Yıldızlardan Gelen Adam

Users who are viewing this thread

403c58a214bc84ec20c8a7f4c203cb46.jpg


"Sistem protokolleri reddedildi. Pilotun hayatta kalma ünite desteği aktif hale getirildi."
Sadece bir kişinin sığabileceği kokpitin içerisinde; soğuktan buzlaşmış ve saydamlığını çoktan yitirmiş olan camın arkasında neler olduğu gözükmüyordu. Sadece, gaz maskesinin içerisinden zorla nefes almaya çalışırken; gri tonlarının hakim olduğu kokpitinin kontrol paneline baktı.

Genel Kontrol Ünitesi - DEVREDIŞI
Merkezi İletişim Ünitesi - DEVREDIŞI

Simsiyah ekranın üzerine, yeşil harflerle yazılmış olan konsol yazıları haricinde; başka bir şeye ulaşamayacağını anlamıştı kokpitin içerisindeki adam. Oksijen ünitesine bağlı olan gaz maskesini sol eliyle çıkardıktan sonra; derin bir nefes aldı. Yolculuk yaptığı aracın, oksijen desteğinin bitmiş olduğu çoktan aklına gelmişti aslında ancak nasıl olduğunu anlamadığı bir kaza sonucu kısa bir bilinç kaybı yaşadığı için; yavaş yavaş kendisine gelebiliyordu.
Kokpitin emniyet mandalını kırıp, dışarı çıkmadan önce son bir kez kontrol paneline baktı ve aracının çalışan herhangi bir fonksiyonu olup olmadığını kontrol etmek için bir kaç düğmeye bastı. Bu esnada, burnunun içerisinde çatlamış olan kılcal damarların sızını hissetti, sonrasında da dudaklarına doğru akan kanın serinliğini...

[list type=decimal]
[*]Genel Kontrol Ünitesi - DEVREDIŞI
[*]Merkezi İletişim Ünitesi - DEVREDIŞI
[*]Yıldızlar Arası Rota Düzenleme Ünitesi - DEVREDIŞI
[*]İleri Düzey Gemi Akıl Ünitesi - KAYIP
[*]Sürücü Hayatta Kalma & Stabilize Ünitesi - DEVREDE - KALAN GÜÇ: %2
[*]Sürücü Kaşif Ünitesi ve Kiti - DEVREDE & KULLANIMA HAZIR
[/list]

-IDGA'nın son yerini tespit edebilir misin?

Boğazında birikmiş olan balgamdan dolayı boğuk çıkan sesinin ardından, kokpitinin koltuğuna istemeden de olsa bıraktı boğazındakileri. Pıhtılaşmış kan, mukus ile karışarak boğazından çıkarken; kokpitten çıkan ses ile bir irkilme yaşadı aracın pilotu.

IDGA Sahibinin Adı: Albys Arlik
IDGA'nın son bulunduğu kara parçası: Gezegen T-642, Lokasyonal Saptanan Yer W-1915, Bilinen Diğer Adıyla, Kalradya

-Kalradya hakkında bana kısa bir bilgi ver.

Dudaklarında arta kalan pıhtı kanı ve mukusu, başını sağ yana çevirerek tükürürken; kontrol panelinden herhangi bir ses gelmedi. Emniyet mandalını, sağ eliyle kavradıktan sonra Albys adındaki sürücü; sol eliyle de "Acil Durumlarda Kullanınız" yazan; dikdörtgen ve sönük bir turuncu ampulle aydınlatılmış bir düğmeye bastı.

Kokpitin mandalının kırılmasıyla; üst kapak bir anda yukarı doğru fırladı. Merkez menteşe ile birlikte, neredeyse doksan derecelik bir açıya gelen üst kapakta, metalik sert çıtırtılar duyulsa da; aygıtın kullanıcısı bunu çok umursamadı. Bu gemiyi tamir etmesi için; önünde çok uzun zaman vardı ancak kendi vatanına dönmesi için gereken süre; gezegen koşullarına göre belki de çoktan bitmişti. Derin bir soluk aldıktan sonra; yavaşça ayağa kalktı kokpitin içerisinde. Yapmaması gereken bir hamle olduğunu, dengesini kaybedip düştüğünde anlamıştı anca.

Sert bir şekilde, sırt üstü düşerken kokpitten; kurumuş toprak aniden içeri göçtü ve Albys'i daha da derine batırdı. Muhtemelen omuriliği zedelenmesiyle sonuçlanacak olan bu düşüşü, hala morfin etkisinde olması hafifletmiş olacak ki; sadece sırtının kürek kemiklerinde hissetti. Anladığı kadarıyla, sadece IDGA dediği cisim değil; kendi hafızasından da bazı parçalar kayıptı. Kızarmış yeşil gözleriyle, etrafı kolaçan ederken Albys, morarmış göz altı torbalarını hissetti. Muhtemelen sinüsleri, acil durumda kullanılmış olan protokolden kaynaklı ayıltıcı sıvının burnundan içeri dolmasıyla; vücudunun her yerine dağıtılmış sıvı, gitmemesi gereken bazı yerlere gitmişti.

Düşme sebebiyle iyice dağılmış olan, açık gri saçlarına bulaşmış olan çamurlu toprağı, ayağa kalkmadan önce silkeledi. Sonrasında iki eliyle destek alarak, yerinden doğrulan Albys, ayaklarını sürüye sürüye, "Keşif Kiti" adını taşıyan kutunun olduğu yere gitti aracının arkasındaki. İçerisinde, her kaşif gemisinde olması gereken uydu telsizi, titanyum ışın kılıcı(muhtemelen yıldız savaşlarından referans alınarak verilmiş bir isimdi), ilk yardım kiti ve bir ay yetecek kadar erzak yerine, tahmini olarak 775 ile 800 motor arasında randımanla çalışan bir el testeresi ve 6.5 x 50 milimlik, otuz mermi kapasitesine sahip, lityum polimer pille çalışan, eski nesil bir Gauss Makineli Tüfeği vardı. El testeresinin ve tüfeğin yedek bataryaları, aynı zamanda fazladan koyulmuş olan beş şarjör, ufak bir sırt çantasına alelacele sokuşturulmuştu.

Hızlı bir şekilde, tüfeğini alıp; güç güvenliğini aktif hale getirdikten sonra; el testeresini belindeki alet kemerine zincirledi Albys. Öncesinde boynunu, sonrasında sırtını sertçe kütürtetti. Kendisini, bir nebze de olsa hazır hissettikten sonra; son bir kez kokpite doğru yöneldi. "Bu sefer daha dikkatli bir şekilde" diye mırıldandıktan sonra; kontrol mekanizmasını on dakikalık uğraşla yerinden çıkardı. Kokpitten aşağıya indikten sonra, üstünde bulunan pilot giysisinin yelek kısmına sokuşturdu kontrol konsolunu.

Sonrasında gökyüzüne baktı ve öylece kaldı. Gözleri yavaşça kısıldıktan sonra, aklına gelen ilk soruyu sesli bir şekilde dile getirdi.

-Kuzey, hangi tarafta kalıyordu?

-Bu tarafta... Dedi genç bir kadın sesi.

Aniden silahının namlusunu, sesin olduğu yere doğrulttu Albys. "Kimsin sen?"

-Adım... Adım Ymira...
 
Last edited:
Öncelikle uzun sürenin ardından buralara dönüşün için bir 'hoşgeldin' diyorum Onat'ım, özlettin kendini...

Hikayeyi okudum ve güzel bir giriş olduğunu söyleyebilirim. Devamı için meraklandırmayı başardı beni. Umarım uzun soluklu bir şeyler görebiliriz senden.

Önemli Not; Yeter artık bırak şu Ymira sevdanı!  :lol:
 
Kızıl $aman said:
Öncelikle uzun sürenin ardından buralara dönüşün için bir 'hoşgeldin' diyorum Onat'ım, özlettin kendini...

Hikayeyi okudum ve güzel bir giriş olduğunu söyleyebilirim. Devamı için meraklandırmayı başardı beni. Umarım uzun soluklu bir şeyler görebiliriz senden.

Önemli Not; Yeter artık bırak şu Ymira sevdanı!  :lol:

Yazmayalı uzun zaman olmuştu üstat :grin: Bakalım, pasımı attıkça hikaye daha da açılacak
 
Dalgalı, hafif dağınık ve toz içerisinde kalmış olduğu için yıpranmış olan sarı saçları, hafif bir meltem ile sağa doğru hafifçe dalgalandı. Parlak mavi gözleri, ürkekçe karşısındaki adama bakarken; titreyen sol eliyle, kendisini korumak amaçlı taşıdığı bıçağını arkasında gizliyordu. Giysileri, muhtemelen ne zamandan beri yıkanmadığı için yavaş yavaş parçalanmaya başlamıştı.

Derin bir soluk aldı Albys ve yavaşça silahının namlusunu indirdi. Muhtemelen aracı, sert inişten dolayı vücudunda bir iç hasara sebep olmuştu ve bunu gösteren iyice kanlanmış olan gözleri bir anlığına kapansa da; Albys bilincinin gitmesine izin vermemişti. Vücudu, omuriliğinden başlayarak sert bir şekilde titredi. Sonrasında silahını, Ymira bir adım atmaya cesaret ettiğinde tekrar doğrulttu.

-O adımı, ileriye attığın anda; rahmini çelik mermiler ile doldururum.

"Çelik mermiler" kısmının pek de hayra alamet olmadığını anlamıştı ona gelen tehditten sonra Ymira. Göz bebekleri iyice küçülmüş, karşısındaki garip ve tek parça zırh giyen adamın tehdidini anladıktan sonra, arkasında tuttuğu bıçağı yavaşça elinden düşürdü. Vücuduna yayılan korku nedeniyle, karnına şiddetli bir ağrı girmiş, yavaş yavaş dizleri titretmeye başlamıştı.

-Lütfen... Lütfen bana zarar vermeyin.

Diyebildi sadece titrek bir ses tonuyla. Albys, her geçen saniye zayıfladığını hissettiği vücudunu ve bilincini, zorlayarak ayakta tutuyordu. İndiği gezegendeki insanların dilini, muhtemelen yanına aldığı konsol ile eş zamanlı çalışan çevirici sayesinde anlayıp konuşabiliyordu. Ve yüksek bir olasılıkla, şu anda onu en çok yoran şey oydu. Bilmediği bir dili, kendi vücuduna gömülmüş olan ve kendi vücudunun elektrotlarıyla çalışan bir makine parçasının dönüştürmesi... Ve bunun sonucunda, karşısındaki kişinin dediğini sadece robotik bir sesle duyuyor olması...

-Ben neredeyim?

Fazla zamanı yoktu yıldızlardan gelen adam Albys'ın. Eğer, şu anda kendinden geçerse; akıbetinin ne olacağı hakkında hiç bir fikre sahip değildi. Aracının bulunacağını elbette biliyordu ancak kimse ne bir yere götürebilirdi tonlarca ağırlıkta olan bu cihazı, ne de parçalayabilirdi. Kısacası, kendisi yakalanmadığı sürece herhangi bir sorun yoktu.

-Uskhuru yakınlarındayız. Kendisi bir sınır köyü... İsterseniz...

Kızın sözü yarıda kesildi bir anda. Albys, artık kontrol edemediği bacaklarından ötürü dizlerinin üstüne salıverdi kendisini. Kızın, bir anda kendisine koşarak geldiğini gördü bulanık görüşünde. Güç bela silahını doğrulttuktan sonra, tetiği çekti. Çınlayan kulaklarında, kızın sadece çığlığını çok uzak yerlerden gelen bir seslenme gibi duyuyor olsa da; kesinlikle birileri onların yanına gelecekti.

Son bir çabayla, yavaşça ayağa kalktı ve kıza doğru ilerledi. Ymira adındaki kız, belinin sol yanındaki yağ tabakasını delip geçmiş olmasından dolayı; ölümcül bir yara almamıştı ancak kan kaybının durdurulması gerekiyordu. Sırt üstü yere yatmış olan kıza, başının dönmesinden dolayı sallanarak geliyor olsa da; bu ona ikinci hamleyi yapamayacağı anlamına gelmiyordu. Öte yandan, potansiyel düşmanını zaten zayıflatmıştı. Eğer bıçağı yerden alıp; kendisine saplamaya çalışırsa; bir nebze de olsa ona karşı şansı artacaktı.

-Beni, oraya...

Sertçe yutkundu Albys. Cümleleri zorlanarak kurmaya başlamıştı. Sırtı, büyük bir acıyla yanarken; bulanık görüşünün üzerine bir de gözlerinden yaş gelmeye başlamıştı.

-Beni, oraya götür... Ymira.

Karşısındaki kişinin ilk başta ağladığını düşünse de; aslında meselenin daha karışık olduğunu anladı Ymira. Aklının almayacağı, fikrinin yetmeyeceği meselelere girmemeye ve yabancıyı, saklandığı köye götürmeye karar verdi. Başka birileri görmeden, her ne kadar onu yaralamış olsa da, onu saklamalıydı. Kendisi gibi, onun da bir şeylerden kaçtığını anlamıştı. Ve eğer, gökyüzünden geliyorsa, yıldızlardan gelen bir adam ise; belki de istemediği hayatından onu kaçırabilirdi bu kişi. En azından, ailesinin onu evlendireceği sapık, şişman ve aşağılık ancak parası olduğu için adam yerine koyulan o tüccardan daha iyi bir adam olacağını düşünüyordu yardım edeceği kişinin.

Yavaşça ayağa kalktı. Kendisine saplanan merminin acısını daha yeni yeni hissetmeye başlamıştı. Sonrasında sırtını yabancıya döndü Ymira ve yavaş adımlarla, bahsettiği köye doğru ilerlemeye başladı. Bir anlığına, korkudan yere düşürmüş olduğu bıçağını geriye dönüp, almayı geçirdi içinden ancak arkasındaki adamın, onu bu sefer öldürebileceği geldi aklına. Hangi akla hizmet, bu adama yardımcı oluyordu ki? Daha da önemlisi, kendisini hiç bilmediği bir silahla yaralamış olan bu adam, o tüccardan daha iyi nasıl olabilirdi? Sadece gökyüzünden düşen garip bir şeyin içerisinden çıkan bu adam, ki Tanrı veyahut kutsal bir varlık olmadığını kanadığı için anlamıştı, ya kendisine daha kötü şeyler yaparsa?

Sertçe yutkundu ve yürümeye devam etti ağır adımlarla. Arkasından gelen adamın ayak seslerini her ne kadar duyuyor olsa da; bir an önce köye varmayı ümit ediyordu. Şafak doğmadan önce uyanan çiftçileri görürse; belki onlar yardım edebilirdi Ymira'ya. Tabii eğer, uzaktan gelen nal sesleri olmamış olsaydı...

Albys, hızlıca nal seslerinin olduğu yöne çevirdi silahının namlusunu. Bulanık görüşüne rağmen, dört tane atlı seçebiliyordu gözünde. "Sık gitsin" diye mırıldandı dudaklarının arasından ancak mesafenin kapanmasını bekliyordu. Ve ilk iki saniye, mesafe kapanmaya başlayınca Ymira feryat edercesine bağırdı.

-Ne bekliyorsun? Durdur onları!

Muhtemelen bozkırda dolanan atlı bir kaç yağmacı kaçaktı onlara gelenler. Çekik gözleri ve kavruk tenleri, Ymira'nın "millet" dediği kimlikte onları Kergit yapıyordu. Ve yine Ymira'nın bildiklerine göre, bu insanlar atlarının hızıyla vurdukları kargı vuruşlarıyla düşmanlarını adeta kazığa oturtuyorlardı.

-Bizi öldürecekler! Lütfen durdur onları!

Ymira'nın bağırması ve boğuk sesine aldırmadı Albys. Atlıların biraz daha yaklaşmasını bekledi. Sabırla ve sakince...

-Yaratan aşkına! Lütfen bir şey yap!

Ve hızlıca dizlerinin üstüne çöktükten sonra, başını dizlerinin arasına alıp gözlerini kapadı. Ve sadece dua etti kulaklarını kapadıktan sonra sesli bir şekilde. Yakarışları, dudaklarının arasında sesli bir şekilde dökülürken; Albys silahını "otomatik atış" moduna getirdi ve tetiği çekti. Hedefe giren ilk mermi, kargısını eğen ilk adamın alnının ortasına saplanırken; ikinci ve üçüncü mermi ilk gelen atın gözlerine saplandı. Gözleri, gelen mermiler ile birlikte patlayan at, dengesini kaybedip yerde yuvarlanmaya başlamışken; kargılı binici atla birlikte aynı kaderi paylaştı. Ardından gelen ikinci atlı, dolunayın karanlığında düşen atlıyı son anda fark ettiği için, ona takılıp düştüğü anda; Albys tekrardan ateşledi silahını.

Üç merminin üçü de, haydutun adem elmasının altındaki boşluktan saplanarak içeri girerken; ağzından çıkan kanlar havaya saçılarak öncesinde Albys'in, sonrasında Ymira'nın üstüne bulaştı. Diğer iki Kergit, dizginlerini güç bela çekti atlarının ve gerisin geriye kaçmaya başladılar. Ymira, üstüne sıçramış olan kanı hissettikten sonra, yavaşça bakışlarını Albys'a çevirdi duasını yarıda kesip. Haydutların dört nala kaçtığını görürken; Albys'in bayılmadan önceki son bağrışmasını duydu:

-HİÇ BİR YER, HİÇ BİR ZAMAN, HİÇ BİR KİŞİ! TEK HAKİKATİNİZ ÖLÜM OLACAKTIR!
 
Sonunda rahat rahat yeni bölümü okudum!

Eğer yanlış bir çıkarım yapmadıysam bir süre için hikayede olayların yavaş yavaş işleneceğini anlıyorum bu bölümün temposundan, hatalıysam düzelt beni. Böyle hikayelere ayrı bir zaafım vardır benim. Olaylar gelişmeden önce ilmek ilmek işlenmesini, sonra bu ilmeklerin hızlı bir şekilde olaylar silsilesiyle çözülmesi aşırı çekici geliyor bana. Umarım seninkinde de böyle olur.  :roll:

Ana karakterimizi daha yeterince tanımadığım için bir şeyler diyemiyorum hakkında, aam seni tanıyorsam Albys'ı merkeze koyacak bir kurgun vardır çoktan arka planda.  :smile:

Ymira... Hadi o konuya hiç girmeyelim bile!  :lol: :lol:

"yavaş yavaş dizleri tutmaya başlamıştı."
"Kızın sözü yarıda kesildi onun bir anda."

Şu kısımları güzden geçirip düzeltirsen daha iyi olur. Arada dikkatinden kaçmış yazarken.

Onun dışında pek diyeceğim bir şey yok sanırım bu bölüm için. Kalemine sağlık, yeni bölümler için pusuda beklemekteyiz.  :grin:
 
Kızıl $aman said:
Sonunda rahat rahat yeni bölümü okudum!

Eğer yanlış bir çıkarım yapmadıysam bir süre için hikayede olayların yavaş yavaş işleneceğini anlıyorum bu bölümün temposundan, hatalıysam düzelt beni. Böyle hikayelere ayrı bir zaafım vardır benim. Olaylar gelişmeden önce ilmek ilmek işlenmesini, sonra bu ilmeklerin hızlı bir şekilde olaylar silsilesiyle çözülmesi aşırı çekici geliyor bana. Umarım seninkinde de böyle olur.  :roll:

Ana karakterimizi daha yeterince tanımadığım için bir şeyler diyemiyorum hakkında, aam seni tanıyorsam Albys'ı merkeze koyacak bir kurgun vardır çoktan arka planda.  :smile:

Ymira... Hadi o konuya hiç girmeyelim bile!  :lol: :lol:

"yavaş yavaş dizleri tutmaya başlamıştı."
"Kızın sözü yarıda kesildi onun bir anda."

Şu kısımları güzden geçirip düzeltirsen daha iyi olur. Arada dikkatinden kaçmış yazarken.

Onun dışında pek diyeceğim bir şey yok sanırım bu bölüm için. Kalemine sağlık, yeni bölümler için pusuda beklemekteyiz.  :grin:

Onları düzelttim hemen :grin:
Bi'dur ya! Ymira'nın orada olması batıyor mu  :twisted: :twisted:
 
Hızlıca köy istikametine koşturdu Ymira. Gözyaşları ve yarasından taşan kan, o koştukça artmaya devam ederken; titreyen çenesi, dişlerini birbirine çarptırıyordu. Minik dudaklarından çıkmak isteyen yardım çığlıklarını atacak cesareti kalmamıştı. Cesareti olsa bile, üşümeye başlamış olan bedeninin buna izin vereceğinden şüpheleri vardı. Yarayı kapatan elinin, tamamen kana bulandığını hissetse de; o yaraya bakarak sadece zaman kaybedeceğinin farkına vardı ilginç bir soğuk kanlılıkla... Adımları, kontrolsüz bir şekilde hızlanırken, dengesini kaybetti Ymira ve köyün girişine geldiğinde bir anda ayakları yerden kesildi ileriye doğru giderek. Muhtemelen bir taşa takılmıştı, veya çukura... Bir önemi yoktu şu saatten sonra, keza yüz üstü düştüğünde başını çarptığı zeminin düz bir kaya parçası olması sebebiyle bilincini kaybetmişti bile. Hafif bir çatlama sesi ve yarılan çenesi haricinde, başında kanayan bir iz yoktu ancak eğer kendisine geldiğinde; başındaki büyük şişliği, feci bir baş ağrısıyla fark edecekti. Bunun haricinde, yarayı tutan elinin üstüne düşmesi, en azından ev işlerini bir süre yapamayacağı ve savaşamayacağı anlamına geliyordu.

Bilincini kaybetmiş olan köylü kızı Ymira'nın, soluk alışverişi başını vurduğu taşın tozunu hafifçe kaldırırken; taşın üstünden kendisine istikamet yapmış olan karınca sürüsünün bir anlık dikkatini çekti genç yüzü. Bilinci olmayan karıncalar, saliseler içerisinde işlerinin başına döndüler yeni bir istikamet bulmak zorunda kalmadıkları için. Güneşin ilk ışıkları, henüz ufukta gözükmemiş olsa da; hava yavaşça aydınlanmaya başlıyordu. Alaca karanlığın son demlerinde, bilinci yerinde olmayan köylü kızı Ymira'nın elbisesinin yakasından, minik gri zincirli bir eldiven giyen el uzandı. "Lanet güvenlik eldivenleri..." diye mırıldanırken Ymira'yı yakasından kaldıran elin sahibi; yere tekrardan kanlı bir balgam attı ve kızın önce sağ kolunu, ardından sol kolunu tutarak onu sırtına aldı. Gözleri artık iyice kan çanağına dönen Albys, Ymira'yı köye doğru, yarı taşır yarı sürükler halde götürmeye başladı.

-Bir sağ... Bir sol... Bir sağ... Bir sol...

Adımları, üstündeki ekipmanlar ve güvenlik giysisi yüzünden iyice ağırlamıştı ancak bunları çıkarmaması gerektiği, aklının her bir noktasında tekrar tekrar yankılanıyordu. Yorgun bir şekilde, artık sönük olarak çıkarken kan kokan Albys'in nefesi, bir kaç on adım sonra varacağı köy için tekrardan düzeldi ve yavaş da olsa, istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam etti Yıldızlardan Gelen Adam. "Ben bu kızı neden taşıyorum?" sorusunu mırıldanmak istese de, enerjisini daha fazla harcayacağından ötürü dudaklarını gereksiz bir soru için oynatmaktan vazgeçti Albys ancak düşünce hala aklındaydı. Bir kaç adım sonrasındaysa, "Vicdanıma tüküreyim" tümcesi aklına geldi ancak dudaklarını oynatmamak konusunda ısrarcı ve emindi. "En azından, istikrarlı bir şekilde minik enerji harcamalarından tasarruf ediyorum." dedi dudaklarından dökülen ilk tümceyle ve dizlerinin üstüne düştü tekrardan.

-Yapma be... Halbuki ne güzel gidiyordum.

Ve yere sırt üstü uzandığında bir gülme tuttu Albys'i. Kısık da olsa, neşeli ve dobra çıkan gülmesiyle kapandı gözleri ve bir kaç dakika sürecek olan kahkaha krizine teslim oldu bedeni.

-Gereksiz... Gereksiz enerji harcamak...

Kahkahaları yavaşça şiddetlenmeye başlamışken; aynı tümceyi söylemeye devam ediyordu. "Gereksiz enerji harcamak..." Sağ eliyle başını tutarken, "gereksiz" kelimesine vurgu yapmaya başlamıştı. "Gereksiz enerji harcamak..." Ve kahkahaları şiddetlenirken; sol eliyle karnını tuttu ve tekrarladığı tümcenin her bir sözcüğünü, bağırarak son bir kez söyledi:

-GEREKSİZ! ENERJİ! HARCAMAK!

Ve ufuğa doğru baktı boş gözlerle. Tan vaktinin ilk ışıkları, Albys'in yüz hatlarını hafifçe okşarken; şoka girmiş olan bedeninin farkına vardı içten içe. Muhtemelen, birileri buraya gelecekti ve işte o zaman işlerin karışacağından adım gibi emin olmuştu artık. "Neden köye gidiyorum?" sorusunu kendisine defalarca sorarken; güç bela doğrulduğu anda, köy tarafından gelen birisi olduğunu fark etti. Kaçacak enerjisi şöyle bir kenara dursun, tüfeğini tutabilecek kadar enerjisi kalmamıştı. Uzaktan gelen adamı, zorla seçebiliyordu yorgun ve kanlanmış gözleri. Bir süre geçtikten sonra; bu gelen kişinin bir yardım eli olduğunu anlaması pek uzun sürmedi. Zira başının üstü kel, orta yaşlarda olduğu söylenebilecek, keşiş giyinimli bir adamın kötü niyeti(?) olmadığı belliydi.

-Yabancı... Ymira'ya ne oldu?

Ne söylemeliydi adama? Muhtemelen köylü kızı, gerçeği eninde sonunda anlatacaktı cahil bilgisiyle. Eğer kızdan önce kendisi anlatırsa? Anlatabilecek miydi ki bilinci yarı açık ve şoka girmiş halde. Adamın bakışlarında, bir gariplik ve korku sezinlenmişti. Orta çağa ait giysileri ve ekipmanları olmadığının bilhassa farkındaydı. Lakin yalan söyleyemeyecek kadar aciz durumda, hem de ne söylerse söylesin yalanın devamını getiremeyecek kadar da savunmasızdı. Yalvarmak, belki de şu anda opsiyonlardan birisiydi. Ya da, yarım yamalak bir şeyler söylese?

-Ben... Yıldızlardan geldim. Adım Albys.

Ve gözleri kapanırken, vücudunun öne doğru düştüğünü hissetti Albys. Önce dizleri değdi yere, ardından omuzları onu yere çekerken; iki elin onu sıkıca tuttuğunu ve yavaşça kaldırılmaya çalışıldığını hissetti. Dizleri, kısa süreli de olsa yerle bir kez daha bütünleşmiş olsa da; onu taşıyan iki elin yeterli olmayacağını biliyordu. Bir kaç el daha, Albys'in kaldırılması için destek olurken; başını güç bela kaldırdı ve gözleri kısık da olsa açıldı. Önde giden iki köy sakini, Ymira'yı kollarının altına girerek taşırken; bilincini kaybetmiş olan ikilinin ortasına keşiş giyinimli adam giriverdi.

-İkisini de aynı odaya koyun. Erkeğin giysilerinin çıkarılmasını istiyorum. Ebelerden birisini, Ymira'nın soyulması ve yarasının bakımı için uyandırın. Ayrıca, köyün biraz ilerisinde neden iki tane at cesedi var?! Birisi ihtiyarı uyandırsın, yaradan aşkına!

Adamın konuşmaları, Albys'in çınlayan kulaklarına boğuk bir şekilde gelse de; neler olamayacağını aşağı yukarı anlamıştı. Zırhının kilidini, sadece kendisi açabileceği için, bu durumda şanslıydı. Aynı zamanda, ekipmanlarının emniyet kilidi aktif halde olduğu için; eşyalarını da onlardan alamayacaklardı. Buna karşın, son bir söz söylemesi lazımdı.

-Jeremus! Peki bugün vergi toplamaya gelen muhafızlara ne diyelim?

Albys'in görüş açısında olmayan, genç bir erkek sesinden gelmişti bu soru. "Hayır..." diye mırıldandı Albys yarı sayıklar, yarı baygın bir şekilde.

-O buralardan değil evlat. Kalradyalı olmadığı da bariz... Belki de, Lord K-..

-Hayır!

Sert ancak güçsüz bir ses çıkarabildi Albys. Ve o anda, tüm köy sakinleri duraksadı. Albys, başını Jeremus'a doğru kaldırdığında; neredeyse tüm gücünün tekrardan toplandığını hissetti bir anlığına... Jeremus, stresten, yorgunluktan ve muhtemelen gaz lambasının sönük ışığında fazla çalışmış olması sebebiyle morarmış göz altlarını ovuşturdu önce. Sonrasında gözleri kısık, ondan daha yorgun olan Albys'in mesafesine doğru eğildi.

-Nedenmiş?

Özgürlüğünün elden gideceğini hisseden Albys, artık son direnişini yapıyordu köylülere karşı.

-Çünkü özgürlük... Ve bağımsızlık... Benim ruhum ve karakterimdir, Jeremus. Gerekirse... Beni öldür. Ama... Beni onlara verme.

Jeremus, vücudu titreyen ve burnunun deliklerinden kan akmaya başlamış olan Albys'a, şaşkınlıkla karışık korku dolu gözlerle bakakaldı. Ve Albys'in kan kusarak bayılmasından önceki son bağırışı, ömrünün sonuna kadar aklına kazınacaktı.

-Ben özgür yaşar, özgür ölürüm! Beni onlara verme!
 
Geldim, gördüm ve okudum!

Ben daha birkaç karalama bile yapamazken bölümleri bana nispet yapar gibi hızlı hızlı ve düzenli olarak yazman her ne kadar biraz sinir bozucu olsa da tekrar bu hızda yazabilmene gerçekten sevindim.  :grin:

Bu bölümde durgun geçti. Bölümü okurken Albys'in yakalanmaktan neden bu kadar korktuğunu anlayamadım açıkçası. Geçmişte yaşadıklarıyla bir ilgisi mi var acaba? Merak ettim bak, kafama takıldı burası.. Bu arada Jeremus reisi görmek de iyi oldu -Aslında kendi partimde olsa o kadar sevmem ama orası ayrı konu!- kısa süre için de olsa.

Son olarak;
Onatcan3 said:
Bi'dur ya! Ymira'nın orada olması batıyor mu  :twisted: :twisted:

Ymira'nın var olması bile bana batıyor ama neyse...  :roll: :roll:

Kalemine sağlık Onat'ım, yeni bölümleri bekliyoruz bakalım..  :smile:
 
Kızıl $aman said:
Geldim, gördüm ve okudum!

Ben daha birkaç karalama bile yapamazken bölümleri bana nispet yapar gibi hızlı hızlı ve düzenli olarak yazman her ne kadar biraz sinir bozucu olsa da tekrar bu hızda yazabilmene gerçekten sevindim.  :grin:

Bu bölümde durgun geçti. Bölümü okurken Albys'in yakalanmaktan neden bu kadar korktuğunu anlayamadım açıkçası. Geçmişte yaşadıklarıyla bir ilgisi mi var acaba? Merak ettim bak, kafama takıldı burası.. Bu arada Jeremus reisi görmek de iyi oldu -Aslında kendi partimde olsa o kadar sevmem ama orası ayrı konu!- kısa süre için de olsa.

Son olarak;
Onatcan3 said:
Bi'dur ya! Ymira'nın orada olması batıyor mu  :twisted: :twisted:

Ymira'nın var olması bile bana batıyor ama neyse...  :roll: :roll:

Kalemine sağlık Onat'ım, yeni bölümleri bekliyoruz bakalım..  :smile:

Bu kız sana ne yaptı diyeceğim, Alayen'in partizanı olduğunu hatırladık sanırım haha :grin:

Nadir Shah said:
Okumadım daha ama başarılar.
Teşekkürler dostum, yakın zamanda okuyup incelemen dileğiyle
 
Güneşin, tepeye varmasına yakın; Uskhuru’nun yakınlarında dört atın nal seslerini duymaya başladı yabani yemişleri toplamaya giden köy genç sakinlerinden bir kaçı. Sabah, Jeremus’un emriyle öncesinde haydutların cesetlerini, genişçe bir çukura attıktan sonra yakmışlar; ardından geriye kalanlarını toprakla örterek, köye hastalık gelmesini engellemişler, ya da gelmeyeceğini umarak, günlük rutinlerine geri dönmüşlerdi. Gençlerden, aralarında yaşça en küçük olanı, güneşten yanmış bembeyaz teninin acısıyla, gözleri hafifçe dolarak yemişlerini toplamaya devam ederken; yanındaki arkadaşlarından birisine başını çevirdi.


-Bu köye getirilen yabancı, Ymira Abla’ya ne yapmış? Biliyor musun?


Yaşına göre, aslında olgun bir kız sesine sahipti soruyu soran. Kızıl, kıvırcık saçları, yüzüne göre kalan oldukça ufak burnu ve elmacık kemiklerinin üstündeki çillerden dolayı; “Çilli Elma” denirdi bu kıza.


-Bilmiyorum ki. Çok garip bir adamdı zaten, fark etmedin mi?


Çilli Elma’nın arkadaşı, yabani yemişleri kucağına almış olduğu ufak hasır sepetine doldurmaya yavaşça devam ediyordu. Mevsimin bu zamanları, ya hiç olmamış meyveleri, ya da çürümüşleri ayıklamak oldukça önemliydi. Eğer Jeremus’un dedikleri doğruysa, ki hiçbir zaman yanılmamıştı sağlık konularında, yabani yemişler çürüdüklerinde insanı zehirler; olmamışlarıysa insanı, en iyi ihtimalle ishal ederdi. Köyün ihtiyarının da anlattığına göre, bu yemişler yüzünden kısır olan insanlar bile vardı zamanında.


-Fark ettim, fark etmesine de...


Çilli Elma, bir anlığına duraksadı ve mavi gözleri, yerde adım adım ilerleyen siyah bir böceğe daldı. “İnsan, merak ediyor işte.” Dudaklarından çıkan tümcelerin ardından, yanındaki arkadaşının sert bir öf çekmesi üzerine hemen işine odaklanmaya devam etti.





Bu esnada, yabani yemişleri toplayan gençlerin yanından geçen dört atlı, zırhların içerisinde köyün sınırına kadar gelmişti. En öndeki adamın zırhının üzerine bir bayrak geçirilmişti. Sanki yeni dikilmiş gibi olan bu sarı bayrağın üzerine işlenmiş olan siyah bir ayı vardı. “Zırhının bakımı ve cilası sürekli yapılyor olsa gerek; zincirli kısımları bile parlayan bu zırhı giyen bir gösteriş budalası soylu olabilirdi anca.” diye düşündü Jeremus ve yüzündeki tiksinme ifadesini gizlemeye çalışarak; yaklaşan atlıların yanına hızlıca ilerlemeye koyuldu. Öncesinde, Jeremus’un soylu olduğunu düşündüğü adamın arkasındaki üç adam, atlarından indiler ve en öndeki atlının çevresini sardılar. Sonrasında, soylu olan adam atından indikten sonra, koşan Jeremus’u fark eden korumalar bir anda soylunun önüne geçtiler.


-Dur orada!


Aralarında en irice olanı, kaskını açarak bunu söylediğinde; Jeremus aniden duraksadı. Korumanın yüzünün yarısı, bir savaş sonucu olsa gerek, eskiden parçalanmış ancak usta bir şekilde toparlanmış olduğu için; karizmatik bir yara olarak gözükmekteydi. Düzenli tıraş olmayı başarabilen birisi olsa gerekti, çünkü o yüzün bir yarısının sakal tutmayacağı oldukça belliydi.


-Tamam Aldur, bırak gelsin. Aradığımız onda...


Aldur’a alçak bir ses tonunda, bunları söyledikten sonra; iri yarı koruma sağ eliyle “gel” işareti yaptı Jeremus’a.


-Kontum.


Jeremus, dizlerinin üzerine çöküp selam verdikten sonra; ayağa kalkması için onay bekledi bir süre. Bu esnada kızıl sakallarını, sol eliyle okşamaya devam ederken; yukarıya bakmaya cesaret edemiyordu.


-Gece vakitlerinde, buraya bir yıldız kaymış diyorlar. Bunun hakkında ne biliyorsun, rahip?


Jeremus, yere bakmaya devam ederken; yavaşça yutkundu. Dişlerini sıktıktan sonra, sakince bir nefes verdi ve konuşmaya başladı.


-Köyün biraz ilerisinde, size doğru bir yıldız enkazı görmüş olmanız lazım Kontum.


Kızıl sakallarını okşamayı bırakan Kont, bakışlarını yerde dizlerinin üzerine çökmüş olan Jeremus’a dikti. Birkaç saniye sonrasında, sert bir tekmeyi Jeremus’un kafasına geçirdikten sonra; öfkeli gözlerle bayıltmış olduğu “aşağılık köylüye” bakmaya devam etti.


-Aldur, şu köpeği savaş kampına götüreceğiz. Akşam bana saygısızlık etmenin cezasını, askerlerine göstereceksin.


Aldur, başını sakince “olumlu” anlamında salladıktan sonra; “Şimdi adamı bağlayayım ister misiniz Kont Klais?” Klais, “evet evet” geçiştirmeleri ile köyün içerisine ilerlemeye başlarken; Aldur homurdanarak bayılmış olan Jeremus’u yavaşça omzuna aldı. Diğer iki koruma, Klais’in arkasından giderken; Aldur bayılmış olan Jeremus’u kendi atına attı ve eyerinin çantalarından birini açtı. Kısa, kenevirden yapılma halatlardan birisini çantasından aldıktan sonra; çantanın ağzını kapadı ve Jeremus’un ince ve çelimsiz olan bileklerini tek seferde bağladı. Burnunun ve sağ elmacık kemğinin arası yarılmış olan Jeremus’un yarasından kan damlaları akmaya devam ederken, Aldur adımlarını kontunun gittiği yere çevirdi ancak ilk iki adımda; arkasında genç bir kızın sesini duydu.


-Yıldızlardan Gelen Adam için mi geldiniz?


Aldur, hafifçe yutkundu ilk başta. “Yıldızlardan Gelen Adam... İlginç bir isim.” Sonrasında, başını çevirdiğinde; Çilli Elma’nın endişeli gözlerini ve duygularıanı saklamaya çalışan yüzünü gördü. Ya sesi, yaşına göre oldukça olgundu, ya da vücudu yaşına göre oldukça küçüktü bu kızın.


-Bu seni ilgilendirmez ufaklık.


Tekrardan arkasını döndüğünde Aldur, kızın tümcesiyle donakaldı.


-Silahlarını ondan ayıramadılar. Ve, sizi istemiyor.


Sağlam olan göz kapağı, sinirden seyirirken Aldur’un; hızlıca Çilli Elma’ya yüzünü döndü ve onun boyuna doğru indi.


-Eğer bir daha konuşursan ufaklık, benim olduğum herhangi bir yerde; şu atıma bindirmiş olduğum baygın adamdan daha beter bir hale sokarım seni. Beni anladın mı?


Çilli Elma, bakışlarını bir yanına çevirdiğinde, atın üzerine yüz üstü atılmış olan baygın Jeremus’u ve yüzünden akan ufak kan birikintisini gördükten sonra; başını sessizce “anladım” anlamında salladı. Ardından, elindeki sepetini yere düşürdükten sonra; koşarak köyün tersi istikhametine doğru kaçmaya başladı adamdan. Aldur, dişlerini gıcırdatıp kızın ukalağına söyleneceği anda; kızın aslında ne demek istediğini şimdi anlamıştı.


“Silahlarını ondan ayıramadılar.”


Bir kişiye üç kişi olsalar da; kontunun hayatı tehlikedeydi. Aniden arkasını döndüğünde; Klais’in, köy yaşlısıyla birlikte bir eve girmiş olduklarını gördü Aldur. Peşlerinden, hızlı bir şekilde koşmaya başladığındaysa; yetişemeyeceğini çoktan anlamıştı eve girerken dört kişi. Ve ardından, kapı kapatıldığında, aniden durdu Aldur. Bir anlığına ona bakınan köylülerin garip bakışlarını umursamadan; kapatılan kapıya ve eve öylece bakakaldı. Ve öylece bekledi birkaç dakika, evden onu tetikleyecek bir ses duymak için.


Karşısına çıkacak şey ise; açılan kapıdan fırlayan kontunun; adem elması parçalanıp sökülmüş cesedi ve elleri kanlı, öfkeyle parlayan gözleriyle, silahlarını kuşanmasına bile gerek kalmamış olan Albys’di.
 
Şimdi daha sakin bir kafayla okudum hikayeyi ve güzel olmuş diyorum. Ellerine sağlık.
Ama şu hikayeye bir +18 ibaresi, "Şiddet içerir" uyarısı falan mı koysak? Adamın adem elmasını koparmak nasıl bir psikopatlık seviyesidir! Ana karakter ne derece manyak acaba?

Ellerine sağlık Onat'ım, her zamanki gibi damakta güzel bir tat bırakan kısa bir bölümdü ama senin tarzına alıştık artık, o nedenle bir şey diyemiyoruz...
Bir sonraki bölümlerde görüşmek üzere, kalemine kuvvet!
 
Şimdi daha sakin bir kafayla okudum hikayeyi ve güzel olmuş diyorum. Ellerine sağlık.
Ama şu hikayeye bir +18 ibaresi, "Şiddet içerir" uyarısı falan mı koysak? Adamın adem elmasını koparmak nasıl bir psikopatlık seviyesidir! Ana karakter ne derece manyak acaba?

Ellerine sağlık Onat'ım, her zamanki gibi damakta güzel bir tat bırakan kısa bir bölümdü ama senin tarzına alıştık artık, o nedenle bir şey diyemiyoruz...
Bir sonraki bölümlerde görüşmek üzere, kalemine kuvvet!

Dur daha yeni başlıyorduk ya :grin: Cücüğündeki elmayı aldı diye böyle olacaksa; o zaman yandık be üstadım... 3:smile:

Bir sonraki bölümde aynı uzunlukta olur ama ağırdan almaya devam ederim ^-^
 
İnişten bir hafta sonra...

On yıla yakındır her türlü halta dayanmış olan tahta pencerenin, orta çağ teknolojisine göre oldukça iyi dayanmış olan çivisi nihayetinde dayanamayıp çöktüğünde; bir anda sert bir rüzgar han odasının içerisine doluşmuş ve keten perdeleri havaya kaldırmıştı. Albys, kazadan sonra kalan ufak tefek dış yaralarını, pislikten geçilmeyen camdan bakınadururken; tahta oda kapısı üç defa çalındı.

Narin eklemlerin yumuşak vuruşları...

-Gir, Ymira!

Öndeki yara izlerini izlemeyi bırakıp, yavaş ama oldukça sert çıkan sakallarına göz gezdirdi Albys. Güneşin tepeye gelmesine daha bir kaç saat vardı. Bu esnada içeri giren Ymira, öncesinde kırık pencereye, ardından hiç bir şey giyinmemiş olan Albys'in sırtına bakındı. Bakışlarını başka bir yere çevirirken, elinde taşımış olduğu tahta tepsiyi Albys'in yatağının üstüne bıraktı.

-Temiz kıyafet getirmemi ister misiniz?

Bir süre ikisi sessiz kaldı. İçeri giren rüzgar bu esnada kesilmiş. Uxkhal Şehrinin toplu pazar gününün başladığını haber eden insan topluluğunun sesleri duyulmaya başlamıştı. Ymira, bakışlarını dışarı çevirmişken; Albys arkası dönük bir biçimde konuştu.

-Kahvaltıda ne hazırlamışlar?

Ymira, kısa bir süre duraksadı. Hafifçe yutkundu ve sonrasında kurumuş dudaklarını içeriye doğru çekerek nemlendirdi.

-Zeytin, biraz koymuşlar. Kurutulmuş et, istediğiniz gibi bolca... Peynir var elbette ancak bu sefer ki, galiba sütün dibinden olan. Ekmek ise...

Albys sadece sağ elini hafifçe kaldırmakla yetindi. Ymira, yüzünde gergin bir ifadeyle geriye bir adım attı. "Ve-.. Biraz bira..."

-Tamam, Ymira. Üstünü çıkar.

Ymira'nın göz bebekleri büyüdü, bir anlığına yere bakındı. Bu kadar kısa saniye içerisinde, Albys ona doğru dönmüş ve ona doğru gelerek, nefesini onun nefesine kilitlemişti. Bacakları korkudan titrerken, karşısındaki adamın donuk bakışlarına bakınca; kilitlenip kalmıştı. Hafifçe yutkunmakla yetindi ve elini, elbisesinin üstüne doğru götürürken; Albys ondan önce davrandı. Ymira'nın üstündeki elbisenin yakasından öylesine sertçe çekti ki; geriye kalan kumaş yığını bir anda yere düşüp yığılırken; korkudan neredeyse bayılmak üzere olan kız, Albys'in elindeki kumaş parçasına bakıyordu.

-Lütfen...

Diye fısıldayabildi sadece ikisi de çıplak bedenleriyle karşı karşıya dururken. Ymira'nın gözleri hafifçe dolmaya başladığında, Albys yavaşça dizlerinin üstüne çöktü ve yatağın altında kalan, sakladığı o "kıyafetini" çıkardı. Hafifçe silkeledi ve Ymira'nın üstüne doğru yaklaştırdı. Kolu gergin olacak bir biçimde, bir adım geriye çekildiğinde gözlerini kıstı. Ymira, anlamsızca ve hala korkuyla Albys'a bakarken, sol gözünden bir damla yaş aktı. "Bana ne yapacaksın?"

-Bunu giymeni istiyorum.

Ymira, derin bir nefes aldı ve başıyla Albys'i onayladı. Bu esnada, hanın giriş kapısının sertçe açıldığı duyuldu tüm katlarda. Albys, dişlerini gıcırdattı ve Ymira'ya bir bakış attı. "Fazla zamanın yok. Sadece, içine gir." Albys'in bu sözleri üzerine, Ymira daha önce hiç giymediği bu kıyafete, bir çuvala sığmaya çalışırmış gibi sığmaya çalışırken; Albys yatağın altından kahverengi, sert ipekten yapılma bir çuval çıkardı ve içerisindekileri yatağın diğer tarafına döktü. Ekipmanları haricinde, kontrol tabletini eline aldıktan sonra Albys, Ymira'ya bir bakış attı ve tabletin ekranını açtı.

-Yeni kullanıcı protokolü...

Ymira, kıyafeti giyinmeye çalışırken; bir anda Albys'a bakış attı. "Bana mı seslendin?" tümcesinden sonra, tabletten beklenmedik robotik bir ses duyuldu.

Yeni kullanıcı sesi, onaylandı. Kıyafeti giyme işlemi başlıyor.

Ve bir anda, Ymira bilincini kaybedip yere düştüğünde; merdivenleri çoktan çıkmış olan üç muhafız, odanın kapısı önünde bekliyordu. Biri ortalama iki metre, diğerleri ise uzun boylu muhafıza yakın boylarıyla, odanın içerisindeki ikiliye bakınırken; Albys aniden Gauss tüfeğini aldı ve tetiğini çekti.

Tetiğin çekilmesiyle birlikte, en ortadaki uzun adamın zincir zırhını parçalayarak geçen ve arkasından çıkan çelik mermiler, arkadaki duvarın da içinden geçerken; diğer kalan iki muhafız kapının arkasındaki duvarlara saklandı. Ymira, yerde titremeye başlamış ve garip iniltilerle birlikte ağzı köpürürken; Albys önce sağdaki kapı kirişinin yanındaki duvara, sonrasında soldaki kapı kirişinin olduğu duvara ateş ederek geri kalan iki muhafızın da, en azından ağır yaraladığından emin olduktan sonra; silahı yatağın üstüne bıraktı ve tabletini yeniden eline aldı.

-Yeni kullanıcının kimliğini tanımla!

Hafıza kayıtlarına ulaşıldı. Eski kullanıcıyla nöral bağlantısı sağlansın mı?

Aşağıdan gelen daha kalabalık gürültülerin üzerine, Albys "Evet!" diye bağırabildi ve tableti yatağa fırlattı. Silahını tekrardan aldıktan sonra, Ymira'yı yakasından tutarak hızlıca odanın en köşesine doğru çekerken; hanın koridorlarından, Albys'in tahminine göre, en az on adamın ayak sesi geliyordu. Gözlerini kıstı bir süre Albys ve dudakları sessizce hareket etti.

-Yirmi beş, elli, yetmiş...

Nöral bağlantı sağlandı. Yeni kullanıcıyla bağlantı, başarılı...

Bir an Albys'in gözleri kapandı ve dengesini kaybetti. Sol elini hızlıca yere yasladığında; sağ eliyle tüfeği hala kapıya doğrutluyordu Albys. Ve bir anda, az önce ağzından köpükler çıkarak bilincini yitirmiş olan Ymira'dan insan üstü bir reaksiyon geldi. Hızlıca ayağa kalktı ve pencereye doğru bakındıktan sonra Ymira, hızlıca kapının yanındaki yatağa doğru koşup; tableti ve kesiciyi aldı. Ardından, pencerenin kenarına doğru geldiğinde; Albys'a bakındı.

-Tek kaçış yolumuz bu, çatışmaya kalkma.

Tableti, kıyafetin içerisindeki haznesine koyduktan sonra, boştaki elini Albys'a uzattı. Tam o esnada, içeri giren muhafızlardan birisi, ateşlenmeye hazır olan arbaletini Ymira'ya doğrulttu ve tetiği çekti. Arbaletin oku, Ymira'ya ulaşamadan; Albys'in ateşlediği onlarca mermiye maruz kalırken; bakışları ikilide olan muhafız şaşkınca geriye doğru adımladı. Albys, hızlıca ayaklanıp Ymira'nın elini tuttu ve ona doğru bakıp gülümsedi. Ymira, kendisinden emin bir şekilde gülümsediğinde, hızlıca pencereden dışarı doğru atladı. Aşağı düşeceği esnada, Albys'dan destek alan Ymira; kesiciyi topraktan yapılma duvara sertçe sapladı. Albys, elindeki elektrik odaklı çalışan tüfekle gelen muhafızları savuşturmaktan vazgeçip; Ymira'nın ardından atladı. Bir eli, Ymira'nın elini sıkı sıkıya tutarken; Ymira kesicinin motorunu ters yöne doğru çalıştırdı ve ikisi, aşağı inmeye başladı. Bu esnada diğer iki muhafız, pencereden ikiliye bakakalırken; pazar alışverişine başlamış olan Uxkhal Halkı sakinleri, garip giyinimli bir kıza ve çırılçıplak kalmış olan bir erkeğin poposuna bakıyordu.

-Demek bu yüzden bir haftadır benimle doğru düzgün konuşmuyordun.

Ymira, alaycı bir ses tonunda yukarıda onları izleyen muhafızlara bakarak konuşmuşken; Albys aşağı inen muhafız kalabalığına ateş ederek karşılık verdi.

-Demek sen de baba evinden evlenmemek için kaçtın.

Ymira, yüzünde sinsi bir gülümsemeyle kendisini izleyen muhafızlara bakmaya devam ederken; bir an aşağıya bakındı. İkili, bir kaç saniye sonra, yerde yatan altı muhafızın olduğu ceset yığıntısının arasından geçerken; ortalıkta çil yavrusu gibi kaçışan halkın arasında birbirilerini kaybetmemeye çalışıyorlardı.

-Bu kadar kısa sürede, senin hakkında çok şey bilmek beni pek mutlu etmedi.

Ymira'nın bu sözünden önce, karşılarından gelen ağır zırhlı ve devasa bir halbert taşıyan bir çavuşun kafasını, geri kalan son mermileriyle parçalayan Albys, başını sağa sola sallayarak; "Birincisi, duygularımız karşılıklı... İkincisi, her şeyin şu anda karman çorman olması normal." Hem önlerinden, hem arkalarından muhafızlar gelirken; birbirilerine mesafe olarak yaklaşan ikili, hızlıca bir ara sokağa saptı.

...

-Bulun o ikisini! Hemen!

Ara sokakta kısa bir süre ilerledikten sonra, Ymira'nın sonradan gelen gözlem kabiliyetleriyle gördüğü bir yığınağa, kucak kucağa saklanmıştı ikili. Muhafızlar, çevreyi araştırırken; Ymira fısıldayarak lafa girdi.

-IDGA'nın düştüğü yerin tehlikeli olduğunun farkındasın, değil mi?

Albys, çok ince bir aralıktan geçen muhafızlara bakınırken, kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Biliyorum, ancak sen de neden, neyden ve hangi amaçla kaçtığımı biliyorsun." Ymira, Albys'e daha yakın bir şekilde gülümserken, alt dudağını ısırdı bir anda. "Niye bilmiyorum ama şu anda fazlasıyla neşeli hissediyorum." Dişleri birbirine çarpmaya başlamışken Ymira'nın, Albys bir anda sol eliyle çenesine bastırdı Ymira'nın.

-Sakin kalmaya bak. Nöral paylaşım sebebiyle giysin, hormonlarınla oynuyor. Biraz garip bir his olacak, dayanmaya bak.

Ymira, yüzünde bir gülümsemeyle Albys'a bakarken; boşta olan eliyle bir anda Albys'in hayalarını tuttu.

-Ymira, dur!

Albys, Ymira'nın çenesini yavaşça bıraktı ancak karşısındaki kişinin, onu bu konuda rahat bırakmaya niyeti yoktu.

-Albys... Ben hiç iyi değilim. Lütfen...

Muhafızlar, ara sokağın çıkmaz sonundan geriye dönüp, çevre tarafları aramaya başladığında; Albys bir anda sırtını açık alana dönecek şekilde Ymira'ya sarıldı. "Geliyorlar, lütfen sessiz ol."

Muhafızlar, çevreyi aramaya devam ederken; Ymira'nın nefes alış verişleri iyice hızlanmıştı. Baldırlarını iyice birbirine doğru sıkıştırırken; gözlerini sertçe yumdu ve sertçe yutkunduktan sonra, güçlükle sessiz kalmaya çalışarak konuştu.

-Etkilenmiyorsun.
Bir anda duraksadı ve tekrar yutkundu. "Bunu anlamıyorum." Ymira'nın nefes alışverişleri iyice hızlandı ve Albys'in gözlerinin içine bakındı. "Nasıl oluyor? Nasıl?" Albys sakin bir şekilde, muhafızlar geçmeye devam ederken, Ymira'ya bakındı. "Kişinin aldığı bilgi ne olursa olsun, karakteri bozulmamalı... Bozulamaz."
 
Upuzun bir aradan sonra buralarda olduğunu görmek güzeldi Onat'ım. Kaleminden çıkan bir şeyleri okumak her zamanki gibi büyük zevk verdi. Zihnine sağlık gerçekten. Hana iyi ki de dönmüşsün! :grin:

Bu arada anladık, Ymira sevdalısısın! İnadına gözüme sokmak için yapıyorsun şunu değil mi! :lol:
 
Back
Top Bottom