Karanlık Silistre'nin üzerine çökmüştü. Mehtap yine o muazzam cazibesiyle göz boyuyordu. Kış mevsimi gelmeden yüzünü göstermeye başlayan uysal başlı rüzgar, Akçar köyünü çevreleyen uzun, ama bir o kadar da sıkıca akan derenin şiddetini artırıyordu.
Çakır Bey, zifiri karanlığı aydınlatan ay ışığından cüret alarak, en yakınındakileri etrafına toplamıştı. Sultan Mehmed'in gönderdiği pusulanın mahiyetini öğrenen akıncılar, Çakır Bey'in vereceği kararla merakla bekliyordu.
Bir süre eliyle çenesini sıvazlayan Çakır Bey, kararını çoktan almıştı.
-"Kara Tekin, Dalkılıç Oğuz, Serdengeçti Osman!"
-"Buyur Beyim!"
-"Her biri yüz elli kişiden oluşan üçer birlik istiyorum sizden. Tez civar köylerimize dağılın, ocak beylerine emrimi bildirin."
Emri alan akıncılar hep bir ağızdan:
-"Başım gözüm üstüne." dedi.
Sultan Mehmed Han'ın gönderdiği mektupta yazanlar akıncıları buruk bir heyecana sevk etmişti. Zira, akıncılar sefer beklerken, hakanları sulh içinde ama bir o kadar da teyakkuz hâlinde bu işin çözülmesini istemişti.
Bâli Bey'in aklına takılan, dilinin ucundan nihayet dökülüverdi:
-"Beyim, madem padişahımız Kazıklı'dan cizye vergisinin tahsisini ister, bırak bu işi ben yapayım. Kafirin çıktığı yere, bey kısmı usulsüz gönderilmez! Hem sefer yolları bize göründü dedin. Sen de ahvalin vehametinin farkındasın."
Malkoçoğlu Çakır Bey, her zamankinden daha neşeli bir şekilde karşılık verdi:
-"Evladım benim. Kara kaşlı, kara saçlı yağızım. Sultanımız, bizzat bana tevdi etti bu vazifeyi. Vlad, karşısında benim gibi iddialı birini görünce mecbur yola gelecek. Sultanımızın bildiği vardır."
Bâli öfkelenerek:
-"Baba bu herif katil! Ben de refakat edeceğim." dedi.
-"Otur bre yerine! En fazla ölürüz, bundan mı çekinirsin?"
-"Sensiz biz n'aparız beyim?"
Çakır Bey, gözlerini devirdikten sonra:
-"Pek âla ya, ocak beyleri de kurtulmuş olur böylece benden." diyerek hüzünlendi.
-"Halt etmişler. Ocak beyi olmalarını kime borçlular? Ama sen dur... Ben onlara hadlerini bildireceğim. Belli ki, payitaht da seni gözden çıkardı. Akıncılar ayaklanırsa devlet mi kalır ayakta baba!"
-"Kes sesini hadsiz! Bana bak Bâli... Eğer bana bir şey olur da devlete asi durursan, sana hakkımı helal etmem bilesin! Hem keferenin öyle bir şeye kalkışacağını zannetmem. Sultan Mehmed başına yıkar onun kalesini başına!"
Çakır Bey'in bu sert çıkışı, Bâli'yi dinginleştirdi. Daha sonra dinlenmek üzere odalarına çekildiler.
Birkaç gün sonra akıncılar birliği Akçar köyünde birleşti. Akıncıların her biri atlılardan oluşuyordu. Ata binmeyi bilmeyenin akıncaıların arasında işi yoktu. Varılacak yer, Eflâk'tı. Sultan Mehmed, 10.000 düka altın ve yeniçeri olarak eğitilmek üzere 1000 genç istemişti. Çakır Bey'den başka bunu tahsis edecek bir cengaver yoktu. Mehmed de bunun farkındaydı. Akıncı birlikleri köyden ayrılmadan evvel Çakır Bey, oğlu Bâli ve Ali'ye sarıldı. Onlara bir daha ömür boyu unutamayacakları şeyler söyledi.
-"Babalarının yiğit evlatları! Ananızı toprağa verdiğimde biriniz kundaktaydı, öbürünüz toy bir delikanlıydı. Şükürler olsun Rabbime ki, sizi bana bağışladı. Bundan sonra sizden isteğim, devletinize hizmet etmenizdir. Devlete asi durmak, hıyanet içerisinde olmak, bir akıncı beyine yakışmaz. Heva ve nefisleriniz için bu dediklerimden dışarı çıkmayın. Çıkmayın ki, ardınızdan gelenlere ibret ola..."
Bâli veda dolu bu konuşmadan sonra:
-"İlahi babacığım. Alt tarafı bir vergi alacaksın. Allah'ım seni de bize bağışlasın. Gözün arkada kalmasın." dedi.
Aslında, görev kolaydı. Zira, Malkoçoğlu Çakır Bey gibi ömrü meydanlarda savaşarak geçmiş bir yiğit, böylesine bir vazifenin altından kalkamayacak kadar tecrübesiz değildi. Ne var ki, şartlar bazen yiğitlerin aleyhine de gelişebilirdi.
Akıncılar hep beraber sefere gider gibi harekete geçtiler. Gittikleri bu yol sefer yolundan farksızdı. Uzun bir sürenin ardından Osmanlılara karşı koyan bir gayrimüslim idarecisine karşı gidiliyordu çünkü. Papalıktan bile tehlikeli ve fitne dolu bir küffara karşı, verilmeyen hakkı almaya gidiyordu akıncılar. Hep beraber, kılıçlarını öne doğru çekip, atlarını kendilerine yoldaş edinerek koşuyordu akıncılar...
Silistre ile Targovişte arası çok bir mesafe değildi. Daha önce de defalarca bu iki şehrin hudutlarında cenk etmişti akıncılar ve şövalyeler. Targovişte surlarına yaklaşan birlikleri gören prenslik muhafızı göbekli şişman Akelos, durumu kaleye haber etti. Haberi duyan Vlad, çoktan hazırlığını yapmıştı. Zira daha evvel onun gözcüleri, akıncıların hareketlerini adım adım takip ediyordu. Akçar köyünün çevresinde sinsice gezinip duran bu gözcüler, Malkoçoğullarının istihbarat kabiliyetlerinden bihaberdi. Gözcülerden biri bunun bedelini kıskıvrak yakalanarak ödedi. Vlad, saray ahalisini yapılacaklar konusunda ikaz ederken, Akçar köyünde idareyi vekaleten devralan Bâli Bey de boş durmuyordu.
-"Söyle bre sümsük kereste! Kimin casususun sen?"
Vlad'ın gözcülerinden biri köyün civarında yakalanmıştı. Durumu öğrenen Bâli Bey, casusu samanlıklardan birine bağlatıp işkence etmeye başladı.
Casus yediği dayağın verdiği güçlükle:
-"İste... istediğin kadar ezi... eziyet... et. Ben... benden laf... çıkmaz." diyerek Bâli'nin sabrını sınadı.
Bâli, bunun üzerine adamlarından birine dönerek:
-"Bunu bir de falakaya yatırın. Ayakları iyice bir kanasın. Sonra da tuz basın, keçilere yalak olsun."
Duydukları karşısında daha fazla dayanamayan casus:
-"Vlad... Vlad'ın adamıyım işkence etmeyin... bırak... bırakın gideyim." diyerek yalvarmaya başladı.
Bâli, eliyle biraz önce verdiği emri tehir ederek:
-"Demek o kafir ha. Anlamalıydım, anlamalıydım..." dedi.
-"Sen... kimsin bilmiyorum lakin... Çakır'ın hare... hareketlerini takip ediyor... dum..."
-"Sonra?"
-"Bi arkadaşla haber... ettim... yola çıka... çıkacak diye..."
-"Ya demek öyle. Peki, yiğitlerim bunun elini ayağını sıkıca bağlayın. Şehre inip Silistre kadısına havale edin. Mahkemeye çıkarsınlar. Osmanlı muhitinde casusluk neymiş, bedelini idam ile ödesin! Şahitliğimi mührümle götüresiniz."
Tavcı Murad şaşırarak:
-"Ne uğraşıyoruz beyim. Keselim kafasını köpeğin!" diyerek isyan etti.
Bâli ise temkinliydi.
-"Esirlere dinimizce hukuksuz yere ilişilmez bilmez misin Tavcı? Babamı bile öldürse esir olduğu vakit mahkemeye çıkacak o kadar..."
Voyvoda Vlad, gelenlerin içeri alınmasını emretti. Çakır Bey ile beraberindeki birkaç akıncı içeri girdi. Çakır Bey içeri girerken, dışarıda kalan adamlarını sıkı sıkıya tembihledi.
-"Bana bakın yiğitler! İçeride cesedimizi çiğneseler bile bir delilik edip kendinizi harap etmeyesiniz. Bu kaleden çıkamazsınız. Devletin istikbaline zeval vermeyin."
Akıncılardan biri diğerlerinin de adına:
-"Başımız gözümüz üstüne beyim." diyerek cevapladı. Çakır Bey içeri girerken kendi aralarında fısıldaşan akıncılar haklı serzenişlerde bulunuyorlardı.
"Göz göre göre ölüme gönderdik beyimizi. Allah sonumuzu hayır eyleye..."
Çakır Bey, Vlad'ın huzurundan ayrılan tamamen çıplak vaziyetteki kadınları görünce şaşkına döndü. Başını başka bir yere dönerek:
"Tövbe ya Rabbi tövbe. Nasıl bir cendereye düştük böyle?" diye sitem etti. Ardından yanındakilere:
"Bakmayın develer. Gider ayak abdestimize zeval gelmeye..." dedi.
Çakır Bey ve adamları Vlad'ın huzuruna çıktığında hırstan gözü dönmüş Vlad kahkahalara boğuldu. Daha sonra Çakır Bey'in ciddi tavrından biraz olsun etkilenerek dile geldi:
-"Bak hele bak! Koskoca Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye'nin beylerbeyi Çakır'a bakın hele. Ayaklarıma kadar gelmiş."
Vlad'ın askerleri ve beraberindeki komutanları, onun bu küstahça sözlerine zorla da olsa katıla katıla güldü. Böyle bir karşılamayı bekleyen Çakır Bey, istifini bozmayarak karşılık verdi:
-"Voyvoda Vlad, oyalanacak vaktim pek yoktur. Hele bu cenabet havayı soluyacak takatim de... Sana mesulü olduğun cihan fatihi Sultan Mehmed Han'ın emrini bildirmek üzere geldim."
Vlad, duyduklarını idrak etmeye çalıştı. Anlamış olsa bile anlamamazlıktan gelerek sağ eliyle biraz ötesindeki yaveri Mirco'ya yaklaşması için işaret etti. Ardından:
-"Ne... Ne diyor bu cılız adam sevgili Mirco?" dedi.
Mirco, efendisinin huyunu bildiği ve birazdan neler yapacağını tahmin ettiği için kurnazca bir bakış attı. Sonra efendisinin kulağına eğilerek:
-"Cihan fatihi Mehmed diyor prens!" diye yanıt verdi.
-"Ney, ney, anlayamadım?"
-"Cihan fatihi..."
Bunun üzerine Vlad, kulakları sağır edecek düzeyde bir kahkaha patlattı. Bütün bu alaycı tavırları nihayete erdikten sonra kendisini toparlayan Vlad:
-"Efendin Mehmed ne istiyor, martavalı geç de ondan bahset Çakır!" dedi.
Çakır Bey, etrafını kuşatmış şövalyelere kısa bir göz attıktan sonra:
-"Benim efendimin senin de efendin olduğunu ne çabuk unuttun? Seni voyvoda yapan kimdi? Sana güvenip seni adam yerine koyan kimdi?" dedi.
Duyduklarından hiddetlenen Vlad, elindeki şarap kadehini yere fırlattı ve ayağa kalktı. Çakır'ın karşısına dikilerek:
-"Sana masalı geç dedim. Yoksa kulakların işitmez mi?" diye bağırdı.
Vlad'ın bu öfkesi ve dik başlılığı Çakır Bey'i hiç etkilememişti. Aksine Çakır Bey, ona bakarak üzülüyordu. Hırs bir insanın gözünü ölümlü dünyada bu kadar kör edebilirdi. Üstelik Vlad'ın bu sorusuna cevap olarak oracıkta onun boynunu koparmayı düşündü önce. Sonra arkasındaki yiğitler aklına zuhur etti. Fevri hareket etmemeliydi. Hem Mehmed, onun ölmesini de istememişti.
-"Daha önce de tebliğ edildiği gibi 10.000 düka altın cizye ve 1000 tane genç er ister haşmetli sultanımız. Bu sana son ikazımız, aksi takdirde olacaklardan ben mesul değilim, bilesin."
Çakır Bey'in cesaretine hayran kalan Vlad, bir o kadar da öfkelenmişti. Yapacağı şey belliydi. Mehmed'e rağmen hem de... Zira, onun önünde cihanın bütün devletleri bir olsa fark etmezdi. Onun için ölüme gidecek binlerce fedakar şövalyesi vardı. O buna ve bahtına güveniyordu. Biraz sessizlikten sonra Vlad, o korkunç emri verdi:
"Derdest edin!"
Muhafızlar bir anda ellerindeki kalın iplerle örülmüş ağları Çakır Bey ve beraberindeki iki akıncının üzerine attılar. Zavallı akıncıların ağın içinde çırpınmaktan başka çareleri kalmamıştı. Malkoçoğlu Çakır Bey son bir gayretle:
-"Ahmak kefere! Sultan Mehmed bunu yanına bırakır mı sandın? Tez vakitte ordularıyla üstüne yürüyecek, bırak bizi!" diye haykırdı.
-"Mehmed'i küçüklüğünden tanırım. Biz onunla anlaşırız." diyerek küstahca cevaplarına bir yenisini daha eklemişti Vlad. Ardından:
"Bunları kazıklara geçirin. Kazığa oturtulmuş Türkler kervanına bunlar da katılsın. Dışarıdaki keriz fedailerine de kazıklarla beraber hediye olarak verirsiniz." dedi gülerek.
Çakır Bey, akıncıların dediği gibi göz göre göre ölüme gönderilmişti. Lakin, Sultan Mehmed Vlad'ın bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmiyordu. Bu olay onun otoritesini sarsacaktı. Gözünü kan bürüyen Vlad ise oklarını üzerine çekiyor, zalimleştikçe zulümlerini artırıyordu. Bu devran böyle dönecek miydi? Vlad'ın bir sonraki hamlesi ne olacaktı? Malkoçoğlu Akıncılarının yediği bu olağanüstü şamar, onları dize mi getirecek, yoksa onların elleri kolları bağlanmış basiretlerini yeniden ayağa mı kaldıracaktı? Bütün bu soruların cevabını her şeyin açığa çıktığı o kutlu zaman gösterecekti...