Elf Felaketi - Bölüm 2 [26/02/2015]

Users who are viewing this thread

Alhedras

Grandmaster Knight
sessiz sedasız gecenin bir yarısı başlar böyle bir hikaye, bakalım sonu nereye varır bilinmez...

Elf Felaketi uzun yıllardır üzerinde çalıştığım bir proje. Kendi tasarımını yaptığım bir dünya, tarihçe, coğrafya vs.. Elbette elfler, cüceler, ejderhalar gibi klasik fantezi edebiyatı ırkları hikayenin olmazsa olmazları...

Burada belirtmem gereken şu ki, (daha önce de Kan ve Kılıç serisinde de belirtmiş olduğumu hatırlıyorum) Kan ve Kılıç serisinde kullanmış olduğum bazı karakterler / hikayeler ilk olarak aslında bu proje için tasarlanmıştı. Alhedras ve Alhambro'nun hikayesi, Ceradhin krallığı, bazı isimler ve Kan ve Kılıç ta yazılmış bazı olaylar, bazen benzer şekilde bazen de farklı şekillerde zaman zaman burada da karşınıza çıkabilir.

Kalın, mor renkli abadan cüppeler giymiş olan üç Datarr rahibi, gümüş tozu ile kayalık zemine büyülü rünleri çizmeyi bitirdiklerinde neredeyse gece yarısı olmuştu. Diğer ikisi geri çekildikten sonra rahiplerden biri oldukça ağır ve sağlam görünen ve üzeri tarikatlarının simgeleri ile dolu olan uzun asasını yere vurarak büyülü zemini etkinleştirdi. Gümüş rünler önce göz yakacak kadar parlak sonrasında ise daha soluk bir şekilde ışıldamaya başladı.

Aniden büyü çemberinin içinde uzun boylu bir adam ortaya çıktı. Hayır, göründü daha doğru bir kelimeydi, zira kişinin cismani bedeni burada değildi. Sadece görüntü olarak büyü çemberinin içinde duruyordu.

Çemberin içindeki kişinin üzerinde hafif deriden bir zırh vardı, bir elinde aynı az önce rahibin kullandığına benzer işlemeli ahşap bir asa bulunuyordu. "Siz çekilebilirsiniz," dedi rahiplere dönerek. Sesi büyü çemberinden dışarı çıkarken yankılanıyordu. "birazdan olacakları ölümlü gözleriniz ile görmemeniz sizin için daha hayırlı olacaktır!"

Rahipler sessizce selam vererek çemberden uzaklaştılar. Ardından da büyü malzemelerini toparlayıp kayalık zeminden aşağı doğru inen bir patikada yola koyuldular.

Rahipler görüş alanından çıktığında büyü çemberi tekrar hareketlendi. Bu kez parlak şövalye zırhları içerisinde uzun ve sapsarı saçları özenle örülmüş bir kadın belirdi. Bir eli belindeki kılıca yaslı bir şekilde çemberin içindeki diğer adama gülümsedi.

"Uzun zaman oldu." dedi gülerek. "umarım kardeşimin bizi buraya çağırmasının geçerli bir sebebi vardır!"

Adam tam cevap verecekti ki çember yine hareketlendi. Üçüncü olarak ortaya çıkan kişi diğerlerinden daha kısa boylu ve çelimsiz görünüyordu. Gecenin içerisinde neredeyse görülmeyecek kadar siyah bir cüppe giymişti. Tepesinde alev alev yanan bir mücevher olan kısa bir asa taşıyordu.

"Erkencisiniz," dedi yeni gelen cüppeli adam. "Thalian'a geçmek için bu kadar yanıp tutuştuğunuzu bilmiyordum!"

"Laf kalabalığını bırak," dedi zırhlar içerisindeki kadın. "yüzyıllar sonra üçümüzü bir araya topluyorsun! Bunun arkasından ne çıkacağını merak ediyorum."

"He zaman aceleciydin!" diye cevapladı cüppeli. "Beş bin yıl önce de kapıyı kapatmak için acele etmiştin." Sonra lafının yarısında elini savurdu ve eli kadının görüntüsünün içerisinden geçiverdi.

"Sen ne..." diye kaşlarını çattı kadın, gayri ihtiyari kılıcını çekmişti.

"Kuralları da sen koymuştun unuttun mu?" dedi cüppeli. "Fiziki olarak Thalian'a geçmemiz yasak. Sadece seçilmiş kişi aracılığı ile iletişime geçebiliriz!"

Kadın birden cüppelinin ne demek istediğini anladı. "Sen!" dedi bir eliyle ağzını kapatarak. "Elçi'ni mi buldun!"

Cüppeli adam insanın ruhunu donduracak bir kahkaha patlattı. "Ne o sevgili ablacığım," dedi. "Benim bir Elçi'ye sahip olmam çok mu gerçek dışı? Sen yüz yıllar boyunca Thalian'ı o tanrıların hatalı ürünleri ile yönetirken benim sesim çıkmadığı için bunu yapamayacağımı mı sandın? Şimdi sıra bende..."

Cüppeli aniden durdu. Sanki bir sesi dinler gibi kafasını geriye atıp kulak kabarttı. Bulundukları konumun gerisinden, dağların ardından kırmızı bir alev gökleri inleten bir kükreme ile harladı. "Sadece Elçi'mi bulmakla kalmadım ablacağım" dedi elini şaheserini gösterir bir heykeltraş gibi savurarak. "daha da iyisi var."

"Kyrmjir adına!" dedi kadın "yoksa, yoksa Yıkımgetiren'i mi uyandırdın! Sen, sen...ne yaptın..." sesi hiddet ile korku arasında gidip gelirken titriyordu. Sonunda konuşmanın başından beri sesi hiç çıkmayan diğer adama döndü.

"Julius!" dedi. "kardeşim, birşeyler yap!"

Deri zırhlar içerisindeki adam sessizce ikisini birden süzdü. "Üzgünüm abla,"  dedi sonrasında. "Bu rolü bana çok önce verdiniz. Ben sadece izleyici ve kurallara uyulup uyulmadığını kontrol eden hakemim... ve şu an, her şey kurallara uygun.."

- Bölüm 2
 
Açıkçası kısa geldi, aldı götürdü beni biterken geri getirdi ve bu çok çabuk oldu oradan anladım. Başarılar ve kolay gelsin, kaleminize kuvvet  :smile:
 
Bölümün başları bana Elder Scrolls Skyrim'i anımsattı. Büyü çemberi, rahipler vs. Skyrim'e benzer bir evrende geçiyor diye tahmin ediyorum. Her zamanki gibi güzel ve farklı bir öyküye benziyor.. umarım uzun soluklu olur.
 
Ooo üstatdan yeni bir seri daha. Açıkçası büyülü hikayeleri gram sevmem ama Alhedras kalitesi ayrı olacaktır. :smile: Okudum bölümü, hikayede ara ara geriye dönüşler yaşanacak gibi. :smile:
 
Kısa olmasına rağmen bayıldım. Büyülü hikayeleri delicesine severim! Söyleyecek söz yok. Devamını bekliyorum...
 
Ejderhaların ölümsüz olduğu rivayet edilir, ki teoride bu doğrudur. Ejderhalar savaş, yıkım ve elbette bol miktarda hazine elde etmek için yaşarlar. Ne zamanki savaşacağı savaş alanı kalmadığında, tüm köy ve şehirler yakılıp yıkıldığında ya da yağmalanacak hazineler kuruduğunda ejderhalar inlerine çekilirler ve ölümsüzlük uykusuna yatarlar. İnsanlar tekrar çoğalıp şehirler yeniden kurulana ve hazine odaları tekrar tıka basa dolana kadar da bir kaç on yıl ile bir kaç yüz yıl arasında uyku çekerler ve bu uyku süresince de hiç yaşlanmazlar.

Ancak ömürlerini uzatan bu uyku, aynı zamanda onların en zayıf noktasıdır. Çoğu tecrübesiz ejderha, derin uykuları sırasında inlerini yeterince iyi gizleyemediği veya koruyamadığı için şan ve şöhret arayan şövalyelerin, kendilerini tanrılarına adamış yüksek seviye rahiplerin, hazine için her şeyi yapmaya hazır cücelerin veya tılsımlı eşya peşinde koşan büyücülerin ellerinde ölüp gitmiştir.

Elbette bu tehlike tüm ejderhalar için geçerli değildir.

Diğer birçok isminin yanında, tek gözü açık uyuyan ejder olarak da bilinen Zunalgaaf’ın, büyülü eşyalara karşı merakı vardı ve diğer erderhaların aksine, bunları sadece biriktirmekle kalmamış, aynı zamanda bir çoğunu da kullanmayı öğrenmişti. Asırlardır hareketsiz bir şekilde uyuduğu, ağzına kadar tıka basa hazine dolu in, onlarca büyülü eşya ve tılsım tarafından korunuyordu.

Bazı eşyalar tuzak büyüleri içeriyordu, tetikleyecek kadar talihsiz olanları cehennemin en derin çukurlarına gönderecek kadar kuvvetli olanlardan tutun da, sadece bir kaç ateş oku atanlara kadar oldukça farklı türleri vardı.

Bazıları ise, şu an Zunalgaaf’ın zihninde gümbür gümbür inlediği üzere, sadece alarm içindi ve içeriye birinin girdiğini haber veriyordu.

Zunalgaaf, neredeyse bir asırdır kesilmeksizin devam eden uykusundan uyandı, ancak hemen gözlerini açmadı. Uyuyor gibi görünüp aniden talihsiz maceracıya saldırması artık onun için bir oyun haline gelmişti.

”Umarım bu kez bir şövalyedir.” dedi içinden. Her ne kadar zırhlarını çıkarması zor olsa da, şövalyelerin o kalın zırhlarının içinde sulu ve kalın parçalar halinde etleri vardı. Rahipler veya büyücüler ise kendilerini tanrılarına yada büyülerine adadıkları için çoğunlukla bir deri bir kemik kalmış oluyorlardı ve çoğu kez Zunalgaaf’ın dişlerinden o ince ve hemen kırılıp parçalanan kemikleri temizlemesi bir hafta sürüyordu. Ayrıca büyücüler, sürekli yanlarında taşıdıkları büyü malzemeleri nedeniyle ekşi ile acı arası bir tatda oluyorlardı.

“Uyanık olduğunu biliyorum yıkımgetiren” dedi maceracı, Zunalgaaf’ın burnunun dibine gelerek. “uyan ve işimize bakalım”

“Bak sen” dedi Zunalgaaf içinden “bu seferki cesur çıktı…” Gerçi cesaret ile aptallık arasındaki ince sınırı, bir çok sözde cesur savaşçıyı yiyip yutmuş olduğu için gayet iyi biliyordu. Gözlerini açıp kafasını birkaç metre yukarıya kaldırdı, ardından da karşısındaki kişiyi görünce dudak büktü, ”rahipmiş” dedi hayal kırıklığıyla. Zahmetine bile değmeyecekti.

“Benimle ne işin olabilir ölümlü?” dedi Zunalgaaf alaycı bir ses tonu ile. “Ahh elbette, sen bir rahipsin değil mi?” diye devam etti gümbürdeyen kaba bir kahkaha patlatarak. “Tanrına daha erken kavuşmak için mi geldin?”

“Hayır,” diye cevapladı rahip. Sesinde zerre miktarda korku yoktu ki Zunalgaaf bunu takdir etti. İlk görüşün ardından çoğu savaşçı kaçmaya başlar ya da canı için yalvarır hale gelirdi.

“Hizmetine ihtiyacım var” diye devam etti rahip. “Karşılığında sana uzun zamandır arzu ettiğin bir şey vereceğim.”

“Hizmetime ha!” diye gürledi Zunalgaaf, şimdi sınır aşılmıştı işte. Bu ölümlü nasıl olur da ulu yıkımgetiren’e alelade bir kiralık kılıçmış gibi davranabilirdi? Kanatlarını açarak tüm mağarayı dolduran bir gürleme ile haykırdı. Ciğerleri içten içe ısınmaya başladı, alevlerin tadı damağına kadar geldi, kısa bir alev nefesi ile rahibi kül etmeye hazırlanmıştı ki…

Yanında taşıdığı büyülü tılsımların uyarısı ile durdu. Bu rahipte görünenden fazlası vardı! Zunalgaaf kanatlarını topladı ve hala karşısında dikilen yaşlı rahibi incelemeye başladı. Adam yaşlıydı, kırılacak kadar da ince yapılıydı ve uzun saç ve sakalı neredeyse tamamen beyazlaşmıştı. Bu hali ile aslında sıradan bir rahip gibi görünüyordu.

Ancak Zunalgaaf’ın büyülü tılsımları rahipten gelen güçlü aurayı hemen farketmişti. Ki tekrar düşününce Zunalgaaf bu gücü daha önce de hissettiğini hatırladı. Ancak bu bir kaç bin yıl önceydi.

“Bir Elçi demek.” dedi sonunda gülerek. “Sizleri hala kullandıklarını bilmiyordum… Demek size inanıp peşinizden gelecek kadar akılsızlar hala Thalian’da bulunuyor.”

“Bu onlar ile bizim aramızda olan bir konu” dedi Rahip. “sen sadece verilecek görevleri yerine getirip getiremeyeceğini söyle!”

”Küstah!” diye içinden geçirdi tekrar Zunalgaaf, zihninde rahibi parça parça edişini canlandırarak. Ancak bir Elçi’yi kolayca yenebileceğinden emin değildi. Muhtemelen tepesine kadar tılsım ile doluydu. Alev nefesine karşı büyüleri olduğu kesindi (bir ejderhanın inine ateşe karşı savunma büyüleri almadan gidilmezdi sonuçta!) muhtemelen Ethereal büyüleri de vardı, bu nedenle pençelerini geçirmeye çalışması da anlamsız olurdu. Ayrıca daha yeni uyanmıştı ve şu anda zor bir mücadeleye girmek istemiyordu. Şimdilik uzlaşmacı bir tutum sergilemeye karar verdi.

“Bana bir şey vereceğinden söz etmiştin?” dedi daha sakin bir ses tonuyla.

“Evet,” diye cevapladı rahip. “İsminin hakkını vereceğim, sana bugüne kadar yapabileceğin en büyük yıkımı vereceğim!”

“Yıkım?” diye homurdandı Zunalgaaf, “burada, Thalian’da mı? Eğer ben uyurken nüfusunuz bir kaç bin kat artıp tüm kıtayı bir uçtan bir uca şehirle kaplamamışsanız bu dediğin biraz zor. Bir kaç madenci şehrini yakıp yıkmak ilgi alanıma girmiyor.”

“Thalian’dan bahsetmiyorum.” dedi Rahip sabırsız bir ses tonu ile. “Kapı!, kapıyı açmanın yolunu biliyorum!”
 
Back
Top Bottom