Mektup | Bir Zamanlar Aşk

Users who are viewing this thread

Prosperus

Knight at Arms
MEKTUP
'Bir Zamanlar Aşk'

Uzunca bir aradan sonra tekrardan oturdum klavyemin başına :smile: En son yanlış hatırlamıyorsam forumdaki e-kitap etkinliğinde bulunmuştum. Gündelik yaşantımdan vakit bulamadığımdan ötürü o zamandan beri pek fazla yazmıyordum. Bu sefer yine forum için alışılagelmişin dışında e- kitap etkinliği ile aynı konseptte (aşk) yazmak istedim.​

ÖNSÖZ

Neden hayatımızı kolaylaştırmıyoruz, neden sevgiden bu kadar uzaklaştık, neden küskünüz, neden yıpranıp neden yıpratıyoruz? Belkide bunu bulmak için kaşlarımız çatılıyor, kafa yoruyoruz ama herhangi bir sonuca ulaşamıyoruz. Fark ettiniz mi bilmem ama artık eski masumiyetimizi kaybediyoruz, yavaş yavaş. Çünkü artık 2007 yılında değiliz :smile: Biraz daha güzel olmayı denemeli insan. Biraz daha nazik olmayı, kırılmamayı değil de, kırmamayı öğrenmeli. Sevilmekten öte, güzel sevmeyi bilmeli. İncelikler yapmalı, hoş görmeye çalışmalı. Güzel olduğuna inandığında, o vakit güzellikler gelecektir. Sabır da bir duadır. Bunları unutmayalım ve unutturmayalım. Masumiyetimizi kaybetmeyelim.
Pek değerli Dört Yol Hanı okurları; sizi güncel sorunlarımızdan biraz da olsa uzaklaştırmak adına bir zamanların en büyük derdi olan aşk konulu yazmış olduğum hikayemi okumaya davet ediyorum. Vakitlerini ayırıp, okuyan ve üslubunca eleştiren arkadaşlarıma şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum...​

KONU

Yıl 1946, adam veremden hasta. Tabi o dönemde Türkiye de tıp ileri düzeyde olmadığı için Münihte bir hastaneye gönderiliyor. Bir zaman boyunca tedavi görüyor fakat işe yaramıyor, hastalığı ileri düzeye çıkıyor. Son günlerinin yaklaştığını anlayan adam İstanbulda ki sevgilisine son kez bir mektup yazmak istiyor ve oturuyor daktilonun başına...​

HİKAYE

Mektup
Bir Zamanlar Aşk

Giriş

1.Cihan Harbinden kalma derme çatma eski bir hastanenin bahçesinde ağaçların adeta göğü kapladığı kısmında bir bankta oturmuş beklerken düşündü yine hafızasına kazınan günü. Ağırlaşan gözkapaklarının gölgesi düşüyordu sanki yanaklarına, göz çizgileri boğuluyordu bu gölgelerde. Tüm mutsuzluğuna rağmen dudağının kenar kıvrımlarıyla hareketlenen yüzü somurtganlıktan uzak yeni başlangıçlara önsözdü sanki ve rüzgara paralel uçuşan kumral saçları umutlarını da uçuruyordu uzaklara bir bir ..

O hastane, koridorların hastalık havasından geçilmeyen bölümleri , aksesuar gibi bekleyen kargalar, ve sonsuzluğa uzanan o anne şefkati gibi sarmalayan uçsuz bucaksız gökyüzü...O hastane, onun kurtuluşuydu, geri dönüşüydü toprağa ,yeniden doğuşuydu...

I.Kısım

Yavaş adımlarla son aylarının geçtiği odaya doğru yürüyordu. Merdivenleri hastalığın getirilerinden dolayı ağır ağır, nefes nefese kalmış bir şekilde çıkıyordu. Bir ara tıkandı, olduğu yerde kaldı, önce öksürdü daha sonra öksürüğünün artmasıyla birlikte cebinden güçbela sabahtan kalmış kanlı peçetesini çıkarttı ve öksürmeye devam etti. Birazdan peçetesini ağzından çekti, gözleri donuk bir vaziyet almıştı. İlk defa bu kadar kan gelmişti. Biraz daha olduğu yerde durduktan sonra odasına doğru yürümeye devam etti. Az sonra odasının kapısının önüne gelmişti, son kezmiş gibi odayı baştan sona süzdü. Odanın kapıları çok eskiydi, öyle ki açıp kapatırken müthiş bir gıcırtı sesi kulağı çınlatıyordu, girer girmez göze çarpan soldan sağa doğru sıralanmış üç yatak, sol köşede komada olan bir diğer hasta, rutubetli sarı duvarlar, rutubetten olsa gerek ki ilaçla karışık burun deliklerini çatlatırcasına ağır bir koku, bir büyük  masa ve masanın üzerinde eski bir daktilo, her bir yatağın ziyaretçisi için ayrılmış birer tane sandalye, her yatağın baş ucunda kalan tarafında hastanenin arka bahçesini gören birer tane büyük pencere, tavandan asılmış büyükçe ama bozuk bir vaziyette çalışmayan kahverengi bir pervane.

Sağ köşede kalan yatağına doğru ilerledi, başucuna oturdu, yanında kalan komidinin üzerinden bardağına su doldurdu. Yavaş yavaş ağzına doğru götürdü bardağı. Tam yudum alacakken yine bir öksürük tuttu. Öksürüğün şiddetiyle elinden bardağı düşürdü ve yatağına yan bir şekilde çöktü. Çok fazla kanaması vardı, hemşireleri çağıracak mecali kalmamıştı. Öksürüğü kesildikten sonra biraz daha yatağında öyle kalmıştı, kendini iyi hissettiği an doğruldu ve komidinin çekmecesinden yeni bir peçete alarak ağzının kenarlarındaki kanları temizledi. Yatağının az ilerisindeki dolaptan geçen hafta ölmüş olan oda arkadaşının pis bardağını aldı, su doldurdu ve birkaç yudum aldıktan sonra dibinde az bir şey bırakıp masanın kenarına geldi. Önce daktiloyu gözüyle kesti, elini uzattı ve tuşların üzerinde gezdirdi. Sandalyeyi çekti ve yavaşça oturdu daktilonun başına. Bir kağıt parçasını daktiloya yerleştirdi, ardından zorla derin bir nefes aldıktan sonra yazmaya başladı..


II.Kısım

Code:
‘’Merhaba Sevgilim, umarım iyisindir. Gavur yerinde senden çok uzaklarda geçen üç yüz on üçüncü günüm bugün. Lüle lüle saçlarını okşamadan, baktıkça kendimi gördüğüm o her şeyden güzel gözlerini görmeden, tenimin tenine değmeden geçen , dünyanın en güzel kokusu olan kokunu içime çekemediğim koskoca üç yüz on üç gün. Ah sevdiceğim sensizlik o kadar zor ki, ölüm ile sensizliği ayırt edemiyorum çünkü ikisi de benim için aynı çaresizlik. Bugün hastalığımın artık ölümcül bir düzeye geldiğini fark ettim, belki de bu yüzdendir ki sana yazdığım şu satırlar, son satırlarımdır. Huzurum kalmadı artık bu fani dünyada. Bu hasretlik bizi çürüttü sevgilim, bir gün ağlatmayıp güldürmedi ve sanırım bir daha da kavuşamadan bizi Yaradan şu gavur yerinde alacak canımı. Bu mektubum sana veda mektubumdur..

 Sevgilim, ay ışığım, can dostum, sevincim, günlerimin anlamı, güldüğün zaman o güzel yüzünde güller açan gülüm, turuncum, geceleri odamı aydınlatan sönmek bilmez ışığım, gecemin Sultanı, dünyada eşi benzeri görülmemiş gönlümün biricik ve en değerli hazinesi, varlığıma varlık katanım, tüm dünyaya bedel biricik sevgilim, huzur yuvam; bundan iki yıl öncesinde bu gecenin akşamında Rabbim gönlüme bir kıvılcım ateş düşürdü. O bir kıvılcım ateş korlandı, korlandıkça ben tutuştum yandım bittim kül oldum. O gece beni kendine bir garip mahkum ettin, bununla kalmadın beni kendine devası bulunmaz bir hastalığa düşürdün. Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır diyeceğim fakat sen öldürmeden bu hastalığa bir çare bulanımsın, aynı hastalığın merhemisin. O gece gökte Ay vardı fakat ben onun arkasındaki Güneşi görüyordum. Güneş’in Ay’ı aydınlattığı gibi o her şeyden güzel gül cemalini gördüğüm vakit, bende gökte bir yıldız oluverdim. Gökte bir yıldız, yeryüzünde bir garip Mecnun oldum. Bu Mecnunun ellerini bırakma sevgilim, bırakma bu Mecnunu bir başına çünkü o Mecnun ki Leylası olmadan bir hiçtir. O gece iyi ki Rabbim benim gönlüme bir Leyla’yı nasip etmiş, nasip etmişte dünyanın en güzel hissine kapılıvermişim. Pişman değilim, olmayacağımda çünkü bu Mecnun o gece sana tutuldu, vazgeçemez…’’

Bir anda durdu, yavaşça arkasına doğru baktı. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Olduğu yerden bir eliyle masaya diğer eliyle sandalyeye tutunarak ağır ağır kalktı. Cama doğru yaklaştı, elini cama koydu ve dışarı hüzünlü bir şekilde baktı. Kendisiyle özgürlüğünün arasında sanki bir o cam varmışçasına dert bastı içini. Çaresiz bir şekilde yatağına oturuverdi. Daha sonrasında iki büklüm yatağına uzandı.

Gözleri bir anda açıldı, doğruldu ve olduğu yerden kalkarak koridora doğru yürümeye başladı. Kapı eşiğine geldiği zaman koridora kulak kesildi. Bir ses geliyordu, su şırıltısı ile karışık bir şekilde kadının biri müzik söylüyordu dışarıda. Adam kapıdan dışarıya adımını attı ve koridor boyunca yürümeye devam etti. Hastanede kimse yoktu sanki. Ne bir doktor ne bir hemşire nede bir hastayı görebiliyordu. Yer yarıldı da içine girmiş gibiydiler sanki onun için. Sadece suyun ve kadının sesi geliyordu. Koridorun sonuna geldi ve camdan hastanenin ön bahçesine baktı. Dışarıda alışılagelmişin dışında bir hava vardı. Sadece havada değil, hastanenin bahçesinde beyaz büyük bir çardak vardı, çardak bir gölcüğün yanındaydı ama adamın ilgisini daha farklı şeyler çekmişti. Gölcükten susuzluğunu gideren bir ceylan, onun hemen yanında ördekler vardı. Biraz daha ileriye baktığı zaman çardakta bembeyaz elbisesiyle; çevresini tavşanların, sincapların, kuşların sarmış olduğu güzelce bir kadın oturmaktaydı. Adam önce bir düşündü fakat sonrasında Berlin de olduğu aklına geldi, sevdiceğinin buralara kadar geleceğine inanamadı ama merakını da yenemedi ve sanki hiç hasta değilmişçesine dördüncü kattan başlayıp merdivenleri koşar adımlarla inerek hemen çardağın olduğu yere inmeye başladı. Yaklaşık bir dakika sonra çardağı gördüğü yere vardı. İyileşmişti adeta fakat ters giden bir şeyler vardı. Ortada ne bir çardak ne bir gölcük nede hayvanlar vardı. Bir anda kayboluvermişlerdi. Etrafına iyice baktı, sağına, soluna, arkasına sonra bir daha soluna ve tekrar sağına. Kendi etrafında böyle üç kez yuvarlak çizmişti. Çıldıracaktı resmen. Az önce görmüş olduğu kadını çok merak ediyordu. Ne yapacağını düşünürken hastanenin arka bahçesinden yine aynı kadının sesi geliyordu. Hızlıca sesin geldiği yöne doğru yöneldi. Biraz sonra yine beyazlar içerisindeki kadını arkası dönük bir şekilde gördü fakat bu sefer yalnızdı. Kadın omuz üstünden hafifçe kafasını arkaya doğru çevirdi ama adamla göz göze gelmeden önüne dönerek yürümeye başladı. Adam da hemen kadını takip etmeye başladı ama yetişemiyordu. Hastanenin diğer köşesini döndükleri zaman kadını kaybetmişti.  Adam bir türlü ne olduğunu anlayamıyordu. Yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken bu seferde kadının sesini kendi odasından duyuyordu. Kararlı bir şekilde odasına geri çıktı. Odasının önüne geldiği zaman durdu, kadın içeride kendisinin yatmış olduğu yatağın başucunda durmuş dışarıyı seyrediyordu. Adam usulca kadına yaklaştı, eli kendisinden önde gidiyordu. Bir iki adım sonra durdu, o sırada kadın yine omuz üstünden hafifçe kafasını arkaya doğru çevirdi. Kafasını çevirmesiyle birlikte önüne döndü ve dışarı izlemeye devam etti. Adam ona doğru adımlarını atmaya devam ediyordu, eli de hala kendisinden öndeydi. Aralarında tek nefeslik mesafe kalmıştı. Adam kadının kokusunu içine çekti, nefesini bıraktı daha sonra umutsuzca sevdiceğini zikretti,

- Bade’m.

Kadında suskunluğunu bozdu ve oda bir isim zikretti,

- Kemal’im.

Bunu duyan adam derin bir oh çekti, gözleri doldu ve kadına sımsıkı sarıldı. Kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Kafasını kadının arkasından omzuna koymuş ağlamaklı bir şekilde ona kendisini ne kadar çok özlediğini, onsuz bir hayatın çekilmediğini, onsuzluğun çok zor olduğunu, artık ömrünün sonuna geldiğini ve veda etmeleri gerektiğini  bu yüzden ona bir mektup yazdığını anlattı. Kadınsa ‘Biliyorum’ demekle yetindi ve ona pencereden dışarıyı gösterdi. Adam gözyaşlarını sildi ve camdan dışarı baktı. Dışarıda az önceki halleriyle kendisini gördü. Bir sağına bir soluna bakınan afallamış bir şekilde gördü kendisini. Çok çaresiz gözüküyordu. Olanları anlamaya çalışırken kadın iki eliyle adamın yüzünü tutup kendisine çevirdi. Gözlerinde birbirlerini görüyorlardı. Kadın adama yaklaştı ve dudağına küçük bir öpücük kondurdu. Daha sonra tekrar adamın gözlerinin içine bakarak,

- Buda benim sana veda öpücüğüm.




III.Kısım

Kemal sevdiceğinin adını sayıklayarak, korkmuş bir şekilde uyandı. Yatağında kalakaldı. Etrafına bakındı, her şey aynıydı. Demin yaşadıklarının rüya olduğunu anladığı an tekrar ağlamaya başladı. Ağlamasının ortasında yine feci bir şekilde öksürük tuttu. Durmak bilmiyordu bir türlü şu illet. Birkaç dakika sonra sonunda kesildi öksürüğü. Ardından yatağının altındaki kabı aldı ve içine kanlı bir tükürük attı. Daha sonra yeni bir peçete aldı ve önce ağzının kenarlarını temizledi sonrasında önlüğünün boyun kısmına akan taze kanları sildi. Kendisine bir bardak su doldurdu, birkaç yudum aldıktan sonra bardağı komidinin üstüne bıraktı. Gözü eski daktiloya ve yerleştirmiş olduğu bitmiş kağıda takıldı. Olduğu yerden güçbela kalktı ve masaya doğru yöneldi ve tekrardan daktilonun başına geçti. Sonuna geldiği kağıdı daktilodan çıkartıp yeni bir sayfa yerleştirdi ve yazmaya devam etti,

Code:
‘’ Huzurum, gökyüzüm, gökkuşağım, hayatıma renk katanım, güneşim, ay ışığım, sol yanım, gül yüzlüm, huzur yuvam, mutluluk sebebim, dünya güzelim, hayatımın anlamı, sol yanım, kalbim, balım, ömrüm, canımın içi, dileğim, yarınlarım, kabul olan duam, ruhum, yavrum, yoluna yoldaş olduğum, Kadınım; Baktığım her şey bana seni hatırlatıyor, baktığım her yerde seni görüyorum. Beraber yürüdüğümüz yollar, sana atfettiğim ve yazdığım şiirler, bana her şey seni hatırlatıyor ey Sevgili. Sürekli her şeyden o güzel siman, gözlerimin önüne geliyor. Özlüyorum. Gönlümde çaktığın her kıvılcım, yaktığın her ateş şu sıralar yeniden körleniyor. Geceleri gökyüzünü izliyorum, yıldızlara seyir eyleyip beraber kurduğumuz hayallere dalıyorum, hüzün basıyor içimi, özlüyorum seni. Umut dolu gökyüzümsün sen benim, adını koyamadığım en güzel hislerimsin, canımsın, kanımsın. 
 Kavga ederken bile edemiyorduk, gülümsetiyordun. Biz seninle küsemezdik aramıza mesafeler giremezdi. İster hemen başucumda olmuşsun istersen de bin yedi yüz otuz sekiz kilometre uzağımda. Benim için hiç fark etmez çünkü aşığım ben sana hem de deli divane bir şekilde. Sanki aramızda o bin yedi yüz otuz sekiz kilometre yokmuşçasına seviyorum seni. En güzel şansımsın sen benim. Gözlerin, dişlerin, saçın, dudakların ve geriye kalan tüm hücrelerinle ne güzel komşuydun sen, gönlümün komşusu, gönül bahçem de en güzel çiçekler açtırandın sen benim. Tek bir kelimen resmen bütün mesafeleri siliyordu, sevginden dilim tutulur konuşamazdım. Bütün anılarım olmanı isterdim hep, en güzel anılarım oldun sevgilim.
 
 Trene bindiğim gün bana o son el sallayışların dün gibi aklımda. Nereden bilebilirdim ki seni son kez göreceğim günün o gün olacağını. Üstelik gözyaşları içinde, umut dolu gözlerle. Seni orada bırakıp gelmek en zor şeymiş meğer. O gün beni defalarca gülümsettin, öyle güzel şeyler fısıldadın ki bana belki de en büyük tesellim onlardı. O günü unutamam; elini tuttuğum, tenimin tenine değdiği, yan yana yürüdüğümüz, seni öptüğüm, sarıldığımız ve vedalaştığımız son gündü o gün. Meğer o gün bizim son günümüzmüş de biz bihabermişiz sevdiceğim. Kokunu içime çekmeden senden ayrılamazdım. Hayallerim vardı, başkarakteri senin olduğun hayaller. O hayallerimi gerçekleştirmeden senden ayrılamazdım, seni artık hiçbir şekilde bırakamazdım ben çünkü seviyordum hem de çok seviyordum, tarifi olmayacak bir şekilde seviyordum.
 
 Bu aşkta kimse kimseyi kaybetmeyecek derdin ama ben seni bir illetten dolayı, dönüşü olmayacak bir illetten dolayı kaybettim sevgilim. Belki bir deniz kenarında el ele maziyi konuşacağız, belki bir gemi güvertesinde sen beni unutmuş için kupkuru olacaksın ama benim ölmüş gönlümde hala en büyük arzum olacaksın. Her şeye rağmen hala bir mutluluk var içimde. Acısıyla, tatlısıyla geçen koskoca iki sene ve bu iki sene içerisindeki yaşanmışlıklar. Kendimize yeni bir hayat kurduk. Kimi zaman bu yeni hayatımızda tökezledik lakin ne zaman bir taşa takılsak, o zaman diğer elimizden tuttuk. Ne şartlar altında olursak olalım, o elin varlığından haberdar olmak bana yeterde artar. Bu yeni hayatımda yeni şeyler öğrendim, farklı acılar tattım, farklı sevinçler hissettim, sevdiğine destek olmayı ne olursa olsun onun yanında olman gerektiğini öğrendim ama öğrendiğim en önemli şey ise, ümit etmek. Ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin ümit etmeyi bırakmamayı aksine ümide yeni bir ümitle koşmayı öğrendim. Güzel olan ne varsa sendeydi, o kilometrelere rağmen her daim seni solumda hissetmeye devam ettim. Sen bana çok şey öğrettin, çok gülümsettin, çok iyi ki dedirttin ve şu kısacık ömrümün sonuna gelmişken bile buna hala devam ediyorsun sevgilim. Yeni bir güne uyanıyoruz, yeniden güneş doğuyor ve yeni bir yaşama başlıyoruz. Bir gün gelecek ve saçlarını tekrardan okşayıp koklayabileceğim, bir gün gelecek sana tekrardan ilk günkü gibi sımsıkı sarılabileceğim. Şunu hiçbir zaman unutma sevgilim, seni bu yirmi yedi yıllık ömrümde her şeyden, herkesten daha çok sevdim. Sen bana hem bir ana hem bir baba hem bir dost hem de kalbimin en değerlisi oldun. Bu sözlerimi unutma, hatıralarımızı, yürüdüğümüz yolları, birlikte geçirdiğimiz en güzel anlarımızı unutma. Beni unutma sevgilim ve sakın ne Galata’ya ne de İstanbul’a küsme çünkü o şehir ve o şehre ait olan her şey seninle güzel. Şunu da bil ki, son nefesimi Yaradan’a teslim ederken bile senin adını zikredeceğim. Hep mutlu ol, hep gül, yüzünden o güzel gülümsemen hiç eksik olmasın sevgilim. İşte vedalaşıyoruz, işte bunlar sana son sözlerim. Kimsenin seni üzmesine müsaade etme, bu hayata bir kere geldiğimizi unutma bunun bilincinde yaşa. Seni sonsuz hayatta bekliyor olacağım sevgilim, o zamana kadar kendine çok iyi bak Bade’m…
                                                                                                                                        

                                                                                                      Seni her şeyden çok seven Nayinon Kemal
                                                                                                                                  10.08.1946
                                                                                                                                   

IV.Kısım

Son tuşa bastı ve durdu. Arkasını döndü, pencereden dışarı baktı. Güneş kızıllaşmıştı. Kağıtları aldı, katladı ve komidinin çekmecesinden kalan son zarfı alıp içerisine yerleştirdi. Odayı süzdü, derin bir nefes aldı ve verdi. Daha sonra kapıya doğru yöneldi. Hastanenin postane bölümüne indi. Zarfa son kez baktı. Çocukluğu, gençliği, annesini ve babasını kaybetmesine sebep olan o feci kaza, çektiği zor zamanlar, kıt kanaat geçinmesini sağlayan işi gözünün önüne geldi. Son olarak sevdiceğini hatırladı. Bu zarfın içindekiler onun hayata bıraktığı son cümlelerdi. Gözlerini kapattı, hemen ardından usulca zarfa bir ufak öpücük kondurdu ve İstanbul’a gönderilecek olan zarfların bulunduğu kutuya bıraktı. Daralmıştı, arka bahçeye çıktı. Derin derin nefes almaya başladı, nefes alıp verirken zorlanıyordu. Üstüne birde öksürük tuttu ama bu sefer yere yığılana dek kesilmedi. Yüzükoyun düşmüştü. Son bir kez nefes aldı ve,


- Bade…


SON


SON SÖZ

Hayat seni, sevmediğinle seviştirir, sevdiğinle savaştırır. Kalbinin sahibi ile değil, mecburiyetinin izniyle evlenirsin. Gönlünün hayır dediğine evet der dilin. Ömrünün geri kalanını, aynı evde, aynı odada, aynı masada, aynı yatakta. Ama sana dünyalar kadar uzak olan biriyle yaşarsın. Kalbini kürtaj ettirmiş bir mahkum gibi, dolanır durursun kendi içinde. Etrafın ''elalem ne der'' telleri ile çevrilmiştir. Kendi hayatını uzaktan seyreden, mutsuz biri olursun zamanla. Ve kimse seni duymaz sen kaderine bağırırken. Gözün gibi baktığın tenin, ve herkesten sakındığın gözlerin, acımasızca yağmalanır her gece...
...

Okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim, iyi forumlar :smile:
 
Back
Top Bottom