BİLİM yoluyla ispat edilemiyor, sadece fikirde, düşüncede, HİSTE kalıyorsa, Soyuttur, metafiziktir, yoktur, var olmamıştır, olmayacaktır. Sadece inanabilirsin, düşünce yoluyla var olduğuna inanabilir, onun buyurduğunu düşündüğün şeyleri yerine getirebilir, itaat edebilirsin.
İşte bu inançtır, inancın kırıldığında yok olur. Sadece inanç ile var olabilen bir şey ne kadar gerçektir? Ne kadar hakikattir? 1 tek inanı kalmazsa bu ölü bir tanrı değil midir?
 
Back
Top Bottom