Şafak sökerken 60.000 atlı Unuzdaq'tan Weyyah'a yola çıktık. Sancar Han'ın ana ordusu yaklaşık 32.000 kişiydi, bize iştirak eden Noyanların askerleri ile 60.000 kişi olmuştuk. Ordunun merkezinde 20.000 kişilik kuvveti ile Sancar Han bulunuyordu. En geride 12.000 kişilik yedek birlik, en önde ise öncü birlik olarak yine 12.000 kişilik bir grup bulunuyordu. Ordunun sağ ve sol kanatlarında merkezi korumak amacıyla 8.000 kişiden oluşan iki birlik vardı. Sancar Han beni öncü birliğin ordu komutanlığına tayin etmişti, bir komutan olarak ordunun dizilişini ben tayin etmiştim. Öncü birlik savaşta en çok kayıp verilen, en tehlikeli grup olduğu için hiçbir Noyan buraya konuşlanmayı tercih etmemişti. Dolayısıyla tek komutan bendim; bütün birliğin kumandası bana aitti.
Akşamüstü Weyyah surları göründü. Bizi fark eden nöbetçiler borazanlarla bütün kaleye geldiğimiz haberini ulaştırdı. Sancar Han'ın emri ile çadırlar kurulmaya başlandı.
Gece yarısı tüm çadırlar kurulmuştu. Ordu kalenin önünde aynı dizilişte bulunuyordu, sadece Sancar Han'ın emri ile yedek birlik Weyyah'ın Shariz'e bakan yüzüne konuşlandırılmış; askerlerin kaçışı yahut kaleye gelebilecek destek kesilmişti. Kale tamamen abluka altındaydı. Casuslara göre kalede en fazla 30.000 kadar asker vardı. Sancar Han kararını büyük çadırında açıkladı:
-Yarın şafak sökmeden Komutan Alpargu'nun öncü birliği kaleye tek başına saldıracak, onun o kaleyi tek başına alacağına güvenim tam ancak eğer destek birlik isterse diye yedek birliği onun komutasına bırakacağız.
Tonju Noyan atıldı:
-Peki ya biz ne yapacağız Sancar Han?
-Biz kalan 36.000 kişilik birliğimiz ile Shariz'e yola çıkacağız, yolun yarısında bizi bizzat Kral Graveth ve 30.000 askeri karşılayacak. Birlikte şehri abluka altına alıp hedefimize ulaşacağız.
Sancar Han'ın beni geride bırakmasından hoşnut olmamıştım, düşman topraklarında orduyu bölmek mantıklı bir fikir değildi. Ancak bu kibir abidesi kararından dönmeyecek gibiydi.
O sırada aklıma Rodoklar'ın bize ne için yardım ettiği sorusu aklıma geldi. Bunu Han'a sordum.
-Antlaşma gereği Sarranid Sultanlığı'nı ilhak ettiğimizde Weyyah ve Jameyyed kalelerini Rodoklar'a bırakacağız Komutan Alpargu. Lakin kalelerin pazar payının 1/4'ü bizim olacak, diğer Sarranid topraklarının hepsi bizim olacak.
Bu anlaşma hiç denk gibi gözükmüyordu. Rodoklar bu işe 30.000 asker feda etmelerine rağmen sadece iki kale ile mi yetineceklerdi? Graveth'in kurnaz olduğunu Kalradya'da herkes bilirdi. Böyle bir anlaşmaya tamam demesi kanımca mantıksızdı. Ancak antlaşma yürürlüğe girmişti bir kere, artık bozulamaz deyip askeri tavrımı takınarak "Buyruk senindir Han'ım!" dedim.
ERTESİ GÜN
Ertesi gün ana ordu Shariz'e yola çıkmıştı, benim birliğim ve yedek birlik toplamda 24.000 kişi kadardı. Planımı hazırlamıştım, 6.000 kişiyi kampta yedeğe bıraktım, kalan askerlerimi 3'e böldüm; her biri 6.000 askerden oluşan üç grup da yan yana sıralanmıştı.
Kaleden gelen bağırışlarla birlikte kale kapısı açıldı, tahminen 10.000 kişi üzerimize doğru haykırarak koşmaya başladı. Bu adamların taktik nedir bilmediğinden emin olmuştum. Öncü birlik olarak ordunun 1/3'ünü göndermek akıl işi değildi, kaldı ki bu askerlerin çoğu ellerinde sopalar, tırpanlarla bize koşan çiftçilerden oluşmaktaydı.
Askerlerime hazırlanmalarını emredip ardından sol ve sağ kanattaki birliklere birleşip hücum etmelerini emrettim. İki taraftan yıldırım gibi 6.000'şer atlı son hız düşmana hücüm ediyordu. Kısa süre sonra düşmanla yakın temas sağlandı, atımın üzerinden düşmanın bir bir yere kapaklandığını görüyordum. Ardından askerlerimin zafer haykırışları bana savaşı kazandığımızı işaret etti. Yüzlerce esir ele geçirip kalan hepsini kılıçtan geçirdik. Artık Weyyah kalesinde sadece korku hakimdi, atımla epeyce ileri çıktım; Weyyah karşımdaydı, haykırdım:
-Hepinizi kılıçtan geçireceğim, kellelerinizden kendime taht yapacağım! Weyyah başınıza yıkılacak, ordumla size kıyameti yaşatacağım!
Ertesi gün 24.000 Kergit arslanı Weyyah önündeydiler, atımla en önde olan ben orduyu komuta ediyordum. Söze koyuldum:
-Merdivenler!
Bir anda ordunun içinden dört at arabası ve onlara eşlik eden askerler kaleye ilerlemeye başladı. Kısa süre içinde kalenin dört bir yanına dört merdiven yerleştirildi. Askerlerim arkasını dönünce bunu fırsat bilen Sarranid okçuları atışa başladı. İki ok iki askerimin canını almıştı, orduya döndüm:
-Bugün burada hepiniz tarihe geçeceksiniz. Aslanlarım! Oğullarınız, torunlarınız bunu konuşacak; yiğitliğinizi Kergit Halkı asla unutmayacak. Bugün burada ölürseniz, Kergit Ülkesi'nin yaşaması için öleceksiniz; sizin sayenizde vatan var olacak! Kergit Han'ın ruhu sizinle olsun!
Ardından devam ettim:
-Okçular! Nişan al... Ateş serbest!
Okçuların okları bitene kadar düşman ordusunun çoğu surlardan aşağı düşmüştü. Ardından gürleyen sesim işitildi:
-Hücum!
24.000 yiğit bir anlık dahi düşünmeden atıldı, kimi ailesini sayıklıyor, kimi devletini; atalarını sayıklıyordu. Ben de kılıcımı çekip kaleye en önde koşanlar arasındaydım, merdivenlerin başına adeta kalkanlardan duvar yapan Sarranidler'i bir bir canından ediyorduk. Kısa süre içinde kale avlusuna ulaştık, düşman neredeyse bozguna uğramıştı. Sol omzundan sızan kanlar sayesinde bir okun beni isabet ettiğini anlamıştım, lakin bu beni durduramazdı. Okun tahta kısmını kırıp savaşa devam ettim. Akşam vakti kale tamamen ele geçirilmişti. Tarafımızca 1.100'e yakın kayıp vermiştik, lakin biz de 3.000 esir alıp kalan hepsini kılıçtan geçirmiştik.
Akşam vakti ortalığı meşaleler aydınlatırken askerlerim salona saklanan iki tane kale yöneticisini ve Weyyah garnizon kumandanını bulup bana getirmişti. Neredeyse herkes avludaydı, üç Sarranidli ve ben ise avluya bakan salondaydık. Muhafızdan baltayı aldım, üçününde omuzu üstünde baş bırakmadım. Her birinden sıçrayan kanlar yüzümü kızıla boyamıştı. Kellelerini avludan aşağı atıp haykırdım:
-Her bir çöl faresinin başı omzundan ayrılacak! Önümüze çıkan her varlığın akıbeti budur!
Ardından kale içindeki on binler tek bir şey haykırıyordu:
-Çok Yaşa Komutan Alpargu! Çok Yaşa Komutan Alpargu!