İHTİLAL VE SONRASI 2: Karşı Saldırı Final Bölümü Yayında!(Ufak bir soru...)

Sizce öykümün bir oyun modu olmalı mı?

  • Olmalı

    Votes: 16 69.6%
  • Olmamalı

    Votes: 7 30.4%

  • Total voters
    23

Users who are viewing this thread

-Efendim, bana şimdi anlatacak mısınız?
dedi Erdrill merakla.
Walden, çevresine bakındı. Şimdi ufak bir çadır içerisindeydiler. Şimdilik güvenliydi ama eğer sırrı duyulursa hainler tarafından, Kalradya onların savaş alanı olacaktı.
-Kimseye söylemeyeceğine dair, yeminini istiyorum!
Erdrill, Walden'in bu cümlesine afallamıştı ama sonra durumunun ne kadar ciddi olduğunu anladı.
-Annemin üstüne...
-Hayır Erdrill, ailenden birinin yada ailenin üzerine değil, Kalradya'nın üzerine yemin et.
İşte şimdi gerçekten afallamıştı Erdrill. Neydi şimdi bu, eğer ağzından kaçırırsa "şu büyük sırrı" Kalradya ateşler içinde mi kalacaktı?
-Hayır efendim, önemsiz bir kaç söz için Kalradya'nın üzerine yemin edemem.
Walden, bu sözün üzerine hafif bir tebessüm ile:
-Gerçek bir vatanseversin...
dedi. Erdrill, bir anda çaktı tüm olanları.
Walden, sınamıştı onu. Cidden güvenebileceği bir adam arıyordu ki; eğer bir Kalradyalı vatanını böyle bir şey için tehlikeye atmazsa güvenilir biridir.
-Pekala Erdrill, sana şu mevzuyu açıklayacağım -dedi Walden ve sessizce anlatmaya başladı- normalde Alveden biz ankaların vatanıdır. Başka bir deyiş ile sizin arafatınız bizim yaşama alanımız. Zamanında bir çok klan vardı. Ankalar gördüğün gibi buna bir örnek, başka bir klan ise akreplerdir ki bunu sana daha sonra açıklayacağım.
Bizim klanımızda, dünyadaki ankalardan biri liderlik yaparsa -bir imparator olmak zorunda değil, bir insan olsa bile yeter- diğer liderleri tetikler. Bu klan içi bir durum değildir, bir soy kavgasıdır. Şimdi Mirim Sprechque'de bunun peşinde! Beni öldürmeye çalışacak...
Sözde Konstantinapolis'e beni kurtarmaya gidecekler ama yanılıyor anka olmayan ademoğulları...
Mirim'in amacı beni öldürmek, normalde o benim himayem altında olmalıydı ama isyan hakkını kullandı.
Eğer demin anlattığımdan yola çıkarsan, isyan hakkının da bundan önce bir kavram olduğunu göreceksin.
Aklının karıştığını biliyorum, bu yüzden isyan kavramını şöyle açıklayayım sana...
Benim soyumu bir kurt sürüsü olarak hayal et. Ben de bu kurt sürüsünün lideriyim.
Mirim -ki bu sadece teori- dişi kurtlar için bana isyan çıkarttı ve benimle savaşmaya başladı.
Eğer şimdi ki durum ile ilişkilendirirsen, herşeyi rahatça anlayabileceksin.
Erdrill bir süre Walden'in söylediği söyledi sözleri düşündü, aklında birleştirdi olanları. Ve sonra birden parladı:
-Onu hemen öldürmemiz lazım!
-Erdrill, bu o kadar kolay değil.
-Peki planınız nedir?
-Bilmiyorum...
-Efendim, İbdeles'te eski bir kaç tüccar dostum...
-Erdrill, yardım etmek istiyorsan, benim yanımda savaş sadece. Bağlantılarını kullanma...
Walden, Erdrill ile bunu konuşurken, birinin sesini duydular:
-Lead'im...
Walden tebessüm ile cevap verdi:
-Beni bulduğuna sevindim, Nuglo...
* * * * * *
Hakim, oturduğu yerden Ahmerrad'a baktı. Kurak toprakları nedendir bilinmez sevmezdi, babası gibi... Bu yüzden Shariz başkentti. Çorak topraklardan uzaktı, adeta cehennemin içinde cennetti.
Bunları düşünürken kulağına bir ses geldi. Kulağa hoş geliyordu ama gıylıyordu adeta.
Oturduğu tahttan kalktı ve yavaş yavaş balkona yürüdü. Her ihtimale karşı şemsirini aldı. Kendisinin sonunu, Sancar'ın gibi olsun istemiyordu.
Ki haklıydı böyle düşünmesi için.
Bir saldırı geldi balkona çıktığında.
Suikastçının yüzünü görmemişti, bir sarıkla sarılmıştı.
Şemsiri hızla suikastçiye savurdu ama suikastçi cevabını verdi.
Sol omzuna bir hançer sapladı hızla...
Ama Hakim bundan etkilenmeyerek suikastçinin kellesini uçurdu hızla.
-Hançer zehirliydi...
Kimindi bu ses?
-Kimsin?
dedi korkuyla Hakim.
Ve gene gıylama sesi... Notalar birbirini tamamlarken, Hakim'in tüyleri diken diken olmuştu.
-Senin kurtarıcınım...
-O hançer, beni öldürecek mi?
-Kızıl Akrep Zehri ama telaş etme... Benim görevim hiçbir zaman başarısızlık ile sonlanmaz.
O sırada hançerin olduğu yerden, kana bulaşmış zehir aktı.
Zehrin rengi sarıydı, ten renginizin attığı zaman ki gibi...
Hakim yavaş yavaş hançeri çıkarırken, karşısındaki güzeller güzeli bir kadın çıktı karşısına...
Elinde bir keman vardı, sarı saçları dalgalanırken kemanı gene çalmaya başladı.
Aynı müzik...
Tüyleri ürperten o ses...
Ve şimdi bir erkek sesi de eşlik ediyordu. Bir assolist gibi...
-Allah aşkına, neler oluyor?
diyebildi hakim.
-Kıyamet yaklaşıyor, genç savaşçı! Savaşta kan belimize gelecek, kafaların üzerinde yürüyeceğiz... Bebekleri, kadınları çiğneyeceğiz... Kimseye acımayacak Mirim! Artık bir taraf seç Hakim, kendi içimizdeki savaş başlayacak! Ve sen, bu savaşta kimi seçeceksin?
Ve bir anda seste kayboldu?
Bir rüya mıydı bu?
İçeri giren Arwa, bunun bir rüya olmadığını resmediyordu.
Yerde yatan suikastçıyı gördüğünde bütün sarayda şu ses yankılandı:
-MUHAFIZLAR! 
 
-Sakin ol Erdrill, ona güvenebilirsin...
dedi Walden sakin bir edayla.
Erdrill, kılıcını kınına geri koyarken tereddütle, Walden'in yanındaki Nuglo'ya baktı. Kazıtılmış saçları ve hafif yanık teni, ona pek güven vermiyordu. Nedendir bilinmez, bir süre sonra onun yüzünden kıyametler kopacakmış gibi geldi ona.
Nuglo:
-Lead'im, Mirim Konstatinapolis'e gitmeye hazırlanıyor ama Tarbov yakınlarına yaklaşık altı yüz adam gönderdi.
dedi tedirgin bir edayla.
O sırada Erdrill, parlayan bir şey gördü. Grimsi...
Bu şey...
Bir hançerdi, Nuglo'nun bileğine sakladığı...
"Bir mekanizma kurmayı becerememiş." diye düşündü Erdrill. Keza eğer kan sızan parmakları görmemiş olsaydı...
O sırada Nuglo, atik bir hareket ile hançeri çıkardı ve Walden'a saplamaya çalıştı ama...
Herşey saniyesinde gerçekleşti.
Erdrill önce elini, ardından da boynunu kesti Nuglo'nun.
Walden şaşkınlıklar içerisinde Erdrill'e bakıyordu şimdi.
-Sizi öldürmeye...
-Biliyorum Erdrill ama neden olduğunu anlayamıyorum.
-Belki de Mirim...
-Sanmam, özel teşkilat sadece bana bağlıdır.
Erdrill afallamıştı:
-Özel, teşkilat mı?
Walden gözlerini kısarak:
-Herşeyi merak etmek zorunda mısın?
dedi tehditkar bir ses tonuyla.
Erdrill boynunu eğdi mecburiyetten. Ardından:
-Şimdi ne yapacağız?
dedi Erdrill.
-Şimdi ne mi yapacağız?
-Ha... E...
-Saçmalamaya başladın... Sen sadece bana bir sarık bul.
Erdrill hızla çadırdan çıktı. O sırada Walden, bağdaş kurdu ve gözlerini kapadı. Ardından engin zihnini Kalradya'nın diğer ucuna götürdü.
-Yuseid, Yuseid!
* * * * * *
O sırada Yuseid'in kulaklarında tanıdık bir ses yankılandı:
-Yuseid, Yuseid...
Yuseid, çaktırmadan Walden ile konuşmaya başladı:
-Nihayet!
-Kusura bakma...
-Yazdığın mektup için de sağol... Sevgilim ile sevişirken, beni izlemek güzel miydi?
-Dalga geçme! Sadece göz ucuyla baktım.
-Sen ve kibrin..!
-Kes artık, durumlar ciddi...
-Evet, burada da...
-Bak, şu anda nerede olduğumu tahmin edemezsin.
-Kons...
-Tarbov maalesef...
-Yapılmamış şehir mi?
-Tam üstüne bastın!
-Ama senin orada ne işin var?
-Gemim karaya vurdu? Hemde Konstantinapolis'i tam görmüşken...
-Yok artık!
-Var artık canım arkadaşım benim.
-Bu arada, bizim oraya da Hidalgolar geldi.
-...
Walden, artık susmuştu.
-Orada mısın?
Ama hala yanıt yoktu.
O sırada biri dürttü onu.
-Hadi ama Yuseid, adamın cesedi çıktı.
Yuseid kendisini hızla sarstı, sevgilisi Ventus'a baktı. Üzeindeki savaş tacı ve dar deri giysisi onu sanki günaha çağrıyordu. Onunla değil cehenneme, şeytanın dibine bile gidebilirdi. "Çıkar beni şu lanet topraktan..." cümlelerini duydu cılız bir sesten.
Yuseid hızla topraktaki adamı çekti.
Ama afallayarak tekrar düşürdü adamı yere...
-Ne o? Gerçekte beni görünce şaşırdın mı?
Alev alev yanan saçları, bembeyaz teni ve elmas kırmızısı gözleri... Bu oydu, ona her şeyi anlatan ve öğreten kişi...
Karşısında Aegean vardı... 
 
Quid esse?
Bellator non putandum est pigmentarii?
Sit proditores, heroes facere?
Quid pugnaverunt?
Contra quem?
Est contra pauperes,
Est publicae?
Bellum, quid faciemus?
Pro Women?
Pecuniam?
Honorare?
Vel in patria?
Si patriam servavit?
Quidam sevmeliydik?
Debet qui sunt vobis?
Aliquando ego Lorem fecit in arma?
Flavum-flavae, angelica ora, hyacintho oculos, ...
Bezan evaporating mare ...
Vaegir mollit populus
Angelus?
Aliter dicitur nobilis ignoto
Ducens ad omnino endear revelando
In tarts faciam?
Est quia populus augeret fama
Vel amoris?
Quid mutare lacrimis?
Quid anseres a desk tamquam?
Sunt rosa rubra, vel hyacintho fuco?
Quid scribere eos?
Ego huius Waffles
Aut ego ratus, non somnia?
A phoenix volucres
Quid equitare in hac vita non fuerit?
Probabiliter a sempi
Sed non quod homines non intelligunt
Nos similes vobis potestatem sevdalısıyız
Mulieres in arma, volumus pecuniam in tunicas ...
Tu autem quid verum sit, frater
Comes, amicus ...
Veritas, credentes
Ipse corpori tuo arbitrio spiritum ...
(Nedir olmamız gereken?
Savaşçı mı olmalıydık, yoksa bir tüccar mı?
Hainlerden mi olmalıydık, kahramanlardan mı?
Niçin savaşmalıydık?
Kime karşı savaşmalıydık?
Fakirlere karşı mı,
Halkın yanında mı?
Savaşımızı niçin yapmalıydık?
Kadın için mi?
Para için mi?
Namus için mi?
Vatan için mi yoksa?
Vatan bekçisi mi olmalıydık?
Kimi sevmeliydik?
Kiminle olmalıydık?
Kimi kollarıma almalıydım?
O sarı saçlı, melek yüzlü, mavi gözleriyle...
Bezan denizini buharlaştıran...
Vaegir insanlarını yumuşatan
Meleğimi mi?
Yoksa o soylu denen meçhul
Dekoltesini tamamen beğendirmek için açan
Orospular mı benim olmalı?
Sırf ün mü insanı güçlendiren
Yoksa sevgi mi?
Gözyaşlarımla neyi değiştirebilirim?
Neden bir çalışma masası kuzguna benzer?
Gülleri kırmızıya mı, yoksa maviye mi boyamalı?
Neden yazıyorum bunları?
Saçmalıyor muyum bunları yazarken
Yoksa düşündüklerim, olmayan hayallerim mi?
Bir zümrüdüanka uçan kuşuna
Binmek için neler verilmezdi bu hayatta?
Bir ölümsüzüm belki
Ama ölümlüleri anlayamadığım anlamına gelmez
Bizler, sizler gibi güç sevdalısıyız
Kadınları kucağımızda, paraları cebimizde isteriz...
Ama hakikat nedir bilir misin kardeşim
Yoldaşım, arkadaşım...
Gerçek hakikat, inanmaktır
Kendine, kendi vücuduna, iradene, ruhuna...)
Walden Sprechque
 
Yemin ediyorum bir an o soruların arasından "Babam bu kadar güzel pasta yapmayı nerden öğrendi?" diyen bir kız fırlayacak sandım.  :lol: :lol:

Şaka bir yana, gerçekten güzel olmuş, kalemine, klavyene sağlık. Helal olsun.  :grin:
 
Kızıl $aman said:
Yemin ediyorum bir an o soruların arasından "Babam bu kadar güzel pasta yapmayı nerden öğrendi?" diyen bir kız fırlayacak sandım.  :lol: :lol:

Şaka bir yana, gerçekten güzel olmuş, kalemine, klavyene sağlık. Helal olsun.  :grin:
Asıl senin bu esprine sağlık Şamanım... Akşam akşam güldürdün beni.
Teşekkürler, beğenmene sevindim.
 
Hakim, hızla sarayın merdivenlerinden indi ve koşmaya başladı. Arkasında Arwa vardı. Suikastçının kim olduğunu bilmiyordu ama kimlerden olduğunu tahmin edebiliyordu Hakim.
Hızla sapaklardan birine girdi, ardından karşısına harabe olmuş evler çıktı. Evler, en büyük ve en çok tahrip olmuş evin çevresinde dal kavuk olmuşçasına çevrelenmişlerdi.
Hakim gözlerini kıstı ve bir süre durakladı. Shariz'de olanları hatırladı, Aegean'ın öfkesini, hüznünü, onun bir şey yapamayışını...
Gözlerini kapadı ve o anları düşündü.
18 Haziran 1256 Shariz
-Siz beni boşverin, Sultan'a bakın!
diye haykırdığını biliyordu Hiwan'ın. Aegean, yanına hızla gelmişti ve omuzlamıştı onu.
-İyi misin yoldaş?
-Kaburga kemiklerim derimi deliyor ve harikayım Aegean...
-Ahh, benim de omzumda bir yara var.
-Bak Aegean...
-Evet Hakim...
ve cümlesi yarım kaldı Aegean'ın. Çünkü karşısında, sevgilisi vardı.
1241, Sarrdak Çölleri
Bir zamanlar dekoltesini açıp kendisini Aegean'a beğendirmeyi başarmıştı Leydi Sur. Tabii o zamanlar Aegean, bir mareşaldi, daha doğrusu bir paralı askerdi. O zamanlar -yani Sur'un Aegean'a kendisini beğendirttiği zamanlar- on beş yaşındaydı. Gencecik yaşta paralı asker olmuştu lakin işini en iyi yapan oydu. En iyi ustaları kılıç dövüşlerinde yenmiş, koltuklanmış kargı vuruşunda Svadyan Şovalyelerini kıskandırırdı.
-Aegean, eğer ben geçersem yönetime, yani babamın tahtına... Hala arkadaş kalacağız değil mi?
-Elbette Prens Hakim.
demişti Aegean gülerek... Ama olmamıştı, onları ayıran şey ise
1250, Shariz Tyerosses Operasyonu öncesi, İhtilalciler Birliği'nin Kuruluş Zamanları
-Hadi ama!
dedi Hakim ve tahta kılıcı ile kendini zorla savundu.
Aegean bir çelme ile Hakim'i yere serdi. Sonra boynuna kılıcı dayadı.
-Talimdesin diye sana merhamet göstermem.
dedi Aegean gülerek. Ardından kılıcı Hakim'in boynundan çekti. O sırada bir hizmetkar bir kaç parşömen parçası getirdi.
-Üzgünüm, bazı evraklar...
dedi Hakim sıkıntılı bir tavırla.
-Ben gidiyorum, olacak Sultanımız...
dedi gülerek Aegean ve hızla çıktı.
Hakim, hızla parşömenlere göz gezdirdi. Neler yazıyordu bunlarda? İhtilalciler birliği mi?
-Bakalım neler varmış bunlarda? dedi ve hızla saraya girdi.
Şimdi...
-Hakim, kendine gel!
Arwa onu sarsarak kendine getirdi Hakim'i.
Ve hızla sondaki harabeye doğru yürümeye başladı, her adımda geçmiş geliyordu aklına.
1250, Shariz Tyerosses Operasyonu öncesi, İhtilalciler Birliği'nin Kuruluş Zamanları
-Gidin hadi!
diye haykırmıştı Hakim. Karşısında Aegean, bir takım planla bir adamla tartışıyordu.
Soğuk terlerin döküldüğünü hatırlıyordu sırtından.
-Hakim, ben...
-Bana açıklama yapma... Sırf dostluğumuz için kaçmanıza izin veriyorum.
Ve hızla dışarı çıkmışlardı Aegean ve Yoldaşları...
Şimdi...
Harabe evin kapısını açtığında, geçmişin hatıraları bütünleşmişti onun zihninde. Acı veren anlar... Tabii savaş sırasında İhtilalciler'in Kalradya'yı birleştirme projesi gerçekleşmişti ama zaten Kalradya er yada geç bütün olmayacak mıydı?
Harabeye göz gezdirdiğinde her şeyin yandığını hatırlamıştı.
1250, Shariz Tyerosses Operasyonu öncesi, İhtilalciler Birliği'nin Kuruluş Zamanları
-Efendim, yardım etmeye...
-O kız İhtilalcilerden! Asla...
dedi gözyaşları ile.
Şimdi...
O yanan kız da karşısındaydı şimdi. Arwa korku dolu gözlerle harabeyi incelerken, Hakim'in titreyen sesini duydu:
-Çağırdın, geldim...
Karşısında, bir tahta oturmuş Sancar vardı.
-Eski dostum Hakim...
-****** oradan! Biz seninle hiç bir zaman anlaşamadık!
Sancar bir kahkaha patlattı:
-Ah, unuttum... Biz Kergitler siz Sarranid piçleri ile anlaşamayız...
-Piç olan senin anandır!
-Ne dedin?
Sancar hızla omuzlarından kanat kemiklerini çıkardı. Kanlıydı ve et parçaları onları daha da iğrenç yapıyordu.
-Ah, demek Erlik düzeyine eriştin.
Bu cümleleri sarf eden kişi, bu üçlünün içinden değildi.
Harabenin tepesinde, güneşin sızdığı yerler kapanmıştı ve kaz tüyleri düşmeye başlamıştı üzerilerine. Tane tane...
Yukarılarında ise Yisen vardı.
 
Uzun bir aradan sonra, yeni bölüm
"Tarbov'a vardığımızda, size verilen emirleri koşulsuz uygulayacaksınız. Aksi takdirde Curaw'daki askeri mahkemelere gönderilirsiniz."
dedi bölük komutanı kamp yapmış askerlerine. Askerler başlarıyla onayladı sessizce. Bölük komutanı askerlerinin gözlerinin içine baktı. Sarıkları, yüzlerini örttüğü için sadece gözlerinin içlerine baktı. Sonra söylenerek gitti, askerler sarıklarını çıkardı usulca.
-Yüküntür, plan ne?
-Nizar, sakin ol. Eğer Mirim buraya altı yüz kişilik bir ordu gönderdiyse bir haltlar var demektir.
İkili sessizce konuşurken Bunduk'ta dahil oldu aralarına:
-Patron, sizce Walden?
-Saçmalama Bunduk. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı Walden bizim ile itibara geçerdi.
-Diyelim ki oldu?
-...
-Efendim, eğer Mirim Tarbov'a bu kadar asker yolladıysa bir hayır yoktur.
-Sen ağzında ne bakla saklıyorsun, çıkar o şeyi...
-Mirim, Walden'i öldürmek istiyor olabilir...
-Aklını mı kaçırdın?
-Tanrı biliyor ya, ben bir meyhane kızı ile eğlence geçirirken ondan çocuk peydahlayacağımı bilmiyordum.
-Bu ikisi aynı şey değil.
-Yanılıyorsun patron, ikisinin arasında fark bile yok.
Yüküntür ayağa kalktı:
-Ben biraz dolanacağım...
dedi yüksek bir sesle.
Nizar oyunu gereği:
-Tamam Leon, ben Scott ile yemeği pişiririm. Akşama gecikme.
dedi ve sol gözünü kırptı.
Yüküntür, başını hafifçe sallayarak onayladı ve dolanmaya başladı.
"Ya Bunduk haklı ise? Mirim gerçekten Walden'i öldürmek istiyorsa?"
Bu düşünce Yüküntür'ün zihninde yankılanırken yanına gelen adamın farkına bile varmadı. Adam, yere kapaklanarak Yüküntür'ün ayaklarına kapandı.
-Pardon evladım, dikkat etmedim.
-Dikkat etsene be moruk...
Adam ayağa kalkarken, Yüküntür ile göz göze geldiler.
-Wal...
Yüküntür'ün ağzını eliyle kapattı Walden.
-Bana SkyLancer de.
-SkyLancer?
-İkinci ismim...
Yüküntür, Walden'in koluna girerken konuşmaya devam ettiler.
-Demek SkyLancer...
-Evet.
-Peki benim niye haberim olmadı bu SkyLancer'dan?
-Ben senin isminin aslında Beorn olduğunu kütüphaneden öğrendim.
Yüküntür kızgınlıkla:
-O geçmişte kaldı.
diyebildi.
-Ayrıca nereden biliyorsun Beorn'u?
-E son Druel sensin...
Yüküntür iyice öfkelenmişti:
-Sen bunları...
-Bak Yüküntür, bunları öğrendim ve senin yüzüne vurdum. Bu yanlıştı ama doğru olan şu:
Senin şu an da Harlaus denen hergeleyi öldürme hakkın var.
Yüküntür artık öfkeli değil, şaşkındı.
-İyi de bunlar nasıl arşivine geldi?
-Ben, niye bütün kitapları Tash Kulun'a aldırdığımı düşünüyorsun.
-Bunu daha sonra açıklayacaksın.
-..?
-Devriyeler...
O sırada kampın önüne de gelmişlerdi. Devriye:
-Bu adam kim?
-Dayım SkyLancer, Tarbov'da şehir çalışmasından geldi...
-Tamam, geçsin.
Başarı ile geçerken ikili, kendilerini gülmemek için zor tuttular. Kıkır kıkır gülebildiler sadece.
-Ahh, dayı mevzusu iyidi, kabul et SkyLancer.
-Tamam tamam...
-Şimdi planın ne?
-Benimle geleceksiniz?
-..?
-Planımın bir parçası.
-Akşama, herkes uyurken... 
 
Ahahah! Dayı...  Hiç güleceğim yoktu, güldürdün akşam akşam ya.  :lol: :lol:

Bu arada, bu bölümü biraz fazla konuşmalarla boğmuşsun gibi kardeşim. Betimlemeler az olunca, o gözüme çarptı.  Neyse, bir sonraki bölümü merakla bekliyorum.
 
Kızıl $aman said:
Ahahah! Dayı...  Hiç güleceğim yoktu, güldürdün akşam akşam ya.  :lol: :lol:

Bu arada, bu bölümü biraz fazla konuşmalarla boğmuşsun gibi kardeşim. Betimlemeler az olunca, o gözüme çarptı.  Neyse, bir sonraki bölümü merakla bekliyorum.
Tama Şamanım, ben mesajı aldım.
Yanlış anlama, iyi anlamda söylüyorum
 
Merhaba sevgili arkadaşlar, okurlar...
Uzun bir aradan sonra son bölümümü yazıyorum. Bunu size söylemek istedim.
Bana her konuda destek olan -ki kendisini akıl hocam bellemiş bulunmaktayım- Kızıl $aman'a teşekkür etmek istiyorum. Aynı zamanda da Yüküntür'ü hikayemde kullanmama izin verdiği için teşekkürü borç bilirim.
Bir süredir internete ulaşamadığım ve iç hallerimden dolayı öyküyü sürdüremedim. İşleyişin artık finale uygun olduğuna kanaat getirerek size aktarıyorum bu satırları.
Keyifli Okumalar
"Daha gelmedik mi Yüküntür?" diye söylendi Rolf. Ağrıyan ayakları, artık onu taşımaz hale gelmişti.
"İnan bana bu kadar uzak olduğunu bilmiyordum..." diyebildi arkadaşına Yüküntür. "Ama sana söz, bu işler bitsin herkesin gönlünü alacağım. Bu yürüyüş ve diğer katlanılan çileler için..."
İki saattir, Shariz Hapishanesinden kıyı şehri Tarbov'a yürüyordu Yüküntür ve ekibi.
Ekipteki en çok güvendiği Rolf, Nizar ve Bunduk vardı. Aynı zamanda Lead Walden'in yaveri Alaen'i almıştı ki, bir sorun çıktığında Bunduk ile düşmanları uzaktan temizleyebilsinlerdi.
Tarbov şehrinin çalışma ışıkları uzaktan görünmeye başlamıştı. Soluktu ışıkların şehrin ama çoktu. Gökteki yıldızlardan fazla, onlardan daha da parlaktı.
-Nihayet!
dedi Nizar dizlerinin üzerine çökerek. Anlaşılan en çok o yorulmuştu. "Bırakın beni de şurada uyuyayım." tümcesi ağzından dökülürken Rolf'ün ağzı kulaklarına vardı:
-Bakıyorum benden daha da mızmızmışsın...
Nizar'ın cevabı hazırdı:
-Sen iki kadını aynı anda dölleyen birine mi söylüyorsun?
-Bu iş üremekten daha zordur kukuman kuşu!
diye dalga geçti Rolf.
"Eee! Yeter artık, didişmeyi kesin de göreve odaklanın!" dedi Bunduk sert bir tavırla.
Herkes birbirine bakıp gülüşmeye başlamışken Yüküntür hızlı ama sessiz adımlarla kente yürümeye başladı. Ekipte onu takip etmeye başladı. Nihayetinde daha tamamlanmamış şehrin kapısına geldiklerinde bir arbaletli muhafız onu durdurdu.
"Kimsiniz?"
Bunduk, bedevi giysilerinin arasından konuştu:
"Sakin ol asker!"
Muhafızın gözleri faltaşı gibi açıldı:
-Mareşal Bunduk! Siz ve ekibiniz...
"Konuşmayı kes ve içeri al bizi!" dedi Bunduk sinirli bir tavırla. "Peki baş ustabaşına ne diyeceğim?" dedi arbaletli muhafız.
Bunduk adamın niyetini anlamışçasına ona içi dinar dolu bir kese fırlattı.
"Bir yalan uydur ve parayı sarhoş olana kadar harca!"
dedi ve göz kırptı.
Adamın suratında çirkin bir gülümseme yayılmıştı. Sarımsı ve eksik dişleri, insanların midesini bulandırmaya yeterdi.
Ekip, Bunduk'u takip ederken Yüküntür yoldaşının kulağına fısıldadı:
"Harika bir iş çıkardın."
"Teşekkürler..." dedi sessizce. Görevini tamamladığını resmeden bir duygu dalgası kaplamıştı yüzünü.
Tamamlanmamış şehrin işçileri, yarım kalmış binalara yada boş arazilere çadır kurmuşlardı. Kimi çadırlarında uyuyor, kimi barbut adındaki kumarlarını oynuyor, kimi de dışarıdan getirttiği fahişeleri ile sevişiyordu.
Sefalet, insanları kumara sürüklerdi, tek gecelik ilişkilere, kötü işlere... Ama maddi sefalet değil, manevi sefalet adamı harcardı. Eğer bir insanın duygusu sadece "ye, iç, sıç, seviş, üre" olsaydı; bir hayvandan farkı kalmazdı.
Ve şimdi bu işçilerin bir hayvandan kalmamıştı. Sefalet, onların ruhuna işlemişti.
Bu insanların arasından yürürken Yüküntür ve ekibi, Nizar'ın yanına hafif kavruk tenli, pembe dudaklı, göğüsleri tamamen açık bir kadın geldi.
"Bu gece sana bir kadının arkadaşlık etmesini ister misin yakışıklı?"
Nizar, görev bilincinden ayrılmıştı. Kadının dudaklarını kendi dudaklarına kenetlemiş, ayaküstü sevişmeye başlamıştı fahişeyle.
"Biri gitti, üçü kaldı." diye mırındandı Yüküntür.
Daha sonra ilerlerken biraz ötede büyük bir kalabalık, iki adamın etrafına toplanmış, dövüş bahislerini topluyorlardı. Anlaşılan çetin bir kavga olacaktı. Alaen, fırsattan istifade kalabalığın arasına karışmıştı. Kavga izlemek ve kumar oynamak, bu Lead yaveri için iyi bir eğlenceydi.
"İki..." diye mırındandı Yüküntür.
Tamamlanmamış şehrin iyice içlerine girmişlerdi. O sırada Bunduk, meyhane vari bir binanın içine girmiş, Rolf de onu takip etmişti. Bu şehir, herkesi içine çekiyordu.
-Demek bu kadar dengesizdiniz....
diye söylendi yoldaşlarına.
Tamamlanmamış şehrin artık iyice içerlerindeydiler. Zaten meydan denen yer, şehrin kıyısına kurulmuştu.
Yüküntür gözlerini bir süreliğine kapadı. Şehrin o kuru kalabalığını bir kenara bıraktı.
Es Yüküntür... Es rüzgar gibi.
Saflığa, ışığa doğru...

O sırada gözleri aniden açıldı ve kendisini bir çadırın karşısında buldu.
Çadır eskiydi, kırık dökük bir yerde kalıyordu iki kişi. Birinin yüzü yıpranmış bir sarıkla örtünmüştü. Üzerinde ise sarıktan daha da çok yıpranmış bir okçu yeleği vardı. Diğer kişinin başında bir şey yoktu. Saçları çok uzun değildi ama dağınıktı. Açık kahverengiydi saçları... Oturduğu yerden uzun olduğu söylenebilirdi ama yaşıtlarına göre de fazla uzundu. Henüz 15-16 yaşlarında gösteriyordu. Çocuğun üzerinde bir plato zırh vardı, ellerinde kalın zırhlı eldivenleri, ayağında da çelikten yapılma botlar vardı.
Çocuk ayağa kalktı:
-Efendi Beorn, yoldaşlarınız nerede?
dedi sakin ve saygılı bir tavırda...
Yüküntür umursamazca cevapladı:
-Şehrin sarhoşluğuna kapıldılar maalesef...
"Demek yaverim Alaen'de..."
dedi yüzü kapalı adam.
Yüküntür kafasını sallamakla yetindi.
Yüzü kapalı adam yavaşça yerinden doğruldu, çadırın arkasına gitti. Çok ama çok kısa bir süre sonra bir çift eskimiş deri asker botları ve aynı şekilde olan deri eldivenler getirmişti, bir de bir kalpak vardı.
Adam ilk önce botları giydi, ardından eldivenlerini... Sonra yüzündeki sarığı çıkardı.
Yüküntür, elinde olmadan gülümsedi:
-Nihayet yüzünü gördüm Walden...
Walden eskilerden kalma giysileri ile bir haramiden farksızdı ama işin sırrı da buradaydı: gizlenmekti.
"Artık gidebiliriz, Tulga'ya..."
dedi Walden.
"Nasıl?" diye sordu Yüküntür.
Walden, elini iki kez ellerini çırptı. O sırada çocuk da kanatlı miğferini giymiş, arbaletini, sadağını ve çift elli kılıcını kuşanmıştı. Walden da kendisine hazırladığı yayını, sadağını, demir kalkanını ve battal kılıcını kuşanmıştı.
Ellerini çırptığında çadır bir anda küle dönmüştü, neyse ki önceden hazırlanmıştı ikili.
O küle dönen yerde şimdi çadırdan daha büyük bir anka kuşu ateş saçıyordu.
* * * * * *
Tulga Şehri'nin sokaklarında hızla koşarken Yuseid ve Aegean, bölüm askerlerine alev topları atıyorlardı. Bir süre önce öğretmişti Aegean bu özelliği Yuseid'e.
Anka klanı mensuplarının maalesef hepsi bu özelliği kullanamıyordu. Her beş kişiden iki anka klanı mensubunda bu özellik vardı ki bu azınlıkta az birşey değildi. Alev topu atabilenler aynı zamanda çevredeki kandil yağlarına da hakim olabilirler, onları alevlendirebilirlerdi.
Her anka klanı mensubundan beş kişiden ikisinde ise alev göz özelliği vardı. Bu özellik yüzünden ilk başta "şeytan" diye tabir edilmişti bu özellikli insanlara. Bu insanlar duvarın arkasındaki bireyleri, nesneleri görebilirlerdi. Toprağa baktıkları zaman altınları, gümüşleri, kısacası değerli herşeyi görebilirdi bu insanlar. Ayrıca elindeki silahları da alevlendirebilerdi. Geriye kalan beşte bir kısımda ise iyileştirme ateşi mevcuttu.
Bu kesit, genelde şaman, büyücü yada sihirbaz olarak adlandırılardı. Bu insanlar ciddi derecede önemliydi. Eğer altından bir Zeus heykeli olsaydı, o bile değersiz kalırdı sırf bir insan içindi.
Bu özelliğe sahip anka mensupları, genelde ender görünürlerdi bilgiler üzerine. Bunun dışında iki tür daha vardı ki bu özelliğe sahip anka klanı mensupları, dünya yıkılsa bile bulunamazdı kolay kolay.
Birincisi lider ankalardı. Lider ankalara "Binici" denirdi. Sadece biniciler anka kuşlarına binebilirdi. Yanlarına insan alabilirlerdi. Bu kişiler köle de olabilirdi, bir kral da...
İkincisi ise "kömür el" denen sınıftı. Bu tür insanlar binicilerden bile az bulunurdu. Bu insanlara "kum saatinin bekçisi", "tanrının gerçek oğlu" ve hatta "tanrı" bile denirdi. Bu insanların özellikleri bilinmezdi. Herşeyi yapabilirlerdi.
Yuseid ve Aegean, alev topu atabilen anka klanı mensuplarıydı. İkisi de bölüm askerlerini alev topları ile kaçırırken, sarayın kapısına varmışlardı.
"Ve şimdi sıçtığımızı yeme vakti!" dedi Yuseid. Aegean ise kısa bir kahkaha attı:
-Onların sıçtığını yiyeceğiz yoldaş, için rahat olsun.
Dedi ona babacan bir tavırla.
Yuseid'in yüzünde ister istemez bir tebessüm belirdi. En azından Ventus'u ve ikiz kafadarlar Peace-Inn'i Rivacheg'e bırakmıştı. Bu da içini bir nebze olsa da rahatlatıyordu.
Sarayın kapısını omuzları ile kırdılar sertçe, daha doğrusu kırmamışlardı. Sadece biraz itmişlerdi.
Sarayın içine dalarlarken Mirim'in sesi ikilinin kulaklarında yankılandı:
-Başınıza büyük bir bela aldığınızın farkında mısınız?!
Aegean ise bu tehdit-soru karşısında kükredi:
-Kafanı bedeninden kopardığım zaman bunu diyebilecek misin bakalım?!
Bu bir meydan okumaydı, normalde Aegean sadece Walden'in davası için savaşan, uzaktan bir kuzendi ama nedendir bilinmez, şimdi durumu kişiselleştirmişti.
Bu sırada sarayın içini sisler kaplamıştı, ikili içlere giderken... Ana salona geldiklerinde Mirim'i görmüşlerdi. Kucağında bir kadın vardı ve bu kişinin Ymira olduğunu anlamak zor değildi.
-Sen ne yaptın?
Diye kükredi Aegean...
"Walden cezasını çekecek!" dedi ve sislerin arkasından kayboldu.
Artık Mirim gitmişti ve Ymira'yı öldürmüştü, keder ile, acı ile... Ve ikili onu durduramamıştı. Aegean, gözyaşlarını dökerken Yuseid mırındandı sessizce:
-Bizi affet Lead!
* * * * * *
XII.Konstantin, tahtına oturmuş, sessizce bekliyordu. Neyi beklediğini bilmiyordu ama onun geleceğini biliyordu. İçindeki huzursuzluk cehennemden daha sıcak ama bir o kadar da soğuktu. Bu bekleyiş imparatorun vücuduna da yansımıştı.
Gece karanlığında, sadece kandillerin aydınlattığı salonda yüzü bembeyazdı ve sırtından soğuk terler akıyordu. Herkesten uzaktı şimdilik ve şu anda ihtiyacı olduğu tek şeydi bu.
Fakat bu yalnızlığı kaburga kemiklerini, ciğerlerini parçalayan bir ok engel oldu.
"Demek beklediğim şey buymuş..." diye söylenmekten kendini alamadı.
Acı içinde öleceğini hissediyordu, beklediği sonunda gerçekleşmişti ama bu son asık suratla olmayacaktı. Sahte de olsa sırıtarak olacaktı.
-Ne içindi söyleyebilir misin? Kendine ne kadar yüce gözüyle de baksanda, imparatorluğun yıkılıyor yavaş yavaş...
Kaç yıl oldu söyleyebilir misin? Beş, on, yirmi? Ben sana söyleyeyim: On iki acı sene Konstantin, ON İKİ! Kardeşimi, yoldaşlarımı senin yüzünden kaybettim. Karım Ymira'da öldü ve oğlumu da kaybetmeme ramak kalmıştı! Bunun bedeli ne olacak biliyor musun ****** çocuğu? Kafanın başkent Tulga'da sallandırılması...
Bu cümleleri söyleyen ses, ona yabancı gelmemekle beraber eski bir dostun sesiydi sanki... Tabii eski dost, düşman olmazdı.
"Walden! Eski dostum..."
dedi zorlukla ve gülümseyerek...
"Eski dost, düşman olmaz."
dedi sinirle Walden. Gözlerindeki öfke, alevmişçesine parlıyordu.
Ve son sözleri söyledi:
-Ben Lead Walden ve bütün Kalradya'ya yeminimdir ki sen XII. Konstantin'in kafasını kesip Tulga'ya dikmedikçe ben vatanıma dönmeyeceğim!
Ardından gelen Battal Kılıcın darbesi, XII.Konstantin'in kellesini, bedeninden koparmaya yetti. Kelle koparken, adamın suratındaki tebessümden dönme sırıtma hala kaybolmamıştı.
Walden, artık vazifesini tamamlamıştı bu dünyadaki ama son bir şey kalmıştı. Yerdeki kelleyi almadan önce mırındanmadan edemedi:
-****** çocuğu!
* * * * * *
Sabahın ilk ışıkları Tulga'ya vururken, üstü açık bir tabut üzerinde Leydi Ymira taşınıyordu. Taşıyanlar ise sarayın önde gelen nedimeleriydi. Walden bu cenaze törenine katılmamış, bunun yerine meşale taşıyanı Yüküntür olarak tayin etmişti.
Bir insanın acısını anlamak kolay değildi bu hayatta. Eğer o acıyı yaşamamışsanız asla bilemezdiniz. Anlamaya çalışırdınız belki ama bu bile yeterli değildi.
Cenaze sonrası, Yüküntür Walden'in çalışma odasına girdi.
-Hadi, görevin...
dedi ve cümlesi yarım kaldı.
Çalışma odasında kimse yoktu, sadece masanın üzerinde çalışma planları, bir kitap ve ufak bir not vardı.
Yüküntür, yavaşça yürüdü. Masanın üzerindeki planlara baktı, bina çizimleri, şehir tasarımları mevcuttu.
Sonra da notu okumaya başladı.

Lead Walden'dan tayini mektup
Şu anda masanın üzerindeki parşömeni okuyorsanız Lead Beorn "Yüküntür" Druel, bendeniz bütün haklarımdan vazgeçmiş ve size devretmiş bulunmaktayım.
Şayet ki anayasa kitabı -ki hazırlanırken siz de vardınız- buna izin vermektedir.
Burada sizin mal varlığınız ve size verdiğim çocuğun velayeti vardır.
Emanetime ve sahip olduğunuz herşeye sahip çıkacağınızdan eminim.
Yeni görevinizde başarılar ve bu arada lütfen yeni yatak odanıza gidin.

Yüküntür, gözlerini faltaşı gibi açmıştı.
Artık devletin başında o vardı. Kalradya'nın hakimi oydu.
Bir anda hızla çalışma odasından çıktı ve yatak odasına gitti hızla. Kapıyı açtığında, gözlerine inanamadı.
Eskiden öldüğüne inandığı biriydi o. Kızıl ve uzun saçları, gülen yüzü ve üzerine giydiği beyaz ipekten giysi...
Yüküntür'ün gözlerinden yaşlar dökülemeye başladı, onun hayalini kurmuştu uzun yıllar boyunca. Daha sonra bir prensese aşık olmuştu ama içinde yaşıyordu o hala.
-Hayatım, kocacığım... Neden ağlıyorsun?
Yüküntür dizlerinin üzerine çökmüştü. Dayanamamıştı bu sevince...
"Senin yokluğunu unutmuştum Sara... Ama sen geri döndün bana!"
* * * * * *
Sarrdak Çölleri, tanrının unuttuğu yerler olarak adlandırıldı Kalradya'da ancak bu söylenti, Walden gitmeden önce değişecekti.
Bir geçit açılmıştı, onun asıl vatanına... Doğduğundan beri bu dünyaya ait olmadığını hissetmişti, bunu biliyordu da. Ama o tekne battığı zaman, gerçeği görmüştü...
Ataları Alveden diyarındaydı. Mirim de oradaydı ve bunun da farkındaydı. Onu öldürecekti, artık kaybedeceği bir şey kalmamıştı. Oğlu zaten güvenli ellerdeydi. Onu Kalradya'ya bağlayan herşeyini Yüküntür'e vermişti. Tash Kulun kütüphenesini, mal varlığının hepsini, cumhuriyetini ona vermişti. Sadece üzerinde yıpranmış zırhı ve devasa anka kuşu vardı.
"Artık gidiyoruz sadık dostum Atrejon..." dedi anka kuşuna.
Kuş sadece bir çığlık attı ve yanmaya başladı.
"Nihai bir ömrünü daha tamamlıyorsun..." diye iç geçirdi. Bu sırada Tano ve Anabel'in sesini duydu:
"Geleceksin, değil mi?"
"Evet." dedi Walden soğuk bir tavırla zihninin içinde.
Kuşu artık tekrar küllerinden doğmuştu, ufak, sevimli bir kuş.
"Tatlı şey..." diye düşündü Walden ve onu kucağına aldı.
Artık karşısındaki geçide gitmeye hazırdı. Tarbov yapıldıktan sonra buraya da bir şehir kurulacaktı. Kendi memleketini ismi verilecekti buraya yapılacak şehre:Alveden.
Tam geçide girecekti ki Ymira'nın hayaleti belirdi karşısında şeffaf bir biçimde.
Onun hayali dudakları, erkeğinin sert ve kuru dudaklarına değdi.
"Ben burada huzurluyum, canım..." dedi ve yavaş yavaş kayboldu.
Walden, gözyaşlarını dökerek geçti geçitten.
 
Back
Top Bottom