Mount&Blade'de Yaşadığımız En Güzel Savaşı Hikaye Gibi Yazalım

Users who are viewing this thread

Grimmjow said:
(Native Expansion)
Lord Stick Her zamanki gibi Calradiada atını sürüyordu tüm Calradiayı emri altına almıştı. Kaçaklar, Haramiler vs. vs. hepsi Lord Stick den korkar hale gelmişti. Svadia Krallığının muhteşem Lordu ve mareşali haline gelmişti muazzam gücü ve muhteşem 500+ kişilik ordusuyla herkesin korkulu rüyası haline gelmişti. Calradiada Lord Stick sayesinde mükemmel bir savaş dönemi geçiyordu. calradiaya varmasından bu yana tam 200 gün geçmişti. Lord Stickin beklediğin o an Dark Knights yani Kara Şövalyelerin saldırma zamanı gelmişti. Kuzeyde Nord Krallığından Wercheg Şehrine 20 Gemi ile mükemmel Kara Şövalyeler karaya çıkmıştı çıkar çıkmaz gördükleri ilk köyü yağmaladılar tüm halkı katlettiler çok acımasızca savaşıyorlardı önlerinde kimse duramıyordu taki Lord Stick gelene kadar. Tüm Calradia seferberlik ilan edildi tüm Krallıklardan Lordlar krallar askerler sefere katıldı. Kara Şövalyeleri yurttan atmak ve sonsuz barışı sağlamak amacıyla. Ancak Kara Şövalyeler muazzam ordusu karşısında hiç bir Lord duramıyordu teker teker düşüyordu. Lord Stick içinde bulunduğu Malayurg Kalesinde bütün ordusunu topladı ve atını Wercheg şehrine doğru sürdü. Amacı tüm Kara Şövalyeleri yenerek Calradia tarihine kazınmaktı. Askerlerine "Ölmek Var Dönmek Yok" İlk Hedefiniz Wercheg Şehri Bölgesidir İLERİİ emrini verdi. İlk Kara Şövalye grubu karşılarına çıktı tam 1800 kişilerdi. Bu zamana kadar Lord Stickin 500kişiden oluşan ordusunun karşısında kimse duramamıştı. Kara Şövalyelerle sonuç ne olacaktı. Destek gelmesi çok uzun sürebilirdi yoldaşlarına, yandaşlarına ve askerlerine ölüm emrini verdi. F3 = HÜCUMMMMMMMMMMMMMMMMMM. Bağırmalar halinde 2 grupta birbirine girdi. Lord Stick Direk saldırmayı seven bir Lord olduğundan Taktiksiz aptal bi şekilde endirekt olarak Kara Şövalyelere saldırdı ancak o muazzam ordu karşısında hiç bir kuvvet duramıyordu. ilk çarpışmada tamı tamına 63askerini kaybetti, büyük bi hüzün kapladı ordusunu ancak yapacak birşey yoktu. Sanki Kara Şövalyelerin silahları zırhları taştan çelikten duvar gibiydi. O Muazzam dediği silahları; Haramileri tek dokunuşla öldürdüğü silahı sanki körelmişde kesmiyormuş gibiydi. O sırada tam gücüyle bir tane kara şövalyeyi attan düşürdü ve atından yere indi. Kara Şövalyenin Saldırısını kalkanla karşıladı ancak kalkan paramparça oldu. işte beklediği fırsat buydu hemen belinde bulunan son oku aldı ve kara şövalyenin tam gözüne sapladı(bakmayın yalan). kara şövalye kanlar içinde yere yığıldı onun kılıcını eline aldı sanki onların gücü kendine geçmiş gibi hissetti ve önüne gelen şövalyeye saldırdı. Sanki gözü hiçbirşey görmez olmuştu hatta en iyi yandaşı Rolfü bile kesti. Gözü görmez oldu kan bürümüştü 2. çarpışma olmasaydı daha güzel olabilirdi kara şövalyeler 1800kişiden 700 kişiye düşmüştü Lord Stickin gözünü döndüren kan, gözünü görmez etti; duyar kulağını duymaz etti; söyler ağzını söylemez etti. Sanki bir canavara dönmüştü. Askerleri çaresiz bu olay karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar günlerce, aylarca taptıkları; sevdikleri Lordunu bırakıp savaştan kaçtılar. Tek başına kalan Lord Stick 10-20 adam öldürdükten sonra kendine geldi etrafında yandaşlarından kimse kalmamıştı hepsi onu terk etmişti az ilerisinde kanlar içinde Rolf şaşkın bir halde ve biraz korkuyla üzerine atlayan Kara Şövalyeleri bile farketmedi. Gözünü açtığında mahzen gibi bir yerde işkence görüyordu. Kara Şövalyeler bir şeyler soruyordu ama hala o olayın etkisinden kendini kurtaramamıştı üzüleceğinimi sevineceğinimi anlamamışken karnına bir yumruk darbesi indi ve o darbeyle kendine geldi. yanına baktı Rolfün yaraları sarılmış işkenceye hazır hale getirilmiş uzanıyordu. Ona bunu kim yaptı sizi adi herifler diye çıkıştı. Kara Şövalyeler ise "sen yaptın hatırlamıyormusun aptal. Sadece bizim kullanabileceğimiz bir silahı eline aldın ve bu hale geldin sonrada yandaşlarına saldırdın yandaşların ise korkudan tir tir titreyerek kaçıştılar. Bunu hatırlayamayacak kadardamı aptalsın." demesi üzerine Lord Stickin içini çok aşırı bir hüzün kapladı. Gözlerinden yaşlar damlıyordu. Ben naptım nasıl bu hale geldim gibisinden içinden geçiriyordu. Kara Şövalyeler Calradiada Muazzam bir yıkıma sebep olmuşlardı taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmamıştı. Hatta Lord Stickin en sevdiği kral "KraL Yaroglek" in vücudu kafasından ayrı bir şekilde kale sınırlarında kanlar içinde yatıyordu. Bir zamanlar Lord Stickden korkan harami, eşkıya grupları kara şövalyelere katılmış zırhlanmış bir şekilde eğitiliyordu. Artık Calradia diye bir yer kalmamıştı bir kaç gün öncesine kadar mutlu bir hayat varken şimdi yıkım, acı gelmişti. Herkes hüzünlüydü Bütün Krallıklardan kalan ordular Kergitlerden Asugan kalesine çekilmişlerdi. Toplam 700 askerleri kalmıştı. Ülkesini savunabilecek Korkak 700 Asker. Bir yerlerde Lordlarının gelmesini bekleyen 400cesur asker daha vardı Lord Stickin gelmesini bekleyen 400 Cesur Korkusuz Asker. Rolf baygınlıktan uyanır gibi oldu karşısında Lordunu görünce hüzünlendi K.Ş. lerden kimse kalmamıştı hemen Lordunun iplerini çözdü kıyafetlerini ve zırhlarını giydiler sessiz ve gizli bir şekilde kaleden kaçmaya çalıştılar. Ancak plânları düzgün gitmedi bir Nöbetçi bunları farketti Rolfün deneyimi sayesinde son anda kurtuldular. 2 adet at bulup hızlıca kaçmaya çalıştılar ki sanırım Şövalyeler Durumun farkına varmışlardı arkalarından 3000 den fazla ordu geliyordu. Hava OK yağmuruna tutulmuştu. hızlı ve seri bir şekilde nereye gitceklerini bilmeden Kergit şehrine vardılar her yer ıssız alevler içindeki köyler ölüler hüzünlendirici bir manzara vardı. bir kişiden kalan son direnişçilerin Asugan Kalesinde olduklarını öğrendiler ve oraya doğru yol aldılar. Bir Tarlanın içinden geçerken yanlarda kıpırdanma olunca kuşkulandılar. O da ne Lordlarını bekleyen cesur grup sonunda karşılarına çıkmıştı burada saklanan 400 Cesur Asker. Birlikte sevinçli bir şekilde Asugan Kalesine doğru yol aldılar. Kale Nöbetçisi bunları görür görmez tanıdı ve hemen kapıları açtı mükemmel bir sevinç baş göstermişti. Ancak şimdi sevinmenin zamanı değildi ülkeleri tehlike altındayı ve savaşacak toplam 1100 asker ve 6Komutan vardı. Kara Şövalyeler ise birliklerini güçlendirmiş 3500 den fazla adam edinmişlerdi. Rolfün savaş yeteneği sayesinde hemen bir plan yapıldı ülkeleri için ya cesurca savaşıp kazanacaklardı ya da yenilgiye razı olacaklardı. Herkes Ülkeyi savunmayı seçti ve Bir Taarruz planı ortaya atıldı herkes tarafından kabul edildi. 365 kişiden oluşan 3 tabur asker olacaktı ve bunların başında 2 şer tane  Komutan olacaktı. 3 farklı yönden şaşırtmaca halinde saldırıya geçilecekti 3 tabur askerde aynı anda saldıracak düşmanı zayıf noktasından vuracak ve ülkelerine barışı ve huzuru tekrar getireceklerdi. Herşey hazırlandı yamalı zırhlar kırık kılıçlar yarım oklar ve ellerinde bulunan son techizatla hazırlandılar herkes donatıldı. Şafak vakti yola çıktılar saklanarak Düşmanların bulunduğu Dhirim şehrine doğru yola koyuldular. Gizlenerek sürünerek yaklaştılar gece olunca 10 asker yollayıp kale duvarlarındaki nöbetçiler sessiz bir şekilde temizlendi herkes merdivenlerden tırmanarak 3500+ kişilik ordunun bulunduğu Dhirim şehrine girildi. Etrafta kalan son nöbetçi durumun farkına vardı ve hemen tehlike çanını çaldı ilk çan çok yüksek bir ses çıkardı Rolf hemen Nöbetçinin kalbine bir ok salladı ve 2. ses gelmeden öldürdü Kara Şövalyeler yavaş yavaş çıkıyorlardı okçular onları OK yağmuruna tuttular ve çıkan ilk 100 kişi öldü içerdeki diğer kalan 3400+ kişi durumun farkına varmış ve hazır bir şekilde dışarı çıktılar ve saldırıya geçtiler 1100 kişilik ordu "YA HEP YA HİÇ" çığlıkları altında canlarını ortaya koyarak muazzam bir güç gösterisiyle mükemmel bir savaşa girdiler. Ülkelerini ya alacaklardı yada sonsuz karanlığa haps olacaklardı. Mükemmel bir şekilde savaşan 1100 asker 3000 askerin canına okudu. Ancak 300 askerlerinide kaybettiler. Kalan 450 Kara Şövalye birliği Lordları altında hemen geldikleri Wercheg şehrine doğru kaçmaya başladılar. Sadece Lord Stick, Rolf ve grubunda kalan son 250 asker onlarla yola çıktı ve K.Ş. leri denize döktüler gemilerine binip kaçmaya başladılar. Ülke kurtulmuştu sonunda tekrar huzur ortamı gelmişti. Yaralı askerlerin tedavisine hemen başlandı Çiftçiler, işçiler 5 kat fazla çalışarak ülkenin eski refahını tekrar kazanmak için uğraştılar. Anca 1 yılda başarabildiler. Eski Mutlu Huzurlu Calradia geri dönmüştü. Yaşanan o döneme "Karanlık Çağ" Dönemini koydular. Zihinlerden asla silinmeyecek bir olay ve yeni nesile anlatılmayacaktı. "Yeni Aydınlık Dönem" Calradia için başlamıştı ve sonsuza dek huzurlu bir şekilde sürecekti... Ouzdan Saygılar..Lord Stick&RoLf
Maşallah Ellerin Dert Görmesin Destan olmuş dediğin Gibi M&B'e olan ilgim arttı saol :grin: :grin: :grin:
 
Uzun bir süre sonra, bugün Warband'i görüp hemen almamın da etkis ile foruma bir göz atayım dedim. Eskilerden pek birilerini göremedim ama buralarda kalanlar da vardır heralde. Bizim eskiden açtığımız buna benzer bir başlık vardı. Orada başladığım 4 bölümlük hikayeyi buraya da bir yazayım dedim beğenirseniz devamını oradan okuyabilirsiniz ya da tekrar buraya yapıştırırım :smile:. Arkadaşlar bu oyunun en güzel yanlarından biri sizi sabit bir senaryoya makhum etmemesi, oyunu hayal gücünüzle zenginleştirip size ait olan bir hikayeyi yaşamanıza izin vermesidir.

Emorath I

Ufukta hiçlikten başka birşeyin olmadığı bozkırlarda doğdum, uzun süre Mathjuk’un oğlu olarak çağırıldım, Emorath adını haketmeden önce at üstünde yay germeyi, kılıç kuşanıp halkıma saldıran haydutlarla savaşmayı öğrendim. Budunumuzun büyük bir çoğunluğunun aksine, atalarımızın yaşam tarzını devam ettiren az sayıdaki göçebe kavimlerden birinde at yetiştiriciliği yapan babamın yanında yirmili yaşlarıma kadar büyüdüm, annem bir haydut baskınında aldığı yaralar sonucu yıllar önce göçtü. Eski bir asker olan babam savaşın ne kadar anlamsız olduğunu, sonuçta hiçbir tarafın gerçekten galip gelemediğini ve bu toprakların yitip giden sayısız erin kanıyla sulandığını anlatırdı. Babamın tüm uyarılarına rağmen aklım yaşlıların anlattığı savaş hikayeleri ile doluydu. Zırhlar içinde bozkırlarda at sürüp cenk etmek, zaferler kazanıp kahraman olmakla ilgili hayallerimi aklımdan hiç çıkaramadım.
Yirmili yaşlarımın sonlarına doğru, bozkırda halkımla beraber güneşin yaktığı zamanlarda yaşadığımız yeşilliklere doğru göçerken, ufukta bir toz bulutu göründü. Tozun kaynağı olan yüzlerce atlı asker yanımızdan geçerken, sonradan adının Tonju Bey olduğunu öğrendiğim parlayan zırhlar içerisinde yaşlı bir adam halkımın yaşlılarına yaklaştı ve topraklarımızın batıdan gelen Rodoklar’ın saldırısı altında olduğunu ve atlarını onlara karşı cenge sürdüklerini, askerleri için birkaç sığır ve ordusu için birkaç yiğit sağlayıp sağlayamayacaklarını sordu. Yaşlılar orduya gerekenleri verdikten sonra ordunun zafere ulaşması için Gök Tanrı’ya gönderdikleri dualarıyla birlikte, babamın rızasını alamadığım için, aralarında benim olmadığım gönüllülerle birlikte uzaklaşan ordunun ufukta kayboluşunu izledik.
Ordunun ayrılışının ardından geçen ondördüncü günün gecesi bozkır haydutlarının saldırısına uğradık. Babam, paslı kılıcı elinde haydutların geçim kaynağı olan atlarını çalmasını engellemeye çalışırken göçtü bu dünyadan. Haydutlar yağmaladıkları herşeyle uzaklaşırken halkımın yarısı kanlar içinde cansız yatmaktaydı. Ertesi gün güneş ufuktan kaybolduğunda ölüleri gömmeyi henüz bitirmiştik. Yaşlı olduğu için değersiz görülen bir at ve babamın paslı kılıcı dışında elimde hiçbirşey kalmamıştı, aklımdaki intikam düşüncesi dışında. Ayrılmak için güneşin doğuşunu bekleyemedim ve gecenin karanlığında tek başıma ayrıldım halkımdan bir daha dönmemek üzere.
Bozkırda ilk günler hayallerimden çok farklıydı, yiyecek bulmak için avlanmam, geceleri geçirmek için saklanmam gerekti. Çevredeki köylerden genç gönüllüler topladım. Kimi macera, kimi servet kimi de ardlarında bıraktığı belalardan uzaklaşmak için küçük grubuma katıldı. Başlarda etrafta izini sürdüğümüz haydutları avlayarak sürdürdük hayatımızı. Bir gece, geceyi geçirmek için saklandığımız dağın altında bulunan vadiyi aydınlatan onlarca kamp ateşi eski hayallerimi gömdüğüm derin kuyuları aydınlattı. Yanımda adamlarım ile birlikte, silahlarımızı teslim ederek, kampın komutanı ile görüşme talep ettim. Büyük çadıra girdiğimde, yüzlerindeki yaralardan birçok cenk gördükleri anlaşılan, komutanların ortasında oturan yaşlı adamı hemen tanıdım. Bu göç sırasında rastladığımız Tonju Bey idi. Önünde eğilip kılıcımı onun ve kağanımızın emrine sunduğumu söyledim. Tonju Bey, Kağan’ın emrine girmek ve saygısını kazanmak için düşmanlarımıza karşı kendimi kanıtlamam gerektiğini ancak o zaman kendi sancağımla budun ordusunun bir komutanı olabileceğimi söyledi.
Takip eden aylar ordu ile birlikte kan döktüğüm savaşlar ve haydutları kovalamak ile geçti. Emrimdeki birlik 40 başa kadar çıktı. Kağanın onayını aldığımda, büyük bir orduyla Distar Kalesi kuşatmasında yer aldım. Takip eden günlerde Dirigsene, Serindiar ve Saren’i gözlemek için gönüllü oldum. Sefer sona erdiğinde, Sancar Han beni Dashbigha Köyü’nün yönetimine getirdi. Rodok sınırında bulunan köyde çok az insan yaşamaktaydı. Köyün gelişimini sağlamak için gerekli binaların yapılması emrini verdim ve köyden ayrıldım. Takip eden günlerimi askerlerimle birlikte Sarimish ormanlarında orman haydutlarını avlayarak geçirdim. Sayımız 50’yi bulduğunda yanımıza yeterince erzak alıp kuzeye, Nord’ların diyarı olan bölgeye yol aldık. Küçüklüğümden beri hep hikayelerde anlatılan uçsuz suyu görmek istemiştim. Nord topraklarında geçirdiğimiz  günlerde bir çok iyi adamımı kaybettim. Nehir haydutları ile girdiğimiz sayısız savaşın ardından sayımız azalmıştı ama sağ kalan adamlarım deneyimli savaşçılar haline gelmişti. Birçok komutanın aksine talim alanlarında yetiştirilen askerlerin savaş alanında başarılı olacağını düşünmediğimden, acemileri sürekli savaş alanında yetiştirmeyi ve büyük savaşlardan önce ellerine kan bulaştırmayı tercih ettim.
Uzun süren akının sonunda yitirdiğim askerlerin yerini doldurmak için Dashbigha’ya ve ardından uzak köylere yol aldım. Malayurg Kalesi yakınlarında iken harap olmuş bir atlı birliğime yaklaştı ve Dashbigha’nın Rodoklar tarafından yağmalandığını söyledi. Vakit kaybetmeden yola koyuldum, Unuzdaq Kalesi’nin bulunduğu dağ geçidini aşıp Dashbigha ile aramda kalan son tepeye tırmandığımda ufukta yükselen dumanlar artık açıkça görülebiliyordu. Köye vardığımızda karşılaştığımız manzara birliğime bu köyden katılmış olan askerlerimi yıkmıştı. Heryer cesetlerle, yanmaya devam eden evlerde ve kül olmuş harabelerle kaplıydı. Ölüleri gömüp yanan evleri söndürdük. Gün boyu çalışmaktan yorulmuş askerlerime baktığımda hiçbirinin dinlenmek istemediğini, bir an önce at binip Rodoklar’ın peşinden gitmek istediklerini gördüm. Bugüne kadar hiçbir düşman köyüne zorla erzak temin etmekten başka bir zarar vermemiştik, bazı şeyler değişecekti...
Sancar Han’ın ulağı kamp ateşime yaklaştığında, Saren, Serindiar, Emer, Ruldi ve Chaeza köyleri gece karanlığında alevlerle aydınlanmaktaydı. “Sancar Han adamlarını alıp akına katılmanı emrediyor” dedi ulak. Gözlerindeki hevesi görmem için kana susamış, öldürdükleri her Rodoklu ile intikam hırsları daha da artan erlerime dönüp bakmam gerekmiyordu. Şafakla birlikte Ibdeles Kalesi’ne doğru yola koyulduk. Topraklarımızdan bu kadar uzak bir kaleyi neden kuşattığımız ne benim ne de erlerimin aklını kurcaladı tek istediğimiz öldürmekti. Birçok insanın hayatını kaybettiği kuşatmadan sonra kalede Kergit sancağı dalgalanmaya başladı. Fakat Rodoklar’ın kaleyi geri alması çok uzun sürmemişti.
Takip eden akınlarda Grunwalder, Maras ve Jamiche Kaleleri’ni ele geçirdik, Maras Kalesi bir süre sonra üst üste gelen kuşatmalara dayanamayıp düştü. Bir süre birliğimdeki kayıpların yerini doldurmak için bozkırlara döndüm, Dashbigha tekrar insanların huzur içinde yaşadığı biryer haline gelmişti. Her savaşla birlikte daha da büyüyen birliğimdeki asker sayısı 70’i aşmıştı. Adetimiz üzere Dashbigha’da geçen bir günün ardından birliğimle birlikte genimet kazanmak ve acemileri eğitmek için tekrar kuzeye Nord topraklarına yol aldık. Sancar Han’ın ulağı bizi bulduğunda tüm askerlerim tecrübe kazanmış, atları taşıdıkları ganimetlerle ağırlaşmıştı. Sancar Han beni ve askerlerimi Ibdeles Kalesi’nde bekliyordu. Svadya topraklarına girip Kelredan Kalesi ve Suno’yu aşıp Ibdeles Kalesi’ne yaklaştığımda Sancar Han’ın Rodok Lordları tarafından saldırıya uğradığını gördüm. Atlarımız sürüp cenke katıldığımızda her zaman yaptığım gibi Sancar Han’ın sol kanadında yerimi aldım. Ufak tepeler ve düzlüklerden oluşan savaş alanında 380 kadar Rodok askerine karşı sayıları 200’ü bile bulmayan atlılarımızla Sancar Han’ın emrini bekledik. Uygun savaş alanı üzerinde savaşırsak galip gelemeyeceğimiz birgün değildi fakat sayısız muharebe görmüş olan Sancar Han öfke ve zafer açlığıyla askerlerini Rodoklar’ın tuttuğu dik yamaca sürdü, emrimdeki askerlerle Han’ın yanında yamaca tırmandık ama tecrübeli ve ağır zırhlı Rodok askerleri dik zeminde etrafımızı çevirdiğinde acımasızca katledildik. Elimde kalan bir avuç askere destek kuvvetler gelene kadar yamacın altındaki düzlüğü tutmalarını emrettim, biraz şansla beraber düz zeminde Rodoklar’ı alt edebileceğimizi düşünüyordum. Yamaçtaki çarpışmada aldığım ağır yaralar başımın dönmesine sebep oluyordu. Destek kuvvetlerin yanımızda yer almasıyla tekrar ümitlenmiş ve üzerimize gelen Rodok askerlini oklarımız ve mızraklarımız ile püskürtüyorduk. Yaralarım iyice derinleştiğinde alçak bir tepeye çıkıp savaşı izlemeye ve gereken emirleri vermeye karar verdim. Savaş yayımı elime alıp elimi sadağıma uzattığımda arkamdan gelen bir Rodok atlısının darbesi ile bilincimi yitirdim. Kendime geldiğimde ellerim bağlı halde bir Rodok askeri birliği ile birlikte doğuya doğru yol almaktaydım. İlk kez savaş kaybetmiştim ve bu Sancar Han’ın yanında olmuştu, onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Üstelik askerlerimin hepsi katledilmişti. Günler sonra esir tutulduğum, Lord Fraichin emrindeki birlikten kaçma şansı buldum. Kısa bir süre sonra Akadan Bey emrindeki askerlerin İlvia Köyü yakınlarındaki köprüde saldırıya uğradığını gördüm ve tereddüt etmeden savaşa katıldım. Sayıca çok az olan Kergit Birliği katledildi ve bir tek ben kaçmayı başardım.
Üst üste kaybedilen iki savaşın ardından tek başıma Dashbigha’ya at sürdüm. Hala kanayan yaralarımla birlikte günler sonra Dashbigha’ya vardım. Beni kanlar içerisinde, ardımda askerlerimle görmeye alışkın olan köylülerin yüzlerindeki korku dolu ifadeleri asla unutabileceğimi sanmıyorum. Bana güvenen oğullarını, eşlerini benimle birlikte uğurlayan insanları kaplayan dehşet ve hüzüne ben sebep olmuştum. Gün boyunca her evden feryatlar, ağıtlar yükseldi. Kimse bunu açıkca dile getirmese de köylülerin yakınlarının ölümünden beni sorumlu tuttuğunu biliyordum. Geceyi köyün girişindeki evinin önünde köyün yaşlısı ile yaktığı ufak ateşin başında geçirdim. Ne bir anlık uyku ne de huzur sunmuştu gece yorgun bedenime. Takip eden günleri köyün etrafında zırhımdan, silahlarımdan ve beni zaferden zafere taşıyan atımdan uzakta geçirdim. Kederle geçen günlerden birinin gecesinde ufukta Kergit yönetiminde olan sınır köylerinden Saren’in olması gereken yerde alevlerin yükseldiğini gördüğümde daha fazla saklanamayacağımı anladım ve şafakla beraber yola çıkma kararı aldım.
Doğan güneşle beraber uyandım ve ağır zırhımla silahlarımı kuşandım. Utançla döndüğüm Dashbigha’dan fark edilmeden, sessizce çıkmak niyetindeydim. Fakat atıma binip köy meydanına vardığımda karşımda 20 kadar Kergit atlısı beni bekliyordu. Hepsi onurlu ve savaşa hazırdı ve köylüler, kadınlar ve yaşlılar, uzun yolumuzda ihtiyaç duyacağımız erzakları atlara yüklüyorlardı. Köyün yaşlısı yanıma yaklaştı, tek oğlu olan Guthlag Sancar Han’la beraber girdiğimiz son savaşta yitirilenler arasındaydı. Gözlerimin içine baktı ve ağzından şu sözler çıktı “Oğlum yanında kan döktü, yanında can verdi. Sıra bu yiğitlerde, onlara iyi bak. İntikamımızı al!”.
Ben Mathjuk oğlu Emorath, bozkırlar hür olmadıkça, budunum huzur bulmadıkça, yiğitlerimin akan kanları durmadıkça akınlar yapacağım, kan döküp can alacağım. Ben Mathjuk oğlu Emorath, Gök Tanrı’mın bana bahşettiği yaşamım boyunca budunum uğruna at süreceğim...

 
bir gün bir şehrime 1020 askerle kral Harlus,lord clais,lord plais ve lord meltor geldi. şehrimde 200 asker vardı savaş başladı.4 saat'e yakın savaştık onların 420 askeri falan kaldı benimse 56 admım kaldı ama kazanmanın sevinciyle asker topladım lord clais'e saldırdım ama yenildim  :mrgreen:
 
Benim Normal M&B 1.011 De Geçiyor...



Bir Svadya Kralının Mareşili olan Mareşal Soap Kendisi Benim :grin: Veagir Kralı Yorelag İle Savas Halindeydi Soap ın Askerleri Cok Azdı Cünkü Askerlerini Kalesinde Bırakmıstı Ama Veagirin Kralı Olan Yorelag ın 560 tane askeri vardı Soapın Ise 273 tane Vardı Ve Savasa Basladılar 2 takımda 1 konumda kalmıstı Soap Azından Tek Su Kelime Cıktı Hücum! Ve Cesur Svadya Askerleri Ve KAhraman Veagirliler Carpısmaya Basladılar Bi Yandan Kral Yorelag Svadya Sovelyelerini Olduruordu Bir Yandan Mareşal Soap Veagirlileri Olduruordu Soapın Dez Avantajı Vardı Cünkü Soapın Bütün Askerleri Sovalyeydi Bir tek Okcu Veya Acemi Yoktu Hepsi Birer Soap KAdar Güclü Ve Cevik Savasiyorlardı Kralın Askerleri İse Acemiler Ve Okcularla yer Alıyordu Veagir Atlıları Cok Azdı Taminen 120 kadardı Ve Soap Kral Yorelagın Kılıcının Menziline Düstü Atını Soapın Üstüne Sürmeye Basladı Soap Kralın Geldigini Gormemisti Ve Kılıcını Soapın Ustune İndirdi Ve Soap Yaralandı Bunu Goren Asil Svadya Sovalyesi Soapın Yanına Giti Ve Atının Arkasına Oturturp SOapı Savas Alanından Uzaklastırdı Soap Biras Dinlendikten SOnra Yarasini İleytirmek İcin Bir Sovalye GEldi Ve Doktorluktan Anladıgını Soyleyip Soapın Yarasını Sardı Soap Keskin Kılıcını Kaldırdı Ve O Güsel Savas Atına Bindi Bu Sefer Hamle Sırası Soaptaydı Soap Cok Hızlı Bır Sekılde Yorelaga Kılıcını Indırdı Yorelag Neye Dondugunu Sasaırdı Ve oracıktı Dusup Bayıldı Ve Yorelagı Alıp Atının Arkasına Koydurdu Geri Cekildi Soap Yorelagi Bir Yere Sakladı Savasi Svadyalı Asıl Sovalyeler Ve SOap ALmıstı Savas Bitince Veagirli Askerler 10 15 kisi Kalmisti Ve Sehirlere Kosa Kosa Dagildilar Ve Kral Yorelag Uyandıgında Su Sözü Söledi Ben Artık Senin Esirinim Merhametine Kaldım...



SON !
 
Bir tanede ben yazayım :smile:

                          Büyük Hükümdar ...
        Efendi Aresayt çok uzun uğraşlar sonunda rodok kralığını yıkmış ve Osmanlı Devletini diğer krallar kabul ettirmişti biri hariç  Sultan Hakim . Sultan Hakim'e göre Efendi Aresayt taht üzeride hiç bir hakka sahip olmayan ve kendi dere beylerinin 5 kandırarak kendine  katmıştı buda onu ona karşı iyice sinirlendirmişti. Sultan Osmanlı Devletine Savaş açmıştı fakat bilmiyordu ki Osmanlı daha hiç yenilgi yüzü görmedi .
      Sultan Maraş haline emir verdi orduları topla Jekaleye gidiyoruz.  Jekalede 450 karma ırklardan oluşuşan çoğunluğu okçu güçlü bir savunma kuvveti de bekleme başladı. Beklerken de Efendi Aresayt 220 asker i ile şehre geldi bu arada bir kaç dere beyi daha şehirde toplam 957 savunma askeri olmuştu . Fakat Sulatan Osmanlının başkentini alıp taht üzende hiç bir hakkı olmayan Efendi Aresayt yok etmek istiyordu bunun içinde riske girmesi gerekiyordu. Tam tamına 2238 askerle Jekaleyi kuşattı. Bir hafta sadece beklediler daha sonra saldırılara başladılar. Fakat Efendi Aresyat tüm saldıları geri püskürtmeyi başardı . kuşatmanın 57. günü Osmanlı dere beyleri Efendilerine yardıma koştular . Efendi Aresayt derebeylerine davrandığı adaletle un salmıştı.  Tam tamına 1200 Osmanlı askeri Sultana ordularına saldırdı Bu saldır üzerine Kaleden fırlayan Efendi Aresyat savaştan kalan 153 askeri ile o da savaş katıldı çok ağır ve kanlı çarpışmalar sonunda Sultanın tüm ordusu dağıtıldı Sultan Yinede kaçmayı başarmış ve Efendi Aresayt olan nefreti de kat ve kat artmıştı.

    Her ne olursa olsun iyi niyetli görkemli Hükümdar Efendi  Aresayt ders almıştır ve daha fazla kan dökülmesin diye Dostu Jeremus'u barış antlaşması için yolladı. Fakat Sultan Barışı kabul etmedi. Bunun üzerine Efendi Aresayt Lordalarını toplayıp Saradrin Çöllerine doğru harekete geçti Sultanın zor durmandan faydalanmak isteyen Aresyat  2500 askerle Shariz kuşattı kısa zamanda şehir düştü. Şehirde Aresayt Kahramanlar gibi karşılandı daha önceden yaptığı turnuvalardaki başarıları ve çömerliği ile şehrin %20 ona zaten bağlıydı.  Şehirde ki leydiler ide serbestçe evlerine gönderen Büyük Hükümdar Yorulan askerleri shariz de birkaç gün dinlen melerini beklerken. Arda ardana haberler aldı Sultanın Zor durumdan faydalanmak isteyen Sancar Han savaş açmış ve aynı zaman  Kral Harlus bu haberler  Aresayt ve  Osmanlı halkını çok mutlu etmişti. Doğuda ve batıdaki kalerini de kaybedne sultan Efendi  Aresayt barış önerisinde bulundu. Küçük düşen Sultan Hakim Efendi Aresayt büyüklüğünü ve gücünü zor yoldan anlamıştı ve dere beylerinin neden onu seçtiğini. Barışı Kuvvetlendirmek içinde Emir Lakhem kız kardeşi Safiya ile evlenen Aresayt ülkesine döndü.  Çok büyük kutlamalarla karşılan Aresayt  shariz de Osmanlı topraklarına katmanın haklı mutluğunu yaşıyordu. Sultanda kalan topraklarını korumak için düşmanlarını ve dostlarını daha dikkatli seçmeyi öğrendi. Dost bildiği Sancar Han zor zamanında Kellerine saldırmıştı. 
 
Alhedras said:
Benden iki tane hikaye, biri swadia krallığına bağlı iken (süvari), oyunun ortalarında. Diğeri ise nord'a bağlıyken (piyade) oyunun başında.

Not: biraz abartı var  :mrgreen:

Önce swadia geliyor:

Yağmurlu ve sisli bir günde rhodok'lara karşı savaş. Aman ne harika! Savaş alanını seçebilseydim eminim bu isteyeceğim son yer olurdu. Yükseltilerle dolu ormanlık bir alan, sis yetmiyormuş gibi ilerideki nehir şövalyelerimin hareket alanlarını kısıtlıyor. Şövalyelerim güneşli kırlarda rahatça at sürüp mızrakları ile savaşmaya alışıklar, Vaegir haydutları gibi keçilere binip dağ başında savaşmaya değil.

Savaş başladığında sisin etkisi yıkıcı oldu. Ordum çabucak dağılıverdi. Tek başıma kalakaldım. Rolf'la Borcha nerde acaba? Bu ikisi yanımdan hiç ayrılmazdı?

Sisin içerisinde oradan buradan savaş sesleri geliyor. Ancak atımı ne yana sürsem savaş o bölgede çoktan bitmiş oluyor. Bir hayaleti kovalar gibi ormanlık alanda bir o tarafa bir bu tarafa at sürüyorum. Karşıdaki karaltı bizden biri mi acaba?

Yanılmışım, bunlar rhodok lord'ları, hem de iki tane! Onlar da beni gördüklerine şaşırdılar sanırım.

Hemen hücuma geçip mızrağımla en yakındaki lord'un hedef alıyorum. Son anda kalkanını kaldırıyor. Darbem o kadar şiddetli ki onun kalkan'ı ve benim mızrağım kırılıyor.

Koluma ağrı girdi... atımı biraz ileriden çeviriyorum. Süvari kılıcımı çekip tekrar saldırıyorum. Lord'da çift elli kılıcını kaldırıyor. Son anda atımla yaptığım bir manevra ile lord'a atımla çarpıyorum. Lord sendelediğinde de kılıcımla son darbeyi indiriyorum.

Lord'un ölüp ölmediğine bakmak için bir anlık geriye bakışım pahalıya mal oldu. Diğer lord yoluma çıktı ve teber'i ile atımın bacaklarına vurduğu darbe güçlü savaş atını yıkmaya yetti. Birkaç metre yerde yuvarlandım.

Şimdi onun kurallarına göre oynuyoruz. İki piyade olarak savaşacağız. Süvari kılıcımı ve yuvarlak kalkanımı kaldırıyorum. Kendimi kandırmayayım, kalkan Teber'in en fazla bir darbesini kaldırabilir. Sonrasında kalkansız kalırım. Ne yapacaksam hızlı olmam lazım.

Lord teberi kaldırdığı anda kalkanımı başımın üstüne kaldırım hücuma geçiyorum. Teberi havada kalkanımla karşılıyorum. Darbe önce koluma, oradan omuzlarıma ve en son dizlerime kadar iniyor. Dizlerimin üstüne çöküyorum. Ancak istediğim bir pozisyondayım, süvari kılıcımı lord'un dizlerine savuruyorum.

Lord yerde kıvranırken şövalyelerimden bir grup geliyor. Ormanlık alana kaçan birkaçı dışında düşmanı tamamen yendiklerini söylüyorlar. Birkaçını yaralı lordla ilgilenmeleri için görevlendiriyorum. Esir bir lord her zaman daha karlıdır. Bir diğer şövalyeyi de Lezalit'i bulması için gönderiyorum. Orduyu toplarlayacak biri varsa odur.

Bende dinlenmek için bir kenara çekiliyorum. Matheld nerde acaba?


Şimdi Nord geliyor:

Köylüleri ikna etmek benim için hep zor olmuştur. İşte Vayejeg'den sadece 5 kişi alabildim. Toplam 30 kişilik küçük bir grubuz, onların da büyük çoğunluğu acemi köylüler. Lezalit hepsini adam edeceğini söylüyor. Ancak şimdilik küçük haydut grupları ile uğraşsak daha iyi sanırım.

Ancak karşımıza çıkan fırsatları da değerlendirmek lazım. İşte bir swadia lord'u ile vaegir savaşa tutulmuş. Swadia daha kalabalık, kazanma şansı çok yüksek. Eğer yanlarında savaşa girersek ganimetten birkaç parça birşeyler alabiliriz. Hem, köylüler de gerçek savaşın neye benzediğini görür.

Savaş başlar başlamaz Swadia şövalyeleri tozu dumana katarak hücuma geçtiler bile. Askerlerim ile birlikte yavaş yavaş ilerliyoruz. Savaşın ileriki tepenin ardında olduğunu seslerden anlayabiliyoruz.

Tepeyi aşar aşmaz korkunç manzara ile karşılaşıyoruz. Vaegir piyadeleri kalabalık bir grupla şövalyelerin etrafını sarmış. Daha ne olduğunu anlayamadan son şövalye de atından düşüyor ve bir avuç acemi köylüyle birlikte vaegir piyadeleri ile başbaşa kalıyoruz.

Geri çekilmek mümkün değil köylüler o kadar çabuk dağılır ki hepsi teker teker öldürülür. Hepsine sıkışık düzende sıraya girmelerini emrediyorum. Eğer swadia desteği yetişene kadar dayanabilirsek buradan en azından şanslı birkaçımız canlı çıkabiliriz.

İlk dalga yıkıcı bir şekilde geliyor. Köylülerin hakkını vermek lazım, canlarını pahalıya satıyorlar. Ancak sonuçta hepsi acemi ve birliğimin yarısı ilk dalga sonucunda ölüyor. Geri kalanlarında birçoğunda ciddi yaralar var.

Vaegir'in destek birliğini gördüğümüzde işte bu kadar diye düşünüyorum. Maceramız buraya kadarmış. Ancak tam o anda atlıların seslerini duyuyorum. Ve bir an sonra sağımdan ve solumdan swadia şövalyeleri geçiyor. Son hızla vaegir'in üzerine çullanıyorlar.

Günün sonunda adamlarımın çoğunu kaybetsem de kalanlar için büyük bir tecrübe oluyor. Ve yardım ettiğim swadia lord'u da cömertliğini esirgemiyor...
Ne yalan söyleyeyim heycanla okudum.Mükemmel bir anlatım tarzınız var.Bu yeteneğinizi değerlendirmenizi öneririm :wink:
 
RodokÇavuşu said:
alhedras kardeşim gerçekten çok gerçekçi ve güzel yazmışın.TEbrik ederim.Mb sevgimi 2 katına çıkarttın. :smile: hemen mb oynamalıyım  :idea:
Impavide said:
Ne yalan söyleyeyim heycanla okudum.Mükemmel bir anlatım tarzınız var.Bu yeteneğinizi değerlendirmenizi öneririm :wink:

herkese teşekkür  :mrgreen: konunun gerilere düşmeyeceğini bilsem uzun hikayem de var parça parça yazılacak ama her seferinde konuyu hortlatmak ta istemiyorum.
 
Savaş kısmına gelemeden sıkıldım :grin: son zamanlarda çok sıkılganım ama yazdığım kadarını paylaşayım gerçi içime sinmedi ama -_-" of

Sargoth şehrinin lanetlenmiş bölgesinde, bu ülkeye sığınmış soyluların, sürgün edilenlerin veya suç işleyenlerin oluşturduğu bir hiyerarşide  unutulmuş Ulu Kovuk ve o gün tarihinin en ilginç gününü geçiriyordu.Yaşlı bir meşe ağacına oyulmuş, doğanın bütün imkanları seferber edilmişti.Doğa ve insanoğlunun bir uyum içerisinde gerçekleştirdiği nadir yapılardan bir tanesiydi.Doğa müşterilerin isteğine göre şekillendirilmişti.Calradia sınırlarında ki her içki çeşidi getirilmiş, yer altından kazılan tüneller ile ticaret yolları yaratılmıştı.Bu toprakların kapıları Nordların soylu insanlarına kapanmış ve ölüme terk edilmitşi.Kovuğun narin ve ince hatları çürümeye bırakılmıştı.O gün Ulu Kovuğun kapıları tekrar aralandı.Bir yabancı tarafından o bu lanetlenmiş, hırs ve ihanetlerle dolu dünyayı değiştirmeye gelmişti…

“ Sargoth şehri Nordların ulu, geçilmez ve soylu temellerinden biri en azından böyleydi yakın zamana kadar.Nordlar henüz dünya üzerinde var olmamış iken o yol gösteriyordu bu milletin kayıp insanlarına şimdi ise yıpranmış, yorulmuş  ve  bir şekilde bizim ona yol göstermemizi bekliyor.Neyi bekliyorsunuz bu kokuşmuş handa, bu şehre borçlusunuz şimdi bu borcu geri ödeme zamanı, neyi istiyorsunuz bu şehirden şimdi bütün dileklerinizi yerine getirme zamanı… Koca kıçlı şişman bir adamın dünyanın unuttuğu bu yere gelmesini bekleyip elindeki sihirli sopayla dileklerinizi yerine getireceğini mi düşünüyorsunuz açın gözlerinizi belki dış görünümü biraz farklı ama o adam burada “ Hancının somurtkan bakışları arasında o gece Ulu Kovuk’ta kalan bütün insanlar coşkuyla karşılamıştı.Bu topraklar bir kez daha sevince boğulmuştu.O gece han tarihinde ki en karlı gecelerinden birisini geçiriyordu.Kupalardan dökülen şarap çürüyen ağaca can katıyor, diğer bir yandan da bir köşede sızanların sayısını artığını anlatıyordu.Gabriel’in yaptığı konuşma işe yaramıştı.Sırt çantasından çıkardığı büyük parşomeni masanın üzerine genişçe yaydı.Masanın üzerinden aldığı tahta motiflerle masanın dört bir yanına sabitledi, şimdi beklediği orduyu kurabilirdi.Bu lanet yerden kurtulmayı bekleyen insanların oluşturduğu nefret dolu insanlara hükmedecek ve geçtiği toprakları değiştirecekti.Parşomende yazılı olan ise bir yemin metniydi.Bağlılığın, beraberliğin ve grubun basit kurallarının yazılı olduğu bir kağıt parçası

“ Kralım ve ülkem için…Topraklarımı zalimlerden korumak için…Adaleti ve özgürlüğü korumak için yemin ederim ki;

Silahsız birine saldırmayacağıma…Eşit olmayan bir karşılaşma yapmayacağıma…Arkadan saldırmayacağıma…Hileden ve işkenceden kaçınacağıma…Verilen bütün emirlere itaat edeceğime…Masumları koruyup insanlara saygı göstereceğime…Bana güvenenlere veya yoldaşlarıma ihanet etmeyeceğime… Sonsuza dek sürecek bir kısır döngü içerisinde onurum ve şerefim üzerine yemin erdim “ Bu sözleri söyleyen altmış beş kişi saymıştı Gabriel.Getirdiği erzak çantasından loncasına ait işaretin bulunduğu bir kılıç daha eksilmişti bu gece.Altmış beş kişinin masraflarını karşılamak bir sorundu, büyük bir sorundu ama karı daha fazla olacaktı.O gece ayrıldılar Ulu Kovuktan ve Ulu Kovuk bir kez daha gömülmüştü karanlığa fakat bu sefer bir şeyler  sonsuza dek değişecekti.Gabriel  ve ordusu ticaret yollarına paralel bir tünel daha kazmıştı.Kazandığı insanları geldiği yoldan geri çıkaracaktı ve var olan gücüne güç katacaktı.Uzun bir süre tünelin çamurlu yollarında yürüdükten çıkış görünmüştü.Üzerlerinde ki giyside x şeklinde bir mühür olan ve her köşesinde bir nokta bulunan  cesetler kapatmıştı tüneli.Gabrielin gözleri açıldı.Ordusu, gücü hepsinden daha ötede birlikte vakit geçirdiği takım arkadaşları.Gabriel dona kalmıştı.Dışarıdan gelen çarpışma sesleri kulağında yankılanıyordu.Herkes ölmemişti yaşıyorlardı ama oraya çıkmak bir intihardan farksızdı.Göz yaşları içerisinde yere çevirdi gözlerini karıncaların oluşturduğu bir topluluğun örümceklere karşı ilerlediğini gördü.Şansları yok denecek kadar azdı ama onlar ilerlemeye devam ediyorlardı.Gabriel gözlerini kapatarak arkasına döndü.Mırıldanarak “ İlk sınıvamızı bu kadar erken vereceğiz ha ? “ Karanlıkta birbirine bakan şaşkın, olaydan anlam çıkartmaya çalışan gözleri rahatlıkla görebiliyordu.Kimisi burnunu tıkıyor, kimisi yanında ki arkadaşıyla çeşitli senaryolar uyduruyorlardı.Gabriel sesini yükselterek devam etti “ Ettiğiniz o yemin hepinizi azad ediyorum.Şimdi burada ilk gerçek sınavınızı gerçekleştireceksiniz sizi buna girmeye mecbur kılamam.Henüz gereken eğitimi almadınız.Geri dönmek isteyen varsa hemen şimdi “ gözünden süzülen yaşlar daha da şiddetlenmişti.Gabriel konuşmasını tamamlayamadan topluluk savaş alanına doğru ilerlemeye başlamıştı bile buydu… Dünyayı değiştirecek insanlar bunlar olmalıydı.Gabriel arkasını dönerek kendinden emin büyük bir zafere doğru adım attı.Büyük kayıplar verecekti, bir çok arkadaşını kaybedecekti ama şerefini koruyacaktı

• Burda sıkıntı bastı :grin: çaktırmayın kısaya baglıyorum

Dışarı çıktıklarında ise daha farklı bir manzara onları bekliyordu.Gecenin sessizliğinde ormanı aydınlatan meşalelerin etrafında esir düşmüş, kazığa bağlanmış Svadya lordlarından bir tanesi ve askerleri bulunuyordu.Geriye çekilen okçuların vızıldayan okları kulağının dibinden geçiyor ve ona zaferi haykırıyordu.Gabriel Lord William’ın yanına giderek kılıcını hiddetle kınından çekti.Hızlı bir hamleyle onu direğe bağlayan halatlardan kurtardı.Etrafa bakınan diğer adamlarda aynı hareketi gerçekleştirdi.Tutsak düşen herkes ardına bakmadan kaçarken Lord William Gabriel’e dönerek onu selamladı ve orayı terk eden askerlerinin yolundan devam etti

O gün Kral Ragnar’ın Gabriel ve loncası için ayırdığı yüksek tepelerden Nord diyarını koruyan lonca kalesine doğru geri yola çıktılar.Bu sefer her zamankinden daha emin ve güvenilir adımlarla
 
ah ewt yıne o kotu sabahlardan bırıydı acemılık tatamıyle uzerımde toplanmıstı ve lord benı yakaladı :mad: yıne bozkır savası yapacaktım ve sılahlarımı kusandım bır kargı ve yayok ıkılısı. karsıdan hızla bana yaklasan bır kişi vardı onun lord olduguunu anladım ve adamlarıma yerlerınde kalmalarını ıstedım atımı gunese surdum surdum tepeyi asıp duzluge cıktıgımda tam bır fırtına koptu  :wink: (benım kargım daha uzunmus) tek vurusta lordları yıkılan orduyu dagıtmak cok kolay oldu. ama lord kacmayı basardı...  :cool:
 
ben kale savaşındaydım.savaş bayaa uzun sürmüştü askerlerimin yarısı ölmüştü :sad:neredeyse tüm adamları ben öldürüyordum kalede her yer kan olmuştu
 
98hasan98 said:
ben kale savaşındaydım.savaş bayaa uzun sürmüştü askerlerimin yarısı ölmüştü :sad:neredeyse tüm adamları ben öldürüyordum kalede her yer kan olmuştu

O Nasıl bir hikaye la  :mrgreen:
 
Daha krallığımı yeni kurmuştum bana açılan savaşı kergit hanlığına yedirecektim ama o da ne dakka bir gol bir.Karşımda olan 1000 kişilik ordu beni çok şaşırttı.Ya bi namussuz gibi kaçacak ya da şerefli bir lord gibi kalemi koruyacaktım ancak sorun şu ki benim sadece 124 askerim vardı.Hemen derebeylerimden birini buldum beni takip et dedim.Bu evet bu leydi deshaviydi.Sonra eski rodoklu artimenner i ve diğer derebeylerini çağırdım.Ancak yetmedi.Daha biz 700 onlar ise 1000 kişilerdi.Bu benim aklıma çok zekice bir şey getirdi.Ordularını parça parça yenmek.Önce diplerine daldım ve 2 derebeyini çektim.Gittim gittim ve gittim taki peşlerimi bırakanlara dek sonra onlar geriye dönerken ışınlandım ve önlerini kesip karşılarına çıktım hemen savaşa tutuştuk.300 Kişiye karşı savaşıyorduk ve bu savaş bana pahalıya 50 leşe mal oldu.Ama onları yenmiştik artık bizim 650 onların 700 askeri kaldı ve aynı taktikle tekrar 400 kişilik bir ordu çektim.Round Round savaşıyorduk.Ve bir şey oldu.İnanılmaz bir şey sanki gökten oklar yağmaya başladı.Bunlar bizi öldürüyordu ve hemen geri çekilme talimatı verdim spawn yerine gittiler ve orda bekledik.Düşman üstümüze geldiğinde benim ağzımdan okçular ateeeeeş sözü çoktan çıkmıştı.Artık sadece piyade ve okçuları kaldı atlılar gitmişti ve benim ağzımdan şu söz çıktı herkes,Hücuuuum ve işte o an son round da bitmişti.Bende çok zahiyat vardı.150 kişi.Benim ordum telef olmuştu müttefiklerimde ağır kayıplar verdiler.Ve son birliklerine de saldırıp.yok ettik zahiyat bizde 300 onlarda ise 900 kişiydi.Diğer 100 kişiyi yaralı ele geçirdik.Ve bu savaştan sonra başkentime gittim ve dinlendim.Ordumu tekrar kurmam gerekiyordu.Bende sadece 5 adet yandaş kaldı gerisi ise telef.
 
burock1997 said:
Önce diplerine daldım ve 2 derebeyini çektim.Gittim gittim ve gittim taki peşlerimi bırakanlara dek sonra onlar geriye dönerken ışınlandım ve önlerini kesip karşılarına çıktım hemen savaşa tutuştuk.


Bu kısmı feci mantıksız.
 
ShadoWalker said:
burock1997 said:
Önce diplerine daldım ve 2 derebeyini çektim.Gittim gittim ve gittim taki peşlerimi bırakanlara dek sonra onlar geriye dönerken ışınlandım ve önlerini kesip karşılarına çıktım hemen savaşa tutuştuk.


Bu kısmı feci mantıksız.

mantıksız değil hile :grin:
 
Back
Top Bottom