Hayalet Kral | Bölüm VII - Kayıp Toprakların Peşinde (17 Ağustos 2013)

Users who are viewing this thread

Yorumlarınız için teşekkürler arkadaşlar. Yedinci bölüm ile devam ediyoruz.

Keyifli okumalar.

rlt86.jpg
- Bölüm VII -
Kayıp Toprakların Peşindeı

Okyanus üzerindeki seyahatleri bir haftayı bulmuştu. Sert rüzgarlar ve büyük dalgalar, geminin hakimiyetini bozuyordu. Güç de olsa tek parça halinde kalıp bulutların ardında saklanan nazlı güneşi ortaya çıkarmayı başarmışlardı.

Kötü hava, Konen ve Ardin arasındaki diyaloğu da ilerletmemişti. Güneşin en son tepede olduğu zaman, sanki aylar önceymiş gibi hissediyordu. Kamarasını terk edip güverteye çıktı. Hava sakindi. Güneş tepede, sanki hiç inmeyecekmiş gibi duruyordu. Gözlerini kısıp eliyle alnını kapattı. Öğlen vakti olsa da, okyanus esintisi içini titretmişti.

Kamaranın merdivenlerinden Ardin seslendi. “Beznan okyanusunun havası mevsimlerden bağımsızdır. Tipik okyanus havası da diyebiliriz. Yazın ortasında kışı, kışın ortasında da yazı yaşatır.” Merdivenlerden yukarı çıkıp kamaranın burnuna doğru ilerledi. Eliyle Konen’e gel işareti yapıyordu. Yanına gitti, Ardin ile birlikte kamaranın korkuluğuna yaslandı.

“Rotamız hakkında bilgin var mı?” dedi, Ardin.

“Açıkçası günlerdir doğru düzgün konuşamıyoruz bile. Bana sadece, Hayalet Kral’ın yanına gittiğimizi söylemiştin.”

“Haklısın. Geminin derdine düşünce, pek konuşma şansımız da olmadı. Sana verdiğim sözü tutacağım. Her şey şu anda iyi görünüyor. Tabii beklenmedik bir fırtına bu sözümü çiğnetebilir de.” Gülümseyip, Konen’in sırtını sıvazladı.

Konen’in aklında birçok cevaplanması gereken soru olsa da, nereden başlayacağını kestiremiyordu. Shariz kıyılarında neden o mağaraya indiğini, Dormo’da ne işlerinin olduğunu, Jelkala’da niçin tutuklandığını? Hangisinden başlamalı emin değildi. Karşısındaki kişinin birçok sorunun cevabına sahip olduğunu düşünüyordu. Belki de sadece onu kurtaran bir dosttan başkası da değildi? Kafası karışıktı.

“Birçok soru var. Fakat bunların hangisini cevaplayabilirsin bilmiyorum.”

Ardin sesini kalınlaştırıp kırlaşmaya başlayan sakallarını sıvazladı. “Sorular cevaplanmak için vardır. Belki sorularının cevabını bende bulamayabilirsin. Ama bir de olumlu açıdan bak. Sorularından sadece birine bile olsa cevap verebileceksem, bu bir kar değil midir?”

Daha fazla konuşmasına müsaade etmeden sordu. “Jelkala’da ne oldu?”

Kesin bir soru sormuştu. Konen’in ciddiyetine rağmen Ardin ise gülümsüyordu. Sakallarını sıvazlamayı bırakıp korkuluğa dayandı. Okyanusu süzerken, bir yandan da anlatmaya başladı.

“Pekala. Madem bu kadar ciddileştin, seni daha fazla karşıma almak istemem. Böyle bir niyetim de yok. Sen bana emanetsin artık.

Jelkala konusuna gelirsek. Aslında seni bulmamız pek de tesadüf değildi. Hakber ile bundan üç hafta önce konuşmuştuk. Bana senden bahsetti. Kişiliğini, becerilerini, zaaflarını… Seni senden daha çok tanır hale geldim.

Başlangıçta neden Hakber’in bu kadar ayrıntıya girerek seni anlattığını bilmiyordum. Sormak istememe rağmen anlatacaklarını bölmek istemedim. Her şeyi anlattıktan sonra, neden bunlardan bahsettiğini söyledi.”

Yüzündeki meraklı bakışlarla “Neden?” diye sordu, Konen.

“Mahela adı sana tanıdık geliyor mu?”

Konen’in yüzü soldu. Boğazı düğümlenmişti, konuşamıyordu. Ardin’in Mahela’yı sorması, Konen’in acı dolu kalbine bir hançer gibi saplanmıştı. Ne diyeceğini bilemeden gözlerini gezdiriyordu. “Mahela…”

“Hakber bana, Mahela ile olan ilişkinizi anlattı. Yaşadığın acıyı biliyorum, bunu deşmek istemezdim. Eğer hazır hissetmiyorsan yolculuk sırasında başka bir vakit de konuşabiliriz…”

“Hayır” diyerek Ardin’in sözünü kesti. “Şimdi duymak istiyorum. Mahela’dan neden bahsettiğini bilmek istiyorum. Artık her yerde bir soru ile karşılaşmaktan usandım. Cevap istiyorum, hem de her şeye.”

Konen’in acısına rağmen kararlılığı, Ardin’i rahatlatmıştı.

“Anlatacağım şey, Mahela’nın daha sonra neler yaşadığıyla ilgili. En son zindana atıldıktan sonra, Mahela’yı Shariz’den götürmüşler. Babası Sharwa Emiri Ruhasen, Mahela’yı Dormo’ya götürmüş.”

“Dormo mu?”

“Evet” dedi, Ardin. “Korsanlar bundan 15 sene kadar önce, Rodok ordusu ile ciddi bir savaşa girecekleri sırada, Sharwa Emiri, Dormo’ya gidip savaşı bizzat önlemiş. Peki bunu nasıl yapmış biliyor musun?”

“Lütfen, Mahela deme…”

Ardin’in yüz ifadesi rahat bir tavra büründü. “Korkma, Mahela’yı korsanlara hibe etmemişler. Şüphesiz o dalkavuk Emir, bunu bile aklından geçirmişti. Fakat…”

“Fakat, ne?”

“Savaşın neredeyse başlayacağı sırada, Emir bir şekilde korsan lideri ile Rodok generalini ortak bir buluşmaya getirmiş. Konuşma sırasında neler yaşandığını bilmiyoruz. Fakat görüşmeler bittikten kısa süre sonra, Rodok donanması Dormo’dan çekilmiş.”

“Nasıl? Bunların Mahela ile ilgisi ne?”

“İşte tam da o noktaya geldim. Mahela, zamanında bir Kergit noyanı ile evlendirilmeye çalışılmış. Bu kişi, doğu valisi Asugan Noyan. Belki bu kısımları tam bilmiyor olabilirsin, hatırlatmakta fayda var. Yaşanılan olaylar sırasında sen de çok acı çekmiştin.

Her  neyse. Asugan Noyan ile yapılacak evlilik, sinsi bir amaca hizmet ediyordu. Sharwa Emiri Ruhasen, o yıllarda Kergitler ile oldukça iyi ilişkilere sahipti. Yapılan köle ticaretindeki en büyük destekçi ve alıcıları Kergitlerdi. Asugan Noyan ile olan dostluğu da, sinsi amacına giden yolda bir araçtı.”

“Hangi sinsi amaç?”

Ardin duraksadı. Yağmurun yıprattığı, derisi soyulmuş elleriyle sakallarını sıvazlıyordu. Boğazındaki hafif kuruluktan arınmak için hafif bir öksürükle gırtlağını temizledi. Konen’e eli ile okyanusun karşısını gösterdi.

“Okyanusun ardında kalan bir yer. Amacı o yere ulaşmaktı. Onu götürebileceği tek kişi ise Asugan Noyan sanıyordu. Evliliğin amacı da, Asugan’ın sahip olduğu gizli bir belgeye ulaşmaktı. Bu belgenin içinde gizli yere ulaşmak için izlenecek rotalar ve kilit noktalar yer alıyordu. Bu belgeler, Emir gibi birinin elinde büyük bir yıkım anlamına gelir.”

Sözünü kesip araya girdi. “Bu gizli yer ne gibi bir gücü barındırıyor da Ruhasen’i peşinden sürükletiyor?”

“Tahmin edemeyeceğin bir şey. İnsan doğasını hiçe sayan, kabul edilmesi imkansız bir güç. Mahela, Noyan ile evlenmeden önce bir şeyler döndüğünü hissetmişti. Haksız da çıkmadı. Noyan’ın evlilik öncesi hazırlanmış kişisel odasını karıştırırken, yanında getirdiği gizli belgeye ulaştı. Zaten daha sonra olanlar malum. Noyan ölüyor ve Mahela seninle birlikte, Hakber’in yardımıyla Sharwa’dan kaçıyorsunuz.

Mahela, yolculuk sırasında tereddüt etse de, güvenebileceği tek işi olarak Hakber’i görüp olan biteni anlatmış. Shariz’e ulaştıklarında, Mahela elindeki belgeleri Hakber’e teslim ediyor ve Sultan Hakim’in huzuruna çıkarken, babası Ruhasen’in tuzağına düştüğünü anlıyordu. Hakber’in de kendisine tuzak kurup babasına bizzat teslim ettiğine inanmıştı. Artık bu bilgilerin babasına ulaştığını sansa da, Hakber olanlardan tamamen habersizdi. Ona da ihanet edilmişti. Hem de uğruna savaştığı dostları, hükümdarı tarafından.

Shariz’de sorguya çekilirken, Mahela’yı gizli aşkı Romek ve senin hayatınla tehdit etmekten çekinmemişler. Zavallı kadın, sorgu sırasında hem ruhen, hem de bedenen büyük acılara maruz kalsa da, yine de konuşmamış.” Yanağına düşen bir damla ile dikkati dağıldı. Gökyüzüne bakıp “Hay aksi, yağmur tekrar geliyor gibi. Fırtınalı bir gece olacak anlaşılan.

“İşkenceye rağmen konuşmadı diyordun.”

Ardin sersem bir ifadeyle “Ha, evet” dedi. Duruşunu ve ses tonunu düzeltip devam etti. “İşkenceye rağmen konuşmaması, bütün okları Hakber’e çevirmiş. Hakber ise o sırada olanların şokunu yaşıyordu. Kolay değil, kendi elleriyle, kurtardığını söylediği kızı, yine aynı cehenneme geri göndermişti. Sultan ve bağlı olduğu fedailere olan sadakati tamamen sarsılmıştı. Bir şekilde Mahela’nın olduğu zindana ulaştı. Olaylardan habersiz olduğu konusunda Mahela’yı ikna etti ama her şey için artık çok geçti. Mahela artık yardım alabilecek durumda olmadığını biliyordu. Belgelerin güvende olup olmadığını öğrendi. Sanırım en çok da seni sormuş. Yaşadıklarından ötürü kendisini sorumlu tutup vicdan azabı çektiğinden bahsetmiş.”

Konen’in zaten solmuş yüzü daha da soluyordu. Halini görüp daha da uzatmak istemedi. “Bu ayrıntılara girmek istemezdim, üzgünüm. Hakber, Mahela ile konuştuktan sonra evine uğramış. Daha sonra…”

“Karısını öldürdüler…” diyerek araya girdi.

Soğuk ve üzgün tavrı, Konen’in ne denli acı çektiğini gösteriyordu. “Akşam civarıydı. Eve üç kişi girdi. Kapının girişinde bağrış vardı. Bir şeyler olduğunu anlayıp bir sandığın içine girdim. Bulunduğum odaya girdiler. Sandığın ağzını hafifçe açmış, olan biteni izliyordum. Adamların hepsi içerideydi. Yerde ise Hakber amcamın karısı…”

Konen’i kolları arasına alıp onu teselli etmeye çalıştı. “Her şeyi biliyorum. Daha fazla anlatıp acı çekme.” Sırtını sıvazlayıp elleriyle yüzünü tuttu, Konen’in göz yaşlarını temizledi. “Yeterince ağladın şu hayatta, artık dayanmalısın. Yoksa asla kazanamazsın. Biraz daha dayan.”

Ağlamak Konen’i biraz da olsa rahatlatmıştı. Okyanusa bakan gözleriyle aklından türlü şeyler geçiriyor, kendi kendine konuşur gibi başını sallıyordu. Kendisiyle hesaplaşıyordu sanki.

Rahatlığını hisseden Ardin, konuşmasına devam etti. “Ruhasen iki tarafı da ikna ettikten sonra, Mahela bir anda ortadan kaybolmuş. Dormo’yu alt üst etmelerine rağmen bir türlü bulunamamış. Tam o sırada, eski limanın olduğu yerden büyük alevler yükseldiğini fark etmişler. Bir gemi tamamen yanmış haldeyken, limanın kıyısında yerlerde korsan cesetleriyle birlikte onların yanında birkaç Sarranid Fedaisinin de ölüsünü bulmuşlar. Korsanlar çılgına dönmüşler. Sorgusuz sualsiz Ruhasen’e saldırıp yanındaki tüm adamlarını öldürdükten sonra esir almışlar. Olaylar Sultan Hakim’e ulaşmış. Dormo’ya beş gemi gönderip Ruhasen’i geri istemiş. Fakat korsanlar yüklü bir fidye talep edince, Sarranid gemileri Dormo’ya saldırmışlar. Korsanlar beş gemiyi de ele geçirip, bütün mürettebatı da balıklara yem etmişler. Tabii Sultan Hakim de küplere binmiş iyice. Bu sefer yirmi gemi ile Dormo’yu kuşattırmış. Artık iş Ruhasen’i kurtarmaktan ziyade, Sultan için bir onur mücadelesine dönüşmüş.”

“O haysiyetsiz için 25 gemi? Sultan çok cömertmiş…”

“Donanma adayı haftalarca kuşatmış. Fakat Dormo değil düşmek, yıpranmamış bile. Sarranid donanması da çaresizce geri dönüp, mağlubiyeti kabullenmiş.”

“Nasıl yani? Sultan Hakim savaşı sürdürmemiş mi?”

“Evet, ne ilginç. Asıl ilginci ise daha derinlerde yatıyor. Ruhasen çoktan korsanlar ile işbirliği yapıp bütün Sarranid denizcilik planlarını paylaşmış. Sarranid donanmasını bizzat Sarranid Emiri duman ettirmiş, inanılır gibi değil.”

“Ruhasen’in kimseye sadakati yoktur. Sultan Hakim en büyük hatayı ona güvenerek yaptı. Bedelini de mağlup olarak ödemiş.”

“Evet. Bazen liderler de hata yapar. Ama onların hataları asla küçük zararlar doğurmaz. Büyük ve acı veren zararlar yaratır. Aynı şekilde, gerçek bir lider asla mağlup olmaz. Hakim de mağlup olmadı, sadece zamanın uygun olmadığını gördü. Rüzgarın yönünü kendine çevirene kadar beklemeyi tercih etti.

Her neyse, gün batıyor. Yağmur bulutları çoğaldı, hazırlık yapmalıyız. Hadi.”

Ardin’in dönmesine izin vermeyip kolundan tuttu. “Bu kadar mı?”

“Elbette değil” dedi, Ardin. “Sadece birkaç günlük yolumuz kaldı. Fırtına olmasaydı çoktan oraya varmıştık. Sadece biraz daha sabret. Soruların itina ile cevaplanacak.” Konen’in sırtına vurup “Hadi bakalım, iş başı!”

Kara bulutlar gökyüzünü kaplamış, güneşli günü mürekkep gibi boyamıştı. Konen’in içindeki fırtına ise, yolculuk son bulmaya başladıkça daha büyük bir tufana dönüşüyordu.
 
Sen iyice uctun be murat, helal valla. Ilk 7 bolumu okudum simdi, gercekten hobi olarak yapsan bile okuyucuyu cekiyorsun kendine. Kendim bir tane baslamama sebep olacaksin sonunda.
 
Back
Top Bottom