[S] Janakir

Favori POV karakteriniz hangisi? (Sezon I)

  • Janakir

    Votes: 0 0.0%
  • Berga

    Votes: 0 0.0%
  • Ulusamai

    Votes: 0 0.0%
  • Krimggar

    Votes: 1 100.0%

  • Total voters
    1

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.

Arkenhes

Knight at Arms
WG6zBm.png



ByRnVM.png


Kafasının hemen dibinden fırlayıp geçen oka aldırmayan genç atlı, bir elinde hafif eğimli kılıcı ve diğer elinde ayı kürkünden yapılma kalkanı ile atını önünde ki üç dört kişilik düşman birliğine doğru sürdü. Birliği yarıp geçen genç, arkadaşlarından birinin ona bağırdığını anladığında kafasını o tarafa doğru çevirdi.
"Janakir, bitmedi, dahası var! Yüce Kağanımız aşkına çok fazlalar!"
Etraf sisliydi ve gecenin karanlığı hiç olmadığı kadar insanların içine akıyordu. Zaten düşman birliklerinin sertleştirilmiş deriden yapılma, siyah boyalı zırhları onları gecenin karanlığında kamufle etmekle kalmıyor, dehşet saçan bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Janakir etrafı yokladı ama bütün düşmanları atının nallarından aşağıydı. Hepsini ya kendi biçmişti ya da adamları. Dahası neredeydi?
"Neredeler Selkar?!"
"Janakir dağ..."
Janakir kafasını dağa çevirdiğinde hayatında gördüğü en büyük ordulardan birini gördü. Başlarında ise Kergit Hanlığının ve dahi tüm Kalradyanın gelmiş geçmiş en azılı düşmanı olan, Kara Kergitlerin lideri Balzak duruyordu. Bu Balzak'tı, efsanelere göre babasını kendi elleriyle boğarak öldürmüş, Ichamur yakınlarında ki Icheir Dağında ki, varlığından hala tam emin olunamayan efsanevi canavarı öldürerek kılıcını onun rutubetli kanıyla kutsamış ve bu dağa bir demirci ocağı yaparak bütün teçhizatını kendi dövmüştü. O gün bugündür Icheir Dağı, Kara Kergitlerin meskeni haline gelmişti. Şimdi ise Kalradyanın belki de en dehşet verici 'canavarı' karşısında duruyordu.
Selkar, Janakir'e bağırdı:
"Onlar binlerce kişi, bizse sadece yedi kişiyiz. Bunun imkansız olduğunu biliyorsun Janakir, kaçmalı..."
Selkar sözlerini tamamlayamadan kara bir ok boğazını delip geçti ve ağaç dallarından birine saplandı. Janakir daha önce hayatında hiç böylesine güçlü bir ok görmemişti. Kendini bildi bileli Kara Kergitlerle savaşıyordu ancak böylesini ne görmüş ne de duymuştu. Oku atan dağda ki ordunun başında duran Balzak'tı. Bu ona özel bir silah olmalıydı. Janakir cesurdu ancak salak değildi. En iyi adamını kaybetmenin acısı içinde askerlerine geri çekil emri verdi ve hepsi ters yönde dört nala sürmeye başladılar. Kafasını çevirip baktığında ordunun öylece yerinde durduğunu gördü ve bir an için Balzak'ın kaçışlarına hiç aldırmadığını düşündü. Bu o alan içinde gördüğü ve düşündüğü son şeydi.

Altı asker son hız Tulga kapılarına doğru ilerlemekteydi. Yeteri kadar yaklaştıklarında Janakir bağırarak kapıların açılmasını emretti. Nöbetçi askerler önce sırtlarında ki mızrağa davranıp öne doğru doğrultsalar da muhafız komutanları ve hanzadeleri olan Janakir'i görünce elleri mızraktan kapı çelengine doğru yatay geçiş yaptı. Janakir ve adamları tıpkı bir şimşek gibi Tulga kapılarından geçti. Şehrin içine girdiklerinde askerler rotalarını kışlalarına, Janakir ise saraya çevirdi. Saraya varması uzun sürmedi. Saray merdivenlerini hızlı bir şekilde çıkarak hân odasına hızlı bir şekilde girdi, nefes nefese kalmıştı. Nöbetçilerden biri sesli bir şekilde adını söyledi. Janakir önce ona doğru dönüp başıyla selam verdi -bu adettendi- ve yataktaki hasta babasına, Kergit Hânı Yaşlı Kurt Argnar'a baktı. Gözleri adeta bir kan çukurunu andırıyordu. Yüzü kırmızı ve yeşil damar çıkıntılarıyla doluydu. O eski 'kurt'tan eser yoktu. Sakalı ise Sarranid Sultanı Genç Ayzar'dan bile uzundu. Tam üç senedir ağzından tek kelime çıkmamıştı. İnsanlarla gözleriyle iletişim kuruyordu. Janakir ona yaklaşıp:
"Baba" dedi.
Yaşlı kurt gözleriyle onu süzüyordu.
"Baba artık konuş bizimle. Şu saçmalığı bırak, konu önemli. Ülkenin geleceği söz konusu" dedi.
Yaşlı kurt hala anlamsız anlamsız ona bakıyordu.
"Bizi önemsemiyorsan efendisi olduğun bu toprakları önemse"
Anlamsız bakışlar...
"Balzak sonunda ininden çıktı! Hepimizi kılıçtan geçirmeye geliyor. Sense hala ininde bekliyorsun. Balzak karşına geçip elinde o efsanevi kılıcıyla sırıttığında ona da böyle anlamsız bakışlar atabilecek misin bakalım?!"
Yaşlı Kurdun gözleri, Balzak ismini duyduğunda faltaşı gibi açıldı. Yataktan hızlı bir şekilde kalkmaya çalışsa da bedeni buna izin vermedi. Acı dolu bir inlemeyle yavaş yavaş yataktan çıktı ve Janakir'e dönerek:
"Vakit geldi oğlum" dedi.
Janakir babasının konuştuğuna mı yoksa bahsettiği şeye mi şaşırsa bilemedi. Nöbetçiler bile şaşkın şaşkın kendi aralarında bakıştılar. Beş saniyelik bir sessizlikten sonra:
"Ne vakti baba?" diyebildi sadece.
Yaşlı kurt acı dolu bir gülümsemeyle:
"Hanlığı devralma vakti. Artık hânzade değil hânsın. Benim ilk ve tek oğlum olarak seni Kergit Hanlığının yeni efendisi ilan ediyorum. Nöbetçiler hemen bir ferman hazırlansın ve bütün mülkümde okutulsun."
Nöbetçilerden biri elini göğsüne vurarak odadan çıktı.
"Ama baba, törelerimize göre sen ölme..."
"Daha demin kendi ağzınla söyledin. Balzak diyarımıza yıkım ve vahşet getirdiğinde karşısında çelimsiz, eli kılıç dahi tutamayan bir ihtiyar mı görecek, yoksa bir cengaver mi?"
Janakir sessizdi.
"Kendini hazırlasan iyi edersin oğlum. Lakin artık tek başınasın"
"Ne demek oluyor bu?"
"Git ve yat. Bunu gün doğarken öğreneceksin"
Janakir'in kafasında onlarca soru ve bir o kadar da ağrı vardı. Uyku tüm bedenini ele geçirmiş, adeta ona yatağa girmesi için yalvarıyordu. Odasına ilerlerken bir kaç kez yalpaladı, ancak düşmedi. Yatağının baş ucuna geldiğinde kendini gelişigüzel bir şekilde yatağa bıraktı. Uykuya dalması uzun sürmedi.

Güneş yavaş yavaş yükselirken bu erken vakte göre sarayda olmaması gereken bir hareketlilik vardı. Janakir'in odasının kapısı iki kez çalındı. Ağzından salyalar akan Janakir gözlerini açtı ve o an belinde acı bir ağrı hissetti. Yataktan doğruldu ve dik durmakta zorlandığını fark etti. Üstündeki ince çelik tabakalı yelekle yatarsa olacağı buydu. Kapı iki kez daha çalındı. Janakir "gir" demek yerine gidip kapıyı kendi açtı ve o an hizmetlilerden birinin havaya kalkmış yumruğunu gördü. Hizmetliyle göz göze geldiler. Hizmetli aniden yumruğunu indirdi ve kekeme bir şekilde:
"E, e.. efendim. Ben sadece kapıyı çal..."
"Anladım, sıkıntı yok. Lakin sabahın bu vaktinde bu kadar gürültünün sebebini anlayamadım."
Hizmetli birazda daha demin ki yumruk olayının korkusuyla yutkundu.
"Evet, bir cevap alabilecek miyim?"
"Babanız..." dedi ve sustu hizmetli. Cümlenin devamını gözleri getirmişti zaten.
Janakir sessizce hân odasına doğru yürümeye başladı, yani yeni odasına.

1G2b9N.png


Küçük kız babasını kaybettiğine inanamıyordu. Hemde bu şekilde. Kırk yıl düşünse babasının intihar edeceği aklına gelmezdi! O yüzük, hanların sadece zor durumda kaldıklarında onurlu bir şekilde hayatlarına son vermesi için tasarlanmıştı. Hayır... babası asla böyle bir şey yapmazdı. Herkes ona hasta ve dilsiz diyordu. Hasta olduğu doğru olabilirdi fakat dilsiz değildi. Babasının kimseyle konuşmadığı halde geceleri gizlice sadece kızıyla konuştuğu, babasıyla arasında küçük bir sırdı. Ancak bu tatlı sırrı bilen iki kişiden biri artık hayatta değildi. Bunları düşünürken bile kendini tutamayan kız, kalktı ve babasının cesedinin olduğu yatağın yanı başında duran masadaki mendile uzanmaya kalkmıştı ki güçlü ve sert bir el onu durdurdu.
Bu Ha-Ok'tu. Ha-Ok onunla birlikte büyüyen çocukluk arkadaşıydı ve zor zamanlarında abisinden önce yanında hep o olurdu. Janakir ise küçüklükten beri Ha-Ok'u sevmezdi. Kız, abisinin onu kıskandığını düşünürdü.
Ha-Ok elleriyle kızın göz yaşlarını sildi ve:
"Bir mendil kadar yumuşak olmayabilirler ve hatta bir demir kadar sertler. Ancak insanın yumuşak bir kalbi varsa ve üstelik sevdiği insanda karşısındaysa bu bütün uzuvlarına yansıyabilir Berga." dedi.
Berga, Ha-Ok'un kendisini sevdiğini biliyordu. Bu bir sır değildi ve aşkını ona ilan edeli uzun süre olmuştu. Yatakta cansız bedeni yatan Yaşlı Kurt Argnar'ın bile bundan haberi vardı. Janakir'in aksine Argnar, Ha-Ok'u severdi. Ne de olsa onu oğlu gibi büyütmüştü. Argnar, Ha-Ok'u Halmar'a düzenlediği bir gezi sırasında çırılçıplak halde bulmuştu. Bir an yüzlerce dul bıraktığı kadın aklına geldi ve bir kaya kadar sert olan kalbi bir dakikalığına yumuşadı, Ha-Ok'u evlatlık olarak aldı. O gün bugündür Ha-Ok aynı bir hânzade gibi yetiştirildi. Ancak hanedan kanı taşımadığı için asla Hân olamayacağını hem kendisi hemde bütün Kergit ahalisi biliyordu.
"Seni babandan isteyecektim. Fakat ne yazık, artık o yok. Bir an önce evlenelim Berga!" diye heyecanlı bir şekilde konuştu Ha-Ok.
Berga yarı şaşkın bir şekilde tam ağzını açmıştı ki, katı ve şiddetli bir ses onun sesini bastırmayı bırak, ağzını açmasına izin vermedi:
"Senin ağzının dediğini kulakların duyar mı Ha-Ok? Bir cansızın başında, ki o kişi senin öz baban gibiydi, evlilik teklifi etmekte ne demek?" dedi odaya giren Janakir.
Janakir'e dönen Ha-Ok gülümsereyek:
"Ah Janakir, beni hiç bir zaman sevmeyecek hep ezeceksin değil mi? Ama kusura bakma, artık Berga ve ben bekleyemeyeceğiz. Bunu uzatmanın bir anlamı yok." dedi.
Janakir ağrımakta olan belini tuttu ve sertçe gerindi. Kemiklerinden gelen ses bir kükremeyi andırıyordu.
"Öncelikle Ha-Ok... Bundan sonra Janakir değil Janakir HAN -burayı bastırarak söyler- diyeceksin. Babam beni dün akşam Kergitlerin yeni efendisi ilan etti. Öyle olmasa bile artık yok ve bundan sonra Kergit Hanlığının yegane sahibi BENİM! Buna ek olarak yeni on yedi yaşına girmiş ve memeleri henüz tomurcuklanmaya başlamış bir kızı hem abisi, hemde hanı olarak sana vermem uygun değildir. Ha bunlar bir bahane olmasa bile bende o rıza yoktur. Şimdi beni kız kardeşimle yalnız bırak."
Ha-Ok ne diyeceğini şaşırdı. Dili birbirine dolanmıştı. Janakir'in küçüklüğünü biliyordu. Ancak... bu sözlerden sonra Janakir ona hem ürkütücü hem de otoriter gelmeye başladı. Korkusu yüzünden okunuyordu. Sessizce odayı terk etti.
Janakir kız kardeşine döndü. Kızın gözleri hala yaşlıydı. Janakir'de bağırarak ağlamak istiyordu. Ancak yapamazdı, nöbetçilerin yanında uygun değildi. O koskoca Kergit Hanıydı. Bir dakika, o Hândı ne istese yapardı. Nöbetçilere dönüp çıkmalarını emretti.
İki nöbetçi de ellerini omuzlarına sert bir şekilde vurup odayı terk ettiler. Oda da sadece Janakir, Berga ve Yaşlı Kurt Argnar'ın cansız bedeni kalmıştı. Janakir'de artık kendini tutmayı bıraktı, göz yaşlarının akmasına izin verdi ve iki kardeş koşarak birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Beş dakika o pozisyonda kaldılar. Sonunda Janakir kardeşini bıraktı ve babasına döndü. Babası elindeki zehirli yüzüğün kapağı açılmış bir şekilde, eli yataktan aşağı sarkmış bir biçimde yatıyordu.
"Kendini mi zehirlemiş?" dedi Janakir.
"Evet, bunu neden yaptı anlayamıyorum."
"Beni Han ilan ettikten sonra... Bana artık tek başıma olduğumu söyledi."
"Ne demek oluyor bu?"
"Keşke bilsem..."
İkili hiç konuşmadan öylece beş dakika kadar oturdular. Sessizliği bozan Berga oldu:
"Abi, Ha-Ok ile evleneceğim."
Janakir bunu söyleyeceğini biliyordu. Ancak şimdi kendi diyeceği şeyi de kardeşi biliyor olmalıydı:
"Onunla evlenmeyeceksin Berga."
"Evleneceğim abi."
"Abine karşımı çıkıyorsun?! Madem abine değer vermiyorsun, HANIN olarak onunla evlenmeni yasaklıyorum o halde."
"Peki o halde abi. Yarın sabahta benim cesedim sarayı ayağa kaldırır belki ne dersin?"
Janakir böyle bir cevap asla beklemiyordu. İki üç saniye ne yapacağını bilemedi. Sonra bağdaş oturuş pozisyonunu bozarak kalktı ve kalkarken kurulu masaya şiddetli bir tekme atmayı da ihmal etmedi. Masa ortadan ikiye bölündü.
"Sen nasıl konuşuyorsun benimle?! Çık DEFOL!"
Berga abisine kızgın bir bakış attı ve odadan çıktı. Janakir daha şimdiden bu işlerde zorlanmaya başlamıştı, gözlerini açar açmaz. Ölümüne kadar nasıl sabredecekti?

Berga sinirli bir şekilde merdivenlerden indi ve sarayın büyük salonuna girdi. Ha-Ok orada bir adamla konuşuyordu. Konuştuğu adam hayatında gördüğü en tipsiz adamdı. Ha-Ok adamın sırtına dokundu ve gitmesini söyledi, sonrada Berga'ya döndü ve:
"Geldin demek. Ne zaman evleniyoruz?" dedi.
Berga gülümsedi.
"Hazırlıklara başla. Galiba beni kaçırman gerekecek."
Ha-Ok sırıttı.
"Sen nasıl istersen sevgilim. Bu geceye hazır olmuş ol."
"Bu gece mi?"
"Ne, istemiyor musun yoksa?"
"Ama nereye gideriz?"
"Onların hepsini ben hallederim. Sen meraklanma, geceye kadar yanına alacaklarını hazır et, gerisini bana bırak."
Berga tekrar gülümsedi. Ha-Ok'un yanağına bir öpücük kondurdu ve hazırlanmak üzere odasına çıkmaya başladı.

Akşam olmuştu. Kergit Sarayları tam kapalı olmadığı için dışarıdan gelen çekirgelerin, sokaklarda yapılan etkinliklerin ve ahalinin sesi saraya kadar ulaşıyordu. Berga'nın tüm hazırlığı tamamdı. Şu anda tek yapması gereken oturup beklemekti. Kapı çalındı.
Berga kapıyı açtı ve karşısında Ha-Ok'u gördü.
"Hazır mısın Berga?"
"Elbette. Hadi kaçalım."
Ha-Ok bir an duraksadı ve kızın dudağına yapıştı. Berga hayatında ilk defa bir erkekle bu kadar yakınlaşmıştı. Kadınsı dürtüleri inanılmaz derecede uyarılmaya başlamıştı. Ha-Ok dudaktan yavaş yavaş boyuna oradan da göğüs bölgesine inmeye başlamıştı. Ha-Ok elini tam Berga'nın göğüs bölgesindeki elbise ipine atmıştı ki Berga elini tuttu.
"Evlenmeden önce daha ileriye gidersek bu doğru olmaz. Ayrıca buna vaktimiz yok."
Ha-Ok başıyla onayladı ve ikisi beraber odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başladılar. Saraydan çıkıp şehir meydanına geldiklerinde işleri kolaydı. Çünkü bugün panayır günüydü ve her yerde kukla gösterileri ve pazarlar kurulmuştu. Dolayısıyla etrafta çok fazla insan vardı ve fark edilmeleri çok zordu. Şehir meydanının çıkışına geldiklerinde iki nöbetçi yerine tek nöbetçi kapıda duruyordu. Ha-Ok ortamı bozmadan:
"Redav nasılsın?" diye sordu.
"Hoş geldiniz beyim, hoş geldiniz hanımım. Merakımı mazur görün, bu saatte iki saray insanının buraya kadar gelmiş olmaları nedendir?"
"Leydi Berga'nın Halmar'dan gelen kürk ve kadife siparişleri var. Onları alıp geri döneceğiz. Hatta istersen sende bizimle gelebilirsin. Yardımın dokunabilir."
"Ah, üzgünüm beyim. Lanet Ulusamai beni buraya bıraktı ve işemeye gitti! Of, pardon hanımım. Siz geçebilirsiniz."
Berga gülümsedi ve:
"Problem değil, izninizle." dedi ve Ha-Ok'la beraber dışarı çıktılar.
"Güzel rol yapıyorsun sevgilim." dedi Berga.
"Sende kötü değilsin."
Gülüştüler. Ha-Ok, Berga'ya dönerek:
"Rica etsem şu çalılıkların orada beş dakika bekler misin? Sanırım hançerimi meydandaki ağacın dibinde unuttum. Onu almam lazım, yol tehlikeli." dedi.
Berga kafasını salladı ve çalılıkların yanına geçip beklemeye başladı. Gidiş arabaları kapının önünde bekliyordu.
Henüz bir kaç dakika olmuştu ki biraz ötede ki ağaçların yanında iki gölge gördü. Bu biraz ürpermesine sebep oldu. Ancak çocukluktan beri içine söz geçiremezdi. Sessiz bir şekilde o tarafa doğru yürümeye başladı. Yeterince yaklaştığında bu iki kişiden birinin bugün Ha-Ok'la konuşan tipsiz adam olduğunu fark etti. Diğerininde ondan aşağı kalır yanı yoktu. Kulaklarını konuşmaya verdi.
"Lanet Kurt Argnar sonunda öldü. Geriye tek hedef kaldı." dedi Berga'nın Ha-Ok'un yanında gördüğü adam.
"Janakir! Ha-Ok'un söylediğine göre daha Hanlığının ilk gününde kibirli tavırlar sergilemiş." dedi diğer adam.
"Meraklanma, onunda babası gibi sonu yakındır."
"Keşke Argnar geberirken Ha-Ok'un yanında olabilseydim. O yaşlı itin ölümünü izlemek bana bir fahişeyle yatmaktan çok daha fazla zevk verirdi!"
İki adam gülüştüler. Berga şok olmuştu. Babası ölmemişti, öldürülmüştü! Sonra da intihar süsü verilmişti. Kafası o kadar çok karışıktı ki ne yapacağını şaşırdı. Abisine haber vermeliydi, ancak bu iki adam ve Ha-Ok çoktan kaçmış olurdu. Ha-Ok... ona da inanamıyordu, bunu nasıl yapardı, dahada önemlisi neden?
Vakit yoktu, bu adamlara dersini kendi vermeliydi. Elbisesinin içinde kalça tarafında asılı duran hançerini çıkardı. Bu adamları kendi haklamalıydı. Birini öldürüp diğerini bayıltacak, sonrada bayılttığı adamı abisinin karşısına çıkartacaktı. İçindeki sevgi bir anda nefrete dönüştü. Babasını kaybetmişti, ihanete uğramıştı. İşte o an bu dünyada abisinden başka kimsesinin olmadığını fark etti. Bıçağı kalçasından çıkardı ve bugün Ha-Ok'un yanında gördüğü adamın kafasına fırlattı. Tam kafayı isabet ettiremesede adamın boğazı, bıçaktan nasibini almıştı. Diğer adam daha neye uğradığının farkına varamadan Berga o tarafa doğru koştu ve adama bütün gücüyle tekme savurdu. Adam yere düşmedi ancak yalpaladı ve öksürmeye başladı. Bu zaman aralığından faydalanan Berga hemen öldürdüğü adamın boğazındaki bıçağı çekti ve diğer adamın böğrüne sapladı. Adam acı dolu bir çığlık attı ve yere yığıldı.
Berga eğilip adamın nabzını kontrol etti. Yaşıyordu, sadece bayılmıştı. Tam eğilip adamı bacaklarından tutacaktı ki, soğuk metali boğazında hissetti. Bu kokuyu tanıyordu.
"Hançer işi tamam sevgilim." dedi ve sırıttı Ha-Ok.
"Seni hain köpek! Sana güvendim, abimin laflarını çiğnedim ve seni tercih ettim. Ailenin yüz karası oldum. Her şey senin içindi, sen! Peki sen ne yaptın, seni öz evladı olarak benimsemiş adamı, Kergitlerin Hanını öldürdün! Bırak beni!" dedi Berga.
"Benim tek Han'ım var. O da Balzak Han'dır. Şimdi kapa çeneni, gidiyoruz."
Berga tam konuşacaktı ki ağaçların arasından Muhafız Redav'ın sesi duyuldu:
"Efendim neredesiniz? Yardıma geldim!"
"Hay lanet!" dedi Ha-Ok.
Berga:
"Yardım edin! Beni kaçırıyorlar!" diye bağırdı.
Ha-Ok Berga'yı kendine çevirip öyle bir tokat attı ki, kızcağız kendinden geçip bayıldı. Ha-Ok kızı kaldırıp at arabasının arkasına attı ve hemen öne atlayıp atları kırbaçladı. Redav koşup bağrışma sesinin geldiği yere vardığında iki kişi buldu. Ancak bunlar Berga ve Ha-Ok değildi...

XEDGn3.png


"Nasıl olurda biri çocuk diğeri yeni yirmi yaşına basmış iki insanın lafına inanıp iş yaparsınız siz? Ulusamai seni anladık, sen zaten günün yarısını işemekle geçiren bir çocuksun, yetişkin bir adam olsaydın şimdiye kelleni gövdenden ayırmıştım. Ya sen Redav, senin gibi yirmi beş senelik bir kıdemli, ki benim yaşım kadar oluyor bu süre, nasıl olurda böyle bir hataya düşer?!" dedi Janakir.
"Efendim, Leydi Berga ve Ha-Ok'un bir işler çevirdiğini anlayamadım, affedin. Büyük ihtimalle Ha-Ok onunla evlenmek için onu kaçıracaktı. Şahsi düşüncelerime göre de biraz uzaklaştıklarında, şehir yerleşkesine yakın bir noktadan geçen bir grup eşkıya tarafından kaçırıldılar." dedi Redav.
Ulusamai söze karıştı:
"Efendim, cüretimi bağışlayın. Siz kağanımızın ve siz kumandanımızın laflarını bölmeye ne yaşım ne de haddim izin verir. Ancak bunları neden hala saray doktorumuzun yanında tartışmadığımızı anlayabilmiş değilim."
Janakir ve Redav bir an duraksadılar. Redav, Ulusamai'nin küçük yaşına vererek Janakir'e onu fazla kaale almamasını gösteren bir kaş göz işareti yaptı. Ancak Janakir meraklandı:
"Neden bahsediyorsun Ulusamai?"
Ulusamai heyecanlı bir şekilde ve ağzından tükürükler fışkırarak:
"Çünkü haydut, saray doktorunuzun yanında!"
Redav hem şaşkın hemde sinirli bir şekilde Ulusamai'ye dönüp:
"Seni olgunlaşmamış enik seni! Sen ne hadle cesetleri hiç kimseye sormadan saraya sokar, üstüne üstlük birde sadece hanedan üyelerini iyileştirmekle sorumlu bir adama bir haydut cesedi götürürsün? Ne yapacak, onları mı canlandıracak!" diyerek bağırdı.
Ulusamai lafına devam etmek istediyse de Redav ondan habersiz böyle bir iş yaptığı için çok sinirliydi. Konuşmasına fırsat vermedi:
"Hemen Kargıcılar Kışlasına geç ve beni bekle, ayağına elli sopa vurayım da, kumandanından izinsiz iş yapmak neymiş öğrenesin. DEFOL!"
Ulusamai ağlayacaktı. Halbuki olaylar bambaşkaydı. Mecbur, arkasını döndü ve yürümeye başladı. Tam başı eğik bir şekilde odadan çıkacaktı ki, Janakir'in sesini duydu:
"Dur."
Aynen denileni yaptı. Arkasını döndü ve lütfen konuşmama izin verilsin der gibi Janakir'in gözlerinin içine baktı. Janakir anlamış olacak ki "konuş bakalım küçük muhafız" dedi. Bu hitap şekli Ulusamai'nin hoşuna gitmişti. Konuşmaya başladı:
"-Redav'a dönerek- Tamda kumandanımın istediği gibi iki haydudu gömmek için kazı çalışmalarına başladık. Birinci haydudu gömdük. İkincisi içinde bir yer kazdık. Tam onu da gömüyorduk ki öksürdü ve kan kustu. Ölmemişti ancak acele etmezsek ölecekti. Arkadaşlarımla onu sırtlayıp şehir şifahanesine götürdük ancak oradaki şifacı bir haydudu iyileştirmekten çok daha önemli işleri olduğunu söyledi. Normalde pek önemsemezdim ancak bu haydudun bizlerin işine yarayabileceğini düşündüm. Geriye tek çarem kalmıştı. Haydudu saray doktoruna götürmek! Doktor Kazeqar'a da aynen sizlere anlattığımı anlattım. Kendisi memnuniyetle hastayı alacağını söyledi. Siz bizi çağırmadan öncede haber geldi, haydut kendine gelmiş bir vaziyette yatakta yatıyormuş. Diyeceklerim bu kadar kağanım."
Janakir hafifçe güldü ve Ulusamai'ye yaklaşıp omzuna dokundu. Redav'a dönerek:
"Bu çocuk gelecek vaat ediyor Redav." dedi.
"Kendi adamım diye söylemiyorum, bu çocuk gelecekte Noyan olursa şaşırmam! Hoş, ben o günleri göremem tabii. Ben hep diyorum zaten, Ulusamai yaşıtlarına göre diğer çocuklardan daha yetenekli ve daha zeki. Aferin!" dedi Redav.
Üçü beraber saray şifahanesine doğru yürümeye başladılar.

"Hepiniz gebereceksiniz şifacı. Üstelik seni geberten de ben olacağım. Yüzüme iyi bak, o gün geldiğinde ayaklarıma kapanıp bana yalvaracaksın. Ancak ben hançerimi senin o çok çalışan kafana soktuğumda, bu diyardaki en iyi şifacı bile seni kurtaramayacak." dedi yaralı haydut.
"Laflarına dikkat et, yaşaman bana bağlı Rezillo" dedi Kazeqar.
Kazeqar ona bu ismi takmıştı. Rezillo! Ona bu ismi vermesinin sebebiyse onu rezil bir durumda bulmuş olması ve bu haline rağmen bu kadar büyük hayaller kurabiliyor olmasıydı.
"Sana ismimin Regnal olduğunu söyledim itin dölü. Bir daha bana böyle isimler takarsan..."
"Takarsan senin kalbini deşiverir Kazeqar." diye tamamladı gülerek odaya giren Janakir.
Kazeqar, kağanının gelmesine sevinmişti. Çünkü artık Rezillo'nun boş muhabbetlerini kaldıracak hali kalmamıştı.
"Güzel dille olanı biteni anlatmasını istedim efendim. Lakin kendisi zorluk çıkarıyor." dedi Kazeqar.
Redav güldü:
"Öyleyse daha güzel bir dille isteyelim." dedi ve odanın içinde yanan kömürlüğün içine giderek eline demir bir kıskaç aldı. Köz daha sönmemişti, kor halindeydi. Közlenmiş taşlardan büyük bir parça alarak Regnal'a doğru ilerledi. Regnal, korkmuş bir ifadeyle onu izliyordu.
"Eğer bütün bildiklerini şuan anlatmazsan bu parçayı ağzının içine bırakırım. Bundan sonra istesen de anlatamazsın, geri dönüşü olmaz." dedi Redav.
"Gerçek bir Kara Kergit bildiği sırları canı pahasına saklar sizi köpekler." dedi sakince Regnal.
Kara Kergit lafını duyunca nöbetçiler dahil olmak üzere odadaki herkes irkildi.
"Bu işin arkasında Balzak'ın olduğunu anlamalıydım. İkisi henüz çocuk sayılırdı. Ne istediniz onlardan?" dedi Janakir aynı sakinlikle.
Regnal kahkaha attı:
"İki çocuktan birisi tüm bunları planlayıp kız kardeşini kaçıran kişi seni aptal. Birde senin için zeki derlerdi. Ama itiraf etmeliyim, kız kardeşin çok vahşi. Buradan geri dönünce aynı vahşiliğini yatakta sergileyip sergileyemediğini bütün Kara Kergit ordusuyla beraber test edeceğim."
Janakir işte o an kontrolünü kaybetti. Beynine koca bir hançer saplanmıştı sanki. Hemen yanında duran Redav'ın elini sertçe tuttu ve diğer eliyle ucunda köz taşı olan kıskacı aldı. Regnal'ın yüzünü işte o an dehşet kapladı.
"Ulusamai! Bu o***** çocuğunun ağzını aç!!" dedi Janakir.
Ulusamai ne yapacağını şaşırdı.
"ÇABUK!" diye isteğini yeniledi Janakir.
Ulusamai gidip kollarıyla yataktaki adamın ağzını açtı. Diğer muhafızlar ise bedenini kavramışlardı. Regnal sanki sudan karaya vurmuş bir balık gibi çırpınmaya başladı. Avazının çıktığı kadar bağırmak istiyordu ancak Ulusamai ağzını tuttuğu için sadece cılız bir 'aaa' sesi çıkıyordu. Janakir elindeki kıskacı kaldırdı ve olağanca gücüyle Regnal'ın ağzına soktu. Ulusamai elini çekti fakat muhafızlar Regnal'ın vücudunu tuttuğu için ağzından taşı çıkarmasına imkan yoktu. Bütün saray Regnal'ın acı dolu çığlıklarıyla inliyordu. Yaklaşık yedi, sekiz saniye kadar sonra közün soğumuş parçası ağzının içinden çıkartıldı. Regnal'ın ağzından kan damlaları damlıyordu. Hala o acıyla çığlık atıyordu. Janakir, Redav'a dönüp:
"Ağzını kapalı tutun." dedi.
Redav tereddütsüz bir şekilde gidip Regnal'ın ağzını kapattı. Bütün odadakiler şok olmuş bir biçimde Janakir'i izliyorlardı.
"Ulusamai, masanın üstünden hançerimi getir." dedi Janakir daha deminkinin aksine sakin bir biçimde.
Ulusamai bu seferde azar işitmemek için tereddütsüz olarak denileni yapıp, hançeri Janakir'e getirdi. Hançeri eline alan Janakir daha kimsenin ne yapacağını tahmin etmesine fırsat vermeden hançeri aldığı gibi Regnal'ın bacak arasına soktu. Regnal çığlık atmak istiyordu ancak atamıyordu. Hasret kaldığı çığlığının yerini gözyaşlarıyla doldurmaya çalışıyordu ancak bağırmaya ihtiyacı vardı.
"Demek kız kardeşimin vahşiliğini test edecektin ha?! Üzgünüm, artık yapamazsın!" diye bağırdı Janakir.
Yanında ki askerlere dönerek:
"Erkekliğini tamamen alın. Tek kulağını kesin ve yüzündeki deriyi de tamamen söküp çıkarın. Öyle bir hale getirin ki kendi anası babası bile tanıyamasın. Sonrada şehirden dışarı salın, kendi sonunu kendi getirecek zaten." dedi.
Redav ve Ulusamai'ye dönüp "gidiyoruz" dedi ve odadan çıktılar.

Ulusamai, kağanının eline sıcak su döktü. Janakir kanlı elini iyice temizledikten sonra Ulusamai'nin kendisine uzattığı mendili aldı ve elini kurulamaya başladı. Redav, kağanına dönerek:
"Ha-Ok'un böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Ne de olsa bir hânzade gibi, hiç bir ayrım yapılmadan büyük bir sevgiyle büyütüldü."
"Düşmanını en yakınında arayacaksın Redav. Ona olan nefretim boşuna değilmiş demek ki. Neyse ne, olan oldu. Bundan sonra laf değil icraat yapacağız. Redav seni Tulga Kışla Başkanı, Ulusamai senide onbaşı ilan ediyorum. Redav bundan sonra Tulga'nın en yetkili ordu amiri sensin. Ulusamai yaptığın iyiliklerin karşılığı olarak sana da bu mevkiyi layık gördüm. Git ve istediğin kışladan istediğin on askeri seç, bundan sonra senin emrindeler. Vazifenin kıymetini bil, şu ana kadar on beş yaşındaki hiç bir Kergit askeri böyle bir terfi almadı. Nöbetçiler, sizler ise hemen gidin bu terfilerle ilgili bir ferman hazırlatın. Bu terfiler bütün Tulga'da okutulsun."
Odada ikisi Redav ve Ulusamai olmak üzere duran dört askerde aynı anda ellerini yumruk yapıp göğüslerine vurdular. Nöbetçiler odadan çıktı. Janakir, Redav ve Ulusamai'nin karşısına geçti:
"Evet, yeni mevkilerinizde ki ilk görevlerinize hazır mısınız?"

9D918Z.png


Kergitler, eskiden Kalradya Bozkırlarının tek efendisi olan Khuzaitler'e bağlı küçük bir bozkır kabilesiydi. Savaş zamanında Khuzaitler'e desteğe gider ve savaş ganimetinden pay alırdı. Diğer kabileler ise kılıç yerine çapaya sarılmayı tercih eder, savaşa katılarak hayatlarını tehlikeye atmak istemezlerdi. Zaman geçtikçe hayvancılık ve tarıma olan ihtiyaç azaldı çünkü Khuzaitler ve Kergitler oklarını düşman böğrüne sapladıktan sonra ganimet olarak altının yanında zaten et ve sebze almaktaydı. Böylece diğer kabileler yoksulluktan teker teker yok olurken onların tam aksine Kergitler zenginleşmeye ve büyümeye başladı. Öyle büyüdüler ki zamanın Khuzait Kağanı, Kergitlerin lideri Akat Bey'e şimdi bir harabeden ibaret olan Antik Akkalat Şehrini bahşetti. Akat Bey bu hediyeyi kabul etti ve Kergitlerin yerleşik yaşama geçişinin temeli bu olayla atılmış oldu. Ancak halkın yarısı bu habere sevinirken yarısı ise şikayetçiydi. Şikayetçi olmalarının sebebi ise kişiliklerini kaybedip aynı Khuzaitler gibi özünü kaybetmiş bir toplum haline gelebilme ihtimaliydi. Kergitlerin yarısı Akkalat Şehrine yerleşirken diğer yarısı kabileden ayrıldılar ve göçebe yaşam tarzlarına devam ettiler. Akat Bey bu duruma aldırmadı ve olası isyanlara karşı herhangi bir önlem almadı. Çünkü o da her insan gibi aşkın kaçınılmaz pençesine düşmüştü. Şehir onlara bahşedildikten bir hafta kadar sonra Khuzait Kağanı, Akat Bey'i bir ziyafet vererek şehrine davet etti. Kağanın kızı Aselya'yı ilk defa burada gören Akat gönlünü ona kaptırdı, böylece aralarındaki gizli aşk başlamış oldu. Aylar sonra Akat durumu bir elçi ile kağana izah etse de bu durum kağanın hiç hoşuna gitmedi. Bu gizli aşka çok öfkelenen kağan, kızını bir odaya kapattırdı ve cevap olarak elçinin kellesini Akat'a yolladı. Kellenin yanında birde Akkalat Şehrinin elinden alındığını yazan bir bildiri vardı. Akat o gün bir yemin etti: Sevdiği kadın uğruna Khuzaitler'in kökünü kazıma yemini.
Akat Bey hemen göçebe kardeşlerinin lideri Thuum'a bir mesaj yolladı ve yardım istedi. Thuum'dan gelen yanıt olumsuzdu. Akkalat'a yerleşirken onların görüşlerini umursamadığını, sırf sevdiği kadın için adamlarının kanını dökmenin anlamsız olduğunu yazmıştı. Akat iki taraftan da darbe yemişti ancak aylar süren kanlı savaşlar sonucunda kağanı bir meydan savaşında öldürdü ve bütün topraklarını ele geçirerek Khuzaitleri yeryüzünden silmeyi başardı. Aselya ile evlendiler ve bir erkek çocukları oldu. Artık bozkırın yeni efendisi Kergitlerdi. Yıllar geçti ve bir gün Akat'a, Thuum'dan bir mektup geldi. Mektupta zor durumda oldukları ve büyüyen nüfus nedeniyle insanlarına bakamadığı yazıyordu. Akat'tan altın ve erzak yardımı istiyordu. Bu sefer olumsuz yanıt Akat'tan geldi. Kendilerine zor durumdayken yardım etmediklerini, şimdide yüzsüz yüzsüz kendisinden yardım istemelerinin boş olduğunu yazdı. Bu duruma çok sinirlenen Thuum, bütün göçebe halkı topladı ve yerleşik hayata geçen kardeşlerinin kendilerine yardıma kayıtsız kaldığını, artık onlar için önemsiz birer bozkır hayvanından farkı kalmadıklarını söyledi. Bunun üzerine göçebe Kergitler karnını doyurmak için köylere baskın yapmaya ve halkı zorla altın ve erzak vermeye zorlamaya başlamıştı. Akat bu durum üzerine onlara Kergitlerin yüz KARAsı olduğunu söyleyerek görüldükleri yerde öldürülme emrini verdi. Göçebe halk bu ismi kendilerine isim olarak seçti ve böylece Kara Kergitler tarih sahnesinde ki yerini almış oldu. Eskiden sadece baskı kuran ve işkence yapan Kara Kergitler, ölüm fermanlarının yürürlüğe girdiğini duyunca onlarda öldürmeye başladılar. Böylece Kalradya gelmiş geçmiş en büyük kardeş kanı davasına şahit olmaya başladı. Kergitler gitgide devletleşip resmileşirken; Kara Kergitler tam aksine insanlıklarını kaybederek iyice barbarlaştılar. Artık bu dava destek vermeme davası olmaktan çıkmış, adeta farklı iki devletin birbirini bitirme davası haline gelmişti. Günümüzde ise Kergitlerin gelmiş geçmiş en genç lideri ile Kara Kergitlerin gelmiş geçmiş en korkutucu lideri karşı karşıya...


Siyah saçları gözünün önüne düşen genç, bir taşın üstüne oturmuş önünde ki bileytaşında kılıcını biliyordu. İşine kendini öyle kaptırmıştı ki etraftaki bağrışmaları ve tenine dokunan soğuk havayı önemsemiyordu bile. Icheir Dağı'nın soğuğuna alışmıştı artık yıllardır. Kendini bildi bileli tek bir amaca hizmet ediyordu: babasının intikamını almaya. Henüz on yirmili yaşlarda olmasına rağmen; gözlerinin önünde babasının boğazını delip geçen kargı yeterince olgunlaştırmıştı kendisini. Arkadaşlarıyla bile pek konuşmazdı, işi öldürmekti. Daha doğrusu kendisini öyle şartlandırmıştı. Diğer duygular... sadece insanların kendilerini tatmin etmek için uydurduğu şeylerdi. Aşkmış, sevgiymiş... Ona göre tek gerçek vardı: Nefret.
Yaptığı işe kendini kaptırdığında aklına tek bir düşünce gelirdi: sonraki kurbanını nasıl biçeceği. Yine aklından bu düşünceler geçiyordu, ta ki bir asker ona seslenene kadar:
"Krimggar, efendimiz seni çağırıyor!"
Krimggar cevap vermedi; sadece yerinden kalktı ve elindeki bileylenmiş kılıcı, teni kadar soğuk olan toprağa sapladı. Artık alışmıştı sık sık çağrılmasına, ne de olsa orduda ki en sağlam askerlerden biriydi. Siyah otağa doğru ilerlerken her zaman olduğu gibi içini bir ürperti sardı. Hayatta korktuğu tek şey "bu" idi. Siyahlara bürünmüş iki cüsseli askere selam verdikten sonra içeri girdi. İçeri girer girmez sıcağı bütün iliklerine kadar hissetti. Sanki bedeni buz tutmuştu ve şimdi de eriyordu. Sıcağı hissetmesine sebep olan şey ise otağın içine kurulmuş masanın üstünde duran mumlardı. Masa yuvarlak ve simsiyahtı, üstüne bir atlı okçu figürü işlenmişti. Krimggar şaşırdı, sadece Kara Kergitler değil bütün Kergitler yemeklerini yer sofrasında bağdaş kurarak yerdi. Masanın etrafına düzenli bir şekilde yerleştirilmiş dört sandalyeden birinde oturan siyah zırhlı adam elini açarak, Krimggar'ı hemen karşısında duran sandalyeye buyur etti.
"Teşekkür ederim efendim. Ancak karnım to..."
"Otur"
Sandalyede oturan adam Krimggar'ın sözlerini bitirmesine müsaade etmedi. Krimggar aynen denileni yaptı ve adamın karşısında ki sandalyeye oturdu. Siyahlı adam diğer askerlerle aynı zırhı giyiyordu. Görüntü olarak onu diğerlerinden ayıran şey zırhın boyunluk bölgesinde kalın siyah bir kürk olması ve bu kürkten sarkan siyah bir pelerindi. Ayrıca kurt figürlü siyah miğferini de kafasından asla çıkarmazdı. Yemek yerken bile. Bu durumlar için miğferin ayarlanabilir bir sistemi vardı. Sonuç olarak miğferin ağızlık kısmı açıkken bile adamın yüzü belli olmuyordu, belli olan tek şey kirli sakallarıydı. Yanındayken yüzlerce kez yaptığı gibi yine düşündü Krimggar; acaba efendisi neye benziyordu?
"Aç değilsen bile sofraya oturacaksın. Gelen misafirimize saygısızlık etmek istemeyiz." dedi aynı kalın ses.
"Evet efendim" dedi Krimggar.
Oysa ki gelen misafirin kim olduğunu dahi bilmiyordu. İşte o an dışardan borular ötmeye başladı. Bu boru sesi bir müttefiğin Icheir Dağı sınırlarına girdiğini gösteriyordu, endişelenecek bir şey yoktu. Her durumun kendine özel bir boru çalma şekli vardı.
Efendisinin miğferinin açık olması sebebiyle ağız kısmında hafif bir gülümseme yakaladı Krimggar.
"Merak etme; yakında kim olduklarını öğreneceksin, fazla beklemeyiz." dedi kalın ses.
"Evet efendim" dedi tekrardan Krimggar.

Yaklaşık dokuz on dakikalık bir süreden sonra odaya dışarda bekleyen cüsseli askerlerden biri girdi ve:
"Efendim, beklediğiniz kişiler geldi." dedi.
Siyahlı adam ellerini kaldırarak askere içeri gelebileceklerini gösteren bir işaret yaptı. Asker dışarı çıktı ve yaklaşık yedi sekiz saniye sonra içeri iki kişi girdi. Otağın girişi Krimggar'ın tam arkası olduğu için Krimggar geleni merak ettiyse de bakamadı, bu efendisinin ve gelen insanların gözünde fazla meraklı olduğu etkisini yaratabilirdi. Siyahlı adam gelen kişilere bakarak:
"Hoş geldin Ha-Ok" dedi.
Gelen Ha-Ok'tu... Demek yıllar süren görevi nihayet sona ermişti. Onu en son gördüğünde beş yaşındaydı, ikisi de beş yaşındaydı! Gittiğine ne de sevinmişti ama, bütün tahta oyuncak atlar kendisine kalmıştı. Hoş, artık bunun bir önemi yoktu... Koskoca on beş sene, ON BEŞ.
"Hoş bulduk efendim, uzun yıllar sonra sizi görmek... Büyük şeref." dedi Ha-Ok.
"İkinizde oturun" dedi siyahlı adam.
Ha-Ok önce yanında ki kızın elini sertçe tutarak kızı boş olan sandalyelerden birine oturttu ve sonrada geçip boş kalan tek sandalyeye kendi oturdu.
Krimggar önce Ha-Ok'a baktı, baya değişmişti. Sakalları çıkmış ve renkli olan gözleri iyice ön plana çıkmıştı. Sonrada Ha-Ok'un karşısında oturan kıza baktı. Tıpkı kendininki gibi kapkara gözler ve kapkara saçlar... Dudağının sağ üst tarafında küçük bir yara izi vardı ve üstü başı kir içindeydi. İşte uzun süre sonra ilk defa acıma duygusunu içinde hissetti... Ancak sonra bir an kafasını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı. İçinden "kendine gel Krimggar, sen bu değilsin" diye düşündü. Önüne baktığında efendisi ile Ha-Ok'un kendisine baktığını gördü. Ha-Ok bıyık altından sırıtıyordu. Kısa süren sessizliği bozan efendileriydi:
"Leydi Berga'da abisi gibi korkak bir şeye benziyor ha Ha-Ok? Bozkırda karşılaştığımızda bakışlarını gördüm, epey korkmuşa benziyordu." dedi gülerek.
"Siz Balzak Han'sınız efendim. Sizin karşınızda korkmayan kişinin aklından şüphe ederim. Mesela bakın Krimggar'a, nasılda korkmuş" dedi gülerek Ha-Ok.
Krimggar cevap vermedi. Geçen yılların onu olgunlaştırdığı gibi Ha-Ok'u da olgunlaştıracağını düşünmüştü ancak görünüşe göre yanılmıştı.
"Evet, başlayın o halde yemeklerinize. Yıllar sonra siz ikinizi bir arada görmek güzel. Bundan sonra harekatlara beraber katılacaksınız, tıpkı küçükken beraber oynadığınız gibi." dedi Balzak.
"Umarım savaşçı yeteneklerin gelişmiştir Krimggar, çünkü bu iş tahta atlarla oynamaya benzemiyor" dedi Ha-Ok.
"Yeteneklerimin ne kadar geliştiğini hep birlikte savaş alanında göreceğiz Ha-Ok. Ancak ben senin yeteneklerinin ne kadar geliştiğini gördüm, bir kızın dudağında küçük bir yara açacak kadar..." dedi sonunda dayanamayan Krimggar.
Ha-Ok tam ağzını açmıştı ki Balzak'ın sert yumruğu hem masayı hemde kalplerini titretti:
"Yeter! Kemikleri paylaşamayan iki köpek gibisiniz!! Ha-Ok, artık Krimggar'a laf atmayı kes. Sen Kergit saraylarında sıcak bir yaşam sürerken onun bozkırda deştiği adam sayısının haddi hesabı yok! Seninde yaptığın işi küçümseyecek değilim... Ancak birbirinizle iyi anlaşsanız iyi edersiniz. Çünkü yakında çok kan dökülecek! Düşmanınıza ok atmak yerine birbirinize laf atarsanız, kendi sonunuzu kendiniz getirirsiniz!" diye bağırdı Balzak. Bağırması aynı bir ejderha kükremesini andırıyordu. Krimggar ve Ha-Ok ikisi bir ağızdan:
"Evet efendim" dediler.
Balzak, Berga'ya döndü:
"Neden yemeğine dokunmuyorsun kızım? Merak etme zehir filan yok. Seni öldürecek olsaydım çoktan öldürürdüm, sen daha çok işimizi göreceksin."
"Bizden çaldıklarını kendi sofranda misafir yemeği niyetine bana mı yedireceksin?" dedi Berga.
Balzak sırıttı:
"Kim kimden neyi çalmış kızım? Daha olmayan yaşınla benimle aşık atmaya kalkma, çünkü senin geçirmediğin nice şeyleri geçirdim; görmediğin nice şeyleri gördüm ben. Hırsızlık meselesine gelirsek insanlar tarihi doğru konuşmasa da tarih doğruyu söylemeye devam eder. Siz kardeşlerinizi sattınız ve arkanıza dönüp bakmadınız bile. Ancak doğruyu söylemek gerekirse bunların hiç biri umrumda değil. Yakında bütün Kalradya ayağımın dibinde olacak, herkes diz çökecek. İşte umrumda olan tek şey bu." dedi.
Berga dehşet dolu gözlerle Balzak'a bakıyordu. Bu adamın davası Kara Kergitlerin davası filan değildi! Bu adamın davası resmen kendini 'Tanrı' ilan etmekti!
Balzak ellerini masaya vurarak kalktı.
"Bu kadar ziyafet yeter. Nöbetçiler!"
İçeri dışarda bekleyen nöbetçiler girdiler.
"Bu kızı alın ve dışarda bir direğe bağlayın. Buna misafirperverlik filan yok, zira dili çok uzamış!" dedi Balzak.
Nöbetçiler ellerini yumruk yapıp Berga'yı aldılar ve Berga direnmeye başladı:
"Bırakın beni sizi şeref yoksunu haydutlar!"
Direnişler ve laflar boşaydı. Nöbetçiler Berga'yı alıp götürdüler. Odada Balzak, Krimggar ve Ha-Ok kalmıştı. Balzak otağın girişinin tam karşısında duran tahtına döndü ve gidip oturdu.
"Hazırlıklar ve ekip tamamlandığına göre, asıl oyunumuza başlayalım..."

YOjLPk.png



nJAV1M.png


Yakında
 
Rezerve alan.

Konuda Düzenlenen Anketler

1. Anket: Konunun görsel içeriğini beğeniyor musunuz?
Anket Başlangıç Tarihi: 11 Eylül 2017
Anket Bitiş Tarihi: 14 Eylül 2017
Seçenekler ve Değerlendirme:
Evet, beğeniyorum. (Böyle kalsın) = 2 Oy
Hayır, daha iyi olabilirdi. (Değişsin) = 1 Oy

2. Anket: Hangi taraf davasında haklı? (Sezon I Bölüm IV'ü okuduysanız oylayın)
Anket Başlangıç Tarihi: 14 Eylül 2017
Anket Bitiş Tarihi: 29 Eylül 2017
Seçenekler ve Değerlendirme:
Kergitler = 1 Oy
Kara Kergitler = 3 Oy
 
Tekrardan selamlar. Bugün tüm bölümleri okudum. Eksik olduğunu gördüğüm konulardan başlamak istiyorum; eminim sana çok faydası olacaktır. Öncelikle bağlaç konusunda eksiğin var. de ve ki bağlaçlarını kullanman gereken yerde kullanmıyorsun, buna dikkat etmelisin. Beni rahatsız eden bir diğer nokta, diyalogların yapaylığı. "Aaa, çok ayıp. Ben senin hayatını kurtarıyorum, sen gelmiş burada pis pis beni öldürmekten bahsediyorsun" tarzı konuşmalar, yazdığın hikayenin türüne uymuyor. Epik fantezi türündeki hikayelerde bu tarz yerel konuşmalara pek rastlamayız. Bunlara ek olarak belki mekan betimlemelerini yoğunlaştırabilirsin.

Ortada iyi şeyler de var: örneğin dilin. Güzel bir dille yazıyorsun. Yazdıklarını rahatlıkla takip edebiliyorum. Bazı diyalogların çok güzel mesela. Karakterin durumunu belirtiyor ve olayı devam ettiriyor ama daha oturaklı yazarsan yukarıda bahsettiğim dengesizlikler yaşanmaz. Hikayen gelişime açık, devamını bekliyorum.
 
Beğenmene ve eksiklerimi hiç çekinmeden dile getirmene çok sevindim. Bundan sonraki bölümlerde bahsettiğin eksiklikleri göz önüne alarak ilerleyeceğim.

Okurlara not:
- Bütün bölümler bugün revize edilecek. Ufak çaplı değişimler olacak (bazı cümleler değişecek, bazıları temelli çıkarılacak, yazım kuralları gözden geçirilecek). Ama sonuç olarak tüm bölümleri okuyan bir kişinin tekrar okumasına gerek yok, senaryoda bir değişiklik olmayacak.
- Bölüm IV bir aksilik olmazsa bu akşam yayınlanacak.

Önemli: Hikaye oyunun şimdiki zamanının içinde geçmiyor olabilir ancak oyun tarihinden öncesini anlattığı için ve ben oyun evreniyle aynı evreni kullandığım için bazı şeylere dikkat etmek zorundayım. O yüzden hikayenin içinde bir kaç isim değişikliği olacak. Örneğin: birinci bölümde adı geçen Sultan Baybars'ın ismi oyun evrenine uygun bir biçimde Sultan Ayzar olarak değiştirilecek. (Kaynak: Mount&Blade Wiki)
Ancak Wiki'de verilmeyen bilgiler doğrultusunda hayali olaylar ve hayali kişiler katmayı düşünüyorum. Örneğin Ayzar'ın aksine Argnar benim yarattığım bir karakter. Çünkü Wiki'de Janakir'in babasının kim olduğu yazmıyor. Haliyle burada benim hayal gücüm devreye giriyor. Bu konuda da siz okurlarımı bilgilendirmek istedim.
 
Daha önceden yapacağımı söylediğim gibi 3 bölümü de okudum. Giriş için umut vaad ediyor demiştim, umutlarımın boşa çıkmayacağını hissediyorum :grin: Hikaye, anlatım, konu bütünlüğü ve gidişat çok güzel, ancak tek bir önerim var: (dediğim gibi sadece bir öneri :grin:) Benim de hikayemde yapmış olduğum bir hatayı yapmak üzeresin, ama hala dönülebilir/ya da bölümleri revize ettiğinde düşünebilirsin.

Kötü karakterleri tamamen şeytani varlıklar olarak yansıtmaktansa onların da hizmet ettiği amaçlar doğrultusunda çektiklerini, neyi neden yaptıkları hakkında arka plan bilgisini daha iyi verirsen
Tamam sonuçta bir Han'ı haince öldürüp hanın kızını kaçırmanın makul ve iyiye yorulabilecek bir açıklaması olmadığını biliyorum ama :grin:
daha gerçekçi olacaktır. Dediğim gibi; bu hataya ben de düştüm ve sonrasında tekrar okuduğumda bunun büyük bir hata olduğunu gördüm.

Edit:Seni "Devam Eden Hikayeler" bölümünde görmek (özellikle bölümlerini okuduktan sonra) güzel umarım sekteye uğramaz da gerçekten "devam eder" :grin:
 
Thermicias said:
Daha önceden yapacağımı söylediğim gibi 3 bölümü de okudum. Giriş için umut vaad ediyor demiştim, umutlarımın boşa çıkmayacağını hissediyorum :grin: Hikaye, anlatım, konu bütünlüğü ve gidişat çok güzel, ancak tek bir önerim var: (dediğim gibi sadece bir öneri :grin:) Benim de hikayemde yapmış olduğum bir hatayı yapmak üzeresin, ama hala dönülebilir/ya da bölümleri revize ettiğinde düşünebilirsin.

Kötü karakterleri tamamen şeytani varlıklar olarak yansıtmaktansa onların da hizmet ettiği amaçlar doğrultusunda çektiklerini, neyi neden yaptıkları hakkında arka plan bilgisini daha iyi verirsen
Tamam sonuçta bir Han'ı haince öldürüp hanın kızını kaçırmanın makul ve iyiye yorulabilecek bir açıklaması olmadığını biliyorum ama :grin:
daha gerçekçi olacaktır. Dediğim gibi; bu hataya ben de düştüm ve sonrasında tekrar okuduğumda bunun büyük bir hata olduğunu gördüm.

Edit:Seni "Devam Eden Hikayeler" bölümünde görmek (özellikle bölümlerini okuduktan sonra) güzel umarım sekteye uğramaz da gerçekten "devam eder" :grin:

Bölüm IV'ü bir Kara Kergit'in gözünden okuyacaksınız (doğru bir ifade biçimi oldu mu bilmiyorum), merak etmeyin. :smile:
Değerli yorumun için çok teşekkür ederim.

-

Bölüm IV yayınlandı!
Bölüm hakkında ki yorumunuzu belirtmeyi ve anketimize katılmayı unutmayın.

Not: Bölümün ana amacı birazda Kergitler ve Kara Kergitlerin arasındaki bu davanın neden olduğunu okuyucuya anlatmaktı. Diğer türlü biraz kısa oldu biliyorum, daha sonraki bölümlerimiz daha uzun olacak.
 
Hikaye çok güzel.
Kara Sövalyeler ile Kara Kergitler anlaşma yaparak kergit hanlığına sefer düzenleyebilirler.
 
YOjLPk.png


Sarayın büyük ziyafet salonu heyecanlı askerlerin konuşmaları ve kahkahalarıyla inliyordu. Tam iki yüz kişilik salonda yerlere kurulan masalarda neler yoktu neler... Ichamur'un tütsülenmiş balıklarından tutun, Sarranid diyarından özel olarak getirilmiş tuzlu deve etlerine; kurutulmuş baharatlı sığır etlerinden tutun, özel Kergit şerbetlerine kadar bir Kalradya insanının acıkınca yemek isteyeceği ne varsa bu masalardaydı. Salonun giriş kapısı açıldı ve bir hizmetli içeri girerek nöbet tutan iki askerden birine yaklaşıp bir kağıt verdi. Nöbetçi asker yavaş bir biçimde kağıdı açtı ve yazanları okudu. Yaklaşık yirmi saniye sonra kağıdı katlayıp geri hizmetliye verdi ve ziyafet masalarına doğru yürümeye başladı. Elindeki sivri mızrağın tahta kısmını yere vurarak bağırdı:
"Asker!"
Bağdaş kurup masaların başına ilişmiş askerler sohbete öyle dalmışlardı ki nöbetçinin sesini duymadılar bile. Nöbetçi bu sefer daha gür bir şekilde bağırdı:
"Asker, kes!"
Bazı askerler sesi duyup sustular, bazılarıysa konuşmaya devam ediyordu. Ancak nöbetçi, sesi duyanların diğerlerini uyaracağını bildiği için bir süre bekledi. Bir süre sonra salon tamamen sessizliğe gömülmüştü. Doğru anın geldiğini anlayan nöbetçi:
"Unutmayın Kergit'in yiğit neferleri, bu ziyafet sadece sizin için değil. Daha demin aldığım bilgiye göre Hanlığımızın Noyanları az önce Tulga'ya toplu bir şekilde giriş yaptılar. Onlar salona giriş yaptığında böyle bir gürültü yapmayı aklınızın ucundan dahi geçirmeyin. Eğer buna dikkat etmezseniz, ağır cezalara çarptırılırsınız. Ziyafetin tadını çıkarın!" dedi.
Uyarıdan sonra salonu kaplayan gürültü yerini fısıltılara bıraktı. Fısıltılarla geçen yaklaşık on beş dakikadan sonra salonun kapısı açıldı ve içeriye Janakir'in iki özel muhafızı bellerinde asılı kılıç ve omuzlarında asılı yaylarla içeriye girip iki yana açıldılar. Çevik bir hareketle birbirlerine doğru döndüler ve hanlarını selamlamak için eğildiler. Hanlarının geldiğini anlayan salondaki askerler bağdaş pozisyonlarını bozup ayağa kalktılar ve tıpkı iki han muhafızı gibi onlarda ellerini göğüslerine koyarak eğildiler. Janakir yavaş adımlarla kapının ağzından salonun iç taraflarına doğru yürümeye başladı.
Bu sırada askerleri gürültü yapmaması konusunda uyaran nöbetçi, Janakir'in arkasından salona teker teker ve en büyükten en küçüğe doğru uzanan düzgün bir sıra halinde giren Noyanların isimlerini sesli bir şekilde söylemeye başladı:
"Debgal Noyan, Yruka Noyan, Encar Noyan, Rulagur Noyan, Aleda Noyan, Kamurk Noyan, Talat Noyan, Kirida Noyan, Lavora Noyan, Cheilka Noyan, Yeridan Noyan, Aolaur Noyan ve Urumuda Noyan!"
Kergit Hanlığının on üç derebeyi de ziyafete teşrif etmişti. Beylerden en yaşlısı, elinde tahta bir bastonla Janakir'den sonra salona ilk giren kişi olan Debgal Noyan'dı. Neredeyse Yaşlı Kurt Argnar Han'ın gençliğinden beri Kergitlere hizmet ediyordu. En gençleriyse salona giren son kişi olan Urumuda Noyan'dı. Urumuda tam otuz yaşındaydı ve Noyanlığının ikinci senesindeydi. Otuz yaş, bir Noyan için çok genç sayılırdı. Noyanlık öyle kolay kazanılan bir mevki değildi ve kıymeti bilinmeliydi.
Janakir ve derebeyleri salonun özel bölgesine hazırlanmış masaya diz çöktüler. Ortada Janakir vardı ve bu masa bütün masalar tarafından görülebilir bir açıdaydı. Janakir eliyle ayakta duran askerlerin oturabileceğini gösteren bir hareket yaptı. Askerler geri bağdaş pozisyonlarına döndüler ve en nihayetinde ziyafete başlayabilmek için kağanlarının uyarısını beklemeye başladılar.
Salonda adeta ölüm sessizliği hakimdi. Janakir arkasına dönmeden sağ elini kaldırıp arkasındaki hususi muhafızına gel işareti yaptı. Muhafız yavaş adımlarla Janakir'e yanaşıp eğildi.
"Bütün askerlerimin şerbetleri dolduruldu mu?" dedi Janakir.
"Evet efendim. Kimsenin bir eksik gediği yok, her şey istediğiniz gibi yerine getirildi." dedi han muhafızı.
Janakir eliyle çekilebileceğini gösteren bir işaret yaptı. Muhafız aynı soğuk kanlılıkla yavaş bir biçimde geri geri gitmeye başladı.
En sonunda Janakir elini önündeki şerbetle dolu gümüş kupaya attı ve ayağa kalkıp konuşmaya başladı:
"Hanlığımın genç kurtları, yiğitlerim! Bildiğiniz üzere kısa bir süre önce babam Argnar Han öldü. Onun tek oğlu olarak Kergit Tahtı bana kaldı. Burada hepimiz tahta çıkışımı kutlamak için toplandık. Ancak ziyafete başlamadan önce birkaç diyeceğim var. Öncelikle hepinizin bildiği üzere kısa bir süre önce kız kardeşim Berga ve küçüklüğümden beri öz kardeşimmişçesine yetiştirilen Ha-Ok kaçırıldı. Sonradan edindiğimiz bilgilere göre bunun bir tesadüf değil bir komplo olduğunu öğrendik. Meğersem içimizde bir hain varmış. Ha-Ok sarayımıza girdiği ilk günden beri hanlığımız ile efendisi Balzak arasında haber elçiliği diğer bir adıyla casusluk yapıyormuş! Balzak yıllardır saklandığı ininden çıktığına ve şimdide Ha-Ok buradaki görevini bitirdiğine göre bir şeyler olacak demektir. Her duruma hazırlıklı olmalıyız yiğitlerim! Büyük ve kanlı bir savaş bizleri bekliyor. Kardeşim Berga'yı kurtardıktan sonra tıpkı bir kurt gibi üzerlerine çökecek ve yemin ederim ki yüzyıllar süren bu zalimliğe son verip onları bitireceğiz! Bir sonraki ziyafetimde Balzak'ın kellesi masalarımızı süslüyor olacak!"
Bunu duyan askerler coşkulu bir şekilde Janakir Han diye bağırmaya başladılar. Ancak artık sabırları tükenmişti. Bir an önce şerbetlerini kafalarına dikip düşmana saldırır gibi yemeklere saldırmak istiyorlardı.
Sonunda Janakir elindeki gümüş kupayı kaldırarak:
"Nama, onura, şerefe!" diye bağırdı ve şerbeti ağzına diklemeye başladı.
Bazı askerler bir an duraksasa da onlarda kağanları ve diğer askerlerle beraber ellerindeki şerbeti ağızlarına diklediler.
Salondaki herkes aşağı yukarı aynı anda şerbetin dibini gördü.
Janakir hala ayaktaydı ve parmaklarıyla kupaya hafif hafif dokunuyordu.
"Onur... Hayatta onurlu birer insan olmazsak, bizim için yaşamın hiç bir anlamı yoktur. Yaşama anlamı olmayanlarınsa yaşamasına gerek yoktur." dedi Janakir.
O sırada bazı askerler şiddetli bir şekilde öksürmeye ve boğazlarını tutmaya başladılar. Janakir devam etti:
"Onursuz insanlara karşı bende onursuzum."
Öksüren askerler bu sefer ağızlarından köpük ve kan saçmaya başladı. Yavaş yavaş yere yığılıyorlardı.
"Cennete asla ulaşamayın hain köpekler!" diye bağırdı Janakir.
Debgal Noyan ve Janakir haricinde herkes şok olmuştu. Otuza yakın asker yere yığılmıştı. Debgal Noyan bastonundan ve Janakir'den destek alarak yavaş yavaş ayağa kalktı:
"Bu gördüğünüz cesetlerin hepsi birer hain. Değersiz nefeslerini Balzak için alıp veren değersiz varlıklar..." dedi Debgal Noyan.
Masadaki Noyan'lar şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Aralarından ikisi ise şaşkından ziyade korkuluydu. Janakir öne çıktı:
"Hanlığımızın yüz karaları keşke sadece güvendiğimiz neferlerimiz olsaydı yiğitlerim. Ne yazık ki benim masamda da bu hainlere rastlamak mümkün." dedi.
Janakir'in iki özel muhafızı hançerlerini çekip arkadan Encar ve Kirida Noyan'ın boğazlarını kestiler. Encar ölmeden önce ağzını dahi açamamışken; Kirida ise sadece "lüt..." diyebildi. Debgal Noyan devam etti:
"Siz sadık yiğitler, bu kanlı ziyafeti hak etmiyorsunuz. Kağanımız sizin için daha sonra daha büyük bir ziyafet düzenleyecek. Kışlalarınıza geçin ve rahatınıza bakın. Nöbetçi askerler hariç Tulga'da bir gün süreyle askeri izin çıkarılmıştır. Hepinize iyi akşamlar."
Nöbetçi askerler ziyafet masalarındaki askerlere:
"Haydi kışlalara!" diye bağırmaya başladı.
Salon yavaş yavaş boşalmaya başladı...

3 GÜN ÖNCE

Janakir ve hususi iki muhafızı tebdil-i kıyafet; sıradan bir bozkır insanı giyimi ve görünümüyle Dörtyol Hanına doğru yol alıyorlardı.
Dörtyol Hanına geldiklerinde Janakir attan çevik bir hareketle atladı ve adamlarına dışarda kalmaları için eliyle işaret yaptı. Kendisi ise yavaş adımlarla hana doğru ilerledi.
Hanın kapısını iki elleriyle açıp içeriye şöyle bir göz attı. İçerisi terli adamların kokusundan ve rutubetten geçilmiyordu. İçeriye doğru ilerleyip boş bir masaya oturdu. Hizmetli kızlardan biri gelip ne istediğini sordu.
"Sıcak su" dedi Janakir sadece.
Hizmetli kız Janakir'in isteğini yerine getirmek üzere uzaklaşırken yaşlı ve bastonlu bir adam oturduğu masadan kalkıp Janakir'in oturduğu masaya doğru yürümeye başladı.
Masaya vardığında Janakir'e dönerek:
"İyi günler oğlum. Karnım aç, masanda benim gibi bir ihtiyara yer var mı?" dedi.
Janakir masaya sabitlediği gözlerini ihtiyara çevirdi. Sol avucunu açarak masaya çevirdi ve:
"Otur bakalım ihtiyar. Ben sana yiyecek vereyim sende bana anlatılacak eski bir kaç hikaye." dedi.
Bunlar olurken hemen yan masalardan birinde oturan iki kişiden biri diğerine dönerek:
"Yeni kağan kendini çok zeki zannediyor. Debgal Noyan'la beraber gizlice buluşacak, bundanda bizim haberimiz olmayacak ha?" dedi ve güldü.
Diğeri elindeki ekmekten kocaman bir ısırık alarak:
"Onu bunu bilmem ancak hepsinin sonu yakın. Sarayda sayısız ajanımız var. Ne planladıklarını çok merak ediyorum. Efendimizde öyle."
Janakir, ihtiyara dönerek:
"Sonunda buluşabildik Debgal Noyan. Buluşmamızın gizli olması için elimden geleni yaptım. Kara Kergitler kız kardeşimi kaçırdılar ancak mükemmel bir planım var." dedi.
Debgal Noyan endişeli bir yüz takınarak:
"Kimsenin bizi takip etmediğine emin misiniz kağanım?" dedi.
"Meraklanma, buna imkan yok."
"O halde planınızı dinliyorum kağanım."
O sırada Janakir'in istediği sıcak su geldi. Janakir kızdan masayı donatmasını istedi. Kız tekrardan Janakir'in isteğini yerine getirmek üzere uzaklaştı. Janakir sıcak sudan bir yudum aldı ve:
"Kimsenin bilmediği gizli bir zula var. Onu Amashke Köyü yakınlarındaki bir harabe eve saklattırdım. Bu çok büyük miktarda bir para ve bunu hem Balzak'a karşı tam donanımlı bir ordu kurmak hemde Balzak'tan kız kardeşimi fidye aracılığıyla almak için kullanacağım. Ancak bu parayı biri öğrenir ve el koyarsa hem devletimiz ekonomik açıdan çok zor bir duruma düşecek hemde kız kardeşimi bir daha göremeyeceğim. Bununlada kalmayıp Balzak taş üstünde taş, omuz üstünde baş komayacak." dedi.
Bunu duyan yan masadaki ikilinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Biri diğerine:
"Bu haberi hemen Balzak Han'a ulaştırmalıyız. Sen Icheir'e git ve hanımıza hemen haber ver. Bende para için Amashke'ye doğru yola çıkacağım." dedi.
Diğeri kafa salladı ve masadan kalkıp Dörtyol Hanından çıktılar. İkiside atlarına atlayıp uzaklaştılar.

İki atlıda Amashke yakınlarına gelmişti. Biri diğerine:
"Yolumuz burada ayrılıyor sanırım. Sen bir an önce Icheir'e ulaşmaya bak. Bende şu harabe neredeymiş bir bakayım." dedi.
Diğeri kafa sallayarak atını dehledi ve uzaklaşmaya başladı. Diğeriyse atıyla etrafta koşuşturmaya başladı.
Çok değil bir saat kadar sonra harabeyi buldu. Atından indi ve eve doğru yürümeye başladı. Kapıya geldiğinde belinden hançerini çekti ve kapıyı hafif itekledi. Kapı kolay bir şekilde açılmıştı. Küçük adımlarla içeri doğru yürüdü ve evin bomboş olduğunu fark etti. Evin yukarı katına çıkan merdivenler hemen sağındaydı. Hemen merdivenlerden çıkmaya başladı. Üst kata geldiğinde üst katında alt kattan farkı olmadığını fark etti. Ancak bir dakika, hemen karşısında hayatında gördüğü en büyük sandık duruyordu. Kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Sandığa yavaş yavaş yaklaştı ve elleri titremeye başladı. Artık dayanamıyordu, çevik bir hareketle sandığı açtı.
Gözlerine inanamıyordu, sandık altın külçelerle doluydu. Bir an bayılacak gibi hissetti. Ancak bu altınlar... neden sarı kırmızıydı? Elini külçeye dokundurduğunda hafif kayganlık hissetti. Külçelerin bir kaçını kaldırdı. Külçelerin arasında bir şey vardı. Elini kokladı, bu kandı...
Külçeleri çıkarırken artık eline uzun uzun tüylerde gelmeye başlamıştı. Bir külçe daha kaldırdığında dengesini kaybedip yere düştü. İmkansız, olamazdı...
Kafasını ve midesini tutarak tekrardan kalktı ve sandığın içine baktı. Bir saat önce kanlı canlı gördüğü arkadaşının kafası şimdi bir sandığın içindeydi. Neler olduğunu anlamaya çalışırken, hemen sağ tarafından şimşek hızında bir ok geçip duvara saplandı. Çevik bir hareketle kılıcını çekip döndüğünde karşısında Janakir ve Debgal Noyan'ı gördü, yaklaşık yirmi kadar askerle beraber.
Elindeki kılıcı atıp ağlamaya başladı:
"Lütfen, lütfen beni öldürmeyin. Ölmek istemiyorum." dedi.
Küçük çocuklar gibi ağlıyordu. Askerler gülmeye başladılar. Janakir ise tepkisiz bir şekilde ona yaklaştı. Saçlarını sert bir şekilde tutup kafasını kendi yüzüne doğru çevirdi.
"Eğer arkadaşınla akıbetinin aynı olmasını istemiyorsan bana şimdi bütün bildiklerini anlatacaksın." dedi Janakir.
"Ben ben hiç bir şey bilmiyorum, yemin ederim!"
Janakir adamın yüzüne sert bir yumruk geçirdi ve adamın neredeyse tüm dişleri yere döküldü. Ağzından sular seller gibi kan akmaya başlamıştı. Ağlamaya devam ediyordu:
"Yeğmen edeyim, hieç biieyey bieymiyoum."
"Sarayımdaki casuslarıda mı bilmiyorsun?" dedi Janakir gülerek. Adam sulu gözlerle tepkisiz tepkisiz ona baktı.
"Tahmin etmiştim, bana hemen bir kağıt ve yazacak bir şeyler verin. Çünkü bu adam artık ağzını kullanamıyor!" dedi.
Debgal Noyan ve bütün askerler kahkaha attı.

Bir saat kadar sonra elinde uzunca bir liste olan kağıdı tutan Janakir, adama dönüp çömdü:
"Bu kanlı altın külçelerle ne yapacağım biliyor musun? Kanlı bir ziyafet. Sarayımdaki arkadaşlarının kendi kanlarında boğulacağı bir ziyafet! Tıpkı senin gibi." dedi ve çevik bir hareketle belindeki hançeri kınından çekip adamın boğazını kesti. Janakir, Debgal'e dönüp:
"Temizliğe başlayalım, önce benden." dedi ve ellerini göstererek gülümsedi.
 
Afrandez said:
Wow...
Bu bir hazırlık... Janakir'i güçlendirecek bir eylem yapıldı burada.
Diğer ülkelerden haber var mı?

İlerleyen bölümlerde az da olsa diğer ülkelerden bahsedilebilir. İlk sezon daha çok Kergitlerin kendi kanından kişilerle olan savaşını bir nevi 'iç savaş'larını konu alıyor. İkinci sezona kadar takipte kalın.
 
Resimli Öykü Etkinliği sebebiyle bölümlere ara verilmiştir. Telafi için etkinlik bitiminde üç bölüm birden gelecektir!

Yazarlığı bıraktım.
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom