Uzun bir süre sonra, bugün Warband'i görüp hemen almamın da etkis ile foruma bir göz atayım dedim. Eskilerden pek birilerini göremedim ama buralarda kalanlar da vardır heralde. Bizim eskiden açtığımız buna benzer bir başlık vardı. Orada başladığım 4 bölümlük hikayeyi buraya da bir yazayım dedim beğenirseniz devamını oradan okuyabilirsiniz ya da tekrar buraya yapıştırırım
. Arkadaşlar bu oyunun en güzel yanlarından biri sizi sabit bir senaryoya makhum etmemesi, oyunu hayal gücünüzle zenginleştirip size ait olan bir hikayeyi yaşamanıza izin vermesidir.
Emorath I
Ufukta hiçlikten başka birşeyin olmadığı bozkırlarda doğdum, uzun süre Mathjuk’un oğlu olarak çağırıldım, Emorath adını haketmeden önce at üstünde yay germeyi, kılıç kuşanıp halkıma saldıran haydutlarla savaşmayı öğrendim. Budunumuzun büyük bir çoğunluğunun aksine, atalarımızın yaşam tarzını devam ettiren az sayıdaki göçebe kavimlerden birinde at yetiştiriciliği yapan babamın yanında yirmili yaşlarıma kadar büyüdüm, annem bir haydut baskınında aldığı yaralar sonucu yıllar önce göçtü. Eski bir asker olan babam savaşın ne kadar anlamsız olduğunu, sonuçta hiçbir tarafın gerçekten galip gelemediğini ve bu toprakların yitip giden sayısız erin kanıyla sulandığını anlatırdı. Babamın tüm uyarılarına rağmen aklım yaşlıların anlattığı savaş hikayeleri ile doluydu. Zırhlar içinde bozkırlarda at sürüp cenk etmek, zaferler kazanıp kahraman olmakla ilgili hayallerimi aklımdan hiç çıkaramadım.
Yirmili yaşlarımın sonlarına doğru, bozkırda halkımla beraber güneşin yaktığı zamanlarda yaşadığımız yeşilliklere doğru göçerken, ufukta bir toz bulutu göründü. Tozun kaynağı olan yüzlerce atlı asker yanımızdan geçerken, sonradan adının Tonju Bey olduğunu öğrendiğim parlayan zırhlar içerisinde yaşlı bir adam halkımın yaşlılarına yaklaştı ve topraklarımızın batıdan gelen Rodoklar’ın saldırısı altında olduğunu ve atlarını onlara karşı cenge sürdüklerini, askerleri için birkaç sığır ve ordusu için birkaç yiğit sağlayıp sağlayamayacaklarını sordu. Yaşlılar orduya gerekenleri verdikten sonra ordunun zafere ulaşması için Gök Tanrı’ya gönderdikleri dualarıyla birlikte, babamın rızasını alamadığım için, aralarında benim olmadığım gönüllülerle birlikte uzaklaşan ordunun ufukta kayboluşunu izledik.
Ordunun ayrılışının ardından geçen ondördüncü günün gecesi bozkır haydutlarının saldırısına uğradık. Babam, paslı kılıcı elinde haydutların geçim kaynağı olan atlarını çalmasını engellemeye çalışırken göçtü bu dünyadan. Haydutlar yağmaladıkları herşeyle uzaklaşırken halkımın yarısı kanlar içinde cansız yatmaktaydı. Ertesi gün güneş ufuktan kaybolduğunda ölüleri gömmeyi henüz bitirmiştik. Yaşlı olduğu için değersiz görülen bir at ve babamın paslı kılıcı dışında elimde hiçbirşey kalmamıştı, aklımdaki intikam düşüncesi dışında. Ayrılmak için güneşin doğuşunu bekleyemedim ve gecenin karanlığında tek başıma ayrıldım halkımdan bir daha dönmemek üzere.
Bozkırda ilk günler hayallerimden çok farklıydı, yiyecek bulmak için avlanmam, geceleri geçirmek için saklanmam gerekti. Çevredeki köylerden genç gönüllüler topladım. Kimi macera, kimi servet kimi de ardlarında bıraktığı belalardan uzaklaşmak için küçük grubuma katıldı. Başlarda etrafta izini sürdüğümüz haydutları avlayarak sürdürdük hayatımızı. Bir gece, geceyi geçirmek için saklandığımız dağın altında bulunan vadiyi aydınlatan onlarca kamp ateşi eski hayallerimi gömdüğüm derin kuyuları aydınlattı. Yanımda adamlarım ile birlikte, silahlarımızı teslim ederek, kampın komutanı ile görüşme talep ettim. Büyük çadıra girdiğimde, yüzlerindeki yaralardan birçok cenk gördükleri anlaşılan, komutanların ortasında oturan yaşlı adamı hemen tanıdım. Bu göç sırasında rastladığımız Tonju Bey idi. Önünde eğilip kılıcımı onun ve kağanımızın emrine sunduğumu söyledim. Tonju Bey, Kağan’ın emrine girmek ve saygısını kazanmak için düşmanlarımıza karşı kendimi kanıtlamam gerektiğini ancak o zaman kendi sancağımla budun ordusunun bir komutanı olabileceğimi söyledi.
Takip eden aylar ordu ile birlikte kan döktüğüm savaşlar ve haydutları kovalamak ile geçti. Emrimdeki birlik 40 başa kadar çıktı. Kağanın onayını aldığımda, büyük bir orduyla Distar Kalesi kuşatmasında yer aldım. Takip eden günlerde Dirigsene, Serindiar ve Saren’i gözlemek için gönüllü oldum. Sefer sona erdiğinde, Sancar Han beni Dashbigha Köyü’nün yönetimine getirdi. Rodok sınırında bulunan köyde çok az insan yaşamaktaydı. Köyün gelişimini sağlamak için gerekli binaların yapılması emrini verdim ve köyden ayrıldım. Takip eden günlerimi askerlerimle birlikte Sarimish ormanlarında orman haydutlarını avlayarak geçirdim. Sayımız 50’yi bulduğunda yanımıza yeterince erzak alıp kuzeye, Nord’ların diyarı olan bölgeye yol aldık. Küçüklüğümden beri hep hikayelerde anlatılan uçsuz suyu görmek istemiştim. Nord topraklarında geçirdiğimiz günlerde bir çok iyi adamımı kaybettim. Nehir haydutları ile girdiğimiz sayısız savaşın ardından sayımız azalmıştı ama sağ kalan adamlarım deneyimli savaşçılar haline gelmişti. Birçok komutanın aksine talim alanlarında yetiştirilen askerlerin savaş alanında başarılı olacağını düşünmediğimden, acemileri sürekli savaş alanında yetiştirmeyi ve büyük savaşlardan önce ellerine kan bulaştırmayı tercih ettim.
Uzun süren akının sonunda yitirdiğim askerlerin yerini doldurmak için Dashbigha’ya ve ardından uzak köylere yol aldım. Malayurg Kalesi yakınlarında iken harap olmuş bir atlı birliğime yaklaştı ve Dashbigha’nın Rodoklar tarafından yağmalandığını söyledi. Vakit kaybetmeden yola koyuldum, Unuzdaq Kalesi’nin bulunduğu dağ geçidini aşıp Dashbigha ile aramda kalan son tepeye tırmandığımda ufukta yükselen dumanlar artık açıkça görülebiliyordu. Köye vardığımızda karşılaştığımız manzara birliğime bu köyden katılmış olan askerlerimi yıkmıştı. Heryer cesetlerle, yanmaya devam eden evlerde ve kül olmuş harabelerle kaplıydı. Ölüleri gömüp yanan evleri söndürdük. Gün boyu çalışmaktan yorulmuş askerlerime baktığımda hiçbirinin dinlenmek istemediğini, bir an önce at binip Rodoklar’ın peşinden gitmek istediklerini gördüm. Bugüne kadar hiçbir düşman köyüne zorla erzak temin etmekten başka bir zarar vermemiştik, bazı şeyler değişecekti...
Sancar Han’ın ulağı kamp ateşime yaklaştığında, Saren, Serindiar, Emer, Ruldi ve Chaeza köyleri gece karanlığında alevlerle aydınlanmaktaydı. “Sancar Han adamlarını alıp akına katılmanı emrediyor” dedi ulak. Gözlerindeki hevesi görmem için kana susamış, öldürdükleri her Rodoklu ile intikam hırsları daha da artan erlerime dönüp bakmam gerekmiyordu. Şafakla birlikte Ibdeles Kalesi’ne doğru yola koyulduk. Topraklarımızdan bu kadar uzak bir kaleyi neden kuşattığımız ne benim ne de erlerimin aklını kurcaladı tek istediğimiz öldürmekti. Birçok insanın hayatını kaybettiği kuşatmadan sonra kalede Kergit sancağı dalgalanmaya başladı. Fakat Rodoklar’ın kaleyi geri alması çok uzun sürmemişti.
Takip eden akınlarda Grunwalder, Maras ve Jamiche Kaleleri’ni ele geçirdik, Maras Kalesi bir süre sonra üst üste gelen kuşatmalara dayanamayıp düştü. Bir süre birliğimdeki kayıpların yerini doldurmak için bozkırlara döndüm, Dashbigha tekrar insanların huzur içinde yaşadığı biryer haline gelmişti. Her savaşla birlikte daha da büyüyen birliğimdeki asker sayısı 70’i aşmıştı. Adetimiz üzere Dashbigha’da geçen bir günün ardından birliğimle birlikte genimet kazanmak ve acemileri eğitmek için tekrar kuzeye Nord topraklarına yol aldık. Sancar Han’ın ulağı bizi bulduğunda tüm askerlerim tecrübe kazanmış, atları taşıdıkları ganimetlerle ağırlaşmıştı. Sancar Han beni ve askerlerimi Ibdeles Kalesi’nde bekliyordu. Svadya topraklarına girip Kelredan Kalesi ve Suno’yu aşıp Ibdeles Kalesi’ne yaklaştığımda Sancar Han’ın Rodok Lordları tarafından saldırıya uğradığını gördüm. Atlarımız sürüp cenke katıldığımızda her zaman yaptığım gibi Sancar Han’ın sol kanadında yerimi aldım. Ufak tepeler ve düzlüklerden oluşan savaş alanında 380 kadar Rodok askerine karşı sayıları 200’ü bile bulmayan atlılarımızla Sancar Han’ın emrini bekledik. Uygun savaş alanı üzerinde savaşırsak galip gelemeyeceğimiz birgün değildi fakat sayısız muharebe görmüş olan Sancar Han öfke ve zafer açlığıyla askerlerini Rodoklar’ın tuttuğu dik yamaca sürdü, emrimdeki askerlerle Han’ın yanında yamaca tırmandık ama tecrübeli ve ağır zırhlı Rodok askerleri dik zeminde etrafımızı çevirdiğinde acımasızca katledildik. Elimde kalan bir avuç askere destek kuvvetler gelene kadar yamacın altındaki düzlüğü tutmalarını emrettim, biraz şansla beraber düz zeminde Rodoklar’ı alt edebileceğimizi düşünüyordum. Yamaçtaki çarpışmada aldığım ağır yaralar başımın dönmesine sebep oluyordu. Destek kuvvetlerin yanımızda yer almasıyla tekrar ümitlenmiş ve üzerimize gelen Rodok askerlini oklarımız ve mızraklarımız ile püskürtüyorduk. Yaralarım iyice derinleştiğinde alçak bir tepeye çıkıp savaşı izlemeye ve gereken emirleri vermeye karar verdim. Savaş yayımı elime alıp elimi sadağıma uzattığımda arkamdan gelen bir Rodok atlısının darbesi ile bilincimi yitirdim. Kendime geldiğimde ellerim bağlı halde bir Rodok askeri birliği ile birlikte doğuya doğru yol almaktaydım. İlk kez savaş kaybetmiştim ve bu Sancar Han’ın yanında olmuştu, onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Üstelik askerlerimin hepsi katledilmişti. Günler sonra esir tutulduğum, Lord Fraichin emrindeki birlikten kaçma şansı buldum. Kısa bir süre sonra Akadan Bey emrindeki askerlerin İlvia Köyü yakınlarındaki köprüde saldırıya uğradığını gördüm ve tereddüt etmeden savaşa katıldım. Sayıca çok az olan Kergit Birliği katledildi ve bir tek ben kaçmayı başardım.
Üst üste kaybedilen iki savaşın ardından tek başıma Dashbigha’ya at sürdüm. Hala kanayan yaralarımla birlikte günler sonra Dashbigha’ya vardım. Beni kanlar içerisinde, ardımda askerlerimle görmeye alışkın olan köylülerin yüzlerindeki korku dolu ifadeleri asla unutabileceğimi sanmıyorum. Bana güvenen oğullarını, eşlerini benimle birlikte uğurlayan insanları kaplayan dehşet ve hüzüne ben sebep olmuştum. Gün boyunca her evden feryatlar, ağıtlar yükseldi. Kimse bunu açıkca dile getirmese de köylülerin yakınlarının ölümünden beni sorumlu tuttuğunu biliyordum. Geceyi köyün girişindeki evinin önünde köyün yaşlısı ile yaktığı ufak ateşin başında geçirdim. Ne bir anlık uyku ne de huzur sunmuştu gece yorgun bedenime. Takip eden günleri köyün etrafında zırhımdan, silahlarımdan ve beni zaferden zafere taşıyan atımdan uzakta geçirdim. Kederle geçen günlerden birinin gecesinde ufukta Kergit yönetiminde olan sınır köylerinden Saren’in olması gereken yerde alevlerin yükseldiğini gördüğümde daha fazla saklanamayacağımı anladım ve şafakla beraber yola çıkma kararı aldım.
Doğan güneşle beraber uyandım ve ağır zırhımla silahlarımı kuşandım. Utançla döndüğüm Dashbigha’dan fark edilmeden, sessizce çıkmak niyetindeydim. Fakat atıma binip köy meydanına vardığımda karşımda 20 kadar Kergit atlısı beni bekliyordu. Hepsi onurlu ve savaşa hazırdı ve köylüler, kadınlar ve yaşlılar, uzun yolumuzda ihtiyaç duyacağımız erzakları atlara yüklüyorlardı. Köyün yaşlısı yanıma yaklaştı, tek oğlu olan Guthlag Sancar Han’la beraber girdiğimiz son savaşta yitirilenler arasındaydı. Gözlerimin içine baktı ve ağzından şu sözler çıktı “Oğlum yanında kan döktü, yanında can verdi. Sıra bu yiğitlerde, onlara iyi bak. İntikamımızı al!”.
Ben Mathjuk oğlu Emorath, bozkırlar hür olmadıkça, budunum huzur bulmadıkça, yiğitlerimin akan kanları durmadıkça akınlar yapacağım, kan döküp can alacağım. Ben Mathjuk oğlu Emorath, Gök Tanrı’mın bana bahşettiği yaşamım boyunca budunum uğruna at süreceğim...