[Roman Denemesi] Theoden Günlükleri (Bölüm 12: Kahkahalar) [5 Bölüm Birden]

Users who are viewing this thread

Theoden Günlükleri;
Kalradya Göçü

İlk Yıllar


  Bir zamanlar Rohan adında bir krallık vardı. Orta Dünya’daki bir insan krallığı... Ben Rohan’ın kralıydım. Oğlum ve kızım gibi baktığım yeğenlerim Eomer, Eowyn ve komutanım Gamling yanımdaydı. Bir grup Rohirrim ile bilinmedik bir diyardayız. Nasıl geldiğimizi bilmiyorduk. Yaklaşık 50 kişiydik. Bu diyarın adını öğrendik. Kalradya…


  Diyara ilk geldiğimizde Alai denizinde yolculuk yapan bir deniz kafilesindeydik. Onlar bizden haberdardı. Bizi tanıyorlardı. Ama biz onları tanımıyorduk. Her Rohirrim’e, Eomer’e, Eowyn’e ve Gamling’e sormuştum. Hepsi en son Miğfer Dibindeydi. Gece yatmışlar ve sabah kalktıklarında gemideydik… Kafilenin başındaki amiral bizi Geoira’dan almış ve Buillin Köyüne gitmek istediğimizi söylemişiz. Buillin’e geldiğimizde diyarı dolaştık. Keşfettik… Birkaç krallık, hanlık ve sultanlık vardı ve hala var. Artık Rohan yoktu. Geri dönemiyorduk. Artık buradaydık… Diyarı keşfettikten sonra Nord Kralı Ragnar ile konuştum. Aşağılık herif… Konuşmayı tanışmak için düşünmüştüm ama Sargoth’u terk ettiğimizde artık Nord bize düşmandı. O andan itibaren artık Orta Dünya’yı unutmuştum. Askerlerime de unutmalarını söylemiştim. Durumumuz iyiydi. Nord’lular ile birkaç küçük savaş yaşadık. Neyse ki hiç kaybımız olmadı. Savaşlardan sıkıldığımızda güneye gittik. Bir yıl Sarranid Sultanlığını gezdik. Oradan sırasıyla Kergit Hanlığı, Rodok Krallığı ve Svadya Krallığı… Vaegir’in sadece sınırlarını gezebildik. Nord’lular ile hiç karşılaşmadık…


  Şimdi… Diyara geleli yaklaşık 4 yıl oldu. Yeni askerler buldum ve onları Rohirrim olarak yetiştirdim. Atlarımızı kendimiz yetiştirdik. Bir halka sahip olduk. Şuana kadar hep göçebe bir hayat yaşadık ama artık bir yere yerleşmeliyiz. Bunu savaşarak yapmak istemedik. Yeni bir yer inşa etmek ortak fikirdi. Gerekli hammaddeyi çabucak temin edebilirdik ve ettikte… Vyincourd Kalesinin güneyindeki dağlara yeni bir Miğfer Dibi inşa ettik. Dağların V şekli aldıkları yere Miğfer Dibi’nin çok büyüğünü kurduk. Her gün çalıştık. Yapacak başka bir şeyimiz yoktu. Bine yakın halkımız ve 400’e yakın Rohirrim ordusu ile Miğfer Dibi’ni kısa sürede bitirdik. Eskisinden farkı çok daha büyük olmasıydı. Dağlar daha dayanıklıydı. Sığınaklar çok genişti. Toprak verimli ve korunaklıydı. Vyincourd Kalesi ile aralarında bir orman vardı. Ve neredeyse Miğfer Dibine giden yolu kapatıyordu. Iyenn Nehri’nin köprüsü tarafına doğru toprakta ağaç yoktu. Halk Miğfer Dibinde yaşamaya başlamıştı. Ordu gittikçe büyüyordu. Eskisi gibiydik. Bu diyarda karanlığın olmaması güzeldi ama savaştan yoksun değildi. Bir süre sonra Svadya Kralı Harlaus ordusuyla Borukent’e geldi. Ziyaretçimiz ve ilk misafirimiz oldu. Çok geçmeden yakın dost olduk. Ve krallığına katıldım. Artık Svadya Krallığında bir derebeyi gibiydim. Ama bir antlaşmamız vardı. Svadya geleneklerini kabul etmemiştik. Rohan halkı olarak devam edecektik. Sadece Svadya Krallığının sancağı altına girmiştik. Ve Kalradya’da yeni bir Rohan yeşermeye başlamıştı…



* *  1248  *  1257  * *


Miğfer Dibi

  Yıl 1257 – Şubat – Kış Günü
Theoden, Borukent’i dolaşıyordu. Eomer askerleri kontrol ediyor, Eowyn ise halkı gözden geçiriyordu. Theoden, bu yeni diyara geldiği için mutluydu. Karanlık yoktu. Ak büyücü ve orklardan kurtulmuştu. Aklından “Umarım onlarda buraya gelmez” diye geçiriyordu. Duvarlarda dolaşıyor nöbetçileri kontrol ediyordu. Kapı tarafında bağıran Gamling’i duydu. Bir eli aniden Herugrim’e gitti. Kılıcını çekmeden ama eli hazır bir şekilde kapıya koştu. Gamling kapıyı kapatmalarını söylüyordu… Ama neden? Theoden kapıya vardığında;

- Gamling! Neler oluyor?
-   Kralım! Kuzey köprüsü tarafından bir ordu yaklaşıyor! Sancakları Svadya’ya ait değil. Halkı şehre çağırmalarını emrettim. Gözcüler hala dışarıda!
- NE? Düşman mı peki?
- Öyle sanıyoruz! Ellerinde meşaleler ile birlikte kara bir duman eşliğinde güneye iniyorlar! Batı tarafına yönelmezlerse…
- Rohirrim’i hazırlayın! Her şeye hazırlıklı olmamız lazım! Gözcüler ordunun büyüklüğünü ve gücünü öğrensinler!
- Emredersiniz!

Theoden şaşkınlığını belli etmeden kapının üstündeki duvardan mağaralara açılan iç kaleye rotasını çevirdi. İç kalenin kapısını geçerken Eowyn kapının üstünden iniyordu.

“Kralım” diyerek selam verdi. Theoden “Kalk evladım” diyerek karşılık verdi. Eowyn meraklı gözlerle bakıyordu. “Neler oluyor?” dedi. Theoden zaten kavramış olduğu Herugrim’i çekerek “Rohirrim hazırlanıyor. Olası bir savaş var.” dedi. Eowyn’in gözleri parladı. Kılıcını çekerek diz çöktü “İzin verin beyim. Rohirrim ile onları karşılayayım.” Dedi. Ama Theoden olumsuz bir şekilde kafasını salladı. Eowyn’i eliyle kaldırdı. “Rohirrimi ben yöneteceğim. Yanıma seni, Eomer’i alacağım. Gamling ise Borukent’te bekleyecek.” Dedi. Eowyn gururla onayladı ve kendi birliğini hazırlamak üzere yola çıktı. Theoden iç kalenin kapısının üstünde bekliyordu. Elleri arkasında, dimdik duruyor Borukent’in kuzeyini gözlüyordu. Birden Rohan sancaklarını gördü. Gözcüler atlarını dörtnala Borukent’e sürüyordu. Telaşlı gibiydiler. Theoden2in içine bir huzursuzluk yayılmaya başladığında Gamling’in haberciler ile konuştuğunu gördü. Yanında duran muhafızına “Eomer’i yanıma çağır. Burada bekliyor olacağım.” Dedi. Gamling’in haberciyle konuşmasının bittiğini gördüğünde Gamling’in suratında bir şaşkınlık ve huzursuzluk belirmişti. Theoden heyecanla Gamling’i bekledi. Bir süre sonra Eowyn tekrar yanına geldi. “Beyim. Birliğim hazırdır. Piyade ve okçularım duvarlarda yerlerini aldı. Halk mağaralara yerleştirildi.” Derken kendinden çok emindi. Theoden ona döndü “Halk korkuyor mu?” Dedi. Eowyn “Hayır beyim. Korku onların yanlarından bile geçmedi. Bize güvenleri sonsuz.” Dedi. Theoden gülümseyerek tekrar kuzeye baktı. Gamling ve Eomer tartışarak kapıdan iç kaleye girdiler. Theoden’in yanına gelirken tartışmayı kestiler ve selam verdiler. Theoden “Haberler nedir, Gamling?” dedi. Gamling ise duygusuz bir biçimde “Ak büyücünün sancağını taşıyan bir Rodok ordusu efendim. Önce anlam veremedik ama sadece sancaktan ibaret. Ak büyücüden habersizler… Sadece bir sancak…” dedi. Theoden kaşlarını çatmış tekrar bir soru sordu “Savaş için mi geliyorlar?” dedi. Araya Eomer girdi. “Beyim, izin verin Rohirrim ile hadlerini bildireyim. Bir meydan savaşında hiç şansları yok. Orduları mızraklı ve arbeletlilerden oluşuyor. Rohirrim’e karşı şansları yok.” Dedi. Theoden düşünür bir şekilde Eomer’e baktı, gözleri Eomer’deyken Gamling’e sorusunu yineledi “Savaşmaya mı geliyorlar?” dedi. Gamling dikleşti ve “Evet, beyim” dedi. Theoden kafasını salladı. “Rohirrim hazır mı?” dedi ve cevabı Eowyn verdi. “Ben kaleyi savunurum beyim. Siz Rohirrim ile saldırın. Rohirrim hazır bekliyor.” Dedi…

Theoden zırhını kuşanmak için odasına çekilmişti. Orduyu kaleden çıkaran Eomer ve Gamling zırhlarını zaten kuşanmıştı. Theoden Karyele’ye binerken Eowyn yanındaydı. “Seni seviyorum, kızım. Eğer ben ve kardeşin ölecek olursak, kendine adımızı devam ettirebilecek bir koca bul.” Dedi. Eowyn ise “Buna gerek kalmayacak beyim. Büyük bir zaferle geri döneceksiniz” dedi. Theoden gülümsedi ve ordusunun başına geçmek üzere yola koyuldu…
Kale duvarlarının önünde hazırlanan Rohirrim bekliyordu. Theoden, Karyele ile birlikte ordunun başına geçti. Düşman önlerinde belirince Theoden nefes verdi ve Karyele’yi sürmeye başladı. Eski günlerdeki gibi ordusunun başındaydı. Bir an eski günleri hatırladı ve kendine geldi. Eomer’in önünden geçerken “Eomer! Süvarilerinle sol tarafı al!” dedi. Ardından Eomer birliğine seslendi “Sol tarafa!”. Gamling’in önünden geçerken de “Gamling! Adamlarınla sağ tarafta bekle! Kralın sancağı düşmana vurduğunda arkalarına yönel ve harekete geç!” dedi. Bu sefer bağırarak “Gidin ve hiçbir zaman korkmayın!” dedi. Ordusunu süzdü. Bu sırada Eomer ve Gamling yerlerini almıştı. Ordusunun önünde atını dörtnala sürmeye başladığında avazı çıktığı kadar bağırıyordu “Uyanın! Uyanın Theoden’in süvarileri! Mızraklar savrulacak! Kalkan parçalanacak! Savaş günü! Kan günü! Güneş doğmadan!” dedi. Atını şaha kaldırdı ve arkasına döndü. Rohirrim mızrakları öne çıktığında Herugrim havada bekliyordu. Karyele’yi dizginledi ve kılıcıyla mızraklara vurdu. Tekrar son bir kez daha bağırdı “Sürün atlarınızı! Sürün! Sürün hadi! Sürün düşmanı yere yığmak için!” dedi. Atını durdurdu. Düşmana döndü. Kılıcını bir kez daha havaya kaldırdı ve bekledi. Bağırdı “Ölüm!”. Rohirrim ise eşlik etti hep bir ağızdan “Ölüm!” denildi. Theoden tekrarladı ve Rohirrim izledi. Theoden seslendi “Borular çalınsın! İleri!” dedi. Herugrim düşmana doğru indi ve izledi. Karyele yavaş ve usulca ilerledi. Ardından bütün bir ordu hızla, hep bir ağızdan “Ölüm!” diyerek dörtnala sürdüler atlarını.



Gamling emirlere uyarak çarpışmadan önce sağ tarafa açıldı. Yerini Kralın arkadaki Rohirrim’i doldurdu. Theoden’de hafifçe sağa döndürdü birliğini.  Eomer kılıcını sallayarak sola genişledi. Şimdi orta boş kalmış ve düşman mızraklıları şaşkına dönmüştü. Theoden bağırdı “Sürün atlarınızı!” dedi. Bütün Rohirrim saldırdı. Sağ taraftan Theoden, sol taraftan Eomer… Rohirrim içe girmeye başladığında ortadaki mızraklıları düzeni bozmuştu. Bu sırada merkez kral birliği ortadan girmeye başladı. Düşman şaşkınlıktan ne yapacağını bilmezken ordunun çoğu ölmüştü. Rohirrim’de ise neredeyse hiç kayıp yoktu. Düşmana yürürlerken arbeletliler bir kısmını yaralamış ve öldürmüştü. Yavaş oldukları için sadece birkaç kez atış yapabilmişlerdi. Theoden ve Eomer’in birlikleri birleşti ve düşmanın içine devam ettiler. Bu sırada arkadaki merkez Kral birliği arda kalanları ve ortadaki düşmanları temizliyordu. Düşman şaşkınlığı atıp karşılık verecekti ki arka taraftan Gamling’in sancağı belirdi. Gamling’de ordusuna bağırdı “Sürün atlarınızı! Kral sizi bekler! Ölüm!” dedi. Theoden ve Eomer güneyden kuzey içlerine devam ederken Gamling’de kuzeyden güneye yola çıkmış düşmana mızraklar geçmeye başlamıştı. Eomer, Theoden ve Gamling birbirlerinin yanlarına geldiklerinde düşman harap edilmişti. Komutanları arandı. Hala atsız birkaç Rohirrim savaşı sürdürüyordu…

Yıl 1257 – Şubat – Düşman temizlendikten sonra Borukent



Theoden savaştan sonra orduyu tepede toplamıştı. Borular çalındı ve kral konuşmaya başladı.

  Düşman geçmişimiz hakkında çok şey öğrenmiş. Ordunun bir komutanı vardı. Kont Tarchias... Onu serbest bıraktım ve kralına söylediklerimi iletmesini istedim. Düşmanımız Rodok Krallığı’dır. Kadim dostumuz ve müttefikimiz Svadya Krallığıdır! Ölüme kadar düşmanın kökünü kazıyacağız! Çevre köyleri yağmalıyorlar. Praven Şehrine kadar her köy yağmalanmış ve halk ortada kalmış. Gamling! Git ve o insanları buraya getir. Çok fazlalar. Asker olabilecekleri Rohirrim yapacak, diğerlerini ise halkımıza katacağız. Ordu hazırlandığında atlarımızı düşmana süreceğiz yiğitlerim! Rohan!

Miğfer Dibi

  Yıl 1257 – Mart – Praven Şehri

Theoden: Eomer! Orduyu güçlendirmek için…
Eomer: Beyim… Rohirrim’in karşısında hiçbir ordu duramaz. Orduya yeni birimlerin eklenmesine gerek yok.
Theoden: Gondor’un piyadeleri ve Faramir’in okçuları işimize çok yarar. Hele hele kale savunmalarında. Faramir’in eğittiği gibi okçu birlikleri elimizde olursa düşman bir şey yapamadan çoğu ölmüş olur. Piyadelerimiz ise Isengard’ın Uruk-Hai’ları gibi olursa durdurulamaz bir ordumuz olur.
Eomer: Şimdide Ak Büyücü’nün askerlerimi? Sırada ne var? Troller mi? Mumakiller mi? Rohirrim her zaman ve her yerde işe yarayacaktır, beyim.
Theoden: Bundan bir şüphem yok fakat ordunun güçlenmesi kimsenin zararına olmaz…
Eomer: Beyim…
Theoden: Buraya kadar Eomer! Karar verildi. Eowyn, Faramir’in eğitimlerine girdiğinde öğrenim şeklini okçulara gösterecek. Ve okçu birliklerinin adı değişmedi… Ithilien Okçuları. Piyade birlikleri olarak da Uruk-Hai zırhları ve kalkanlarının Rohan’a ayak uydurmuş hali olarak giyen, Gondor piyade eğitimi almış savaşçılar olacak. İsmi ise oğlumun adı Theodred olacak… İleri ki zamanlarda elflerin silah ve zırhlarını yapabilirsek orduya katabiliriz… Ana ordu hala Rohirrim’dir!
Eomer: Siz nasıl isterseniz, beyim…

Konuşma bittiğinde Eomer bunu gerçekten kabullenmişti. Ve hatta hoşuna gitmişti. Sadece Rohirrim’i sorgulamayı sevmiyordu. Aklından şimdi ne olacağını geçirdi… Theoden “Eomer. Sen piyadelerin eğitiminden sorumlusun. Ak Büyücünün kontrolü altındayken Gondor’da vakit geçirdiğini umarım.” Dedi. Eomer gururla olumlu bir şekilde kafasını salladı. Ardından kapılar açıldı ve içeri bir Svadya Muhafızı girdi. Muhafız, “Kral Harlaus sizi bekliyor, efendim.” Dedi ve odadan çıktı. Theoden, Eomer’e kardeşini bulmasını söyledi. Eomer dışarı çıktı ve Theoden Gamling ile yalnız kaldı. Theoden sorar gözlerle Gamling’e baktı. Gamling ise kendisine “Sence yeni birimler nasıl, Gamling?” sorulmuş gibi “Bence oldukça iyi efendim. Bu şekilde yaya açıklığımızı kapatmış oluyoruz. Fakat şuana kadar çoğunlukla Rohirrim olarak savaştık. Bu ilk savaşlarımızda biraz afallatacaktır.” Diyerek yanıtladı. Theoden kafasını yavaşça olumlu bir şekilde salladı. Bu sırada kapılar tekrar açıldı ve Eomer “Beyim, gidebiliriz” dedi…

  Praven Şehri – Kral Harlaus’un Kabul Odası

Theoden masaya oturmuştu. Masanın üzerinde türlü türlü yiyecekler ve şarap vardı. Eowyn sağına oturmuştu. Gamling tam önünde, Eomer’de Eowyn’in önünde oturuyordu. Harlaus masanın başında tahtındaydı. Sarı bir kıyafet giymişti. Üzerinde kırmızı desenler vardı. Sakalları uzamıştı. Sırtında kırmızı pelerini asılıydı. Konuşmaları birkaç saat sürdü. Konuşmada Theoden açıkça ordunun yeni birimlerini açıkladı ve gereksinimlerini söyledi. Harlaus bunları karşılayabileceğini bildirdi. Ardından savaş konusu açıldı. Rodok ordusunun kaleye gelmesini ilgiyle dinledi Kral Harlaus. Theoden konuşurken sözü Eomer alıyor o sırada Eowyn araya giriyordu. Suskunluk ödülünü Gamling almıştı. Ardından Harlaus geliyordu. Theoden konuşma sırasında yaya birliklerinin eğitimi için yardım istemeyi düşündü. Bir süre sonra bu birliklerin Orta Dünya’ya ait birlikler olduğuna karar verdi ve konuyu açma düşüncesinden vazgeçti. Krallık için konuşma bittikten sonra biraz sohbet ettiler. Ardından Theoden, Eomer, Eowyn, Gamling bir grup Rohirrim ile Borukent’in yolunu tuttu.

  Birkaç Hafta Sonra – Borukent

Borukent’e varana kadar yolda birkaç çapulcu, orman haydutu ve dağ haydutu gruplarına rastladılar. Bunların üstesinden gelip yola devam ettiler. Kayıp verilmemişti. Gelirken yolun üzerindeki köylere uğrayıp Rohan’a katılmak isteyen gönüllüleri aradılar ve erzak temin ettiler. Borukent’e geldiklerinde 20’ye yakın köyden geçmişlerdi. Ve yaklaşık 160 gönüllü elde etmişlerdi. Çoğu yeni ordu için elverişliydi. Ve eğitimlerini en kısa sürede başlatılmasını istedi, Miğfer Dibi beyi Theoden…

Bir süre sonra okçular oldukça ilerlemişti. Faramir’in okçularından pek farkları yoktu. Eowyn iyi bir iş çıkarmıştı. 30’a yakın Ithilien Okçusu hazırdı. Onlarda eğitimlerine devam ediyor ve acemileri eğitiyordu. Eomer ise piyadeleri hazırlıyordu. Dövüş kabiliyetleri vardı ama önlerinde uzun bir yol vardı. Her tür saldırı ve savunma için eğitiliyorlardı. Buna rağmen 20’ye yakını hazırdı. Onlarda diğerlerinin eğitimleri için yardım ediyorlardı. Theodred birliğinin zırhları ve silahları hazır değildi. Dökülmeye başlanılmıştı fakat eğitimlerde giyinilmiyordu. Bu yüzden eğitimlerde öğrencilere yük veriliyor ve eğitim öyle devam ediyordu. Zırhlar ağırdı ve kalkanı taşımak zor olacaktı. Eğitimleri hafif eğitim kıyafetleriyle yapıp birden zırhı giydiklerinde afallayacaklardı. Bunun için yük alıyorlardı. Vücutlarının belli yerlerine ağır taşlar, demirler bağlanıyordu. Gamling ve Theoden yeni birlikleri zırhları ve silahlarını hazırlamakla görevliydi. Arada Svadya şehirlerinde ve kalelerinde yapılan zırhları, silahları denetlemek için toplu denetime çıkıyorlardı. Böyle devam ederse bu yıl bitmeden birlikler Rohan’a ısınmış olacaktı…

Eomer

  Yıl 1257 – Nisan – Borukent

  Günler geçerken ordu büyüyor, yetenekleri artıyordu. Hala gelen gönüllüler vardı ve bir kısmı yeni birimler için bir kısmı Rohirrim için eğitiliyordu. Asker olmak istemeyenler ise halka dâhil oluyorlardı. Theoden’in aklında bu diyara geldiğini bildirmek vardı. Kendisinin burada olduğunu bilmelerini istiyordu. Bunun için çeşitli ülkelere, hükümdarlarına ve lordlarına elçiler gönderiliyordu. Düşman Rodok Krallığına elçi gönderilmedi. Tarchias gittiğinden beri haber yoktu. Theoden uzun bir süre bunu düşünmüştü. Bir haber yollamalıydı Kral Graveth… İçinde kalesinde büyümek vardı. Fakat Eomer her gün Theoden’i sıkıştırıyordu. “İzin verin Rohirrim’in başına geçip düşmanlara hadlerini bildireyim, beyim.” Diyerek saygılı bir şekilde izin istiyordu. Ama Theoden’in gözünden kaçmayan şeyler vardı. Eomer her hafta kendi birliği ile Borukent’ten ayrılıyordu. Döndüğünde ise ganimet ve gönüllüler eşliğinde geri dönüyordu. Eowyn her zaman ki uysal ama bir o kadar da savaşçı ruhluydu. İkisini de özenle koruyordu. Yeri geldiğini Eomer’e destek çıkıyor, yeri geldiğinde Theoden’i haklı buluyor ve emirlere sadık kalıyordu. Theoden’de savaş istiyordu. Bir ordu kalenin önlerine kadar gelmiş ve savaş istemişti. Rohirrim ile geri püskürtülmüştü düşman ama bir cevap verilmemişti. Sadece Tarchias’a bir mektup vermiş ve Kral’ına götürmesini istemişti. O günden beri hiçbir Rodoklu ile karşılaşmamıştı. Ama gözlemlerine göre Eomer hep karşılaşıyordu…

  Yıl 1257 – Nisan – Rodok Krallığı - Pagundur Köyü

  Eomer askerlerini hazırlıyordu. Bu sefer yanında at arabalarıda getiriyordu. Sanki onlarca kervan varmış gibi kaleden çıkıyordu. Theoden bu sırada iç kalenin duvarlarında Eomer ve askerlerini izliyordu. Duygusuzca kuzeye bakıyordu. Ağır bir nefes verdi. Bir süre daha bakmaya devam etti ve arkasını dönüp odasına gitmek için yola koyuldu…
  Eomer askerleri ile Borukent kapılarından çıkalı birkaç saat olmuştu. Her zamanki gibi birkaç köy yağmalayıp ganimetlerle birlikte Svadya köylerine, şehirlerine gidecek ve yeni gönüllüler arayacaktı. Bir yandan Rohirrim’i bir yandan Theodred acemilerini eğitiyordu. Ergellon Kalesini geçtiklerinde kaleye bir ordu girdiği görülmüştü. Eomer bunu duyduğunda sevinmişçesine gülümsemişti ve Pagundur Köyünü yağmalamak üzere yoluna devam etmişti.
  Askerlerin arasında konuşmalar geçiyordu. Eomer’den şüphe eden bazı askerler söylentileri yayarak çoğalıyorlardı. Eomer bunu fark ettiğinde şaşırmış ve öfkelenmişti. Yola devam etmeyi seçmişti. Bazı adamlarına ise “Eomer, Kralın verdiği kutsal görevi yerine getirmek için böyle bir şey yapıyor.” Diyerek bunu yaymalarını istedi. Orduyu içten içe karışıklık vurmuştu. Örgütlenmelere yol alırken Eomer orduyu durdurdu ve toplanılmasını emretti. Biraz sonra bütün ordu toplanmaya başlamıştı. Uğultular yükseldi her yer toz, dumana gömüldü. Eomer, önce tozun inmesini bekledi. Sonra konuşmaya başladı.
Sizler! Theoden’in askerlerisiniz! Sizler! Onurlu birer Rohirrim’siniz! Ergellon Kalesini geçtiksen sonra kulağıma bazı fısıltılar gelmeye başladı! Benden şüphe duyuluyormuş! Oysaki ben! Theoden’in emrini gerçekleştiriyorum! Sorgusuz sualsiz görevimi! Ülkem için gerekeni yapıyorum! Fakat bazı askerler bunu önemsemeden söylentiler yayıyor!  Eğer ülkenize! Rohan’a! Hizmet etmeyecekseniz! Onurlu davranmayacaksanız! Emirlere itaat etmeyecek ve kafanıza buyruk söylentiler yayacaksanız! Gidin! Siz bizden biri değilsiniz! Siz bir Rohan’lı olacak kadar değerli değilsiniz! Gidin ve bizden uzaklaşın! Ebediyen ve sonsuzluğa kadar! Sadece Kral’ın emirlerine itaat edecek ve Rohirrim! Rohan kurallarına uygun birer birey olacaksınız! Kral! Kral Theoden! Sizin Kralınız! O her şeyin en doğrusunu bilir! Onu izleyin! ROHAN!
  Sustu. Sessizlik başladı. Atı sanki azgın bir aslan gibi yerinde duramıyordu. Şaha kalkıyor. Bir o yana bir bu yana dönüyordu. Eomer bir ara kontrol edemeyeceğini düşündü fakat atı ona uyum sağlamayı başarınca bir kahraman gibi göründü. Öndeki askerlerin yüzlerini süzdü. Duygusuz bir ifadesi olan Eomer sessizlikten sıkılmaya başladığında bazı sesler duydu. 
ROHAN! ROHAN! ROHAN!
  Askerler bağırmaya başlamıştı. Yer, gök inliyordu. Güneş aydınlanmış kör edici bir aydınlık vurmuştu. Her şey çok ani bir şekilde oldu. Eomer bir süre sonra yola devam etmeleri gerektiği kanaatine vardı. Ordu yoluna devam etmeye başladı…

Borukent – Theoden

  Theoden odasına çekilmiş masasında oturuyordu. Düşünüyordu. Nasıl geldiklerini, ne yaptıklarını, neler olduğunu… Çok şey vardı. Düşünülecek birçok şey… Ama düşünmesi gereken tek bir şey vardı ki o da yeni krallığıydı. Svadya’ya bağlı olabilirlerdi ama sonuçta kısmen bağımsızlardı. Ve yeni Rohan’ı ilerletmeliydi. Eomer’in Rodok Krallığına sergilediği saldırgan tavırlar ise bir kanıttı. Rodok Krallığının üstüne gidilmeliydi. Ve topraklar büyütülerek krallığın gücüne güç katılmalıydı. Gün boyunca planlarla uğraştı. Çeşitli taktikler, stratejik bölgeler seçmişti. Ya Maras Kalesi, Etrosq Kalesi ve Culmarr Kalesini alacaktı. Ya da Veluca Şehri, Ergellon Kalesi ve Grunwalder Kalesini alacaktı. İki kale, bir şehri almak, üç kaleyi almaktan daha mantıklı görünüyordu. Bunu Eomer’de gelince başkomutanlarına açacak ve ortak karara bakacaktı. Planlarını gece yarısına doğru bitirdi. Sandalyesine sırtını verdi ve kafasını geriye yatırdı, ellerini yüzüne götürürken derin bir nefes verdi. Ellerini yüzünden boğazına indirirken gözlerini araladı ve kollarını gerinmek için iki tarafa açtı. Sırt kemiklerindeki çıtlamaları duyduğunda yeniden oturur konuma geldi. Sandalyesini geriye çekti ve ayağa kalktı. Odasından çıkıp dışarıda gezdi. Bu kadar uzun süre odasında kaldığına şaşırdı. Zamanın akıp geçtiğini anlayamamıştı. Şimdi ise aklına yeni bir soru daha geldi. Eomer gelmişmiydi acaba? Bir süre düşündü ve en sonunda Miğfer Dibi’nin görkemli kapısına gitmeye karar verdi. Yürürken kimseyi görmedi. Doğal bir şeydi. Herkesin üstünde günün yorgunluğu vardı ve istirahata çekilmişlerdi. Kapıya vardığında kapılar kapalıydı. Nöbetçilerin yanına gitmek için burçlardan surların üstüne çıktı. Kapı nöbetçisinin yanına geldiğinde nöbetçi selam verdi ve “Beyim.” Dedi. Nöbetçinin selamı bittikten sonra Theoden bir sorun olup olmadığını sordu. Teftiş görevini de yapmış oldu. Gün boyunca her hangi bir şey olmamıştı. Eomer’de hala gelmemişti. Theoden, Eomer’in gelmediğini duyduğunda paniklemişti. Birden heyecanlanmış ve korkmuştu. Endişeli bir şekilde tekrar odasına doğru yola çıktı ve Eomer’in nerede olduğunu düşündü…

Ertesi Sabah – Borukent

  Theoden uyandığında oturup dün gece yarısına kadar yaptığı planları bir kez daha gözden geçirdi. Gecenin yorgunluğunda bir hata yapmış olabilir veya bir şeyi gözden kaçırmış olabilirdi ve birde sabahın ışıltılı gününde gözden geçirdi. Her şey yerli yerindeydi. Her hangi bir problem çıkmamıştı. Şimdi yapması başkomutanlarını toplayıp planlarını sunmaktı. Eomer’in geldiğini varsayıyordu. Ama içinde yine merak ve endişe vardı. O kraldan öte bir baba değerindeydi. Eomer’i oğlu gibi sevmişti ve oğlu diyordu. Öz oğlu olarak kabul etmişti Eomer’i ve Eowyn’i… Odasından çıktı ve ziyafet salonuna yöneldi. Zırhlarını giymemişti. Gerek olmadığını düşünmüştü. Hazırlanan kıyafetlerinden birini giyip çıkmıştı. Salona geldiğinde nöbetçiler selam verdi ve Theoden yerine geçti. Masada Eowyn ve Gamling vardı… Eomer’i görmediği için içinden lanetler savurdu. Eowyn’e dönerek “Eomer hala gelmedi mi?” diye sordu. Eowyn ağzındaki somun ekmeği bitirmeye çalışırken hayır anlamında kafasını salladı. Theoden yine kederli bir biçimde oturmuş düşünmeye başladı. Kendine geldiğinde bardağına şarabı koyulmuş ve servisi yapılmıştı. Şarabından bir yudum aldı. O ince tat sanki onu yatıştırmıştı. Önündeki büyük kaptan bir elma aldı ve yemeye koyuldu. Gamling kahvaltısını bitirmişti. Ve bekliyordu. Eowyn ise yeni yardımcıları ile ardı kesilmez bir konuşmaya girmişti. Acemileri daha hızlı eğitmek için önce kıdemli yardımcılar eğitmişti. Şimdi de acemiler için konuşuyorlardı. Theoden gülümsedi ve kahvaltısına devam etti. Bir süre sonra Eowyn tekrar masaya oturdu ve “Yardımcılarım… Acemiler için bugün yapılacak eğitimi kararlaştırdık” dedi. Theoden’in yüzünde yine bir gülümseme belirdi ve kafasını olumlu bir şekilde yavaşça salladı. “Senin görevini layığıyla yapacağına emindim. Ama öyle görünüyor ki ağabeyin Eomer, böyle şeyleri pek umursamıyor. Kendisi bize hiçbir bilgi vermeden gidiyor ve dönmüyor. Sence bizi böyle merakta bırakmasına hakkı var mı?” dedi. Öfkeli görünüyordu. Konuşmasına başlamadan önceki halinden eser kalmamıştı. Eowyn ise cevap vermemişti. Herkes kahvaltısını bitirdiğinde olması gerektikleri yere gittiler. Eowyn acemileri eğitmeye, Gamling, Theoden’in peşine, Theoden ise öfkeli olduğundan Eomer’i beklemek için kapılara…

Savaş Boruları

  Güneş bir kez daha doğuyordu. Theoden günlerdir Eomer’i karşılamak umuduyla kapıya çıkıyor bazen Vyincourd Kalesine kadar gidip aramaya koyuluyordu. Eomer’den hiçbir şey yoktu. Bir haber… Varlığını sürdürüp sürdürmediğine ait sadece bir haber…

Yıl 1257 – Nisan Sonları – Borukent

  Güneş’in ışıltıları odanın yukarı penceresinden içeri süzülüyordu. Theoden sırt üstü yatmış ellerini göğsünde birleştirmiş Eomer’i, oğlunu, tek varisini düşünüyordu. Bu sırada Güneş’in ışıltısı gözüne ilişmeye başlamıştı. Gözlerini kapatarak ışıktan kaçmaya çalışıyordu ama ışık çok güçlüydü. Bir anlatırcasına daha parlak ve yakıcı hale gelmeye başlamıştı. Theoden o anda birden kendini yukarı attı. Şimdi oturur vaziyette yatağın ortasında terlemiş bir biçimde nefes nefese duruyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ellerini kulaklarına götürdü ve ovaladı. Şimdi gelen sesi daha net duyuyordu. Miğfer Dibi’nin borusu ötüyordu!

  Acele ve telaşla yataktan kalktı ve yüzünü soğuk su ile yıkadı. Zırhını kuşandı ve Herugrim’i kınına soktu. Kapıyı açıp odadan çıktığında kaskını takmaya çalışıyordu…

  İç kale surlarını gördüğünde bütün halk meraklı gözlerle kapıya gidiyor askerler öfkeli ve telaşlı bir biçimde kapılara koşuyordu. Theoden’in merakı artmaya başlamıştı ki öfkelendiğini hissetti. Tam bu sırada Eowyn’i gördü ve bağırdı, “EOWYN!”… Eowyn elinde mızrağıyla miğferli kafasını Theoden’e çevirdi. Theoden ve Eowyn birbirlerine koşmaya başladılar. Önlerine çıkan insanları nazikçe önünden çıkarmaya çalışıyordu ama öfkesinden bazılarını kırmış olabilirlerdi. Ortada buluştuklarında ise Theoden şaşkın ve öfkeli bir bağırış ile “Neler oluyor böyle! Borular neden çalınıyor? Herkes deki bu telaş nedir?” dedi. Eowyn daha sakindi ama yüzünde korku vardı. Theoden’i kolundan tutup iç kale kapısına götürmeye başladı. Bir yandan da anlatıyordu… “Eomer… Eomer’in izi bulunmuş… Rodok Krallığı büyük bir orduyla buraya yaklaşıyor. Başlarında kralları Graveth var. Fakat Eomer hala bulunamadı. Şuan kapıda neler olduğunu ise bilmiyorum. Ama Rodok kuvvetleri çok güçlü… Emrinizle Kral Harlaus’a habercileri yardım çağırmak için göndereyim…” dedi. Kapıyı geçtiklerinde aşağıya koşmaya başladılar. Theoden, kapının önünü az buçuk görmeye başlamıştı. Köprü insanlarla doluydu. Tam olarak seçemediği için neler olduğunu anlayamadı. Kendine geldi ve Eowyn’e söylemeye başladı “Habercileri tez elden yollayın. Onlarca haberci gitsin. Klargus, Plais, Mirchaud gibi komşu lordlara da haberci yollansın. Svadya ordusu toplanana dek yardıma gelmeleri iyi olur. Yoksa yardım edilecek bir şey kalmayacak! Askerler hazır mı? Rohirrim, Theodred ve Ithilien okçuları…” dedi ve Eowyn konuşmaya başladığı an köprüyü geçmişlerdi koşarak burçtan aşağıya iniyorlardı, “Rohirrim, Gamling tarafından hazırlanıyor. Fakat henüz hazır değiller. Theodred ve Ithilien okçuları ise hazır ve yerlerini almaya başladılar.” Dedi. Bir süre konuşmadan kapıya doğru devam ettiler. Kapıya ulaştıklarında Eomer’in birliği içeri giriyordu. Hepsi yaralıydı. Bitkin bir halde zombi ordusu gibi içeri giriyor ve yardım istiyorlardı. Theoden kontrolden çıkmıştı. Önüne gelen askere Eomer’i soruyor dinlemeden bir diğerine soruyordu. Neredeyse ağlayacaktı ki kapıdan bir atın nal sesleri duyuldu. Eomer’in atı usulca içeri giriyordu. Binicisi ise hala içeri dolan ışıktan seçilemiyordu. Bu sırada Theoden şaşkınlıkla gelen atın üstündeki adama bakıyordu. Bir kılıcın kınından çekilme sesi duyuldu. Ama o kılıç sadece bir kılıç değildi onun adı Guthwine’dı. Ve Theoden’in tek varisi kılıcını tutmuş içeri giriyordu. Arkasında Rohirrim atları devam ediyordu. Onların arkasında ise yaralı olmayan askerler atları içeri sokuyordu. Eomer, Theoden’in yanına geldiğinde attan indi ve konuşmaya başladı, “Pagundur köyünü yağmalamaya gitmiştim. Yağma başarı ile gerçekleşti fakat köyden çıkış zamanı geldiğinde Ergellon Kalesinden çıkan bir ordu üzerimize geliyordu. Sancak sahiplerinin kim olduklarını bilmiyorum. Savaşa girdik. Rohirrim çok kayıp vererek galip geldi. Fakat Ergellon Kalesi tarafında büyük bir ordunun toplandığı haberi geldiğinde saklandık ve kaçtık. Culmarr Kalesi tarafına gittik ve dağ haydutlarının sığınağına rastladık. Orayı ele geçirdim ve bir üs olarak kullandım. Orada kaldığımız zaman zarfında birkaç haydut birliği geldi fakat hepsini öldürdük. Neyse ki Rodok ordusu Uxkhal Şehri tarafına giderken görülmüş ve bizde Culmarr geçidinden dağların eteğine indik ve oradan köprüye geçtik. Sonrası ise buradayız…” dedi ve babasına sarıldı. Theoden ağlamaya başlamıştı ki borular yine çalmaya başladı. Theoden etrafına bakmaya başladı ve yanlarına gelen Gamling’i gördü. Gamling yanlarına geldiğinde ise hazır ola geçti ve konuşmaya başladı…

Rohirrim hazırdır ve emirlerinize itaat etmek için beklemektedir, beyim. Borular en içten solukla çalıyorlar çünkü Rodok ordusu Uxkhal Şehrini ve Vyincourd Kalesini ele geçirmişler. Bazı lordları savunmaları için bırakmışlar fakat ayrılan ordular Graveth’in büyük ordusunu pek etkilememiş. Hala bir o kadar güçlü ve büyük ordu yoluna devam etmekte. Beyim… Ordular Borukent’e geliyorlar. Amaçları ise sadece katliam…

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5215178.html#msg5215178


http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5564519.html#msg5564519

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5564519.html#msg5564519

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5564519.html#msg5564519

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5564519.html#msg5564519

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,216360.msg5564519.html#msg5564519



http://img718.imageshack.us/img718/3522/haritaturkishforum.jpg

Not: Bu ilk bölüm olduğu için kısa... Resimsiz olacak. Bu forumdaki ilk hikayem... Ve ilk Mount Blade hikayem... Umarım beğenirsiniz. Sonra ki bölümlerde 1. kişi ağzından anlatım olmayacak... Fikirlerinizi, düşüncelerinizi lütfen söyleyin..

 ​
 
Miğfer Dibi

  Yıl 1257 – Şubat – Kış Günü
Theoden, Borukent’i dolaşıyordu. Eomer askerleri kontrol ediyor, Eowyn ise halkı gözden geçiriyordu. Theoden, bu yeni diyara geldiği için mutluydu. Karanlık yoktu. Ak büyücü ve orklardan kurtulmuştu. Aklından “Umarım onlarda buraya gelmez” diye geçiriyordu. Duvarlarda dolaşıyor nöbetçileri kontrol ediyordu. Kapı tarafında bağıran Gamling’i duydu. Bir eli aniden Herugrim’e gitti. Kılıcını çekmeden ama eli hazır bir şekilde kapıya koştu. Gamling kapıyı kapatmalarını söylüyordu… Ama neden? Theoden kapıya vardığında;

- Gamling! Neler oluyor?
-   Kralım! Kuzey köprüsü tarafından bir ordu yaklaşıyor! Sancakları Svadya’ya ait değil. Halkı şehre çağırmalarını emrettim. Gözcüler hala dışarıda!
- NE? Düşman mı peki?
- Öyle sanıyoruz! Ellerinde meşaleler ile birlikte kara bir duman eşliğinde güneye iniyorlar! Batı tarafına yönelmezlerse…
- Rohirrim’i hazırlayın! Her şeye hazırlıklı olmamız lazım! Gözcüler ordunun büyüklüğünü ve gücünü öğrensinler!
- Emredersiniz!

Theoden şaşkınlığını belli etmeden kapının üstündeki duvardan mağaralara açılan iç kaleye rotasını çevirdi. İç kalenin kapısını geçerken Eowyn kapının üstünden iniyordu.

“Kralım” diyerek selam verdi. Theoden “Kalk evladım” diyerek karşılık verdi. Eowyn meraklı gözlerle bakıyordu. “Neler oluyor?” dedi. Theoden zaten kavramış olduğu Herugrim’i çekerek “Rohirrim hazırlanıyor. Olası bir savaş var.” dedi. Eowyn’in gözleri parladı. Kılıcını çekerek diz çöktü “İzin verin beyim. Rohirrim ile onları karşılayayım.” Dedi. Ama Theoden olumsuz bir şekilde kafasını salladı. Eowyn’i eliyle kaldırdı. “Rohirrimi ben yöneteceğim. Yanıma seni, Eomer’i alacağım. Gamling ise Borukent’te bekleyecek.” Dedi. Eowyn gururla onayladı ve kendi birliğini hazırlamak üzere yola çıktı. Theoden iç kalenin kapısının üstünde bekliyordu. Elleri arkasında, dimdik duruyor Borukent’in kuzeyini gözlüyordu. Birden Rohan sancaklarını gördü. Gözcüler atlarını dörtnala Borukent’e sürüyordu. Telaşlı gibiydiler. Theoden2in içine bir huzursuzluk yayılmaya başladığında Gamling’in haberciler ile konuştuğunu gördü. Yanında duran muhafızına “Eomer’i yanıma çağır. Burada bekliyor olacağım.” Dedi. Gamling’in haberciyle konuşmasının bittiğini gördüğünde Gamling’in suratında bir şaşkınlık ve huzursuzluk belirmişti. Theoden heyecanla Gamling’i bekledi. Bir süre sonra Eowyn tekrar yanına geldi. “Beyim. Birliğim hazırdır. Piyade ve okçularım duvarlarda yerlerini aldı. Halk mağaralara yerleştirildi.” Derken kendinden çok emindi. Theoden ona döndü “Halk korkuyor mu?” Dedi. Eowyn “Hayır beyim. Korku onların yanlarından bile geçmedi. Bize güvenleri sonsuz.” Dedi. Theoden gülümseyerek tekrar kuzeye baktı. Gamling ve Eomer tartışarak kapıdan iç kaleye girdiler. Theoden’in yanına gelirken tartışmayı kestiler ve selam verdiler. Theoden “Haberler nedir, Gamling?” dedi. Gamling ise duygusuz bir biçimde “Ak büyücünün sancağını taşıyan bir Rodok ordusu efendim. Önce anlam veremedik ama sadece sancaktan ibaret. Ak büyücüden habersizler… Sadece bir sancak…” dedi. Theoden kaşlarını çatmış tekrar bir soru sordu “Savaş için mi geliyorlar?” dedi. Araya Eomer girdi. “Beyim, izin verin Rohirrim ile hadlerini bildireyim. Bir meydan savaşında hiç şansları yok. Orduları mızraklı ve arbeletlilerden oluşuyor. Rohirrim’e karşı şansları yok.” Dedi. Theoden düşünür bir şekilde Eomer’e baktı, gözleri Eomer’deyken Gamling’e sorusunu yineledi “Savaşmaya mı geliyorlar?” dedi. Gamling dikleşti ve “Evet, beyim” dedi. Theoden kafasını salladı. “Rohirrim hazır mı?” dedi ve cevabı Eowyn verdi. “Ben kaleyi savunurum beyim. Siz Rohirrim ile saldırın. Rohirrim hazır bekliyor.” Dedi…

Theoden zırhını kuşanmak için odasına çekilmişti. Orduyu kaleden çıkaran Eomer ve Gamling zırhlarını zaten kuşanmıştı. Theoden Karyele’ye binerken Eowyn yanındaydı. “Seni seviyorum, kızım. Eğer ben ve kardeşin ölecek olursak, kendine adımızı devam ettirebilecek bir koca bul.” Dedi. Eowyn ise “Buna gerek kalmayacak beyim. Büyük bir zaferle geri döneceksiniz” dedi. Theoden gülümsedi ve ordusunun başına geçmek üzere yola koyuldu…
Kale duvarlarının önünde hazırlanan Rohirrim bekliyordu. Theoden, Karyele ile birlikte ordunun başına geçti. Düşman önlerinde belirince Theoden nefes verdi ve Karyele’yi sürmeye başladı. Eski günlerdeki gibi ordusunun başındaydı. Bir an eski günleri hatırladı ve kendine geldi. Eomer’in önünden geçerken “Eomer! Süvarilerinle sol tarafı al!” dedi. Ardından Eomer birliğine seslendi “Sol tarafa!”. Gamling’in önünden geçerken de “Gamling! Adamlarınla sağ tarafta bekle! Kralın sancağı düşmana vurduğunda arkalarına yönel ve harekete geç!” dedi. Bu sefer bağırarak “Gidin ve hiçbir zaman korkmayın!” dedi. Ordusunu süzdü. Bu sırada Eomer ve Gamling yerlerini almıştı. Ordusunun önünde atını dörtnala sürmeye başladığında avazı çıktığı kadar bağırıyordu “Uyanın! Uyanın Theoden’in süvarileri! Mızraklar savrulacak! Kalkan parçalanacak! Savaş günü! Kan günü! Güneş doğmadan!” dedi. Atını şaha kaldırdı ve arkasına döndü. Rohirrim mızrakları öne çıktığında Herugrim havada bekliyordu. Karyele’yi dizginledi ve kılıcıyla mızraklara vurdu. Tekrar son bir kez daha bağırdı “Sürün atlarınızı! Sürün! Sürün hadi! Sürün düşmanı yere yığmak için!” dedi. Atını durdurdu. Düşmana döndü. Kılıcını bir kez daha havaya kaldırdı ve bekledi. Bağırdı “Ölüm!”. Rohirrim ise eşlik etti hep bir ağızdan “Ölüm!” denildi. Theoden tekrarladı ve Rohirrim izledi. Theoden seslendi “Borular çalınsın! İleri!” dedi. Herugrim düşmana doğru indi ve izledi. Karyele yavaş ve usulca ilerledi. Ardından bütün bir ordu hızla, hep bir ağızdan “Ölüm!” diyerek dörtnala sürdüler atlarını.



Gamling emirlere uyarak çarpışmadan önce sağ tarafa açıldı. Yerini Kralın arkadaki Rohirrim’i doldurdu. Theoden’de hafifçe sağa döndürdü birliğini.  Eomer kılıcını sallayarak sola genişledi. Şimdi orta boş kalmış ve düşman mızraklıları şaşkına dönmüştü. Theoden bağırdı “Sürün atlarınızı!” dedi. Bütün Rohirrim saldırdı. Sağ taraftan Theoden, sol taraftan Eomer… Rohirrim içe girmeye başladığında ortadaki mızraklıları düzeni bozmuştu. Bu sırada merkez kral birliği ortadan girmeye başladı. Düşman şaşkınlıktan ne yapacağını bilmezken ordunun çoğu ölmüştü. Rohirrim’de ise neredeyse hiç kayıp yoktu. Düşmana yürürlerken arbeletliler bir kısmını yaralamış ve öldürmüştü. Yavaş oldukları için sadece birkaç kez atış yapabilmişlerdi. Theoden ve Eomer’in birlikleri birleşti ve düşmanın içine devam ettiler. Bu sırada arkadaki merkez Kral birliği arda kalanları ve ortadaki düşmanları temizliyordu. Düşman şaşkınlığı atıp karşılık verecekti ki arka taraftan Gamling’in sancağı belirdi. Gamling’de ordusuna bağırdı “Sürün atlarınızı! Kral sizi bekler! Ölüm!” dedi. Theoden ve Eomer güneyden kuzey içlerine devam ederken Gamling’de kuzeyden güneye yola çıkmış düşmana mızraklar geçmeye başlamıştı. Eomer, Theoden ve Gamling birbirlerinin yanlarına geldiklerinde düşman harap edilmişti. Komutanları arandı. Hala atsız birkaç Rohirrim savaşı sürdürüyordu…

Yıl 1257 – Şubat – Düşman temizlendikten sonra Borukent



Theoden savaştan sonra orduyu tepede toplamıştı. Borular çalındı ve kral konuşmaya başladı.

  Düşman geçmişimiz hakkında çok şey öğrenmiş. Ordunun bir komutanı vardı. Kont Tarchias... Onu serbest bıraktım ve kralına söylediklerimi iletmesini istedim. Düşmanımız Rodok Krallığı’dır. Kadim dostumuz ve müttefikimiz Svadya Krallığıdır! Ölüme kadar düşmanın kökünü kazıyacağız! Çevre köyleri yağmalıyorlar. Praven Şehrine kadar her köy yağmalanmış ve halk ortada kalmış. Gamling! Git ve o insanları buraya getir. Çok fazlalar. Asker olabilecekleri Rohirrim yapacak, diğerlerini ise halkımıza katacağız. Ordu hazırlandığında atlarımızı düşmana süreceğiz yiğitlerim! Rohan!
 
"Ak büyücünün sancağını taşıyan bir Rodok ordusu efendim."

Hacım LOTR 'den ayır Native dünyasını. Onun dışında bence çok hızlı ilerlemişsin. Biraz daha genişlet hikayeyi. Mesela kalenin yapılırken zamanları, Theoden 'in yalnız başına düşündükleri, krallıkların Rohan hakkında görüşleri vb. durumları geniş olarak anlat. Gerisi güzel.
 
Şuan giriş olduğu için. 2.Sezonda o başlangıcı anlatacağım... Ve sancak olayı orada da var zaten. Sadece Ak El simgesi olan sancağı almışlar. Lotr ile alakası Saruman'ın olması... Lotr ile birlikte gideceğim bir süre.. Başka olmayacak sadece Rohan... Sıradaki bölüm zaten apayrı bir şey... Teşekkürler yorumun için...
 
İyi sen bilirsin. Bana saçma gelen şey Saruman 'ın Native 'de ne işe yaraması. Hadi çok çok öncesi Native dünyası desen neyse de.. Neyse, başarılar yazında. :smile:
 
Miğfer Dibi

  Yıl 1257 – Mart – Praven Şehri

Theoden: Eomer! Orduyu güçlendirmek için…
Eomer: Beyim… Rohirrim’in karşısında hiçbir ordu duramaz. Orduya yeni birimlerin eklenmesine gerek yok.
Theoden: Gondor’un piyadeleri ve Faramir’in okçuları işimize çok yarar. Hele hele kale savunmalarında. Faramir’in eğittiği gibi okçu birlikleri elimizde olursa düşman bir şey yapamadan çoğu ölmüş olur. Piyadelerimiz ise Isengard’ın Uruk-Hai’ları gibi olursa durdurulamaz bir ordumuz olur.
Eomer: Şimdide Ak Büyücü’nün askerlerimi? Sırada ne var? Troller mi? Mumakiller mi? Rohirrim her zaman ve her yerde işe yarayacaktır, beyim.
Theoden: Bundan bir şüphem yok fakat ordunun güçlenmesi kimsenin zararına olmaz…
Eomer: Beyim…
Theoden: Buraya kadar Eomer! Karar verildi. Eowyn, Faramir’in eğitimlerine girdiğinde öğrenim şeklini okçulara gösterecek. Ve okçu birliklerinin adı değişmedi… Ithilien Okçuları. Piyade birlikleri olarak da Uruk-Hai zırhları ve kalkanlarının Rohan’a ayak uydurmuş hali olarak giyen, Gondor piyade eğitimi almış savaşçılar olacak. İsmi ise oğlumun adı Theodred olacak… İleri ki zamanlarda elflerin silah ve zırhlarını yapabilirsek orduya katabiliriz… Ana ordu hala Rohirrim’dir!
Eomer: Siz nasıl isterseniz, beyim…

Konuşma bittiğinde Eomer bunu gerçekten kabullenmişti. Ve hatta hoşuna gitmişti. Sadece Rohirrim’i sorgulamayı sevmiyordu. Aklından şimdi ne olacağını geçirdi… Theoden “Eomer. Sen piyadelerin eğitiminden sorumlusun. Ak Büyücünün kontrolü altındayken Gondor’da vakit geçirdiğini umarım.” Dedi. Eomer gururla olumlu bir şekilde kafasını salladı. Ardından kapılar açıldı ve içeri bir Svadya Muhafızı girdi. Muhafız, “Kral Harlaus sizi bekliyor, efendim.” Dedi ve odadan çıktı. Theoden, Eomer’e kardeşini bulmasını söyledi. Eomer dışarı çıktı ve Theoden Gamling ile yalnız kaldı. Theoden sorar gözlerle Gamling’e baktı. Gamling ise kendisine “Sence yeni birimler nasıl, Gamling?” sorulmuş gibi “Bence oldukça iyi efendim. Bu şekilde yaya açıklığımızı kapatmış oluyoruz. Fakat şuana kadar çoğunlukla Rohirrim olarak savaştık. Bu ilk savaşlarımızda biraz afallatacaktır.” Diyerek yanıtladı. Theoden kafasını yavaşça olumlu bir şekilde salladı. Bu sırada kapılar tekrar açıldı ve Eomer “Beyim, gidebiliriz” dedi…

  Praven Şehri – Kral Harlaus’un Kabul Odası

Theoden masaya oturmuştu. Masanın üzerinde türlü türlü yiyecekler ve şarap vardı. Eowyn sağına oturmuştu. Gamling tam önünde, Eomer’de Eowyn’in önünde oturuyordu. Harlaus masanın başında tahtındaydı. Sarı bir kıyafet giymişti. Üzerinde kırmızı desenler vardı. Sakalları uzamıştı. Sırtında kırmızı pelerini asılıydı. Konuşmaları birkaç saat sürdü. Konuşmada Theoden açıkça ordunun yeni birimlerini açıkladı ve gereksinimlerini söyledi. Harlaus bunları karşılayabileceğini bildirdi. Ardından savaş konusu açıldı. Rodok ordusunun kaleye gelmesini ilgiyle dinledi Kral Harlaus. Theoden konuşurken sözü Eomer alıyor o sırada Eowyn araya giriyordu. Suskunluk ödülünü Gamling almıştı. Ardından Harlaus geliyordu. Theoden konuşma sırasında yaya birliklerinin eğitimi için yardım istemeyi düşündü. Bir süre sonra bu birliklerin Orta Dünya’ya ait birlikler olduğuna karar verdi ve konuyu açma düşüncesinden vazgeçti. Krallık için konuşma bittikten sonra biraz sohbet ettiler. Ardından Theoden, Eomer, Eowyn, Gamling bir grup Rohirrim ile Borukent’in yolunu tuttu.

  Birkaç Hafta Sonra – Borukent

Borukent’e varana kadar yolda birkaç çapulcu, orman haydutu ve dağ haydutu gruplarına rastladılar. Bunların üstesinden gelip yola devam ettiler. Kayıp verilmemişti. Gelirken yolun üzerindeki köylere uğrayıp Rohan’a katılmak isteyen gönüllüleri aradılar ve erzak temin ettiler. Borukent’e geldiklerinde 20’ye yakın köyden geçmişlerdi. Ve yaklaşık 160 gönüllü elde etmişlerdi. Çoğu yeni ordu için elverişliydi. Ve eğitimlerini en kısa sürede başlatılmasını istedi, Miğfer Dibi beyi Theoden…

Bir süre sonra okçular oldukça ilerlemişti. Faramir’in okçularından pek farkları yoktu. Eowyn iyi bir iş çıkarmıştı. 30’a yakın Ithilien Okçusu hazırdı. Onlarda eğitimlerine devam ediyor ve acemileri eğitiyordu. Eomer ise piyadeleri hazırlıyordu. Dövüş kabiliyetleri vardı ama önlerinde uzun bir yol vardı. Her tür saldırı ve savunma için eğitiliyorlardı. Buna rağmen 20’ye yakını hazırdı. Onlarda diğerlerinin eğitimleri için yardım ediyorlardı. Theodred birliğinin zırhları ve silahları hazır değildi. Dökülmeye başlanılmıştı fakat eğitimlerde giyinilmiyordu. Bu yüzden eğitimlerde öğrencilere yük veriliyor ve eğitim öyle devam ediyordu. Zırhlar ağırdı ve kalkanı taşımak zor olacaktı. Eğitimleri hafif eğitim kıyafetleriyle yapıp birden zırhı giydiklerinde afallayacaklardı. Bunun için yük alıyorlardı. Vücutlarının belli yerlerine ağır taşlar, demirler bağlanıyordu. Gamling ve Theoden yeni birlikleri zırhları ve silahlarını hazırlamakla görevliydi. Arada Svadya şehirlerinde ve kalelerinde yapılan zırhları, silahları denetlemek için toplu denetime çıkıyorlardı. Böyle devam ederse bu yıl bitmeden birlikler Rohan’a ısınmış olacaktı…
 
Eomer

  Yıl 1257 – Nisan – Borukent

  Günler geçerken ordu büyüyor, yetenekleri artıyordu. Hala gelen gönüllüler vardı ve bir kısmı yeni birimler için bir kısmı Rohirrim için eğitiliyordu. Asker olmak istemeyenler ise halka dâhil oluyorlardı. Theoden’in aklında bu diyara geldiğini bildirmek vardı. Kendisinin burada olduğunu bilmelerini istiyordu. Bunun için çeşitli ülkelere, hükümdarlarına ve lordlarına elçiler gönderiliyordu. Düşman Rodok Krallığına elçi gönderilmedi. Tarchias gittiğinden beri haber yoktu. Theoden uzun bir süre bunu düşünmüştü. Bir haber yollamalıydı Kral Graveth… İçinde kalesinde büyümek vardı. Fakat Eomer her gün Theoden’i sıkıştırıyordu. “İzin verin Rohirrim’in başına geçip düşmanlara hadlerini bildireyim, beyim.” Diyerek saygılı bir şekilde izin istiyordu. Ama Theoden’in gözünden kaçmayan şeyler vardı. Eomer her hafta kendi birliği ile Borukent’ten ayrılıyordu. Döndüğünde ise ganimet ve gönüllüler eşliğinde geri dönüyordu. Eowyn her zaman ki uysal ama bir o kadar da savaşçı ruhluydu. İkisini de özenle koruyordu. Yeri geldiğini Eomer’e destek çıkıyor, yeri geldiğinde Theoden’i haklı buluyor ve emirlere sadık kalıyordu. Theoden’de savaş istiyordu. Bir ordu kalenin önlerine kadar gelmiş ve savaş istemişti. Rohirrim ile geri püskürtülmüştü düşman ama bir cevap verilmemişti. Sadece Tarchias’a bir mektup vermiş ve Kral’ına götürmesini istemişti. O günden beri hiçbir Rodoklu ile karşılaşmamıştı. Ama gözlemlerine göre Eomer hep karşılaşıyordu…

  Yıl 1257 – Nisan – Rodok Krallığı - Pagundur Köyü

  Eomer askerlerini hazırlıyordu. Bu sefer yanında at arabalarıda getiriyordu. Sanki onlarca kervan varmış gibi kaleden çıkıyordu. Theoden bu sırada iç kalenin duvarlarında Eomer ve askerlerini izliyordu. Duygusuzca kuzeye bakıyordu. Ağır bir nefes verdi. Bir süre daha bakmaya devam etti ve arkasını dönüp odasına gitmek için yola koyuldu…
  Eomer askerleri ile Borukent kapılarından çıkalı birkaç saat olmuştu. Her zamanki gibi birkaç köy yağmalayıp ganimetlerle birlikte Svadya köylerine, şehirlerine gidecek ve yeni gönüllüler arayacaktı. Bir yandan Rohirrim’i bir yandan Theodred acemilerini eğitiyordu. Ergellon Kalesini geçtiklerinde kaleye bir ordu girdiği görülmüştü. Eomer bunu duyduğunda sevinmişçesine gülümsemişti ve Pagundur Köyünü yağmalamak üzere yoluna devam etmişti.
  Askerlerin arasında konuşmalar geçiyordu. Eomer’den şüphe eden bazı askerler söylentileri yayarak çoğalıyorlardı. Eomer bunu fark ettiğinde şaşırmış ve öfkelenmişti. Yola devam etmeyi seçmişti. Bazı adamlarına ise “Eomer, Kralın verdiği kutsal görevi yerine getirmek için böyle bir şey yapıyor.” Diyerek bunu yaymalarını istedi. Orduyu içten içe karışıklık vurmuştu. Örgütlenmelere yol alırken Eomer orduyu durdurdu ve toplanılmasını emretti. Biraz sonra bütün ordu toplanmaya başlamıştı. Uğultular yükseldi her yer toz, dumana gömüldü. Eomer, önce tozun inmesini bekledi. Sonra konuşmaya başladı.
Sizler! Theoden’in askerlerisiniz! Sizler! Onurlu birer Rohirrim’siniz! Ergellon Kalesini geçtiksen sonra kulağıma bazı fısıltılar gelmeye başladı! Benden şüphe duyuluyormuş! Oysaki ben! Theoden’in emrini gerçekleştiriyorum! Sorgusuz sualsiz görevimi! Ülkem için gerekeni yapıyorum! Fakat bazı askerler bunu önemsemeden söylentiler yayıyor!  Eğer ülkenize! Rohan’a! Hizmet etmeyecekseniz! Onurlu davranmayacaksanız! Emirlere itaat etmeyecek ve kafanıza buyruk söylentiler yayacaksanız! Gidin! Siz bizden biri değilsiniz! Siz bir Rohan’lı olacak kadar değerli değilsiniz! Gidin ve bizden uzaklaşın! Ebediyen ve sonsuzluğa kadar! Sadece Kral’ın emirlerine itaat edecek ve Rohirrim! Rohan kurallarına uygun birer birey olacaksınız! Kral! Kral Theoden! Sizin Kralınız! O her şeyin en doğrusunu bilir! Onu izleyin! ROHAN!
  Sustu. Sessizlik başladı. Atı sanki azgın bir aslan gibi yerinde duramıyordu. Şaha kalkıyor. Bir o yana bir bu yana dönüyordu. Eomer bir ara kontrol edemeyeceğini düşündü fakat atı ona uyum sağlamayı başarınca bir kahraman gibi göründü. Öndeki askerlerin yüzlerini süzdü. Duygusuz bir ifadesi olan Eomer sessizlikten sıkılmaya başladığında bazı sesler duydu. 
ROHAN! ROHAN! ROHAN!
  Askerler bağırmaya başlamıştı. Yer, gök inliyordu. Güneş aydınlanmış kör edici bir aydınlık vurmuştu. Her şey çok ani bir şekilde oldu. Eomer bir süre sonra yola devam etmeleri gerektiği kanaatine vardı. Ordu yoluna devam etmeye başladı…

Borukent – Theoden

  Theoden odasına çekilmiş masasında oturuyordu. Düşünüyordu. Nasıl geldiklerini, ne yaptıklarını, neler olduğunu… Çok şey vardı. Düşünülecek birçok şey… Ama düşünmesi gereken tek bir şey vardı ki o da yeni krallığıydı. Svadya’ya bağlı olabilirlerdi ama sonuçta kısmen bağımsızlardı. Ve yeni Rohan’ı ilerletmeliydi. Eomer’in Rodok Krallığına sergilediği saldırgan tavırlar ise bir kanıttı. Rodok Krallığının üstüne gidilmeliydi. Ve topraklar büyütülerek krallığın gücüne güç katılmalıydı. Gün boyunca planlarla uğraştı. Çeşitli taktikler, stratejik bölgeler seçmişti. Ya Maras Kalesi, Etrosq Kalesi ve Culmarr Kalesini alacaktı. Ya da Veluca Şehri, Ergellon Kalesi ve Grunwalder Kalesini alacaktı. İki kale, bir şehri almak, üç kaleyi almaktan daha mantıklı görünüyordu. Bunu Eomer’de gelince başkomutanlarına açacak ve ortak karara bakacaktı. Planlarını gece yarısına doğru bitirdi. Sandalyesine sırtını verdi ve kafasını geriye yatırdı, ellerini yüzüne götürürken derin bir nefes verdi. Ellerini yüzünden boğazına indirirken gözlerini araladı ve kollarını gerinmek için iki tarafa açtı. Sırt kemiklerindeki çıtlamaları duyduğunda yeniden oturur konuma geldi. Sandalyesini geriye çekti ve ayağa kalktı. Odasından çıkıp dışarıda gezdi. Bu kadar uzun süre odasında kaldığına şaşırdı. Zamanın akıp geçtiğini anlayamamıştı. Şimdi ise aklına yeni bir soru daha geldi. Eomer gelmişmiydi acaba? Bir süre düşündü ve en sonunda Miğfer Dibi’nin görkemli kapısına gitmeye karar verdi. Yürürken kimseyi görmedi. Doğal bir şeydi. Herkesin üstünde günün yorgunluğu vardı ve istirahata çekilmişlerdi. Kapıya vardığında kapılar kapalıydı. Nöbetçilerin yanına gitmek için burçlardan surların üstüne çıktı. Kapı nöbetçisinin yanına geldiğinde nöbetçi selam verdi ve “Beyim.” Dedi. Nöbetçinin selamı bittikten sonra Theoden bir sorun olup olmadığını sordu. Teftiş görevini de yapmış oldu. Gün boyunca her hangi bir şey olmamıştı. Eomer’de hala gelmemişti. Theoden, Eomer’in gelmediğini duyduğunda paniklemişti. Birden heyecanlanmış ve korkmuştu. Endişeli bir şekilde tekrar odasına doğru yola çıktı ve Eomer’in nerede olduğunu düşündü…

Ertesi Sabah – Borukent

  Theoden uyandığında oturup dün gece yarısına kadar yaptığı planları bir kez daha gözden geçirdi. Gecenin yorgunluğunda bir hata yapmış olabilir veya bir şeyi gözden kaçırmış olabilirdi ve birde sabahın ışıltılı gününde gözden geçirdi. Her şey yerli yerindeydi. Her hangi bir problem çıkmamıştı. Şimdi yapması başkomutanlarını toplayıp planlarını sunmaktı. Eomer’in geldiğini varsayıyordu. Ama içinde yine merak ve endişe vardı. O kraldan öte bir baba değerindeydi. Eomer’i oğlu gibi sevmişti ve oğlu diyordu. Öz oğlu olarak kabul etmişti Eomer’i ve Eowyn’i… Odasından çıktı ve ziyafet salonuna yöneldi. Zırhlarını giymemişti. Gerek olmadığını düşünmüştü. Hazırlanan kıyafetlerinden birini giyip çıkmıştı. Salona geldiğinde nöbetçiler selam verdi ve Theoden yerine geçti. Masada Eowyn ve Gamling vardı… Eomer’i görmediği için içinden lanetler savurdu. Eowyn’e dönerek “Eomer hala gelmedi mi?” diye sordu. Eowyn ağzındaki somun ekmeği bitirmeye çalışırken hayır anlamında kafasını salladı. Theoden yine kederli bir biçimde oturmuş düşünmeye başladı. Kendine geldiğinde bardağına şarabı koyulmuş ve servisi yapılmıştı. Şarabından bir yudum aldı. O ince tat sanki onu yatıştırmıştı. Önündeki büyük kaptan bir elma aldı ve yemeye koyuldu. Gamling kahvaltısını bitirmişti. Ve bekliyordu. Eowyn ise yeni yardımcıları ile ardı kesilmez bir konuşmaya girmişti. Acemileri daha hızlı eğitmek için önce kıdemli yardımcılar eğitmişti. Şimdi de acemiler için konuşuyorlardı. Theoden gülümsedi ve kahvaltısına devam etti. Bir süre sonra Eowyn tekrar masaya oturdu ve “Yardımcılarım… Acemiler için bugün yapılacak eğitimi kararlaştırdık” dedi. Theoden’in yüzünde yine bir gülümseme belirdi ve kafasını olumlu bir şekilde yavaşça salladı. “Senin görevini layığıyla yapacağına emindim. Ama öyle görünüyor ki ağabeyin Eomer, böyle şeyleri pek umursamıyor. Kendisi bize hiçbir bilgi vermeden gidiyor ve dönmüyor. Sence bizi böyle merakta bırakmasına hakkı var mı?” dedi. Öfkeli görünüyordu. Konuşmasına başlamadan önceki halinden eser kalmamıştı. Eowyn ise cevap vermemişti. Herkes kahvaltısını bitirdiğinde olması gerektikleri yere gittiler. Eowyn acemileri eğitmeye, Gamling, Theoden’in peşine, Theoden ise öfkeli olduğundan Eomer’i beklemek için kapılara…

 
Savaş Boruları

  Güneş bir kez daha doğuyordu. Theoden günlerdir Eomer’i karşılamak umuduyla kapıya çıkıyor bazen Vyincourd Kalesine kadar gidip aramaya koyuluyordu. Eomer’den hiçbir şey yoktu. Bir haber… Varlığını sürdürüp sürdürmediğine ait sadece bir haber…

Yıl 1257 – Nisan Sonları – Borukent

  Güneş’in ışıltıları odanın yukarı penceresinden içeri süzülüyordu. Theoden sırt üstü yatmış ellerini göğsünde birleştirmiş Eomer’i, oğlunu, tek varisini düşünüyordu. Bu sırada Güneş’in ışıltısı gözüne ilişmeye başlamıştı. Gözlerini kapatarak ışıktan kaçmaya çalışıyordu ama ışık çok güçlüydü. Bir anlatırcasına daha parlak ve yakıcı hale gelmeye başlamıştı. Theoden o anda birden kendini yukarı attı. Şimdi oturur vaziyette yatağın ortasında terlemiş bir biçimde nefes nefese duruyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ellerini kulaklarına götürdü ve ovaladı. Şimdi gelen sesi daha net duyuyordu. Miğfer Dibi’nin borusu ötüyordu!

  Acele ve telaşla yataktan kalktı ve yüzünü soğuk su ile yıkadı. Zırhını kuşandı ve Herugrim’i kınına soktu. Kapıyı açıp odadan çıktığında kaskını takmaya çalışıyordu…

  İç kale surlarını gördüğünde bütün halk meraklı gözlerle kapıya gidiyor askerler öfkeli ve telaşlı bir biçimde kapılara koşuyordu. Theoden’in merakı artmaya başlamıştı ki öfkelendiğini hissetti. Tam bu sırada Eowyn’i gördü ve bağırdı, “EOWYN!”… Eowyn elinde mızrağıyla miğferli kafasını Theoden’e çevirdi. Theoden ve Eowyn birbirlerine koşmaya başladılar. Önlerine çıkan insanları nazikçe önünden çıkarmaya çalışıyordu ama öfkesinden bazılarını kırmış olabilirlerdi. Ortada buluştuklarında ise Theoden şaşkın ve öfkeli bir bağırış ile “Neler oluyor böyle! Borular neden çalınıyor? Herkes deki bu telaş nedir?” dedi. Eowyn daha sakindi ama yüzünde korku vardı. Theoden’i kolundan tutup iç kale kapısına götürmeye başladı. Bir yandan da anlatıyordu… “Eomer… Eomer’in izi bulunmuş… Rodok Krallığı büyük bir orduyla buraya yaklaşıyor. Başlarında kralları Graveth var. Fakat Eomer hala bulunamadı. Şuan kapıda neler olduğunu ise bilmiyorum. Ama Rodok kuvvetleri çok güçlü… Emrinizle Kral Harlaus’a habercileri yardım çağırmak için göndereyim…” dedi. Kapıyı geçtiklerinde aşağıya koşmaya başladılar. Theoden, kapının önünü az buçuk görmeye başlamıştı. Köprü insanlarla doluydu. Tam olarak seçemediği için neler olduğunu anlayamadı. Kendine geldi ve Eowyn’e söylemeye başladı “Habercileri tez elden yollayın. Onlarca haberci gitsin. Klargus, Plais, Mirchaud gibi komşu lordlara da haberci yollansın. Svadya ordusu toplanana dek yardıma gelmeleri iyi olur. Yoksa yardım edilecek bir şey kalmayacak! Askerler hazır mı? Rohirrim, Theodred ve Ithilien okçuları…” dedi ve Eowyn konuşmaya başladığı an köprüyü geçmişlerdi koşarak burçtan aşağıya iniyorlardı, “Rohirrim, Gamling tarafından hazırlanıyor. Fakat henüz hazır değiller. Theodred ve Ithilien okçuları ise hazır ve yerlerini almaya başladılar.” Dedi. Bir süre konuşmadan kapıya doğru devam ettiler. Kapıya ulaştıklarında Eomer’in birliği içeri giriyordu. Hepsi yaralıydı. Bitkin bir halde zombi ordusu gibi içeri giriyor ve yardım istiyorlardı. Theoden kontrolden çıkmıştı. Önüne gelen askere Eomer’i soruyor dinlemeden bir diğerine soruyordu. Neredeyse ağlayacaktı ki kapıdan bir atın nal sesleri duyuldu. Eomer’in atı usulca içeri giriyordu. Binicisi ise hala içeri dolan ışıktan seçilemiyordu. Bu sırada Theoden şaşkınlıkla gelen atın üstündeki adama bakıyordu. Bir kılıcın kınından çekilme sesi duyuldu. Ama o kılıç sadece bir kılıç değildi onun adı Guthwine’dı. Ve Theoden’in tek varisi kılıcını tutmuş içeri giriyordu. Arkasında Rohirrim atları devam ediyordu. Onların arkasında ise yaralı olmayan askerler atları içeri sokuyordu. Eomer, Theoden’in yanına geldiğinde attan indi ve konuşmaya başladı, “Pagundur köyünü yağmalamaya gitmiştim. Yağma başarı ile gerçekleşti fakat köyden çıkış zamanı geldiğinde Ergellon Kalesinden çıkan bir ordu üzerimize geliyordu. Sancak sahiplerinin kim olduklarını bilmiyorum. Savaşa girdik. Rohirrim çok kayıp vererek galip geldi. Fakat Ergellon Kalesi tarafında büyük bir ordunun toplandığı haberi geldiğinde saklandık ve kaçtık. Culmarr Kalesi tarafına gittik ve dağ haydutlarının sığınağına rastladık. Orayı ele geçirdim ve bir üs olarak kullandım. Orada kaldığımız zaman zarfında birkaç haydut birliği geldi fakat hepsini öldürdük. Neyse ki Rodok ordusu Uxkhal Şehri tarafına giderken görülmüş ve bizde Culmarr geçidinden dağların eteğine indik ve oradan köprüye geçtik. Sonrası ise buradayız…” dedi ve babasına sarıldı. Theoden ağlamaya başlamıştı ki borular yine çalmaya başladı. Theoden etrafına bakmaya başladı ve yanlarına gelen Gamling’i gördü. Gamling yanlarına geldiğinde ise hazır ola geçti ve konuşmaya başladı…

Rohirrim hazırdır ve emirlerinize itaat etmek için beklemektedir, beyim. Borular en içten solukla çalıyorlar çünkü Rodok ordusu Uxkhal Şehrini ve Vyincourd Kalesini ele geçirmişler. Bazı lordları savunmaları için bırakmışlar fakat ayrılan ordular Graveth’in büyük ordusunu pek etkilememiş. Hala bir o kadar güçlü ve büyük ordu yoluna devam etmekte. Beyim… Ordular Borukent’e geliyorlar. Amaçları ise sadece katliam…
 
Miğfer Dibi Düzlüğü Muharebesi


  Theoden, Gamling’in konuşmasını bitirmesini bekledikten sonra düşündü. Konuşmaya başladı…


Rohirrim tamamlansın. Düşmanı kapıda karşılayacağız. Başkomutanlık Eomer’e ait… Savaşa Eowyn, Gamling ve ben katılacağım. Ithilien okçuları ve Theodred piyadeleri Borukent’te kalacak ve boruları üfleyecek. Düşmanı en büyük yenilgisine sürükleyeceğiz!


Dedi. Ardından tekrar Gamling’e dönüp “Gelen ordu kaç kişilik? Geride kalan ordular hakkında bilgiye sahip miyiz?” diye sordu. Gamling ise “Gelen orduda 800’e yakın elit asker mevcut geriye kalan 400 asker ise değişik tecrübede ve ağırlıkta… Geride kalan ordular ise 500’e yakın fakat görevleri kesinlikle ele geçirilen yerleri korumak. Bölgelerini terk etmeleri onca kaybın boşa verilmesi demektir ve Graveth’in niteliklerine bakacak olursak böyle bir şey asla yapmayacaktır.” Diye cevapladı. Ardından Theoden onaylayarak Rohirrim’i kaleden çıkarmasını istedi. En yakın zamanda Borukent’ten çıkıp düşmanını gafil avlayarak Rohirrim’in kargılarını yedirmek istiyordu. Eomer ise Başkomutanlık görevini aldığı için şaşkın ve bir o kadar mutluydu. Heyecanı onu rahat bırakmıyor, delirecek gibi oluyordu. Şuana kadar önemsiz yerlerde Başkomutan olmuştu fakat bu savaş… Bu savaş çok önemliydi. Ölüm kalım mücadelesinin ilk adımıydı ve bunu başarmalıydı. Sadece başarmalıydı…

  Öğleden Sonra – Miğfer Dibi Önü

  Eomer, Rohirrim’e savaş narası atıyordu. Theoden ise özlediği oğlunu gururla seyrediyordu. Ordu dışarı çıkmakta gecikmişti. Ve muharebe büyük ihtimalle gecenin karanlığında gerçekleşecekti. Eomer narasını bitirdi ve Kralının yanına geldi. Theoden Herugrim’i, Eomer ise Guthwine’ı kınından çekmiş Güneş’in parıltısına uzatıp ileri emrini vermişlerdi. Böylece Kalradya’da Rohan’ın ilk büyük muharebesine yolculuk başlamış oldu…

  Gece – Rohirrim

  Bütün gün düşmanı arayan Rohirrim’in atları yorulmuş ve bitkin düşmüştü. Eomer dinlenmek için orduyu durdurdu ve kamp kuruldu. Şafağa doğru yeniden yola devam edilecekti. Bu sırada Eomer çadırında düşünüyordu…
  Theoden, Eomer’in verdiği kararı takdir etmişti. Verdiği karar alınabilecek en doğru karardı. Düşmanın karşısına bitkin atlarla çıksalardı tam bir hüsran yaşanacaktı. Theoden’de savaşı düşünerek çadırına doğru yürümeye başladı…

  Aynı Zaman Diliminde – Rodok Ordusu

  Graveth orduyu ormana gizlemiş ve dinlendirmişti. Büyük ordusunu sadece 400 kişilik Rohirrim’in üzerine itmekten kaçınmıyordu. Rohirrim’i küçümsüyor fakat daha ne olduğunu bile bilmiyordu. Bildiği tek şey bir çeşit süvari birliği olmalarıydı. Fakat bunu düşünmüyordu. Ordusu süvari bakımından yoksundu ve düşmanı ise süvariden oluşan bir orduydu. Böyle bir durumla hiç karşılaşmamıştı ve ilk deneyimini yaşayacaktı. Lordlarını görüşlerini bildirmesi için toplamış ve pek bir şey çıkmamıştı. Bir kuşatmada çok başarılı olabilirlerdi fakat düşman kaleden çıkmış ve kaleye giden yol ile arasında duruyordu. Tek çaresi Rohirrim ile yüz yüze gelmek ve arbeletçi üstünlüğünü kullanmaktı. Mızraklılar hemen arkada bekleyecek çarpışma anında arbeletçiler geri çekilip süvari mızraklara yem olacaktı. Zaferi kendine bahşedecekti…

  Şafak Vakti Öncesi – Düzlük

  Rohirrim bir tepeyi geçmişti ve önünde bir düzlük vardı. Düzlüğün sonunda ise karanlığın kapladığı Rodok ordusunun sancakları… Düşman üzerlerine ilerliyordu fakat çok yavaşlardı. Eomer ordusuna naralar atmaya başlamış, Theoden boruların çalınmasını emretmişti. Eowyn ise Gamling gibi görevini bekliyordu. Eomer, komutanlarının önünden geçti ve Theoden’in yanına geldi. Bir şeyler fısıldadı ve Theoden’in gözleri açıldı. Olumlu bir şekilde kafasını sallayan Theoden atının dizginlerine yüklendi ve o gür sesini atının hareketlenmesi için kullandı. Şimdi Rohirrim’in başında Theoden dolaşıyordu. Düzlüğün bittiği, tepenin başladığı yerden Güneş gözüküyor fakat düzlük hala karanlıktı.

Rohan’ın elçileri, Koruyucuları Ve tek hâkimleri! Bugün burada halkınızı korumak için savaşacaksınız! Aileleriniz için kanlarınızı dökeceksiniz! Her akan Rohirrim kanı için onlarca Rodok askeri ölecek! Korkmayın! Korkmayın Theoden’in süvarileri! Savaş günü! Kan günü! GÜNEŞ DOĞMADAN!

Dedi ve şafak vakti başladı. O an gelmişti. Arkalarında Güneş’in öfkeli ışıltısı, ellerinde kargıları mızrakları, önlerinde mağlup edilmesi gereken büyük bir ordu… Şafak doğarken Herugrim kınından çıkmış ve süzülmeyi başaran bazı Güneş ışıltıları tarafından parlıyordu. Theoden konuşmasını bitirmiş komutanlar Eomer’in söylediği yerlerini almış ve ordu ilerlemeye başlamıştı. Atlar sürülüyor, kargılar kalkanlar ile tokuşarak çınlıyordu. Boruları en derin soluk ile üfleniyor, bütün bir ordu “ÖLÜM!” diye bağırıyordu. Yol yarılanınca Rodok’ların arbeletçileri atışa başlamıştı. Her ok neredeyse sahibini buluyordu. Theoden’in gür bağırışının ardından Gamling birliği ile sağ tarafa Eowyn birliği ile sol tarafa esnemişti. Merkez ve kanatlar birbirinden ayrıldığında Rodok Arbeletçileri ikinci bir atış hazırlığındaydılar. Güneş yerini bulmuş ve yakan ışıltısını Rodok askerlerinin üzerine kusmaya başlamıştı. Arbeletçiler bir metre önlerini göremedikleri için rastgele atışlarını gerçekleştiriyordu. Ve o an geldiği içindir ki Theoden Herugrim’i havada bir kez salladı. Bütün merkez ordusu hızını ona katlamışçasına ilerliyordu. Arbeletliler çekilmeye başladı ve kılıçlarını kuşandı. Graveth’in kapalı gözlerinde korku hüküm sürüyordu. Rohirrim’in mızraklara çarpmasından önce mızraklı birlikler düzenlerini bozmuştu ama hala düzenini korumakta ısrar edenlerde bulunmaktaydı. Theoden ise gür sesini son bir defa zorlayarak bağırdı “ÖLÜM!”. Ardından Rohan’ın kargısı Rodok’un kalkanı ile buluşmuştu ve kalkan kırılıp arkasındaki Rodok’a saplandığında her şey bitmişti…

  Düzlük Muharebesi Sonrası

  Savaş bitmişti. Fakat ters giden şeyler vardı. Düşman askerlerin ceset sayısı 300 civarındaydı. Oysaki Graveth’in elit ordusu binleri aşmıştı ve elit birimlerdi. Mağlup edilen orduda ise elit birimlerin sayısı çok az ve Graveth’in sancağı yoktu. Theoden yapılan çadırında bekliyordu. Düşünüyordu… Bu sırada içeri Eomer girdi, ardını Gamling izledi. Kralın karşısında selam verdiler ve Eomer konuşmaya başladı…

- Beyim. Savaşa girdiğimiz ordu Graveth’in ordusu değilmiş. Orduda sadece 4 Rodok Lordu bulunmaktaydı. Birbirleriyle akraba olan Laruqen, Talbar, Gerluchs ve Reichsin… Laruqen ve Talbar kardeşler ve diğer iki lord da onların oğulları… Talbar kaçmayı başardı fakat oğlu Reichsin, yeğeni Gerluchs ve kardeşi Laruqen elimizde. Konuşmakta direniyorlar fakat Reichsin yakında ötecek gibi… Babasının onu geride bırakmasını kaldıramadı… Ve beyim elimize yeni istihbaratlarda geldi… Ele geçirilen Uxkhal Şehrini Kont Fudreim ve Kont Nealcha koruyor. Vyincourd Kalesini ise Trimbau… Kaleye bırakılan garnizondan başka lordların kendi orduları da bulunmakta. Svadya Krallığından ise pek bir haber yok. Sadece seferberlik ilan edildiğini biliyoruz…
- Peki, elimizdeki lordların ülke tebaasındaki konumları ne?
- Laruqen, Rodok Krallığının en önde giden lordlarından biri… Krallık ona müthiş saygı duyuyor. Fakat önünde Matheas ve Gutlans var… Bazı söylentilere göre de ele geçirilen Uxkhal Şehri ona verilecek…
- Hım… Pekâlâ. Rohirrim’i toplayın. Kaleye geri döneceğiz. Ve Reichsin denen adamı konuşturun…
- Emredersiniz, beyim…

Konuşma bittikten sonra Eomer çadırdan dışarı çıktı ve Gamling öne çıktı, selam verdi ve Eomer’in arkasından gitti. Theoden yeni derin düşüncelerin arasına daldı…

  Graveth ve Ordusu

  Graveth birkaç lordunu yem etmiş ve Miğfer Dibi’nin yolunu tutmuştu. Savaş sırasında Rohirrim’in askerleriyle buluşmasının anını hiç unutamayacaktı ama önündeki zafere odaklanmaya çalışıyordu. Miğfer Dibi denen yeri hiç görmemişti ama içeride hiç asker olmadığından şüphe etmiyordu. Theoden’in ordusunun tamamını Rohirrim oluşturuyor ve bütün Rohirrim düzlük muharebesindeydi. Bunları düşündüğünde yüzüne bir gülümseme gelen Graveth ordusunu en hızlı şekilde Miğfer Dibi’ne ulaştırmaya çalışıyordu…
 
Miğfer Dibi Düzlüğü Muharebesi

Rohan habercileri Theoden’e ardı kesilmez bilgiler getiriyordu. Düşman, Miğfer Dibi ile aralarında olan Theoden ne yapacağını bilemedi. 300 kişilik talimli bir orduya 50’ye yakın kayıp vermişti. Şimdi karşısında 1200 elit askerlik bir ordu var ve elinde ise sadece 450 Rohirrim… Tek çaresi vardı… Bir kralın yapacağını yapmayı seçecekti. Ne olursa olsun düşman ile yüz yüze gelecek ve halkının yaşamı için savaşacaktı.

  Miğfer Dibi Yakınları – Graveth – Kale ordusu

  Graveth, Theoden’in o Rohirrim denilen süvarilerinden korkmuştu. Eğer Theoden kaleye döndüğünde hala kuşatma devam ediyor olursa işi bitmişti. Ama cesur olmaya çalışıyordu. Her ne kadar başarısız olsa da cesur olmak istiyordu. O da bir kraldı ve büyük bir orduya sahipti. Düşmanını her halükarda yenebilirdi. Evet, bunu yapabilirdi ve yapmalıydı…

  Haftalar Sonra – Miğfer Dibi Kuşatması

  Graveth kaleye 10’a yakın saldırı düzenlemiş ve büyük mağlubiyetler ile karşılaşmıştı. Rohirrim’in gelmesi an meselesiydi artık. Svadya’nın kuşatma haberleri gelmeye başlamıştı. Direnişler yetersiz kalıyordu. Uxkhal’ı koruyan Fudreim ve Nealcha artık pes edecek duruma gelmişlerdi. Karşılarında Rafarch, Rochabarth, Delinard, Haringoth, Despin vardı. Düşmanın ordusunun yarısından azı elit olmasına rağmen bastırıcı bir kuvvetleri vardı. Uxkhal Şehri düşüşe hazırlanıyordu… Vyincourd Kalesinde ise durum pek farklı değildi. Svadya Krallığından Montewar, Clais, Deglan, Tredian kuşatmayı sürdürüyordu. Kuşatma komutanları ise, Kont Rafarch ve Kont Montewar’dı. Vyincourd kuşatması da iç açıcı bir durumda değildi. Savunmada yalnız olan Trimbau elinden geldiğince savunmayı sürdürüyordu. Uxkhal’ın aksine onda azim vardı…

  Ordu 800 elit askere kadar inmişti. Rohirrim’in karşısındaki üstünlükleri yerle bir olmuştu. Korkmak elde değildi. Askerlerinde korktuğunu biliyordu. Ve şimdi ki alan ise onların yararınaydı. Ortada kalmıştı. Kalenin hemen karşısında tepeler vardı ve Rohirrim oradan gelirse işleri bitmişti…
 
  Bir Sonraki Gün - Şafak Vakti – Miğfer Dibi Kuşatması

  Graveth orduya saldırı emri vermişti. Artık bitirmek istiyordu. Tanrısına yalvarıyordu. Kuşatmadan galip çıkmaları için yakarıyordu…

  Ordu düzen almıştı. Arbeletlilerin atış menzillerine uygun yere gitmeleri bekleniyordu ama kaledeki Ithilien Okçuları yaylarıyla, arbeletlileri indirmeye başlamıştı. Graveth ve bütün ordu bu durumun karşısında şaşkınlık ile sersemlemişlerdi. Arbeletliler yerleri aldıklarına her yer cesetler ile doluydu. Ve Ithilien’liler atışlara devam ediyordu. Bir ok ıskalasa bile arkasından gelen oklardan biri hedefini buluyordu ki ıskaladıkları görülmemişti, arbeletliler atışa başladıklarında duvarın dip bölgesinde duran Ithilien Okçuları’da ölümle karşılaşmaya başlamıştı. Bu sırada şaşkınlığından kurtulmayı başaran Yüce Rodok Kralı Graveth, Rodok Çavuşu birliklerine saldırı emri vermişti. Yürüyen merdivenler ilerlemeye başlamıştı ve Ithilien Okçuları bu yürüyen merdivenlere bir şey yapamıyordu. Yakamazlardı çünkü okçular ateşli ok eğitimi almamışlardı… Ama bir kez daha şaşkınlığın sersemliği Rodok’ların üzerine şiddetli dalgalar gibi vurdu geçti. Ithilien Okçuları, yürüyen merdiveni bir arada tutan ipleri, attıkları oklarıyla parçalıyordu ve bir tane yürüyen merdiven çözünmeye başlamıştı. Graveth savaş naraları atmaya başlamıştı. Artık şaşkınlık istemiyordu. Bütün orduyu duvarlara salmıştı. Yürüyen merdivenler kenar duvara, merdivenler kapı kenarlarına ve şahmerdanlar ise tek olan Miğfer Dibi kapısına… Kalenin içinden bağırışlar yükselmişti. Theodred Piyadeleri yerlerini alıyordu. Ithilien Okçularından bazıları kılıç kuşanmaya başlamış, bazıları ise iç kalenin surlarına çekilip atışları oradan sürdürmeye devam ettirmek için duvarlara yol almışlardı. Theodred Piyadelerinin sancakları Miğfer Dibi’nin yana uzanan duvarlarında görünmeye başlamıştı. Kapıda ise sancakları görünmüyordu. Ama duvarların üstündeki Ithilien Okçuları merdivenleri indiriyordu. Şahmerdan kapıya ulaştığında yüksek bir sesle kapıya kafası ile ilk vuruşu gerçekleştirdi. Kalenin içinden “KAPIYA!” bağırışları duyulmaya başladı.

  Yürüyen merdivenler duvarlara ulaşmıştı ve Rodok Çavuşları surlara inmişti. Hala dalgalar halinde ordu yürüyen merdivenlerden geliyordu. Kılıç kuşanmış Ithilien Okçuları ve Theodred Piyadeleri ellerinden geldiğince düşmanı tutmaya çalışıyordu ama çok fazlalardı. Geri çekilme naraları atılmaya başlanacaktı ki iç kaleye ulaşan Ithilien Okçuları serbest atışa başladı. Rodok Çavuşları geldikleri sel gibi şimdi püskürtülüyordu. Bir süre yürüyen merdivenlerin duvara inmiş kapısında savaşlar sürdü…

  Miğfer Dibi kapısına ardı ardına darbe indiren şahmerdana okçular bir şey yapamıyordu. Duvarlar çok dışarıda kalmıştı ve kapı ise dipteydi. Ve surlara atılan merdivenlerden gelen askerler ile çarpışmanın engeli de vardı. Theodred Piyadeleri her ne kadar kapıyı desteklemeye ve onarmaya çalışsa da olan oldu. Büyük bir gürültü ile kapı kırıldı ve Rodok Çavuşları kırılan kapının bıraktığı geniş alandan içeri dalmaya başladı. Theodred Piyadeleri onları kapılardan içeri sokmuyordu ve oldukça seri bir şekilde kesimlerini gerçekleştiriyordu. Fakat bunu uzun bir süre yapamazlardı çünkü sayıları kısıtlıydı ve yorgunluk başlamıştı. Bir tane daha geri çekilme sinyali verilecekti ki Miğfer Dibinin boruları ötmeye başladı ve kulaklar sağırlaştı. At nallarının yere çarpış sesleri duyulduğunda birlik halinde gelen Rohirrim’in sancakları görüldü. Kapıdaki Theodred Piyadeleri kenara çekilerek, iç kaleden gelen Rohirrim’e yol verdi. Rohirrim ise açılan yoldan Rodok Çavuşlarının üstüne ilerledi ve ezdi geçti. Son Rohirrim kapıdan çıktığında kapıda bekleyen piyadeler kapının onarım işlemlerine başladı. İç kaleden çıkan Rohirrim Theoden’in fikriydi. Küçük denilebilecek bir ordu bırakmıştı. 100’e yakın Rohirrim kapı köprüsünü düşmandan arındırmıştı ama sayıları azalmaya başlamıştı. Çavuşların uzun mızrakları öndeki Rohirrim’lere saplanıyordu. Köprünün arındırma işlemi tamamlandığında köprünün sonunda bekleyen Rodok askerlerinin üzerinden geçtiler ve yürüyen merdivenlerdeki Rodok’lulara at sürdüler. Düşmana ulaşana kadar önlerine çıkan askerleri kesmeyi ihmal etmeyen Rohirrim’in sayısı oldukça azalmıştı. Rodok Keskin Nişancı birlikleri teker teker Rohirrim’i indiriyordu. Surlara dayanmış 9 yürüyen merdivenden ilkine ulaştıklarında 50 Rohirrim vardı ve merdiven birliğini yok etmişlerdi. Sıradaki merdivene gitmekten vazgeçen 30 Rohirrim son nefesini vermek üzere düşmanın üzerine sürdü atlarını…

  Bir Gün Sonra – Kuşatma Devam Ediyor

  Bu saldırıdan da başarısız çıkan Rodok ordusu iyice yıpranmıştı ama şansları yükselmişti. Bugün yeni bir saldırı daha olacaktı. Akşam karanlığında Ithilien Okçularını devre dışı bırakmayı planlayan Graveth ordusunu yenilemeye çalışıyordu. Kontlarıyla konuşuyor ve desteğe gelebilecek lordlara habercilerini gönderiyordu. Etrosq Kalesinde bekleyen 7 lord vardı. Bunları karşı saldırı durumunda savunma için geride bırakmıştı ama şimdi pişmandı…

  Şuan ki ordusu 500’den azdı. Ve yanında Matheas, Gutlans, Raichs, Reland ve Tarchias vardı. Ordu yenilenirken akşam karanlığı bekleniyordu.

  Theoden’in Rohirrim’i

  Theoden esir tutulan lordları bırakmıştı. Ondan önce Vyincourd kuşatmasına yardıma gitmişti ve kuşatmayı sonuçlandırmıştı. Kalede sorgu devam ettirildi ve plan öğrenildi. Theoden Montewar’ın ordusunu Rafarch’a yardıma göndermişti ve kendisi istirahat için Vyincourd Kalesinde beklemeye başlamıştı. Şimdi ise aptallığında yakınıyor ve hışımla Rohirrim’i Miğfer Dibi’ne sürüyordu.

  Akşam – Karanlığın Çöküşü – Miğfer Dibi Kuşatması

  Graveth karanlığın çöküşünün ardından saldırı emrini verdi. Bu sefer orduyu ikiye bölmüştü ama kapı ordusundan beklentisi çok fazlaydı. Savaşın çok uzun olacağından emin olan Graveth, ordusunu sessiz bir şekilde Miğfer Dibi’ne ilerletti. Şahmerdan kapının köprüsüne geldiğinde okların vızıltısı duyuldu ve uzun süren sessizlik bozuldu. Şimdi haykırışlar içinde savaş başlamıştı. Birkaç saniye önce yere iğne atsan yankı yaparak duyulacak olan yer şimdi yaşam pazarına dönmüştü. Ithilien Okçularının ıskalama oranları çok yükselmişti. Şans Graveth’in yanında olmalıydı ki kapının bir kez daha kırılması uzun sürmedi…

  Yürüyen merdivenler bir kez daha kenara açılan surlara dayanmıştı ve Çavuşlar içeriye dalgalanmıştı. Bu sefer şans gerçekten Graveth’in yanındaydı. Ordu çok rahat bir şekilde içeri girmeyi başardı ve kenar duvarların hakimiyeti alındı. Theodred Piyadeleri ve Ithilien Okçuları kale ile kenar duvarlarının ortasında yer alan geçiş duvarına kadar çekildi ve Theodred Piyadeleri savaşı burada sürdürdü. Şimdi üstünlük Rohan’daydı. Çünkü yeni yerleştirilen samanlıklar alevlenmişti ve duvardaki Çavuşlar gün yüzüne çıkmıştı. İç kale surlarında kapıya ateş eden Ithilien Okçuları verilen bir emir ile kenar duvarlara döndü ve serbest atış başladı. Yine Rodok Çavuşları teker teker düşmeye başlamıştı ki kapılardaki Theodred Piyadeleri de geri çekilmeye başladı. İkiye bölünen piyadelerin, bir bölümü iç kaleye giden köprüye çekildi, diğer bölümü ise İç Kale kapısına yöneldi. Dış kalenin kapısının üstündeki Ithilien Okçuları ise içeri girmeye başlayan Çavuşlara atış başlattı ama yetersizdi. Bu sırada İç Kale’nin surlarında büyük saman topları belirdi ve aşağıya atılmaya başladı. Aşağıya süzülen toplar birden alev aldı ve Rodok Çavuşlarına Cehennem keyfi tattırdı. Saman topları içeri giren Çavuşları yaktıktan sonra yoluna devam etti ve köprüden aşağıya inmeye başladı. Önüne geleni yakıp geçen toplar durdurulamıyordu. Graveth bu durumun karşısında öfkeden deliye dönmüştü ve topların karşısına geçmişti. Giderken edindiği devasa uzun mızrağı ile topları teker teker durdurdu ve askerlerine söndürülmelerini emretti. Ardından ordu tekrar kaleye yöneldi. Bu sırada çekilen Theodred Piyadeleri köprüye yönelmişti ve düzen bulmuşlardı. Kenar duvarlardaki Theodred Piyadeleri ise Rodok Çavuşlarını silip süpürmüşlerdi ve surlara dayanmış bekleyen merdivenleri indirmeye başladılar. Bütün merdivenler devre dışı bırakıldığında kenar duvarda tehlike bitmişti ve bütün kuvvetler kapıya yönelmişti. Bütün Rohan ordusu ve Rodok ordusu kapı köprüsünde karşı karşıya gelmişti. Ithilien Okçuları ile arbeletliler kapışıyordu. Büyük bir heyecan başlamıştı. Eşitlik vardı. Hiç kimse birbirinin üzerinde üstünlük sağlayamıyordu. Bu sırada akşam bitmiş gece başlamıştı ve Rohan üstünlük sağlamaya başlamıştı. Ard arda gelen Rohan ordusu Rodok ordularını parçalıyordu. Graveth yenilgisine inanamıyordu ki kuzey köprüsü tarafından büyük bir ordu kaleye yaklaşıyordu. Bir Svadya ordusu olduğunun haberi gelmişti ama kesinleşmemişti. Graveth geriye kalan ordusuyla Miğfer Dibi köprüsünde savaşı sürdürüyordu. Gittikçe yaklaşan 1700 kişilik orduyu da merak etmiyor değildi. Yeterince yaklaşan orduların üzerinde Kral Harlaus’un kan kırmızısı sancağı vardı ama yeni bir şey daha fark edildi. Sancaklar yere atılıyor yeni sancaklar çekiliyordu. Bu sancakların içerisinde Kont Gharmall, Rimusk, Falsevor, Etrosq, Kurnias, Tellrog ve Tribidan’ın sancakları bulunuyordu. Rodok destek ordusu yetişmişti! Graveth büyük bir heyecanla bu haberi ordusuna yaydı ve orduda bu heyecanın verdiği kuvvetle Theodred Piyadelerini sarsmaya başladı. Bu sırada Miğfer Dibi’nde yeni bir düzen başlamıştı. Ithilien Okçuları ok atışını kesmişti. Graveth yine ne olduğunu anlayamamıştı. Ama bununla pek zaman harcamadı. Gelen destek ordusu ile tekrar saldırı başlatıldı ve yedekte bekleyen yürüyen merdivenler harekete geçirildi…

  Gelen destek ordusunun 1500’ü elitti, geriye kalan ise kıdemli birliklerdi. Savunma için bırakılan ordu 700 kişilik kıdemli birliklerdi ama gelen destek ordusu değişmişti. Savunmada bekleyen Kont Gharmall’ın emrinde olan ordu eğitilmiş ve yeni askerler temin edilmişti. Şimdi ise yenilenmiş Rohan ordusuna karşı yeni Rodok ordusu bulunuyordu. Bu sırada şafak vakti yaklaşıyor saldırı devam ediyordu…

  Şafak Vaktine Az Zaman Kala – Miğfer Dibi Tepesi

  Saldırı devam ediyordu ve Graveth gittikçe üstünlüğünü güçlendiriyordu. Bu sırada Miğfer Dibi’nin borusu ötmeye başladı ve yaklaşık iki dakika boyunca devam etti. Ses kusursuz bir şekilde ve kesintide devam ediyordu. Bittiğinde bütün askerler sağırlıktan bayılacak hale gelmişti. Güneş’in sarıya bürünecek olan kırmızı ışık dalgaları Miğfer Dibi Tepesinden göz yakmaya başlamıştı. Ve bir sancak görüldü! Theoden elinde Rohan bayrağı ile Karyele’nin üstünde belirdi. Arkasından sağında Eomer ve Gamling, solunda Eowyn’de belirdi. Onların ellerinde de Rohan sancakları takılmış mızraklar vardı. Eomer ve Gamling atlarını şaha kaldırarak arkalarına döndü ve zifiri sessizlikte olan Miğfer Dibi şu sesle yankılandı…

[size=20pt]“ROHİRRİM!”
 
Vallaha süper hepsini okumadım ama yarısını okudum şimdi yeni karakter açtım aynı ona benzer şeyler yapcam birde kale/şehir inşa etme olsa :grin:
 
Miğfer Dibi Son Müttefikler


Ve en arkadan Rohirrim’in o şanlı sancakları görünür… 700 kişilik Rohirrim artık hazır konumda kralın emrini bekler. Theoden, süvarilerinin önünden geçerken kılıcıyla önüne dikilmiş mızrakları döver.

Uyanın Theoden’in süvarileri! Uyanın! Özgürlüğe ve sonsuzluğa! Sürün atlarınızı! Geçirin mızraklarınızı düşmanın kalbine! Kırın kalkanlarını! Ezin geçin gururlarını! Sürün hadi! Sürün! Korkmayın! Cesaretlenin! GÜNEŞ DOĞMADAN!

  Der ve atını düşmana çevirir. Herugrim’i doğan Güneş’e paralel tutar ve Herugrim yine o göz yakan ışıltısını kazanır. Theoden’in kılıcı inerken bütün Rohirrim at sürmeye başlar…
 
  Miğfer Dibi – Graveth’in Cephesi

  Graveth bunun olacağını biliyordu. En umutlu anında onların geleceğini biliyordu. Ve şimdi atlarıyla üzerlerine geliyorlardı. Lordları askerlere emirler yağdırırken Kral Graveth kendinden geçmişçesine yürümeye başlar ve sayıklar…

  Sonumuz geldi… Böyle olacağını biliyordum. Kehanette böyle yazıyordu… Bilinmeyen 60 süvari Rodok Krallığının sonunu getirecekti… Bu söylenilmişti… Tanrım… Affet… Sana inanmadığım için affet beni Tanrım… Özür dilerim…

  Dedi ve kılıcını çekti. İki eliyle kendine doğru tuttu ve elerini göğsüne geçirdi. Ağzından kan oluk oluk damlarken hala af diliyordu. Askerler onun cansız bedenini kanlar içerisinde yerde gördüklerinde korkudan ne yapacaklarını bilemedi. Lordlar hala soğukkanlılıklarıyla emirler yağdırıyor, askerler ise isteksizce ve yavaşça yerine getiriyordu. Şimdi Rodok birlikleri pozisyon almıştı. Toparlanmışlardı. Arbeletliler Rohirrim’e ardı kesilmez atışlar yapıyor ve her atışta onlarca Rohirrim yıkılıyordu… Güneş’in parıltısına aldırış etmeden vuruyorlardı hedeflerini… Rohan’ın o yüce Güneş’i sönmüşmüydü artık?

  Geriye kalan 600 Rohirrim düşmana çarpmıştı ve bir yüzü daha ölmüştü. Rodok Çavuşlarının o mızraklarına geçen Rohirrim askerleri arkadaşlarına yol açmıştı ama kendileri için artık çok geçti… Kralları için son bir sefer daha sürmüşlerdi atlarını düşmanın üzerine… Cesurca ve korkmaksızın… Bir Rohirrim’e yaraşır bir şekilde…

  Rohirrim artık Rodok ordusunun içine girmişti… Yine düşen Rohirrim oluyor, yerine bir arkasındaki dolduruyordu. Kılıçlar savruluyor düşmanların göğsüne, kargılar iniyor başlarına. Kırılan kalkanların sesleri yankılanırken borular ötmeye başladı… Rodok askerleri sesten rahatsız olmuşçasına kaçmaya başladığında Rohirrim aksine daha heyecanlı bir şekilde sürüyordu atlarını... Rohirrim’in sayısı 400’e indiğinde Rodok askerlerinin sayısı 600 olmuştu. Rohirrim onları kovalarken Miğfer Dibi Ormanı tarafından yine Kral Harlaus’un sancakları göründü… Bunlar Svadya askerleriydi. Kral Harlaus geçte olsa yardıma gelmişti. Bütün Svadya lordlarının sancakları göründü. Kalradya’nın gördüğü en büyük orduydu bu…

  Miğfer Dibi Savaşı Sonrası – Kuşatmanın Sonu

Yardıma gelen 2700 kişilik Svadya ordusu ile kesin zaferi gören Rohan kuşatmayı kaldırmıştı. Savaş bitmiş bir tane Rodok askeri kalmamıştı. Lordlar katledilmiş ve Rodok Krallığı sahipsiz kalmıştı. Graveth’in de cesedi bulunduğunda diğer lordlar ile Miğfer Dibi Ormanının Borukent’e bakan tarafına gömüldüler… Mezar taşlarına ise şunlar yazıldı…

  Hayatlarının son hatasını yaptılar ve artık ebedi sonsuzluk ile buluştular. Onların amacı Rohan’ı yok etmek ve Miğfer Dibi’ni yıkmaktı. Senin de amacın bu ise geç olmadan evine geri dön…

  Bir Ay Sonra – Yalen Şehri

  Savunması kalmayan Rodok Krallığına Svadya Krallığı ardı ardına darbe indirmeye başlamıştı. Maras, Etrosq, Ergellon, Grunwalder ve Culmarr kalesi düşmüştü. Yalen Şehri ve Veluca Şehri kuşatma altındaydı. Veluca’yı savunan Kastor çevredeki bütün halkı ve askerleri şehre toplamış ve büyük bir savunma ordusu oluşturmuştu. Burada Svadya ordusunun büyük bir kısmı Kral Harlaus emrinde bulunuyordu. Yalen Şehrinde ise Kral Theoden bütün ordusuyla birlikte kuşatmayı sürdürüyordu. Ona Kont Klargus, Plais ve Stamar eşlik ediyordu. Çöken Rodok Krallığının sonu da böylece geliyordu…

Kuşatmalar ve Başkaldırış

  Yalen Şehri – Theoden’in Kuşatma Birlikleri

  Theoden askerleri ile konuşuyor ve düşüncelerini topluyordu. Şuanda yapacağı her şeyi askerlerine borçluydu. Aylar önce Borukent’i kurtaran adam şimdi Yalen Şehrini kuşatıyordu. Rodok Krallığının kralı Graveth’i delirten ve deliliğini ölüme bağlayan Theoden’di… Rohirrim ile Graveth’i bozguna uğratmıştı. Ama Graveth bunu görmeden kendini askerlerinin arasında öldürmüştü. İntihar etmişti. Bir Kral için oldukça kötü bir son olmuştu ama Theoden için iyi başlangıçtı. Bütün Kalradya’da Theoden’in ismi dolaşıyor, krallıklar Svadya Kralığın’dan korkuyordu. Kalradya savaşının kilitli kapıları artık kilidini kırmış ve açılmayı bekliyordu. Sadece bir kralın dediği en ufak bir söz ile bütün Kalradya birbirine girecek ve kan okyanusuna dönecekti. Kadınlar ağlayacak, çocuklar babasız kalacak, askerler ise ölecekti…

  Çadırında oturan Theoden’i, Eomer rahatsız etmiş ve çadırın içine girmişti. Theoden huzursuz bir şekilde Eomer bakıp “Ne var?” diyen gözlerle bekledi. Eomer gözleri açık ve meraklı bir şekilde yerinde duramıyordu. Theoden kafasını yana yatırdı ve gözlerindeki ifadeyi ağızlarına itti, “Ne oldu? Konuş Eomer…” dedi.

- Beyim, Svadya Krallığı ile daha fazla dost kalmamız mümkün değildir.
- Sen ne dersin, Eomer! Bunu sana dedirten nedir? Hemen söyle!
- Beyim, beni bağışlayın fakat Svadya Krallığına bütün krallıklar savaş açacak. Bu istihbaratı bizzat ben sağlattım. Nordikler, Ryibelet Kalesinden başlayarak sırayla Suno, Praven Şehirlerini kuşatacaklar. Ardından batı kalelerini… Vaegirliler ise Knudarr Kalesi ve Tilbaut Kalesinden eş zamanlı kuşatmasını başlatacak ve ardından Derchios Kalesi ile Dhirim Şehri gelecek. Kergit Hanlığı böyle bir savaş için hazır olmadığını vurguluyor fakat katılıp katılmayacağı ile ilgili bir haber vermiyor. Sarranid Sultanlığı ise ordularını Weyyah Kalesi tarafından Reindi Kalesine götürecek ve kuşatmayı başlatacak. Ardından Vaegirlere yardıma gidecek.
- Bu… Bu bizim dostlarımızı bırakmamız için bir neden olamaz! Eğer savaş istiyorlarsa, şerefimiz ile savaşırız!
- Beyim. Savaşacak bir ordu yok. Rohirrim bitkin ve kuşatmadan sonra ki durumu bile belli değil. Svadya Krallığının ordusu ise oldukça yıpranmış. Ordular kuzeye ulaşmadan Nordikler Praven’in kapılarına dayanmış olacaklar. Lütfen beyim… Harlaus ve derebeylerinin sonu geldi. Bu bizimde sonumuz anlamına gelmez.
- Eomer! Biz tek müttefikimizin yanında kalacağız ve…
- İnsanlarımız ölecek! Hepsi katledilecek! Onlar topraklarımız için gelmiyorlar! Bir tek Svadyalı kalmayana dek devam edecekler! Bu Rohan için geçerli DEĞİL! Henüz…

  Eomer’in öfkesi Theoden’i sarsmıştı. Babasından ağır bir azar yiyen çocuk gibi bekleyen Theoden’in karşısında hala öfkesini koruyan Eomer dikiliyor ve birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Eomer kafasını hafifçe yana yatırarak “Lütfen” dercesine gözleriyle Theoden’e baktı. Theoden ise sustu. Eomer öfkesinden arındığında Theoden’e selam verdi ve “Beyim. Kararınız nedir?” diye sordu. Gözlerinde hala umut vardı. Ama o umudu paramparça eden Theoden oldu… Konuştu, “Ordularımız Svadya Krallığına bağlıdır ve öyle kalacaktır. Eomer…”. Eomer’in ilk önce gözlerine sonra bütün yüzüne düşen hüzün Theoden’i ağlatacaktı. Eomer tekrar kendini dik pozisyona getirdi ve “Ordularınız. Senin orduların Svadya’ya bağlı… Kendi birliğimi alarak buradan ayrılıyorum. Bu saçmalığa daha fazla göz yummayacağım. Alabildiğim kadar Rohan halkı alacak ve buradan gideceğim.” Dedi. Theoden’in gözlerinde şaşkınlık dans ediyordu. Afallamıştı. Cevap vermek istiyordu ama veremiyordu. Ağzını oynatabildiğini hissettiği an Eomer’in artık çadırda olmadığını fark etti.

  Eomer

  Eomer çadırdan çıktığında normal hislere sahipti. Her hangi bir duygu ona söz geçirememişti. Şimdi yapması gereken birliklerini toplamaktı. Gamling’i bulmalı ve onu kendi safına çekmenin yolunu aramalıydı. Bu sırada birliğinin önde gelen askerlerinden Grimbold önünde selam verdi. Eomer ona durumu anlattı ve birliği toplamasını istedi. Grimbold “Emredersiniz!” deyip Eomer’in yanından ayrıldığında Eomer tekrar Gamling’i aramaya koyulmuştu.

  Bir Gün Sonra – Theoden

  Eomer’in başkaldırışının ardından sarsılan Theoden yaptıklarını bir kez daha düşündü. Kalradya diyarına geldiğinden beri yaptıklarını ve düşündüklerini yeniden ve yeniden düşündü. Ağladı, öfkelendi, kızdı, sevindi ve şaşırdı. Ağladı, çünkü Orta Dünya’yı özlemişti. Öfkelendi, çünkü Rohan’ın tahtını boş bırakmıştı. Kızdı. Kendine çok kızdı. Çünkü Eomer’in dediklerinin doğru olduğunu anlamıştı. Sevindi, çünkü bu diyarda hiçten yeni bir Rohan yaratmıştı. Şaşırdı… Çünkü hayatı hiç normal değildi…

  Harlaus’un Ordusu – Veluca Şehri

  Savaşın başlamasına ramak kalmıştı. Harlaus saldırı emrini verecekti. Ordular yerlerini almış, lordlar ise başlarına geçmişti. Herkes görevini ve ne yapacağını biliyordu ama Harlaus düşünceliydi. Rodok Krallığını yok ediyordu. Veluca Şehrini ele geçirip Kastor’u, geriye kalan tek varisi, öldürürse Rodok Krallığını tarih kitaplarına gömecekti. Bunu istemiyor değildi. Ama yine de düşünüyordu. İçinde kıpırdanan huzursuzluk onu nereye götürmek isteyebilirdi… Bilmiyordu. Neden korktuğunu veya ne yapacağını bilmiyor, iç bir fikri de yoktu. Önündeki şehri ele geçirdikten sonra bütün ülkeler birden Svadya Krallığına düşman belleneceklerdi. Ardından kılıçlar çekilip, kan dökülecek ve son ayakta kalan yoluna devam edecekti. Bunu istemiyordu. Ölmeyi istemiyordu. Ölümden korkuyordu…

  Eomer – Borukent Yolu

  Eomer atının üstünde etrafındaki askerleri izliyordu. Atının üstünde dimdik duruyor ve vücudu, atın her adımıyla sağa sola kavis alıyordu. Tam bir burnu havada olan soylu edasıyla atının üstündeydi. Kılıcı, Guthwine, kınında bekliyor, kalkanını sol elinde, kargısını ise sağ elinde tutuyordu. Rohan sancağı mızrağının uç bölgesinde asılı, sırt tarafına dalgalanıyordu. Düşünüyordu. Bu sırada birliğin yanından geçtiği bir kayalığın arkasından “Rodok’tan ne haberler getirdiniz? Rohan’ın süvarileri!” diye bir ses yükseldi. Gözlerinde fırlamayı bekleyen şaşkınlığı bastırdı ve yerine usul ve saf öfkeyi getirdi. Sağ elindeki mızrağı, uç bölgesi sol tarafa gelecek şekilde, havada yan yatırdı. Rohirrim sola doğru kavis aldı ve üçgen şekline büründü. Ardından yabancıların üzerine sürdüler atlarını. En öndeki Eomer atını şaha kaldırarak durdu ve arkasındaki süvariler sağa ve sola bölünerek yabancıların etrafını sardı. Yabancılar 5 kişiydi. İkisi birbirlerine çok benziyorlardı ve aşırı derecede uzun ve kalıplıydılar. Birinin ellerinde çift elli koca bir balta diğerinin ellerinde ise baltalar vardı. Her ikisinde diğerinin elinde olan silah sırtlarında bulunuyordu. Aynı silahları kuşanmışlar ama farklı olanları ellerinde tutuyorlardı. Bu ikisi grubun en arkasında bekliyor ve yüzlerinde anlamsız bir sırıtış beliriyordu. En önde duran Eomer’in boylarındaydı. Kısa saçlı olduğu belliydi, kaskı kafasını kaplıyor ve sadece gözlerini açıkta bırakıyordu. Hemen sağ arka tarafında bir okçu duruyordu. Elinde uzun bir Nord yayı vardı. Sırtında ve belinde alabildiği kadar ok asmıştı. Belinin sol tarafında ise bir şemşir bulunuyordu. Öndekinin sol arka kısmında kasksız bir adam dikiliyordu. Kafasında saç yoktu ama yaralar saç gibi görünüyordu. Hepsi beyaz tenliydi. Kel olanın bir elinde büyük bir kalkan diğer elinde ise görkemli bir kılıç vardı. Rohirrim, grubun etrafını sardığında Eomer mızrağını yere sapladı ve ellerini atının kafasında gezdirerek okşadı. Gözleriyle yabancıları süzüyordu. Yabancılar ise gayet usul bir şekilde ona bakıyordu. Herkes deki bu bekleyişi bozan arkadaki devlerdi. Durmadan sırıtıyorlar ve süvarileri göstererek yüz ifadelerini değiştiriyorlardı. Rohirrim askerlerinde ise burun çekişler, buruna dokunmalar ve sağa sola bakmalar hüküm sürüyordu. Eomer “Sizler kimsiniz?” dedi. Önde duran adam birden elini yüzüne götürdü ve Rohirrim mızrak çekti. Ama adam şaşkın yüz ifadesiyle kaskını çıkarmıştı. Ellerini yavaşça yana doğru açtı ve indirdi. “Ben Erebryan… Erebryan Klarken.” Dedi. Elini sağ tarafında bulunan okçunun omzuna götürdü ve “Onun adı Ralbwin Yalgen” dedi. Ardından sol tarafında bulunana döndü ve yüzünü buruşturarak “O Sptwngyr... Sptwngyr Kelben.” Dedi. Arkasındaki devleri göstererek “Onlarda dev ikizler Therok ve Thorek Bozou.” Dedi. Ardından seri bir dönüşle Eomer’e baktı. “Biz dostuz” dedi ve konuşmayı Eomer’in devam ettirmesi için kesti. Eomer kafasını yana yatırarak çocuklaştı ve içinden devlerden bahsederek “Onların kardeş olduğunu anlamıştım” diye geçirdi. Birden kendine geldi ve bunu diğerlerine fark ettirmeden kaskını çıkarttı ardından saçları arkaya atıp atından indi. Adının Erebryan olduğunu öğrendiği adamın önünde durdu ve askerlerine “İndirin mızraklarınızı!” diye bağırdı. Rohirrim mızrakları inerken Eomer tekrar konuşmaya başladı.

- Ben Eomer. Rohan’ın kralı Theoden’in oğlu gibi gördüğü yeğeni, kardeşim Eowyn’in abisi ve Rohirrim’in beyi… Ne öğrenmek istersiniz?
- Rodok Krallığı bölgesinden ne haberler getirdiniz, at beyi Eomer?
- Birçok kale Svadya Krallığı tarafından ele geçirildi ve şehirler kuşatma altında. Kral Theoden’in ise aklı çok karışık…
- Neden? Ne olmuş yüce krala?
- Halkını hiçe sayarak… Ona güvenenleri hiçe sayarak ölüme koşarak gidiyor!
- Ne olduğunu pek anlamadım… Nereye gidersiniz? Bu telaş niye?
- Miğfer Dibi’ne gidiyorum. Theoden’in durumu ve Svadya’nın getireceği felaketi halka anlatıp kurtarabildiğim kadarını kurtaracağım. Ardından yerleşim için bir yer arayacağım.
- Biz, yabancıları aranızda kabul görürmüsünüz? Eğer görürseniz emrinize girmek isteriz.
- Tabii ki. Şuanda hiçbir askeri reddedecek durumda değilim. Başka arkadaşlarınız var mı?
- Evet… Bir ordum var. Yaklaşık 300 kişilik… Vaegir Nişancıları, Svadya Şövalyeleri ve Nord Kahramanlarından oluşuyor. Birazı da Kergit elit atlılarından.
- Çok güzel! Ordunu al ve Miğfer Dibine gel. Seni bekleyeceğim…
- Ordum hemen şu ormanın çıkışında. Rohan tabelasının etrafında kamp halinde. İsterseniz geliniz ve durumu görünüz… Ardından birlikte Miğfer Dibi’ne yola çıkarız.

Eomer kafasını olumlu bir biçimde salladı ve mızrağını sapladığı yerden çekerek Erebryan ile birlikte ormana yol aldılar.

Yeni Dostlar

  Miğfer Dibi Ormanı

  Eomer ve Erebryan ordunun yanına geldiklerinde bütün ordu etraflarında onlara sevgiyle bakıyorlardı. Eomer ilk başta bundan rahatsız olmuştu ama yinede bu sevgi dolu karşılayış onu mutlu etmişti. Ordu kampının içlerine doğru iyice girdiklerinde Erebryan birini görmüşçesine elini kaldırdı ve “Shalorn!” diye bağırdı. Birkaç çadır uzaktaki yürüyen adam bağıran Erebryan’a baktı ve hızlı adımlarla yanlarına doğru yürümeye başladı. Kafasını ilk döndürdüğünde gözlerini açtı ve kaşlarını kaldırdı ardından gözlerindeki parlama göründü, sonrası ise yürüyüş… Ralbwin ve Erebryan atlarından indi ve Shalorn diye bağırdıkları adamın yanına gitti. Biraz konuştular ve parmaklarını Eomer ve Rohirrim’e diktiler. Ardından kafalar olumlu bir biçimde sallandı ve Eomer’in yanına yürüdüler. Shalorn denilen adamın yüzündeki gülümseyiş içi açıcıydı. Eomer’in yanına geldiğinde adam kollarını iki yana açtı ve “Ben Shalorn Mont. Kampımıza hoş geldiniz. Dostlarım durumu anlattı. En kısa zamanda orduyu toplayıp yola çıkacağımızdan emin olabilirsiniz” dedi. Arkasını dönüp giden Shalorn’a bakan Eomer’in gözüne bir şey takıldı. Ağaçların dalları hareket ediyordu. Erebryan fark etmişçesine güldü ve “Onlar Vaegir Nişancıları… Devriye geziyorlar.” Dedi ve elini havada arkasından önüne “Gelin” anlamında sallayarak yürümeye başladı. Bozou kardeşler gruptan çok önce ayrılmış ve Sptwngyr ise izin isteyerek askerlerin arasına dalmıştı. Erebryan bir çadırın önünde durdu ve süzdü. Kapı tarafındaki örtüyü açarak elini içeriye uzattı ve Ralbwin ile Eomer girdi. Arkalarından Gamling ve Grimbold geldi. En sonda ise örtüyü çekerek giren Erebryan oldu. Yerlerde duran minderlere oturdular ve sohbete başladılar. Önce Grimbold ve Gamling hayatlarını özetlediler. Katıldıkları savaşları, eğitim dönemlerini ve bu diyara geldiklerinden beri yaptıklarını. Ardından Eomer anlattı ve anlatım sırasında Bozou kardeşler ile Sptwngyr içeri girdi. Tekrar Grimbold ve Gamling hayatlarını kısadan özetleyerek Eomer anlattıklarını özetledi ve geri kalanını anlatmaya başladı.

Eomer: Ve işte Theoden’e sırt dönüşümden sonra ordumla Miğfer Dibi’ne yola çıktık ve yolda da sizlerle karşılaştık. Sonrasını biliyorsunuz zaten…

Erebryan: Etkileyici hayatlarınız var. Geldiğiniz diyar oldukça ilginçmiş anlaşılan. Umarım ileride gelişen dostluğumuzun ardından sohbetlerimizi daha da derinleştirerek sürdürürüz…

Eomer: Peki ya siz? Sizler kimlersiniz?

Erebryan: Önce Bozou kardeşler anlatsınlar. Yoksa bizlerin anlatım sıralarında iki de bir bölerek olayları kendi bakış açılarından anlatmaya devam edecekler…

Therok Bozou: Sen anlat.

Thorek Bozou: Hayır, sen anlat. Ben arada destek çıkarım… Unuttuğun yerleri de söylerim… Hadi, anlat.

Therok Bozou: Pekâlâ… Zaten isimlerimizi biliyorsunuz… Biz ikiziz ama ben Thorek’ten büyüğüm…

Thorek Bozou: Ahh! Lanet olsun yine mi? Bozou! Sadede gel…

Therok Bozou: Tamam… Tamam… Biz Vaegir ülkesinde doğduk. Babamız eski bir Vaegir lorduydu. Ve çok güçlü olduğundan idam edildi. Devam ettiği yolda tüm Kalradya’yı ele geçirebilirdi ve bunu diğer ülkelerde biliyordu. Bu yüzden alçak Vaegir kralı Yaroglek babam için idam emri çıkarttı ve biz 14 yaşlarındayken askerler köyümüz, Fedner Köyünü, bastılar. Sabahın ışıklarıyla birlikte aniden geldikleri için her hangi bir direniş gösteremeden babamızı alıp gittiler ve bir daha haber alamadık. Ta ki Reyvadin Şehrine geldiğimiz âna kadar. Babamızı şehir meydanında asılmış olarak gördüğümüzde deliye döndük. Orada asıldıktan sonra öylesine orada bırakıp gitmişlerdi… Sinekler ve kuşlar etrafında uçuşurken öfkeyle handaki odamıza gittik ve Kutsal Baalrik Zırhlarını kuşandık. Ardından şehir meydanına gelerek önümüze geleni doğradık. En sonunda askerler karşımıza geçti ve bize saldırdılar. Yaklaşık 300 kişilerdi ama öfkemiz ve zırhlarımızın dayanıklılığı ile orada onlara cehennemi tattırdık. Ardından askersiz kalan Reyvadin’de kralın kalesine gittik. Kapıda bekleyen muhafızları alt etmek o kadarda zor olmamıştı ama içeri girip kralın kaçtığını öğrendiğimizde kendimizden geçmiştik ve orada öylece aniden yere yıkılmıştık. Şans ki geride, bizi baygınken öldürecek asker bırakmamıştık. Ama biz baygın yerde yatarken Erebryan ve Sptwngyr bizi buldu ve oradan kurtardı. Gözlerimizi açtığımızda yara bere içinde Dhirim Şehrindeydik. Bütün hayatımızı geride bırakarak Erebryan’a katılmıştık. Ama bir gün Yaroglek denen o köpeği öldüreceğimize yemiş etmiştik. O zamanlar 16-17 yaşlarındaydık. Erebryan’ın yanında tonla eğitim aldık ve birer savaş makinesi ve deha olarak çıktık. Şimdi ise 23 yaşındayız. Ve yapacağımız ilk iş köyümüze dönmek ve geride bıraktığımız kardeşlerimizi ve annemizi bulmak…

Gamling: O zırhların özelliği neydi ki, 300 kişilik bir Vaegir ordusunu tek başınıza alt ettiniz?

Thorek Bozou: Onlar Kutsanmış demirden yapılan zırhlardır. Herhangi bir kesici alet bir çizik bile bırakamaz onlarda… Çünkü onları eski sahiplerinin ruhları korur. Biz öldüğümüzde eski sahiplerinin yanında zırhı daha da güçlü bir hale getirecek ve çocuklarımıza bırakacağız.

Sptwngyr: Başka sorunuz yoksa ben devam etmek istiyorum…

Bir süre sessizlik oldu ve Sptwngyr kafasını sallayarak nefes aldı. Ve konuşmaya başladı.

Sptwngyr: Ben kendimi bildim bileli Erebryan’ın yanındaydım. Nedir ki Erebryan’ı bildim bileli hiç değişmedi. Sanki hep aynı yaştaymış gibi aynı duruyor. Neyse… Ben Kergit kalelerinden birinde doğdum. Ailemi pek hatırlamıyorum. Sadece anne ve babam sandığım kişilerin yüzlerini anımsayabiliyorum. Erebryan beni küçük yaştayken Halmar Şehrinde bulmuş ve yanına almış. Bozou’lar gibi eğitmiş ve bende bir savaş tanrısı olarak eğitimimi bitirmişim. Keşke hayatımda anlatabilecek daha fazla şeye sahip olabilseydim ama maalesef benden bu kadar…

Ralbwin: Ben söz istiyorum. Ben ve Erebryan bu diyarı çocuk denilen yaşlarda geldik. Bizim hikâyemizde sizin ki gibidir. Erebryan’a bunu anlatmamıştım ama anladım ki artık zamanı geldi… Bizde Orta Dünya’dan geldik. Biz birer elfiz. Ama elflik özelliklerimizi kısmen kaybettik. Fiziki açıdan hiçbir elf özelliğimiz kalmadı ama sonsuz yaşamımızda bir zedelenme olmadı. Bu diyara yaklaşık 150 yıl önce geldik. Burayı araştırmamız 50 yılımızı aldı. Geriye kalan 50 yılımızda kendimizi eğittik ve sonraki 50 yılın bir bölümünde şuanda sahip olduklarımızı kazandık…

Eomer: Hiç Rohan’a gittin mi?

Ralbwin: Hayır. Gittiysem bile hatırlamıyorum… Orta Dünya’daki hayatımdan çoğu şeyi unuttum. Erebryan hiçbir şey hatırlamıyordu. Sanki burada başka birinin gözüyle yeniden doğmuştu. Ama şunu hatırlıyorum ki Mirkwood’daki zamanlarımızda Mirkwood’dan dışarı hiç çıkmadık…
Eomer: Bizim gibilerin burada olması güzel fakat bu geçişler niye? Belki de bizden başkaları da yine bu diyara veya farklı diyarlara yönlendirildiler ama tüm bunlar neden? Ve kim bunları yapıyor?

Ralbwin: Veya ne? Burada geçirdiğimiz yıllarda Tanrılara olan inancımızı kaybettik. Onların olduğuna artık inanmıyoruz. Biz var olduğumuz için varız. Varlığımız için her hangi bir şeye tapma ihtiyacımız yok. Bu aptallık olurdu…

Eomer: Bende sizin gibi ölümsüz olabilseydim bende böyle düşünürdüm…

Erebryan: Biz ölümsüz değiliz. Bizde yaralanır ve bizde kesiliriz. Böylece ölürüz… Biz sadece sonsuz yaşamlıyız. Eğer dış dünyadan zararlar bizi öldürmez ise biz ölmeyiz… Yani anladığım buydu. Umarım doğru açıklayabilmişimdir…

Ralbwin: Evet kardeşim… Doğru anlamışsın…

Grimbold: Peki ya şu dışarıda tanıştığımız adam kim? Shalorn…

Erebryan: Hah! (Kahkaha) O mu? O da Orta Dünya’dan bizimle gelen bir insan… O da bizim gibi sonsuz yaşama sahip ama nasıl olduğunu bende bilmiyorum…

Ralbwin: Doğru. O da Gondor’da yaşayan bir insandı. Ölümlüydü… Ama nasıl oldu da bizimle birlikte bu kadar uzun süredir yaşamını sürdürüyor bende anlamış değilim doğrusu…

Eomer: Pekâlâ… Tanışma faslı bittiğine göre sohbetimize Miğfer Dibinde devam edelim isterseniz?

Erebryan: Tabii ki. Ancak hava karardı. Bu geceyi burada geçirip yarın şafak doğumuyla birlikte Miğfer Dibi’ne gitsek daha iyi olur bence…

Eomer: Hiç sorun olmaz. Hem bu arada yarım kalan sohbetimizi devam ettiririz…

Sohbet gece yarısına kadar sürdü. Bozou’ların esprileri güldürürken Eomer’in ciddiyeti de kayıp vermişti. Eski soğukkanlı Eomer artık daha yumuşamış bir hal almıştı.

Theoden

  Yalen Şehri Saldırısı - Theoden

  Theoden elindeki kılıcı havada salladı. Yakınındaki askerleri onun yanına doğru koşarak savaşı sürdürdü. Theoden sert ve biraz da alaycı bir biçimde “Askerlerim! Duvarlar bizimdir! Girin içlerine! Son hedef iç kale!” diye bağırdı. Askerler ise kralın konuşmasından sonra cesaretlenmişçesine bağırarak duvarlardan burçlara yöneldiler. Oradaki arbeletli Rodok askerlerini öldürmek uzun sürmedi. Ardından burçlardan aşağı indiler ve Rodok Çavuşlarıyla çarpışmaya başladılar. Bu sırada Theoden ve birliği kapılara yönelmişti. Kapılara vardıklarında arkalarındaki kapıdan gelen askerleri gören Theoden, altı adamını şehrin kapı burcunun kapısına gönderdi. Kalan adamlarından birine kapıyı açmasını emretti ve birliğin birazını orada bırakarak yoluna devam etti. Kapılar gacırdayarak açılmış ve Rohan askerleri içeri akın etmeye başlamıştı. Neredeyse Güneş doğacaktı. Destek ordularından hala haber gelmemişti. Kont Klargus şehrin güney kapısına yönelerek şehri çift taraflı saldırıya maruz bırakmışlardı. Plais ve Stamar ise Ilvia Köyünün yakınlarındaki oluşum içinde olan orduyu dağıtmaya gitmiş ve saldırıya yetişeceklerini bildirmişlerdi. Ama hala bir haber gelmemişti. Theoden’in askerleri destek gelmediği için huzursuzdu ve bunu Theoden’de anlamıştı. Askerler tamamıyla kapıdan içeriye girdiğinde surlarda Rodok askeri kalmamış, savaş yerde devam etmekteydi. Bundan yararlanarak Theoden askerlerine kapı burcunun üstünden bağırdı “Rohan’ın askerleri! Destek gelmedi! Zaferi paylaşmamız gerekmeyecek! Zafer sadece bizimdir! Uyanın! Savaşa! İleri!” emrini verdi ve askerlerinin morallerini düzelttiğini umdu. Rohan askerleri bağırmalar içinde kılıç sallarken Rodok askerleri böğürmeler içinde kaçışıyordu. Şehir meydanına doğru kaçan askerler orada toplanıp tekrar düzenlendi. Kalkanlarını önlerine saplayıp mızraklarını aradan çıkardılar ve öylece beklediler. Theoden’in askerleri bu sırada hala şehir meydanına giden yoldaki Rodok askerlerini temizliyorlardı. İyice içlere girdiklerinde Rodok Çavuşlarının komutanının sesleri duyulur oldu. Bağırıyor ve askerlerine moral dağıtıyordu. Çok cesur olan komutan bir o kadar emin adımlar ile ilerlerken Theoden’in önünde asker kalmamıştı. Şehir meydanına açılan yoldaki Çavuşlara “Hücum!” emrini verdikten sonra Çavuşlarda bir hareketlenme gözledi. Kalkanlar indirilmişti. Arka taraftan başka askerler öne çıkmış ve Rohan askerlerine bir şey doğrultmuştu. Ardından bir Rodok komutanının “Ateş!” emrini duyan Theoden küfrederek askerlerine “Kalkanlar!” diye bağırdı. Ama geciken askerlere ikinci bir şans tanınmamıştı. Dağınık halde koşan Rohan askerlerini Theoden şimdi toplamış ve kalkanlar önde olarak ilerletiyordu. Hala ok yağmuruna mahsurdular. Ve öndeki askerler teker teker düşüyordu. Yanına Ithilien Okçularını almadığı için pişmanlık duyan Theoden’e birden bir umut gözüktü. Kuzey dağlarından doğan Güneş sarı ve turunca boyanmış ışığını Rodok askerlerinin üzerine kustu. Rohan askerlerinin sırtında olan Güneş ısısını arttırırcasına doğmaya devam ediyordu. Kızıl rengini sarıya bırakırken çok kan dökülmüştü. Rohan askerleri ellerindeki mızrakları atacak mesafeye geldiklerinde birer birer hedeflerini vurmaya başladılar ve ardından koşarak hücum ettiler. Çarpışmadan önce Theoden boruların çalınmasını istedi ve iç ürperten boru eşliğinde Rohan askerleri Rodok askerlerinin arasına daldı. Askerler cesurca kılıç sallıyor, kalkanlarını kullanarak düşmanı yere deviriyordu. Bazıları kılıçlarını düşürmüş, elleriyle düşmanını yumruklarken, bazıları yerdeki cesetlerin kasklarını ellerine geçirip önüne gelen düşmanın kafasını parçalıyordu. Deşilen yüzlerin, karınların haddi hesabı kalmamıştı. Bu sırada Theoden’de çarpışmaya girdi. Sağ elindeki Herugrim’i sallarken adeta alevler saçılıyordu. Karşısına iki tane Rodok Çavuşu çıkmıştı. Birisinin dalgınlığını kullanarak gafil avladı ve kalkanını onun kalkanının arasına aldı. Dış açıya iterek korumasız kalan düşmanının göğsüne Herugrim’i geçirdi ve etrafa saçılan kanlar Theoden’in kaskını süsledi. Ceset, Herugrim’den çıkıp yere düşerken diğer Çavuş bağırarak hücum etti. Mızrağının birazını Theoden’in sol omzuna sapladı ve kan dolu ağzını küfretmek için kullandı. Ardından alaycı bir şekilde ağzındaki kanı Theoden’in yüzüne tükürdü ve tekrar küfretti. Başını anlamsızca sallarken Theoden sinirlenmişti. Geri çekildi ve omzuna saplanan mızraktan kurtuldu. Bir süre acının vücuduna yayılmasını bekledi. Omzundan kan boşanırken sol kolundaki son gücünü tuttuğu kalkanı düşmanına fırlatmak için kullandı. Çavuş üzerine gelen kalkanı karşılayamadı ve elindeki kalkanı da düşürerek geriye doğru afalladı. Çavuş öksürmeye başladığında Theoden küfür haykırışlarında bulundu ve düşmanın koştu. Koşu sırasında Herugrim’i arkasına attı ve sıçradı. Yere tekrar inerken Herugrim’in Rodok Çavuşunun kaskını delip, kafatasını yarmasının sesleri yankılandı. “Aşağılık Rodok!” dedikten sonra kılıcını çekmeye çalışırken bir ayağını cesede bastırdı. Ceset yere düştü ve Herugrim cesedin kafatasından kurtuldu. Theoden’de arkasına savrulurken askerlerine yardım için bağırdı ve yere düştü. Bir süre kendinden geçerken gözlerindeki görüntü bulanıklaştı. Ama etrafını Rohan askerlerinin sardığını anlamıştı. Gülümserken gözlerini yumdu.

  Klargus – Şehir Meydanı – Güney Bölgesi

  “Piyadeler! Öne çıkın! Kalkanlarınızı dikin önlerinize! Nişancılar! Piyadelerin oluşturduğu duvardan yararlanarak sipere geçin!” emrini veren Kont Klargus bu sırada tekme atarak yere serdiği düşmanına kılıcını geçirdi. Kılıcı göğsünün arasında hisseden asker ise çığlık atarak ayaklarını ve ellerini kafasıyla birlikte kaldırdı ve yay çizdi. Ardından tekrar yere yığıldı ve ellerini göğsündeki kılıca götürdü. Çavuş son nefesini verirken Klargus küfretti ve cesedin üstüne ağzındaki kanı tükürdü. Bacaklarındaki yaralar baktı ve kanı temizlemeye çalıştı. Temizleyemedi ve tekrar küfretti. Öfkeli bir şekilde askerlerinin yanına doğru koşmaya başladı.

  Theoden – Şehir Meydanı – Kuzey Bölgesi – Geri Saflar

  Doktor, Theoden’e;

- Beyim. Daha fazla savaşamazsınız…
- Savaşacağım! Askerlerimin yanında olmam gerek!
- Efendim. Eğer savaşacak olursanız… Ölürsünüz. Ve…
- Lanet olsun kılıcım nerede! Kılıcımı getirin! Ve sen doktor! Şu yarayı sar ve zırhımı tekrar tak…
- Eğer savaşa girip sol kol bölgenize her hangi bir darbe alacak olursanız düşünmek için başka şansınız olmayacak!
- Kılıcım!
- Lanet olsun! Halkını düşün! Sana güvenenleri! Öldüğünde onlar ne yapacak?

  Doktorun bu sert çıkışına şaşıran Theoden dalgınlaştı. Eomer’in dediklerini hatırladı ve kendine geldi. Son bir kez daha gücünü topladı ve ayağa kalktı. “Doktor… Ben halkım için savaşıyorum. Eğer savaşmazsam onlar yaşayamaz. Ve… Savaşacağım” dedi. Sesindeki üzüntü ve cesaret baskın duygulardı ama savaşta duygular can kurtarmıyordu.

Kahkahalar

  Yalen Şehri

  Şehir dize getirilmiş ve Theoden canını kurtarmıştı. Sol omzunda hala sakatlık belirtileri vardı ama umurunda değildi ve önemsenecek bir şey olmadığını düşünüyordu. Şehrin zaptından sonra Ilvia Köyü civarına haberciler yollanmıştı. Stamar ve Plais hakkında habere ihtiyaçları olmuştu. Haberci herhangi bir haber getirememiş. Direkt olarak Plais ve Stamar’ı getirmişti. Ordu şehir kapısından içeri girip iç kaleye doğru yola çıktığında sarayın lord salonu hazırlanıyordu. Theoden, Klargus, Plais ve Stamar toplanıp durumu gözden geçireceklerdi. Tabii Theoden ve Klargus’un diğer ikiliye soracakları sorularda vardı.

  Yalen Şehri – Lordun Salonu – Toplantı

  Theoden tahta oturmuştu. Klargus masanın sol tarafına geçmiş, Stamar ve Plais masanın sağ tarafında yan yana oturmuşlardı. Theoden ellerini öne uzatarak lordların kendilerine çeki düzen vermelerini istedi. Ve herkes hazırlandı. Stamar ellerini iki kez birbirine vurdu ve hizmetçilere yemeklerin getirilmesini istedi. Ardından Plais “Şehrin zaptı zormuydu?” diyerek konuyu açtı.

  Theoden: Oldukça kolaydı… Bütün zevki kaçırdığınıza hala inanamıyorum.

  Klargus: Kolay mı? Az kalsın ölüyordun. Bir ara her şeyin bittiğini sandım. Neyse ki hala yaşıyoruz… Değil mi? (Kahkaha)

  Onlar gülerken hizmetçiler kapıdan içeri girdiler. Ellerinde yemek tepsileri vardı. Bir tanesi Theoden’in önüne tepsiyi koyarken Theoden hizmetçiye “Askerlerin yemekleri de verildi mi? Bu savaşın galibi onlar… Ziyafet çekmelerini istiyorum. Anlaşıldı mı?” dedi. Hizmetçi başını öne eğerek geri çekildi ve hepsi birlikte gitti. Ardından Theoden, Plais’e döndü ve “Siz neden Ilvia Köyünde kaldınız? Desteğe geleceğiz demiştiniz? O köyde ne oldu?” dedi. Plais’in yüzü attı ve Stamar’a döndü. Stamar sıkkınca konuşmaya başladı “Oraya gittiğimizde hiç kimse yoktu. Evler bomboştu. Askerler yorgun olduğu için istirahat etmelerini söyledik. Herkes uyuduğunda sesler çıkmaya başladı. Köylüler ve askerler gelmişti. Gafil avlanmıştık. Kayıp vermeden oradan kaçtık ve ormanda saklandık. Düzeni tekrar sağladığımızda köye gidip yağmaladık orayı… Sonrasında yine gelen askerleri bu sefer talan ettik ve sizin habercilerinizle karşılaştık. Sonrasında buradayız…” dedi. Sofrada sessizlik olmuştu. Klargus dalga geçercesine “Siz ciddi misiniz?” dedi. Soruyu Plais cevapladı ve biraz abartarak “Hiç bu kadar ciddi olmamıştım.” dedi. Sonra Klargus anlamsızca kahkahalar atmaya başladı. Bir süre sonra Theoden’de ona eşlik etmeye başlamıştı.

  Yemek yenildikten sonra toplantı yapmak üzere hazırlandılar. Kısa bir görüşme, gelecekteki yapılacaklar listesini çıkarmaya yetecekti…

  Üç Gün Sonra – Yalen Şehri Sabahı

  Theoden uykulu gözlerini ovuşturmaya başlamıştı. Pencerelerden içeri giren gün ışığı odayı aydınlatmıştı. Yorganı üstünden yana devirdi ve doğruldu. Ayaklarını yataktan dışarı uzatıp oturur vaziyete geldi. Kolları açarak esnedi ve sonrasında öksürüp ayağa kalktı. Uzun saçlarını kafasının yanına atarken kıyafetlerine yürüdü… Ansızın durdu ve yere düştü. Kafasında bir an şimşek çakmış gibi hissediyordu. Gözleri kararmıştı. Dinçti ama kendini kontrol edemiyordu. Felç olmuş gibiydi. Sol omzu kopacakmış gibi ağrırken birden gözüne beyaz bir el geldi. Görüntü ortaya çıktığı gibi hemen yok olmuştu. Korkunun yoğunlaştığını hissettiğinde odanın karardığını gördü. Kapı gacırdayarak açıldı ve Theoden çığlık attı. Sol kolunun koptuğundan emindi. Gözlerini kapıya dikti ve ak büyücüyü gördü. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilmiyordu. Kendini savunmalıydı. Felç haldeyken ak büyücü Saruman onu hemen ve onursuzca öldürebilirdi. En azından kılıcını eline almak istiyordu. Bunları düşünürken Saruman konuştu “Düşünmeyi kes! At beyi Theoden… İnsanlarını bırakıp kaçtın. Bunu nasıl yaptığını önce bende çözememiştim ancak beşlerin yardım ettiğini sonradan fark ettim. Kendim için bir dörtler buldum. Onların üst boğuma çıkmaları için çabaladım ve başardım… Ve işte buradayım. Senin için buradayım Theoden… Bunca zamandır hiç merak etmedin mi? İnsanlarını… Halkını… Senin gibi bir kral nasıl olurda…” dedi ve Theoden zorlukla bir şeyler söylemeye başladı “Kapa çeneni büyücü! Oyunlarına gelmeyeceğim!” dedi. Saruman sinirlenmişçesine dışarı çıktı ve kapı kendiliğinden sert bir şekilde kapandı. O kadar sertti ki kapılar yerinden koptu ve karşı duvara çarptı. Ama Saruman ortada yoktu. Bir süre sonra büyük bir ses çıktı ve gürültüyle devam etti. Deprem oluyordu. Kale, Theoden’in başına yıkılacaktı. Birden bedenini hareket ettirebildiğin sezdi ve ayağa kalkmayı denedi. Başarılı olmuştu, ayaktaydı… Hiçbir şeyi yokmuş gibi koşmaya başladı. Duvarlar üstüne düşünüyordu ama kaçmayı başarıyordu. En sonunda kale kapısından dışarı çıktı ve karşısındaki manzara korkunçtu. Ancak hikâyelerde duyduğu Ballrog’un önündeki dev yarıktan çıktığını gördüğünde delirecekmiş gibiydi. Bu nasıl olurdu? Gri Gandalf, Ballrog’u öldürmemiş miydi? Ballrog tamamen yeryüzüne çıkmış ve karşısına dikilmişti. Kuyruğu arkasında sallanıyor ve etrafı yakıyordu. Saruman’ın kahkahalarını duymaya başlamıştı. Korkmuştu… At beyi Theoden, Ballrog’un karşısında koyun gibi bekliyordu. Ballrog korkunç çığlıyla kılıcını kaldırdı ve Theoden’e indirdi…
Birden uyanan Theoden terler içinde hızla doğruldu. Çok hızlı nefes alıp verirken gözleri büyümüştü. Etrafına bakındı. Yalen şehrindeki odasındaydı. Sonra aklına omzu geldi. Sol kolunu oynatmayı denedi ve başardı. Hemen ayağa kalkıp kıyafetlerini giydi ve odadan çıktı. Kabul odasına gidiyordu. Etrafına dikkatlice bakıyor ve terini siliyordu. Hala korkuyordu. Salona yaklaştığında kahkahalar duyuyordu. Saruman’ın kahkahası aklına gelmiş gibiydi. Kapıdaki nöbetçiler onu gördü ve kapıyı açtılar. Theoden içeri girdi ve kafasını kaldırırken "Klargus, sana anlatmam gereken çok önemli bir şey var.” Dedi. Karşısındakini gördüğünde delirdiğini sandı ama gerçekti. Karşısında Klargus, Plais ve Stamar oturmuş Saruman ile sohbet ediyorlardı…

 
Back
Top Bottom