Büyük Anadolu Yürüyüşü

Users who are viewing this thread

Joy

Squire

Büyük Anadolu Yürüyüşü

Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti. Üzerlerine binlerce HES ve baraj kuruluyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından parsellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik santrallerle tehlike altında. Feryadımızı duyan yok. Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok olmaya başladı. Ormanlarımız, parça parça kesiliyor.

İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor. Köyünü, ata toprağını terk ediyor. Binlerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri birer birer yok oluyor. Hızla kalabalıklaşan şehirlerimizde yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor, maddi ve manevi bedeli artıyor.

Bu nedenle biz, Anadolu insanları, Anadolu’yu yaşatmak için kendi halk irademizi kullanmaya karar verdik. Birleşiyoruz! Vicdan sahibi herkesle buluşarak yedi ayrı koldan, 40 gün 40 gece Anadolu’yu arşınlıyoruz ve nehirler gibi akarak Ankara’ya yürüyoruz. Geçmişe olan saygımız ve çocuklarımızın geleceği için, doğanın hakları ve yaşam hakkımız için yürüyoruz.

Büyük Anadolu Yürüyüşü’ne Çağrı

Biz, Anadolu insanları Nisan 2011’de köylerimiz, kasabalarımız ve şehirlerimizden çıkarak Ankara’ya yürümeye karar verdik.

Çünkü binlerce yıldır insan uygarlığının beşiği olan Anadolu, bugün eşi görülmemiş bir yıkımla karşı karşıya.Ancak dünya, bu büyük yıkımın farkında değil.

Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti. Üzerlerine binlerce HES ve baraj kuruluyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından parsellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik santrallerle tehlike altında. Feryadımızı duyan yok. Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok olmaya başladı. Ormanlarımız, parça parça kesiliyor.

Bu yıkım sonucunda, tüm insanlığın ortak mirası, dünyanın en eski yerleşim yerleri sular altında kalıyor. Sayısız hayvan ve bitki türünün nesli tükeniyor.

İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor. Köyünü, ata toprağını terk ediyor. Binlerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri birer birer yok oluyor. Hızla kalabalıklaşan şehirlerimizde yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor, maddi ve manevi bedeli artıyor.

Yalnızca bir avuç insanın menfaatini gözeten bu düzen, doğayı, insanları ve kültürümüzü hiçe sayarak Anadolu’nun dört bir yanını işgal etmeye devam ediyor.

Bu toprakları yönetenler, bu yıkıma karşı çıkanların çığlığına kulak tıkıyor ve yıkımı daha da çoğaltıyor. Anlıyoruz ki, onların gözünde artık köklerimizin hiçbir değeri yok.

Bu nedenle biz, Anadolu insanları, Anadolu’yu yaşatmak için kendi halk irademizi kullanmaya karar verdik. Birleşiyoruz!

Biliyoruz ki, her şeyimizi kaybettiğimizde, çalışıp yeniden ayağa kalkabiliriz. Ancak doğamızı kaybettiğimizde asla!

Vicdan sahibi herkesle buluşarak yedi ayrı koldan, 40 gün 40 gece Anadolu’yu arşınlıyoruz ve nehirler gibi akarak Ankara’ya yürüyoruz. Geçmişe olan saygımız ve çocuklarımızın geleceği için, doğanın hakları ve yaşam hakkımız için yürüyoruz.

Suyumuzu, doğamızı, köklerimizi ve Anadolu’yu geri alana kadar, dönmüyoruz.

Hiçbir dil, din, ırk ve siyasi görüş ayrımı gözetmeden, tüm Anadolu insanlarını ve dünya insanlığını bu yürüyüşe katılmaya davet ediyoruz.
ANADOLU'YU VERMEYECEĞİZ!

Manifesto

Gezegenimiz, üzerinde yaşayan tüm canlılarla birlikte tarihte görülmemiş bir yıkımla karşı karşıya. İnsanoğlunun aşırı tüketime dayalı bugünkü yaşam şekli nedeniyle ortaya çıkan doğa yıkımı, geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Her on üç dakikada bir, yeryüzünde bir canlı türü daha yok oluyor. Günümüz insanı, varolmanın yegâne yolunu ihtiyacının fazlasını üretmek ve tüketmek olarak görüyor. Bu anlayış, doğa üzerinde egemenlik mantığını temel alan sonu gelmeyen bir kâr hırsıyla tüm yaşam kaynaklarımızı metaya dönüştürüyor. Sınırsız tüketime dayalı bu sistemin Türkiye’deki yansıması, çok daha korkunç bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır: Son elli yılda yok edilen sulakalanlarımızın büyüklüğü Marmara Denizi’nin büyüklüğünü geçti. Yani 60’lı yıllardan bu yana sulak alanlarımızın %40’ını kaybettik.

Dağlarımız, son on yılda verilen 40 binden fazla maden ruhsatıyla maden şirketlerine tahsis edildi. 2B yasası tasarısı ile ormanlarımızın satışı için düğmeye basıldı. Yakın zamana dek kendi kendine yetebilen nadir toplumlardan biriyken, yanlış tarım politikaları nedeniyle yediğimiz ekmeğin buğdayını bile ithal eder hale geldik. Yanlış tarım politikları sonucunda doğduğu topraklarda doyamaz hale getirilen köylü nüfusun kırsal alanlardan şehre göç etmesiyle insansızlaşan topraklarımız, GDO’lu tohumlara ve rant peşindeki büyük tarım şirketlerine terk edildi. Bugüne kadar kanunları eğip bükerek el konulmaya çalışılan kıyılarımız, yaylalarımız, ormanlarımız; hazırlanan yeni kanunlarla satışa çıkarılıyor. Toprağımıza ektiğimiz tohumdan çocuklarımıza yedirdiğimiz mamaya, enerji üreten santrallerde kullanılan makinelerden üzerimize giydiğimiz kıyafetlere kadar hemen her ürünü ithal ettiğimiz unutulup; enerjide dışa bağımlılığı giderme adı altında bütün akarsularımız ve vadilerimiz yağmalanıyor.

Anadolu derelerinin tamamına yakını üstüne hidroelektrik santral yapılması amacıyla şirketlere satıldı. Sayısı 2000’in üzerinde olan bu santraller hayata geçirildiği taktirde Anadolu’da akan tüm dereler, borular ya da tünellere hapsedilmiş olacak. Sayıları her geçen gün artan termik santrallere bir de nükleer santral projeleri eklendi. Artık çocuklarımızın geleceği de ipotek altında. Kendi imkânlarımızla ürettiğimiz son ürünlerle birlikte, bu ürünleri üretenlerin kültürü ve geleneksel yaşam biçimi de yok ediliyor.

Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanımayan tüketim alışkanlıklarımızı sürdürerek, doğayla birlikte kendimizi de yok edeceğiz ya da onunla uyumlu bir yaşamı seçeceğiz.

Doğanın varoluşuna, binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış olan uygarlıklara, ait olduğumuz topluma ve gelecek nesillere karşı duyduğumuz vicdani sorumluluğun gereği olarak, biz ikincisini seçiyoruz. Doğası ve yaşam alanlarıyla birlikte, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bizler şu gerçeklerin altını çiziyoruz:

    Doğa kendi başına vardır ve insan onun sadece bir parçasıdır.

    Varoluşumuzun yegane kaynağı olan doğanın ‘çevre’ adıyla yaşamımızın dışına çıkartılıp ötekileştirilmesi kabul edilemez.
    Doğa canlı bir varlıktır. İnsanlar, şirketler veya devletler doğanın sahibi olamaz, doğanın kadim dengesini ve işleyişini bozacak herhangi bir tasarrufta bulunamaz.
    Doğa üzerinde herhangi bir mülkiyet hakkı iddia edilemez. İnsan doğa içinde yaşayan her canlı gibi geçicidir. *Kendinden sonraki nesillerin ve diğer canlıların da içinde yaşayacağı doğaanayı; onun dağlarını, ormanlarını, kıyılarını, derelerini, göllerini sahiplenmesi veya özelleştirmesi, bir mal gibi alıp satması asla kabul edilemez.
    Temiz ve sağlıklı doğa ve bunun birinci şartı olarak su, tüm canlıların doğuştan gelen en temel hakkıdır. Bu hakkı ihlal edebilecek hiçbir kanun ve uygulama kabul edilemez.
    Tek başına hiçbir canlının ihtiyacı, doğanın tahrip edilmesinin nedeni olamaz. ‘Sürdürülebilir kalkınma’, ‘koruma kullanma dengesi’, ‘üstün kamu yararı‘ gibi kavramlar doğanın sömürülmesi için gerekçe gösterilemez.


Bu ilkeler doğrultusunda, aşağıda sıraladığımız adımların gerçekleşmesi için harekete geçiyoruz:

    Doğayı bir meta olarak gören kalkınma modeli terk edilmeli, ‘doğaanamızın yaşama hakkı’ anayasal güvence altına alınmalıdır.
    ‘Her insan doğduğu yerde doyabilmeli’ ilkesinden yola çıkarak, kırsalda yaşayan insanların büyük kentlere göçünü engelleyecek ve geleneksel yaşam biçimlerimizi destekleyecek düzenlemeler hayata geçirilmelidir.
    Kırsal yaşamımızı, kültürel mirasımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi tehdit eden, kâr hırsıyla hazırlanmış hidroelektrik santral (HES) ve baraj projelerinin tamamı durdurulmalıdır. #Bugüne kadar yapılmış uygulamaların doğal alanlarımız üzerinde yarattığı yıkımı giderecek çalışmalar acilen başlatılmalıdır.
    Ormanlarımızın yok olmasının önünü açacak 2B yasal düzenlemeleri derhal geri çekilmeli, ormanların özelleştirilmesine dair hazırlıklar durdurulmalıdır.
    Ne koruma alanlarını, ne tarım alanlarını ne de canlı yaşamını dikkate alan madencilik faaliyetleri durdurulmalı, bu faaliyetlerin ekosistem üzerindeki etkisi göz ardı edilerek verilmiş tüm maden ruhsatları iptal edilmelidir.
    Toprakların verimsizleşmesine, temel geçim kaynağı tarım olan köylünün yoksullaşmasına ve su kaynaklarının aşırı kullanımına neden olan yanlış tarım politikaları terk edilmeli; tüm tarımsal faaliyetlerde doğanın dengesini gözetilmeli ve doğru yerde doğru ürün ilkesi benimsenmelidir.
    Tüm canlı yaşamını tehdit eden hibrit tohumların, GDO’lu ürünlerin ve üretimde kullanılan her türlü kimyasal maddenin kullanımı durdurulmalıdır.
    Bizden önce bu topraklarda yaşamış onlarca uygarlıktan günümüze miras kalan Hasankeyf gibi nice kültürel zenginliğimizi tehdit eden projeler ve uygulamalar derhal durdurulmalıdır. #Sadece bize değil tüm insanlığa ait bu değerler itinayla korunmalı, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarılması için gerekli çalışmalar acilen başlatılmalıdır.
    Sosyal ve ekolojik maliyeti gözardı edilerek planlanan ve şehirlere daha büyük göç dalgalarının gelmesine yol açacak otoyol, köprü ve konut projeleri durdurulmalı, karbon salınımını azaltacak demiryolu ulaşımı geliştirilmeli ve yaygınlaştırmalıdır.
    Var olanlara her geçen gün bir yenisi eklenen, doğaya verdikleri zarar tartışılmaz termik santraller ve nükleer santral yatırımları derhal durdurulmalıdır.
    Çevre ve Orman Bakanlığı’nın izniyle, doğayı yok eden şirketler tarafından finanse edilen özel firmalar tarafından hazırlanan ÇED raporları ve buna izin veren ÇED Yönetmeliği derhal iptal edilmelidir. Doğanın hassas dengesi, kamuoyu vicdanı, sivil toplum kuruluşları ve yerel halkın kanaatinin dikkate alınmadığı hiçbir projeye onay verilmemelidir.
    Tüm koruma alanlarını ticari yatırımlara açan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı geri çekilmeli, Yenilenebilir Enerji Kanunu derhal iptal edilmelidir. Varolan koruma alanlarının statüleri güçlendirilmeli; biyolojik çeşitliliği korumak için önemli doğa alanlarına hızla koruma statüsü kazandırılmalıdır.
    Özel şirketlerin ve kamu kurumlarının doğayı katletmesinin önünü açan ‘kirleten öder’ mantığı ve uygulaması terk edilmeli, doğaya zarar verenlerin ağır cezalara çarptırılmasını öngören yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir.
    Yaptığı yatırımlarla doğanın dengesine müdahale eden icracı bir kuruluş niteliğindeki Devlet Su İşleri (DSİ) ile doğayı korumakla yükümlü Çevre ve Orman Bakanlığı’nı aynı çatı altında birleştiren yapı derhal değiştirilmelidir. Çevre ve Orman Bakanlığı, şirketlerin çıkarlarını savunmak yerine; asli görevi olan, doğayı koruma görevini yerine getirmelidir.

Kendini doğa ananın sahibi değil bir parçası olarak gören bizler :

İçinde varolduğumuz doğayı ve onun hassas dengesini tehdit eden, yukarıda sıraladığımız ilkeleri ve talepleri karşılamayan, ulusal veya uluslararası yasa, sözleşme, antlaşma ve bunların uygulamalarının tümünü reddediyoruz. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan doğamızın kadim dengesini, sağlıklı ve mutlu bir yaşamın birinci şartı olarak görüyoruz. Varolan idari sistemin, taleplerimizi karşılayacağına dair inancımız kalmadığından; halk olarak bu gidişe dur diyor, parçası olduğumuz doğaanamızın haklarıyla birlikte kendi yaşam hakkımızı savunmak için ayağa kalkıyoruz;

Nisan 2011 itibariyle vadilerden, köylerden, kasabalardan, şehirlerden yola çıkıyor, Türkiye’nin dört bir yanından 40 gün 40 gece yol alacak kervanlar halinde Ankara’ya yürüyoruz. Ve taleplerimiz yerine getirilene kadar geri dönmüyoruz. Doğanın hassas dengesini korumanın, insan olarak vicdani sorumluluğumuz olduğunu düşününen herkesi bu hareketi desteklemeye çağırıyoruz.
ANADOLU'YU VERMEYECEĞİZ!


 
Dünyanın tartışmasız en büyük sorunu tüketim aşırılığı ve doğanın kirletilmesidir. Bu konuda herkesin üstüne düşeni yapması gerekiyor.

Ben maalesef eyleme gelemeyeceğim, Cumartesi Mersin'de olacağım zira.

Katılma imkanı olanlar katılsın derim.
 
final haftası yaklaşıyor, inan ki katılmayı çok isterdim. bu hes ve barajlar tüm sularımızı doğamızı mahvetti ve mahvetmeye devam ediyor. yürüyüş haziranda olsaydı keşke :sad:
 
Öncelikle ilginiz için teşekkürler arkadaşlar  :smile:

Haziranda gerçekleştirilmesi katılım açısından daha iyi olabilirdi bence de, ama bir yandan da gerçekten uzun bir yürüyüş olacağı için yaz sıcaklarına sarkarak yürüyüşe katılanlar için şartları zorlaştırabilir. Bu tür uzun yürüyüşlerin ilkbahar-sonbahar zamanında yapılması neredeyse bir zorunluluk.

Bu arada yürüyüşe katılamayan ama destek olmak isteyenler için:

http://www.anadoluyuvermeyecegiz.net/about/support/

Yürüyüşe Nasıl Destek Olabilirim?

Yaşadığınız bölgede yürüyenlerin konaklama, yemek gibi ihtiyaçları için yardımcı olabilirsiniz.

Yaşadığınız yer üzerinden ya da yakınından geçen bir yürüyüş rotası varsa yürüyenlerin yolda öğrendiklerini ve neden yürüdüklerini anlatmaları için söyleşi, kahve sohbetleri düzenleyebilirsiniz.

Bulunduğunuz yerden doğrudan Ankara’ya katılım sağlanması için duyurular yaparak gereken ulaşım organizasyonunu yapabilirsiniz.

İllerde dağıtılacak olan poster ve broşürlerin basımı için destek bularak ve Anadolu’nun İsyanı filmi CD’sini çoğaltarak yürüyüşün tanıtılması için katkı sağlayabilirsiniz.

Yürüyüş için hazırlanan görselleri internet siteniz ya da sosyal paylaşım ağlarında kullanabilir, yayabilirsiniz.

Yürüyüşün duyurusu için Anadolu’nun İsyanı filmini göstererek söyleşiler düzenleyebilir, yerel yönetimler, basın, akademisyenler gibi ilgi gruplarına yürüyüşü anlatarak destek isteyebilirsiniz.

 
Yav şu insanoğlu doğa için en büyük tehdit, dünyada insan olmasa doğal denge bozulmadan devam eder ama işte insanoğlu doğa için en büyük tehlike.Son 100 yılda hatta son 50 yılda doğal denge bozuldu ve daha da kötü günler gelecek.Biz göremeyiz belki ama gelecek nesil bizim yaşadığımız dönemden daha kötü dönemleri görecektir.Eskiden toprakta yürürdük biz insanoğlu ve diğer canlılar şimdi ise beton zemin düşünün bu sadece bir örnek.
 
Güzel niyetler bunlar ama şahsi kanım şu ki; seslendiğiniz taraf iyi niyetten yoksun ve mantıktan kopuksa, o zaman iyi niyet ve mantıkla seslenmenin anlamı yoktur. Greenpeace gibi doğa örgütlerinin, bu tarz yürüyüşleri organize edecek grupların, kısacası dünyaya ve insanlığa sahip çıkacak insanların daha aktif davranmaları gerekiyor bence. Artık politik bir varlık mı olur, şiddet mi olur, ne olur bilemiyorum. Ama bu yürüyüşlerin bir faydası olduğunu sanmıyorum. Yani en azından doğrudan. Yoksa çeşitli dolaydan etkileri mutlaka olacaktır, hiçbir şey değilse bu aktif hareketlerin gerçekleşmesi için insanlar böyle gösterilerde tanışıp birbirlerinden güç alabilirler.

Umarım iyi sonuçlara yol açar. Anadolu kafamda bi yarım yüzyıldır sürekli ağlayan bir kadın olarak beliriyor :/
 
Maelstorm said:
Greenpeace gibi doğa örgütlerinin, bu tarz yürüyüşleri organize edecek grupların, kısacası dünyaya ve insanlığa sahip çıkacak insanların daha aktif davranmaları gerekiyor bence.

Evet, aynen destekliyorum... Biz 2007-2008 döneminde, greenpeace mantığını birçok sefer türkiye genelinde yerleştirmeye, örgütlemeye çalıştık. Fakat her zaman "NEDENSE?" karşımıza anormal engeller çıktı. Eylem hakkımız olmasına rağmen biga'da eylem yapamadık, bursaya gittiğimizde polislerin küfürleriyle karşılaştık. Diyarbakır dağkapı meydanında yapalım dedik, orda diğer yerlerden daha çok destek aldık, fakat aramızdan bir takım insanlar olayı başka yerlere çevirmeye çalışarak "büyük başkan/ biji serok" naraları atmaya başladılar, ne oluyoruz lan dedik. Biz olayın üstüne gittikçe, iş içinden çıkılmaz bi hale dönüşmeye başladı abi. Oysa biz sadece greenpeace'e destekçi olmaya çalışıyoruduk, ne siyasetle, ne polisle, ne milletin siyasi davasıyla alakımız olmadığı halde, hepsinin kucağına oturduk, tabiri caiz ise.

Türkiyede bu tür toplum bilincini geliştirecek, toplumu güçlendirecek, dayanışmayı arttıracak eylemlere yer, izin ve destek veirlmiyor. Bunu geçtim, gerçekleşmemesi için insanlar elinden geleni yapıyor.

Hiç unutmam, aynen Biga'da yürüyüş yapmaya çalışırken, pencereye çıkan bir amcanın "emperyalist köpekler" deyişini.

Umarım bu yürüyüşü de, CHP veye MHP üstlenmeye çalışmaz. Umarım bu yürüyüşte de, (amaç ne kadar iyi olursa olsun, kimse kimsenin amacına bakmıyor) gaz bombaları ve coplar havalarda uçuşmaz.
 
Maelstorm said:
Kastor55 said:
Nükleer santrallere karşı çıkmadan önce elektrik kullanmayın, elinizi öpeyim  :mrgreen:
Elektrik üretmenin tek yolu nükleer santral değildir. Niye kullanmasınlar?
elektrik üretmek içi üç-dört yol var.
1- Termik santral. kendisi, kömür petrol doğalgaz vb. yakarak çalışır. çok  güzel duman salar. ortalığı kokutur.
2- hidroelektrik santral. kendisi, akarsuyun ortasına konulur. bir duvar ve duvarda pervane gibi çarklar vardır.  akan su çarkı döndürür ve elektrik elde edilir. zararsızdır ama bütün ihtiyacı karşılayamaz
3- rüzgar. çubuğa kocaman bir pervane asılır esen rüzgar pervaneyi döndürür ve elektrik üretir. zararsızdır ama ihtiyacı karşılayamaz.
4- nükleer santral- nükleer maddeler yakılarak yapılır. soğutma suyunun buharı hariç duman sırcdırmaz. patlamadığı sürece bir zararı yoktur. Zaten dünyada 100'lerde santral vardır ve çok az nükleer kaza yaşanmıştır.(yaşanan santraller eski santrallerdir) Ayrıca en çok enerji yatırımı güvenli nükleer enerji üretmek için yapılmaktadır.

Şimdi, elektriğin bir kısmını hidroelektrik ve rüzgarla karşıladık. eee? Açığı kapatmak için nükleer santral ve termik santral yapmak lazım. termik santral yapsan, havayı kirletiyor. Ama nükleer kirletmiyor. E, düzgün yaptığın, bakımını yaptığın sürece patlaması da mümkün değil. O zaman hangisini yapalım?
 
Bir çoğunuz İstanbullusunuz veya İstanbulda yaşıyorsunuz.

Ben Sakarya Hendekliyim. 5-6 sene öncesine kadar çeşmemizden şu an satın aldığımız damacana suları akardı bizde kana kana içerdik.

5-6 sene önce kurulan 6-7 su şirketi yüzünden  çeşme suyumuzu içemez olduk. şu an bizde sizler gibiyiz. kendi suyumuza para verip içiyoruz.

Kerem Ali ve Bolu dağlarından inen derelerin o buz gibi suları.

Yıllarca diretmişti daha önce ki belediyeler su şirketlerini sokmamaya. Çok mu iyi oldu.

Benim atalarım Artvin ,Arhaviden 130 sene önce buraya göç etmişler. 1903 senesinde rahmetli dedem burada doğmuş. 1945 rahmetli babam burada doğmuş. Yurd edinmişiz sakarya ovasına bakan , bolu dağlarının yamaçlarını.

Atalarım özellikle seçip gelmişler besbelli. Ya dün suyumuzu aldılar , yarın neyimizi alacaklar.
 
Kastor55 said:
elektrik üretmek içi üç-dört yol var.
1- Termik santral. kendisi, kömür petrol doğalgaz vb. yakarak çalışır. çok  güzel duman salar. ortalığı kokutur.
2- hidroelektrik santral. kendisi, akarsuyun ortasına konulur. bir duvar ve duvarda pervane gibi çarklar vardır.  akan su çarkı döndürür ve elektrik elde edilir. zararsızdır ama bütün ihtiyacı karşılayamaz
3- rüzgar. çubuğa kocaman bir pervane asılır esen rüzgar pervaneyi döndürür ve elektrik üretir. zararsızdır ama ihtiyacı karşılayamaz.
4- nükleer santral- nükleer maddeler yakılarak yapılır. soğutma suyunun buharı hariç duman sırcdırmaz. patlamadığı sürece bir zararı yoktur. Zaten dünyada 100'lerde santral vardır ve çok az nükleer kaza yaşanmıştır.(yaşanan santraller eski santrallerdir) Ayrıca en çok enerji yatırımı güvenli nükleer enerji üretmek için yapılmaktadır.

Şimdi, elektriğin bir kısmını hidroelektrik ve rüzgarla karşıladık. eee? Açığı kapatmak için nükleer santral ve termik santral yapmak lazım. termik santral yapsan, havayı kirletiyor. Ama nükleer kirletmiyor. E, düzgün yaptığın, bakımını yaptığın sürece patlaması da mümkün değil. O zaman hangisini yapalım?
ben nükleer enerjiye karşı değilim, sen zaten kendi cevabını vermişsin. elektrik üretmenin başka yolları var, nükleer'e karşı olan insanlar bunları destekliyor olabilir, dolayısıyla "elektringgullanmyın o zaman" demek anlamsız oluyor. Bazıları için termik santralin kirliliği, nükleer enerjinin risklerine göre daha kabul edilebilir.
 
Maelstorm said:
Kastor55 said:
elektrik üretmek içi üç-dört yol var.
1- Termik santral. kendisi, kömür petrol doğalgaz vb. yakarak çalışır. çok  güzel duman salar. ortalığı kokutur.
2- hidroelektrik santral. kendisi, akarsuyun ortasına konulur. bir duvar ve duvarda pervane gibi çarklar vardır.  akan su çarkı döndürür ve elektrik elde edilir. zararsızdır ama bütün ihtiyacı karşılayamaz
3- rüzgar. çubuğa kocaman bir pervane asılır esen rüzgar pervaneyi döndürür ve elektrik üretir. zararsızdır ama ihtiyacı karşılayamaz.
4- nükleer santral- nükleer maddeler yakılarak yapılır. soğutma suyunun buharı hariç duman sırcdırmaz. patlamadığı sürece bir zararı yoktur. Zaten dünyada 100'lerde santral vardır ve çok az nükleer kaza yaşanmıştır.(yaşanan santraller eski santrallerdir) Ayrıca en çok enerji yatırımı güvenli nükleer enerji üretmek için yapılmaktadır.

Şimdi, elektriğin bir kısmını hidroelektrik ve rüzgarla karşıladık. eee? Açığı kapatmak için nükleer santral ve termik santral yapmak lazım. termik santral yapsan, havayı kirletiyor. Ama nükleer kirletmiyor. E, düzgün yaptığın, bakımını yaptığın sürece patlaması da mümkün değil. O zaman hangisini yapalım?
ben nükleer enerjiye karşı değilim, sen zaten kendi cevabını vermişsin. elektrik üretmenin başka yolları var, nükleer'e karşı olan insanlar bunları destekliyor olabilir, dolayısıyla "elektringgullanmyın o zaman" demek anlamsız oluyor. Bazıları için termik santralin kirliliği, nükleer enerjinin risklerine göre daha kabul edilebilir.
Kırmızıyla yazdığım yerleri okuyun. Şu an bilgisayar kullanıyorsanız, birinin termik santralde yaktığı kömür sayesinde. Doğal olarak da çevreye zarar veriyorsunuz. Elektriğini kullandığınız santrali kapattırmaya çalışamazsınız. Çevreye zarar verip "çevreyi koruyalım" diyemezsiniz.
 
Kastor55 said:
elektrik üretmek içi üç-dört yol var.
1- Termik santral. kendisi, kömür petrol doğalgaz vb. yakarak çalışır. çok  güzel duman salar. ortalığı kokutur.
2- hidroelektrik santral. kendisi, akarsuyun ortasına konulur. bir duvar ve duvarda pervane gibi çarklar vardır.  akan su çarkı döndürür ve elektrik elde edilir. zararsızdır ama bütün ihtiyacı karşılayamaz
3- rüzgar. çubuğa kocaman bir pervane asılır esen rüzgar pervaneyi döndürür ve elektrik üretir. zararsızdır ama ihtiyacı karşılayamaz.
4- nükleer santral- nükleer maddeler yakılarak yapılır. soğutma suyunun buharı hariç duman sırcdırmaz. patlamadığı sürece bir zararı yoktur. Zaten dünyada 100'lerde santral vardır ve çok az nükleer kaza yaşanmıştır.(yaşanan santraller eski santrallerdir) Ayrıca en çok enerji yatırımı güvenli nükleer enerji üretmek için yapılmaktadır.

Şimdi, elektriğin bir kısmını hidroelektrik ve rüzgarla karşıladık. eee? Açığı kapatmak için nükleer santral ve termik santral yapmak lazım. termik santral yapsan, havayı kirletiyor. Ama nükleer kirletmiyor. E, düzgün yaptığın, bakımını yaptığın sürece patlaması da mümkün değil. O zaman hangisini yapalım?

Sen şimdi hidroelektrik santrallerin zararsız olduğunu mu iddia ediyorsun?Doğayı, canlıları besleyen,delicesine akan su kaynağını bir boru içerisine sıkıştırıp,dağların yamaçlarından düşürerek enerji üretiyorsun ve videoda da değinildiği gibi çevreye sadece ''can suyu'' adın da çok cüzzi bir miktar su veriyorsun.Sadece hayvanlar da değil orada yaşayan köylülerin de hayatını mahvediyorsun.Peki bu nasıl zararsız olabilir?
 
SoE_Napoleon said:
Kastor55 said:
elektrik üretmek içi üç-dört yol var.
1- Termik santral. kendisi, kömür petrol doğalgaz vb. yakarak çalışır. çok  güzel duman salar. ortalığı kokutur.
2- hidroelektrik santral. kendisi, akarsuyun ortasına konulur. bir duvar ve duvarda pervane gibi çarklar vardır.  akan su çarkı döndürür ve elektrik elde edilir. zararsızdır ama bütün ihtiyacı karşılayamaz
3- rüzgar. çubuğa kocaman bir pervane asılır esen rüzgar pervaneyi döndürür ve elektrik üretir. zararsızdır ama ihtiyacı karşılayamaz.
4- nükleer santral- nükleer maddeler yakılarak yapılır. soğutma suyunun buharı hariç duman sırcdırmaz. patlamadığı sürece bir zararı yoktur. Zaten dünyada 100'lerde santral vardır ve çok az nükleer kaza yaşanmıştır.(yaşanan santraller eski santrallerdir) Ayrıca en çok enerji yatırımı güvenli nükleer enerji üretmek için yapılmaktadır.

Şimdi, elektriğin bir kısmını hidroelektrik ve rüzgarla karşıladık. eee? Açığı kapatmak için nükleer santral ve termik santral yapmak lazım. termik santral yapsan, havayı kirletiyor. Ama nükleer kirletmiyor. E, düzgün yaptığın, bakımını yaptığın sürece patlaması da mümkün değil. O zaman hangisini yapalım?

Sen şimdi hidroelektrik santrallerin zararsız olduğunu mu iddia ediyorsun?Doğayı, canlıları besleyen,delicesine akan su kaynağını bir boru içerisine sıkıştırıp,dağların yamaçlarından düşürerek enerji üretiyorsun ve videoda da değinildiği gibi çevreye sadece ''can suyu'' adın da çok cüzzi bir miktar su veriyorsun.Sadece hayvanlar da değil orada yaşayan köylülerin de hayatını mahvediyorsun.Peki bu nasıl zararsız olabilir?
O yaptığın yere göre değişir. Ben orda atık yaymamasından bahsettim.
 
Back
Top Bottom