JusdWeR
Banned
Yangın Yeri
Moğollar Asya,Türkistan ve İran'dan sonra Anadolu'ya geldiler. Köse Dağ savaşında Selçuklu'ları yenerek Anadolu'yu işgal ettiler. Anadoluyu yakıp yıktılar. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişiyi katledip Selçuklu devletini yönetmeye başladılar. Moğollara Türkmenler sürekli isyan etti. Fakat hepsi küçük çaplı oldu ve bir etki yaratamadı.
Bu sırada biri Anadolu'da bir yiğit doğdu. Bu yiğit Moğol'a büyük darbeleri vuracak Anadolu'da Türklüğü diriltecek olan yiğitti. Ortak paydaları tekti; Türklük!
Bu sırada biri Anadolu'da bir yiğit doğdu. Bu yiğit Moğol'a büyük darbeleri vuracak Anadolu'da Türklüğü diriltecek olan yiğitti. Ortak paydaları tekti; Türklük!
Karamanoğlu Mehmet Bey hikayenin konusudur. Fakat hikayenin sadece kurgu olan baş kahramanları da olacak.
Hikaye
Bozkırın bitiminde çamlarla örtülü dağlar iyice yükseliyordu. Gelirken ufukta beliren Toroslar bir silüet olmatan çıkmış adamakıllı seçiliyordu. Zirvesi çıplak, etekleri ağaçlık bir tepenin altından gürül gürül akan derenin yanında hayvan ve insanların ayakları altında ezile ezile aşınmış toprak bir yol vardı. Yolun iki kenarında it üzümü ağaçları diziliydi. Bu yolun kuzeyi Konya'ya güneyi Karaman yurduna giderdi. Bu yolun Doğu'sunda da, Batı'sında da Türkmen oba ve oymakları bulunurdu.
Yolun kuzeyinde, it üzümü ağaçlarının bittiği yerde atını çatlatırcasına süren biri göründü. Üstü başı perişandı. Yüzü topraktan kararmış, kuşağının düğümünün yarısı çözülüp sarkmış, başındaki büyük ve uzun tüylü Moğolvari börk öne eğilip kaşlarını kapatmıştı. Atlı, gemi bırakmış atın boynuna sarılmıştı. Ağzı köpükden görünmeyen atın sağrısını gayrete gelmesi için tepiyor bir de habira "Ha!" diye nara atıyordu. Kıpkırmızı olmuş suratında telaş belirtileri vardı. Mutlu değildi, telaşı bir kara haberden kaynaklı gibi duruyordu. Atlı Karaman eline gidiyordu.
Atlı avula da dörtnala girdi. Ahali bir haber bekliyor olacaktı ki onu gören işini bırakıp peşine takıldı. Atlı bey otağının önüne gelinceye kadar durmadı. Otağın önüne gelince tek hamlede atından inse de indikten sonra sendelemesi ne kadar yorgun olduğunu gösteriyordu. Belinden ayağına kadar salınan yarısı çözülmüş kuşağına ve yarısı ayağından çıkmış çizmesine aldırmadan otağına doğru yürüdü. Otağın girişindeki orta boylu genç onu durdurmaya çalıştı.
-Hayrola Bozca ağam? Neler oldu?
-Sorma oğlum bir şey. Mehmet Bey içeride mi?
-İçeride.
Destur istemeden içeri girdi. Karşısında Mehmet Bey ve kardeşlerinin oturur vaziyette buldu. Onu görünce ister istemez ayağa kalktılar. Ona bakıyorlardı. Bozca, Mehmet Beyi süzdü. Uzun ve yassı yüzlüydü. Bıyıkları yeni terliyordu. Gözleri içe doğru çökük, kaşları ince ve uzundu. Bozca'ya eliyle bir işmar vererek:
-Anlat! Dedi.
-Bozgun beyimin oğlu, bozgun. Yenildik, ordumuzu bozdular. Baban Kerimüddin Bey şehit düştü. Deyince otağın içindeki herkes, özellikle kardeşler yıkıldı. Biri gayri ihtiyari "Aman!" deyiverdi. Bozca devam etti.
-Hemen kaçıp, çekilelim. Beyimin buyruğudur.
-Ona beni de götür dediydim, dinlemedi. Aziz Babam, canım babam. Orada olsaydım kimse dokunamazdı sana.
-Ağıt yakma vakti değildir beyimin oğlu. Geliyorlar, çekilelim. Durma!
-Olmaz! Kavgadan kaçmayacağız. Hem kaçacak neresi var? Öç alacağız.
-Ne ile alacaksın! Hangi ordu ile? Çekil, şimdilik çekil. Öc almak için doğru demi bekle. Öcümüzü elbet alırız. Tek sen almayacaksın, hepimiz alacağız. Tek senin mi baban canını verdi sanırsın beyimin oğlu? Yapma kıyma bu kadar insanın canına.
Mehmet Bey terlemiş suratını yeniyle sildi. Biraz düşündü, belki on saniye belki biraz daha fazla. Ama o on saniyede neler düşündü, ne kadar çok şey düşündü kim bilir? Yanıt verdi:
-Kösler vurulsun! Ermenek'in o yandan dağlara sığınacağız. Ağırlık edecek ne varsa bırakılsın. Çobanlar bizi beklemesin, sürüleri tezden çıkarsınlar. Darsık Alp yiğitleriyle göze çıksın. Haydi, durman!
Bir göç kervanı acele ile tepeyi tırmanıyordu. Göç ediyordu ama kaçarcasına. Ağırlıkları düşman ordusu geldiğinde yağmalayarak vakit harcasın diye geride bırakmışlardı. Kervanın çoğu kadındı. Erkeklerin ise neredeyse hepsi çocuk ve yaşlıydı. Savaşa gitmeyip burada kalan Alpler atının üstünde tepeyi tırmanan göç kervanını zorluyor, gayrete getiriyordu.
-Ney beklersiz? düşman gelip tepelesin de rahata erin he mi?
-Haydi, durmak yok!
Herkesin yüzü asıktı. Kervanın üstünde bir kara bulut geziyordu. İnsanların yüreğine bir telaş, bir kara heyecan hakimdi. Ne yapacaklarını bilmez halde çekiliyorlardı. Yeni beylerine güveniyor, onu dinliyorlardı. O çekil dediyse çekileceklerdi. Orduları yenilmiş beyleri şehit olmuştu. Kiminin kocası, kiminin çocuğu şehit düşmüştü de kimse buna üzülecek vakit bulamamıştı. Çekiliyorlardı. Yeni beyleri Mehmet daha çok toydu. Ak atını sürüyor bir geriye bir ileriye gidip geliyordu. Göç kervanında ne aksilik görürse buyruk verip düzeltiyordu. Gençti, çok geçti ama yanlışa, eğriye tahammülü yoktu. Doğruydu o doğrucuydu. Babası onu en çok bu yüzden severdi. "Keşke şimdi burada olsa" diye düşündü. Yoktu, o da toprağa düşmüştü de naaşını bile getiren olmamıştı.
Herkes gibi o da ölenlere üzülme fırsatı bulamamıştı. Artık bulamayacaktı da. Beydi o, bey olmuştu. Onun üzülmeye bile vakti olmayacaktı. Buyruğundakiler için yaşayacaktı. Kardeşi Güneri yanına geldi. Gözleri yaşlıydı. Abisinin öğütlerine rağmen kendisini tutamamış başını öne eğip sessizce ağlamıştı. Duygulu çocuktu Güneri, ozan ruhluydu. Abisinin yüzüne özür dilercesine baktı. Mehmet Bey:
-Ağla Güneri, ağla. Yapacak başka bir iş mi kaldı? Dedi.
Abisinden teselli uman Güneri bu sözle iyice ümitsizliğe düştü. Bir şey demeden ağlama izni almanın rahatlığıyla oradan ayrıldı. Bozca bu konuşmaya kulak misafiri olmuştu. Olmuştu olmasına da Mehmet Bey'in böyle umutsuz konuşmasına canı sıkılmıştı. Bir bey böyle konuşmamalıydı. Umut vermeliydi. İnsan umutla yaşardı. Hele Türkmen umutsuz yapamazdı. Umut beslerdi onu, başına ne gelirse gelsin umudunu yitirmez Allah'tan hayırlısını dilerdi. Canı sıkıldı sıkılmasına ama bir şey söyleyemedi. Atının sağrısını hınçla tepti.
Yolun kuzeyinde, it üzümü ağaçlarının bittiği yerde atını çatlatırcasına süren biri göründü. Üstü başı perişandı. Yüzü topraktan kararmış, kuşağının düğümünün yarısı çözülüp sarkmış, başındaki büyük ve uzun tüylü Moğolvari börk öne eğilip kaşlarını kapatmıştı. Atlı, gemi bırakmış atın boynuna sarılmıştı. Ağzı köpükden görünmeyen atın sağrısını gayrete gelmesi için tepiyor bir de habira "Ha!" diye nara atıyordu. Kıpkırmızı olmuş suratında telaş belirtileri vardı. Mutlu değildi, telaşı bir kara haberden kaynaklı gibi duruyordu. Atlı Karaman eline gidiyordu.
Atlı avula da dörtnala girdi. Ahali bir haber bekliyor olacaktı ki onu gören işini bırakıp peşine takıldı. Atlı bey otağının önüne gelinceye kadar durmadı. Otağın önüne gelince tek hamlede atından inse de indikten sonra sendelemesi ne kadar yorgun olduğunu gösteriyordu. Belinden ayağına kadar salınan yarısı çözülmüş kuşağına ve yarısı ayağından çıkmış çizmesine aldırmadan otağına doğru yürüdü. Otağın girişindeki orta boylu genç onu durdurmaya çalıştı.
-Hayrola Bozca ağam? Neler oldu?
-Sorma oğlum bir şey. Mehmet Bey içeride mi?
-İçeride.
Destur istemeden içeri girdi. Karşısında Mehmet Bey ve kardeşlerinin oturur vaziyette buldu. Onu görünce ister istemez ayağa kalktılar. Ona bakıyorlardı. Bozca, Mehmet Beyi süzdü. Uzun ve yassı yüzlüydü. Bıyıkları yeni terliyordu. Gözleri içe doğru çökük, kaşları ince ve uzundu. Bozca'ya eliyle bir işmar vererek:
-Anlat! Dedi.
-Bozgun beyimin oğlu, bozgun. Yenildik, ordumuzu bozdular. Baban Kerimüddin Bey şehit düştü. Deyince otağın içindeki herkes, özellikle kardeşler yıkıldı. Biri gayri ihtiyari "Aman!" deyiverdi. Bozca devam etti.
-Hemen kaçıp, çekilelim. Beyimin buyruğudur.
-Ona beni de götür dediydim, dinlemedi. Aziz Babam, canım babam. Orada olsaydım kimse dokunamazdı sana.
-Ağıt yakma vakti değildir beyimin oğlu. Geliyorlar, çekilelim. Durma!
-Olmaz! Kavgadan kaçmayacağız. Hem kaçacak neresi var? Öç alacağız.
-Ne ile alacaksın! Hangi ordu ile? Çekil, şimdilik çekil. Öc almak için doğru demi bekle. Öcümüzü elbet alırız. Tek sen almayacaksın, hepimiz alacağız. Tek senin mi baban canını verdi sanırsın beyimin oğlu? Yapma kıyma bu kadar insanın canına.
Mehmet Bey terlemiş suratını yeniyle sildi. Biraz düşündü, belki on saniye belki biraz daha fazla. Ama o on saniyede neler düşündü, ne kadar çok şey düşündü kim bilir? Yanıt verdi:
-Kösler vurulsun! Ermenek'in o yandan dağlara sığınacağız. Ağırlık edecek ne varsa bırakılsın. Çobanlar bizi beklemesin, sürüleri tezden çıkarsınlar. Darsık Alp yiğitleriyle göze çıksın. Haydi, durman!
. . .
Bir göç kervanı acele ile tepeyi tırmanıyordu. Göç ediyordu ama kaçarcasına. Ağırlıkları düşman ordusu geldiğinde yağmalayarak vakit harcasın diye geride bırakmışlardı. Kervanın çoğu kadındı. Erkeklerin ise neredeyse hepsi çocuk ve yaşlıydı. Savaşa gitmeyip burada kalan Alpler atının üstünde tepeyi tırmanan göç kervanını zorluyor, gayrete getiriyordu.
-Ney beklersiz? düşman gelip tepelesin de rahata erin he mi?
-Haydi, durmak yok!
Herkesin yüzü asıktı. Kervanın üstünde bir kara bulut geziyordu. İnsanların yüreğine bir telaş, bir kara heyecan hakimdi. Ne yapacaklarını bilmez halde çekiliyorlardı. Yeni beylerine güveniyor, onu dinliyorlardı. O çekil dediyse çekileceklerdi. Orduları yenilmiş beyleri şehit olmuştu. Kiminin kocası, kiminin çocuğu şehit düşmüştü de kimse buna üzülecek vakit bulamamıştı. Çekiliyorlardı. Yeni beyleri Mehmet daha çok toydu. Ak atını sürüyor bir geriye bir ileriye gidip geliyordu. Göç kervanında ne aksilik görürse buyruk verip düzeltiyordu. Gençti, çok geçti ama yanlışa, eğriye tahammülü yoktu. Doğruydu o doğrucuydu. Babası onu en çok bu yüzden severdi. "Keşke şimdi burada olsa" diye düşündü. Yoktu, o da toprağa düşmüştü de naaşını bile getiren olmamıştı.
Herkes gibi o da ölenlere üzülme fırsatı bulamamıştı. Artık bulamayacaktı da. Beydi o, bey olmuştu. Onun üzülmeye bile vakti olmayacaktı. Buyruğundakiler için yaşayacaktı. Kardeşi Güneri yanına geldi. Gözleri yaşlıydı. Abisinin öğütlerine rağmen kendisini tutamamış başını öne eğip sessizce ağlamıştı. Duygulu çocuktu Güneri, ozan ruhluydu. Abisinin yüzüne özür dilercesine baktı. Mehmet Bey:
-Ağla Güneri, ağla. Yapacak başka bir iş mi kaldı? Dedi.
Abisinden teselli uman Güneri bu sözle iyice ümitsizliğe düştü. Bir şey demeden ağlama izni almanın rahatlığıyla oradan ayrıldı. Bozca bu konuşmaya kulak misafiri olmuştu. Olmuştu olmasına da Mehmet Bey'in böyle umutsuz konuşmasına canı sıkılmıştı. Bir bey böyle konuşmamalıydı. Umut vermeliydi. İnsan umutla yaşardı. Hele Türkmen umutsuz yapamazdı. Umut beslerdi onu, başına ne gelirse gelsin umudunu yitirmez Allah'tan hayırlısını dilerdi. Canı sıkıldı sıkılmasına ama bir şey söyleyemedi. Atının sağrısını hınçla tepti.
Mehmet Bey günlerdir otağından dışarı adım atmıyordu. Babası öldü öleli işleri eline almıştı ama bu ele alma otağın içinden buyruk yağdırmaktan ileri gitmiyordu. Kardeşleri aracılığıyla tüm avula verdiği buyruklar düzeni bir süreliğine sağlamasına sağlıyor, varlığını hissettiriyordu ama Karamanlı Türkmen'in gönlünü kırıyor, gözlerinde alçaltıyordu."Selçuk Sultanı" gibi yakıştırmalar yapılıyordu.
Mehmet Bey duydu, duymazlıktan, anladı anlamazlıktan geldi. O umursamıyordu şimdilik. Düşünüyordu, şu yangın yerinde ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Daha bir kaç hafta önce Anadolu'da çok büyük bir güçken, her beyliğe, oymağa söz geçirip Kilikya'daki Ermeni'ye kan kustururken şimdi aşiretler bile onlara diş biliyordu. Ne yapıp edip bu hengamede babasının emaneti beyliği diri tutmalıydı. Yine güçlenmeliydi. Acaba Selçuklu ne yapacaktı? Hutenoğlu Bedreddin İbrahim'i Larende'ye* onlara baş olsun diye göndermişti ama o dahasını da bekliyordu. Bunla yetinmezdi herhalde Selçuklu. Bilmiyordu muydu yoksa güçlendiği ilk anda o Hutenoğlu'nu Larende'den atacaklarını? "Ben olsam..." Demişti, "Ben olsam böyle ussuzluk etmezdim!"
Yenilgiden sonra dağlara çekilmişlerdi ama Selçuklu başlarına Hutenoğlu İbrahim'i göndermeyi yeterli gördüğü için Ermenek'e dönüp orada kalmayı tercih ettiler. Mehmet Bey Ermenek'te bekledi, günler, haftalar bekledi. Otağından dışarı bile çıkmadı. Babasının ölümü üzerinden geçen zaman kırkı aşmıştı ama o yası bırakmamıştı. Tek o değil neredeyse hiç kimse yas etkisinden çıkamamıştı. Oysa ki o bey olarak umut vermeli, beyliği toparlamalı idi. Bir kaç kişi onu uyarmıştı ama tesirini görememişti. Babasının ölümü, amcalarının tutsak edilip ipte sallandırılması yenilip bu başıbozuk, çerisiz beyliğin tüm sorumluluğunun ona yüklenmesi onu çok yıpratmıştı. Daha çok gençti, babasının ölümünü yersiz, zamansız buluyordu.
Bozca bu içine kapanıklık durumuna en çok içerleyenlerden biriydi, belkide ilkiydi. Yine de gidip konuşmuyordu. Belki de bu umutsuzluğu ona yakıştıramadığındandı. Oysa yenilgi haberini ilk getirdiğinde nasıl da parlamış, öç ateşiyle dolmuştu. Demek ki bu parlama anlık öfkenin ve hırsın etkisiyle idi. Aslı yoktu.
-Böyle giderse Karamanlı kendi kendine çürüyecek, düşmana gerek kalmadan yitip gidecek. Diye söylendi.
Sırtını bir ağaca yaslamış karakıldan yapılma Türkmen çadırlarını, Ermenek'teki eski, Ermeni, Rum yapımı evleri izliyor, ara sıra karşılarında görünen bir dağın eteklerinde göz gezdiriyordu. Hemen yanında ise can dostu, andası Günseli oturmuş kaval çalıyordu. Bir de hüzünlü, ağlamaklı çalıyordu ki Bozca'nın derdini, sitemini arttırdıkça arttırıyordu. Alpler pek kaval çalmaz, çoban işi der dokunmazlardı. Herkes kendi işine odaklanmalı diye düşünürlerdi. İmam Osman'ın "Kişi neyi biliyorsa onu yapmalı, ötesine mecbur değilse karışmamalı." Sözü ata deyişi gibi dillere pelesenk olmuştu.Günseli tekti, çocukluğundan beri bildiği kavalı kuşağında taşır ancak sadece ikisi yalnızken çalardı.
O kaval çala, Bozca uzakları izleyedursun yanlarına iki koca sokuluverdi. İkisi de ak sakallı, hürmet görecek kişilerdi. Biri İmam Osman öbürü Durmuş Koca idi. İmam Osman Karaman Bey'in yakın dostu dini konularda yardımcısı aynı zamanda Mehmet Bey ve kardeşlerinin de hocasıydı. Durmuş Koca da yaşlı bir bey, sözü dinlenen bir kocaydı. İmam Osman kendilerini fark etmeyen iki alpe seslendi:
-Hayrola, tefekküre mi daldınız?
Kendilerine seslenildiğini duyan Bozca ve Günseli hemen toparlanıp ayağa kalktılar. Günseli kavalı kuşağına soktu. İmam Osman ve Durmuş Koca ile karşı karşıya gelince niyazda durmaya başladılar. İmam Osman kırmızı takkenin üstüne sarık geçirmişti, avurtları çökmüş suratında yaşlılık emaresi çizgiler kol geziyordu. Küçük, kuş delmiş ağzı yayılmış, gülümsüyor, yanlarına gelene kadar yorulmuş olması inip kalkan göğsünden ve soluk alıp verişinden belli oluyordu. Bozca cevap verdi:
-Tefek... O dediğin ne ola ki hocam? -İmam Osman'ın gülümsemesi bir kat arttı-
-Güzel bakmak demek Ali'm...-Bozca'nın diğer adı Ali'ydi. Ama ona bir Karaman Bey bir de İmam Osman Ali diye seslenirdi. Günseli karşısındakini unutup istemeden sözünü kesti:
-Hocam bu gavur ne bilir güzel bakmayı? Bunun işi asiliktir. -Kıkırdıyordu-
-Höst Ulan! Ne asiliğimizi gördün? -Araya bir küfür sıkıştıracaktı ama bu kocaların yanında edemeyeceğini düşünerek vazgeçti.- Bırakta hocam konuşsun. Neydi bu güzel bakmak?
-Baktığını güzel görmek, yorumlamak demek Ali'm.
-Güzel şey kaldı mı ki görelim?
-Kalmaz mı balam, kalmaz mı? Tanrı'nın güzel yarattığını çirkinleştirmeye kimin gücü yeter?
-Dağlar güzeldi Moğol yaktı, kentler güzeldi haçlı yıktı. Ben daha neyi nasıl güzel göreyim hocam? Canlarımız en güzeliydi onu da alıyorlar.
-Moğol o dağı yaktı da dağ kayıp mı oldu ha sıracalı Ali? Haçlı kenti yıktı da kendi taşıyan toprak hala yerinde duruyor. Canı veren de alan da Kadir Tanrı'dır. Can onun değil mi, istediği gibi kullanır. Bak şu Günseli'nin gözlerine.- Bozca döndü, Günseli'nin gözünün içine baktı. Göz göze gelince ikisinin de gülesi geldi, kendilerinin zor dizginlediler. Bu ikilinin herkesi çileden çıkaran huyuydu bu. En ciddi anda gülmek, en olmadık şeyi alaya almak.-
-Evet hocam? Dedi.
-Bu gözün bir eşini koskoca acun da bulabilin mi oğlum Ali? -Bozca başıyla "yok" işareti yaptı.- Bulaman tabi. İşte bu gözleri Allah yarattı. Bu onun güzelliğidir, eşi de benzeri de yoktur. -Anlatmaktan yorulmuş gibiydi.- Anladın mı Ali? -Bozca İmam Osman'ı haklı bulmuştu. Aslında inat eder daha konuşurdu, haksız olduğunu kolay kolay kabul etmezdi. Ama bu hocam dediği adamla daha nasıl inatlaşacaktı? Hem onun suyuna gitmesi gerekiyordu. O sevdiği kızın babasıydı. İsteyecekti babasından. Şu başlarındaki belaları bir savsın, isteyecekti.-
Türkan Kız! Ne de güzeldi. Küçük yuvarlak gözleriyle ne de güzel bakardı. Çeşmeden su alıp gelirken yüzüne bir gülümseme takıp salına salına gelişi Bozca'nın aklını başından alırdı. Hemen yanına gidip ibriklere yapışır:
-Ver taşıyayım. Derdi. Ötesine pek dili yetmezdi. Bozca Ali bu; ne bilir güzel sözler edip gönül çelmeyi? Türkan Kız da diretir de diretirdi.
-Yok, ben taşırım.
-Ver de taşıyım işte, kız başına yorulma.
-Buncağız ibrikten mi yorulacağım? Sultan kızı mıyım ben?
Bu böyle sürür giderdi. Bozca inatla yardım etmek ister, Türkan ise diretirdi. Bir gün yine çeşmeden su getirirken ayağını burkmuştu. Halihazırda onu izleyen Bozca koşarak gelmiş, Türkan yardım etmesine ilk kez o zaman izin vermişti. İbrikleri verirken bir de güzel bakmıştı gözlerinin içine, unutturmamacasına.
Bozca bunları düşünmeye dalmıştı ki İmam Osman onu düşlerinden uyandırdı.
-Neye daldın balam? Biz başka bir iş konuşmaya geldi seninle. Şu Durmuş Kocayı dinle bakalım.
-Oğlum Bozca kısa keseceğim. Git de şu Mehmet Bey ilen bir konuş. Otağından çıkmaz kukumav kuşu gibi oturur. Ne bir iş gördüğü var ne dışarı çıktığı. Türkmen dedesini de babasını da çok severdi. Hatırı vardır, gitsin çeri istesin, elbet yardım gelir. Öç almaya hazırlansın.
-Olur derim de...
-Ee?
-Yersizce konuştuysam bağışla, siz niye demezsiniz?
-Dinlemez ki. Çok gittik yanına, daha kara giyitlerini çıkarmamış. Az daha giyse al karısının eteği gibi üstüne yapışacak. Seni öz ağası yerine koyar, sözünü dinler. Daha çok toy, bir ağa, kılavuz gerek ona. Bozca eski günleri hatırlamasıyla neşelenir gibi oldu. Anasını, babasını ve bacısını Moğollar öldürmüştü. Karaman Bey onu himayesine almış kendi yetiştirmesi yapmıştı. Öz oğullarından da bir kez olsun ayırt etmemişti. Mehmet Bey'den bir kaç yaş büyük olduğundan hem ona hem öbür kardeşlerine ağabeylik yapmıştı. Onu çok sever, sayarlardı.
-Tamam. Dedi. Hele bir sabah olsun gider konuşurum.
Mehmet Bey duydu, duymazlıktan, anladı anlamazlıktan geldi. O umursamıyordu şimdilik. Düşünüyordu, şu yangın yerinde ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Daha bir kaç hafta önce Anadolu'da çok büyük bir güçken, her beyliğe, oymağa söz geçirip Kilikya'daki Ermeni'ye kan kustururken şimdi aşiretler bile onlara diş biliyordu. Ne yapıp edip bu hengamede babasının emaneti beyliği diri tutmalıydı. Yine güçlenmeliydi. Acaba Selçuklu ne yapacaktı? Hutenoğlu Bedreddin İbrahim'i Larende'ye* onlara baş olsun diye göndermişti ama o dahasını da bekliyordu. Bunla yetinmezdi herhalde Selçuklu. Bilmiyordu muydu yoksa güçlendiği ilk anda o Hutenoğlu'nu Larende'den atacaklarını? "Ben olsam..." Demişti, "Ben olsam böyle ussuzluk etmezdim!"
Yenilgiden sonra dağlara çekilmişlerdi ama Selçuklu başlarına Hutenoğlu İbrahim'i göndermeyi yeterli gördüğü için Ermenek'e dönüp orada kalmayı tercih ettiler. Mehmet Bey Ermenek'te bekledi, günler, haftalar bekledi. Otağından dışarı bile çıkmadı. Babasının ölümü üzerinden geçen zaman kırkı aşmıştı ama o yası bırakmamıştı. Tek o değil neredeyse hiç kimse yas etkisinden çıkamamıştı. Oysa ki o bey olarak umut vermeli, beyliği toparlamalı idi. Bir kaç kişi onu uyarmıştı ama tesirini görememişti. Babasının ölümü, amcalarının tutsak edilip ipte sallandırılması yenilip bu başıbozuk, çerisiz beyliğin tüm sorumluluğunun ona yüklenmesi onu çok yıpratmıştı. Daha çok gençti, babasının ölümünü yersiz, zamansız buluyordu.
Bozca bu içine kapanıklık durumuna en çok içerleyenlerden biriydi, belkide ilkiydi. Yine de gidip konuşmuyordu. Belki de bu umutsuzluğu ona yakıştıramadığındandı. Oysa yenilgi haberini ilk getirdiğinde nasıl da parlamış, öç ateşiyle dolmuştu. Demek ki bu parlama anlık öfkenin ve hırsın etkisiyle idi. Aslı yoktu.
-Böyle giderse Karamanlı kendi kendine çürüyecek, düşmana gerek kalmadan yitip gidecek. Diye söylendi.
Sırtını bir ağaca yaslamış karakıldan yapılma Türkmen çadırlarını, Ermenek'teki eski, Ermeni, Rum yapımı evleri izliyor, ara sıra karşılarında görünen bir dağın eteklerinde göz gezdiriyordu. Hemen yanında ise can dostu, andası Günseli oturmuş kaval çalıyordu. Bir de hüzünlü, ağlamaklı çalıyordu ki Bozca'nın derdini, sitemini arttırdıkça arttırıyordu. Alpler pek kaval çalmaz, çoban işi der dokunmazlardı. Herkes kendi işine odaklanmalı diye düşünürlerdi. İmam Osman'ın "Kişi neyi biliyorsa onu yapmalı, ötesine mecbur değilse karışmamalı." Sözü ata deyişi gibi dillere pelesenk olmuştu.Günseli tekti, çocukluğundan beri bildiği kavalı kuşağında taşır ancak sadece ikisi yalnızken çalardı.
O kaval çala, Bozca uzakları izleyedursun yanlarına iki koca sokuluverdi. İkisi de ak sakallı, hürmet görecek kişilerdi. Biri İmam Osman öbürü Durmuş Koca idi. İmam Osman Karaman Bey'in yakın dostu dini konularda yardımcısı aynı zamanda Mehmet Bey ve kardeşlerinin de hocasıydı. Durmuş Koca da yaşlı bir bey, sözü dinlenen bir kocaydı. İmam Osman kendilerini fark etmeyen iki alpe seslendi:
-Hayrola, tefekküre mi daldınız?
Kendilerine seslenildiğini duyan Bozca ve Günseli hemen toparlanıp ayağa kalktılar. Günseli kavalı kuşağına soktu. İmam Osman ve Durmuş Koca ile karşı karşıya gelince niyazda durmaya başladılar. İmam Osman kırmızı takkenin üstüne sarık geçirmişti, avurtları çökmüş suratında yaşlılık emaresi çizgiler kol geziyordu. Küçük, kuş delmiş ağzı yayılmış, gülümsüyor, yanlarına gelene kadar yorulmuş olması inip kalkan göğsünden ve soluk alıp verişinden belli oluyordu. Bozca cevap verdi:
-Tefek... O dediğin ne ola ki hocam? -İmam Osman'ın gülümsemesi bir kat arttı-
-Güzel bakmak demek Ali'm...-Bozca'nın diğer adı Ali'ydi. Ama ona bir Karaman Bey bir de İmam Osman Ali diye seslenirdi. Günseli karşısındakini unutup istemeden sözünü kesti:
-Hocam bu gavur ne bilir güzel bakmayı? Bunun işi asiliktir. -Kıkırdıyordu-
-Höst Ulan! Ne asiliğimizi gördün? -Araya bir küfür sıkıştıracaktı ama bu kocaların yanında edemeyeceğini düşünerek vazgeçti.- Bırakta hocam konuşsun. Neydi bu güzel bakmak?
-Baktığını güzel görmek, yorumlamak demek Ali'm.
-Güzel şey kaldı mı ki görelim?
-Kalmaz mı balam, kalmaz mı? Tanrı'nın güzel yarattığını çirkinleştirmeye kimin gücü yeter?
-Dağlar güzeldi Moğol yaktı, kentler güzeldi haçlı yıktı. Ben daha neyi nasıl güzel göreyim hocam? Canlarımız en güzeliydi onu da alıyorlar.
-Moğol o dağı yaktı da dağ kayıp mı oldu ha sıracalı Ali? Haçlı kenti yıktı da kendi taşıyan toprak hala yerinde duruyor. Canı veren de alan da Kadir Tanrı'dır. Can onun değil mi, istediği gibi kullanır. Bak şu Günseli'nin gözlerine.- Bozca döndü, Günseli'nin gözünün içine baktı. Göz göze gelince ikisinin de gülesi geldi, kendilerinin zor dizginlediler. Bu ikilinin herkesi çileden çıkaran huyuydu bu. En ciddi anda gülmek, en olmadık şeyi alaya almak.-
-Evet hocam? Dedi.
-Bu gözün bir eşini koskoca acun da bulabilin mi oğlum Ali? -Bozca başıyla "yok" işareti yaptı.- Bulaman tabi. İşte bu gözleri Allah yarattı. Bu onun güzelliğidir, eşi de benzeri de yoktur. -Anlatmaktan yorulmuş gibiydi.- Anladın mı Ali? -Bozca İmam Osman'ı haklı bulmuştu. Aslında inat eder daha konuşurdu, haksız olduğunu kolay kolay kabul etmezdi. Ama bu hocam dediği adamla daha nasıl inatlaşacaktı? Hem onun suyuna gitmesi gerekiyordu. O sevdiği kızın babasıydı. İsteyecekti babasından. Şu başlarındaki belaları bir savsın, isteyecekti.-
Türkan Kız! Ne de güzeldi. Küçük yuvarlak gözleriyle ne de güzel bakardı. Çeşmeden su alıp gelirken yüzüne bir gülümseme takıp salına salına gelişi Bozca'nın aklını başından alırdı. Hemen yanına gidip ibriklere yapışır:
-Ver taşıyayım. Derdi. Ötesine pek dili yetmezdi. Bozca Ali bu; ne bilir güzel sözler edip gönül çelmeyi? Türkan Kız da diretir de diretirdi.
-Yok, ben taşırım.
-Ver de taşıyım işte, kız başına yorulma.
-Buncağız ibrikten mi yorulacağım? Sultan kızı mıyım ben?
Bu böyle sürür giderdi. Bozca inatla yardım etmek ister, Türkan ise diretirdi. Bir gün yine çeşmeden su getirirken ayağını burkmuştu. Halihazırda onu izleyen Bozca koşarak gelmiş, Türkan yardım etmesine ilk kez o zaman izin vermişti. İbrikleri verirken bir de güzel bakmıştı gözlerinin içine, unutturmamacasına.
Bozca bunları düşünmeye dalmıştı ki İmam Osman onu düşlerinden uyandırdı.
-Neye daldın balam? Biz başka bir iş konuşmaya geldi seninle. Şu Durmuş Kocayı dinle bakalım.
-Oğlum Bozca kısa keseceğim. Git de şu Mehmet Bey ilen bir konuş. Otağından çıkmaz kukumav kuşu gibi oturur. Ne bir iş gördüğü var ne dışarı çıktığı. Türkmen dedesini de babasını da çok severdi. Hatırı vardır, gitsin çeri istesin, elbet yardım gelir. Öç almaya hazırlansın.
-Olur derim de...
-Ee?
-Yersizce konuştuysam bağışla, siz niye demezsiniz?
-Dinlemez ki. Çok gittik yanına, daha kara giyitlerini çıkarmamış. Az daha giyse al karısının eteği gibi üstüne yapışacak. Seni öz ağası yerine koyar, sözünü dinler. Daha çok toy, bir ağa, kılavuz gerek ona. Bozca eski günleri hatırlamasıyla neşelenir gibi oldu. Anasını, babasını ve bacısını Moğollar öldürmüştü. Karaman Bey onu himayesine almış kendi yetiştirmesi yapmıştı. Öz oğullarından da bir kez olsun ayırt etmemişti. Mehmet Bey'den bir kaç yaş büyük olduğundan hem ona hem öbür kardeşlerine ağabeylik yapmıştı. Onu çok sever, sayarlardı.
-Tamam. Dedi. Hele bir sabah olsun gider konuşurum.
Sabah olunca Bozca'nın ilk işi Mehmet Bey'in yanına gitmek oldu. Otağa girince onu kara giyimler içinde yine kara sukarlaç bir börk giymiş, gözleri uykusuzluktan içine göçmüş halde buldu. Mehmet Bey onu karşıladı, içi yün dolu işlemeli minderlerden birine oturttu.
-Açlığın var mı? Ekmek çıkartayım.
-Yok beyim sağ ol. Ama ayranını içerim. -Mehmet Bey'in işaretiyle birlikte bir halayık ayran getirmek için çıktı.
-Ee, nasılsın Bozca ağam? Eyice misin?
-Kötüyüm beyin. Sıkıntılıyım hemi de şikayetçiyim.
-Neyden, kimden şikayetçisin?
-Senden şikayetçiyim. -Mehmet Bey anlamıştı. Yine otağdan çık karaları çıkarıp yası bırak diyeceklerdi. Bıkkınlıkla ofladı.
-Neyden şikayetçisin? Aha bu kör olası otağdan çıkmıyorum diye mi? Çıksam neye yarayacak? Aha bu kör olası kara giyimleri çıkarsam, akları giyinip düğün etsem neye yarayacak? Ne oldu Bozca ağam, niye sustun kaldın? Bir şeyler söylesene.
-Çok şeye yarayacak. Tüm Türkmen ağzının içine bakıyor. Sen hala burada otur. Sonra da öç almaktan söz et.-Beye karşı çok ileri gittiğini fark etti. Aşırı açık sözlüydü Bozca, lafını esirgemezdi. Yine de sesini inceltti.- Otağından çık, Karamanlıyı topla, silkin. Sonra tüm Türkmen peşine gelir.
-Nere gideyim? Selçukluylan Tatar* her yeri tuttu, geçit vermez.
-Beyim avulun içinden çık demedim ki. Gitme bir yere, ben senin yerine giderim. Sen burada dur, gez göz yanlış gördüğünü düzelt. Korkarlar Karamanlı çöktü, yıkıldı deyü.
-Ne severlermiş benim yüzümü, gözümü meğerse(!) Sanırsın Baba İshak'ın yüzü, gözü. Mehmet Bey konuşmaktan iyice yılmıştı.
-Severler tabi. Senden yiğidini kim görmüş? Vallahi beyim ya çıkar başımıza buyruk olursun. Kaçan* sana canımı veririm. Yok ben burada oturacağım bir yere de gitmeyeceğim diyorsan ben yokum. Gider bulduğum düşmanı biçerim, artık leşimi de nereden bulursunuz bilmem! Bak beyim, beylik tanrı armağanıdır. Ama hemi de beladır bela. Bey yas tutamaz, çok sevinemez. Beyin boş vakıtı olmaz. Senin görevin karabuduna hizmet etmektir, beyliğin şanına kapılmayasın! Bey isen bey gibi davran. Yoksa bırak küçüklerinden biri bey olsun.
Otağın içinde derin bir sessizlik oldu. Bozca son cümleleri sesini yükselterek söylemişti. Otağda herkes olacakları bekliyordu. Mehmet Bey öfkeden kıpkırmızı kesildi. Etraflarında ki halayıklar, hizmetçiler korktular. Bir tarafta Mehmet Bey bir tarafta Bozca Ali! Kolay yenilecek yutulacak cinsten adam değildi Bozca Ali. Onun üstüne kılıç kullanan bulunmazdı. Açık sözlülüğü herkes tarafından bilinirdi ama şimdi bildiğin beyi azarlıyordu. Bozca Ali de burnundan soluyordu. Küçük gözleri öfkeden büyümüştü. Sağ elinin baş parmağıyla şehadet parmağının tırnağını itip çekiyordu. Öfkelenince yapardı bunu, ona acı verirdi ama öfkesini de bir nebze alırdı. O hala Mehmet'i eski Mehmet sanıyordu, küçük Mehmet. O da onun ağabeyi ya dilediğinde azarlayabilirdi. Onun artık bey olduğunu unutmuştu. Öfkesi geçmemişti, geçmemişti ya onun bey olduğu hatırına gelmişti. Korkusundan değil de Mehmet Bey'in küçük düşmemesi için özür dileyecekti.
Mehmet Bey ise hem bu küçük düşürme karşısında bir ceza vermeli diye düşünüyor hem de onun haklı olduğunu yavaş yavaş kabul etmekle beraber açık sözlülüğü ile de tanınmış bu adamı af etmek istiyordu. Sonuçta ağabeyi sayılırdı. Daha demin istedikleri ayranları getiren halayık kızın elleri titriyor, korkudan ayranları uzatamıyordu. Bozca'nın ağzından neredeyse hiç duyulmayan bir söz çıkınca ortam yumuşadı, rahatladı. Bozca çok sık özür dilemez, dileyecek işler de yapmamaya çalışırdı.
-Kusura kalma beyim, öfkemden oldu, bağışla.-Mehmet Bey gülümsedi. Kollarını iki yana açtı-
-Estağfurullah, ağamsın. Olur öyle.
Yumuşak minderlere geri oturdular. Mehmet Bey ayran dolu tasları aldı. Birini Bozca'ya verdikten sonra tepesine dikip içti. Bozca da aynısını yaptı. Mehmet Bey içli bir "oh" çektikten sonra. Bozca'ya döndü.
-Haklısın ağam aslında. Böyle olmayacak, ben yarın bir iş Larende'ye gidip anamı göreyim.-Mehmet Bey'in annesi baskın veya savaş olursa yanlarında başına bir kötülük gelmesin diye Larende'de oturuyordu.- Halini hatırını sorup diyeceğini alayım. Ondan ağrı* her beye, oymağa gider çeri ister, destek isteriz.
-Hutenoğlu'na çaktırmamak gerek. Hinoğlu ne yapacağı belli olmaz. Bir kere gördüydüm gözüm hiç tutmadı onu, çıyan gibi bakıyor.
-Senin gözün kimi tuttu ki Bozca ağam? -Gülümsedi-
-Seni tuttu beyim, aha bir de bizim Günseli soyhasını beyim.-Kahkaha attılar-
-Neyse artık, yarın olsun konuşuruz yine.
-Beyim Hutenoğlu deyince aklıma geldi. Bu sana Larende'de bir iş etmesin? İyisi mi ben de geleyim seninle.
-Edecek olsa şimdiyece ederdi ya ağam. Elinde o güç vardı, etmedi. Ama bence de gel anamızı görürüz. -Anamızı sözcüğünü bastırarak söylemişti, eskileri hatırlamak, kardeşten farksız olduklarını yenilemek için. Sadece ikisinin anlayabileceği tatlı, yalın, katıksız bir gülücükle baktılar birbirlerine. Zaman Karamanlı'ya hayır mı şer mi getirecek bilinmez ama rahatlık getirmeyeceği kesindi.
-Açlığın var mı? Ekmek çıkartayım.
-Yok beyim sağ ol. Ama ayranını içerim. -Mehmet Bey'in işaretiyle birlikte bir halayık ayran getirmek için çıktı.
-Ee, nasılsın Bozca ağam? Eyice misin?
-Kötüyüm beyin. Sıkıntılıyım hemi de şikayetçiyim.
-Neyden, kimden şikayetçisin?
-Senden şikayetçiyim. -Mehmet Bey anlamıştı. Yine otağdan çık karaları çıkarıp yası bırak diyeceklerdi. Bıkkınlıkla ofladı.
-Neyden şikayetçisin? Aha bu kör olası otağdan çıkmıyorum diye mi? Çıksam neye yarayacak? Aha bu kör olası kara giyimleri çıkarsam, akları giyinip düğün etsem neye yarayacak? Ne oldu Bozca ağam, niye sustun kaldın? Bir şeyler söylesene.
-Çok şeye yarayacak. Tüm Türkmen ağzının içine bakıyor. Sen hala burada otur. Sonra da öç almaktan söz et.-Beye karşı çok ileri gittiğini fark etti. Aşırı açık sözlüydü Bozca, lafını esirgemezdi. Yine de sesini inceltti.- Otağından çık, Karamanlıyı topla, silkin. Sonra tüm Türkmen peşine gelir.
-Nere gideyim? Selçukluylan Tatar* her yeri tuttu, geçit vermez.
-Beyim avulun içinden çık demedim ki. Gitme bir yere, ben senin yerine giderim. Sen burada dur, gez göz yanlış gördüğünü düzelt. Korkarlar Karamanlı çöktü, yıkıldı deyü.
-Ne severlermiş benim yüzümü, gözümü meğerse(!) Sanırsın Baba İshak'ın yüzü, gözü. Mehmet Bey konuşmaktan iyice yılmıştı.
-Severler tabi. Senden yiğidini kim görmüş? Vallahi beyim ya çıkar başımıza buyruk olursun. Kaçan* sana canımı veririm. Yok ben burada oturacağım bir yere de gitmeyeceğim diyorsan ben yokum. Gider bulduğum düşmanı biçerim, artık leşimi de nereden bulursunuz bilmem! Bak beyim, beylik tanrı armağanıdır. Ama hemi de beladır bela. Bey yas tutamaz, çok sevinemez. Beyin boş vakıtı olmaz. Senin görevin karabuduna hizmet etmektir, beyliğin şanına kapılmayasın! Bey isen bey gibi davran. Yoksa bırak küçüklerinden biri bey olsun.
Otağın içinde derin bir sessizlik oldu. Bozca son cümleleri sesini yükselterek söylemişti. Otağda herkes olacakları bekliyordu. Mehmet Bey öfkeden kıpkırmızı kesildi. Etraflarında ki halayıklar, hizmetçiler korktular. Bir tarafta Mehmet Bey bir tarafta Bozca Ali! Kolay yenilecek yutulacak cinsten adam değildi Bozca Ali. Onun üstüne kılıç kullanan bulunmazdı. Açık sözlülüğü herkes tarafından bilinirdi ama şimdi bildiğin beyi azarlıyordu. Bozca Ali de burnundan soluyordu. Küçük gözleri öfkeden büyümüştü. Sağ elinin baş parmağıyla şehadet parmağının tırnağını itip çekiyordu. Öfkelenince yapardı bunu, ona acı verirdi ama öfkesini de bir nebze alırdı. O hala Mehmet'i eski Mehmet sanıyordu, küçük Mehmet. O da onun ağabeyi ya dilediğinde azarlayabilirdi. Onun artık bey olduğunu unutmuştu. Öfkesi geçmemişti, geçmemişti ya onun bey olduğu hatırına gelmişti. Korkusundan değil de Mehmet Bey'in küçük düşmemesi için özür dileyecekti.
Mehmet Bey ise hem bu küçük düşürme karşısında bir ceza vermeli diye düşünüyor hem de onun haklı olduğunu yavaş yavaş kabul etmekle beraber açık sözlülüğü ile de tanınmış bu adamı af etmek istiyordu. Sonuçta ağabeyi sayılırdı. Daha demin istedikleri ayranları getiren halayık kızın elleri titriyor, korkudan ayranları uzatamıyordu. Bozca'nın ağzından neredeyse hiç duyulmayan bir söz çıkınca ortam yumuşadı, rahatladı. Bozca çok sık özür dilemez, dileyecek işler de yapmamaya çalışırdı.
-Kusura kalma beyim, öfkemden oldu, bağışla.-Mehmet Bey gülümsedi. Kollarını iki yana açtı-
-Estağfurullah, ağamsın. Olur öyle.
Yumuşak minderlere geri oturdular. Mehmet Bey ayran dolu tasları aldı. Birini Bozca'ya verdikten sonra tepesine dikip içti. Bozca da aynısını yaptı. Mehmet Bey içli bir "oh" çektikten sonra. Bozca'ya döndü.
-Haklısın ağam aslında. Böyle olmayacak, ben yarın bir iş Larende'ye gidip anamı göreyim.-Mehmet Bey'in annesi baskın veya savaş olursa yanlarında başına bir kötülük gelmesin diye Larende'de oturuyordu.- Halini hatırını sorup diyeceğini alayım. Ondan ağrı* her beye, oymağa gider çeri ister, destek isteriz.
-Hutenoğlu'na çaktırmamak gerek. Hinoğlu ne yapacağı belli olmaz. Bir kere gördüydüm gözüm hiç tutmadı onu, çıyan gibi bakıyor.
-Senin gözün kimi tuttu ki Bozca ağam? -Gülümsedi-
-Seni tuttu beyim, aha bir de bizim Günseli soyhasını beyim.-Kahkaha attılar-
-Neyse artık, yarın olsun konuşuruz yine.
-Beyim Hutenoğlu deyince aklıma geldi. Bu sana Larende'de bir iş etmesin? İyisi mi ben de geleyim seninle.
-Edecek olsa şimdiyece ederdi ya ağam. Elinde o güç vardı, etmedi. Ama bence de gel anamızı görürüz. -Anamızı sözcüğünü bastırarak söylemişti, eskileri hatırlamak, kardeşten farksız olduklarını yenilemek için. Sadece ikisinin anlayabileceği tatlı, yalın, katıksız bir gülücükle baktılar birbirlerine. Zaman Karamanlı'ya hayır mı şer mi getirecek bilinmez ama rahatlık getirmeyeceği kesindi.