Geroia Kıtası: Yıkımın Kıyısında (1. Kitap, 2. Bölüm Yayınlandı)

Users who are viewing this thread

Merhabalar dostlar, kendi başıma karaladığım birkaç hikaye vardı. Onlardan birini burada paylaşmayı istedim, anladığım kadarıyla hikayelere ilgi duyan öyle büyük bir kitle yok. Fakat yine de birkaç kişi bile yakalasam benim için hoş olur. Birçok fantezi evreninden etkilenerek yazdığımı söylemek istiyorum öncelikle. Yani Orta Dünya, Westeros gibi evrenlerdeki olaylardan esinlendiğim konular olacaktır, bunu dikkate alarak okursanız sevinirim.  Ara ara oluşturmaya çalıştığım evren hakkında da bilgiler vereceğim, zaten Warband'de ismi geçen Geroia kıtası üzerinden bir evren yaratmaya çalıştım. İyi okumalar diliyorum. Eleştirilerinizi aşağıya bırakırsanız sevinirim.

Bölüm 1 - "Zor Kararlar"

"... ejdarha ulu Kral Bewun'un ordusunu neredeyse yok etmişti, yanık et kokusu tüm ovaya yayılmıştı. Dağların tepesinden vuran ışık, kararmış bedenlerin üzerine vuruyordu. Çok geçmeden ejderha gökyüzünde bir kez daha belirdi, Bewun ordusuna en cesur ifadesi ile seslendi, "Şimdi benimle, kralınızla ölmeye hazır mısınız?..." 


Lord Aldemar dışarıdan gelen sesle irkildi ve kitabı okumayı bıraktı. Çocukların yanından ayrılıp, kalenin büyük salonundan hızlı adımlarla dışarıya doğru yöneldi. Siyah kürkü, uzun saçları ile hemen dikkat çeken bir görünümü olan Aldemar "Onurlu" lakabını sonuna kadar hak eden bir adamdı. Kalenin meydanına inerken en yakın adamı Garebold hemen onun yanına geldi.  Kararlı ve sadık bir adam olan Garebold, hayatını Aldemar'a adamıştı. Çok geçmeden söze girdi, "Lordum, Kral Rodrik sizi başkente bekli.." Garebold sözünü bitiremeden karanlıklar içinden birkaç insan silueti belirdi. Bu gelenler büyük Lord Faramund ve adamlarından başkaları değildi. Krallığın en eski lordlarından olan Faramund, çok büyük bir nüfuza sahipti. Söyledikleri neredeyse Kral Rodrik'le eşdeğerdi. Bu denli önemli bir adamın gece vakti, Poinsbruk Kalesi'nde ne işi olabilirdi..  Faramund kollarını açarak Aldemar'a yöneldi ve samimi bir biçimde sarıldı "Eski dostum Aldemar, uzun zaman oldu ha.. Şimdi bu yaşlı Lord gecenin bu saatinde neden buraya kadar geldi diye düşünüyorsundur..." Aldemar hafifçe bir tebessüm ile, "Sizin gibi bir Lord'u kalemde ağırlamak şereftir, umarım güzel haberlerle gelmişsinizdir Lordum." Aldemar sözlerini bitirdikten sonra, Faramund bir süre sessiz kaldı. Lord Aldemar, eliyle onu içeriye davet ettikten sonra, birlikte büyük salona geçtiler. Salonda sürekli yanan bir şömine, duvarda asılı hanedan kılıcı, birkaç masa ve sandalye, raflarda bulunan üç beş eski kitaptan başka bir şey yoktu. İkili yerlerine oturduktan sonra Faramund söze girdi, "İyi haberler getirdim demek isterdim Aldemar, fakat işler pek yolunda değil. Kral Rodrik beni apar topar buraya yolladı. Beni buraya yolladı çünkü, yeni bir sefer hazırlığı içerisinde.. Ne kadar dil döksem de beni dinlemedi Aldemar, neden dinlemediği çok belli ya, o zehir dilli yardımcısı Raban, Kralımızın aklını karıştırıyor. Bu deli saçması fikirleri beynine hep o soktu." Lord Aldemar, elini çenesine götürdü ve bir süre çenesini kaşıdı. "Yeni bir sefer için ordumuzun hazır olmadığı çok açık, ne benim kişisel ordularım ne de krallık orduları bu seferi kaldıramaz Lordum biliyorsunuz. Falcon'larla yaptığımız savaşın üzerinden daha 10 yıl bile geçmedi." Faramund ellerini iki yana açtı ve şarabından büyükçe bir yudum aldı. Kollarıyla ağzının kenarında kalan şarabı sildikten sonra, "Ehh, akıllı adamsın Aldemar ama kralın buyruğu bu yönde.. Eee seni ilgilendiren kısıma geleyim, Rodrik orduların başında seni görmek istiyor. Ne de olsa tek bir savaş dahi kaybetmedin ha?" Faramund gürültülü bir şekilde kahkaha attıktan sonra konuşmaya devam etti; "Yarın gün ağarırken Rane'e yola çıkacağız, şimdiden hazırlansan iyi edersin Lordum, görev beklemez." Yüzündeki hayal kırıklığını gizlemeyen Aldemar, istemese de görevi kabullenmek durumundaydı. "Peki sefer nereye düzenlenecek?" diye seslendi Aldemar, Faramund o sırada daha önce gösterilen odasına doğru yöneliyordu. Sadece omuzlarını silkti ve yürümeye devam etti. Aldemar Lordu selamlayıp, odasıma çıktı eşi Elrich'e durumu izah ettikten sonra en büyük oğlu Brennus'un yanına gitti.


Brennus oldukça cesur ve kanı kaynayan bir gençti. 14 yaşını daha yeni doldurmuş olmasına rağmen kılıç kullanmakta ustalaşmış, üstatlardan aldığı dersler sayesinde birçok kadim dili bile öğrenmişti. Aldemar onu bizzat Poinsbruk'un varisi olarak yetiştiriyordu. Brennus babasını fark edince hemen ayağa kalktı, Aldemar yaptığı bir el işaretiyle oturmasını istedi. Derin bir nefes aldıktan sonra, o da Brennus'un yanına oturdu ve elini omzuna koydu. "Bak Brenn, uzun bir yolculuğa çıkacağım ne zaman geri dönerim hatta nereye gidiyorum onu bile bilmiyorum. Ama Kral'ın emri bu yönde, ve unutma hanemiz her zaman Kralına sadık kalmıştır. Yokluğumda Poinsbruk Kalesi'nin yönetimi sende olacak, unutma iyi bir lider her zaman danışmanlarından yardım alır. Üstat Trun her zaman destekçin olacak. Bana bağlı olan lortlar mutlaka buraya gelecektir, isteklerini iyi dinle mantıklı kararlar ver. Ama unutma onların Büyük Lord'u sensin, otoriteni sarsmak isteyenlere de fırsat verme. Sana güveniyorum." Brennus başını aşağı yukarı sallayarak babasını dinliyor, hiçbir şekilde lafını kesmiyordu. Babası konuşmasını bitirince ayağa kalktı. "Senin gibi onurlu bir adamın oğlu olmak beni her zaman şereflendirmiştir baba, umuyorum yüzünü kara çıkarmayacağım. Lordlarım ve halkımı sen gelene kadar en iyi şekilde idare edeceğime söz veriyorum." sözünü bitirdikten sonra Aldemar'da yavaşça ayağa kalktı ve oğluna sarıldı..


Ertesi sabah günün ilk ışıklarında Faramund ve Aldemar peşlerindeki adamlarıyla birlikte başkent Rane'e doğru yola çıktı. Aldemar'ın aklını kemiren onlarca şüphe, sadakatine yenik düşmüştü...


"Şahin'in Öfkesinden Korkun'muş.. Peh, bıraksınlar bu saçmalıkları artık. Eski günleri çoktan bitti hala farkına varmadılarsa biz farkına varmalarını sağlarız." Bağırışlarıyla sarayı inleten Kral Valdis'ti. Fierds Krallığının Kralı olan Valdis, Falconlar'ın kıtadaki ilk destekçisi olmuştu. Oldukça ikiyüzlü, içten pazarlıklı bir adamdı. Yaşı 45 üzerinde olmasına rağmen çok daha genç gösteriyordu. Öfkesi ise kimsenin kazanmak istemeyeceği türdendi. Ancak çabuk sinirlenmesiyle meşhur Valdis'in sadık danışmanı Hereward onu sakinleştirmeyi iyi biliyordu. "Kralımızın öfkesini anlıyorum fakat mevcut durumda en sıkı müttefikimiz Falcon'lar. Bazı talepleri fazla gelebilir ama bunları göz ardı etmeliyiz. Demem o ki güzel prensesimiz, Kral Steffon ile evlenebilir. Böylece onları daha rahat kontrol edebiliriz efendim." Valdis bir süre sakalını sıvazladıktan sonra, adama döndü. "Steffon 50 yaşında be adam, benim kızım daha 16 yaşını yeni doldurdu.. Ama haklısın *kahkaha atarak* bu bir şeyi değiştirmez. Hemen sıkı müttefikimize haber yollayalım da düğün hazırlıklarını başlatalım."


Yaklaşık 300 yıl önce kıtanın güneybatısındaki Dremlin Limanında başlayan akınlarla tüm Geroia'yı sallayan ve yıllarca hükmeden Falcon Hanedanı artık eski gücünden uzaktı. Büyük İmparatorlar çağı onlar için kapanmıştı, bunlar üzerine bir de eski krallıkların bağımsızlık hareketleri eklenince topraklarını ve hakimiyet alanlarını hızla kaybettiler. Katil Kral olarak anılan Duncan'ın kardeşi Steffon tarafından öldürülmesiyle işler biraz da olsun yoluna girmiş gibi gözüküyordu. Bereketli toprakları sayesinde tüm krallıkları kendisine mahkum edebilecek bir güçleri vardı. Steffon bunu iyi kullanıyordu. Ayrıca. Fierds Kralı olan Valdis'le kurmayı umduğu sıkı ittifak sayesinde eski gücüne kavuşmak istiyordu. Kurnaz Kral Steffon, Valdis'in kızıyla evlenmek için talepte bulunmuştu, çok geçmeden bu talebe olumlu yanıt geldi. Oysa Steffon daha önce 3 kez daha evlenmiş ama eşleri bir erkek çocuk bile verememişti. Tahta bırakacağı varis ve sıkı bir ittifak onun için paha biçilemez olacaktı. Steffon, Kral Muhafızı Baron Godric'i çağırttı. Godric içeriye girdiğinde Kral arkası dönük bir biçimde sarayın penceresinden dışarıya bakıyordu, kral hiç tenezzül bile etmeden lafa girdi, "Başkent Tramar'ın gördüğü en büyük düğün olmasını istiyorum. Her yere haber salın, tüm sahte krallar şehrime gelsin, gelecekteki imparatorlarını selamlasın.. Çok geçmeden hepsi bana bağlanacak zaten, isteseler de istemeseler de.." Kral soğuk ses tonuyla bir süre daha konuştu. Baron Godric emirleri yerine getirmek için saraydan ayrıldı.

Steffon'ın gerçekten şeytanı bir planı mı vardı.. Bunu anlamak çok zordu, en yakınlarına bile sırlarını söylemeyen bir adamın neler düşündüğünü kestirmek neredeyse imkansızdı. Kral Valdis ise gelin alayını çoktan yollamıştı...

Bölüm 2 - "Gümüş Hançer"

https://forums.taleworlds.com/index.php/topic,384118.msg9114985.html#msg9114985
 
Bölüm 2 - "Gümüş Hançer"

Aldemar ve Faramund, Rane'in güney kapısına ulaştıklarında güneş batı dağları üzerinden kaybolmaya başlıyordu. Yol boyunca pek konuşmadan ilerlemişlerdi. Kapının önünde bir süre bekledikten sonra muhafızların emriyle kapı büyük bir gürültü ile açıldı. Kapıda onları, Kral Rodrik'in danışmanı Raban ve küçük bir heyet karşıladı. Raban ince bir vücut yapısına sahip, uzun boylu, saçları oldukça seyrekleşmiş 40lı yaşlarında biriydi. 2 sene önce şüpheli bir biçimde ölen Danro'nun yerine danışman olarak geçmişti. Aslında bu olayların sorumlusu olarak görülüyor ve bu yüzden krallığın üst düzey lordları tarafından pek sevilmiyordu. Aldemar ise onunla daha önce tanışmamıştı.


Aldemar kapıdan geçtikten birkaç metre sonra atından indi, bir süre etrafa bakındı. "Buraya son geldiğimde Mithranir Muharabesini kazanmış bir komutandım, bunun üzeriden neredeyse 5 sene geçti. Çok değişmemiş." hafifçe tebessüm etti ve Raban'a doğru döndü. Bu sırada Raban Faramund'u yok sayarak doğruca Aldemar'a doğru yöneldi ve Aldemar'dan önce söze girdi. İnce ses tonuyla, belirli belirsiz göz kırpmalarıyla enteresan bir tipti. "Sizi tekrar başkentte görmek büyük mutluluk Lord Aldemar.. Ya da artık mareşal mı demeliyim?.. Sizinle daha önce tanışma fırsatımız olmamıştı, ben Kuzey'in Kralı, İnsanların tek ve doğru hükümdarı Ulu Rodrik'in baş danışmanı Raban." Aldemar, adamın hareketlerinden tiksinti duymuştu fakat nezaketini bozmak istemedi. Hafif bir gülümseme ile kendisine uzatılan eli sıktı. Ardından Faramund'a döndü, o hala atından inmemişti. "Lordum, atınızdan inmediniz?" Faramund bir süre Raban'a ters ters baktıktan sonra atını hafifçe kapıya doğru döndürdü, ardından kafasını omuz hizasından Aldemar'a doğru çevirdi. "Yoldaşlığımız buraya kadardı Aldemar, en azından şimdilik.. Burada kendimi rahat hissetmiyorum, özellikle Danro öldüğünden beri." derin bir nefes aldıktan sonra sözlerine devam etti. "Kralımıza saygılarımı ilet Lordum.. Kendine dikkat etmeyi de ihmal etme." Faramund yüksek bir sesle atını harekete geçirdikten sonra adamları ile birlikte şehirden ayrılıp kendi kalesine doğru sürdü. "Yaşlı ve huysuz bir adam.. Eski dostlarını, ah pardon ölmüş dostlarını bu kadar anması da bundan. Neyse ki bu durumu tartışmayacak kadar meşgul adamlarız artık. Lütfen saraya kadar bana eşlik edin Lordum." Aldemar, tam sert bir cevap verecekti ki, bir anlığına duraksadı ve bundan vazgeçti. Raban'la birlikte Kral Rodrik'in sarayına doğru yürümeye başladılar.


Tramar Şehri

Güneşin yeryüzünü kavurduğu saatlerde, tüccar görünümlü bir grup Tramar şehrine giriş yapıyordu. Aslında bunda şaşılacak bir durum yoktu, günde yüzlerce kişinin uğradığı, etkinlikle dolup taşan bir şehirdi Tramar. Hele şimdi de Kral Steffon'un evleneceği haberi tüm kıtaya yayılınca, bu fırsatı kaçırmak istemeyen onlarca tüccar mallarını göstermek için şehre akın ediyordu. Ancak bu tüccar kafilesi diğerlerinden oldukça farklıydı, dikkat çekmeden en yakın hana doğru yöneldiler. Han kapısına geldiklerinde yalnızca 2 kişi kalmışlardı, diğerleri şehrin kalabalığı içinde karıştılar. Han konumu itibariyle devamlı olarak kalabalık ve yoğundu. Şehre giren çıkan herkes neler olup bittiğini öğrenmek için hana uğrardı. Gizemli kişiler köşedeki yerlerden birine geçtiler. Kafalarındaki kapüşonları ve gri kıyafetleri ile oldukça esrarengiz gözüküyorlardı. Masalarına oturduktan sonra, hancıdan iki tane güney şarabı istediler. Önce daha iri olan adam kapüşonu açtı, boynuna doğru gelen uzun saçları, kirli sakalı ve gözünün altından 5-6 santim aşağıya doğru inen bir yara izi vardı. Diğer adam ise daha ona gör daha cılızdı ayrıca daha genç gösteriyordu, uzun saçlarını toplamış ve bir topuz haline getirmişti. Çok geçmeden konuşmaya  başladılar, cılız olan sessizce söze girdi. "Hala neden davet edildiğimiz bir yere gizlice girdiğimizi anlamadım Arnor, istesen seni kapıda karşılarlardı. Ayrıca şehrin her yerinde kara zırhlı muhafızlar var, açıkçası onlara yem olmak istemem." Arnor, Ramon’a doğru dönüp gülümsedi, soğuk bir ses tonuyla; "Ne o Ramon, korkmuş gibi bir halin var.. O hantal herifleri rahatlıkla avlayacağını biliyorum. O yüzden dert etmene gerek yok. Diğer soruna gelince, dediğin gibi daha rahat koşullar altında bu lanet şehre gelebilirdim. Ama bunu istemedim, hem o şekilde gelmiş olsam pek bir şey öğrenemezdim. Buraya sadece kıytırık bir düğünü izlemek için  gelmediğimi biliyorsun." Bu keskin bakışlı adam "Gümüş Hançer" lakaplı Lijaria Prensi Arnor'dan başkası değildi. Falcon Krallığından ölesiye nefret ediyordu, yüzyıllar önce Falconlar tarafından köle edilen atalarının intikamını istiyordu. Fakat hala bağımsızlıklarını alamamışlardı, Falcon Krallığına sadık olan Kumamilar'a bağlı bir Prenslik olarak yaşıyorlardı. Şaraplarını hızlıca içtikten sonra masaya birkaç dinar bıraktılar ve oradan hızlıca ayrıldılar. Amaçları çevreyi dolaşıp işe yarar bilgiler toplamaktı.


Baron Godric hızlı adımlarla saraya giriş yaptı. Merdivenlerden ikişer ikişer çıkıp Kral Steffon'ın odasının önüne geldi. Steffon o sırada terzilerle düğünde giyeceği kıyafetlerin hazırlığı içerisindeydi. Terzi ve diğer görevlileri odadan çıkarttıktan sonra Baron Godric'i içeri çağırttı. Godric, sıfırdan en tepeye çıkmış bir adamdı iri cüssesine rağmen asla hantal biri değildi. Son 3  Falcon kralına hizmet etmiş sadık bir savaşçıydı. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen hala iyi durumdaydı. Bazı rivayetlere göre onun sırtını yere getirebilen tek bir savaşçı dahi yoktu. Godric, kralı selamladıktan sonra söze girdi; "Majesteleri, düğün hazırlıkları neredeyse tamam. Emrettiğiniz üzere tüm krallıklara haber yollandı. Birçoğu bizzat katılacaklarını söyledi.. Ee Kuzeyliler hariç." Steffon sinir bozucu bir kahkaha patlattı; "O kuzeyli barbarların şehrimi kirletmemeleri isabet olur. Yakında bizzat ben onlara uğrarım zaten o yüzden benim için bir sıkıntı yok Baş Muhafız Godric. Turnuva hazırlıkları ne alemde?" Başını olumlu yönde salladıktan sonra Godric sözü aldı; "Efendim, hazırlıklar tamamlandı, her zamanki gibi sizin için dövüşmeye hazı.." Godric sözünü tamamlayamadan Steffon araya girdi. Sağ işaret parmağını sallayarak birkaç adım attı. "Bu kez değil Godric, şu ana kadar iyi iş çıkardın ama bu sefer farklı bir adayım var." Godric lafa atılmak istedi ancak Steffon izin vermedi. "Kralına karşı gelmeyeceksin herhalde ha?" Godric derin bir şekilde yutkundu ve Steffon'ı onayladı. "Peki kim olduğunu sorabilir miyim majesteleri?" Steffon arkasını döndü, hafifçe gülümesedi. "Çok yakında öğreneceksin Godric"..


Bu sırada şehrin meydanına yüksek bir at kişnemesi sesi duyuldu, simsiyah bir at dört nala koşuyordu. Atın üstünde baştan aşağı zırhlı devasa cüsseli bir adam vardı. Adeta insanların üstünden sürerek hızla saraya doğru ilerledi. Bir müddet sürdükten sonra sarayın önünde durdu atını şaha kaldırdı. Atından atladıktan sonra, ellerinin yardımıyla kafasındaki miğferi çıkardı. Mimiksiz bir yüzü vardı, kısa saçlara sahipti, yüzünün çeşitli yerlerinde ve kafasında yara izleri mevcuttu. Girdiği hiçbir mücadeleyi kaybetmeyen, Konrad "Ölümcül Hayvan" Oldrick'ti bu. Zalimliği dört bir yana yayılmış, Steffon'ın hükümdarlığında nüfuzunu daha da arttırmış ve Hornburg kalesinin yönetimini eline almıştı. Homurdanarak merdivenleri çıkmaya başladı. O sırada saraydan çıkan Godric'le karşılaştılar. Konrad soğuk ve korkutucu bir ses tonuyla; "Vaay kimleri görüyorum yaşlı muhafız Godric. Duyduğuma göre turnuvaya çıkamıyormuşsun." Godric istifini bozmadan sakin bir şekilde cevap verdi; "Anladığım kadarıyla benim yerime çıkacaksın, bol şans Konrad. Unutma oradaki rakiplerin köylerini bastığın yaşlı köylüler veya kadınlar gibi olmayacak." Konrad bu cevap üzerine öfkelendi, Godric'e doğru iyice yaklaştı; "Rakiplerimin kafasını dağıttıktan sonra, belki son bir dövüşe daha çıkarım ha.. Sen ve ben, ne dersin?" Godric cevap vermeden yürümeye devam etti. Konrad son olarak onun arkasından seslendi; "Bu arada yaşlı köylüler ve kadınların yalvarışlarını izlemekte çok keyifliydi yaşlı muhafız.. İstediğin zaman empati kurmanı sağlayabilirim." Godric duraksadı, elini kılıcına götürdü fakat devamında vazgeçti. Konrad aynı hışımla saraya girdi ve Steffon'ın huzuruna çıktı.


Yaklaşık iki gün sonra Godric ve askerleri düğün alayını karşılamaya gittiler. Güzelliğiyle nam salmış Prenses Anabella, istemediği bir adamla evlenmek durumunda kalmıştı. Oysa ki uğruna can verebilecek onlarca genç Geroia'lı vardı. Çok geçmeden düğün alayı şehre giriş yaptı, adeta bir şenlik havası vardı. Saray önüne gelindiğinde Prenses'i müstakbel eşi Steffon karşıladı. Prenses utangaç bir tavırla Kral'ı selamladıktan sonra koluna girdi. Birlikte sarayın etrafını dolaşmaya ve sohbet etmeye başladılar. Prensesin yanından nedimeleri ve onlarca hizmetçisi de vardı. Bir süre yürüdüler Steffon onu Fallin Bahçelerine getirdi. Kıtanın her yerinden getirilen bitkiler ve çiçeklerden kurulmuş muhteşem bir bahçeydi. Ayrıca tüm şehri görebiliyordu. "Bak prensesim, ilerideki arenayı görüyor musun? Yarın ikimizin şerefine orada büyük bir turnuva düzenletiyorum. Bizim için can verecek onlarca katılımcı olacak." Steffon keyifli keyifli insanların ölecek olmasından bahsediyordu, Anabella ondan iğreniyor olsa da bir saray kadını olduğunun farkındaydı. "Uğrumuza birilerinin ölmesine gerek yok Kralım, fakat sizin isteğiniz, buradaki herkes için bir emirdir sanıyorum." Steffon pek umursamadan prensesi geçiştirdi. Bir süre daha konuştuktan sonra, saraya geri döndüler. Düğün için yalnızca 3 günleri vardı.


Rane Şehri

"Efendim, bu sefer için gerekli hazırlıklarımızı yapmamız aylar sürebilir. Çok büyük ve yıpratıcı bir savaştan daha yeni çıktık. Ayrıca kış yanında kıtlıkta getirdi. O yüzden bu seferi yararımıza görmediğimi belirtmek istiyorum." Rodrik sağa sola hızlı adımlarla yürüyordu, uzun sarı saçları ve sakalı, iri vücudu ile usta bir savaşçı görünümüne sahipti. "Ordumuzun başına geçirdiğim, birlikte Falconlar'ı kestiğim silah arkadaşıma bak.. Bir grup Wais'liden mi korkuyor. Bak Aldemar, seni buraya boşuna çağırtmadım. Öyle ya da böyle bu sefer olacak, senle veya sensiz.. İstersen şimdi burayı terk et, ama bir daha geri dönme fikrini aklından bile geçirme. Emrim kesin ve nettir, bu savaş olacak. Kuzey Denizinin tamamına hakim olma zamanı geldi de geçiyor. Şu Falcon kırıntılarını ortadan kaldıracağız." Aldemar, Rodrik'i onaylamak zorunda kaldı. "Anladım Kralım, size sadık olacağıma dair yemin ettim, babamda sizin babanıza aynı yemini etmişti. Ama izin verin savaş planlamasını bizzat yapayım Wais'ler sayıca az olsa da güçlü duvarları olan kalelere sahipler. Kuşatma araçları ve ordunun ikmali için bana süre lazım." Rodrik duraksadı; "Ordunun komutanı sensin, hazırlıkları tamamlaman için 2 haftan var. Şimdi işe koyulabilirsin." Aldemar kralı selamladıktan sonra hızla salondan ayrıldı ve hemen ordugah kurulmasını emretti. Orada komutanları belirleyecek ve savaş stratejisini oluşturacaktı.


Tramar Şehri - Turnuva Günü

Büyük turnuva günü sonunda gelmişti. Kral, prenses ve kıtanın her yerinden gelen lordlar arenadaki yerlerini aldılar. Her krallıktan ve haneden birer elit şövalye dövüşmek için katılmıştı. Savaşçılar tek tek tanıtılmaya başlandı, ismi her söylenen meydana çıkıp kralı ve prensesi selamlıyordu. İnsanlar her duyurulan savaşçının adını haykırıyor ve onları dövüşmeye yüreklendiriyordu. Çığırtkan artık son iki kişiyi duyuracaktı. Elindeki uzun kağıttan okumaya başladı; "Güneyin tozlu coğrafyasından, Lijaria'lı mızrak ve hançer ustası Arnor Gümüşhançer..." çığırtkan ismi duyurduktan sonra bazı yuhalamalar duyuldu. Lijaria'lı bir prens burada çok hoş karşılanmazdı, hele ki dövüşecekse. Steffon adı duyar duymaz ayağa fırladı, o sırada Prens Arnor ağır adımlarla Kralı'ın önüne geldi ve onu selamladı. Prenses'in gözleri ise fal taşı gibi olmuştu. Daha önce gördüğü hiçbir erkeğe benzemiyordu. Steffon nefret dolu gözlerle Arnor'a baktıktan sonra yerine geçti. Ve çığırtkan son olarak kralın şampiyonu Konrad'ı tanıttı. Aslında yine benzer bir tepki oluşmuştu izleyenler arasında bir taraf uğultu çıkartırken diğer tarafta onun ismini haykırarak destek oluyordu. Konrad hiç istifini bozmadan ilerledi ve kralını selamladı. Her katılımcı favori silahını seçebiliyordu. Konrad uzun kılıcını tercih etmişti, Arnor ise usta olduğu mızrak ve gümüş hançerini tercih etti. Eşleşmeler belli olduktan sonra kral ve prenses yani müstakbel kraliçe ayağa kalktı. Onların akabinde tüm lordlar ve izleyenlerde ayağa kalktılar. Kral önce prensese baktı ve ona alkışlaması yönünde işaret yaptı. Onun el hareketiyle birlikte tüm şampiyonlar hazır ola geçti. Kral'in el çırpması ile birlikte artık dövüşler başlıyordu.


Beklenildiği üzere ilk turlarda Konrad acımasız bir biçimde dövüşüyordu, rakibini yere düşürdüğü anda onu öldürme hakkı vardı. Yalnızca finalde bu emri sadece kral verebiliyordu. Konrad hiçbir rakibine merhamet etmiyor, kiminin kafasını kılıcıyla kesiyor, kimini elleriyle bizzat boğuyordu. Ortalık adeta kan gölüne dönmüştü, seyirciler bu katliamdan zevk alıyorlar daha fazlasını istiyorlardı. Arnor'da rakipleri karşısında çok zorlanmıyordu, ancak Konrad'dan farklı olarak onların canlarını bağışlıyordu. Arnor rakiplerini her devirdiğinde Kral'a ve prensese bakıyordu. Prenses ise o her kazandığında ayrı bir mutlu oluyordu. Steffon bu durumu fark etmişti, attığı bir bakışla bunu Annabella'ya hissettirdi.


Uzun süren kapışmalardan sonra sona yalnızca iki kişi kalmıştı. Konrad ve Arnor.. Aslında beklenen de buydu. İki ünlü savaşçı karşı karşıya gelecekti. Kral'ın işaretiyle bir kez daha ikili ortaya geldi ve kralı selamladı. Son dövüş için her şey hazırdı. Konrad küfürler saçarak Arnor'a bağırıyordu; "Kelleni kopardığımda alacağım hazzı sana anlatamam güneyli.. Son anlarını yaşadığının farkında ol." Arnor kendisin hiç bozmuyor, Konrad'a sakin ve birazda küstahça cevaplar veriyordu. "Kendinden bu kadar emin olma Konrad, ben öldürdüğün çocuklar gibi değilim." Konrad bu sözlerin üzerine öfkeli bir biçimde saldırıya geçti, uzun kılıcını sanki bir bıçakmışcasına rahat kullanıyordu. Kılıcını sertçe Arnor'un üzerine doğru indirdi, Arnor son anda kenara çekilerek darbeden kurtuldu. Ani bir şekilde karşı atağa geçti, çok seri hareket ediyordu. Mızrağının tersiyle Konrad'ın kafasına vurdu ve miğferini yer düşürdü. "Ah keşke bunu yapmasaydım, o kokuşmuş yüzünü görmek istemezdim." Konrad sinirli bir biçimde kılıcını salladı, "Bu gördüğün son yüz olacak Arnor.. Son yüz olacak." Arnor kılıç darbesini bu kez mızrağı sayesinde engelledi, sol eliyle kınından çıkardığı gümüş hançerle Konrad'ın bacağını kesti. Konrad acı bir çığlık atsa da yerinden bile kımıldamamıştı. Arnor işi bitirmek için acele ediyordu, mızrağını yere batırıp onun yardımıyla Konrad'ın yüzüne sert bir tekme atmak istedi. Ancak Konrad onu bacaklarından yakalayıp fırlatmayı başardı. Tam kılıcı göğsüne batıracakken, Arnor yine kıvraklığıyla kurtulmayı başardı. Kral Steffon yerine duramıyordu, bir Lijaria prensinin ölümünü izlemek ona büyük bir haz verecekti. Dövüş son derece çetin geçiyordu iki tarafta yorulmak bilmiyor ve birbirlerini öldürecek bir fırsatı kolluyordu. Arnor, Konrad'ın göğsüne iki hançer darbesi daha vurdu, ancak kalın zırhı bu darbelerin şiddetini azaltıyordu. İşte o an bir şey oldu, Konrad sendeledi, Arnor ise bu fırsatı kaçırmayıp Konrad'ın ayağına sert bir tekme vurdu, bu sayede onu yere düşürmeyi başarmıştı tam mızrağıyla göğsüne bastıracakken Konrad mızrağı ucundan yakaladı. Arnor'un gözleri fal taşı gibi açılmıştı bu kadar seri olmasını beklemiyordu. Yerdeki boğuşma sürüyordu onu pes ettirip ölüm hakkını isteyecekti ancak Konrad pes etmeyi aklından bile geçirmiyordu. Mızrağı sadece sol eliyle tutuyordu, sağ elini yardımıyla Arnoru ayağından çekti ve yere düşürdü. Mızrağı ondan birkaç adım öteye fırlamıştı.. Konrad hemen ayağa kalkıp kılıcını Arnor'un boğazına dayadı. Artık her şey bitmişti, Prenses dehşet içinde kalmıştı. Konrad zafer çığlıkları atıyordu, bir müddet sonra Kral Steffon'a döndü. "Kralım emir verin bu güneylinin kellesini alayım." Steffon ayağa kalktı, herkesin gözü ondaydı. Vereceği tek bir emirle Arnor'un kellesi gidecekti...
 
Back
Top Bottom