Kanlı Krallık - Skyrim (Üçüncü Bölüm - Savaşların Pusulası)

Users who are viewing this thread

Wuthrad

Grandmaster Knight
Kanlı Krallık - Skyrim

Ulfric Fırtınapelerin'in isyanının ve ölümünün üzerinden 20 yıl geçmiştir. Skyrim Krallığı'nın varisi Kraliçe Elisif ile evlenen Ejderdoğan Palegrar Kral olarak hüküm sürmeye başlamıştır. Mevkibeyliği sistemi yıkılarak soyluluğa dayanan vali yönetimi kurulmuştur. Aldmeri Hükümdarlığı ile İmparatorluk arasında bir siyasi kriz patlak verir. Elflerin ebedi müttefikleri Morrowind, Skyrim Krallığını sınırdan tahrik etmektedir.

Bu durum karşısında endişeye düşen Skyrim Lordları ülkelerini savunmaktadır, bazıları hariç. Skyrim'in karanlık dünyasına hoşgeldin. Entrika mı yapacaksın yoksa vatansever mi olacaksın?​

Mavi Saray

   
      Mavi Saray'ın taş zeminine vuran sert topuk sesleri tüm koridorları inletiyordu. Dışarıda sonbaharın gelişini müjdeleyen seyrek yağmurun toprağa düşüşü bile bastıramıyordu bu elim vuruşları. Toprak kokusu pencerelerden içeri yayılırken topuk seslerine eklenen hararetli konuşmalar hayrı alamet değildi, hiçbir zaman olmamıştı zaten, hele ki Krallığın kalbinde. Herkes gittikçe yaklaşan seslerin geldiği yöne bakınca durum daha da vahim bir hale geliyordu, insanlara tekinsiz bir gerginlik çöküyordu. Uzun zamandır bu kadar yetkilinin bir arada olması görülmüş şey değildi. Yanlarından geçerken yaptıkları reveransı bile fark edemeyecek kadar yorgun gözüküyordu Kral. Saçlarına düşen ak tanelerin bile rengi bozlaşmış gibiydi. 50'li yaşlarına rağmen geniş omuz ve uzun bacaklarıyla sarı saçlarına eklenen mavi gözler bir Kuzeyli tanımına yetiyordu, fakat saçları artık sarı değildi. Zamanında bütün kadınların hayran olduğu Ejderdoğan, artık ulusun Ulu Kral'ıydı. Dul Kraliçe Elisif sayesinde.

    ''Doğu Kartalı ne diyor?'' diye sordu Kral. Kafilenin en arkasında ki kahya Maloren kendine gelerek, ''Kara Elflerin sınırdaki tarafsız köyleri yağmaladığını bildiriyor efendim,'' teyit etmek için elindeki buruşmuş mektubu açtı, "Kalenin baş korucusu Ron Alyn, Vadikent Leydisi Maven Karafunda'dan iki kez yardım talep etmesine karşın net bir cevap alamamış.'' Kral sıkıntılı bir nefes verdi. İmparatorluk Skyrim Askeri Valisi General Typar kaşlarını çattı, "Doğu Kartalı yeni açılan kale değil mi?"
"Evet," diyip bilmişlikle cevap verdi Maloren, "Efsanevi Dawnguard kalesinin yerine kuruldu." General memnuniyetsiz bir ağız hareketi yaptı, "Eğer sınırın bu kadar yakınına gelmeye cüret ettilerse..."

    İmparatorluğun Skyrim elçisi Leydi Mylissa,"İmparatorumuz'a ne yazmamı istersiniz Majesteleri," bir yandan da elindeki parşömene not almak için hazırlanıyordu, "Durumu bildirelim mi?" Kral omuz silkti, "Henüz değil," dedi. Elçi başıyla onayladı. Issızkent Muhafız Komutanı Başmuhafız Randall izin istedi, "Majesteleri, isterseniz bölgedeki askeri istatistikleri en kısa sürede toparlayabilirim."


    Kral, ''İyi olur," diyerek koridorun sonundaki kapının önünde duran muhafızlara baş işareti yaptı. Kapı nöbetçisi duyurdu,''Dikkaaat! Dragonborn Hanedanı'nın kurucu soylusu, Mede Hanedanlığının Skyrim Eyaleti'nin yeminli yöneticisi, Issızkent Şehri'nin yegane Lordu, Ulu Kral I. Palegrar Hazretleri!'' Muhafızlar yarım eğilerek kapıyı açtılar, Kral ve beraberindekiler duraksamadan içeri girdi. Şehrin doğu yakasına bakan bir toplantı odasıydı, raflardaki bölmelerde kadim kitaplardan, birkaç aylık gibi görünen taze kitapların yanı sıra, tüm coğrafyanın detaylı haritası duvarları süslüyordu. Prens Pallegro çoktan oradaydı. Kral hariç hepsi başıyla selam verdikten sonra sandalyelere oturdular. "Neler oluyor majesteleri," derken etrafındakileri süzüyordu. "Acil olarak buraya gelmem söylendi" Kral, masanın başucundaki sandalyesine iyice yerleşince O'na bakarak cevap verdi, "Yüksek Yönetim Şurası olarak acil toplanmamız gereken bir durum var," Kahya Maloren'e başıyla işaret verdi, Maloren, Prens'e hitaben,"Bu sabah İmparatorumuz II. Attrebus'tan mektup aldık. Aldmeri Hükümdarlığı ile ticaret yollarının yağmalanmasından dolayı siyasi bir kriz patlak verdi." Elindeki mektubu Prens'e uzatarak, "Kara Elfler sınırımıza yakın bölgelere saldırarak bizi tahrik ediyor." Prens Pallegro mektuba göz gezdirirken, cümleler geçtikçe yüzündeki ifade düşüyordu. Mektubu bitirince göz ucuyla masadakilere bakarak, "50 yıl önceki Büyük Savaş Senaryosu ha?" dedi.

Krallar Sarayı


    Brünwulf Hürkış, muhafız komutanı Muggly, kahyası Grenn ve Mülteci Konağı Kalesi'nin başkorucusu Barly River ile koridorun solundaki küçük odada üstünde harita olan bir masaya göz gezdiriyorlardı. Eliyle, Skyrim-Morrowind sınırının dağlık bölgelerini işaret ederek, "Dağlardan gelecek olurlarsa kurtlara, trollere, kışa soğuğa ve daha ne varsa ona yem olurlar. Oradan gelmeleri imkansız. O yüzden Doğu Hududu'na bir tek yoldan gelebilirler, Mülteci Konağı." Brünwulf'un sözlerini başıyla onayladı başkorucu, ''Öyle Lordum." Brünwulf kollarını göğsünde birleştirdi. "Kaç askeriniz var" diye sordu. Başkorucu tek kaşını kaldırıp kısa bir süre düşündü. "36 asker, kişi başına yetecek kadar silahımız var, kuşatmaya dayanacak kadar teçhizatımız ve atımız neredeyse yok." Miğferyeli Lordu dudağını büktü. Durum düşündüğünden daha kötüydü. Kumandan Muggly'e döndü, "Bizde durum ne?" Sürekli somurtup duran Kumandan Muggly bu kez gayet resmi ifadesiz bir tondaydı. "Miğferyeli'nde 408, Mülteci konağını saymazsak çevre kale ve karakollara gönderdiğimiz asker sayısı 176. Miğferyeli'nde Süvari sayımız ise 80, bir o kadar da okçu var. Gerisi piyade birlikleri. Kalelerdeki birliklerden haberdar değilim."

    Bu rakamlar Başkorucu Barly River'in gözünde çoktu, fakat Lord Hürkış hala sıkıntılıydı. Şuna bak, koskoca Miğferyeli'ni 600 kişiyle savunuyoruz diye iç geçirdi. "Kyne Koruluğu Lordu Carl Gustav'a O'nu buraya davet ettiğimi iletin. Elinde kaç askeri varmış görelim.'' dedi, Kahya Grenn'e. Eskiden Kyne Koruluğu Miğferyeli'nin bir kasabasıydı fakat şimdi bir lord tarafından yönetiliyor. Aslında halen Miğferyeli'ne bağlı, Miğferyeli ile birlikte Doğu Hududu'nu savunuyorlar. Fakat eskisi gibi otoriter mevkibeyleri yok, yerleşkelere bile lordlar verildi. Fırtınapelerin isyanıyla birlikte değişim gerekli olmuştu, en azından kral böyle düşünüyordu. İsyan süresince bölgelerinin mevkibeylerinin verdiği radikal kararlar yüzünden savaşa giren insanların haklarını savunmaktı amacı. Mevkibeylik sistemi kaldırılarak Lordluk ünvanı getirilmişti.


Tabi Lordlar yine kral tarafından atanmıştı. Öyle ki, Irmakkoru Lordu olarak eski askeri vali General Tullius atandı. Yani artık Lord Tullius. Shor'un Taşobası'na Maven Karafunda'nın ısrarı -bir bakıma krallığın borçlarının belirli kısmının ödenmesi karşılığında- ile Lord Hemming Karafunda'ya verildi. Ejderköprüsü İmparator uğruna oğlunu veren Komutan Maro'ya verildi. Diğer küçük yerleşkeler soylulara dağıtıldı. İsyanda Ulfric'in yanında duranların, Ulfric ölünce öldürülmesi veya kaçmasından dolayı bölgeler imparatorluk yanlısı soylulara verildi, Brünwulf Hürkış'ta onlardan biriydi. Fakat bir kişi hariç. Lord Skald. İsyanda Ulfric'in yanında olmasına rağmen diz çöküp af dileyen Skald kral tarafından affedilip mevkisinde kalmıştı.

Lord Hürkış'ı korkutan asıl şey Morrowind ordusunun büyüklüğünün bilinmezliğiydi. Belki bin kişi gelecekti, belki on bin. Doğu Kartalı'ndan gelen haberleri tüm lordlar duymuştu. Yön değiştirip Doğu Hududu'na saldırırlarsa ne yapmalıydı?

Kuytu Orman

    Buz gibi esen rüzgarın altında, rutubetten yıkılmış derecede bir evin içindeydiler. Bir zamanlar evi oluşturan, yarısı yok olmuş tahtaların iğne haline gelmiş kıymık çöpleri bile üşüyordu sanki. Koca ormanın ortasında, bu havada kim ne yapardı ki burada, in cin top oynuyordu. Gökteki ebedi çarşafın süslerini bile kıskandıracak derecede bir cisim parlıyordu, tam ortada. Masanın etrafında toplanmış birkaç kişi gözlerini dikmiş O’na bakıyordu. Herkes tedirgindi, tüyler ürpertici bir hava vardı. Rüzgardan değil, içlerindeki kararsızlıktan. Kim bilir ne zamandır suskunlardı, elbet bi’ sıralarda konuşuyorlardı, ta ki içlerinden biri bunu masaya koyana kadar.

    Şüphesiz yine o kişi suskunluğu bozmaya niyetliydi. Kafasıyla cismi işaret etti,
“Ne düşünüyorsunuz dostlarım?” diyerek gerindi. Ellerini uzun saçlarına götürerek etrafındakileri süzmeye başladı. Bir süre kimse ses çıkarmadı, köşedeki adam boğazını temizledi, derin bir nefes aldı. Herkes söyleyeceği sözlere odaklanmışken nihayet konuştu,
“Peki… Nasıl olacak ki? Yani” sıkıntılı bir iç çekti, etrafındakilerin demek istediğini anladığını biliyordu, yine de sözünü bitirmeliydi,
“…İsyan…” dedi, omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı. Yanındaki de cesaret bularak atıldı,
“Son isyan 20 yıl önceydi. Sonunun nasıl bittiği malum. Ulfric’i mezarından çıkaramayacağımıza göre…” Yine kısa süreli bir sessizlik olmuştu, en başta konuşan adam yine söze girdi,
“İnanın dostlarım, eskiye göre daha kolay olacak. Yeter ki yetkilerinizi kullanın.”

    Ortam yine gerilmişti. Anlaşılan kazandıkları değerlerini kaybetmek istemiyorlardı. Unvan, şan, şöhret, rütbe… Bir tanesi, ellerini masaya koyarak hayatında gördüğü en değerli varlıkmışçasına cismi süzdü. Parlaktı, değeri üzerindeki incilerden anlaşılabilirdi. Ama bir karar vermek zorundaydılar. İçindekileri söyleyememek canını sıkıyordu. Elini yumruk haline getirip tek ayağı yarıdan kırılmış, çivileri ise çoktan çürümüş olan masaya vurdu. Tahtalar gürültüyle sarsıldı, “Önümüzde, tam şu masanın üzerinde ‘Dişli Taç’ var, fakat biz uzanıp alamıyoruz.”




 
Akçay

      Öğlen sıcağı Akçay duvarlarına vururken göz alıcı bir parlaklık oluşturuyordu. Sarı ve gümüşi bir ten renginde örülmüş şehrin çevresini saran sur uzun süredir ayaktaydı. Şehrin kuruluşundan bu yana, Tek Göz Olaf'tan bile önce dimdik duran surların ihtişamı karşısında, ateş püskürtmeye hazır duran Ejderkonağın heykeli, Bulutlutepe'den öfkeli çehresiyle bölgeyi kolluyordu. Akçay'ın sarı pelerinleri yerlere kadar uzanan mağrur fakat gururlu muhafızları şehri turluyordu. Kışlanın çevresinde çeşitli bölgelerin muhafızları da vardı. Buna karşın düzlük mahallesinin esnafları artan nüfusa rağmen parasızlıktan yakınıp, Sarhoş Avcı'nın nasıl bu kadar et satabildiğini tartışıyordu.

    "Bak, işte orada," dedi Lord Allen, kafasıyla muhafız kışlasının önünü işaret ederek, "Akçay'ın varisi, Genç Lord Ronnie." Kumandan Hadvar gözleriyle kışlanın önünü süzdü. Lord Ronnie'yi daha önce görmemişti fakat hareketleri ve dikkat çeken yeteneğiyle O olduğu anlaşılıyordu. Çevresine muhafızları toplamış talim yapma hazırlığındaydı. Hepsinin üstünde derinin üstüne kaynatılmış demirden talim zırhları vardı. Boyun ve baldır koruması kullanmaya gerek duymayan varis lordun bacaklarında ince siperli demir talim botu vardı. Muhafızlara bir kaç emir verdikten sonra miğferinin siperini de kapatarak uçları körleştirilmiş kılıçlardan aldı, iki elinde de kılıçla savaşıyordu. Birer birer, ikişer ikişer gelen muhafızları zarif ''dokunuşlarla'' savuştururken Hadvar'ın içi ürperdi. Ben de bir zamanlar böyleydim dedi içinden, fakat bir başka ses yanıt verdi, hiçbir zaman böyle değildin.

    Varis Lord'un birde kardeşi vardı, Wayne. Henüz on beş yaşında olan Wayne küçük kardeş olmanın verdiği çekingenliğin baskısını üstünde hissediyordu hep. Bu yüzden diğer lordları pek önemsediği söylenemezdi. Balgruuf'un ikinci eşinden olan çocuklarıydı onlar. Bir süre birçok rivayet dolaştı Akçay'da, ta ki Balgruuf, içlerinden bir tanesini doğrulayana dek. Bundan 20 yıl önceki isyanda Ulfric Fırtınapelerin ve ordusu Akçay'ı kuşatmıştı. İmparatorluk güçleri zamanında yetişemediği için yenilgi kesin gözüküyordu. Mevkibeyi, onların güvenliğini sağlamak için üç çocuğunu da şehirdeki sıradan evlerden birine götürmelerini emretti, eğer olur da yenilirlerse çocukları halk arasında dikkat çekmez, savaşın ardından görevlendirdiği adamları da onları şehirden götürürlerdi. Fırtınapelerinler surları aşıp şehir merkezini istila ettiklerinde... Nereden bilebilirdi ki, serseri bir alevli okun çocuklarının bulunduğu evi yakacağını? O sırada Tullius'un has komutanlarından Legate Rikke İmparatorluk güçleriyle asileri arkadan vurup, Fırtınapelerinlere ağır zayiat vererek kaçmalarını sağlamıştı, Ulfric can havliyle Akçay'dan kaçarken ilk yenilgisini tadıyordu. Daha sonra halk, çocukların ortalıkta olmadığını kendiliğinden anlamıştı. Meğer Mevkibeyi yardımcılarından olayı öğrenince, evi aratıp çocuklarının cesetlerini bulmalarını istemiş. Niyeti, çocukların cesetleri bulununca, onları bir soyluya yaraşır şekilde defnettirecekmiş, fakat cesetler bulunamamış.

    Mevkibeyi'de cesetler bulunana dek çocuklarının ölümlerinin halka yansıtılmamasını emredince, durum ne şehirde, ne de Ejderkonak'ta yayılmamış. Elbet bir gün ölümler açığa çıkacaktı, bu da Akçay Kuşatması'nda ölen muhafızların gömülmesi için düzenlenen törende fark edildi. Mevkibeyinin çocukları, neden törende olmasındı ki?

    Hadvar, Ejderkonak'a girmeden önce arkalarında ki yarım düzine muhafıza komut vererek dışarıda kalmalarını söyledi. Lord Allen ve Hadvar Ejderkonak'tan içeri girdiklerinde Balgruuf tahtında oturuyordu. Mumlardan ve dört bir tarafta yanan şöminelerden çıkan ısı, ılık hava dalgalarını etrafa yayıyordu. Lord'un yanında yaveri Irıleth, kahyası Proventus ve Muhafız Komutanı Rhoynar vardı. Ziyafet masasında ise Rorik valisi Lord Rorik ve Kumandan Wyl oturuyordu, karşılarında ise Helgen valisi Lord Jonas Reicard ve Kumandan Borri vardı. Allen onlara hafif bir baş selamı verdikten sonra Hadvar ile tahta yaklaşıp yarım eğildiler. Proventus duyurdu, "Karşınızda Akçay şehrinin daimi Lordu, Ejderkonak'ın yegane yöneticisi Yüce Balgruuf." Lord Allen yarım tebessüm etti, Hadvar sakin bir ses tonuyla tanıttı, "Huzurunuzda, Irmakkoru'nun Meşru Varisi Lord Allen ve ben de Başmuhafız Hadvar." Balgruuf başıyla onayladı. Onlar içeriye girdiğinden beri takındığı memnuniyetsiz ifadeyi, belki de nezaket gereği, bir yana bırakarak, "Lord Tullius'u bekliyorduk," cümlenin devamını getirmeye gerek duymadı, Allen da anlamıştı. Dudak büktü, "Kendisi çok hasta Lordum, davetinize teşrif etmem için beni gönderdi."

    Allen aslında Tullius'un damadıydı. Erkek evladı olmadığı için kızının kocasını varis belirtmek zorunda kalmıştı. Varisler arasında soylu olmayan nadir kişilerdendir Allen. Özellikle Irmakkoru'da olmak üzere, -ki dedikodular oradan yayılmıştır- O'nun genç leydinin kalbini türlü oyunlarla çaldığı anlatılır. Leydi'yi haydutların elinden kurtarması ve kaybolan 'anne yadigarı' kolyeyi bulup teslim etmesinden ötürü, Leydi'nin O'na aşık olduğu bilinir. Lakin bir de dedikodu kısmı vardır. Söz odur ki, gariban bir çiftçinin oğlu olen Allen, babası ölünce tarlayı miras almıştır. Daha sonra tarlayı satar ve parasını alır. Elde ettiği para ile birkaç haydut tutar ve onları, Akçay'dan Irmakkoru'ya alışverişten dönen Leydi'nin üzerine salar. Haydutlar üç muhafızı öldürür, tam Leydi'yi esir alacaklar iken Allen gelir, haydutlarla birkaç kılıç dansı yaptıktan sonra, daha önce anlaştıkları üzere haydutlar kaçar ve Allen, genç hanımı kurtarmış olur.

    Birkaç gün sonra, genç hanım, anne yadigarı kolyeyi bir türlü bulamaz ve kayıp olduğunu anlar. Manevi değeri büyük olduğu için Lord Tullius, kolyeyi bulana ödül vereceğini söyler. İşte yine burada dedikodular devreye girer, söz odur ki, haydut saldırısının ardından, Allen kolyeyi gizlice Leydi'nin boynundan almıştır ve bugünün geleceğini sabırla beklemektedir. Haberi duyunca bir koşu mevkibeyinin konağına gider. Kolyeyi bulduğunu söyleyerek Lord'a verir. Tullius, kızının hayatını kurtaran ve kolyesini bulan bu genç adama daha önce bir servet ödemiştir, fakat bir ödül daha vermek zorunda kalır. Allen'ın gözü ise ödülde değil Leydi'dedir. Siyah gözleri ve dalgalı saçları ile kirli sakallı yakışıklı bir delikanlı olan Allen, bunu kullanarak Leydi'ye daha da yakınlaşır. Günler, haftalar geçer ve Allen, genç hanıma aşkını itiraf eder. Aşkının karşılıksız kalmadığını öğrenince, uzun zaman önce yaptığı plan başarıya ulaşır.

    Leydi, durumu Tullius'a açıklar ve Allen ile evlenmek için izin ister. Lord Tullius buna şiddetle karşı çıkar, Lord'un amacının, kızını Helgen Valisi Lord Jonas Reicard ya da O'nun kardeşi Janos ile evlendirmek olduğu söylenir. Lakin genç hanım bunu istemez ve Allen'la evlenmek için her türlü vefayı yapar. En sonunda kızının günlerdir kendisini aç bırakarak erimesine göz yumamayan Tullius, onun Allen ile izdivacına izin verir ve bu sayede artık 'Lord Allen' olur.

    Çoğunlukla bu hikayeden ötürü, Skyrim'in diğer Lordları, Allen'ı pek ciddiye almaz ve hazzetmezler.

    Balguruuf ayağa kalktı, "Muhafızlarınızı dinlenmeleri için kışlaya gönderteceğim," Başmuhafız Rhoynar bu söz üzerine kapıya doğru hareketlendi, Balgruuf Konak'taki Lordlara kısa bakışlar attıktan sonra, "Biz de toplantı odasına çıkalım," dedi. Lordlar ve Kumandanları Akçay valisinin peşi sıra üst kata çıktılar.


   
 
Hikayeyi okuyan var mı? Devam edebilirim.

Mavi Saray

    Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken ansızın başlayan döngüye hazırlıksız yakalananlar buldukları ilk yere kendilerini atmakla meşgullerdi. Görevlerinin arkasında duran muhafızlar nöbet yerlerini bırakmayarak yağmurun altında sırılsıklam olmuş halde volta atıyorlardı. Gözkırpan Sıçan'ın yakınlarında olan muhafızlara sıcak içecekler ikram ediliyordu, bedava. Mavi Sarayın hademeleri verilen emirle derhal şömine ve sobaları yakmaya başladı. Soğuk değildi, fakat Issızkent'in alışılagelmiş havası yağmurdan sonra dondurucu soğuk getirirdi. Aslında bugün yağmur bitmeden gelmişti o havalar, zira dondurucu soğuk Mavi Saray'da hissedilmeye başlanmıştı zaten. Özellikle toplantı odasında.

    Yüksek Yönetim Şurası, üç gün sonra tekrar toplanmıştı. Masanın ortasında boydan boya Cyrodiil haritası yatırılmış, tüm yetkililer durumu tartışıyordu.

Z97byG.jpg
               


    "Sınırda durumlar karışık, Majesteleri. Aldığım bilgilere göre İmparatorluk, Skingrad dolaylarına asker takviyesi yapmaya devam ediyor. İmparator tedbir amaçlı olarak Kvatch'a da birlikler yerleştiriyor. Bruma'daki birlikler taşıma gemileriyle Leyawiin'e çıkarıldı. Aldmeri Hükümdarlığının donanmasının denizde tehtidler savurması üzerine İmparator donanmayı üçe ayırdı, bir kısmı Anvil Limanında bekleyecek, diğer kısım Leyawiin boğazını tutacak, diğer kısım ise Elsweyr üzerinden İmparatorluk Şehrine saldırma planı olabileceği için Bravil'de tutulacak.

    Hükümdarlığın Valenwood birlikleri ise Falinesti ve Arenthia arasında bir yerde tutuluyor. Elsweyr ordusunun dağılımını yaptılar, Dune, Riverhold ve Rimmen bölgelerine asker konuşlandırıldı, ana ordu da Orcrest'te bekliyor." dedi General Typar, İmparatorluğun Skyrim Askeri Valisi olmasından ötürü tüm bu havadislerden haberi oluyordu. Prens Pallegro gergin bir el hareketiyle haritayı göstererek, "Peki Kara Elfler ne durumda?" dedi.

    General Typar bu durumda sözü Başmuhafız Randall'a bıraktı. Kumandan Randall Cyrodiil haritasını kaldırarak masanın altından çektiği Kuzey Tamriel haritasını masaya serdi.

PlPLj5.jpg

    "Öncelikle şunu söylemeliyim ki Lord'um, Kara Elf birlikleri coğrafyaya dağılmış halde ve sayıları net değil. Morrowind'de Narsis ve Mournhold'a takviye yaptıkları görülüyor. Blacklight'da ise dağınık halde bulunarak Skyrim'e yakın bölgelerde beklemedeler. Lord Hürkış, Doğu Hududu'na yapılacak herhangi bir saldırı gerçekleşirse diye Mülteci Konağı bölgesinde savunma ağı kurdurmaya başladığını bildirdi," durum Skyrim açısından pek iç açıcı gibi gözükmüyordu, hem Skyrim tehlikedeydi, hem de İmparatorluk.

    "Askeri durumlarını bize iletme çağrılarına yanıt veren oldu mu?" dedi Kral.

    "Bir kaç saat önce elimizi ulaştı majesteleri." dedi Randall.

    "Pekala oku o zaman, fakat sadece şehirdeki asker sayılarını değil, kale ve karakollarla beraber ederini söyle." Kumandan başıyla onayladı, dosyaların arasından çıkardığı parşömeni açtı ve boğazını temizledikten sonra,

Akçay'da 668 asker, 97'si süvari
Irmakkoru'da 157 asker, 33'ü süvari
Rorik'te 136 asker, 28'i süvari
Helgen'de 67 Asker, 12'si süvari.

    Helgen Valisi Lord Jonas, özel olarak bir not kayıt ettirmiş, "Eğer ihtiyaç duyarsanız, toplayacağım paralı askerlerle bu sayıyı 120'ye çıkarabilirim," diyor.

    Bir diğer parşömeni açtı, "bu raporlar iki gün önce elimize ulaşmıştı," gözlerini kıstı, "Doğu Hududu'nda Miğferyeli 620 asker, 80'i süvari, biraz önce söylediğim üzere Majesteleri, Lord Hürkış Mülteci Konağı için 120 askerini oraya göndermek amacıyla sizdem izin istiyor. Kyne ise 113 asker 23'ü süvari;

   
Kışhisar Şehri, 277 asker, 32'si süvari
Morthal, 365 asker, 47'si süvari​

      "Geriye kalanlar henüz sayılarını bildirmediler, Majesteleri."

    Kral sıkıntılı bir nefes verdi, Prens stresten tırnaklarını yiyordu, İmparatorluk Elçisi Leydi Mylissa ise sayıları not alma peşindeydi. Askeri Vali General Typar, "Yeterli değil, majesteleri" diye itiraf etti, "Daha fazla olmalıydı." Sör Randall atıldı, "Söylediğim gibi majesteleri, biz de ise 1294 asker bulunuyor, 279'u süvari." Prens oturuşunu düzeltti, "Majesteleri, izin verin Vadikent'e gideyim." Kral soluk gözlerle oğluna bakıyordu, "Maven Karafunda dün 550 askerinin olduğunu yazmış fakat külliyen yalan. En az 800 tane askeri olmalıydı. Geniş bir nüfusları var, yarısından fazlası erkek. Yarın bir gün İmparatordan çağrı gelirse askerlerini göndermek istemiyor hepsi bu. Fakat O'da toprakları da, askerleri de bizim!"

"Katılıyorum," dedi Randall
"Ben de öyle düşünüyorum Majesteleri," General'de hak veriyordu.

    "Henüz bir şey yapmak için hem çok geç, hem çok erken. İmparator'un talimatlarını beklemeliyiz." diye çıkıştı Kral, Prens ise o kadar emin değildi, "Majesteleri... Henüz asker sayısını bildirmeyen şehirlerden kaç asker geleceğini zannediyorsunuz? Ejderköprüsü'ne yaptığımız yatırımlardan sonra en fazla süvari oradan gelecektir, evet, lakin diğerleri, özellikle doğudakiler, doğal olarak az nüfus ve az askere sahipler. High Rock'tan bile 7.200 asker çıkıyor baba!" Masada sessizlik oldu, herkes birbirine göz gezdiriyordu.

    Kral halen sessizdi, fakat bu sükunetin altında haklılık duygusu da yatıyor olmalıydı. General Typar'a döndü, "Valenwood ve Elsweyr yerlileri Aldmeri Hükümdarlığı birliklerine katılıyor mu?"

    "Hükümdarlık, Elsweyr'de askere alma işlemleri başlattı Majesteleri, fakat Valenwood'da herhangi bir hareketlenme yok. Belki de çıkabilecek olan bir isyandan korkuyorlardır."

    "Gelen haberlere göre," diyerek söze girdi, Leydi Mylissa, "İmparatorluk Casusları ve Penitus Oculatus Ajanları, Valenwood'da halkı örgütlemeye çalışıyorlarmış. Son zamanlarda High Elfler'in, Orman Elfleri'ne yaptıkları dayatmalar azalsa da, yerli halk artık baskı altında yaşamaktan hoşnut değil. Orada çıkacak olan isyan, henüz başlamamış olan savaşın kaderini büyük ölçüde değiştirebilir."

      Kral elini sakallarına götürerek bir süre düşündü, "Pallegro, sen Kahya Maloren'e şunu söyle," bunun üzerine Prens not almak için bir parşömen kopararak tüy kalemini hokkaya batırdı ve Kral devam etti, "derhal bütün Lordlara mektup yazsın ve desin ki, 'Ulu Kral'ın emriyle, Şehir ve Bölge valileri, askere alım için seferberlik ilan edebilirler. Seferberliğe katılan kişilerin maaşlarının üçte biri Krallık tarafından ödenecektir. Krallık, tüm Lordları göreve çağırdığında valiler, askerleriyle birlikte tahıl ve ambar depolarının, onda yedisini alıp getirmekle yükümlüdürler. Gelecek olan yiyecek ve askerlere öncülük edecek olan kişi Vali veya onun soyundan olmalıdır. Savaş sonunda kazanılan kazanç lordlar arasında paylaştırılacaktır. Seferberlik ve Savaş süresince faydası daha fazla dokunan Lordlar, bu çabaları karşılığında diğerlerine oranla fazlasıyla mükafatlandırılacaktır. "


      Prens Pallegro yazıyı bitirdiğinde tatmin olmuş bir şekilde baş salladı, "Yalnız bir konu daha var, Majesteleri," Kral dirseklerini masaya koyarak ellerini birleştirdi, "Nedir?" dedi sabırlı bir şekilde. "Diyelim ki, İmparator bizi savaşmak için Cyrodiil'e çağırdı, 50 yıl önceki Büyük Savaş'ta olduğu gibi. Biz ordularımızı alıp oraya gidersek, Skyrim'i kim savunacak? High Rock zaten bizden, Hammerfell İmparatorluğun müttefiki, Aldmeri Hükümdarlığı ile birbirlerinden nefret ederler. Lakin sınırımızda Morrowind var. Ülkemiz boş kalınca saldırıya geçerlerse?"

    Kral bu soruyu bekliyormuş gibi tez bir cevap verdi, "Elbette doğu sınırlarımıza bir önlem alacağız, fakat önce İmparator'dan gelecek olan direktifleri beklemeliyiz, emirleri aldığımızda, durumu o zaman değerlendiririz."

    Kumandan Randall söz aldı, "Majesteleri, seferberliğe katılacak olan askerlerin maaşının üçte birini Krallığın ödeyeceğini söylediniz. Ekonomik olarak bunun altından kalkabilir miyiz?"

    "Bu bir varoluş savaşı, Randall. Eğer bu savaşı kazanamazsak, zaten Krallık diye bir şey kalmaz. Bu yüzden her türlü fedakarlığı yapmalıyız. Ayrıca bir sonraki toplantıya Hazine Defterdarı Lord Renna'yı da getirteceğim, bu soruları ona sorarız artık."

    Konuşması bitince son bir kez masadakilere göz gezdirdi, kimse konuşmayıp Kral sandalyesinden kalkınca herkes aynısını yaptı. "Yüksek Yönetim Şurası'nın bugünki toplantısı sona ermiştir. Bir sonraki toplantıda daha detaylı istişare etme fırsatı buluruz." dedi ve Prens ile birlikte odadan çıktı.
 
Gayet akıcı bir dil kullanıyorsun. Okuması kolay ve keyif verici oluyor. Birkaç naçizane eksikliklerden bahsedeyim. "Gözkırpan Sıçan'ın yakınlarında olan muhafızlara sıcak içecekler ikram ediliyordu, bedava." cümlesinde bir düşüklük mü desem... hem göze hem kulağa hoş gelmeyen bir şey var. Muhtemelen bedava kelimesi yanlış yerde. Cümle şöyle daha doğru olur: Gözkırpan Sıçan'ın yakınlarında olan muhafızlara bedava sıcak içecekler ikram ediliyordu. "Kral sıkıntılı bir nefes verdi, Prens stresten tırnaklarını yiyordu," burada ise zaman uyuşmazlığı var. Kral sıkıntılı bir nefes veriyor, prens stresten tırnaklarını yiyordu şeklinde olabilir ya da Kral sıkıntılı bir nefes verdi, cümlesinden sonra nokta konulabilir. Burada hata şu: aynı cümlede farklı zaman ekleri var.

"en fazla süvari oradan gelecektir, evet, lakin diğerleri, özellikle doğudakiler, doğal olarak az nüfus" kısmında fazladan kelime kullanmışsın. Belki o kelime yüzünden de noktalama hatası yapmışsın. Evet kelimesi cümlede gereksiz; dolayısıyla fazlalık yapıyor. Evet kelimesini çıkardığında cümlenin o kısmı şöyle oluyor: en fazla süvari oradan gelecektir; lakin diğerleri, özellikle doğudakiler, doğal olarak az nüfus...

Genel olarak dil bilgisel hatalar vardı. Bunları kolayca çözersin. Sonraki bölümde görüşmek üzere :smile:
 
Uyarıların için teşekkür ederim. Naçizane eksiklikler kısmında kesinlikle haklısın. Hatta yazıyı paylaşmadan önce cümle düşüklüğü, kelime fazlalığı gibi birçok hatayı düzelttim, diğerleri gözümden kaçmış. Uzun süredir hikaye türü uzun yazılar yazmadığım için biraz hamlamışım anlaşılan. :smile:

Akıcı bir dil kullanmaya özen gösteriyorum zira ben nasıl rahat okuyorsam okuyucuya da o şekilde sunuyorum.

Diğer bölümlerde elimden geldiğince bu hataları yok etmeye çalışacağım, teşekkürler. :smile:
 
Ben hala beğeniyorum ilk yorumumda olduğu gibi. Yalnız merak ettiğim şey Ejderdoğan bu alternatif TES evrenin neresinde? Ayrıca betimlemeleri yaparken daha sade bir dil kullanmanı öneririm. Çok fazlada olmasınlar. Yani yerinde ve sadelik daha iyi. Demek istediğim şey sadece gerçekten dikkatimizi çekmek istediğin şeylerde bunu yap derim. Gerekli gereksiz bir sahnedeki herşeyi tasvir etme. Bu satırları çok kalabalık yapıyor ve okurken akıcılığı alıyor bence.
 
Boneless said:
Ben hala beğeniyorum ilk yorumumda olduğu gibi. Yalnız merak ettiğim şey Ejderdoğan bu alternatif TES evrenin neresinde? Ayrıca betimlemeleri yaparken daha sade bir dil kullanmanı öneririm. Çok fazlada olmasınlar. Yani yerinde ve sadelik daha iyi. Demek istediğim şey sadece gerçekten dikkatimizi çekmek istediğin şeylerde bunu yap derim. Gerekli gereksiz bir sahnedeki herşeyi tasvir etme. Bu satırları çok kalabalık yapıyor ve okurken akıcılığı alıyor bence.
Ejderdoğan bu TES evreninde güçsel olarak bir farklılık yaratmıyor. Dul Kraliçe Elisif ile evlenerek Kral olup Dragonborn Hanedanını kuruyor.

Tavsiyelerin için teşekkürler. :smile:
Kara Bey said:
Etkileyici bir konu seçimi olmuş. Eline sağlık.
Teşekkürler. :smile:
 
Helgen

    Genç Lord, şöminenin başında gözlerini cayır cayır yanan odunlara dikmiş, dalgın bir şekilde ayakta duruyordu. Alev dumanlarının, yakılmak için kesilmiş kütüklerin üstünden yansıyarak duvarda gölgelenmesi ona her zaman etkileyici gelmiş olsa da, aklındaki düşünceler zevklerini perdeliyordu. Oysa ki Helgen'in soğuk taştan duvarlarında dans eden dumanlar, valinin Cyrodiil kökenli kahverengi gözlerinde bir yılan gibi süzülüyordu.

    Odanın ortasında büyükçe bir yemek masası vardı. Yerde Cyrodiil işi ipek halılar dikkat çekerken, duvarlarda asılı duran silahlıklarda ise lordun kılıç ve kalkanı asılıydı. Valinin yerine eşi konuşmayı sürdürdü,

    "Peki neden Falkreath," derken hüzünle Kahya Reymus'a bakıyordu. "Neden başkent değil de Falkreath" diye tekrarladı,
    "Leydim, ordu güneye doğru ilerleyeceği için en doğru yer Falkreath."
    "Ama bizim düşmanımız güneyde değil ki" diye çıkıştı Leydi, "Kara Elfler doğudalar, Morrowind'de. Cyrodiil'de işleri ne?"

    Kahya cevap vermeye hazırlanıyordu ki Lord Jonas Reickard arkasına döndü. Kalbindeki çaresizlik gözlerinden okunuyordu. "Çünkü öncelik İmparatorluk Şehri'nde," salonun köşesindeki koltuklardan birine, leydi karısının yanına oturdu, "Ve ben görevlerimi yerine getirmeliyim. Bir İmperial olduğumu unutma"

    Leydi gülümsedi, "Tabii ki unutmam."

    Helgen, 21 yıl önceki Alduin felaketinden 6 yıl sonra tekrar kurulmuştu. Cyrodiil'in önemli Lordlarından -ki aynı zamanda ünlü bir tüccardır- Rallio Reickard, yeni kurulan düzeniyle dikkat çeken kuzey topralarında yurt edinmek için Kral'ın izniyle burayı almıştı. Helgen'i yeniden imar edecek ve tüm sınırlarıyla birlikte vergilerini de toplayacaktı. Bu anlaşma Akçay Valisi Lord Balgruuf'un hoşuna gitmese de Reickard ailesi Skyrim soylularının arasına katılmıştı. Günümüzden üç yıl önce hayata gözlerini yuman Rallio'nun varisi Jonas, artık Helgen Lordu idi. Ve şimdi yüreğinde, sadece bir Lord değil, doğduğu ülke için hizmet etmek isteyen bir delikanlı vardı.

    Lord, kahyasına döndü, "Ejderköprüsü'ndeki düğüne katılmamız gerekiyor mu?" dedi. Sesindeki ifade 'umarım gerekmiyordur' der gibiydi.

    Kahya, efendisinin sıkıntısına bir nebze derman oldu, "Katılmanız gerekmiyor Lordum, lakin bana soracak olursanız nezaket amacıyla orada bulunmanızı tavsiye ederim. Fakat mektupta yazanları tasdik edecek olursam, bir ay içinde yiyecek erzak ve askerlerinizle birlikte Falkreath'ta olmalısınız."

    Kral Palegrar'ın üç gün arayla gönderdiği iki mektup savaşın artık başlama noktasına geldiğinin en açık göstergesiydi. Kara bir kuzgun, Dragonborn Hanedanının Krallık mührüyle taşıdığı bir mektubu Helgen'e getirdiğinde, savaş çağrısı anında yapılması gerekenleri izah ediyordu. Tahıl deposunun onda yedisi ve askerlerle birlikte belirtilen yere doğru yola çıkmak... Üç gün sonra, bu kez kahverengi bir kuzgun bulmuştu Reickard hanesinin evini. Kral I. Palegrar, İmparator'un emriyle savaş çağrısı yaparak, Skyrim Lordlarını bir ay içinde Falkreath'ta istiyordu.

    "Seferberliğe katılan kaç kişi oldu?" diye sordu Lord Jonas.
    "Fazla değil lordum," dedi kahya, "ama nüfusumuza oranla yeterli olacaktır. Muhafız Komutanı Rhoynar'dan tam sayı alacağım"

    Lord başıyla onayladı. Babam olsa ne yapardı diye düşünüyordu sürekli, ama nafileydi, bir sonuç çıkaramıyordu. "Madem Kral bizi çağırıyor, o halde gideceğiz," dedi Lord. "Hemen erzak ve asker sayımına başla, yirmi gün içinde her şeyin hazır olmasını istiyorum, yirmi birinci gün ordumun başında yola revan olacağım."

    Leydi Yria hüzünlü bir sesle, "Neden sen gidiyorsun," dedi, adeta fısıldıyordu, "kardeşini gönderemez misin?"

    "Kardeşimi gönderemem," dedi Lord. Sesi kesin ve net çıkmıştı. Daha sonra zarif bir tebessümle karısına baktı, "Benim bir varisim yok, olana kadar ben gitmeliyim." Elini leydi karısının şişkin karnına karnına koydu. "Ben dönene kadar yürümeyi öğrenmesini istiyorum."
    Karı-koca gülüştüler, "Sen dönene kadar o daha doğmamış olur, savaş ne kadar sürebilir ki?" diye sordu Leydi.
    "Uzun süreceğini zannetmiyorum," dedi Lord, leydi karısının elini tuttu, "savaş bizim lehimize, en kısa sürede burada olacağım."

    Geçerli bir bahane uydurarak dışarı çıkarken yüzü düştü Lord'un, sevdiklerinize söylenen yalan, hep acı verici olmuştur zaten.

   
                                                                                                 
                                                                                                   
Miğferyeli

    "Tabii ki davete icabet edeceğiz, ama kaç askerle?" diye sordu Muhafız Komutanı Sör Muggly.

    Kahya Grenn fikrini belirtti, "Bence en az 300 askeri buraya bırakmalıyız," Vali Hürkış'a döndü, "Biz sınırdayız Lordum, ya yokluğunuzda Kara Elfler Doğu Hududu'na saldırırsa?"

    "Delirdin mi sen?" Sör Muggly'nin sesi yüksek çıkmıştı, "Herkes ordusunun yarısını saklarsa Kral Cyrodiil'e kaç askerle gidebilir sanıyorsun?!" bağırdığını anlayarak başını öne eğdi, daha şefkatli bir sesle, "Lordum, 150 asker bırakmanız yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Skyrim orduları güneydeyken Kara Elfler ülkemizi işgal etmeyi göze alamaz. Zira biz Aldmeri ordusuna göre üstün bir durumda oluruz. Aynı zamanda Kral gönderdiği mektupta bütün valilerin seferberlik ilan etmelerini söylemişti."

    Şimdi ortam sessizleşmişti. Anlaşılan söz Vali'ye geldi. Bir anlık bıkkınlıkla  tahtından kalkarak dış kapıya doğru yöneldi. Muggly ve Grenn birbirine boş gözlerle baktıktan sonra Vali'nin peşinden gittiler. Peşi sıra bir düzine muhafız da kafileye katıldı. Dışarıya çıktıklarında gördükleri manzara sanki akşam gibiydi, öğle vakti olmasına rağmen güneş yüzünü göstermiyordu. İlikleri donduran sonbahar soğuğu kasvetle eserken Vali,  evsizlerin korunması için Talos'a dua etti. O sırada aklına gelen bir şeyle arkasına dönüp zıt yönde gitmeye başladı. Yanından geçen halkıyla karşılıklı olarak selamlaşıyordu. Zikzaklı merdivenlerden inip han sokağına girdi. Arkasında ki muhafızlar hareket ettikçe çıkan metal sesi sanki daha yorgun hissetmesine neden oluyordu. Saçları dökülmüş olmasına rağmen uzunca olan sakalına ince kar yağmurları düşünce yaşlı bir adama benzediğini düşünüyordu, belki de öyleydi.

    Talos mabedinin kapısına bir adım kala arkasındakilere bakmadan eliyle 'dur' işareti yaparak içeri girdi. Mumlarla ışıklandırılan mabet bir mahzene benziyordu. Restore edilmesi gerektiğini düşünmesine rağmen yüzyıllardır aynı durumda olan mabedin böyle kalması gerektiğinde karar kılmıştı. Rahip talos heykelinin önünde bir şeyler mırıldanıyordu, Vali'nin geldiğini fark edince ayağa kalkarak hafif bir reverans yaptı. Brunwulf başıyla onayladı ve rahip çekildi. Lord derin bir nefes verdi, heykelin önüne gelerek tek dizinin üstüne çöktü. Pelerini yerde sürünürken heykelin önünde duran talos işaretini öptü. Başını öne eğdi, "Tanrım," dedi. Kalbinden çok şey geçse de dışına vuramıyor gibiydi. Kendini zorlamadı, Talos'un kendisini her türlü duyacağı düşüncesiyle duasını içinden yapmaya başladı. Aklına ne gelirse aynısını tekrar ediyordu içinden. Ara sıra kendini mırıldanırken buluyordu.

    Bir süre sonra yalvaran gözlerle Talos heykeline baktı. Elinde kılıcıyla korku saçan Atmoralı Talos! "Lütfen Tanrım, bana yardım et." Dudaklarını ısırdı, gözlerini kapadı, omuzlarını rahatlamış hissediyordu, hafiflemiş gibiydi. Kendini korkusuz bir Atmora Savaşçısı gibi hissediyordu şimdi. İdealleri olan, fedakar, acımasız... Arkasından gelen takırtıyla refleks olarak arkaya döndü. Karanlıkta şekillenen bir şey var gibiydi. Ayağa kalktı, mermerden yapılmış yüksek bir kaidenin önünde durdu. İnanışa göre burada, çok çok nadir de olsa Talos'un bazı müritlerine işaret veya lütuf olarak bir şeyler gönderdiği söylenirdi. Duvardaki aplikten meşaleyi alarak mermerden yapılmış kaidenin üstüne doğru tuttu Lord. Kaidenin üstünde bir çift kılıç vardı. Gülümsedi. Mesaj Alınmıştı.
 
Back
Top Bottom