DİKKAT:
-Bölümler daha önceden yazılmıştır ve uzundur bu yüzden ara vererek ve sindirerek okumanızı öneriyorum.
-Fantastik tarafımca kurgulanmış bir dünyada geçmektedir. Bu dünya hakkındaki bilgileri bilerek paylaşmıyorum her şeyi hikayeden öğrenmenizi istiyorum.
-Osealion tarafımca kurgulanmış bir seridir ve 'Uğultu' bu serinin ilk kitabıdır.
-Her bölüm farklı bir karakterle diyarın farklı bir bölümünde geçmektedir. Özellikle ilk kitabımda Faer, Raven,Rowus,Shireen ve Selizt'in maceralarını okuyacaksınız. Hikayenin başlangıcındaki zaman dilimi her karakter için aynıdır ve bitiş dilimi de yine aynı olacak şekilde kurgulanmıştır.
-Eksiklerimi bildirerek yazarlığımı geliştirmem konusunda bana yardımcı olabilirsiniz. Kitap tam anlamıyla henüz bitmemiştir yaklaşık otuz bölüm olması planlanmaktadır. Yayınlayacağım bölümler ise fikir almak maksatlıdır, ileride bu fikirler doğrultusunda kurgumda eksik gördüğüm yerleri tek tek inceleyerek her şeyi en baştan yazmayı düşünüyorum.
Sonraki Bölüm:02.06.2019
A.Uğultu
1. Kitap Avı (Faer) Aşağıda
2. Mühür (Rowus)
3. Kalpçelen (Raven)
4. Kırıkyürekler (Faer)
5. İmparatorluk Ruhu (Rowus)
6. Güneyden Gelen Haber (Raven)
7. Yeni Bir Dost (Faer)
8. Tuhaf Çiftlik (Rowus) Yakında
-Bölümler daha önceden yazılmıştır ve uzundur bu yüzden ara vererek ve sindirerek okumanızı öneriyorum.
-Fantastik tarafımca kurgulanmış bir dünyada geçmektedir. Bu dünya hakkındaki bilgileri bilerek paylaşmıyorum her şeyi hikayeden öğrenmenizi istiyorum.
-Osealion tarafımca kurgulanmış bir seridir ve 'Uğultu' bu serinin ilk kitabıdır.
-Her bölüm farklı bir karakterle diyarın farklı bir bölümünde geçmektedir. Özellikle ilk kitabımda Faer, Raven,Rowus,Shireen ve Selizt'in maceralarını okuyacaksınız. Hikayenin başlangıcındaki zaman dilimi her karakter için aynıdır ve bitiş dilimi de yine aynı olacak şekilde kurgulanmıştır.
-Eksiklerimi bildirerek yazarlığımı geliştirmem konusunda bana yardımcı olabilirsiniz. Kitap tam anlamıyla henüz bitmemiştir yaklaşık otuz bölüm olması planlanmaktadır. Yayınlayacağım bölümler ise fikir almak maksatlıdır, ileride bu fikirler doğrultusunda kurgumda eksik gördüğüm yerleri tek tek inceleyerek her şeyi en baştan yazmayı düşünüyorum.
Sonraki Bölüm:02.06.2019
A.Uğultu
1. Kitap Avı (Faer) Aşağıda
2. Mühür (Rowus)
3. Kalpçelen (Raven)
4. Kırıkyürekler (Faer)
5. İmparatorluk Ruhu (Rowus)
6. Güneyden Gelen Haber (Raven)
7. Yeni Bir Dost (Faer)
8. Tuhaf Çiftlik (Rowus) Yakında
1. Bölüm: Kitap Avı
FAER
Güneş ışığı, Faer'in çalıştığı masanın arkasındaki pencereden geliyordu. Bu, Faer'in çalışma alanına kendi gölgesinin düşmesini sağlamaktaydı. Faer vaziyetten rahatsız olmuş olacak ki sandalyeyi biraz sola doğru çekti. Yazması gereken sadece iki satır yer kalmıştı. Bunları yazdıktan sonra eksik bir iş bırakmamak için etrafa bakmaya başladı. Faer, on yedilerinde açık tenli koyu kahverengi gözlü bir gençti. Masanın önünde beş adımlık bir hol kapıya doğru uzanıyordu. Holun iki tarafında raflar hola dik gelecek şekilde sıralanmıştı. En arkadaki rafların üstünde yeşil bir duvar parlıyordu. Duvarın alt tarafı ise beyazdı ve bu kısımda kütüphanenin kahverengi kapısı bulunuyordu. Kapı ve raflar cilalanmış tahtadan yapılmıştı. Raflar, eski olmasına rağmen insana sağlam olduklarını hissettiriyorlardı.
Faer'in çalıştığı bu kütüphane onun Urazant şehrine yerleşmesini sağlamıştı. Madam Crombellte'nın köşkündeki bu kütüphane şehirdeki iki kütüphaneden biriydi. Diğer kütüphanelerin birisi pencereden gözüken Yezt Meydanı'nın tam ortasında bulunan Tiyvanist Mabedinde bulunuyordu. Tiyvanizm, Uruzi Hanlığında en çok inanılan dindi. Uruzi Hanlığı, diyarın kuzey doğusunda bulunan topraklara hükmediyordu. Faer'in kendisi de Uruzi idi ama bu topraklarda doğmamıştı. Faer Taelralis soyadından anlaşılacağı üzere Taelralis Köyü'nde dünyaya gelmişti. Daha da güneyde, Teof Boğazı'nın olduğu yerde. O zamanlar İmparatorluğa şimdi ise Sadyalılara ait topraklar. Faer, iki yıl önce kasabadan babasının zoruyla ayrılmak zorunda kalmıştı.Hiç severek yapmamıştı bu işi çünkü köydeki Reysa adlı bir kıza aşıktı. Reysa, babasının dediği basit bir çiftçinin kızı olabilirdi ama onun sayesinde okumayı öğrenmiş, onun sayesinde ozan olabilmişti. Hatta belki onla tanışmasaydı hala Taelralis'in okuma yazması olmayan daha yirmilerinde olmasına rağmen balık yakalamaktan elleri buruş buruş olmuş karga kılıklı adamlarına benzeyecekti.Babası aksi bir adamdı ve Reysa'nın babasıyla kavgalıydı.Bu kızla fazla yakınlaştığını gören babası onu cezalandırmak için İmparatorluğun başkentine göndermişti. Yolda kafileleri, Sadyalıların saldırısına uğramış,bütün malları çalınmış kafilenin az bir bölümü sağ kalabilmişti. Kafilesi yağmalandıktan sonra bir daha köyüne dönmemişti.O günden beri Faer, yollarda, hanlarda ozanlık yapmış, kafilelerde verilen ayak işlerini yerine getirerek tüm Uruzi Hanlığı'nı gezmiş, bu sayede geçimini sağlamaya çalışmıştı. Şimdi, iki ay önce Urazant şehrine yolu düşmüştü. Madam Mariesa Crombelte onun okuma yazma yeteneğini beğenmiş, kütüphanesini ona emanet etmişti.
Urazant şehrini seviyordu, her ne kadar adı öyle çağrıştırsa da Urazant şehri Uruzi hanlığının başkenti değildi.Uruzi Hanlığının başkenti Törk ,Urazant şehrinin daha da kuzeybatısında bulunuyordu. Urazant Şehri, Zarah denizindeki en büyük liman kentiydi. Bu şehirle ilgili sevmediği tek şey en son Sadya işgalinden kalma kalesiydi. Pencereden hışımlı bir biçimde şehrin güneybatısından yükselen cilalı mermerlerin parıldattığı, üç büyük kuleye sahip şatoya baktı. Şatonun en büyük kulesinde Urazant şehrini yöneten Beahulk Noyan'ın kendisine ait sancağı ve Uruzi hanlığının yeşil zemin üzerine iki beyaz at ve bir yılan işlemeli sancağı görülüyordu.Saray, Urazant'ı işgal eden ve elli yıl ellerinde tutan Sadyalılar tarafından yapılmıştı. Aklına Sadyalılar hakkında söylenen klasik bir söz geldi bir an:
'Sadyalının kızı haman dövüşünde yenilene gülermiş.'
İşini bitirmek onu bir nebze olsun rahatlatmıştı. Masadan doğrulup sol tarafından kapıya doğru yürürken omzu bir kitaba çarptı. Kitap yere düştüğünde ismini inceledi. 'Alfendas'ın Gezi Rehberi:Kırıkyürek Adaları' Bu kitabı okumuştu. Kitap Zahar denizinin kuzeybatısında bulunan Kırıkyürek adalarını anlatıyordu. Bu adalara Kırıkyürek denmesinin sebebi haritada ucu güneybatıda olan kırık bir kalbi andırmalarıydı. Kırıkyürek adalarına Urazant şehrinden ortalama iki haftada gidilebiliyordu. Ayrıca bu adalara Bal Adaları da denirdi. Bunun nedeni adanın balının çok ünlü olmasıydı. Ada, diyarda bilinen en envai çeşit çiçeklere sahipti. Hatta yazar bu kitapta Kırıkyürek adalarının balını şu şekilde açıklamıştı.
"Bu eşsiz lezzetin tadı aynı minik bir kızın tatlılığına benzer."
Bu kitabı doğru yerine koymalıydı. Lakin bir şey fark etmişti normalde on üçüncü rafta olması gereken bu kitap otuzuncu raftan düşmüştü.Kendine kalırsa kitapların sayfaları karışmadığı sürece bir sorun yoktu ancak Madam bu konularda oldukça kuralcıydı. Onu kızdırmak istemezdi. Bu yüzden kitabı yerine koydu.
Onu da kızdırmak istemezdim.
Madamı, Reysa'nın annesine benzetiyordu. Bu yüzden onu ilk gördüğünde biraz ön yargılı yaklaşmıştı.Reysa'nın annesi aşırı derecede korkutucu bir kadındı. Tüm ev işlerini Reysa'ya yaptırırdı. Tabi bundan Reysa'nın ablası da sorumluydu. Hiçbir işte kılını kıpırdatmaz sadece beğendiği erkeğe hamarat gözükmek için arada sırada köyün rutubetli işlerine elini atardı. Ama Reysa öyle değildi diye düşündü. Madam ise, kırklarına yaklaşmış, sarışın olgun bir kadındı. Kendisinin Vladi olduğunu ilk baktığında anlamıştı. Urazant şehri Vladilerin, Kuzeylilerin ve Uruzilerin hemen eşit nüfuslara sahip oldukları yegane şehirlerdendi. Madam Mariesa'nın eşi on yıl önce tuhaf bir kazada tek oğluyla beraber ölmüştü. O günden beri, eşinin tüm mirası madama kalmıştı. Crambolte ailesi Urazant şehrindeki dokumacıların sahibiydi. Neredeyse tüm dokumacılar onlara çalışırdı. Ailenin şehir dışında bir çok yerde koyun çiftlikleri bulunmaktaydı. Crambolte köşkü Yezt meydanında bulunuyordu. Köşkün bahçesinin güneydoğusunda meydana sıfır olan bu eski kütüphaneyi Madam'ın dedesi yaptırmıştı. Kütüphanenin tek penceresinden bahçe görülmüyordu ancak kapıdan çıkınca Crambolte ailesinin o muazzam malikanesinin etrafına etek olmuş çeşit çeşit ağaç ve çiçeklerle dolu bir bahçeyle karşılaşırdınız.
Faer tüm bu düşüncelere dalmışken aniden kapısı çaldı.Gelen on beş yaşlarında köşkün genç uşaklarından Arıkatili Swan idi. Swan, saf, sarı saçlı bir gençti. Faer ile hemen hemen yakın bir zamandır malikanede çalışıyordu. Kendisine arıkatili denmesinin sebebi, ikinci haftasında Crambolte ailesinin kovanlarının bakımını yaparken sahaya bilmeden girmesi ve gün boyu peşinde bir arı sürüsüyle bahçenin bir köşesinden bir oraya bir buraya koşmasıydı. En sonunda yorulunca eline uzunca bir tahta sopa almış ve arılara gözleri kapalı komik bir şekilde sopayı savurmuştu. Bu hali köşk ahalisini çok eğlendirmiş, o günden beri çocuğa arıkatili unvanı takılmıştı.Genç Swan, her zamanki heyecanlı ses tonuyla;
"Efendim, sizi görmek isteyen birisi var.. E.. Daha doğrusu sizi Madam bahçede bekliyor.. Tabi sizi görmek isteyen saraylı konuğun yanında.."
Faer, Swan'ın bu hallerini tatlı bulurdu. "Gidip öğrenelim bakalım belki kraliçedir, öldürmedin değil mi? Centilmen çocuk seni." diyerek Swan'ın sırtına vurdu. Swan kendisine atılan lafa karşılık bulamayacağını bildiğinden sadece başını öne eğmekle yetindi.
Swan ve Faer kütüphaneden çıkıp bahçenin içlerine doğru yürümeye başladılar. Yerde çizgi çizgi ışıklar oluşmuştu. Gölgelerin nedeni bahçe yolunun her iki tarafından büyümüş büyük ağaçlardı. Yolun üzerini birbirlerine sarılan dallarıyla aynı bir tavan gibi kapatmışlardı. Biraz sonra yağmur ormanını andıran bu küçük habitat sonlanıyordu. Şimdi etrafı bozkır çiçekleri ve bodurlarla kaplı taş bir yola gelmişlerdi. Yol, sola doğru kıvrılıyordu. Madam ve konuğunun oturduğu beyaz taş çardak uzaktaydı, elma büyüklüğünde gözüküyordu. Genç Arı , Faer'e saygı duyardı. Onu, abisi olarak görürdü çünkü Faer diğerleri gibi ona bir ezikmiş gibi davranmıyordu. Uzun süren sessizliği yine Faer'in yol arkadaşı bozdu. "Madam Crambollte, son zamanlarda saraylıları daha fazla ağırlamayı başladı. Bazıları bunun Selizt'e karşı sarayın Crambolte ile ittifak yapmasına bağlıyorlar."
Açıkcası politika pek Faer'i ilgilendirmezdi. Ancak, Selizt hakkında ki bu söylemleri duyuyordu. Urazant şehrinde hatrı sayılır güçte üç aile bulunurdu. Vladi kökenli Selizt'in, Uruzi kökenli Vehlet Erdoan'ın ve Crambolte ailesi.Bu aileler, birbirleriyle şehir tarihi boyunca güç mücadelesi içinde olmuştu. Bu pek çok iç savaşa sebebiyet vermişti.Faer'in en tiksindiği kelimelerden biriydi savaş.
Bu yüzden "Madam, kendi ailesi için en doğrusunu yapacaktır." şeklinde karşılık verdi. Swan, biraz düşünceli bir biçimde devam etti. "Saraydan gelen adam Teprez'in adamı. Teprez'in son zamanlarda hanla arasının bozulduğunu duymuştum." Teprez, Saray'ın önemli ihtiyarlarındandı.Doğrusu, Faer ihtiyar hakkında pek bir şey bilmiyordu. Bütün bunları konuştuktan sonra Swan Faer'e bir kaç şeyden daha bahsetti ancak Faer'in ilgisizliği Genç Arı'nın bir süre sonra susmasına neden oldu.
Geri kalan yola sessizlik hakimdi. Baharın havası, Crambolte bahçesini tatlı meltemlerle vurmaktaydı. Nihayet, Faer ve Swan taş çardağa varmışlardı. Madam ve saraylı konuğu çardağın ortasından yükselen küçük fıskiyenin karşısında oturuyorlardı. Madam, yeşil boylu boyunca uzanan bir elbise giymişti. Çevrelerinde Madam ve konuğunun ihtiyaçlarını karşılamak için genç kızlar, orta yaşlı erkek uşaklar fır dönüyordu. Faer, Saraylının Madama söylediklerini dinlemeye koyuldu.
"Bilinen üzere, geçen yıl, Sadyalılar, Uruzi ordusunu hain bir pusuya düşürmüştü. Bu durum, bize neticeleri ağır anlaşmalar imzalamamıza sebep olmuştu. Beahulk Noyan, en son Han ile görüştükten sonra devletin yüksek kademelerinde bir Sadya casusu olabileceği bilgisini elde etmiş. Bu yüzden çoğu devlet adamıyla arasına soğuk duvarlar örüyor.."
Madam Faer'i görünce onu yanındaki boş yere davet etti. Bu ise, saraylıyı susturmuştu. Madam Faer'in yanındaki şişman uşağa bakarak emir verdi;
"Bize üç kadeh şarap getirin."
Faer, Madam'ın yanına biraz utanarak oturmuştu. Saraylıyı inceledi. Saraylı, mor bir kıyafet giymiş orta yaşlarda bir adamdı. Kısa siyah saçlara ve kısa temiz bir sakala sahipti. Saraylı Faer'i süzdükten sonra güler bir yüzle;
"Madamın bahsettiği okuma aşkıyla yanıp tutunan genç sen olmalısın değil mi? Faer Taelralis."
"Evet,efendim. Ta kendisi.
"Güzel, Taelralis köyü balıkçılarıyla ünlüdür. Avcı kandan geliyorsun. Ava çıkmayı sever misin?"
"İnsan avı dışındaki avlara da gerekmedikçe karşıyım."
"Çok daha iyi çünkü seni Teprez, bir araştırma gezisine yollamak istiyor."
Madam gülerek konuşmaya katıldı. "Teprez önemli bir dost, onun adamını ağırlamak benim için onurdur. Lütfen köşkümüzün şu nacizane şarabını tadınız baylar."
Daha önce emir verdiği şişman bir aşçı şarapları tepsinin üzerinde tek elleriyle getirdi. Önce madamın önüne koymaya başladı. Tam bu sırada şişman adamın göbeği taş çardağın kenarlarından birine çarptı ve elindeki tepsiyle dengesini kaybetti. Tüm şarap üstüne bocalandı ve kendisi de fıskiyenin içine bir domp sesiyle düşüverdi. "Madamım.. Çok özür dilerim. Hanımım lütfen affedin.." Genç uşak Swan Faer'in gözüne elleriyle ağzını tutarken yakalandı. Gerçi, herkes bu kadar komik bir olayı gülünçle karşılardı. Faer bile kendini zor tutmuştu. Madam bu olay üzerine "Bayım, bu yağ yığınının iyi hizmet edeceğini düşünmüştüm, sizden özür dilerim." diyerek ayağa kalktı. Yere düşen şişman uşak halan daha pervasızca "Madamım, tanrı aşkına affedin, lütfen.." diye yalvarmaya devam ediyor hanımının ayakkabılarını öpmeye çalışıyordu. Faer'in aklına bu olay üzerine şu komik demeç gelmişti.
" Kadının belinden, askerin kınından,rahibin ilminden, şişmanın ise dışkısından kork."
Saraylı hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam etti. "Kaç yaşındaydınız?"
Faer biraz gergin bir şekilde "18'imden gün alıyorum." dedi. 18 sayısı Faer'in uğursuz sayısıydı.
Saraylı ellerini çırptı "Çok iyi, tam aranılan profile uyuyor."
"Nasıl bir araştırma gezisiydi bu, av dediniz?"
"Bildiğim kadarıyla bir kitap avı."
"Kitap avı ha" Faer'in içi heyecan kıvılcımlarıyla dolmaya başlamıştı bile.
"Evet öyle. Saray'ın kütüphanesine geçen günlerde Uruzi orta yaşlı bir adam geldi. Adı Armagun. Kendisi Tiyvanist dinini araştıran bir yazar. Pek çok Uruzi şehrini gezmiş ve bilinen en uzun ciltlerden biri olan "Teber'in Kutsalı" adlı kitabın son cildini de burada bulmuş. Kendisi Tiyvanistlerin kayıp kitabı Osealion'un yerini işaret eden bir şifreyi çözdüğünü iddia ediyor."
"Osealion, şu ikinci çağdan kalma kayıp kitap, kimsenin bulamadığı?"
"Evet tam olarak o. Çözdüğü şifreye göre kitabın bir kısmı ya da tamamı Kırıkyürek adalarında olmalıymış."
Faer'in kalbi gittikçe heyecanlanmaya devam ediyordu. Kırıkyürek adalarına bir araştırma gezisine gitmek..
"Diyarın en romantik yerini her ozan görmek ister."
"Bu kabul ettiğiniz anlamına mı geliyor"
"Kesinlikle o anlama geliyor bayım."
"O vakit..." Saraylının sözünü madamın konuşması kesti:
"Baylar anlaştıysanız Faer'e bu gezilere yanında birini daha götürmesini emrediyorum."
Faer hemen ayağa kalkarak "Kimi götürmemi isterdiniz, hanımım?" diye sordu.
Madam Crambolte gözüyle ilerideki şişman uşağa baktı. " Her ne kadar şu beceriksiz uşağı göndermek istesem de balıklara yüzyılının ziyafetini çektirmek istemiyorum, bunun yerine genç işçi arımızı götürebilirsin." diyerek Swan'ı işaret etmişti. Swan şaşkınlık ve heyecan kattığı sözlerle "Hay hay madamım" dedi. Faer ve Swan madamın iznini almışlardı. Kalkıp sırayla Madam'ın eteğine öptüler ve duasını dilediler. Sonra, Saraylı geminin üç gün içinde yola çıkacağını ve bu süre zarfında saraya gelip isimlerini yazdırmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Swan, Faer ve Saraylı köşkün çıkışına bekleyen atlı arabaya doğru yürümeye başladılar.
Yürüyüşe bahçenin kapısına kadar madam da eşlik etmişti. Faer, Swan ve Saraylı atlı arabaya bindiler. Faer, Yezt Meydanı'na doğru göz gezdirdi. Yezt Meydanı'nın ortasında Tiyvanistlerin mabedi yükseliyordu. Meydanın tarihi şehrin kuruluş yıllarına kadar uzanırdı.Zemin,eski taşlarla kaplıydı. Bu civarda pek çok demirci atölyesi bulunurdu. Bu yüzden havası biraz boğuk geliyordu Faer'e. Bu demirci atölyelerin çoğu şehrin başka bir uçurumunda oturan Selizt'e aitti. Selizt'in şatosu Boykokçe Meydanı'nın taraflarındaydı. Halk arasında namı 'karartı' olarak bilinirdi.
At arabası hareket etmeye başladı. Saraya doğru giderlerken yine Faer'in göğsüne bir sıcak basmıştı. Sadyalılardan hepsinden nefret edecek kadar cahil biri değildi Faer ancak başından geçenler onlara önyargılı bir şekilde yaklaşmasına neden oluyordu. Ona göre, savaş kesinlikle bir cinayetti. Yezt Meydanından sonra ki durak Menteşe meydanıydı. Menteşe Meydanı'na giden yol giderek daralacak, kirlenecek, evler ise eskiyecekti bunu biliyordu Faer. Yollardan geçerken, su dilenen yaşlı kırık bacaklı amcaya, ellerindeki taşlarla ufukta uçuşan kuşları avlamaya çalışan masum çocuklara baktı. Yollar giderek çamurlanıyor, gürültü giderek artıyordu.
Sonunda Menteşe meydanına gelinmişti. Bu meydan Urazant şehrinin en fakir, en pis meydanıydı. Aynı zamanda en güvensiz meydanlarından biriydi. Yol boyunca meraklı Swan, Saraylıya pek çok soru sormuştu. Sadya casusu hakkında sorduğu soruya cevap vermek istemeyen saraylı Faer'in gözünden kaçmamıştı. Aniden uzun bir dur sesi duyuldu. Araba birdenbire durmuş, içindeki yolcular öne doğru sallanmıştı. Çok geçmeden bunun nedeninin klasik bir Uruzi-Vladi gençlerinin kavgası olduğu anlaşılmıştı. Kavga, alev şeklinde inşa edilmiş olan Espanom dininin tapınağının önünde gerçekleşmişti. Bu meydanın ortasında Espanom adı verilen dinin tapınağı yükseliyordu. Kavganın olduğu taraflara baktı Faer. En önde iri yarı Uruzi gençleri birbirine bıçak çekmişler, boğuşuyorlardı. Bir gencin, diğer çelimsiz bir gencin üzerine çıktığı ve onu bıçakladığını görünce içinden lanetler okumaktaydı. Arabanın etrafındaki askerler hemen olaya müdahil olmuşlardı. Yer yaralıların kanıyla dolmuştu. Uruzilerin, Vladilere tanıdığı bazı haklar vardı. Bu yüzden bu tarz olaylarda direk Vladi gençler tutuklanmıyor, kavgaya karışmış herkes birden tutuklanıyordu. Faer, ölünün olup olmadığını anlamamıştı ve öğrenmek de istediği pek söylenemezdi. Araba tekrar hareket etmeye başladı.
Faer'in o halini gören Saraylı;
"Savaş, bu durumlarda aptalca oluyor. Seni güçlendirmiyor, zayıflatıyorsa savaş aptalcadır."
Faer omzunu silkerek "Bence savaş her zaman aptalcadır." diye yanıtladı.
Araba, şimdi daha zengin ve konforlu yerlere doğru yaklaşıyordu. Burada Farven'in mekanı denen büyük bir han vardı. Boş olduğu zamanlar Faer buraya gelir ve ozanlık yapardı. Az sonra şehrin en büyük ve en görkemli meydanına giriş yaptılar. Şehrin ortasında geleneksel bir Uruzi okçusunun heykeli vardı. Bu heykel, Urazant şehrinin simgeler durumdaydı. Bu meydan, tüccarlar, hanlar, dükkanlar ile doluydu. Hali vakti iyi olan herkes bu meydanın çevresinde yaşamaktaydı. Meydanın kuzeybatısında denize doğru bakan bir uçurum vardı. Uçurumun üzerinde karartı denilen bir şato yükseliyordu. Bu şato Selizt'e aitti. Bu meydana Boykokçe meydanı denirdi. Meydanın ismi Urazmant'ın Uruziler tarafından Vladileri yenilgiye uğratıp alması sonucu Vlatmir'den Boykokçe'ye çevrilmişti.
Bu meydandan sonra büyük görkemli evler vardı. Şehrin zengin aileleri burada yaşıyordu. Bu evlerin sonunda Saray ormanına giriş yapılıyordu. Sarayın ormanı bozkırda yetişen ağaçlarla bezenmişti. Sarıya yakın bu ağaçlar o kadar sık değil seyrektiler. Saray ormanında avlanma yerleri, genel evler ve hanlar bulunurdu. Ayrıca şimdi bir yol kıvrımına doğru gelmekteydiler. Burası deniz yoluna yani limana çıkıyordu. Zahar denizi şimdi yolun kıyısındaydı, Saray ve şehir arasında ufak bir çay vardı. Bu çayın üzerindeki köprüden geçerken Faer, Urazmant Şehrinin iki adasına baktı. Bu adalardan birinde uzun siyah bir kule yükseliyordu. Bu kule, Urazmant'ın en büyük suçlularını içinde barındıran, tek bir penceresi dahi olmayan bir hapishaneydi.
At arabasından sarayın kapısında indiler. Saraylı, Faer ve Swan genç çocukların seslerinin geldiği büyük saray avlusuna girdiler. Avlu pek çok yerde merdivenlere sahipti. Gençlerin çoğunluğu avlunun toprak sahasında toplanmıştı. Burada pek çok bina ve ev vardı. Hepsi saray ailelerine verilmiş özel evlerdi. Saraylı, Faer ve Swan'a kendisini burada beklemelerini tembihlemişti. Bu yüzden Faer ve Swan gençlerin toplandığı alana doğru yaklaştılar. Çok geçmeden bunun saraylı oğlan ve kızların izlediği bir talim dövüşü olduğu anlaşılmıştı.
Faer daha yakından incelediğinde bu dövüşün bir haman dövüşü olduğunu gözlemledi. Çünkü savaşan erkeklerden birisi iri yarı kaslı , sarı saçlı bir çocuktu. Çoğu genç kızın bu erkeğe hayran olduğunu fark etmişti. Diğer çocuk ise siyah tenli çelimsiz bir çocuktu, saldırıları bile zar zor karşılıyordu. Halk arasında bu tarz dövüşler pek hoş karşılanmazdı ve adına haman dövüşü denirdi. Bir rakibin çok güçlü, diğerinin ise çok güçsüz olduğu savaşlara...
Çelimsiz erkek, karşısındaki erkeğe başarısız bir kılıç savuruşu yaptı bu onun kılıcı elinden düşürmesine sebebiyet vermişti.Karşısındaki iri kaslı çocuk ise gülerek çocuğa tekme attı ve çocuğun yüzünün toprağı öpmesini sağladı. Bunun üzerine çoğu erkek ve kız bu olaya gülmeye başladılar. Pek azı bu olayı çelimsiz çocuğa rencide edeceğini düşünüyor ve susuyordu. Erkeklerin arasından sessiz sakin olan birisi yerdeki çocuğa yaklaştı ve çocuğa elini uzattı. Çocuk, acınası gözleriyle minnettarca kurtarıcısına baktı ve uzatılan eli tuttu. Bunun üzerine pek çok genç alkışlamaya başlamıştı ki, kurtarıcı denen genç birden bire çocuğun tuttuğu eli bıraktı ve çocuğun tekrar sırt üstü toprağa düşmesine neden oldu. Bunun üzerine özellikle bir grup kız kahkahaya boğulmuştu.Bu grubun içinde dikkat çeken kızlardan birisi uzun boylu açık kahverengi gözlü, dalgalı saçlı iri yapılı bir kızdı. Faer içinden bu kızı ''kahkaha atan at suratlı bir ayıya" benzetmişti. Swan da Faer'in o kızı incelediğini görünce "Teprez'in kızı, adı Orsa diye..." fısıldadı.İşte şimdi tam olmuştu. Orsa da eski dilde 'minik ayı' demekti.
Bu düşüncelerini saraylıdan gelen sesler toparladı. Saraylı Armagun ve Teprez'in onları Teprez'in saraydaki odasında beklediği söyledi. Teprez'in odası sarayın iç kesimlerindeydi. Arkadaki büyük saray bahçesine doğru bakan penceresi vardı. Güneş buraya vurduğuna göre günün ikindi vaktine yaklaşmış olmalıydılar. Teprez, uzun sakallı biraz çatık gözlü bir ihtiyardı. Yan tarafta Teprez'in masasının yanındaki küçük masada oturan tek gözlüklü orta yaşlı bir adam vardı. Adam, hafif çekik gözlere ve siyah bir saray elbisesine sahipti. Saçları kısa ve kıvırcık olan bu adam, aynı zamanda saç diplerindeki beyazlıklarla dikkat çekiyordu. Kendisi heyecanla Osealion'un yerini nasıl bulduğunu anlatmaya başladı.
"Hoş geldiniz, delikanlılar. Hoş geldiniz..Şimdi size çözdüğüm şifreyi nasıl çözdüğümü ve bunu yapmak için ne kadar uğraştığımı anlatacağım. Eğer bu konularla ilgili değilseniz hemen şimdi çıkabilirsiniz." Son sözü gülerek söylemişti. Faer nazik bir şekilde "Devam edin Armagun Bey." dedi. Armagun ise onlara bakara "Faer ve Swan'dı değil mi? Genç kanları görmek beni heyecanlandırıyor." İki genç, başlarını sallayarak yanıtladılar. Armagun büyük araştırmasını anlatmaya koyuldu.
"Evet. Sizi sıkmadan size nasıl anlatabilirim?" Gözlüğünü çıkarıp temizledi ve sonra geri taktı.
"Gördüğünüz üzere burada halk arasında Tanrı'nın iki gözü olarak bilinen An ve Mu Ayları var. Bu ayları her gece yıldızların arasından görüyor musunuz? Hayır! Bu ayları siz belirli zamanlarda belirli şekillerde görüyorsunuz ve bazenler yine belirli zamanlarda hiç görmüyorsunuz. Teber'in Kutsalı'nda Espanom dinine Tiyvanizm'in alt mezhebi olarak çıkmış bir din olduğu bahsediliyor. Ben de Espanomların Espini Takvimi'ni bu kutsal kitapta verilen şifreli on yedi sayısında aradım. Bakınız."
Armagun önünde bulunan kalın kitabı açtı. Kitabın bir sayfasında on yedi diğer bir sayfasında karşılıklı hilal şekli vardı. Sonra konuşmasına devam etti:
"Bu gördüğünüz kitap Teber'in Kutsalı'nın son cildi, bu şehirde bulduğum kitap. Bu kitapta gördüğünüz iki ayın karşılıklı hilal şeklinin diyarda ayın espini takvimine göre göründüğü beş tane yer var. Ben bu yerleri teker teker buldum ve gördüğünüz harita üzerinde işaretledim."
Armagun'un çıkardığı harita da işaretli noktalar kuzeydoğuyu andıran bir oku anlatmaktaydı. Okun ucu ise Kırıkyürek adalarını göstermekteydi.
"İşte gördüğünüz gibi Osealion'un bir kısmı ya da tamamı bu adalarda olabilir.Bu yüzden iki gün sonra Kırıkyürek adalarına doğru bir yolculuğa çıkacağım.Hayır çıkacağız. Adlarınızı buraya yazabilirsiniz genç kanlar..."
Faer ve Swan imzasını attıktan sonra hayranlıkla bu esrarengiz adama baktılar. Faer böyle bir şifrenin olabileceğini inanmıştı lakin bu çok büyük bir riskti. Armagun'a "Bahsettiğiniz noktaların o şekilde birleşmediğini varsayarsak bu çok büyük bir risk." diyerek kuşkusunu belli etti.
Armagun ise gülerek "Evet, kesinlikle büyük bir risk ama bilgi peşinde koşan taze beyinler için atlanmayacak risk, durdurulabilecek bir gemi yoktur." dedi. Sonra ekledi "Eğer Osealion'u bulursak, bu diyarda... dostlarım her şeyi baştan aşağıya değiştirebiliriz. Savaşları bitirebilir ve Buhratranlar Tiyvanistler ve Espanomlar arasındaki savaşı bitirirsek, diyar tek yumruk olabilir. İnsanların bilime, bilgiye, ve tek medeniyete ulaşmasında tarihe adımızı yazdıracak kişiler olabiliriz."
Faer adamın konuşmasına hayran kalmıştı. Genç kandı o. Hemen ozanlığın getirdiği hazır cevaplılıkla "Eğer de bulamazsak adına aşk afeti deriz. Sonuçta kırıkyürekler her yerdeler. Belki de şifre budur."
Armagun tebessümle "Sen Ozansın değil mi? En son şiirini ne zaman yazdın?"
"28 gün önce efendim." Evet Faer yirmi sekiz gündür yoğun tempodan dolayı şiir yazmıyordu. Özellikle Reysa'ya en son yazdığı 'Affet' isimli şiiri hatırladı.(5) Tam
Armagun şiiri okumasını isteyecekken orada olduğu unutulmuş bir ihtiyarın sesi odayı doldurdu.
"Anlaşma yapıldıysa, herkes kendi odalarına çekilebilir. Hayallerinize ulaşmanız ümidiyle... Şimdi bu hayallerine ulaşamamış ihtiyarı yalnız bırakın ki hayallerine bir adım daha yaklaşabilsin."
Swan,Faer ve Armagun Teprez'e baktılar. Üçünün de bu ihtiyarı kızdırmak istemediği belliydi. O yüzden iki gün sonra limanda buluşmak üzere söz aldılar ve saraydan ayrıldılar.
****
Saray ziyaretinin üstünden iki gün geçmişti. Faer son kez Farven'in yerine uğramak istemişti. İşte bu yüzden Boykokçe Meydanında idi. Mekanın avlusuna girerken etrafa bakındı. Zengin soylu çapkınlar, rütbesi diğerlerinden üstün olan askerler ve bir kaç dedikoducu koca karı avludaki masaları işgal etmişti. Her masanın arasında tellerle mekandan bahçedeki direğe bağlanmış ipe asılı fenerler vardı. Bu fenerlerden sönmüş olanları yakmaya uğraşan işçiler, işçilerin arasından güzel olanları en yakın genel eve atmak isteyen cenah kesimler de gözden kaçmıyordu. Faer bunları izlerken arkasından birisinin ona 'Ozan, bir türkü çığır bize.' diye seslendiğini duymuştu. Hiç havasında değildi o yüzden dalgın bir biçimde yürümeye devam etti. Yarın, araştırma gezisine gidecekti ve kendisine Urazant şehrini sevdiren bu mekanı gitmeden son bir kez daha görmek istemişti.
Hanın içine girdiğinde yere dökülmüş yemekler, kırılmış şaraplar dikkatini çekti. Farven'i gene çıldırtmışlar diye düşündü. Farven, üst katta ,daha elitlerin olduğu yerde, olmalıydı.Merdivenlerden çıktıktan sonra gelen misafirleri inceledi. Misafirlerin arasında şehrin en iyi okçusu Sardakklı Jahar adlı bir kadındı. Jahar Hatuner, Urazant şehrinin okçu kumandanıydı. Kendisine 'Yay Güzeli ' lakabı verilmişti. Çünkü, siyah uzun dalgalı saçları, esmer teni ve yeşil gözleriyle bekar erkeklerin ağzını sulandıracak güzelliğe sahipti. Henüz yirmili yaşlarında olan bu kadın bu gece de neşeli gözüküyordu. Çevresine yine kendisine iltifatlar yağdıran erkekler toplanmıştı. Ama, içeri Faer girdiğinde Sardakklı hatun gözünü ona çevirmişti. Yanına yaklaşıp "Genç Ozan, sesinle mutlu et bizi." dedi. Faer, genç okçuya gülümseyerek "Havamda değilim." demekle yetindi. Bunun üzerine hatuner de fazla üstelememişti.
Faer, hala Reysa'yı seviyordu. Hayatı boyunca daha hiç bir kızla yatmamıştı. Onun yeşil gözlerini, siyah saçlarını hatırına gelir gibi oldu bir an. Hayal dünyasına dalması gerektiğini anlamıştı. Bu yüzden yalnız başına kenardaki masalardan birine oturdu. Geçirdiği anıları düşündü.
Yeşil gözlerin güneşin altında onun rengini alıyordu. İnsanın baktıkça kalbinden pompalanan kan kalbine pompalanmış gibi oluyordu.
Yaklaşık iki sene önceydi. Köyden kovulmadan da bir iki ay önce. Reysa, Faer'e üç tane bitki ismi vermişti. Kendisine bakıp;
"Biliyorum ben yanında gelmezsem senin gibi bir saf bunları bulamayacak, ama yine de bulursan gözüme girersin." demiş ve ardından gülmüştü. Faer, onun bu kibirli hallerine bayılıyordu. İstediği bitkiler sumeleği, yabaniçeli ve Teof otu idi. Bu bitkileri bulmaya çalışırken baya zorlanmıştı. Sumeleğini bulmasına Teof Boğazı'nın üstünde uçan martılar yardımcı olmuştu. Onları takip etmesi gerektiğini de zamanında Reysa söylemişti. Yabaniçeli'ni uzun yürüyüşler sonucunda görmediği bir mağaranın yanında bulmuştu. Onu yerden köküyle beraber sökerken neredeyse delik şeklindeki bu mağaraya düşüyordu.
Ne salakmışım.
Son bitki ise en rezil olanıydı. Teof Otu, Teof yöresine ait bir çok derde derman olan şifalı bir bitkiydi. O, çoğu zaman kendi içine doğru kıvrılmış bir yılana benzetilirdi. Faer ise bu bitkiyi ararken yanlışlıkla kendi içine kıvrılmış yeşil bir yılanı bu bitkiden sanmıştı. Küçük ve zehirli olan bu yılan neredeyse Faer'i sokuyordu, canını son anda kurtarmıştı.
Ne aptalmışım.
Faer, bunu biraz sesli söylemiş olacak ki karşısındaki Farven'in 'Evet, bazenler tam bir şapsalsın evlat.' dediğini duydu. Farven, palabıyık orta yaşlarda bir adamdı. Hancı önlüğüyle oldukça komik gözüküyordu. Faer sadece gülmekle yetindi. Farven, Faer'e "E, niye uzun süredir hana uğramıyorsun evlat?" diye sordu.
"Yoğunum."
"Bence aşıksın sen evlat." Gülerek Faer'in sırtına vurdu.
"Ava gidiyorum yarın."
"Her aşık genç gibi."
Faer gülerek "Ama bizimki gemiyle." dedi.
"Yine her aşık gibi.Balığa mı?"
"Balık değil "
Farven, palabıyığını oynatarak Faer'in yanıtını beklediğini belli etti.
"Kitap olsa gerek"
"Okuma aşkıyla bir gün kafayı yiyeceksin.Hangi güzellikmiş o?"
Faer, tereddüt içindeydi:
"Osealion"
"Ne o seli niye mi yiyor?"
"O-SE-Lİ-ON"
"Ha, şu kayıp antik kitap."
"Tam üstüne bastın."
"Neredeymiş?" Farven meraklı gözlerle Faer'i süzmekteydi.
"Bal Adaları"
"Kırıkyürek'e gitmek bu zamanlar tehlikelidir, denizler fırtına dolu."
"Kuzey denizi daha da fazla."
"Kendine dikkat et oğlum, sesinden bizi eksik etme aman ha."
"Böyle dedin, bu gün içki senden değilse bundan böyle yan handayım."
Gülümser bir edayla "Yolun açık olsun" demekle yetindi Farven.
"Sizin de işiniz." diyerek Faer bu tatlı muhabbeti sona erdirdi.
Handan çıktığında ahırın yanından geçiyordu. Akşam vaktiydi, gökyüzünde tanrının gözleri parlıyordu. İki ay:An ve Mu...
At kişnemelerine kulak kesildi. Ahır, bu zamanlarda yoğun olurdu. Bahar ayıydı. Atlar, çiftliklerde en çok bu zamanlar çiftleşirler, doğum yaparlar ortaya birbirinden güzel midilliler çıkarırlardı. Uruzi atları diyarın en iyi atlarıydı. Faer, ahırın kenarındaki gözlerini kendisine doğru dikmiş minik midilliye baktı. Kesinlikle bu midilli bir Uruzi midillisiydi.Yeleleri yetişkin bir ata kıyasla çok daha kısaydı. Simsiyah tüylere sahipti. Atların en yakışıklısı diye düşündü Faer. Minik midilliye bakarken aklına şu sözler gelmişti:
"Uruzi'nin midillisi, alemin atına bedeldir."
FAER
Güneş ışığı, Faer'in çalıştığı masanın arkasındaki pencereden geliyordu. Bu, Faer'in çalışma alanına kendi gölgesinin düşmesini sağlamaktaydı. Faer vaziyetten rahatsız olmuş olacak ki sandalyeyi biraz sola doğru çekti. Yazması gereken sadece iki satır yer kalmıştı. Bunları yazdıktan sonra eksik bir iş bırakmamak için etrafa bakmaya başladı. Faer, on yedilerinde açık tenli koyu kahverengi gözlü bir gençti. Masanın önünde beş adımlık bir hol kapıya doğru uzanıyordu. Holun iki tarafında raflar hola dik gelecek şekilde sıralanmıştı. En arkadaki rafların üstünde yeşil bir duvar parlıyordu. Duvarın alt tarafı ise beyazdı ve bu kısımda kütüphanenin kahverengi kapısı bulunuyordu. Kapı ve raflar cilalanmış tahtadan yapılmıştı. Raflar, eski olmasına rağmen insana sağlam olduklarını hissettiriyorlardı.
Faer'in çalıştığı bu kütüphane onun Urazant şehrine yerleşmesini sağlamıştı. Madam Crombellte'nın köşkündeki bu kütüphane şehirdeki iki kütüphaneden biriydi. Diğer kütüphanelerin birisi pencereden gözüken Yezt Meydanı'nın tam ortasında bulunan Tiyvanist Mabedinde bulunuyordu. Tiyvanizm, Uruzi Hanlığında en çok inanılan dindi. Uruzi Hanlığı, diyarın kuzey doğusunda bulunan topraklara hükmediyordu. Faer'in kendisi de Uruzi idi ama bu topraklarda doğmamıştı. Faer Taelralis soyadından anlaşılacağı üzere Taelralis Köyü'nde dünyaya gelmişti. Daha da güneyde, Teof Boğazı'nın olduğu yerde. O zamanlar İmparatorluğa şimdi ise Sadyalılara ait topraklar. Faer, iki yıl önce kasabadan babasının zoruyla ayrılmak zorunda kalmıştı.Hiç severek yapmamıştı bu işi çünkü köydeki Reysa adlı bir kıza aşıktı. Reysa, babasının dediği basit bir çiftçinin kızı olabilirdi ama onun sayesinde okumayı öğrenmiş, onun sayesinde ozan olabilmişti. Hatta belki onla tanışmasaydı hala Taelralis'in okuma yazması olmayan daha yirmilerinde olmasına rağmen balık yakalamaktan elleri buruş buruş olmuş karga kılıklı adamlarına benzeyecekti.Babası aksi bir adamdı ve Reysa'nın babasıyla kavgalıydı.Bu kızla fazla yakınlaştığını gören babası onu cezalandırmak için İmparatorluğun başkentine göndermişti. Yolda kafileleri, Sadyalıların saldırısına uğramış,bütün malları çalınmış kafilenin az bir bölümü sağ kalabilmişti. Kafilesi yağmalandıktan sonra bir daha köyüne dönmemişti.O günden beri Faer, yollarda, hanlarda ozanlık yapmış, kafilelerde verilen ayak işlerini yerine getirerek tüm Uruzi Hanlığı'nı gezmiş, bu sayede geçimini sağlamaya çalışmıştı. Şimdi, iki ay önce Urazant şehrine yolu düşmüştü. Madam Mariesa Crombelte onun okuma yazma yeteneğini beğenmiş, kütüphanesini ona emanet etmişti.
Urazant şehrini seviyordu, her ne kadar adı öyle çağrıştırsa da Urazant şehri Uruzi hanlığının başkenti değildi.Uruzi Hanlığının başkenti Törk ,Urazant şehrinin daha da kuzeybatısında bulunuyordu. Urazant Şehri, Zarah denizindeki en büyük liman kentiydi. Bu şehirle ilgili sevmediği tek şey en son Sadya işgalinden kalma kalesiydi. Pencereden hışımlı bir biçimde şehrin güneybatısından yükselen cilalı mermerlerin parıldattığı, üç büyük kuleye sahip şatoya baktı. Şatonun en büyük kulesinde Urazant şehrini yöneten Beahulk Noyan'ın kendisine ait sancağı ve Uruzi hanlığının yeşil zemin üzerine iki beyaz at ve bir yılan işlemeli sancağı görülüyordu.Saray, Urazant'ı işgal eden ve elli yıl ellerinde tutan Sadyalılar tarafından yapılmıştı. Aklına Sadyalılar hakkında söylenen klasik bir söz geldi bir an:
'Sadyalının kızı haman dövüşünde yenilene gülermiş.'
İşini bitirmek onu bir nebze olsun rahatlatmıştı. Masadan doğrulup sol tarafından kapıya doğru yürürken omzu bir kitaba çarptı. Kitap yere düştüğünde ismini inceledi. 'Alfendas'ın Gezi Rehberi:Kırıkyürek Adaları' Bu kitabı okumuştu. Kitap Zahar denizinin kuzeybatısında bulunan Kırıkyürek adalarını anlatıyordu. Bu adalara Kırıkyürek denmesinin sebebi haritada ucu güneybatıda olan kırık bir kalbi andırmalarıydı. Kırıkyürek adalarına Urazant şehrinden ortalama iki haftada gidilebiliyordu. Ayrıca bu adalara Bal Adaları da denirdi. Bunun nedeni adanın balının çok ünlü olmasıydı. Ada, diyarda bilinen en envai çeşit çiçeklere sahipti. Hatta yazar bu kitapta Kırıkyürek adalarının balını şu şekilde açıklamıştı.
"Bu eşsiz lezzetin tadı aynı minik bir kızın tatlılığına benzer."
Bu kitabı doğru yerine koymalıydı. Lakin bir şey fark etmişti normalde on üçüncü rafta olması gereken bu kitap otuzuncu raftan düşmüştü.Kendine kalırsa kitapların sayfaları karışmadığı sürece bir sorun yoktu ancak Madam bu konularda oldukça kuralcıydı. Onu kızdırmak istemezdi. Bu yüzden kitabı yerine koydu.
Onu da kızdırmak istemezdim.
Madamı, Reysa'nın annesine benzetiyordu. Bu yüzden onu ilk gördüğünde biraz ön yargılı yaklaşmıştı.Reysa'nın annesi aşırı derecede korkutucu bir kadındı. Tüm ev işlerini Reysa'ya yaptırırdı. Tabi bundan Reysa'nın ablası da sorumluydu. Hiçbir işte kılını kıpırdatmaz sadece beğendiği erkeğe hamarat gözükmek için arada sırada köyün rutubetli işlerine elini atardı. Ama Reysa öyle değildi diye düşündü. Madam ise, kırklarına yaklaşmış, sarışın olgun bir kadındı. Kendisinin Vladi olduğunu ilk baktığında anlamıştı. Urazant şehri Vladilerin, Kuzeylilerin ve Uruzilerin hemen eşit nüfuslara sahip oldukları yegane şehirlerdendi. Madam Mariesa'nın eşi on yıl önce tuhaf bir kazada tek oğluyla beraber ölmüştü. O günden beri, eşinin tüm mirası madama kalmıştı. Crambolte ailesi Urazant şehrindeki dokumacıların sahibiydi. Neredeyse tüm dokumacılar onlara çalışırdı. Ailenin şehir dışında bir çok yerde koyun çiftlikleri bulunmaktaydı. Crambolte köşkü Yezt meydanında bulunuyordu. Köşkün bahçesinin güneydoğusunda meydana sıfır olan bu eski kütüphaneyi Madam'ın dedesi yaptırmıştı. Kütüphanenin tek penceresinden bahçe görülmüyordu ancak kapıdan çıkınca Crambolte ailesinin o muazzam malikanesinin etrafına etek olmuş çeşit çeşit ağaç ve çiçeklerle dolu bir bahçeyle karşılaşırdınız.
Faer tüm bu düşüncelere dalmışken aniden kapısı çaldı.Gelen on beş yaşlarında köşkün genç uşaklarından Arıkatili Swan idi. Swan, saf, sarı saçlı bir gençti. Faer ile hemen hemen yakın bir zamandır malikanede çalışıyordu. Kendisine arıkatili denmesinin sebebi, ikinci haftasında Crambolte ailesinin kovanlarının bakımını yaparken sahaya bilmeden girmesi ve gün boyu peşinde bir arı sürüsüyle bahçenin bir köşesinden bir oraya bir buraya koşmasıydı. En sonunda yorulunca eline uzunca bir tahta sopa almış ve arılara gözleri kapalı komik bir şekilde sopayı savurmuştu. Bu hali köşk ahalisini çok eğlendirmiş, o günden beri çocuğa arıkatili unvanı takılmıştı.Genç Swan, her zamanki heyecanlı ses tonuyla;
"Efendim, sizi görmek isteyen birisi var.. E.. Daha doğrusu sizi Madam bahçede bekliyor.. Tabi sizi görmek isteyen saraylı konuğun yanında.."
Faer, Swan'ın bu hallerini tatlı bulurdu. "Gidip öğrenelim bakalım belki kraliçedir, öldürmedin değil mi? Centilmen çocuk seni." diyerek Swan'ın sırtına vurdu. Swan kendisine atılan lafa karşılık bulamayacağını bildiğinden sadece başını öne eğmekle yetindi.
Swan ve Faer kütüphaneden çıkıp bahçenin içlerine doğru yürümeye başladılar. Yerde çizgi çizgi ışıklar oluşmuştu. Gölgelerin nedeni bahçe yolunun her iki tarafından büyümüş büyük ağaçlardı. Yolun üzerini birbirlerine sarılan dallarıyla aynı bir tavan gibi kapatmışlardı. Biraz sonra yağmur ormanını andıran bu küçük habitat sonlanıyordu. Şimdi etrafı bozkır çiçekleri ve bodurlarla kaplı taş bir yola gelmişlerdi. Yol, sola doğru kıvrılıyordu. Madam ve konuğunun oturduğu beyaz taş çardak uzaktaydı, elma büyüklüğünde gözüküyordu. Genç Arı , Faer'e saygı duyardı. Onu, abisi olarak görürdü çünkü Faer diğerleri gibi ona bir ezikmiş gibi davranmıyordu. Uzun süren sessizliği yine Faer'in yol arkadaşı bozdu. "Madam Crambollte, son zamanlarda saraylıları daha fazla ağırlamayı başladı. Bazıları bunun Selizt'e karşı sarayın Crambolte ile ittifak yapmasına bağlıyorlar."
Açıkcası politika pek Faer'i ilgilendirmezdi. Ancak, Selizt hakkında ki bu söylemleri duyuyordu. Urazant şehrinde hatrı sayılır güçte üç aile bulunurdu. Vladi kökenli Selizt'in, Uruzi kökenli Vehlet Erdoan'ın ve Crambolte ailesi.Bu aileler, birbirleriyle şehir tarihi boyunca güç mücadelesi içinde olmuştu. Bu pek çok iç savaşa sebebiyet vermişti.Faer'in en tiksindiği kelimelerden biriydi savaş.
Bu yüzden "Madam, kendi ailesi için en doğrusunu yapacaktır." şeklinde karşılık verdi. Swan, biraz düşünceli bir biçimde devam etti. "Saraydan gelen adam Teprez'in adamı. Teprez'in son zamanlarda hanla arasının bozulduğunu duymuştum." Teprez, Saray'ın önemli ihtiyarlarındandı.Doğrusu, Faer ihtiyar hakkında pek bir şey bilmiyordu. Bütün bunları konuştuktan sonra Swan Faer'e bir kaç şeyden daha bahsetti ancak Faer'in ilgisizliği Genç Arı'nın bir süre sonra susmasına neden oldu.
Geri kalan yola sessizlik hakimdi. Baharın havası, Crambolte bahçesini tatlı meltemlerle vurmaktaydı. Nihayet, Faer ve Swan taş çardağa varmışlardı. Madam ve saraylı konuğu çardağın ortasından yükselen küçük fıskiyenin karşısında oturuyorlardı. Madam, yeşil boylu boyunca uzanan bir elbise giymişti. Çevrelerinde Madam ve konuğunun ihtiyaçlarını karşılamak için genç kızlar, orta yaşlı erkek uşaklar fır dönüyordu. Faer, Saraylının Madama söylediklerini dinlemeye koyuldu.
"Bilinen üzere, geçen yıl, Sadyalılar, Uruzi ordusunu hain bir pusuya düşürmüştü. Bu durum, bize neticeleri ağır anlaşmalar imzalamamıza sebep olmuştu. Beahulk Noyan, en son Han ile görüştükten sonra devletin yüksek kademelerinde bir Sadya casusu olabileceği bilgisini elde etmiş. Bu yüzden çoğu devlet adamıyla arasına soğuk duvarlar örüyor.."
Madam Faer'i görünce onu yanındaki boş yere davet etti. Bu ise, saraylıyı susturmuştu. Madam Faer'in yanındaki şişman uşağa bakarak emir verdi;
"Bize üç kadeh şarap getirin."
Faer, Madam'ın yanına biraz utanarak oturmuştu. Saraylıyı inceledi. Saraylı, mor bir kıyafet giymiş orta yaşlarda bir adamdı. Kısa siyah saçlara ve kısa temiz bir sakala sahipti. Saraylı Faer'i süzdükten sonra güler bir yüzle;
"Madamın bahsettiği okuma aşkıyla yanıp tutunan genç sen olmalısın değil mi? Faer Taelralis."
"Evet,efendim. Ta kendisi.
"Güzel, Taelralis köyü balıkçılarıyla ünlüdür. Avcı kandan geliyorsun. Ava çıkmayı sever misin?"
"İnsan avı dışındaki avlara da gerekmedikçe karşıyım."
"Çok daha iyi çünkü seni Teprez, bir araştırma gezisine yollamak istiyor."
Madam gülerek konuşmaya katıldı. "Teprez önemli bir dost, onun adamını ağırlamak benim için onurdur. Lütfen köşkümüzün şu nacizane şarabını tadınız baylar."
Daha önce emir verdiği şişman bir aşçı şarapları tepsinin üzerinde tek elleriyle getirdi. Önce madamın önüne koymaya başladı. Tam bu sırada şişman adamın göbeği taş çardağın kenarlarından birine çarptı ve elindeki tepsiyle dengesini kaybetti. Tüm şarap üstüne bocalandı ve kendisi de fıskiyenin içine bir domp sesiyle düşüverdi. "Madamım.. Çok özür dilerim. Hanımım lütfen affedin.." Genç uşak Swan Faer'in gözüne elleriyle ağzını tutarken yakalandı. Gerçi, herkes bu kadar komik bir olayı gülünçle karşılardı. Faer bile kendini zor tutmuştu. Madam bu olay üzerine "Bayım, bu yağ yığınının iyi hizmet edeceğini düşünmüştüm, sizden özür dilerim." diyerek ayağa kalktı. Yere düşen şişman uşak halan daha pervasızca "Madamım, tanrı aşkına affedin, lütfen.." diye yalvarmaya devam ediyor hanımının ayakkabılarını öpmeye çalışıyordu. Faer'in aklına bu olay üzerine şu komik demeç gelmişti.
" Kadının belinden, askerin kınından,rahibin ilminden, şişmanın ise dışkısından kork."
Saraylı hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam etti. "Kaç yaşındaydınız?"
Faer biraz gergin bir şekilde "18'imden gün alıyorum." dedi. 18 sayısı Faer'in uğursuz sayısıydı.
Saraylı ellerini çırptı "Çok iyi, tam aranılan profile uyuyor."
"Nasıl bir araştırma gezisiydi bu, av dediniz?"
"Bildiğim kadarıyla bir kitap avı."
"Kitap avı ha" Faer'in içi heyecan kıvılcımlarıyla dolmaya başlamıştı bile.
"Evet öyle. Saray'ın kütüphanesine geçen günlerde Uruzi orta yaşlı bir adam geldi. Adı Armagun. Kendisi Tiyvanist dinini araştıran bir yazar. Pek çok Uruzi şehrini gezmiş ve bilinen en uzun ciltlerden biri olan "Teber'in Kutsalı" adlı kitabın son cildini de burada bulmuş. Kendisi Tiyvanistlerin kayıp kitabı Osealion'un yerini işaret eden bir şifreyi çözdüğünü iddia ediyor."
"Osealion, şu ikinci çağdan kalma kayıp kitap, kimsenin bulamadığı?"
"Evet tam olarak o. Çözdüğü şifreye göre kitabın bir kısmı ya da tamamı Kırıkyürek adalarında olmalıymış."
Faer'in kalbi gittikçe heyecanlanmaya devam ediyordu. Kırıkyürek adalarına bir araştırma gezisine gitmek..
"Diyarın en romantik yerini her ozan görmek ister."
"Bu kabul ettiğiniz anlamına mı geliyor"
"Kesinlikle o anlama geliyor bayım."
"O vakit..." Saraylının sözünü madamın konuşması kesti:
"Baylar anlaştıysanız Faer'e bu gezilere yanında birini daha götürmesini emrediyorum."
Faer hemen ayağa kalkarak "Kimi götürmemi isterdiniz, hanımım?" diye sordu.
Madam Crambolte gözüyle ilerideki şişman uşağa baktı. " Her ne kadar şu beceriksiz uşağı göndermek istesem de balıklara yüzyılının ziyafetini çektirmek istemiyorum, bunun yerine genç işçi arımızı götürebilirsin." diyerek Swan'ı işaret etmişti. Swan şaşkınlık ve heyecan kattığı sözlerle "Hay hay madamım" dedi. Faer ve Swan madamın iznini almışlardı. Kalkıp sırayla Madam'ın eteğine öptüler ve duasını dilediler. Sonra, Saraylı geminin üç gün içinde yola çıkacağını ve bu süre zarfında saraya gelip isimlerini yazdırmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Swan, Faer ve Saraylı köşkün çıkışına bekleyen atlı arabaya doğru yürümeye başladılar.
Yürüyüşe bahçenin kapısına kadar madam da eşlik etmişti. Faer, Swan ve Saraylı atlı arabaya bindiler. Faer, Yezt Meydanı'na doğru göz gezdirdi. Yezt Meydanı'nın ortasında Tiyvanistlerin mabedi yükseliyordu. Meydanın tarihi şehrin kuruluş yıllarına kadar uzanırdı.Zemin,eski taşlarla kaplıydı. Bu civarda pek çok demirci atölyesi bulunurdu. Bu yüzden havası biraz boğuk geliyordu Faer'e. Bu demirci atölyelerin çoğu şehrin başka bir uçurumunda oturan Selizt'e aitti. Selizt'in şatosu Boykokçe Meydanı'nın taraflarındaydı. Halk arasında namı 'karartı' olarak bilinirdi.
At arabası hareket etmeye başladı. Saraya doğru giderlerken yine Faer'in göğsüne bir sıcak basmıştı. Sadyalılardan hepsinden nefret edecek kadar cahil biri değildi Faer ancak başından geçenler onlara önyargılı bir şekilde yaklaşmasına neden oluyordu. Ona göre, savaş kesinlikle bir cinayetti. Yezt Meydanından sonra ki durak Menteşe meydanıydı. Menteşe Meydanı'na giden yol giderek daralacak, kirlenecek, evler ise eskiyecekti bunu biliyordu Faer. Yollardan geçerken, su dilenen yaşlı kırık bacaklı amcaya, ellerindeki taşlarla ufukta uçuşan kuşları avlamaya çalışan masum çocuklara baktı. Yollar giderek çamurlanıyor, gürültü giderek artıyordu.
Sonunda Menteşe meydanına gelinmişti. Bu meydan Urazant şehrinin en fakir, en pis meydanıydı. Aynı zamanda en güvensiz meydanlarından biriydi. Yol boyunca meraklı Swan, Saraylıya pek çok soru sormuştu. Sadya casusu hakkında sorduğu soruya cevap vermek istemeyen saraylı Faer'in gözünden kaçmamıştı. Aniden uzun bir dur sesi duyuldu. Araba birdenbire durmuş, içindeki yolcular öne doğru sallanmıştı. Çok geçmeden bunun nedeninin klasik bir Uruzi-Vladi gençlerinin kavgası olduğu anlaşılmıştı. Kavga, alev şeklinde inşa edilmiş olan Espanom dininin tapınağının önünde gerçekleşmişti. Bu meydanın ortasında Espanom adı verilen dinin tapınağı yükseliyordu. Kavganın olduğu taraflara baktı Faer. En önde iri yarı Uruzi gençleri birbirine bıçak çekmişler, boğuşuyorlardı. Bir gencin, diğer çelimsiz bir gencin üzerine çıktığı ve onu bıçakladığını görünce içinden lanetler okumaktaydı. Arabanın etrafındaki askerler hemen olaya müdahil olmuşlardı. Yer yaralıların kanıyla dolmuştu. Uruzilerin, Vladilere tanıdığı bazı haklar vardı. Bu yüzden bu tarz olaylarda direk Vladi gençler tutuklanmıyor, kavgaya karışmış herkes birden tutuklanıyordu. Faer, ölünün olup olmadığını anlamamıştı ve öğrenmek de istediği pek söylenemezdi. Araba tekrar hareket etmeye başladı.
Faer'in o halini gören Saraylı;
"Savaş, bu durumlarda aptalca oluyor. Seni güçlendirmiyor, zayıflatıyorsa savaş aptalcadır."
Faer omzunu silkerek "Bence savaş her zaman aptalcadır." diye yanıtladı.
Araba, şimdi daha zengin ve konforlu yerlere doğru yaklaşıyordu. Burada Farven'in mekanı denen büyük bir han vardı. Boş olduğu zamanlar Faer buraya gelir ve ozanlık yapardı. Az sonra şehrin en büyük ve en görkemli meydanına giriş yaptılar. Şehrin ortasında geleneksel bir Uruzi okçusunun heykeli vardı. Bu heykel, Urazant şehrinin simgeler durumdaydı. Bu meydan, tüccarlar, hanlar, dükkanlar ile doluydu. Hali vakti iyi olan herkes bu meydanın çevresinde yaşamaktaydı. Meydanın kuzeybatısında denize doğru bakan bir uçurum vardı. Uçurumun üzerinde karartı denilen bir şato yükseliyordu. Bu şato Selizt'e aitti. Bu meydana Boykokçe meydanı denirdi. Meydanın ismi Urazmant'ın Uruziler tarafından Vladileri yenilgiye uğratıp alması sonucu Vlatmir'den Boykokçe'ye çevrilmişti.
Bu meydandan sonra büyük görkemli evler vardı. Şehrin zengin aileleri burada yaşıyordu. Bu evlerin sonunda Saray ormanına giriş yapılıyordu. Sarayın ormanı bozkırda yetişen ağaçlarla bezenmişti. Sarıya yakın bu ağaçlar o kadar sık değil seyrektiler. Saray ormanında avlanma yerleri, genel evler ve hanlar bulunurdu. Ayrıca şimdi bir yol kıvrımına doğru gelmekteydiler. Burası deniz yoluna yani limana çıkıyordu. Zahar denizi şimdi yolun kıyısındaydı, Saray ve şehir arasında ufak bir çay vardı. Bu çayın üzerindeki köprüden geçerken Faer, Urazmant Şehrinin iki adasına baktı. Bu adalardan birinde uzun siyah bir kule yükseliyordu. Bu kule, Urazmant'ın en büyük suçlularını içinde barındıran, tek bir penceresi dahi olmayan bir hapishaneydi.
At arabasından sarayın kapısında indiler. Saraylı, Faer ve Swan genç çocukların seslerinin geldiği büyük saray avlusuna girdiler. Avlu pek çok yerde merdivenlere sahipti. Gençlerin çoğunluğu avlunun toprak sahasında toplanmıştı. Burada pek çok bina ve ev vardı. Hepsi saray ailelerine verilmiş özel evlerdi. Saraylı, Faer ve Swan'a kendisini burada beklemelerini tembihlemişti. Bu yüzden Faer ve Swan gençlerin toplandığı alana doğru yaklaştılar. Çok geçmeden bunun saraylı oğlan ve kızların izlediği bir talim dövüşü olduğu anlaşılmıştı.
Faer daha yakından incelediğinde bu dövüşün bir haman dövüşü olduğunu gözlemledi. Çünkü savaşan erkeklerden birisi iri yarı kaslı , sarı saçlı bir çocuktu. Çoğu genç kızın bu erkeğe hayran olduğunu fark etmişti. Diğer çocuk ise siyah tenli çelimsiz bir çocuktu, saldırıları bile zar zor karşılıyordu. Halk arasında bu tarz dövüşler pek hoş karşılanmazdı ve adına haman dövüşü denirdi. Bir rakibin çok güçlü, diğerinin ise çok güçsüz olduğu savaşlara...
Çelimsiz erkek, karşısındaki erkeğe başarısız bir kılıç savuruşu yaptı bu onun kılıcı elinden düşürmesine sebebiyet vermişti.Karşısındaki iri kaslı çocuk ise gülerek çocuğa tekme attı ve çocuğun yüzünün toprağı öpmesini sağladı. Bunun üzerine çoğu erkek ve kız bu olaya gülmeye başladılar. Pek azı bu olayı çelimsiz çocuğa rencide edeceğini düşünüyor ve susuyordu. Erkeklerin arasından sessiz sakin olan birisi yerdeki çocuğa yaklaştı ve çocuğa elini uzattı. Çocuk, acınası gözleriyle minnettarca kurtarıcısına baktı ve uzatılan eli tuttu. Bunun üzerine pek çok genç alkışlamaya başlamıştı ki, kurtarıcı denen genç birden bire çocuğun tuttuğu eli bıraktı ve çocuğun tekrar sırt üstü toprağa düşmesine neden oldu. Bunun üzerine özellikle bir grup kız kahkahaya boğulmuştu.Bu grubun içinde dikkat çeken kızlardan birisi uzun boylu açık kahverengi gözlü, dalgalı saçlı iri yapılı bir kızdı. Faer içinden bu kızı ''kahkaha atan at suratlı bir ayıya" benzetmişti. Swan da Faer'in o kızı incelediğini görünce "Teprez'in kızı, adı Orsa diye..." fısıldadı.İşte şimdi tam olmuştu. Orsa da eski dilde 'minik ayı' demekti.
Bu düşüncelerini saraylıdan gelen sesler toparladı. Saraylı Armagun ve Teprez'in onları Teprez'in saraydaki odasında beklediği söyledi. Teprez'in odası sarayın iç kesimlerindeydi. Arkadaki büyük saray bahçesine doğru bakan penceresi vardı. Güneş buraya vurduğuna göre günün ikindi vaktine yaklaşmış olmalıydılar. Teprez, uzun sakallı biraz çatık gözlü bir ihtiyardı. Yan tarafta Teprez'in masasının yanındaki küçük masada oturan tek gözlüklü orta yaşlı bir adam vardı. Adam, hafif çekik gözlere ve siyah bir saray elbisesine sahipti. Saçları kısa ve kıvırcık olan bu adam, aynı zamanda saç diplerindeki beyazlıklarla dikkat çekiyordu. Kendisi heyecanla Osealion'un yerini nasıl bulduğunu anlatmaya başladı.
"Hoş geldiniz, delikanlılar. Hoş geldiniz..Şimdi size çözdüğüm şifreyi nasıl çözdüğümü ve bunu yapmak için ne kadar uğraştığımı anlatacağım. Eğer bu konularla ilgili değilseniz hemen şimdi çıkabilirsiniz." Son sözü gülerek söylemişti. Faer nazik bir şekilde "Devam edin Armagun Bey." dedi. Armagun ise onlara bakara "Faer ve Swan'dı değil mi? Genç kanları görmek beni heyecanlandırıyor." İki genç, başlarını sallayarak yanıtladılar. Armagun büyük araştırmasını anlatmaya koyuldu.
"Evet. Sizi sıkmadan size nasıl anlatabilirim?" Gözlüğünü çıkarıp temizledi ve sonra geri taktı.
"Gördüğünüz üzere burada halk arasında Tanrı'nın iki gözü olarak bilinen An ve Mu Ayları var. Bu ayları her gece yıldızların arasından görüyor musunuz? Hayır! Bu ayları siz belirli zamanlarda belirli şekillerde görüyorsunuz ve bazenler yine belirli zamanlarda hiç görmüyorsunuz. Teber'in Kutsalı'nda Espanom dinine Tiyvanizm'in alt mezhebi olarak çıkmış bir din olduğu bahsediliyor. Ben de Espanomların Espini Takvimi'ni bu kutsal kitapta verilen şifreli on yedi sayısında aradım. Bakınız."
Armagun önünde bulunan kalın kitabı açtı. Kitabın bir sayfasında on yedi diğer bir sayfasında karşılıklı hilal şekli vardı. Sonra konuşmasına devam etti:
"Bu gördüğünüz kitap Teber'in Kutsalı'nın son cildi, bu şehirde bulduğum kitap. Bu kitapta gördüğünüz iki ayın karşılıklı hilal şeklinin diyarda ayın espini takvimine göre göründüğü beş tane yer var. Ben bu yerleri teker teker buldum ve gördüğünüz harita üzerinde işaretledim."
Armagun'un çıkardığı harita da işaretli noktalar kuzeydoğuyu andıran bir oku anlatmaktaydı. Okun ucu ise Kırıkyürek adalarını göstermekteydi.
"İşte gördüğünüz gibi Osealion'un bir kısmı ya da tamamı bu adalarda olabilir.Bu yüzden iki gün sonra Kırıkyürek adalarına doğru bir yolculuğa çıkacağım.Hayır çıkacağız. Adlarınızı buraya yazabilirsiniz genç kanlar..."
Faer ve Swan imzasını attıktan sonra hayranlıkla bu esrarengiz adama baktılar. Faer böyle bir şifrenin olabileceğini inanmıştı lakin bu çok büyük bir riskti. Armagun'a "Bahsettiğiniz noktaların o şekilde birleşmediğini varsayarsak bu çok büyük bir risk." diyerek kuşkusunu belli etti.
Armagun ise gülerek "Evet, kesinlikle büyük bir risk ama bilgi peşinde koşan taze beyinler için atlanmayacak risk, durdurulabilecek bir gemi yoktur." dedi. Sonra ekledi "Eğer Osealion'u bulursak, bu diyarda... dostlarım her şeyi baştan aşağıya değiştirebiliriz. Savaşları bitirebilir ve Buhratranlar Tiyvanistler ve Espanomlar arasındaki savaşı bitirirsek, diyar tek yumruk olabilir. İnsanların bilime, bilgiye, ve tek medeniyete ulaşmasında tarihe adımızı yazdıracak kişiler olabiliriz."
Faer adamın konuşmasına hayran kalmıştı. Genç kandı o. Hemen ozanlığın getirdiği hazır cevaplılıkla "Eğer de bulamazsak adına aşk afeti deriz. Sonuçta kırıkyürekler her yerdeler. Belki de şifre budur."
Armagun tebessümle "Sen Ozansın değil mi? En son şiirini ne zaman yazdın?"
"28 gün önce efendim." Evet Faer yirmi sekiz gündür yoğun tempodan dolayı şiir yazmıyordu. Özellikle Reysa'ya en son yazdığı 'Affet' isimli şiiri hatırladı.(5) Tam
Armagun şiiri okumasını isteyecekken orada olduğu unutulmuş bir ihtiyarın sesi odayı doldurdu.
"Anlaşma yapıldıysa, herkes kendi odalarına çekilebilir. Hayallerinize ulaşmanız ümidiyle... Şimdi bu hayallerine ulaşamamış ihtiyarı yalnız bırakın ki hayallerine bir adım daha yaklaşabilsin."
Swan,Faer ve Armagun Teprez'e baktılar. Üçünün de bu ihtiyarı kızdırmak istemediği belliydi. O yüzden iki gün sonra limanda buluşmak üzere söz aldılar ve saraydan ayrıldılar.
****
Saray ziyaretinin üstünden iki gün geçmişti. Faer son kez Farven'in yerine uğramak istemişti. İşte bu yüzden Boykokçe Meydanında idi. Mekanın avlusuna girerken etrafa bakındı. Zengin soylu çapkınlar, rütbesi diğerlerinden üstün olan askerler ve bir kaç dedikoducu koca karı avludaki masaları işgal etmişti. Her masanın arasında tellerle mekandan bahçedeki direğe bağlanmış ipe asılı fenerler vardı. Bu fenerlerden sönmüş olanları yakmaya uğraşan işçiler, işçilerin arasından güzel olanları en yakın genel eve atmak isteyen cenah kesimler de gözden kaçmıyordu. Faer bunları izlerken arkasından birisinin ona 'Ozan, bir türkü çığır bize.' diye seslendiğini duymuştu. Hiç havasında değildi o yüzden dalgın bir biçimde yürümeye devam etti. Yarın, araştırma gezisine gidecekti ve kendisine Urazant şehrini sevdiren bu mekanı gitmeden son bir kez daha görmek istemişti.
Hanın içine girdiğinde yere dökülmüş yemekler, kırılmış şaraplar dikkatini çekti. Farven'i gene çıldırtmışlar diye düşündü. Farven, üst katta ,daha elitlerin olduğu yerde, olmalıydı.Merdivenlerden çıktıktan sonra gelen misafirleri inceledi. Misafirlerin arasında şehrin en iyi okçusu Sardakklı Jahar adlı bir kadındı. Jahar Hatuner, Urazant şehrinin okçu kumandanıydı. Kendisine 'Yay Güzeli ' lakabı verilmişti. Çünkü, siyah uzun dalgalı saçları, esmer teni ve yeşil gözleriyle bekar erkeklerin ağzını sulandıracak güzelliğe sahipti. Henüz yirmili yaşlarında olan bu kadın bu gece de neşeli gözüküyordu. Çevresine yine kendisine iltifatlar yağdıran erkekler toplanmıştı. Ama, içeri Faer girdiğinde Sardakklı hatun gözünü ona çevirmişti. Yanına yaklaşıp "Genç Ozan, sesinle mutlu et bizi." dedi. Faer, genç okçuya gülümseyerek "Havamda değilim." demekle yetindi. Bunun üzerine hatuner de fazla üstelememişti.
Faer, hala Reysa'yı seviyordu. Hayatı boyunca daha hiç bir kızla yatmamıştı. Onun yeşil gözlerini, siyah saçlarını hatırına gelir gibi oldu bir an. Hayal dünyasına dalması gerektiğini anlamıştı. Bu yüzden yalnız başına kenardaki masalardan birine oturdu. Geçirdiği anıları düşündü.
Yeşil gözlerin güneşin altında onun rengini alıyordu. İnsanın baktıkça kalbinden pompalanan kan kalbine pompalanmış gibi oluyordu.
Yaklaşık iki sene önceydi. Köyden kovulmadan da bir iki ay önce. Reysa, Faer'e üç tane bitki ismi vermişti. Kendisine bakıp;
"Biliyorum ben yanında gelmezsem senin gibi bir saf bunları bulamayacak, ama yine de bulursan gözüme girersin." demiş ve ardından gülmüştü. Faer, onun bu kibirli hallerine bayılıyordu. İstediği bitkiler sumeleği, yabaniçeli ve Teof otu idi. Bu bitkileri bulmaya çalışırken baya zorlanmıştı. Sumeleğini bulmasına Teof Boğazı'nın üstünde uçan martılar yardımcı olmuştu. Onları takip etmesi gerektiğini de zamanında Reysa söylemişti. Yabaniçeli'ni uzun yürüyüşler sonucunda görmediği bir mağaranın yanında bulmuştu. Onu yerden köküyle beraber sökerken neredeyse delik şeklindeki bu mağaraya düşüyordu.
Ne salakmışım.
Son bitki ise en rezil olanıydı. Teof Otu, Teof yöresine ait bir çok derde derman olan şifalı bir bitkiydi. O, çoğu zaman kendi içine doğru kıvrılmış bir yılana benzetilirdi. Faer ise bu bitkiyi ararken yanlışlıkla kendi içine kıvrılmış yeşil bir yılanı bu bitkiden sanmıştı. Küçük ve zehirli olan bu yılan neredeyse Faer'i sokuyordu, canını son anda kurtarmıştı.
Ne aptalmışım.
Faer, bunu biraz sesli söylemiş olacak ki karşısındaki Farven'in 'Evet, bazenler tam bir şapsalsın evlat.' dediğini duydu. Farven, palabıyık orta yaşlarda bir adamdı. Hancı önlüğüyle oldukça komik gözüküyordu. Faer sadece gülmekle yetindi. Farven, Faer'e "E, niye uzun süredir hana uğramıyorsun evlat?" diye sordu.
"Yoğunum."
"Bence aşıksın sen evlat." Gülerek Faer'in sırtına vurdu.
"Ava gidiyorum yarın."
"Her aşık genç gibi."
Faer gülerek "Ama bizimki gemiyle." dedi.
"Yine her aşık gibi.Balığa mı?"
"Balık değil "
Farven, palabıyığını oynatarak Faer'in yanıtını beklediğini belli etti.
"Kitap olsa gerek"
"Okuma aşkıyla bir gün kafayı yiyeceksin.Hangi güzellikmiş o?"
Faer, tereddüt içindeydi:
"Osealion"
"Ne o seli niye mi yiyor?"
"O-SE-Lİ-ON"
"Ha, şu kayıp antik kitap."
"Tam üstüne bastın."
"Neredeymiş?" Farven meraklı gözlerle Faer'i süzmekteydi.
"Bal Adaları"
"Kırıkyürek'e gitmek bu zamanlar tehlikelidir, denizler fırtına dolu."
"Kuzey denizi daha da fazla."
"Kendine dikkat et oğlum, sesinden bizi eksik etme aman ha."
"Böyle dedin, bu gün içki senden değilse bundan böyle yan handayım."
Gülümser bir edayla "Yolun açık olsun" demekle yetindi Farven.
"Sizin de işiniz." diyerek Faer bu tatlı muhabbeti sona erdirdi.
Handan çıktığında ahırın yanından geçiyordu. Akşam vaktiydi, gökyüzünde tanrının gözleri parlıyordu. İki ay:An ve Mu...
At kişnemelerine kulak kesildi. Ahır, bu zamanlarda yoğun olurdu. Bahar ayıydı. Atlar, çiftliklerde en çok bu zamanlar çiftleşirler, doğum yaparlar ortaya birbirinden güzel midilliler çıkarırlardı. Uruzi atları diyarın en iyi atlarıydı. Faer, ahırın kenarındaki gözlerini kendisine doğru dikmiş minik midilliye baktı. Kesinlikle bu midilli bir Uruzi midillisiydi.Yeleleri yetişkin bir ata kıyasla çok daha kısaydı. Simsiyah tüylere sahipti. Atların en yakışıklısı diye düşündü Faer. Minik midilliye bakarken aklına şu sözler gelmişti:
"Uruzi'nin midillisi, alemin atına bedeldir."