[AAR/Hikaye] Batı Yıldızı [Bölüm 8, Hey.]

Users who are viewing this thread

Ellerine sağlık çok güzel olmuş(devamınıda bekliruk) :wink: :mrgreen:(bu hikayenin bir bölümünü daha önce yayınlamışmıydın benmi yanlış hatırlıyorum?)
 
Hadi ama Noyan, nerede 8.bölüm ? :neutral:

Çaktırmayın, daha ilk 3 bölümü okudum sadece. :lol:
 
Güzel başlamışsın ellerine sağlık. Devamı ne zaman? 7 bölümü de tek solukta okudum. Arayı fazla açma. :smile: Bu arada madem aar birkaç ekran görüntüsüyle renklendir. Daha bir hoş olur. :smile:
 
Ekran görüntüsü değil de, çizim düşünüyordum. Kendim. Bölüm sonu resmi gibi.



Johann, dizlerini tuta tuta, soluk soluğa arkadaşlarına, ve hala baygın duran Galeron'a yaklaştı. Duvara yaslandı, yavaş yavaş çömeldi. Bir oh çekti, alnını sildi.--Valentas... Çok... Hızlı... Koşuyorsun... dedi, gülümsedi. Yorulmuştu, her halinden belliydi.
Kafasıyla Galeron'u işaret etti.
-Ne yapacağız bu pislikle?
Plais, beresi kafasında, dalgın bir şekilde Galeron'u süzüyordu. Deri bir zırh giymişti, çarıkları yıpranmış, pantolonu bir paçavra... Yüzü hala gencecikti, uzun, hafif beyazlamış saçları vardı. Eğildi, palasını kuşağından çekti, elinde tarttı, sonra yakındaki saman öbeğine fırlattı.
-Valentas...
Valentas, dalmış, yeri inceliyor, ayağıyla taş yolun arasından çıkan çimleri tarıyordu.
-Hmm?
-Ne yapacağız?
Gözleri hala yerde, bir derin nefes aldı. Başını kaldırdı, Johann'a döndü.
-Öldürelim gitsin.
Johann gülümseyerek, Valentas'a baktı. Yorgun, çökmüş yüzü, yıpranmış saçları... Kulakları kıpkırmızı olmuş, kızıl saçları terden ıslanmış, öylece bakıyordu.
-Eh, söylemeyi unuttum, bir azgın kalabalık, meşaleler, çatallar, sopalar ile bizi arıyor.
Valentas'ın gözleri parladı, etrafına bir göz attı.
-Eee, ne bekliyoruz o zaman? Plais, kaldır şu şerefsizi.
Plais, adamın koluna girdi, Johann'ın yardımıyla ayağa kaldırdı. Hala yarı baygındı, ayakta zor duruyordu. Valentas bir tokat yapıştırdı, sersemlemiş bir şekilde gözlerini açtı. Yalvaran bakışlarla Valentas'a baktı. Valentas, acımasız, öfkeli bir sesle:
-Hadi, yürü bakalım.
Valentas arkada, eli kılıcının kınında, arkayı kolluyordu. 2 genç, Galeron'un koluna girmiş, yarı sürükleyerek, yarı yürüterek ilerliyordu. Valentas bir ara durdu. Johann, döndü, baktı. Yere bakıyordu, yine.
-Hadisene! Of, amma da ağır!
-Arbalet...
-Ne arbaleti?
-Handa kaldı...
-Nasıl, ne, ne diy- LANET OLSUN, CİRİTLER!
Plais, sırıtarak birbirine şaşkın bir şekilde bakan arkadaşlarına döndü.
-Hadi gidin, ben tutarım bunu. Çabuk olun, dikkat edin!
Cevap bile vermeden, hana doğru, geldikleri yoldan koşmaya başladılar.
-Nereye... Koymuştun... Şu.... Arbaleti...
-Masa... Masanın üstünde.
Galeron'un yarattığı dağınıklık şimdi daha belli oluyordu. Şarap varilleri, devrilmiş, sanki yokuştan akan bir kan seli oluşmuştu. İçinde ne olduğunu bilmedikleri tahta kutular da etrafa saçılmıştı. Valentas, hala bu daracık sokakta, Plais'in kafasını vurmadan nasıl Galeron'un üstüne atladğını düşünüyordu. Ara sokak bitince, hanlar yokuşuna geldiklerinde, hayat normale dönmüş gibiydi. Gece bekçileri, işlerini yapıyor, dolaşıyordu. Johann'ın bahsettiği azgın kalabalık görünürlerde yoktu. Buradan sonra işleri kolaydı zaten. Kapıyı açtı, önden Valentas, koşarak merdivenleri çıktı. Durdu, etrafını süzdü. Cesetler taşınmıştı. Han boştu. Genç kız, yerdeki kan lekelerini siliyor, hancı ise devrilmiş masaları düzeltmeye çalışıyordu.
-Bırak hancı, biz hallederiz.
İkisi de sanki korkunç bir ses duymuş gibi kafasını kaldırdı. Genç kız önce şaşırdı, ardından şen bir gülümseme ile önce Valentas'a, sonra Johann'a sarıldı. Hancı gülümseyerek 2 genç savaşçıyı gözleriyle kutluyordu sanki.
-Eh, gecenin kahramanları da gelmiş! İyi iş beyler, temiz değil, ancak iyi.
-Temiz?
-Handan çıkınca üstüne atlayıp tek hamlede öldürmeyi yeğlerim. Hem, bize de zahmet çıkmazdı. Dedi, gülümseyerek.
Johann, başını kaşıyarak, hancıya döndü.
-Arbalet ile c-
-Haaa evet, onlar. Muhafızlar onları alacaktı, ben vermedim. (konuşmaya devam ederek tezgahına yürüdü.) Ayrıca sizinle görüşmek istiyorlar... Galiba orduda bir iş alacaksınız, yani öyle bir teklifleri var. Bir bakalım... (eğilmiş, tezgahın altından arbaleti ve cirit sadağını çıkardı.) İşte, buyrun gençler.
Koşar adımlarla arbaleti sahibine, ciritleri de ustasına verdi.
-O..-Orduda bir i-iş mi?!
-Evet. Haksız da değiller. Gerçekten iyi bir işti. Ha, sahiden, Galeron'u ne yaptınız?
-Diğer arkadaşımız başında duruyor.
Hancı kafasını eğdi. Genç kız, gülümseyerek Johann'a bakıyordu. Johann da ona... Simsiyah saçları, başının yanlarından bukle bukle sarkmıştı. Hafif çekik, yeşil gözleri, küçük burnu, pırıl pırıl yüzü, üşümüş, pembe dudakları... Mavi-beyaz bir elbise, paçaları kan lekesi...
-Keşke yalnız bırakmasaydınız... Neyse, sizi tutmayayım, bugün ana kapıdaki muhafız evine uğrayın, orada onlar. Galeron'u da götürün. Veya, yok, götürmeyin, fazla dikkat çeker. Rosetta, saman arabası hala duruyor mu?
Rosetta başını salladı.
-Güzel. Şimdi, hanın arkasında bir saman arabası var. Onu oraya götürün, atın o piç kurusunu içine. Gerisi, basit zaten! Hadi beyler, yolunuz açık olsun! O bereli arkadaşınıza da, selam söyleyin!
İki genç başıyla selamladı. Yavaş adımlarla, tek kelime etmeden handan çıktı, hanın arkasına doğru yürümeye başladı.
-Valentas...
-Hım?
-Galiba ben...
-Ne?
-Aşık oldum.
 
 
Heey, bunu bekliyordum işte :grin:
Yarına atarım, belki yanında sürpriz olur diye geciktiriyorum, yoksa hazır.
 
Back
Top Bottom