Evet arkadaşlar, yine ben. Aklıma böyle bir proje geldi yapayım dedim. Gelecek bölüm ne zaman gelir bilemem ama siz yine de takipte kalın. Kısa oldu biraz ama gelecek bölümleri daha uzun yapmayı planlıyorum. Eleştirilerinizi bekliyorum. İyi okumalar
GİRİŞ
"Doğuda, bozkırların yeni efendisi Moğollar yükseliyordu. Garpta ise; Hilalin altında Müslümanlar, Haçın altında Hristiyanlar kutsal şehir "Kudüs" için mücadele ediyorlardı. Tam bu iki olayın merkezinde iki gizemli tarikat büyük bir mükafat için harbe girmek üzereydiler. Tüm bunların ortak noktası ise, "Onlar" idi.
O'nun Destanı:Avcı
GİRİŞ
"Doğuda, bozkırların yeni efendisi Moğollar yükseliyordu. Garpta ise; Hilalin altında Müslümanlar, Haçın altında Hristiyanlar kutsal şehir "Kudüs" için mücadele ediyorlardı. Tam bu iki olayın merkezinde iki gizemli tarikat büyük bir mükafat için harbe girmek üzereydiler. Tüm bunların ortak noktası ise, "Onlar" idi.
O'nun Destanı:Avcı
Tüm acun yeni gelecek bir ilkbaharın sevincini yaşıyordu o sırada. Orta Asya’nın tekinsiz bir ormanın içinde doğal denge aksamadan devam ediyordu. Orman yukarıdan bakıldığında ağaçlık görünebilirdi lakin içine girdiğinizde etrafta kardan bol başka bir şeyin olmadığı beşer gözüne ilk çarpan detaydı.
Karlar içinde sükûnet dolu bir öğlen yaşıyordu yine. İri ve yaşlı bir geyik umutsuzca beyaz bir örtünün arasında kendi karnını doyurmak için bir şeyler arıyordu. Bir adım attı, başıyla yerdeki örtüyü kaldırmaya çalıştı ama nafile. Yiyecek hiçbir şey bulunmamaktaydı. Tekrar birkaç adım attı. Bu sefer bir gariplik var gibiydi. Yeri koklayınca ona tanıdık gelmeyen bir rayiha hissetti. Bu da neyin nesiydi? Diye düşündü içinden.
Birkaç saniye düşünmeye kalmadan karların arasında bir çehre fırladı. Geyiğin boğazını hızlıca kavradı ve aynı hızda zavallı hayvanın boynunu kırarak öldürdü. Onun adı ya da namı “Avcı” idi. Türklere has, badem iri gözlere sahip, sırık lakabını alabilecek kadar uzun, avcı adını alabilecek kadar cesur ve sinsi, Alp olabilecek kadar iyi dövüşebilecek biriydi.
Esmer yüzünü beyazlaştıran karları elinin tersiyle sildi. Kaşlarını bulaşan karları ise kahverengi gözlerini kapatıp yine ayını eliyle karları buradan arındırdı. Bugün aç kalmayacağı belli olmuştu. İri bir geyiği midesine indirecekti. Fakat hızlı olmalıydı yoksa buralarda dolaşan diğer yabani yırtıcı yaratıklar başına üşüşebilirdi.
Fazla vakit kaybetmeden geyiği yakınlarda bulunan mağarayı andıran geçici kulübesine götürdü. Sivri ve bir o kadar keskin hançeriyle geyiğin dersini bir güzel yüzdü. Az sayıdaki ağacıyla minik bir ateş yaktı. Malum bu soğukta ateş yakmak imkânsıza yakındı.
Uzun bir dal yardımı ile parçalara ayırdığı geyik etini pişirdi. Afiyetle karnına indirdikten sonra geçip biraz uzandı. Ateşini söndürmemişti çünkü etraftaki yırtıcılar gelebilirlerdi. Avcı, düşüncesine bu cehennem yerde ondan başka insan yaşayamazdı.
Uzun bir uyku girmişti…
***************************************************************************
Avcı’nın kulağına garip ses geldi. Bu da neyin nesiydi böyle, diye geçirdi içinden. İki adam sessiz ama telaşlı bir vaziyette konuşuyorlardı. Avcı, başta pek bir mana veremedi bu hasbihale fakat bir müddet sonra hem muhabbet daha da anlaşılır olmuştu hem de seda daha yakından geliyordu.
“Sence bu işin sonunda kaç para alabiliriz,” dedi, içlerinden sesi ince olan. Bir süre ses yine kesildi.
“Eğer işi yine eline yüzüne bulaştırmaz isen kolaylıkla hal olur.” Dedi. Bu sefer diğeri konuşmuştu.
İki kişi olmalıydılar, şeklinde düşündü Avcı. Ama emin olmamakla birlikte kılıcını kendine doğru yaklaştırdı. Hiç ses çıkmamıştı bu hareketinden. Kılıcının kabzasını, dallara asılan maymunlar gibi sıkıca tuttu. Adamlar biraz daha yaklaşmış gibiydiler. Artık mağaranın içine girmiş olmalıydılar.
“Ne! Ama burası boş,” dedi Avcı’nın düşmanlarından biri. “O pis hergele nereye gitti böyle!”
"Birisi bize şaka yapıyor olmalı,” dedi diğeri. Sesinde telaş daha fazla olmakla beraber şimdi kulağa daha genç geliyordu. “Dedikleri bölgeye geldik ama kimse yok.”
İkisi daha etrafı kolaçan etmeye varmadan Avcı saklandığı yerden çıktı. Elindeki kılıcıyla rakiplerinin üstüne doğru koştu. İki düşmanın da tipi kaymıştı. Buralara pek alışkın değildiler. Birisi daha kılıcını yukarı kaldırmadan Avcı çevikliğini kullanarak kendi kılıcıyla düşmanın kılıcını hapsetti. Ardından yine aynı şahsa sertçe kafa attı. Sonra, yüzüne aynı hızda bir yumruk ve kılıcı ile adamın dizlerinin arkalarına birer kesik. İlk rakibi yere düşmüştü bile. Sıra diğerine geldi. Arkadaşının yere düştüğünü fark etmeye kalmadan, Avcı kılıcını adamın karnına saplamaya kalktı ama düşman iyi çıktı. Bir anda geriye çekildi ve kılıcını Avcıya doğru savurdu.
Avcı, kıvrak bir manevra ile kılıcın altından geçti. Avcı, doğadaki hayvanların karması gibiydi. Aslan kadar güçlü, çakal kadar sinsi, atlar kadar hızlı, maymun gibi çevik ve insan kadar zeki... Adama bir kez daha savurdu kılıcını. Bu sefer o kadar hızlıydı ki adam hareket yapamadan karnından yara aldı. Yere düştü. Birkaç saniye içinde adamın ağzından mide bulandırıcı kanlar gelmeye başladı. Lakin Avcı o kadar soğukkanlıydı ki hiçbir şey olmamış gibi yerde yatan rakibinin başına gitti, zavallı adamın karnının üstüne oturarak eylemde bulunmasını engelledi.
“Bre gafil! Söyle bakalım kimin adamısın, adın sanın nedir?” dedi. Sonrasında adamın tamda burnuna gelecek şekilde yumruk atarak.
“Söylemez isen seni diri halde kurtların önüne atar ve iştahla yemelerini izlerim. Yok, eğer söylersen yine seni öldürür fakat bu sefer bir mezara koyarım.”
“Yapmayın beyim! Biz sizin kim olduğunuzu dahi bilmemekteyiz,” dedi. Konuşurken birkaç kez duraksadı korkusundan. “Size her şeyi anlatırım. Lütfen bana acıyın!”
“O zaman durmadan anlat hele, neymiş derdin?” dedi Avcı. Sesinde hiçbir farklılık yoktu. Sanki çok yakından bir dostuyla hasbihal ediyordu.
“Bizi tanımadığımız bir adam gönderdi. Daha sizin kim olduğunuzdan bile emin değilim. Sadece Alp olduğunuzu biliyorum. Başka bir malumatım yok lakin sizi ormanın dışından bekleyen büyük…” dedi. Sesi kesildi. Arkadan gelen az önce Avcı’nın öldü diye bildiği adamın elinde hançeriyle gelişiydi. Avcı anında yana savurdu kendisini. Adam yanlışlıkla mı, bilerek mi olsa arkadaşının karnına sapladı elindeki silahını.
Avcı hemen olayı kavradı. Her vakit belinde tuttuğu hançerini adama son darbe vurmak için bir daha savurdu. Bu sefer direk boğazına yaptı hamlesini. İki düşman da gebermişti. Avcı, sorguladığı adamın son dediklerini bir daha düşündü. Bu doğru bir malumat olabilirdi. Malum, düşmanları pek fazla idi. Onun başına büyük ödüller bile konmuştu. Cihanın birçok yerinde Beyler onun kellesini almak için sabırsızlanıyordu.
Şimdi uzun bir düşünme faslıydı. Ne yapmalıydı, nereye gitmeliydi ve bu tekinsiz yerde kime güvenmeliydi? Aklındaki soruların cevabını şimdilik bilmiyor idi ama bir müddet sonra öğreneceği kesindi.
O bunları düşünedururken burnuna bir koku ilişti. Mağaranın dışına baktığında hiç de iyi olmayan bir manzarayla karşı karşıya kaldı.
Karlar içinde sükûnet dolu bir öğlen yaşıyordu yine. İri ve yaşlı bir geyik umutsuzca beyaz bir örtünün arasında kendi karnını doyurmak için bir şeyler arıyordu. Bir adım attı, başıyla yerdeki örtüyü kaldırmaya çalıştı ama nafile. Yiyecek hiçbir şey bulunmamaktaydı. Tekrar birkaç adım attı. Bu sefer bir gariplik var gibiydi. Yeri koklayınca ona tanıdık gelmeyen bir rayiha hissetti. Bu da neyin nesiydi? Diye düşündü içinden.
Birkaç saniye düşünmeye kalmadan karların arasında bir çehre fırladı. Geyiğin boğazını hızlıca kavradı ve aynı hızda zavallı hayvanın boynunu kırarak öldürdü. Onun adı ya da namı “Avcı” idi. Türklere has, badem iri gözlere sahip, sırık lakabını alabilecek kadar uzun, avcı adını alabilecek kadar cesur ve sinsi, Alp olabilecek kadar iyi dövüşebilecek biriydi.
Esmer yüzünü beyazlaştıran karları elinin tersiyle sildi. Kaşlarını bulaşan karları ise kahverengi gözlerini kapatıp yine ayını eliyle karları buradan arındırdı. Bugün aç kalmayacağı belli olmuştu. İri bir geyiği midesine indirecekti. Fakat hızlı olmalıydı yoksa buralarda dolaşan diğer yabani yırtıcı yaratıklar başına üşüşebilirdi.
Fazla vakit kaybetmeden geyiği yakınlarda bulunan mağarayı andıran geçici kulübesine götürdü. Sivri ve bir o kadar keskin hançeriyle geyiğin dersini bir güzel yüzdü. Az sayıdaki ağacıyla minik bir ateş yaktı. Malum bu soğukta ateş yakmak imkânsıza yakındı.
Uzun bir dal yardımı ile parçalara ayırdığı geyik etini pişirdi. Afiyetle karnına indirdikten sonra geçip biraz uzandı. Ateşini söndürmemişti çünkü etraftaki yırtıcılar gelebilirlerdi. Avcı, düşüncesine bu cehennem yerde ondan başka insan yaşayamazdı.
Uzun bir uyku girmişti…
***************************************************************************
Avcı’nın kulağına garip ses geldi. Bu da neyin nesiydi böyle, diye geçirdi içinden. İki adam sessiz ama telaşlı bir vaziyette konuşuyorlardı. Avcı, başta pek bir mana veremedi bu hasbihale fakat bir müddet sonra hem muhabbet daha da anlaşılır olmuştu hem de seda daha yakından geliyordu.
“Sence bu işin sonunda kaç para alabiliriz,” dedi, içlerinden sesi ince olan. Bir süre ses yine kesildi.
“Eğer işi yine eline yüzüne bulaştırmaz isen kolaylıkla hal olur.” Dedi. Bu sefer diğeri konuşmuştu.
İki kişi olmalıydılar, şeklinde düşündü Avcı. Ama emin olmamakla birlikte kılıcını kendine doğru yaklaştırdı. Hiç ses çıkmamıştı bu hareketinden. Kılıcının kabzasını, dallara asılan maymunlar gibi sıkıca tuttu. Adamlar biraz daha yaklaşmış gibiydiler. Artık mağaranın içine girmiş olmalıydılar.
“Ne! Ama burası boş,” dedi Avcı’nın düşmanlarından biri. “O pis hergele nereye gitti böyle!”
"Birisi bize şaka yapıyor olmalı,” dedi diğeri. Sesinde telaş daha fazla olmakla beraber şimdi kulağa daha genç geliyordu. “Dedikleri bölgeye geldik ama kimse yok.”
İkisi daha etrafı kolaçan etmeye varmadan Avcı saklandığı yerden çıktı. Elindeki kılıcıyla rakiplerinin üstüne doğru koştu. İki düşmanın da tipi kaymıştı. Buralara pek alışkın değildiler. Birisi daha kılıcını yukarı kaldırmadan Avcı çevikliğini kullanarak kendi kılıcıyla düşmanın kılıcını hapsetti. Ardından yine aynı şahsa sertçe kafa attı. Sonra, yüzüne aynı hızda bir yumruk ve kılıcı ile adamın dizlerinin arkalarına birer kesik. İlk rakibi yere düşmüştü bile. Sıra diğerine geldi. Arkadaşının yere düştüğünü fark etmeye kalmadan, Avcı kılıcını adamın karnına saplamaya kalktı ama düşman iyi çıktı. Bir anda geriye çekildi ve kılıcını Avcıya doğru savurdu.
Avcı, kıvrak bir manevra ile kılıcın altından geçti. Avcı, doğadaki hayvanların karması gibiydi. Aslan kadar güçlü, çakal kadar sinsi, atlar kadar hızlı, maymun gibi çevik ve insan kadar zeki... Adama bir kez daha savurdu kılıcını. Bu sefer o kadar hızlıydı ki adam hareket yapamadan karnından yara aldı. Yere düştü. Birkaç saniye içinde adamın ağzından mide bulandırıcı kanlar gelmeye başladı. Lakin Avcı o kadar soğukkanlıydı ki hiçbir şey olmamış gibi yerde yatan rakibinin başına gitti, zavallı adamın karnının üstüne oturarak eylemde bulunmasını engelledi.
“Bre gafil! Söyle bakalım kimin adamısın, adın sanın nedir?” dedi. Sonrasında adamın tamda burnuna gelecek şekilde yumruk atarak.
“Söylemez isen seni diri halde kurtların önüne atar ve iştahla yemelerini izlerim. Yok, eğer söylersen yine seni öldürür fakat bu sefer bir mezara koyarım.”
“Yapmayın beyim! Biz sizin kim olduğunuzu dahi bilmemekteyiz,” dedi. Konuşurken birkaç kez duraksadı korkusundan. “Size her şeyi anlatırım. Lütfen bana acıyın!”
“O zaman durmadan anlat hele, neymiş derdin?” dedi Avcı. Sesinde hiçbir farklılık yoktu. Sanki çok yakından bir dostuyla hasbihal ediyordu.
“Bizi tanımadığımız bir adam gönderdi. Daha sizin kim olduğunuzdan bile emin değilim. Sadece Alp olduğunuzu biliyorum. Başka bir malumatım yok lakin sizi ormanın dışından bekleyen büyük…” dedi. Sesi kesildi. Arkadan gelen az önce Avcı’nın öldü diye bildiği adamın elinde hançeriyle gelişiydi. Avcı anında yana savurdu kendisini. Adam yanlışlıkla mı, bilerek mi olsa arkadaşının karnına sapladı elindeki silahını.
Avcı hemen olayı kavradı. Her vakit belinde tuttuğu hançerini adama son darbe vurmak için bir daha savurdu. Bu sefer direk boğazına yaptı hamlesini. İki düşman da gebermişti. Avcı, sorguladığı adamın son dediklerini bir daha düşündü. Bu doğru bir malumat olabilirdi. Malum, düşmanları pek fazla idi. Onun başına büyük ödüller bile konmuştu. Cihanın birçok yerinde Beyler onun kellesini almak için sabırsızlanıyordu.
Şimdi uzun bir düşünme faslıydı. Ne yapmalıydı, nereye gitmeliydi ve bu tekinsiz yerde kime güvenmeliydi? Aklındaki soruların cevabını şimdilik bilmiyor idi ama bir müddet sonra öğreneceği kesindi.
O bunları düşünedururken burnuna bir koku ilişti. Mağaranın dışına baktığında hiç de iyi olmayan bir manzarayla karşı karşıya kaldı.