Kanlı Krallık - Skyrim
Ulfric Fırtınapelerin'in isyanının ve ölümünün üzerinden 20 yıl geçmiştir. Skyrim Krallığı'nın varisi Kraliçe Elisif ile evlenen Ejderdoğan Palegrar Kral olarak hüküm sürmeye başlamıştır. Mevkibeyliği sistemi yıkılarak soyluluğa dayanan vali yönetimi kurulmuştur. Aldmeri Hükümdarlığı ile İmparatorluk arasında bir siyasi kriz patlak verir. Elflerin ebedi müttefikleri Morrowind, Skyrim Krallığını sınırdan tahrik etmektedir.
Bu durum karşısında endişeye düşen Skyrim Lordları ülkelerini savunmaktadır, bazıları hariç. Skyrim'in karanlık dünyasına hoşgeldin. Entrika mı yapacaksın yoksa vatansever mi olacaksın?
Bu durum karşısında endişeye düşen Skyrim Lordları ülkelerini savunmaktadır, bazıları hariç. Skyrim'in karanlık dünyasına hoşgeldin. Entrika mı yapacaksın yoksa vatansever mi olacaksın?
Mavi Saray
Mavi Saray'ın taş zeminine vuran sert topuk sesleri tüm koridorları inletiyordu. Dışarıda sonbaharın gelişini müjdeleyen seyrek yağmurun toprağa düşüşü bile bastıramıyordu bu elim vuruşları. Toprak kokusu pencerelerden içeri yayılırken topuk seslerine eklenen hararetli konuşmalar hayrı alamet değildi, hiçbir zaman olmamıştı zaten, hele ki Krallığın kalbinde. Herkes gittikçe yaklaşan seslerin geldiği yöne bakınca durum daha da vahim bir hale geliyordu, insanlara tekinsiz bir gerginlik çöküyordu. Uzun zamandır bu kadar yetkilinin bir arada olması görülmüş şey değildi. Yanlarından geçerken yaptıkları reveransı bile fark edemeyecek kadar yorgun gözüküyordu Kral. Saçlarına düşen ak tanelerin bile rengi bozlaşmış gibiydi. 50'li yaşlarına rağmen geniş omuz ve uzun bacaklarıyla sarı saçlarına eklenen mavi gözler bir Kuzeyli tanımına yetiyordu, fakat saçları artık sarı değildi. Zamanında bütün kadınların hayran olduğu Ejderdoğan, artık ulusun Ulu Kral'ıydı. Dul Kraliçe Elisif sayesinde.
''Doğu Kartalı ne diyor?'' diye sordu Kral. Kafilenin en arkasında ki kahya Maloren kendine gelerek, ''Kara Elflerin sınırdaki tarafsız köyleri yağmaladığını bildiriyor efendim,'' teyit etmek için elindeki buruşmuş mektubu açtı, "Kalenin baş korucusu Ron Alyn, Vadikent Leydisi Maven Karafunda'dan iki kez yardım talep etmesine karşın net bir cevap alamamış.'' Kral sıkıntılı bir nefes verdi. İmparatorluk Skyrim Askeri Valisi General Typar kaşlarını çattı, "Doğu Kartalı yeni açılan kale değil mi?"
"Evet," diyip bilmişlikle cevap verdi Maloren, "Efsanevi Dawnguard kalesinin yerine kuruldu." General memnuniyetsiz bir ağız hareketi yaptı, "Eğer sınırın bu kadar yakınına gelmeye cüret ettilerse..."
İmparatorluğun Skyrim elçisi Leydi Mylissa,"İmparatorumuz'a ne yazmamı istersiniz Majesteleri," bir yandan da elindeki parşömene not almak için hazırlanıyordu, "Durumu bildirelim mi?" Kral omuz silkti, "Henüz değil," dedi. Elçi başıyla onayladı. Issızkent Muhafız Komutanı Başmuhafız Randall izin istedi, "Majesteleri, isterseniz bölgedeki askeri istatistikleri en kısa sürede toparlayabilirim."
Kral, ''İyi olur," diyerek koridorun sonundaki kapının önünde duran muhafızlara baş işareti yaptı. Kapı nöbetçisi duyurdu,''Dikkaaat! Dragonborn Hanedanı'nın kurucu soylusu, Mede Hanedanlığının Skyrim Eyaleti'nin yeminli yöneticisi, Issızkent Şehri'nin yegane Lordu, Ulu Kral I. Palegrar Hazretleri!'' Muhafızlar yarım eğilerek kapıyı açtılar, Kral ve beraberindekiler duraksamadan içeri girdi. Şehrin doğu yakasına bakan bir toplantı odasıydı, raflardaki bölmelerde kadim kitaplardan, birkaç aylık gibi görünen taze kitapların yanı sıra, tüm coğrafyanın detaylı haritası duvarları süslüyordu. Prens Pallegro çoktan oradaydı. Kral hariç hepsi başıyla selam verdikten sonra sandalyelere oturdular. "Neler oluyor majesteleri," derken etrafındakileri süzüyordu. "Acil olarak buraya gelmem söylendi" Kral, masanın başucundaki sandalyesine iyice yerleşince O'na bakarak cevap verdi, "Yüksek Yönetim Şurası olarak acil toplanmamız gereken bir durum var," Kahya Maloren'e başıyla işaret verdi, Maloren, Prens'e hitaben,"Bu sabah İmparatorumuz II. Attrebus'tan mektup aldık. Aldmeri Hükümdarlığı ile ticaret yollarının yağmalanmasından dolayı siyasi bir kriz patlak verdi." Elindeki mektubu Prens'e uzatarak, "Kara Elfler sınırımıza yakın bölgelere saldırarak bizi tahrik ediyor." Prens Pallegro mektuba göz gezdirirken, cümleler geçtikçe yüzündeki ifade düşüyordu. Mektubu bitirince göz ucuyla masadakilere bakarak, "50 yıl önceki Büyük Savaş Senaryosu ha?" dedi.
''Doğu Kartalı ne diyor?'' diye sordu Kral. Kafilenin en arkasında ki kahya Maloren kendine gelerek, ''Kara Elflerin sınırdaki tarafsız köyleri yağmaladığını bildiriyor efendim,'' teyit etmek için elindeki buruşmuş mektubu açtı, "Kalenin baş korucusu Ron Alyn, Vadikent Leydisi Maven Karafunda'dan iki kez yardım talep etmesine karşın net bir cevap alamamış.'' Kral sıkıntılı bir nefes verdi. İmparatorluk Skyrim Askeri Valisi General Typar kaşlarını çattı, "Doğu Kartalı yeni açılan kale değil mi?"
"Evet," diyip bilmişlikle cevap verdi Maloren, "Efsanevi Dawnguard kalesinin yerine kuruldu." General memnuniyetsiz bir ağız hareketi yaptı, "Eğer sınırın bu kadar yakınına gelmeye cüret ettilerse..."
İmparatorluğun Skyrim elçisi Leydi Mylissa,"İmparatorumuz'a ne yazmamı istersiniz Majesteleri," bir yandan da elindeki parşömene not almak için hazırlanıyordu, "Durumu bildirelim mi?" Kral omuz silkti, "Henüz değil," dedi. Elçi başıyla onayladı. Issızkent Muhafız Komutanı Başmuhafız Randall izin istedi, "Majesteleri, isterseniz bölgedeki askeri istatistikleri en kısa sürede toparlayabilirim."
Kral, ''İyi olur," diyerek koridorun sonundaki kapının önünde duran muhafızlara baş işareti yaptı. Kapı nöbetçisi duyurdu,''Dikkaaat! Dragonborn Hanedanı'nın kurucu soylusu, Mede Hanedanlığının Skyrim Eyaleti'nin yeminli yöneticisi, Issızkent Şehri'nin yegane Lordu, Ulu Kral I. Palegrar Hazretleri!'' Muhafızlar yarım eğilerek kapıyı açtılar, Kral ve beraberindekiler duraksamadan içeri girdi. Şehrin doğu yakasına bakan bir toplantı odasıydı, raflardaki bölmelerde kadim kitaplardan, birkaç aylık gibi görünen taze kitapların yanı sıra, tüm coğrafyanın detaylı haritası duvarları süslüyordu. Prens Pallegro çoktan oradaydı. Kral hariç hepsi başıyla selam verdikten sonra sandalyelere oturdular. "Neler oluyor majesteleri," derken etrafındakileri süzüyordu. "Acil olarak buraya gelmem söylendi" Kral, masanın başucundaki sandalyesine iyice yerleşince O'na bakarak cevap verdi, "Yüksek Yönetim Şurası olarak acil toplanmamız gereken bir durum var," Kahya Maloren'e başıyla işaret verdi, Maloren, Prens'e hitaben,"Bu sabah İmparatorumuz II. Attrebus'tan mektup aldık. Aldmeri Hükümdarlığı ile ticaret yollarının yağmalanmasından dolayı siyasi bir kriz patlak verdi." Elindeki mektubu Prens'e uzatarak, "Kara Elfler sınırımıza yakın bölgelere saldırarak bizi tahrik ediyor." Prens Pallegro mektuba göz gezdirirken, cümleler geçtikçe yüzündeki ifade düşüyordu. Mektubu bitirince göz ucuyla masadakilere bakarak, "50 yıl önceki Büyük Savaş Senaryosu ha?" dedi.
Krallar Sarayı
Brünwulf Hürkış, muhafız komutanı Muggly, kahyası Grenn ve Mülteci Konağı Kalesi'nin başkorucusu Barly River ile koridorun solundaki küçük odada üstünde harita olan bir masaya göz gezdiriyorlardı. Eliyle, Skyrim-Morrowind sınırının dağlık bölgelerini işaret ederek, "Dağlardan gelecek olurlarsa kurtlara, trollere, kışa soğuğa ve daha ne varsa ona yem olurlar. Oradan gelmeleri imkansız. O yüzden Doğu Hududu'na bir tek yoldan gelebilirler, Mülteci Konağı." Brünwulf'un sözlerini başıyla onayladı başkorucu, ''Öyle Lordum." Brünwulf kollarını göğsünde birleştirdi. "Kaç askeriniz var" diye sordu. Başkorucu tek kaşını kaldırıp kısa bir süre düşündü. "36 asker, kişi başına yetecek kadar silahımız var, kuşatmaya dayanacak kadar teçhizatımız ve atımız neredeyse yok." Miğferyeli Lordu dudağını büktü. Durum düşündüğünden daha kötüydü. Kumandan Muggly'e döndü, "Bizde durum ne?" Sürekli somurtup duran Kumandan Muggly bu kez gayet resmi ifadesiz bir tondaydı. "Miğferyeli'nde 408, Mülteci konağını saymazsak çevre kale ve karakollara gönderdiğimiz asker sayısı 176. Miğferyeli'nde Süvari sayımız ise 80, bir o kadar da okçu var. Gerisi piyade birlikleri. Kalelerdeki birliklerden haberdar değilim."
Bu rakamlar Başkorucu Barly River'in gözünde çoktu, fakat Lord Hürkış hala sıkıntılıydı. Şuna bak, koskoca Miğferyeli'ni 600 kişiyle savunuyoruz diye iç geçirdi. "Kyne Koruluğu Lordu Carl Gustav'a O'nu buraya davet ettiğimi iletin. Elinde kaç askeri varmış görelim.'' dedi, Kahya Grenn'e. Eskiden Kyne Koruluğu Miğferyeli'nin bir kasabasıydı fakat şimdi bir lord tarafından yönetiliyor. Aslında halen Miğferyeli'ne bağlı, Miğferyeli ile birlikte Doğu Hududu'nu savunuyorlar. Fakat eskisi gibi otoriter mevkibeyleri yok, yerleşkelere bile lordlar verildi. Fırtınapelerin isyanıyla birlikte değişim gerekli olmuştu, en azından kral böyle düşünüyordu. İsyan süresince bölgelerinin mevkibeylerinin verdiği radikal kararlar yüzünden savaşa giren insanların haklarını savunmaktı amacı. Mevkibeylik sistemi kaldırılarak Lordluk ünvanı getirilmişti.
Tabi Lordlar yine kral tarafından atanmıştı. Öyle ki, Irmakkoru Lordu olarak eski askeri vali General Tullius atandı. Yani artık Lord Tullius. Shor'un Taşobası'na Maven Karafunda'nın ısrarı -bir bakıma krallığın borçlarının belirli kısmının ödenmesi karşılığında- ile Lord Hemming Karafunda'ya verildi. Ejderköprüsü İmparator uğruna oğlunu veren Komutan Maro'ya verildi. Diğer küçük yerleşkeler soylulara dağıtıldı. İsyanda Ulfric'in yanında duranların, Ulfric ölünce öldürülmesi veya kaçmasından dolayı bölgeler imparatorluk yanlısı soylulara verildi, Brünwulf Hürkış'ta onlardan biriydi. Fakat bir kişi hariç. Lord Skald. İsyanda Ulfric'in yanında olmasına rağmen diz çöküp af dileyen Skald kral tarafından affedilip mevkisinde kalmıştı.
Lord Hürkış'ı korkutan asıl şey Morrowind ordusunun büyüklüğünün bilinmezliğiydi. Belki bin kişi gelecekti, belki on bin. Doğu Kartalı'ndan gelen haberleri tüm lordlar duymuştu. Yön değiştirip Doğu Hududu'na saldırırlarsa ne yapmalıydı?
Kuytu Orman
Buz gibi esen rüzgarın altında, rutubetten yıkılmış derecede bir evin içindeydiler. Bir zamanlar evi oluşturan, yarısı yok olmuş tahtaların iğne haline gelmiş kıymık çöpleri bile üşüyordu sanki. Koca ormanın ortasında, bu havada kim ne yapardı ki burada, in cin top oynuyordu. Gökteki ebedi çarşafın süslerini bile kıskandıracak derecede bir cisim parlıyordu, tam ortada. Masanın etrafında toplanmış birkaç kişi gözlerini dikmiş O’na bakıyordu. Herkes tedirgindi, tüyler ürpertici bir hava vardı. Rüzgardan değil, içlerindeki kararsızlıktan. Kim bilir ne zamandır suskunlardı, elbet bi’ sıralarda konuşuyorlardı, ta ki içlerinden biri bunu masaya koyana kadar.
Şüphesiz yine o kişi suskunluğu bozmaya niyetliydi. Kafasıyla cismi işaret etti,
“Ne düşünüyorsunuz dostlarım?” diyerek gerindi. Ellerini uzun saçlarına götürerek etrafındakileri süzmeye başladı. Bir süre kimse ses çıkarmadı, köşedeki adam boğazını temizledi, derin bir nefes aldı. Herkes söyleyeceği sözlere odaklanmışken nihayet konuştu,
“Peki… Nasıl olacak ki? Yani” sıkıntılı bir iç çekti, etrafındakilerin demek istediğini anladığını biliyordu, yine de sözünü bitirmeliydi,
“…İsyan…” dedi, omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı. Yanındaki de cesaret bularak atıldı,
“Son isyan 20 yıl önceydi. Sonunun nasıl bittiği malum. Ulfric’i mezarından çıkaramayacağımıza göre…” Yine kısa süreli bir sessizlik olmuştu, en başta konuşan adam yine söze girdi,
“İnanın dostlarım, eskiye göre daha kolay olacak. Yeter ki yetkilerinizi kullanın.”
Ortam yine gerilmişti. Anlaşılan kazandıkları değerlerini kaybetmek istemiyorlardı. Unvan, şan, şöhret, rütbe… Bir tanesi, ellerini masaya koyarak hayatında gördüğü en değerli varlıkmışçasına cismi süzdü. Parlaktı, değeri üzerindeki incilerden anlaşılabilirdi. Ama bir karar vermek zorundaydılar. İçindekileri söyleyememek canını sıkıyordu. Elini yumruk haline getirip tek ayağı yarıdan kırılmış, çivileri ise çoktan çürümüş olan masaya vurdu. Tahtalar gürültüyle sarsıldı, “Önümüzde, tam şu masanın üzerinde ‘Dişli Taç’ var, fakat biz uzanıp alamıyoruz.”