Oğuz o gece hiç uyumadı,saatlerce kalenin surlarında ağır adımlarla yürüyüp düşündü. Kont Riario şüphesiz büyük bir birlikle geliyordu. Savunma yapsalar dahi kale kuşatması günlerce sürecekti ve asker sayısı az olduğu için geçte olsa kale savunmasının düşmesi kaçınılmaz gözüküyordu. Oğuz derhal Uhhun köyündeki köylülerin kaleye getirilmesini emretti. Mağlubiyetin kaçınılmaz olmasını bildiği halde köylüleri güvence altına almak istiyordu.
Kale surlarında biraz daha dolandıktan sonra nöbetçi askerin yanına yaklaşıp;
-Nasılsın asker? dedi küçük bir tebessümle.
Asker naçizane bir şekilde. "-İyiyim beyim,siz?" dedi. Oğuz askerin omzuna elini koydu ve gülümsedi. Bu sırada askerin omzunda ki eline bir ıslaklık gelmişti gökyüzünden. Bu yağmurun habercisiydi. Yağmur; kuşatmayı geciktire bilirdi ancak Riario askerlerinin çokluğuna güvenip kaleye saldırırsa,kale savunmasının ok atışları hedefe ulaşmakta zorluk çekecekti. Bu dahada kafasını karıştırmıştı,yapılacak bir şey olmalıydı,her zaman olurdu. Nöbetçi askerin yanından yavaş adımlarla uzaklaştı. Seyise ve Samsa Çavuşa haber salıp en hızlı atı ve yanına en iyi 40 cengaver ayarlanmasını istedi...
Yağmur hızını biraz artırmıştı,kaleden çıkan 41 yiğit atlarını yıldırım hızında sürüyordu. Yolun yarısını geçtiklerinde köylüleri kaleye getiren Turgut Alp ve askerleriyle karşılaştı. Fazla muhabbet etmeden "-Derhal kaleye gidin,kapıları güçlendirin,kızgın yağları hazırlayın,eğer yağmur dindikten sonra kaleye saldırırlarsa ateşli oklar fırlatın!" deyip hiç bir açıklama yapmadan 40 yiğidiyle beraber fırtına gibi oradan uzaklaştı.
Şafak söküyordu,güneş yer yüzünü kızıla boyuyordu adeta. Çiseleyen yağmur yerini sağanağa bıraktı,fırtınalar ve küçük hortumlar kalenin surlarını dövüyor,devasa kapılarını sarsıyordu... Köylerden gelen kadınlar,çocuklar ve yaşlılar sığınaklara yerleştirilmiş,avcılıkla uğraşan erkekler okçu tayin edilmişti. Herkes bu savaştan çekinsede hiç kimse davasından vazgeçecek gibi görünmüyordu. Kale muhafızları ve Gazilerin içinde bir tedirginlik vardı,Oğuz'un nereye gittiği merak söz konusuydu. Kaçmış mıydı? Bu mümkün değil asıl şüphe duyulan konu kendisini teslim edip kaleye ve halka zarar verilmesini engellemek istemiştir belkide? Ama buda onun hırsına ve onuruna leke sürecek bir davranış olurdu.
Mihal Gazi zırhını giydi,kılıcını kuşandı, kale savunmasını hazırlamak üzere diğer yiğitleride etrafında topladı. Önünde ki kale haritasından, işaret parmağıyla komutanları bir bir görevlendirdi.
İlk olarak oğlu Turgut Alp'e;
"Sen,kalenin Güneyini al.Buradan kuşatma ihtimalleri çok düşük,o yüzden yanına az sayıda okçu veriyorum." Turgut Alp, başıyla onaylarken, Mihal Gazi konuşmasına devam ediyordu.
"Konur, kalenin Doğusuna da okçularınla birlikte sen yerleş, gözlerini dört aç, zira orası ormana bakan cephe. Bi kaç köstebek merdiveni,surlarımıza dikerse geri dönüşü olmaz." Konur Alp'de başıyla onayladı.
"Samsa Çavuş!,Batısı senindir, ordan saldıramazlar, senin görevin gözcülük, kuşatma nerede başlarsa birliğinin yönünü oraya çevir. Samsa Çavuş'da başıyla onayladı. Kalenin kuzeyi savunma bakımından zayıf olduğu için burayıda kendisi aldı. Reindi kalesinden geliş yönü olan kuzey kısımın surları daha önceki savaşlarda'da açık vermişti.
Akıllardan çıkmayan Oğuz Bey nerede? sorusu ise halen cevap bulamamıştı. Gaziler yerlerini aldıktan sonra casusları beklediler,ancak ne gelen vardı ne giden. Hızını artıran yağmur görüş mesafesini daraltıyor,şiddettini artıran rüzgarsa savunmayı doğal olarak güçsüzleştiriyordu.
Rüzgar ve yağmur sesleri arasında tam anlaşılmayan bir ses "Kapıları açın!!!" diye tekrarlıyordu. Kapılar açıldı içeriye, Oğuz'un komutasında 200 kadar okçu birlikleri girdi. Askerlerin mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
Oğuz ve Mihal Gazi konuşmaya başladı.
"Küstahlığımı bağışla ama bu askerleri nereden buldunuz beyim?" Oğuz gülümsedi, "Satın aldım." Mihal Gazi çok şaşırdı.Elbette beyin bir bildiği vardı ancak bunlar paralı askerdi,sadaklatlerine ne kadar güvenilebilir ki? Tam bu sırada bir atlı geldi ve. Kont Riario'nun askerleri ile birlikte Kuzeyden yaklaştığı haberini verdi.