Yveik'in Maceraları Bölüm I / Parça II

Users who are viewing this thread

m2nky4.png



Öncelikle merhaba arkadaşlar. Hikaye Elder Scrolls evreninde , Ak Altın anlaşmasından sonra geçmektedir.  Hikaye bölümlerden oluşacak , bölümler ise parçalardan oluşacak. Uzun bir seri olucak, uzun ve yavaş. Malum okul zamanı. Bu aralar biraz boş zamanım vardı bende yazmaya karar verdim. Gerek yavaş yazmam , gerek yaklaşan sınavlar vs. parçaların çıkmasını yavaşlatacak. En önemlisi de TES'in hikayesine çoğunlukla bağımlı, biraz da bağımsız olucak.

I.Bölüm - Düzen





 
I.Parça

Güneş doğuyordu.
İmparatorluk şehrinin görkemli Altın Kulesi bütün heybetiyle şehrin tam ortasında duruyordu.  Pazar yavaş yavaş kurulıuyordu. İnsanlar gürültülü ve ağır bir şekilde sokağa çıkıyordu. Muhafızların nöbet değişim vakti gelmişti. Market bölgesi şafak vakti çok kalabalık olabiliyordu. Bu kalabalıktan en çok hırsızlar yararlanıyordu. Küçük çocuklar karınlarını doyurmak için açık marketlerden sebze meyve çalıyor, karınlarını çoktan doyurmuş olanlar ise sessizce, pazarlık yapanların, bir şey almayacağı halde alacakmış gibi bakanların kesesini çalıyordu. Kesesi çalınanlar en fazla on saniye sonra hırsız diye çığlık atıyor, muhafızlara koşuyordu.

Odanın kapısı çalındığında Yveik pencerenin kalın kenarına oturmuş kalın günlüğüne Altın Kule'yi çizmeye çalışıyordu. Dışarıdaki sesler oda kapısının çalınma sesini engelliyor ve kapının neredeyse kırılacak kadar çalınmasına sebebiyet veriyordu.  Yveik en sonunda odanın kapısının kırılacak gibi çalındığını anladığında ayağa kalktı ve kapıyı yavaşça açtı.

''Eh...Be-ben... Şey... Yem. Yemeğinizi getirmiştim.''  Hancı kızının yüzü üstüne güneş vuran bir elma gibi kızarmış ve parlıyordu. Yveik ilk defa bir hancı kızının karşısına çıplak çıkmıyordu tabii. Bunun normal bir şey olduğuna kendi içinde karar da kılmıştı. Kız Yveik'in vücuduna bakmamaya çalışarak yemek tepsisini Yveik'in eline vermeye çalışıyordu. Yveik kızın bu uğraşını komik buluyor ve sessizce geri adımlar atıyordu. Taa ki kızı odanın ortasına çekene kadar.  Kız kör bir dilenci gibi elinde tepsiyle sağa sola hucüm ediyor, tepsideki bira tepsiye ve sosinin üstüne dökülüyordu. Yveik en sonunda kızın elinden tepsiyi zarifçe bir şekilde aldı. ve kızın yemyeşil gözleriyle karşı karşıya geldi. Kız odadan hemencecik kaça verdi.

Yveik yemek süresince kızın yemyeşil gözleri ve siyah saçını düşündü. İkisi birlikte muhteşem bir kombinasyon yaratıyordu. Yemeğini bitirdikten sonra Altın Kule'yi bütün heybetiyle gösteren penceresine oturdu ve tekrardan çizmeye başladı. Altın Kule'yi çizdikten sonra da hancı kızının yemyeşil gözlerini çizmeye çalıştı, saçlarını da. Çizemedi.

---

Yveik market bölgesinin günün her saatinde kalabalık olduğunu o an anlamıştı. Sürekli birine çarpıyor yada biri ona çarpıyordu. Kalabılık yüzünden rahatça yürüyemiyordu. Arada sırada açık marketlerdeki değişik mallara bakmak için duruyor ve tüccarın kzıgın bakışlarıyla karşılaşınca da hemen oradan kaçıyordu.

Market bölgesinin soylu bölgesiyle kesiştiği yerde, adı ''Maceracı'nın Çantası'' adlı dükkana girdi. Dükkan da kimse yoktu. Raflar, duvarlar , zemin , pencere... Hepsinin üstünde Yveik'in tanımlayamayacağı eşyalar bulunmaktaydı. Dükkanın içi yeşil ve kırmızı renkteydi. Yeni boyanmış gibi duruyordu. Yveik bir rafın üstünde bir vampir dişi geçmiş elf kolu gördü. Yeşil bir sıvının içindeydi. Rafa uzandı ve kapalı cam kabı eline aldı. Hafifçe salladı ve illüzyon olmadığından o an emin oldu. Cam kabı rafın üstüne yavaşça geri koydu.


''Yardımcı olabilir miyim?'' Bu, itici ve çatlak bir sesti. Kılıcın kılıçla çarpıştığında çıkan sesle aynı gibiydi. Yveik,  Elfin başından beri saklandığı tahminini yürüttü çünkü ayak sesini duymamıştı.  Elflerin yapısı gereğince uzun ve ince biriydi. Üzerinde kadifeden mor ve bol giysiler vardı.  Gözleri grimsiydi.  Elf , bir yılana oldukça benziyordu aslında. Sesi, yüzü , inceliği ve kurnaz gülümsemesi...

''Mallarınız...Yada ganimetleriniz mi demeliyim? İlgimi çekti doğrusu. Bu ilginç ganimetleri siz kendiniz mi topladınız yoksa...?'' Yveik meraklı bir müşteri gibi görünmeye çalıtı.

''Sık sık duyduğum bir soru bu. Hele de küçük çocuklar tarafından.'' Elf gülümsedi.

''Küçük çocuklar bu tür... dükkanlara girmemeli bence.''

''Belki de haklısın Yveik.'' dedi Elf. Yılan gülümsemesi yüzünden hala gitmemişti.

''Sen... adımı...'' dedi Yveik kaşlarını çatarak ve tavandan bir şeytan sesi duydu. Aslında bu bir maymundu. Şeytan sesi demesinin sebebi Skyrim'de bu hayvanlara yerliler ''şeytan casusu'' derdi. 

Tavandaki şamdanda kolaylıkla asılı duran maymunun elinde küçük kağıtlar vardı. Maymun , odanın kenarından çıkıp ortasına kadar gelen rafın üstündeki yeşilimsi bir ateşe bu küçük kağıtları atıyordu. Maymun elindeki son kağıdı yeşil ateşe doğru attı. Kağıt yavaş yavaş süzüldü , tam ateşe girmek üzereyken yılanımsı Elf küçük bir büyüyle kağıdı kendine çekti. Bu, muhtemelen sıradan veya cahil müşterileri şaşkına çeviren küçük ve eğlenceli bir gösteriydi.

Elf, kağıdı dört parmağıyla beraber açtı ve Yveik'e gösterdi. Küçük kağıtta ismi yazıyordu. İşte bunu beklemiyordu. Adını nereden biliyor olabilirdi ki? Yveik, Khallor , Edric , Geralt , Lommy , Lemius... Yveik gittiği her şehirde, kasabada,köyde ve handa kendini farklı bir isimle tanıtıyordu ama gerçek ismi Yveik'ti. Mesela, dört gecedir kaldığı hanın sahibine kendini Khallor diye tanıtmıştı.

''Büyü, istihbarat, tahmin... Hangisi? Adımı gizlemeye oldukça önem verdim de.''

''Hmm...Buna cevap vermeyi pek de istemiyorum aslında.''

''Keyfin bilir.'' dedi Yveik ciddi bir tonla. Elf'in yüzündeki gülümseme hala kaybolmamıştı. Yveik'i aşırı derecede rahatsız eden bir gülümseye dönmeye başlamıştı.

''Eh... Neyse. Lütfen dükkanıma bir göz atın. Umuyorum ki ilginizi çekecek bir şey bulacaksınız.''

''Bu oyunu sürdürmeye daha fazla gerek yok Elf. Buraya ne için geldiğimi biliyorsun yoksa adımı başka bir şekilde öğrenemezdin. Nereden öğrendin bilmiyorum ama bir şekilde öğrenmişsin işte.''

Elf'in gülümsemesi bir an için kaybolmuştu yada Yveik öyle sanmıştı. ''Haklısınız Efendi Yveik. Beni bilgilendiren kişi bir çeşit... yüzüğünüz olacağını söylemişti. Lütfen yüzüğünüzü gösterir misiniz?''

Yveik siyah deri eldivenini çıkardı ve yüzük parmağını Elf'e doğru doğrulttu. Gümüş yüzük şamdandan vuran ışık ile bir an için etrafa ışık saçtı. Elf yüzüğü yakından incelemek için Yveik'in parmağına yaklaşınca Yveik hızla elini geri çekti.

'' Bethudeen doerr sune , wune tehdeeni vruyass'' Elf bu sözleri son derece ciddi ve nazik bir dille söyledi.

''Sune'e bethudeen doeeren hoss vrynn.'' Yveik de Elf'in sözlerine karşılık verdi. Ciddi fakat Elf'in aksine sert bir şekilde söyledi.

İkisi aynı anda ortak dile döndü ve , ''Düzenimizin temelleri bu selamlaşmaya dayanır. Gölgelerden,  hiçbir çıkar gözetmeksizin masumları korur, kötüleri cezalandırırız. Biz kaosta barışı, ateşte suyu , kanda şarabı destekleriz. Bizim görevimiz budur. Biz kendimizi Düzen'e adadık.''

''Dükkanıma tekrardan hoşgeldin dostum.'' dedi Elf daha mütevazi ve samimi bir sesle.
]
 
II.Parça

''Rahatına bak ama eşyaları  fazla kurcalama. Hepsi son derece kırılgan''

Yveik eline aldığı garip kafatasının her noktasını incelemeye koyuldu. Bu bir İnsan kafatası değildi. Elf ve hayvanımsı bir ırkın kafatasına da benzemiyordu. Kafatasının dışında şeffaf pullar vardı, Yveik elini sürttüğü zaman fark etmişti pulları.

Elf bir hizmetçisiyle konuşuyordu. Muhtemelen Yveik'in odasını ayarlatıyordu, Yveik de bu sırada elindeki kafatasını bırakıp bir Cüce maketine yöneldi. Bir çeşit gemiyi anımsatıyordu ama deniz üzerinde yüzen gemilerden değil, daha çok iç mekanlarda eşya taşıyan bir araca benziyordu. Aynı maden vagonu gibi ama daha süslü, daha zarif. Yveik bu gemiyi anımsatan şeyin içine baktığında iç içe girmiş iki yüzük gördü. Biri zümrütden olmalıydı. Yveik diğer yüzüğün madenini çözemedi. Siyah bir elmas diyebilirdi belki ama hiç siyah elmas diye birşey duymamıştı o kadar yer gezmesine rağmen.

Elf'in eşyalarına ve konağına bakılacak olursa Elf epey zengin olmalıydı. Şehirdeki bir dükkandan bu konağı ve eşyaları alacak kadar gelir elde etmesi imkansıza yakın bir şeydi.  Yveik elindeki maketi yerine bırakırken rafın üstünde ahşap bir düğme olduğunu fark etti. Tam basıcakken...

''Hey Yveik! Gel , otur benimle. Andraste çok güzel yemekler hazırlamış.'' Elf'in sesi dükkandakinden daha samimi gelmeye başlamıştı. Yveik neredeyse basacağı düğmeden elini çekip Elf'in karşısına oturdu. Yemekleri Yveik'in tabağına koyan  hizmetçi ince belli, siyah saçlı,güzel yüzlü ve yeşil gözlü bir Breton kadındı. Kadehlere şarap koyan ise kısa sarı saçlı bir Kuzeyli kızıydı. Güzelliği Breton kadının güzelliğini aratmıyordu.  Şarap kadehi , yemekler tabağı doldurduğunda iki kızda mutfağa çekildi. İki kızda  mutfağa çekilirken aralarında gülüştü ve fısıldaştı.

''Elf zevkini biliyor...'' diye düşündü Yveik.

Elf önüne konulan yemeğe ve şaraba hiç dokunmadı. Sanki birini bekliyor gibiyidi. Yveik arka tarafındaki merdivenlerden ayak sesi duydu. Merdivenlerde güzelliği gözü kör eden bir Elf belirdi. Uzun gümüş saçları bukle bukle omuzlarından dökülüyordu. Yüz uyumu muhtşemdi.  Mavi dar bir elbise giymişti, vücut hatları belli oluyordu. Elf ayağa kalktı ve gelen kız Elf'in elini zarif bir biçimde öptü.  Hizmetçi olmadığı kesindi.

''Bu benim kızım Tuinel. Kendisi Büyücü Loncasından. Şuanlık... işine biraz ara verdi diyelim.'' Elf, kızı ile sürekli göz göze geliyor fakat göz temasından kaçınmaya çalışıyordu. Sanki aralarında bir gerginlik var gibiydi. Kız başıyla zarifçe Yveik'i selamladı. Yveik ise elini öpmek için ayağa kalktı. Kız elini uzattı ve Yveik kızın elini tuttu ve kuru bir öpücük kondurdu. Bir an için göz göze geldiler. Yveik kızın elini bırakmadan kız yavaşça elini çekti ve babasının yanındaki sandalyeye oturdu. Yveik o anda kızın hiçbir kelime sarf etmediğini anladı.

''Eh... Nasıl? Beğendin mi onu? Tam bir genç kız öyle değil mi? Utangaç , güzel, yetenekli...'' Elf'in sesinde biraz kırılganlık vardı sanki. Kadehi bir çırpıda dikti. Yveik de aynısını yapınca Elf samimi bir şekilde gülümsedi.

Elf, hizmetçiyi çağırmak için ıslık çaldı, mutfaktan Breton hizmetçi geldi ve Tuinel'in önündeki boş tabağa sofradaki yemeklerden koydu. Sofranın yanındaki masadan da şarap şişesini alarak kızın, Elf'in ve Yveik'in kadehine şarap doldurdu.  Kız hizmetçiye teşekkür etmek için başını hafifçe salladı. Hizmetçi mutfağa çekildi.

''Andraste'nin yemeklerini sevdin mi Yveik? Kendisi civardaki en iyi aşçılardandır. Bana sorarsan saray aşçısından daha yetenekli kendisi.''

''Andraste Breton olan mı yoksa Kuzeyli olan mıydı?''

''İkisi de değil. Andraste... anlarsın ya basit bir hizmetçi değil. Diğer hizmetçilerden daha fazla para alıyor, daha konforlu bir odada yaşıyor. Evimin gözbebeği gibi bir şey. Tabii kızımdan sonra.''

''Hmm... yemeği hizmetçilerle mi yiyor?'' dedi Yveik sinsice gülümseyerek. Elf de aynı şekilde gülümsedi.

''Evet fakat şunu belirtmek isterim ki hizmetçilerin yemeğinin bizim yediğimiz yemekten hiçbir farkı yok.''

Yveik bu sırada ikinci kadehini dikledi,  Elf ise şaraptan küçük bir yudum aldı. Yveik gümüş kadehi yalandan inceleyip yerine koydu ve bakışları hala kadehteyken Elf'e ;

''Benim buraya geldiğimi kimin haber verdiğini söyleyecek misin?''

''Belki ilerleyen saatlerde söylerim ama şimdi söylemeyi düşünmüyorum... Daha gündelik konulardan konuşalım. Düzen'i bir kenara koyalım..''

''Nasıl istersen.'' Yveik, Elf'in konuyu değiştirmeye çalıştığını biliyordu. Bunu başarılı bir şekilde yapmayı başardığını da fark etmişti.

''Skyrim'deki istihbaratımdan aldığım bilgiye göre Ulu Kral Torygg ölmüş. Ulfirc Fırtınapelerin'in elinden hem de. Onu nidasıyla öldürmüş ve başarılı bir şekilde kaçmış. Issızkent'in bir muhafızı kapıyı Ulfric için açmış. Yakın bir zamanda isyan bekleniyor İmparatorluğa karşı.'' Elf bunu yavaş yavaş anlatmıştı. Anlatırken yemeğini yemeği de ihmal etmemişti.

''Düzen'i bir kenara koyalım dememiş miydin sen? Düzen bu durum karşısında -eğer bu bilgi gerçekse- bir şey yapmadan duracak mı sanıyorsun?'' dedi Yveik sakin bir sesle, bir yandan da yemeğini yiyordu.

''Düzen'in Skyrim de hiçbir sığınağı yok. Sadece gözcüleri var.''

''Düzenin gücü silah kalabalığına bağlı değil bunu sana hatırlatırım. Şuana kadar hiçbir sorunu kaba güçle çözmedik''

''Hiçbir sorunu...?'' Elf'in yüzünde bir gülümseme belirdi. Yveik bu iğnelemeyi görmezden geldi.

''Eğer Skyrim de bir isyan bekleniyorsa, Düzen isyanı daha başlamadan durdurmayı amaçlayacaktır. Şuan Düzen'in istediği en son şey İmparatorluğun daha fazla zayıflaması.''
Elf başını doğrularcasına salladı. ''Eğer Skyrim de Hammerfell gibi kaybedilirse İmparatorluk gücünü bir daha toplayamaz. Bu hem Titus'un hem de Cyrodiil İmparatorluğunun sonu olur. Acı bir son.''

Bu sefer Yveik başını salladı.

-

Yveik beşinci kadehini dikledi. Başı hafiften dönmeye başlamıştı. Elf'in şarabı yavaş yavaş içip ikinci kadehi daha yeni bitirmesi gözünden kaçmadı, kızın ise hiç içmediği. Dışarda hava kararmıştı. Dışarıdaki ateş böceklerinin ağaçları aydınlatan ışığı, buz camlardan içeriye süzülüyordu.  Elf ile Yveik, Skyrim'deki olası isyan ve sonuçlarından sonra gerçekten de Düzen'i konuşmayı bırakıp tarih konusuna yönelmişlerdi. Elf, tarih konusunda epey bilgiliydi. Raflardaki kitaplardan bu bilgi birikiminin kaynağı anlaşılıyordu. Yveik'in bilgileri daha çok gezdiği yerlerdeki araştırmalarına dayanıyordu, Elf'in ise kitaplara.

Tarih konusundan sonra mimar konusuna geçmişlerdi ki Yveik bu konu sırasında yedinci kadehini dikliyordu.  Gözleri yavaş yavaş düşmeye başlamıştı. Yveik gezdiği yerlerdeki maceralarını ve ilgi çekici mekanları kısaca anlatıyordu. Kuzeyli mezarlıklardan, Elf harabeleri ve mağaralarından ve en çok da Cüce şehirlerinden söz etmişti çünkü Yveik gezilerinde en çok Cüce şehirlerini ilgi çekici bulmuştu çünkü tehlikeli,aydınlatıcı ve zengin olurlardı.

Yveik Cüce şehirlerinden bahsetmeyi bitirdiği sırada sekizinci kadehini diklemişti.
 
Genel olarak güzel bir bölümdü. Gözüme çarpan hatalardan bahsedeyim: Bir yerde "hemde" kelimesi geçti. Doğrusu hem de olmalı çünkü pekiştirme anlamı var. Bazı kısımlarda Yveik ismini gereksiz kullanmışsın gibi geldi. Bu bazen tempoyu düşürebiliyor. Buz camlardan dışarıdaki ateş böceklerinin ışığı ağaçları aydınlatıyordu. cümlesinde düşüklük ve imla hatası var. Yine bu kelimelerle belki şöyle yazılabilirdi: Dışarıdaki ateş böceklerinin ağaçları aydınlatan ışığı, buz camlardan içeriye süzülüyordu.

Bunlar bir kenara, dili sade ve akıcı kullanıyorsun. Daha iyisini yazacak potansiyelin var. Eline sağlık.
 
Homerøs said:
Genel olarak güzel bir bölümdü. Gözüme çarpan hatalardan bahsedeyim: Bir yerde "hemde" kelimesi geçti. Doğrusu hem de olmalı çünkü pekiştirme anlamı var. Bazı kısımlarda Yveik ismini gereksiz kullanmışsın gibi geldi. Bu bazen tempoyu düşürebiliyor. Buz camlardan dışarıdaki ateş böceklerinin ışığı ağaçları aydınlatıyordu. cümlesinde düşüklük ve imla hatası var. Yine bu kelimelerle belki şöyle yazılabilirdi: Dışarıdaki ateş böceklerinin ağaçları aydınlatan ışığı, buz camlardan içeriye süzülüyordu.

Bunlar bir kenara, dili sade ve akıcı kullanıyorsun. Daha iyisini yazacak potansiyelin var. Eline sağlık.

Öncelikle teşekkür ederim. İlk parçayı uzun bi zaman önce çıkarttığım için ikinci parçayı hızlı yazıp, kontrol etmeden yayınladım. Üçüncü parçayı daha kısa bir zaman aralığında yavaşça yazıp , yayınlamadan önce kontrol edilmiş halde çıkartacağım.
 
Back
Top Bottom