Tyria - Kartalların Hiddeti - Şeytan Yuvası Savaşı - Anket

Users who are viewing this thread

VY7yBZ.png
⋆ Bu zamana kadar birçok hikayeyi yarıda bırakıp başka hikaye yazdım. Hep bir hikaye üzerinden gitmek istedim fakat zamanım olmadığımdan ilham gitti ve hep yarıda bıraktım. Şu aralar epey boş bir zamanım var ve yapacak pek bir şey de bulamıyorum açıkcası. O yüzden bu hikayeye başlayacağım. Umarım beğenirsiniz, beğenmezseniz de fark etmez. Okuyup yorum yapmanız bile benim için yeterlidir açıkcası. ⋆

✴ Tyria Diyari ve Hikaye İle İlgili Kısa Bilgiler ✴

Hikayeye Başlamadan Önce Okunması Gereken Bir Nevi Tanıtım Yazısı

- Karakterler , Mekanlar , Büyük Olaylar ve Dinler -

Şeytan Yuvası Savaşı - Birleşik Ordunun Giraller'ler ile Savaşı

✴ Kartalların Hiddeti - Bölümler ✴

Kartalların Hiddeti - Bölüm I

Kartalların Hiddeti - Bölüm II

Kartalların Hiddeti - Bölüm III

Kartalların Hiddeti - Bölüm IV



 
Hikayeye Başlamadan Önce Okunması Gereken Bir Nevi Tanıtım

Yaz Şövalyeleri Tyria diyarında duvarın yıkılmasından beri var olan özgür şövalye birliğidir. İnsanların birbirleriyle yaptığı hiçbir savaşa katılmazlar. Yaz Sövalyelerine katılmak için acemiler ki bu acemiler genellikle yetimlerden veya fakir köylerden seçilirdi ve uzun bir eğitimden geçerek kendilerini ispatlarlardı. Yaz Şövalyelerinde de her askeri birlik gibi rütbe vardı. Eğitimi en yüksek puanla tamamlayanlar  -bu puanlar eğitmenler tarafından verilirdi-  General Yardımcısı , orta bir puanla tamamlayanlar Şövalye , en düşük puanla tamamlayanlar ise Yaz Şövalyelerinin kalesinde muhafız olurdu.
 
Yaz Şövalyelerinin kalesi II.Rynfard Işık-getiren tarafından yaptırılmıştır. Bu kale o zamanki en güçlü ve en dayanıklı mermerden yapılmıştır. Bu mermerin rengini betimlemek zor ,hem koyu bir sarıya hemde koyu yeşile benzer. Bu kale diyardaki en büyük kaledir. Aslında içinde sadece Muhafızlar , Hizmetçiler ve Şövalyeler kalır. Bazen savaş zamanında ise Lordlar ailelerini buraya gönderir. Düşman Lordun buraya gelip verilen aileyi istemenin bir manası yoktur çünkü Yaz Şövalyelerinin her krallık ve beylik tarafından imzalanmış dokunulmazlığı vardır eğer bu dokunulmazlık çiğnenirse dokunulmazlığı bozan krallık veya beyliğe dokunulmazlığı imzalayan krallık ve beylik savaş açmak zorundadır.
 
Yaz Şövalyelerinin amacı nedir peki? Tyrial diyarını Girraller'den korumaktır. Girallerler insanlığın öfke , acımasızlık , kıskançlık ve kötülük ile beslediği acımasız ve kötü ruhlu yaratıklardır. İnsanlık kendini bildi bileli Girallerler vardı fakat Girallerler ve insanlık arasında kocaman bir duvar vardı. 358 yıl önce bu duvar bilinmeyen kara bir büyü tarafından yok edildi. Duvar yok edildiği için insalığı koruyacak hiçbir güç kalmamıştı. Tam o anda sadece Girallerler'i yok etmeye kendilerini adamış bir şövalye topluluğu çıktı ortaya. Diyardaki bütün beylikleri ve krallıkları birleştirdi Girallerleri ağır kayıplar verilen bir zaferle yendiler. O savaşta nice yüce gönüllü krallar ve lordlar öldü. İsmi tarihe geçenler oldu geçmeyenler de oldu. Sonuna kadar savaşanda savaştan kaçmaya çalışanda.

''Tarihi cesurlar yazar'' der  Thaerinliler ve dedikleri de doğru çıkmıştı. Her ölen kral veya bey büyük bir saygıyla anıldı. O yıldan beri yani 588 yılından beri Girallerler toplanıp savaşmadılar. Küçük birlikler halinde fakir veya zengin fark etmez, yağmaladılar , yıktılar , tecavüz ettiler. Krallıklar ve beylikler kendilerini oldukça savunmaya çalıştılar bu küçük birliklere karşı ve başarılı oldularda. Fakat Girallerler tükenmiyordu. Bir tane ölüyor bin tane geliyordu.

Yıl 946 Büyü Duvarı sanki hala var gibi insanlar , cüceler ve elfler birbirleriyle savaşıyorlar. Girallerler artık onları ne küçük birlikleriyle rahatsız ediyor ne de gözüküyordu. Bu neden yüzünden insanlar ve diğer ırklar Girallerlerin tehlikelerini unuttu. Şan , para ve şöhret için birbirleriyle acımasızca savaştılar. Yaz Şövalyelerini unuttular ve önemsememeye başladılar . Hepsi teker teker dokunulmazlıkları kaldırdı ne diğer krallık öbür krallığa savaş açtı ne de öbürü diğerine. Atalarının ettikleri yeminleri önemsemediler. Yeminler unutuldu insanlar acımasızlaştı. Girallerler de bu acımasızlıktan faydalanıyordu...

Kuzey'de tekrar toplanıyorlardı fakat kimsenin haberi yoktu. Bu sefer durdurulmazlardı. Keşfedilmemiş savaş makineleri , kılıç işlemeyen zırhlarıyla geliyorlardı. Fakat en kötüsü kin ve acımasızlıkla geliyorlardı.
 
Kurgusu çok hoşuma gitti biraz nedense Witcher ve ASOIAF evrenlerinin karışımını anımsattı.Buna rağmen oldukça orjinal bir hikaye olacağını düşünüyorum. Umarım devamını getirirsin.
 
Nam-ı Geda said:
Kurgusu çok hoşuma gitti biraz nedense Witcher ve ASOIAF evrenlerinin karışımını anımsattı.Buna rağmen oldukça orjinal bir hikaye olacağını düşünüyorum. Umarım devamını getirirsin.

Teşekkürler. Bu akşam seriye başlayacağım.
 
Gelecek bölümleri bekliyorum güzele benziyor yalnız kafama takılan Girrallerin de kendine özgü bir kültürler var mı yoksa akılsız sadece yok etmeyi arzulayan yaratıklar mı?
 
Elvaniire said:
Gelecek bölümleri bekliyorum güzele benziyor yalnız kafama takılan Girrallerin de kendine özgü bir kültürler var mı yoksa akılsız sadece yok etmeyi arzulayan yaratıklar mı?

Şuanki İnsanlar da bu yaratıklar hakkında pek bir şey bilmediğinden şuanlık bir şey demeyeceğim.

 
Kartalların Hiddeti - Bölüm I

Zincir Dağlarında simsiyah bir kale. Dağların üstünden acımasızca bakıyor ve önündeki araziyi gözlüyordu. Kalenin surlarında ağır zırhı siyah renkli askerler vardı , tıpkı kalenin rengi gibi. Bazıları boş gözlerle ileriyi gözlüyor bazıları ise görevlerini unutmuş bir şekilde sadece boş boş bakıyordu. Askeriyle , efsanevi surlarıyla burası Garnolak Kalesi idi. Leykall beyliğinin kalesi.  Surların ve askerlerin bu kadar kasvetli olması  kale insanlarının mutsuz olmasını gerektirmiyordu. Mutludurlar , huzurlulardır ve zengindir buranın halkı. Kalenin surları içerisindeki evler renk renkdir. Biri mavi ise diğeri pembe idir. Buraya gelen biri bir daha buradan ne ayrılmak ister nede buradan başka bir yerde ölmek.
 
Bütün bu evlerin hizasından yüksek bir yerde kocaman bir ev vardır. Dışı bembeyaz bir taştan yapılmış kocaman bir ev. Kocaman pencereleri ve kocaman bir giriş kapısı vardır. Burası Leykall ailesinin evi , aslında kale bile denilebilir. Bir eve göre fazla büyüktür. Bu evin içinde nice beyler nice prenseler öldü. İyi beyler olduğu kadar kötü beylerde oldu.  Bazıları zenginleştirdi bazıları ise acındırdı. Bütün bunlara rağmen Leykall beyliği duvarın yıkılmasından ve öncesinden beri vardı. Peki bu evin içinde hangi yüce gönüllü insanlar vardı?

Prens Khallor sarı saçlı ve sarı gözlüdür,gençtir. Diyardaki en ünlü prenslerden biridir ayrıca  onu ünlü yapan ne dövüşteki yeteneği ne de yakışıklılığıdır, onu ünlü yapan sapsarı gözüydür. Pek sarı demek mümkün değil aslında. Geceleri kimseler bir ışık gibi parladğını söyler.  Sabahları işe sönmüş bir meşale gibi olduğunu.

Prenses Arasha ağabeyinden tamamen farklıdır. Portakal gibi saçı ve açık kaherengi bir gözü vardır. Güzel bir yüzü ve vücudu, yüzüne pek yayılmamış çillinide unutmamak lazım. Birçok yakışıklı veya çirkin prensden evlenme teklifi almaktadır fakat Ashara pek de gönüllü değildir bu işlere. Kendisi daha çok erkekler gibi kılıç - kalkan sallamayı , at üstünde gezmeyi , avcılık yapmayı sever. Aslında bu işlerde abisinden bile iyidir.

III. Güleryüzlü Ahedan Arasha ve Khallor'un babasıdır. Hitap edildiği gibi yüzünden hiç tebbesüm eksik olmaz. Bembeyaz saçı , kırışık bir yüzü vardır. Gözleri Arasha gibi açık kahverengidir.  Leykall Beyliğinin beyi olduğundan beri halkına adaletle hükmeder.
 
Yine Garnolak kalesinin surlarına öğlenin güneşi vuruyordu. Çocuklar sokakta amaçsızca koşuyor ve özgürlüklerinin tadlarını çıkarıyorlardı. Kadınlar yemek hazırlıyor veya kiyafet dikiyor , erkekler inşaatda çalışıyor veya ticaretle uğraşıyordu.Leykall ailesinin evinde ise Prens Khallor dışarıda Arasha ile kılıç talimi yapıyor Ahedn ise avludaki koltuğuna oturmuş düşünüyordu. 

Garip, ilk defa düşünürken gülmüyordu. Ne kadar kötü olursa olsun Ahedan gülerdi. Birden tahta kılıçların sesi kesildi ve Khallor babasının yanına geldi. İlk önce saygı gösterirmişçesine eğildi fakat Ahedan onun yüzüne bile bakmadı.

''Baba? Terş bir şey mi var?''

''Ah! Khallor, Arasha ile talim yapmıyor muydunuz siz?''

''Eh-uh Arasha'yı biraz incittim galiba.''

''İncinen arkadan bize gülen Arasha değil, sen gibi duruyorsun. Burnuna ne oldu öyle?''

''Ah önemli bir şey değil baba. Talim yaparken durum biraz ters gitti.''

Ahedan'in yüzüne her zamanki tebessümü geldi. Çocuklarını görmek onu aşırı sevindiriyordu. Bu sırada Ashara avluya bakan pencereden içeri girdi ve Ahedan'in yüzüne az önceki sıkıntılı ifadesi yerleşti.

''İmparatorluk'dan bir mesaj geldi Khallor. Pek de iç açıcı bir mesaj değil açıkcası. Al oku.'' Ahden elindeki tomarı oğlu Khallor'a verdi.

Khallor'un yüzü hemen ekşidi.

''Kral Marcus mu?''

''Evet , Kral Marcus. Rhale'nın üçüncü oğlu.''

''Daha geçen hafta bize mesaj gelmedi mi? Kralın değiştiği ile ilgili.''

''Evet , evet biliyorum ne yazıkki geldi. İmparatorluk da bir sıkıntı var Khallor pek de iç açıcı ve sonu iyi bitecek bir sıkıntı olduğunu sanmıyorum.''

Khallor mesajın devamını da okuduktan sonra yüzü epeyce bir tatsızlaştı.

''Hawolf geçen hafta buraya geldiğinde sapasağlamdı. Ne olduda hastalandı?''

''Bilmiyorum Khallor.'' dedi ve uzun bir iç geçirdi Ahedan.

''Sence bir taht savaşı mı...'' dedi Khallor yüzüne şaşırmış bir ifade yerleştirerek.

''Umalım da öyle olmasın.Fakat öyle düşünmediğimi söylersem yalan olur. Eğer öyle olursa sonunda bir taraf seçmek zorunda kalacağız ve ikimizde hangi tarafı seçeceğimizi biliyoruz öyle değil mi?''

''Evet biliyorum baba fakat işin aslını öğrenmeden böyle konuşmak...'' dedi Khallor yüzüne hüzünlü bir ifade yerleşmişti bu sefer.

''Biliyorum evlat , biliyorum.Umalımda ortada bir taht savaşı felan olmaz.''

''Kral Marcus hangi beylikten baba?''

''Rhaedon Beyliği , hatırlarsan bir sene önce ziyaretimize gelmişti.''

''Hatırlıyorum! Hatırlıyorum! Ne kadar da kibirlilerdi.'' dedi yüzüne tekrar şaşırmış bir ifade geçmişti Khallor'un.

''Doğru hatırladın Khallor dediğin gibi işin aslını öğrenmeliyiz.'' bu sefer Ahedan'ın yüzüne ciddi ve sıkıntılı bir ifade yerleşmişti. Khallor da bunu fark etmişti.

''Ne oldu baba?''

''Oraya bir ulak gönderirim fakat eğer bir Taht savaşı söz konusuysa Ulağa doğru şeyleri anlatacaklarını sanmıyorum. Casus gönderirsem ve casus yakalanırsa bir savaş söz konusu bile olabilir. Benim aklımda bunların ikisinden hem daha güvenilir hemde daha azimli biri var...'' Yüzü iyice bozulmuştu artık. Gözlerini zemine dikmişti. Khallor ise dimdik ona bakıyordu.

Ahedan yüzünü kaldırdı ve dimdik Khallor'a baktı.

''Eğer sende istersen seni göndereceğim oraya Khallor. Tabii sende istersen. Seni zorlamak istemi...''

''Kabul baba. Eğer oraya ben gitmezsem her gün gerçeğin ne olduğunu düşünerek geçireceğim. Bu da beni içten içe yiyecek.'' Khallor'un yüzüne bir tebessüm yerleşmişti babasının bu kadar önemli bir görev için ona güvenmesi onu aşırı sevindirmişti.

''Ah canım oğlum!'' dedi Ahedan ve ayağa kalktı hafifçe Khallor'a sarıldı. Sonra da geri çekildi ve yüzü yeniden bozuldu.

''Eğer gitmeye kararlıysan Khallor bu akşam yola çıkman gerek. Kimsenin haberi olmamalı , Asharanın bile. Kılıcını , atını ve erzağını alıp gece çanı çaldığında sur kapılarının önünde buluşalım.
Nihayet gece geldi. Khallor ne bir arkadaşına gideceğini haber vermiş idi ne de Ashara'ya.  Sur kapısının önünde pelerine bürünmüş uzun saçlı bir adam vardı. Karanlıktan pek görükmüyordu yüzü hatta hiç gözükmüyordu. Khallor atıyla yaklaştı.

''Baba?''

Adam pelerininin başlığını açtı. Bu Khallor'un babasıydı fakat hiç olmadığı kadar sıkıntılı ve üzgündü. Ağzını açtı fakat vazgeçti.

''Oğlum'' dedi Khallor'un konuşmasına fırsat vermeden. ''Olayı iyice araştırıp buraya döndükten sonra sana anlatacağım çok önemli bir şey var. Kaç yıldır bu sırrı saklıyorum ve artık iyice bunalıyorum, içim içimi parçalıyor ve ölüyorum Khallor ölüyorum.'' Yüzüne yalancı bir tebessüm yerleşmişti.

''Ölmek mi? Sen benden fazla yaşayacaksın baba!'' dedi Khallor sevinçli bir sesle. Ahedan da gülmüştü.

''Neyse sen dönünce bunları konuşacağız. Beni şimdi çok iyi dinlemeni istiyorum Başkentde yani  Horlanas da adı ''Ludon'' olan bir arkadaşım var. Başkentdekilerin dedikleri Aslan Bahçesinde bir dükkan işletiyor . Bir ayakkabı dükkanı.  Şimdi sana vereceğim bu mektubu eğer ona verirsen seni bir yere götürecek ne olursa olsun ona güven ve dediklerini yap. Tamam mı? Al şimdi mektubu.''

''Tamam baba. Anlaşıldı. Bu işi en kısa sürede halletmeye çalışacağım.'' Khallor babasının elinden nazikçe mektubu aldı ve çantasına koydu.

'' Sakın açma onu Khallor. Arkadaşım Ludon epey şüpheci birisidir.''

''Pekala baba , galiba şimdi gitmem lazım''

''Evet , evet gitmen lazım. Hızlı git ve hızlı dön evladım.'' dedi ve Khalloru alnından hafifçe öptü.

''Harita aldın değil mi? Oraya uzunca bir yol var.''

''Aldım baba.'' dedi Khallor. Gideceği için içi içini parçalıyordu helede Ashara'ya veda bile etmeden gideceği için. Khallor yavaşça atına bindi ve atını yavaşça Sur Kapılarına sürdü. Son kez arkasına baktı ve babasının hüzünlü ve kasvetli yüzünü gördü. Hemencecik önüne döndü, daha fazla bakmaya dayanamazdı.

Atını gecenin karanlığına doğru sürdü. Muhafızların hepsi ona dikkat kesilmişti. Meraklı gözlerle ona bakıyorlardı. Kapılar kapandı ve Khallor nedense uzunca bir süre buraya dönemeyeceğini anladı.


 
Nam-ı Geda said:
İlk bölümden yorum yapmak zor, o yüzden beğendiğimi belirteyim de hikayene devam et.  :smile:

Hocam bölümde epey hatam vardı şimdi düzelttim keşke düzeltilmiş halini okusaydın :grin:. Ahden'nin adını Ahedan diye değiştirmişim bir yerde ve şimdi Ahedan'nın daha güzel olduğunun farkına varıp adamın adını tamamen değiştirdim.
 
n00bPanda said:
Nam-ı Geda said:
İlk bölümden yorum yapmak zor, o yüzden beğendiğimi belirteyim de hikayene devam et.  :smile:

Hocam bölümde epey hatam vardı şimdi düzelttim keşke düzeltilmiş halini okusaydın :grin:. Ahden'nin adını Ahedan diye değiştirmişim bir yerde ve şimdi Ahedan'nın daha güzel olduğunun farkına varıp adamın adını tamamen değiştirdim.

Ben de geçmişteki hikayelerimde normalde Andalza olarak koyduğum ismi arada sırada Andalzo falan diye yazardım.Aynısı gibi, sonra Andalzo bana çok daha çok hoş gelmişti. daha Hesare koyduğum ismi de Hasere, Hesero diye yazmışlığım var. Hiçbirisi hoşuma gitmiyor  şimdi döüp bakınca ilginç bir biçimde  :smile: :smile: Oluyor öyle şeyler, klavyenin azizliği..
 
- Karakterler , Mekanlar , Büyük Olaylar ve Dinler -

İmparatorluk:  Duvarın yıkılmasından sonra belli Beyliklerin birleşerek kurduğu imparatorluktur.

- Mekanlar,Dağlar,Kaleler ve Şehirler vb. -

Dağları : Garnolak Kalesinin kurulduğu alçak dağlardır.

Garnolak Kalesi : Tyria diyarının şarkılara konu olmuş efsanevi kalesidir. Surları simsiyahdır.

Horlanas : İmparatorluğun başkentidir.  Bütün diyardaki en büyük şehirdir.

Yeşil Kale : Rhaedon beyliğinin kalesidir.

- Beylikler -

Leykall Beyliği : Duvarın yıkılmasının öncesinden var olan bir beyliktir.  Beyliği kuran Zümrüt Alden'dir fakat Alden'in zamanında Garnolak Kalesinde değil Ejderha İni Kalesinde yaşıyorlardı. Girallerler'le ağır çatışmalarının sonucu olarak bu kale tamamen küle dönüşmüştür. Savaştan sonra Alden'in oğlu Zeki Gannon tarafından Garnolak kalesi inşaa ettirilmiştir. Leykall hanedanın başında şuan Güleryüzlü Ahedan vardır.

Rhaedon Beyliği : Girallerler ile yapılan savaştan sonra kurulan bir hanedandır.  Önceleri Dağlardaki vahşiçe ''Kemik-söken Gildamor'' 'un liderliğinde yaşamaktaydılar. Yaz Şövalyelerinin iknası ile savaşa katılmışlardır. Kemik-söken Gildamor savaşta kahramanca ölmüş ve adına nice şarkılar yazılmıştır. Oğlu Sıska Rammin Yaz Şövalyelerinin vaad ettiği topraklarda Yeşil Kaleyi yaptırtmış ve dağlardaki yaşantılarını kaleye taşımıştır.

- Kişiler -

Khallor : Leykall Beyliğinin tek Prensidir. Uzun boylu ,ortalama bir boya sahip sarı saçlı ve elbettki onu ünlü yapan  sarı gözlü vardır,teni aynı ailesi gibi bembeyaz olan biridir. Davranışlarına gelirsek ; Cesur fakat kararsız biridir.

Ashara : Leykall Beyliğinin tek Prensesidir. Abisi gibi uzun boylu fakat onun aksine simsiyah saçları ve açık kahverengi gözleri vardır. Tabii yüzüne pek de yayılmamış çillinide unutmamak lazım. Diyardaki diğer soylu kadınlara kıyaslayın Ashara onlara kıyaslayın daha isyankar , savaşçı ruhu olan biridir.

Ahedan : Leykall Beyliğinin Beyidir. Uzun boylu , uzun beyaz saçlı , kızı gibi açık kahverengi gözleri ve bembeyaz bir teni vardır. Sürekli yüzünden eksilmeyen tebessüm de es geçilmez tabi ki.

Kral Marcus : Rhaedon Beyliğinin genç beyidir. Kısa simsiyah saçları , aynı saçlarının rengi gibi gözleri vardır. Kısa boylu , esmer tenli biridir. Aşırı kibirli oluşu da nefret edilen özelliklerinden bir tanesidir.

Hawolf : Kral Marcus'dan sadece bir hafta önce seçilmiş meşru kraldır. Babası XV. İmparator Lucas 'dır. Uzun koyu kahverengi saçı ve aynı saçı gibi koyu kahverengi gözleri vardır.
Ludon  : Ahedan'ın oğlunu yönlendirdiği kişidir. Kendisi hakkında şuanlık pek bir şey bilinmiyor.

Büyük Olaylar (savaşlar vb.) :

Yaz Savaşı : Giraller ile yapılan savaşın adıdır. İnsanlar , elfler ve cüceler bu savaşı ağır kayıplarla kazanmışlardır. Yaz Savaşının olduğu yerdeki tepede kocaman bir ağaç vardır ve o ağaca savaşta ölen bütün kralların ve beylerin ismi kazınmıştır.

Hikaye ilerledikçe güncellenecektir.
 
Kartalların Hiddeti - Bölüm II

İki günlük sakin yolculuğun ardından Khallor yoluna devam ediyordu. Ardından öyle bir yere geldiki ağzı açık kaldı.  Rüzgar, ağaçlar ve çalılar ile dans ediyor nehir, güneş ile bakışıyordu. Nehire akan şelale adeta şarkı söylüyordu.  Khallor burada biraz daha kalmak istedi fakat yola devam etmesi gerekti. Dönünce burayı Ashara'ya anlatmayı düşünüyordu fakat nasıl betimleyeceğini bilemiyordu. Şelanenin tam karşısındaki kalın köprüden geçti ve birkaç saniye durup şelaleyi dinledi. Oldukça huzur vericiydi. Köprünün ilerisindeki yol tamamen ağaçlıktı ve dar bir patikadan devam ediyordu. İlk iki günkü yolculukdan öğrenmişti ki atı yani Rüzgar(adı) sadece açık yerlerden hoşlanıyordu.

Yoldan hoşlanmadığını belirtmek için hafifçe kişnedi fakat haritaya göre girmesi gereken yollardan biriydi Khallor'un. Patikaya girdi ve burada kuşların sesinin daha yoğun olduğunu fark etti.Bir süre sonra bir hapşırma sesi duydu fakat etrafına baktığında hiçbir şey göremedi. Hapşırma sesinden beş dakika sonra ağaçlarda hışırdama sesi duydu sanki biri ağaçtan ağaca atlayıp onu gözlüyordu. Cesaretini toplayıp sinirli bir şekilde bağırdı :

''Her kimsen ortaya çık!'' dedi ve tekrar etrafına baktı. Etraf tamamen sessizleşti. Atından inip araştırmak istiyordu fakat tekrar patikayı bulamayabilirdi. Tam yoluna devam edicekken önüne baktı ve yolda birini gördü.  Kirli kiyafetli , yüzünün yarısını bağlamış bir kadındı. Sadece gözleri  görüküyordu yüzünde. Ağzından burnuna kadar olan örtü tarzı şeyi indirdi ve :

''İn atından, hemen!''

Khallor ağaçlarda dolanıp onu takip edenin bu kadın olduğunu anladı.

''Sen de kimsin ?'' dedi bağırarak. Kalbi küt küt atıyordu.

''İn atından son uyarım.'' dedi. Bağırmasına rağmen epey sakin görüküyordu sanki bu işi her gün yapıyormuş gibi.

''Hayır, sen bir sebep verene kadar atımdan inmeyeceğim!''

''Çocuklar! Gösterin kendinizi.'' dediği anda ağaçlardan ve çalılardan sesler duyuldu. Bir anda patikada her yer silahlı adam doldu. Çoğunun elinde yay vardı ve onu Khallor'a doğrutuyorlardı. Bazılarında ise mızrak ve kılıç. Kalbi daha hızlı atmaya başladı , ne yapacağını açıkcası bilmiyordu.

''Son uyarım. İn atından!''

Khallor atından yavaşça indi ve etrafına bir kez daha yavaşça baktı.

''Bağlayın onu çocuklar! Onu kampa götürüyoruz!''

Khallor kılıcına dokundu fakat tam o anda arkasından bir darbe yedi. Uyandığında bir kafesin içindeydi ve kafes kapkaranlıktı.  Kılıcının olduğu yeri yokladığında kılıç yerinde yoktu. Kullandığı kılıç sadece ailesine özeldi yeni bir Prens veya Prenses doğduğunda yapılırdı. Tabii her aile bireyininki farklıydı. Mesela Khallor'un kılıcının kabzasında küçük kırmızı bir yakut vardı.  Kabzadan kılıcın ucuna doğru kılıç belli olmaksızın inceliyordu. Uzun , hafif ve dengeliydi.

Khallor uzun süre kafeste ne yapacağını düşündü sonra çaresizlik içinde bağırdı:

''Çıkarın beni buradan!'' dedi ve bunu yorulana kadar tekrarladı.  Dinlenip yeniden başlıyacakken bir kapı açıldı, hafif ayak sesleri duydu.

''Şimdi kafesin kapısını açacağım fakat ani bir hareket yapmayacaksın. Anlaşıldı mı?''
Khallor çok kısa bir süre düşündü sonra gönülsüzce :

''Anlaşıldı.'' dedi ve kapı açıldı. Bu onun yolunu kesen kadındı , üstündeki kiyafet aynıydı fakat yüzünü korumak için taktığı örtü yoktu.

Ellerini sert ve eski bir iple arkadan bağladı. Kolundan tutu ve zindandan çıkarttı. Khallor hiç direnmemişti.  Dışarı çıktığında küçük bir kamp alanı gördü. Kamp alanını yukarıdan görebilmekteydi çünkü zindan dağın içine yapılmıştı. Zindandan kamp alanına giden ince yoldan gittiler.

Kamp alanında, bir çadırın önünde durduklarında kadın arkadan vurdu fakat bu sefer yere düşmesi için hafifçe vurmuştu. Çadırın içinden uzun siyah saçlı , bir gözünün yerine göz bandı olan bir adam çıktı.

''Çöz onu Karen'' dedi ve suratındaki aynı diğerlerininkine benzer örtüyü indirdi. Yüzünde bir çok yara vardı, sanki yıllarını savaşta geçirmiş gibiydi. Kalın sesiyle konuşmaya başladı :

''Sen kimsin ve ormandan niye geçiyordun?''

Khallor önce ayağa kalktı ve sonra etrafına baktı. Neredeyse herkes aynı şekilde giyinmişti. Siyah kirli kiyafetler , ne uzun ne kısa bir pelerin ve en önemlisi hepsinin ağzını kaplayan bir örtü. Tekrardan önündeki adama baktı , fark edilmeyecek bir şekilde de olsa diğerlerinden farklı idi. Kirli kiyafetleri yerine siyah deri bir zırhı ,orta boyda pelerin yerine uzun bir pelerini vardı.

''Benim adım Aedan , ben bir gezginim.''

''Bir gezgine göre epey cesursunuz Prens Khallor'' dedi, Khallor ismini bastırarak söylemişti.  Khallor durumu kabullenecekti fakat yalanını sürdürmeye devam etmeye çalıştı.

''İsmim Khallor değil efendim dediğim gibi ismim Aedan.''

''O sarı gözlerin ile kimseyi kandıramazsın evlat! Sarı gözün sadece soylular arasında tanınmıyor.''
  Khallor durumu kabullendi ve sıkıntılı bir ses tonu ile tekrardan konuşmaya başladı.

''Peki niye beni esir aldınız?''

''Hedefimiz siz değildiniz Prens Khallor , bize İmparatorluk yolundan gelen kişileri şüpheli kişileri esir almamız  söylendi. Siz de yolcu kıyafetlerinizle bize epey şüpheli görüktünüz Prens Khallor.''

''Sorun çözüldü o zaman. Atımı ve kılıcımı verinde gideyim.''

''Ne yazıkki bunu yapamayız Prens Khallor. Önce bize neden Horlanas'a gittiğinizi söyleyin.''

'' Horlanas da çok yakın bir aile dostumuz var. Onu ziyarete gidiyordum sadece.''  Babası her ne olursa olsun asıl görevini kimseye söyleme demişti.

''Pek de iyi bir yalancı sayılmazsınız Prens Khallor.'' dedi karşısındaki adam. Yüzüne bir tebessüm yerleşmişti.

Peki ya siz kimsiniz ve size neden bütün bunları anlatmak zorundayım?''

''İyi bir soru sordunuz Prens Khallor. Biz İmparatorluk Casuslarıyız. Daha çok bilinen adımız ise İmparatorluk Kartallarıdır.'' dedi  ve yüzüne eski ciddi ifadesi yerleşmişti.

''İsterseniz yolumuza beraber devam edebiliriz. Kısa bir görev sonrasında Horlanas'a gideceğiz Prens Khallor.''

''Yalnız yolculuk etmeyi daha çok seviyorum efendim. Üzgünüm fakat teklifinizi reddetmek zorundayım.'' dedi Khallor.

''Aslında bu bir istek değildi Prens Khallor. Karen onu tekrar bağla , bizle geliyor.'' Karen denen kız tam bir şey diyecekti fakat adam onu eliyle susturdu. Khallor bu sefer olabildiğince ellerinin bağlanmasına direnmeye çalıştı fakat yapacağı hiçbir şey yoktu yanında ne silahı ne de atı vardı. Kısa bir direnmenin ardından ellerini Karen denen kıza uzattı bağlaması için.

Kız hafifçe tebessüm ettikten sonra Khalloru aynı iple bağladı fakat bu sefer Khalloru zindana değil bir çadıra yerleştirdiler. Çadır bomboştu. Karen onu burada bıraktıktan sonra dönüp :

''Yarına kadar olabildiğince uyumaya çalış. Yarın yola çıkacağız.'' Khallor tam nereye diyecekti fakat Karen hızlıca çadırdan uzaklaştı. Khallor başlayan yağmurun sesini duydu. Yağmur ilk başlarda sakin fakat gittikçe şiddetlendi. Bir süre sonra gök gürlemesi de beraberinde geldi. Khallor gece olduğunu hissedebiliyordu. Her ne kadar rahat olmasada kafasını zemine vurarak uyuma çalıştı.

Küçük yazım hataları olabilir. Daha kontrol etmedim.
 
Okumaya başladım. Hikaye çok iyi fakat göze çarpan bir hata var. O da noktalama işaretleri. Sürekli aynı şekilde yazmamışsın, yani kasıtlı olmadığı açık ama bu konuda daha dikkatli olursan çok iyi olur.

Örnek olarak:
Khallor önce ayağa kalktı ve sonra etrafına baktı. Neredeyse herkes aynı şekilde giyinmişti. Siyah kirli kiyafetler, ne uzun ne kısa bir pelerin ve en önemlisi hepsinin ağzını kaplayan bir örtü. Tekrardan önündeki adama baktı , fark edilmeyecek bir şekilde de olsa diğerlerinden farklı idi. Kirli kiyafetleri yerine siyah deri bir zırhı ,orta boyda pelerin yerine uzun bir pelerini vardı.

Khallor önce ayağa kalktı ve sonra etrafına baktı. Neredeyse herkes aynı şekilde giyinmişti. Siyah kirli kiyafetler, ne uzun ne kısa bir pelerin ve en önemlisi hepsinin ağzını kaplayan bir örtü. Tekrardan önündeki adama baktı, fark edilmeyecek bir şekilde de olsa diğerlerinden farklı idi. Kirli kiyafetleri yerine siyah deri bir zırhı, orta boyda pelerin yerine uzun bir pelerini vardı.

Devamını bekliyorum. :smile:
 
Størtbeck said:
Okumaya başladım. Hikaye çok iyi fakat göze çarpan bir hata var. O da noktalama işaretleri. Sürekli aynı şekilde yazmamışsın, yani kasıtlı olmadığı açık ama bu konuda daha dikkatli olursan çok iyi olur.

Örnek olarak:
Khallor önce ayağa kalktı ve sonra etrafına baktı. Neredeyse herkes aynı şekilde giyinmişti. Siyah kirli kiyafetler, ne uzun ne kısa bir pelerin ve en önemlisi hepsinin ağzını kaplayan bir örtü. Tekrardan önündeki adama baktı , fark edilmeyecek bir şekilde de olsa diğerlerinden farklı idi. Kirli kiyafetleri yerine siyah deri bir zırhı ,orta boyda pelerin yerine uzun bir pelerini vardı.

Khallor önce ayağa kalktı ve sonra etrafına baktı. Neredeyse herkes aynı şekilde giyinmişti. Siyah kirli kiyafetler, ne uzun ne kısa bir pelerin ve en önemlisi hepsinin ağzını kaplayan bir örtü. Tekrardan önündeki adama baktı, fark edilmeyecek bir şekilde de olsa diğerlerinden farklı idi. Kirli kiyafetleri yerine siyah deri bir zırhı, orta boyda pelerin yerine uzun bir pelerini vardı.

Devamını bekliyorum. :smile:

Gerçekten hiç fark etmemişim böyle bir hata yaptığımı. Daha dikkatli olacağım.
 
Kartalların Hiddeti - Bölüm III

Khallor uyandığında yağmur hala geceki şiddetiyle yağmaktaydı.  Hala ayılamamışken Karen denen kız gelmişti. Yüzünde ciddi ve sert bir ifade vardı, sanki canı bir şeye sıkkındı. Khallor'un yanına gitti ve bağlanmış elini çözdü.

''Biraz sonra yola çıkacağız , beni takip et.'' Khallor'un kalkmasına yardım etmek için kolundan sertçe kaldırdı. Kolundan tutarak sürükleye , sürükleye çadırdan çıkarttı.

''Bu pek de takip etme sayılmaz ha?'' dedi Khallor. Karen ise soğuk bir bakış atmakla yetindi.

''En azından nereye gittiğimizi söyleyin!'' dedi çaresizce Khallor.

''Ah çeneni kapatacak mısın!'' dedi Karen bağırarak. ''Tersinden kalktı herhalde'' diye düşündü Khallor içinden. Nereye gittiklerini gerçekten çok merak ediyordu.Kamp alanı bomboştu. Ne bir ses ne de çadır.

''Öbür insanlar nerede? Yada casuslar mı demeliydim?''

''Onlar çoktan toplandı ve yola koyuldular. Beni kamptaki izleri silmem için burada bıraktılar.''

''Onların peşinden gideceğiz o zaman?''

''Aynen öyle.'' dedi Karen. Kızgınlığı biraz olsun geçmişti. En azından bağırarak konuşmuyordu.  Karen değişik bir ıslık çaldı. Rahatsız ediciydi fakat sessizdi. Bunun ıslık olduğundan bile emin değildi Khallor fakat tam o anda simsiyah bir at geldi. Karen yavaşça atına bindi ve Khallor'a tebessüm ederek baktı.

''Lordum lütfen arkama geçiniz.'' dedi dalga geçer bir sesle fakat bu Khallor'un hiç de hoşuna gitmemişti. Atına ve kılıcına ne olduğunu merak ediyordu.

''Bu nazık teklifinizi geri çevirmek zorundayım Leydim. Acaba atım ve kılıcımın nerede olduğunu sorabilir miyim?''

''Atınızı ve kılıcınızı efendi Myros  aldı Lordum. '' dedi Karen. Bu şakayı devam ettirmeye niyetliydi. En azından bağırmıyordu ve Khallor,Karen'in gülümsemesini son derece rahatlatıcı buluyordu.

''Efendi Myros da kim?''

''Liderimiz. Dün konuştuğunuz kişi.''

''Hatırladım fakat niye aldı ki?''

''Güvenliğim nedeniyle aldı Lordum.''

''Asla sizin gibi bir bayana dokunmam Leydim.'' Khallor her ne kadar şaka yapsada Karen'in yüzü birden  kızarmıştı. Yüzü eski ciddi ve sert haline dönmüştü.

'' Ah bu kadar oyun yeter. Bin arkama.'' yüzü hala kızarıktı fakat soğuk bakıyordu. Khallor atın arkasına binerek üzücü bir şekilde fısıldadı.

''Ne olurdu oyunu devam ettirsek...'' Karen hiçbir cevap vermedi sadece atını hızla ormanın içine doğru sürdü. Orman'ın karanlık bir havası, yaprakları yemyeşil ağaçları vardı. ''Ah bir güneş açsa ne güzel olur!'' diye düşündü Khallor fakat yağmur daha da şiddetlendi.  Damlaların toprağa vuruş sesi gerçekten ormandaki her sesi bastırıyordu. Üzerlerindeki başlıklı pelerinden başka hiçbir korumaları yoktu. Karen bu ormanda bile atı rüzgar gibi sürebiliyordu.  O kadar hızlı sürüyorduki Khallor düşmemek için Karen'i arkadan kollarıyla sardı. Konuşmak bile zordu fakat yine de konuşmaya çalıştı.

''Sence biraz hızlı gitmiyor muyuz Leydim?''dedi Khallor. Karen bir şey söylemedi. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Sakindi fakat aşırı düşünceli bir ifadesi vardı.

''Biraz sonra orada oluruz.''

''Bana oranın neresi olduğunu açıklar mısın?''

''Eski bir tapınak. Çok eski.''

''Bu tapınakta ne bulmayı amaçlıyorsunuz ki?''

''Bunu size söyleyemem Lord Khallor.''dedi Karen. Kafasından düşünceleri atıp olabildiğince sıcak bir tebessüm yaymıştı yüzüne.  Khallor bir an dondu kaldı. Kızıl renkli uzun bağlı saçı , simsiyah gözü ve güzelliği ile Khallor'u saniyeler içerisinde büyülemişti adeta. Khallor'un ona baktığını fark eden Karen gözünü yoldan Khallor'a çevirip şaşkın bir halde Khallor'a baktı.

''Ne oldu?'' dedi Karen şaşkın , şaşkın. Khallor ona bakmaya devam ediyordu. Sonra Karen'in konuştuğunu fark etti. Yüzü feci şekilde kızardı.

''Y-Yok bir şey.'' dedi kekeleyerek. Bu arada yağmur durmuştu. Güneş açmış , ağaçların yeşili yeniden göze çarpıyordu.

''Sen bilirsin. Ah! Şuraya bak!'' Khallor ilk önce Karen'in ne gösterdiğini anlamadı fakat biraz daha dikkatli bakınca uzakta, ağaçların içinde yaşlı bir tapınak gördü.

''İşte burası. Bundan sonraki yolumuza yayan devam edeceğiz.''dedi Karen. Khallor herhangi birşey söylemedi sadece tapınakda ne olduğunu merak ediyordu.  Attan yavaşça indiler ve tapınağa doğru yola koyuldular. Güneş tam tepeye ulaştığında tapınağın kapısına vardılar. Kapı büyük ve tahtadandı. Yosun tutmuştu. Karen birden huzursuzlandı :

''Kapının açık olması gerekiyordu. Myros kapıyı bizim için açık bırakacaktı.''

''Hmm... Belkide itmeliyiz.'' dedi ve omzu ile kapıyı itmeye çalıştı Khallor. Tam omzunu yasladığı anda bir güç onu geri itti ve Karen'in ayaklarnın dibine düştü.

''Bu da neydi böyle?'' dedi Khallor korkmuş bir ifadeyle. Bu sırada incinmiş omzunuda tutuyordu.

''Tapınak kadim büyülerle donatılmış. Kaba güçle açman imkansız gibi birşey.'' dedi Karen , Khallor'a bakıp gülerek.

''Daha baştan söyleseydin keşke.'' Khallor ayağa kalkmaya çalışıyordu fakat her denemesinde başı fena derece dönüyordu.

''Sadece söylentiler doğru mu diye merak ettim.''

''Ve söylentilerin doğru olup olmadığını görmek için bana söylemedin.''

''Kısmen.'' dedi ve elini Khallor'a doğru yardım etmek için uzattı. Khallor kısa bir süre için yine Karen'e bakakaldı.  Güneş arkasından vahşice parıldıyordu. Karen yüzünü buruşturdu :

''Ne oldu? Bugün biraz dalgınsınız galiba Lordum?''

''Ah yok birşey.'' dedi ve Karen'in elinin yardımıyla ayağa kalktı. Baş dönmesi geçmişti fakat içinde kötü bir his vardı. Tarif etmek mümkün değildi tapınakla alakası olduğu kesindi ama.

''Buraya nasıl gireceğiz?'' dedi Khallor sıkıntılı bir ifadeyle.

''Açıkcası hiçbir fikrim yok.''

''Liderin yani Myros dediğin adam nasıl girmiş olabilir?''

''Bir çesit parşomenden bir metin  okuyup girecekti.Burada olmadığına göre başarmış gibi görüküyor.''

''Buranın arka kapısı yok mu?'' dedi Khallor dalga geçer bir suratla.

''Sanmıyorum, kapıdaki motiflerden birşey çıkarabilir miyiz acaba?'' dedi Karen düşünceli düşünceli.

''Bunlar sadece süs için yapılmış gözüküyor yine de bilemiyorum.''

''Gözüne çarpan birşey olursa söyle bana.'' dedi Karen. Bir yandan da düşünceli bir ifade ile motifleri inceliyordu :

''Khallor şuna bak!''

''Neye?''

''Bak motifte tapınağın kapısını açan bir adam var. Görüyor musun?'' Khallor gözlerini kıstı ve sonunda görebildi.

''Ah evet gördüm. Bir ipucu çıkarabilir miyiz bundan?'' dedi Khallor. İçini yine bir huzursuzlık kaplamıştı. O tapınağa hiçmi hiç girmek istemiyordu.  Birden babasının sözleri geldi aklına :

''Oraya olabildiğince hızlı gitmelisin Khallor!'' diyordu babası. Eğer kaçacaksa şuan en iyi zamandı. Karen kendini tamamen kapıdaki motifleri incelemeye vermişti fakat babası her zaman ''Başladığın işi bitirmelisin'' derdi. Her ne kadar işle bir alakası olmasa da oraya girmek zorunda hissediyordu kendini.

''Khallor iyi misin?''

''Evet iyiyim. Biraz daldım da.'' dedi Khallor. Karen , ''Ne kadar da değişik birisi'' diye düşündü içinden. Tam o anda Karen'in düşünceli suratı şaşkın bir ifadeye geçti. ''Birşey buldum galiba Khallor! Şu ejderha veya ona benzer yaratığın altında birşey yazıyor. Hangi dilde yazıldığını biliyor musun?'' Khallor'un gözleri bir faltaşı gibi açıldı. Ne yazdığını biliyordu fakat hangi dilde olduğunu bilmiyordu. Birden sesli okuduğunu fark etti. Karen şüpheli bir ifade ile ona bakıyordu. Khallor'un okuduğu yazı şuydu :

''Yaz yağmurları başladığında,
Yükselecek Kuzeyden bir kötülük
Yine beslenecek insanların korkusundan , kininden ve nefretinden.
Yağmur sürecek acı sona kadar , eğer bir ışık görükmezse bu acı diyarda.''

Khallor tamı tamına bunları okumuştu kapının motifinden.  Birden Khallor'un içine kapıya dokunma isteği geldi ve hafifçe dokundu. Kapılar gıcırdadı ve yavaşça açılmaya başladı. Karen'in şüpheli yüzü şaşkınlığa döndü.

''Az önce ne yaptın Khallor?''

''Bilmiyorum fakat bu tapınağa girmeliyiz Karen!''

''Biraz önce girmeye pek de gönüllü durmuyordun. Ne oluyor sana Khallor? Söyle!''

''Bilmiyorum dedim ya. Sadece içimden bir ses girmemi söylüyor.'' Onlar tartışırken kapı tamamen açılmıştı.  İkisinin de ağzı açık kaldı. İçeride yemyeşil bir ışık vardı ortada duran. Önlerinde ise bir koridor. Koridor yeşil ışık sayesinde aydınlanıyordu. Karen çıkardığı meşaleyi çantasına geri koydu. Yüzünde adeta güller açıyordu.  Khallor uzun koridordan yeşil ışığa doğru koştu. Koridor bitti ve karşısında kocaman bir alan vardı. Alan duvarlar ile sınırlanıyor , seyrek dikilmiş ağaçlar uzun duvarların önünde duruyordu. Khallor yukardan gelen ışığın kaynağını göremiyordu, nereye kadar uzandığını da bilmiyordu fakat ışık yukarıdan yerdeki zemine iniyordu. Zemine inen ışığın etrafında  büyük  küp şeklinde siyah taşlar vardı.Bir an için kendini açık bir alanda gibi hisseti  Khallor. Bastığı yer çimendi , etrafında seyrek, seyrek küçük elma ağaçları vardı. Ağaçların etrafında kelebek gibi kanatları olan fakat görünüşü ve büyüklüğü değişik olan bir yaratık vardı. Khallor uzun süre bu mükemmel manzaraya baktı. Kelebekimsi yaratıklar etrafa ışık saçıyordu. O anda yanına Karen gelmişti fakat telaşlıydı.

''Khallor , geldiğimiz koridor kayboldu!''

Khallor arkasına baktı ve gerçekten de koridor kaybolmuştu. Duvarlarda öyle.  Duvarlar yerine seyrek seyrek elma ağaçları ve kelebekler vardı.  Tam o anda ileriden bir kükreme sesi geldi. Bir kedininki gibi hafif fakat bir kurdunki kadar kalın.


 
Kartalların Hiddeti - Bölüm IV

Khallor ve Karen çaresizce sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Güney tarafındaki çimen ve ağaçlar birden yerinden koptu. Onlar dikkatini oraya vermişken Kuzeydeki çimen ve ağaç da yavaş yavaş yerinden kopuyordu.  Çimenler ve ağaçların kopması durdu ve iki yönden de canavar tarzı insan çıktı. Boyları iki ağacın boyuna eş değerdi , kel kafalarının tam ortasında kocaman bir göz vardı ve  gözün aşağısında kocaman bir ağız, fakat burunları  yoktu. Birinin teni mavimsi diğerininki ise kar gibi bembeyazdı. İkisinin de gözünün rengi kıpkırmızıydı. Mavi olanın elinde kocaman bir koparılmış ağaç vardı. Görünen ağaçlardan daha büyüktü. Beyaz olanın elinde ise çekiç tarzı bir silah ve paslı bir zırh. Zırh ve çekic  kalıbına göre yapılmıştı. Mavi olan ise çırılçıplaktı. Biri ciddi bakıyor diğeri ise vahşi bir kurt gibi bakıyordu. Kocaman fakat yavaş adımlarla Karen ve Khallor'a yaklaştılar.Karen aşırı derecede korkuyordu, Khallor da öyle fakat daha az.  Karen , Khallor'un kolunu tutup onu sarstı :

''Khallor kaçmalıyız! Pek de dost canlısı görükmüyorlar.'' Khallor hiçbir cevap vermedi sadece o iki deva sıra , sıra bakıyordu. Karen sonunda dayanamadı ve Khallor'u kolundan tutup sürükleyerek doğu tarafına kaçtı. Arkasına bile bakmadan. Bir ormanın içine girdiler. Ağaçlar burada seyrekti. Aynı zamanda  uzun ve simsiyah , yaprakları ise koyu kırmızıydı.  Bir sürü karga sesi geliyordu ağaçların tepesinden.  Yukarı baktıklarında karanlıktan başka birşey yoktu. Ağaçlarda aralıklı olarak sönük ve küçük meşaleler asılıydı. Khallor bir ağaca doğru yürürken birden bayıldı, Karen yere çöktü ve yüzünü dizlerinin arasına aldı. Bembeyaz olan teni daha da beyaz olmuştu. Karen ne yapacağını bilemedi fakat onu burada bırakamazdı. Khallor'u omzuna aldı ve önündeki giderek  daha da kararan ormana daldı. Ne kadar yürüsede her şey aynıydı. Bir an durup Myros ve ekibin nerede olduğunu merak etti.

Durup düşünürken bir ağaca işlenmiş değişik bir sembol gördü. Sembolün altında girdikleri kapıdaki yazıya benzer bir yazı vardı. Belki bir ipucu çıkabilir diye incelmeye başladı fakat hiçbir şey anlamadı.  Sembol de iki tane üst üste dizilmiş göz vardı. Aklına kaçmalarına sebep olan canavarlar geldi. Aynı onların gözüne benziyordu bu.  Khallor'u yavaşça arkadaki bir ağaca yasladı. Burada Khallor'un uyanmasını bekleyecekti çünkü sembolün altındaki yazıdan birşeyler çıkarabilirdi Khallor. Aynı kapının önünde olduğu gibi.  Tam o da ağaca yaslanıp biraz oturacaktı ki çalıdan bir ses duydu. Belinden iki hançerini çıkardı ve dövüş pozisyonuna girdi. Devler olamazdı, eğer devler olsaydı onları daha öteden de duyardı. Daha sessiz ve kurnaz birşeydi bu gelen. Belki de bir insan, belki bir canavar bilemezdi. Her ne olursa olsun kaçmayacaktı. Khallor'u gözledi hala yerde yatıyordu. Tam Khallor'a bakmışken çalılıktan devasa bir örümcek çıktı. Karen anında örümceğe doğru döndü. Derisi siyah , tüyleri kırmızıydı. Bu kadar devasa birşeyi nasıl görmediğini yada duymadığını anlamadı. Sonradan fark etti ki ağaçlar birbirine karanlıkta görülmeyen örümcek ağları ile bağlıydı.

Örümcek hafifçe tısladı ve yavaşça Karen'e yaklaştı. Karen böyle devasa birşeye karşı nasıl savaşacağını hiç mi hiç bilmiyordu. Hem kendini hem de Khallor'u koruması gerekti. Kafasında imkansız da olsa bir savaş planı tasarlamıştı. Örümceğin saldırısını bekleyip hızlı bir saldırı ile karşılık vermesi gerekti. Örümcek bacağını kaldırarak hantal bir saldırı yaptı Karen de hızlı sıyrılıp saldıracaktı fakat Örümcek diğer ayağını da kullandı. Karen kendini son anda kurtarabildi. Örümcek bir saldırı daha yapmak için kendini geri çekti ve yine bacağı ile saldırdı Karen hızlıca sıyrılıp bu sefer Örümceğin ince bacağının üstüne zıplayıp gövdesine bindi. İki hançerini de devasa Örümceğin derisine geçirdi. Örümcek bu kritik saldırı sonucunda Karen'i üstünden atmaya çalıştı fakat Karen sırtının üstündeyken ona ulaşamıyordu.  Kendini ters çevirdi  ve Karen üstünden zıplamak zorunda kaldı. Örümcek hızlıca kendini tekrardan normal haline döndürdü.
 
Uzunca bir süre tısladı ve Karen'in etrafında daire çizmeye başladı. Örümcek sandığından daha da kurnaz çıkmıştı. Daire çizen Örümceğe dikkat kesilmişken arkasından yavaşça gelen daha küçük örümceği görmemişti. Karen arkasından birşeyin onu soktuğunu hisseti. Birden vücudu soğudu ve dondu. Büyük olan örümcek daire çizmeyi bırakıp yavaşça Karen'e doğru yaklaştı. Karen'in görüşü de bozuldu aynı zamanda, hançerini amaçsızca sallamaya başladı. Vücudunda hiç güç kalmadığını hisseti ve aniden yere çöktü. Tamamen çaresizdi. Muhtemelen Khallor'a da aynısını yapacaklardı. Onu buraya hiç getirmemiş olmayı dilerdi. Gözlerini yavaşça yumdu fakat birşey yummasını engelledi.
 
Devasa örümcek aniden arkasına dikkat kesilmişti , Khallor ayaklanmıştı fakat silahsızdı. Karen son gücünü kullanarak hançerini yerden Khallor'a doğru attı. Khallor yerden gelen hançeri kaptı ve Karen'e göz kırptı fakat Karen çoktan gözlerini yummuştu.  Örümcek iki bacağı ile Khallor'a aynı anda saldırdı , Khallor geri çekilip hançerle o iki bacağını kesti. Örümcek acı dolu bir feryat ile çığırdı. Khallor , koşarak Karen'in yanına doğru koşarak  gitti tam o sırada arkasından yaklaşan küçük örümceği fark etti ve Karen'in diğer elindeki hançeri alıp tam küçük örümceğin gözüne attı. Küçük Örümcek de aynı şekilde acı dolu bir feryat ile çığırdı ve öldü. Büyük olan daha ölmemişti, Khallor'a doğru hızlıca koştu Khallor kendini zorla sağ tarafa attı. Örümcek sertçe ağaca çarpmıştı. Khallor ayağa kalktı ve hızlıca bir şekilde örümceğin sırtına aynı Karen gibi binerek örümcek ölene kadar bir sürü darbe üstüne darbe indirdi. Örümceğin sırtından indi ve hızlı bir şekilde Karen'in yanına gitti. Karen bembeyaz olmuştu,  Khallor , Karen'e dokunduğunda Karen'in titrediği fark etti ve üşümüştü de.  Hiç tıppi bilgisi yoktu. Sadece Garnolak kalesinde üstat tarafından bir yaranın nasıl sarılacağını öğrenmişti fakat bu böyle bir şey değildi. Zehirlenmiş gibiydi sanki. Geldiği yoldan geri dönüp devleri bulmalıydı belki onlar ona yardım edebilirdi  , her ne kadar tehlikeli görükseler de içinden bir ses onlarla konuşması gerektiğini de söylüyordu, sanki onlar ile bir ilişkisi vardı.
 
Geldikleri yolu Khallor görmemişti fakat ormandan nasıl çıkılacağını biliyordu. Karen'in hareketsiz ve soğuk vücudunu sırtına aldı ve devlere doğru yola koyuldu.

Küçük  hatalar olabilir. Daha kontrol etmedim.
 
Şeytan Yuvası Savaşı - Birleşik Ordunun Giraller ile Olan Büyük Savaşı

Savaşın Katip Belgron tarafından anlatılışı :

Savaş verimli , güzel , düz ve geniş bir alanda gerçekleşmiştir. Savaş Andarhas Krallığı'nın topraklarında olmuştur.  Artık o topraklar lanetli ve karanlıktır  giren kimse dönemez.  Savaşı yöneten komutan Yaz Şövalyesi Duncan'dır.
Girallerler ile İnsanlar artık lanetli olan ve adı Şeytan Yuvası diye anılan topraklarda savaştılar. İnsanlar Girallerler ile ilk kez savaşacaktı ve bu yüzden korkuyorlardı ne kadar güçlü veya zayıf olduklarını bilmiyorlardı. Elfler ve Cücelerde öyle. Girallerler de ise sanki korku denen duygudan arınmış aynı anda kılıçlarını kalkanlarına sertçe vurarak tüm Tyria'yı titretiyorlardı.

İlk saldıran ağır zırhları ve uzun mızraklarıyla Girallerler oldular. Ön saflardaki çoğu İnsan , Elf ve Cücenin eli ayağına dolandı , geri çekilmeye başladılar. Korkularından kalkanlarını doğru düzgün tutamadılar tamamen savunmasızlardı. Tam o ümitsizlik anında Yaz  Şövalyeleri korkan Elf , İnsan ve Cüce'nin önüne geçti ve onlara savaşta belkide en önemli etken olan cesareti verdi.

Piyadelerin kalkanları kırıldı , okçuların oku bitti. Savaş şafaktan geceye kadar sürdü. İki ordunun da geri çekilmesiyle savaşa o gün ara verdiler. İki tarafta da kayıplar vardı. Ağır kayıplar. O gece Giraller'ler küçük bir birlik ile gece saldırısı yapmaya kalkıştılar fakat önemli derecede başarısız oldular. Çünkü insalar Girallerlerden böyle haince bir saldırı bekliyordu. O gece insan kampında sadece çığlıklar vardı. Bir sürü kişi yaralanmış ve ölmüştü.

Şafak yeniden söktü ve iki ordu yine karşı karşıya geldi. İnsanlar yine dehşete düştü fakat bu sefer Girallerler'den değil bindikleri egzotik yaratıklardan dehşete düştüler. Bu yaratıklara İnsanlar ''Volran'' derdi. Atın ve ayının karışıma benzerdi bu yaratıklar. Atın hızını , ayının vahşiliğini almışlardı. Ön saflardaki askerler güçlü bir mızrak duvarı kurdular , okçular yaylarını hazır halde tuttular ve Cüceler sakladıkları savaş makinesini açığa çıkardılar. Oklar o egzotik yaratıklara etki etmedi fakat Cüceler'in savaş makineleri Volranları ve üstündeki Giraller'leri parça, parça etti.

Girallerler bu savaş makinelerini görünce dehşete düşüp geri çekildiler.  O gece uçan bir şahin sürüsü kampa saldırdı. Şahine benziyorlardı aslında fakat daha da büyüklerdi. Tüyleri geceye uyum sağlamıştı. Hiçbir gözcü onları yaklaşana kadar görememişti. Cücelerin savaş makinelerini yok ettiler ve ardından toza dönüşüp yok oldular. Sanki bu dünyadan değillermiş gibi.
Savaşın üçüncü gününde iki ordu yine karşı karşıya geldi. İki orduda aşırı yorgundu fakat Birleşik Ordunun savaşta kullanmadığı bir birlik vardı. Ağır Zırhlı Süvarilerdi bunlar. Elflerden ve İnsanlardan oluşuyordu. Bu sefer insanlar taaruz ediceklerdi. Uzun mızrakları ile rüzgar gibi Giraller'lere doğru sürdüler atlarını fakat bu taaruz planı başarız olmuştu. Giraller'ler gizli bir tuzak kurmuştu , Süvariler hızlıca yaklaşırken yerden savaş alanı boyunca süvarilere dönük olan uzun mızraklar çıktı. İnsanlar ve Elflerden oluşan Ağır Zırhlı Süvariler'in çoğu o gün yok oldu. Bunun ardından Giraller'ler piyadeleri ile ani bir hücuma geçtiler. Savaşın en kanlı günü bu gündü kesinlikle. Giraller'ler Bİrleşik orduya ciddi bir hasar vermişti. İnsanlar geri çekildi , Giraller'ler bastırmaya devam etti. Şafak vaktinden şafak vaktine kadar savaştı iki ordu. İki orduda şafak vaktinde geri çekildi.

Savaş belirsizdi , Girallerler çoktu ve dinç idi. O gece Duncan'ın aklına hafif süvarileri Will'e verip dağların yanlarından dolaştırmak fikri geldi bu sayede Giraller ordusuna ağır bir darbe vurabileceklerdi.  O gece hafif süvariler yola çıktı. İki ordu bu sefer gece vakti karşılaştı. Giraller'ler kara zırhları yüzünden zar zor gözüküyordu. Duncan bugünün son gün olacağından emindi. Lordları, Beyleri ve Komutanları ile ön saflara askerlerinin yanında savşamaya gitti. Orduyu bir nevi ikiye böldüğünden az kişi kalmışlardı.  İki orduda birbirine yaklaştı karşılıklı olarak. Oklar kalkanlara çarptı ve Girallerler birden hızlandı. Birleşik orduda öyle. Serçe birbirlerine girdiler. İki tarafda korkusuzdu. Kalkanlar kırıldı , mızrakların ucu koptu fakat Giraller'ler çoktu bir ölüyorlar on geliyorlardı. Birleşik ordu zayıfladı ve ümitsizliğe düştü. Güneş doğudan sanki dağların altından çıkıyormuş gibi ümit ile doğdu.

En ümitsiz anda hafif süvariler doğan güneşin ümidini de arkalarına alarak arkadan sertçe saldırdı. Bu geceden beri savaşan askerlere de cesaret vermişti. Girallerler arada kaldı , okçuları yok oldu.

Will ile Kara Latharan savaş anında karşılaştılar. Latharan Will'in atına öyle bir vurdu ki Will ile at sanki bir dalga yutuyormuş gibi geriye sıçradı. Will son anda atıdan atlayıp kılıcını Latharan'a karşı çekti.  İkiside ölümüne savaştılar. Will ayakta kaldı fakat ağır yaraları nedeniyle kısa bir süre sonra o da öldü. Sağ kalan Giraller'ler bir at hızıyla dağlara kaçtılar. Giraller'ler yenilmişti. Duncan'ın savaşa çağırdığı neredeyse bütün Lordlar , Komutanlar ve Beyler ölmüştü.  Birleşik ordu o gece tamamen ölenlerini anmak ile meşguldu. Çok fazla ölü vardı. Kazanmışlardı fakat kaybetmiş gibi hissediyorlardı. İçki içtiler evet içtiler fakat gülerek değil ağlayarak içtiler içkilerini. Kimisinin oğlu ölmüştü , kimisinin karısı ve kocası , kimisinin en yakın arkadaşı.

Sonuç :

Birleşik Ordu :

Toplam Sayı : 315.450

İnsan Ordusu : 150.000 -  İnsan ordusunun içinde bağımsız barbar kabileleri de vardı.

Cüce Ordusu : 70.000 -  Cüce ordusu 70.000 olmasına rağmen yüksek teknoloji savaş makineleri Girallerlerin çoğunu acımasızca katletmiştir.

Elf Orduları : 95.000  -  İki elf krallığının birleşmesiyle bu kadar asker çıkmıştır. Savaştan en çok zarar gören ırkdan biridir.
Yaz Şövalyeleri : 450 kişi. - 400 Kale muhafızı , Duncan ve Will , 48 şövalye. 

Kayıplar : 250.300
90.000 Elf
50.000 Cüce
100.000 İnsan
20 Şövalye
280 Kale Muhafızı
İsimleri tek tek sayılamayacak kadar Lord , Bey ve Komutan.
Yaz Şövalyelerinin liderlerinden biri olan Will bu savaşta Kara Latharan adlı Girallerler'in Kralı olan Giraller'i öldürdü fakat aldığı ağır yaralar yüzünden kendi de öldü. Bir çok şarkı yazılmıştır bu cesurluğa.

Girallerler Ordusu :

Toplam Sayı :  670.000 - İnsanlar Girallerler'in birçok türden olduğunu savunuyorlar fakat o kadar benzerlerdir ki hepsini tek tek ayırıp adlandıramamışlardır.

Kayıplar : 590.000 Giraller , 180.000 kaçak.
Kara Latharan öldü.
 
Back
Top Bottom