[KADER]Son İmparator -Anlatılmamış Bir Hikaye- [Bitti]

Users who are viewing this thread

İşte! Surlardaki son svadyan bayrağı da kergitler tarafından surdan atılıyordu. Bayrak bazı noktalarından yırtılmıştı. Yıpranmış, yorgun Dhirim halkının sembolü olan son sancak…

Yüküntür Noyan sancağa baktı sonra şehre, doğduğu şehre baktı. Çocukluğundaki limon ağaçlarının kokusu yoktu onun yerini havadaki kan kokusu almıştı. Sokaklar svadyan askerlerinin cesetleriyle doluydu. İçini garip bir duygu kapladı. Dhirim onun kulağına fısıldıyordu; “Yetmedimi, bu kadar kan, bu kadar can yetmedi mi!“ Yüküntür kendini çabuk toparladı. Şu an savaştaydı bunları düşünemezdi. Yanındaki Lezalit’e dönerek “Nizar dönmedi mi ?” dedi. Lezalit “henüz dönmedi efendim“diyerek cevapladı. Yüküntür’ün canı sıkılmıştı, şu ana kadar dönmesi gerekiyordu. O sırada omzuna bir el uzandı. Yüküntür arkasını döndü bu Nizar’dı. Kaçan svadyan birlikleri ve ana savunma hattının yeri hakkında bilgi getirmişti.
-“Efendim” dedi gülerek.
—Hadi dostum bu kadar resmiyete gerek yok, son durum nedir.
—Düşman birliklerinin ana savuma hattı şehrin meydanında, surlardan kaçan birlikler de ana savunma hattının oraya gidiyor.
—Onları yakalayabilirmiyiz?
Nizar gülerek “bana 20 kargıcı ver takip edeyim, sen de büyük ambarın olduğu yerden adamlarınla onların önünü kes” dedi.

Yüküntür bu planı beğenmişti. Solundaki Frentis’e dönerek  ”Asugan Noyan’a söyle meydana giden büyük yoldan bütün adamlarıyla saldırsın“ dedi. Frentis kafasını sallayarak uzaklaştı. Yüküntür miğferini başına geçirdi, atına bindi, kılıcını havaya kaldırarak  ”ileri!“ emrini verdi.
Şehre giren ilk atın üstünde Yüküntür vardı. Mancınık atışından dolayı yerle bir olmuş, yanan harabeler arasında at sürdüler. Yüküntür doğduğu, büyüdüğü şehrin bu hale geldiğine inanamıyordu. Bunun sorumlusunu kendisi olduğunu bilmek onu kahrediyordu. Bu bir kâbus olmalıydı. Her tarafta ceset vardı kokmaya, çürümeye başlamış cesetler. Sonra bağırma sesleriyle kendine geldi.
Bunlar geri çekilen svadyan askerleriydi. Yüküntür ambarın oraya geldiklerini fark etti. Svadyanların önünü kesme zamanı gelmişti.
Bu hamleyle şehir meydanındaki ana savunma hattının güçlenmesi engellenecekti.
Atını ani bir hareketle sol taraftaki geniş sokağa sürdü. Peşindeki askerlerde aynı çeviklikte atlarını sokağa sürdüler. Bağırarak geri çekilen, peşindeki kergit askerlerinden kaçmak isteyen svadyan askerleri karşılarına çıkan Yüküntür ve adamlarını gördüğünde son umutlarıda tükenmişti
    --------------------------------------------------------------------
Bu sırada Asugan Noyan komutasındaki birlikler Ana savunma hattına saldırıyı başlatmıştılar. Şehir meydanında deneyimli, deneyimsiz, yaşlı, genç, köylü toplam 300 kişiye yakın bir milis kuvvet vardı. Tek taraftan yapılan saldırılar bu milis kuvveti fazla etkilemiyordu.

Asugan Noyan savaş meydanına göz gezdirdikten sonra yanındaki Karaban Noyan’a dönerek;
—”Umarım bu çocuk ne yaptığını biliyordur, eğer bu hızla saldırmaya devam edersek fazla dayanamayız “ dedi.
Karaban Noyan gülerek  ”Şu ana kadar o çocuğun yenildiğini ne gördüm ne de duydum o yüzden mızmızlanmayı bırak ta savaşmaya devam et “ diye bağırdı.
-“Umarım bir ilk yaşamayız o zaman” diye cevap verdi Asugan.

Bu arada Yüküntür ve adamları da kaçan svadyan askerlerinin tamamını yakalamıştı. Yüküntür arkalarında canlı bir düşman bırakmadıklarından emin olduktan sonra meydana hücum emrini verdi. Şehir meydanındaki svadyan kuvvetleri Yüküntür’ün ordusunu bilmedikleri için tek taraflı bir savunma düzeni almışlardı. Bu hatalarını pahalıya ödediler. Arkadan saldıran kergit atlıları
Svadyan savunma düzenini çok çabuk bozdu. Artık svadyanlar için tek bir seçenek kalıyordu. Çok az kalan svadyan birlikleri ellerindeki kılıçları attılar,
Teslim olmuşlardı.

Yüküntür meydana baktı meydan kanla bulanmıştı, Sonra teslim olanlara baktı hayretler içerisindeydi.20 gün boyunca kendinden kat ve kat büyük kergit ordusuna karşı direnmişlerdi. Erzakları bitmişti, cesetlerini gömemedikleri için yakmışlar, odun da bitince sokaklara koymak zorunda kalmışlardı.10 gün süren bir salgın hastalıkla mücadele etmişlerdi. Sonuna kadar direnmişlerdi. Atını onlara doğru sürdü “serbestsiniz !” diye bağırarak.

Meydan sessizliğe bürünmüştü. Kergit askerleri de dâhil herkes şaşkındı. Bağırarak tekrarladı ”serbestsiniz! İsteyenler güvenli bir biçimde Praven’e gitsin ya da Uxal’a, isteyenler burada kalıp eski hayatına dönsün “.Kalede saklanan çocuklar ve kadınlar Yüküntür’ü dinlemek için dışarı çıkıyordu. Yüküntür sözlerine devam ediyordu .”Ben yıkılmış, ölü, mutsuz bir Dhirim istemiyorum! Ben İmparatorluk dönemindeki gibi mutlu, huzurlu, gelişmiş ve barışın kol gezdiği bir Dhirim istiyorum! Bu yüzden isteyenler gitsin, isteyenler burada benimle kalsın ve yeni bir Dhirim inşa edelim. Ben burada, bu savaşta Dhirim için nasıl öldüğünüzü gördüm. Bu şehir daha iyisini hak etmiyor mu? Evet, hak ediyor o halde kalın, kalın ve bu toprakları barış dolu bir yer haline getirelim… “
 


Bu konuşmadan sonra Dhirim halkı yeni Lordu’nu çok çabuk kabullenmişti.
Gitmek isteyenlerin sesleri de coşkulu kalabalık tarafından bastırılıyordu. Halk için Yüküntür bir lord’dan ötesiydi artık. O onların imparatoruydu. Kalabalık coşkulu bir şekilde bağırıyordu;
“İmparatorumuz çok yaşa”
“İmparatorumuz çok yaşa”     
Bu sesler Calradya’da yeni bir İmparatorluğun ilk kıvılcımlarıydı…     
Gece Praven sokaklarını dolunayın ışığı aydınlatıyordu. Kalede bütün Svadyan kontları toplanmıştı. Dhirim’in düşüşünün üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen Svadya krallığı bu şoku üzerinden atamamıştı. Şehrin düşüşü bütün Calradya’da yankı uyandırmıştı. Büyük salonda bütün gece süren tartışmalardan sonra Kral Harlaus ayağa kalktı. Yorgun
görünüyordu, son birkaç gündür çok az uyuyabilmişti. Harlaus eliyle kontlara susmalarını işaret etti, salonda sesler kesildikten sonra ellerini masanın üzerine koyarak ”kararımı verdim“ dedi.
Bütün Kont’lar Kral’ın söyleyeceklerini duymak için bütün dikkatini kral’a vermişti. Harlaus masadaki kont’lara bakarak ”Kergit Hanlığı ile barış imzalayacağız “dedi. Tek bir kont dışında herkes bu karardan memnundu.

Kont Clais söz hakkı istemek için ayağa kalktı. Harlaus başını sallayarak ”konuş “ dedi. Clais bağırarak ”Efendim “ dedi ”O barbar kegitlerle barış imzalamamız svadyan halkını aşağılamak demektir! “.Kral Harlaus sakin bir ses tonuyla ”Clais karar alındı“ dedi. Clais ikna olmamıştı ”Ama efendim“ Harlaus Clais’in sözünü keserek ”Bak Clais bunu bende istemezdim fakat durumumuz ortada, Dhirim düştü ayrıca bu savaşı uzatırsak Rodok’larında bize savaş açacağından eminim bir de yakında kızım Prenses Sofya doğu geçitlerinden Calradya’ya girecek. Biliyorsun Doğu geçitleri kergit kontrolünde. Onun hayatını tehlikeye atamam kararım kesindir“ dedi. Clais Prenses sözünü duyduktan sonra sustu. Prenses Sofya onun içinde çok önemliydi. Kraliyet ailesine girebilmenin tek yoluydu.
Büyük salon boşaldıktan sonra Harlaus yanındaki şövalyelerden birine bana kâtibi çağırın dedi. Kâtip birkaç dakika içinde gelmişti. Harlaus kâtibe dönerek ”yaz“ dedi.
Yüküntür ve ordusu Tulga’ya yaklaşmıştı. Şehir surları görünür hale gelmişti.2 gün ve 2 gece yolda olan ordu çok yorulmuştu,
Buraya kadar hiç kamp yapmadan gelmişlerdi. Bunda Yüküntür’ün Tulga’da yarın yapılacak olan şenliklere yetişmek istemesinin payı büyüktü. Yüküntür Nizar’a dönerek ”burada kamp kuralım“ dedi. Nizar başını sallayarak arkasını dödü ”Evet mareşali duydunuz beyler! Burada kamp kuracağız kız gibi oyalanmayın da işe başlayın“ diye bağırdı. Kamp kısa sürede kuruldu. Askerler çok yorgun olduklarından hemen yattılar.20 asker nöbetçi olarak bırakılmıştı. Nöbetçilerden birisi söylenerek devriye geziyordu. Nizar nöbetçiyi; bir şikâyetin varsa mareşale git diyerek azarlayınca adam sesini kesmişti ama hafiften homurdanarak gidiyordu. Şafak vakti kamp toplandı ve ordu Tulga’ya doğru harekete geçti. Sabah saatlerinde Tulga’ya girdiler. Tulga şehri zafer sarhoşluğu yaşayan halk’la doluydu. Kaledeyse Sebula Noyan ve Sancar Han arasında şu konuşmalar geçiyordu;

— Efendim Yüküntür’ün Kergit Halkı için bir tehdit olduğunu düşünüyorum

— Hadi Sebula yapma ama! O çocuk Kergit Halkının kurtuluşu olabilir. Kimsenin hayal bile edemeyeceği bir şeyi başardı.
Dhirim’i feth etti.

— Efendim Dhirim’i feth etti, evet ama bu tehlikeyi daha da büyüttü.

— Sebula! Lafı ağzında dolandırıp durma. Ne demek istiyorsan açıkça söyle.

— Efendim Dhirim halkı onu imparator olarak görüyor. O çocuğun Calrad İmparatorluğu’nu tekrar kuracağına inanıyorlar.

— Ne bu saçmalık, bu... Bu büyük bir saçmalık, böyle bir şey imkansız.

— Hayır efendim. Bu gerçek Dhirim’i feth ettiğinde halk sokaklarda İmparatorumuz çok yaşa diye tezahürat etmişti.

Sancar Han durumun ciddiyetini kavramıştı. Eğer bu işi çabuk halletmese geç kalabilirdi.

— O zaman ondan kurtulmalıyız ama nasıl. İhanetle suçlarsak Noyan’ların tepkisini çekeriz bir mareşale bu suçlamayı yapamayız.

—Bilmiyorum efendim ama çabuk olmalıyız.
Sancar Han aniden oturduğu yerden kalktı.”Buldum“ diye bağırdı. Sebula Noyan merakla ”Nedir efendim“ diye sordu.”Bu sabah Harlaus’tan bir mektup aldım. Mektupta Svadyan’ların barış istediği yazıyordu aslında bu isteği kabul etmek istemiyordum ama etmessem Noyanlar benim savaş isteyen bir Kağan olduğumu düşünecekti. Eğer bu plan işe yararsa hem svadya’nlarla savaşımız devam edecek. Hem de Yüküntür’den kurtulacağız. Ayrıca kraliyet ailesinden birde esirimiz olacak.“

Sancar Han planını anlatırken yüzüne şeytani bir gülümseme gelmişti.
Tulga’da ki turnuvanın son turu Sancar Han ve Yüküntür Noyan arasındaydı. Yüküntür kırmızı renkte bir zırh giyiyordu. Kırmızı rengi severdi, nedenini bilmiyordu ama kırmızıya karşı bir yakınlık hissediyordu. Kanın rengiydi kırmızı, ihanetin!
Sancar Han’ın zırhı ise yeşil. Sancar renkleri umursamazdı, şansa ya da kadere inanmaz. Ona göre her insan kaderini kendi belirlerdi, O da kendi kaderini çoktan belirlemişti en büyük kergit kağan’ı olmak.

İkisinde isimleri okundu. Sancar ve Yüküntür atlarını üstünde arenanın kapısından girdiler. Kalabalıkta büyük bir coşku vardı. İnsanlar arenadaki dövüşlere geldiğinde bütün dertlerini unutuyorlardı. Ölümüne düellolarda ise arena tamamen doluyordu. Bunun nedeni insanların bir kez bile olsa kendilerini güçlü hissetme ihtiyacıydı. Dövüşün sonunda kararı seyircilerin vermesi; birini yaşatmak ya da birini öldürtmek. Bu karar insanların kendilerini güçlü hissetmelerini sağlıyordu.

Sancar coşkulu halka baktı. Yarısından çoğu Yüküntür ismini haykırıyordu. Yüküntür zaten halkın gözünde Sancar’dan daha yüksek bir noktadaydı. Sancar içinden ”Sebula haklıymış“dedi.
Durum hayal ettiğinden daha kötüydü. Yüküntür çok kısa sürede bütün noyanların güvenini kazanmış, halka kendini sevdirmişti.

Yüküntürse bu sırada silahını seçmekle uğraşıyordu sonunda kergit yayı ve ok aldı. Sancar Han’ da kararını kergit yayı ve ok’tan yana yapmıştı. Yüküntür atını arenanın ortasına sürdü, sadağından bir ok alarak yaya yerleştirdi, gerdi ve fırlattı.
Bunu Şu ana kadar savaşlarda ölmüş olan askerlerine saygısını belirtmek için yapmıştı. Bu artık bir gelenek olmuştu, Yüküntür bunu her savaş veya turnuva öncesi yapardı. Halk ilk başta garipsemiş, anlayamamıştı ama sonra bu hareketin çok eski bir kergit geleneği olduğu ortaya çıkmıştı. Atını tekrar geriye sürdü. Sancar ve Yüküntür karşı karşıya gelmişti.

Noyan’lar için ayrılmış olan bölümdeki Asugan Noyan eline verilen oku havaya kaldırdı. Herkes oka bakıyordu Asugan oku iki parçaya böldüğü anda dövüş başladı.

İki savaşçıda atlarını saat yönünün tersine doğru koşturmaya başladı. İlk dakikalarda hiç ok atışı olmadı, sonralarda ise ikisi de karşılarındakini istedikleri pozisyona sokmak için birkaç ok fırlatıyordu. Bunun bir sonuç getirmeyeceklerini anladıklarında atlara nişan almaya başladılar. Yüküntür sadağını kontrol etti fazla oku kalmamıştı, sonunda tehlikeli bir hamle yapmaya karar verdi. Atını Sancar’a doğru yaklaştırmaya başladı. Bu hamleyi gören Sancar ok atışlarını daha da sıklaştırmıştı. Yüküntür’ün atı Sancar’a her yaklaştığında atın vurulma tehlikesi artıyordu.

Sonunda Sancar’ın oklarından birisi Yüküntür’ün atını bulmuştu. At sert bir şekilde yere çakıldı, Hayvan bir takla attıktan sonra yerde hareketsiz bir şekilde kalmıştı. Sancar’ın istediği olmuştu, rakibi şu anda yayaydı, bu onun için büyük bir fırsattı.”Bir Kağan fırsatlardan yararlanmasını bilmeli “ dedi içinden. Yüküntür ise kendini atın üstünden tam zamanında atmıştı. Yerden kalktığında üzerine doğru atla gelen Sancar’ı gördü. Sancar Yüküntür’e çok yaklaştığı bir anda sadağından bir ok çekti yayına gerip fırlattı ok Yüküntür’ün çok yakınından geçti. Sancar bir ok daha almak için sadağına el uzattığında okunu bittiğini fark etmişti. Sonun da Yüküntür amacına ulaşmıştı.

Sancar fazla düşünmedi, atının verdiği güvenle Yüküntür’ün üzerine atını sürdü. Yüküntür Sancar’ın kendine yaklaşmasını bekledi... Bekledi... Ve en sonunda yayına bir ok koyup fırlattı. Ok atın tam kafasına isabet etmişti.
Şimdi iki savaşçıda yaya savaşacaktı. Yüküntür yayını ve sadağını yere fırlattı. Elinde küçük tahtadan bir hançer vardı. Sancar’ın da elinde bir tek hançer vardı. Kalabalık merakla dövüşün sonucunu bekliyordu. Sancar ve Yüküntür ortada buluştu ellerindeki hançerleri birbirilerine savurmaya başladılar. Yüküntür bu şekilde bir yere varamayacağını anlayınca elindeki hançeri Sancar’ın üzerine fırlattı. Dikkati dağılan Sancar yüzünde büyük bir acı hissetti. Bu acı Yüküntür’ün yumruğundan doğan acıydı. Dengesini kaybedip yere yığıldı. Kalabalık heyecanlanmıştı, yoksa Sancar Han kaybedecek miydi? Sancar sağ elindeki hançeri sıkıca kavradı. Sol avucuna arenanın kumundan aldı. Ani bir şekilde dönerek elindeki hançerle bir savurma hareketi yaptı, Yüküntür savurmadan kurtulmuştu ama Sancar savurmayı sadece dikkat dağıtmak için yapmıştı, elindeki kumu Yüküntür’ün suratına fırlattı.


Yüküntür’ün gözleri yanmaya başlamıştı. Yüküntür’ün sendelediğini gören Sancar hemen üzerine atladı yerdeki boğuşmadan galip ayrılan Yüküntür olmuştu. Sancar’ı üzerinden atan Yüküntür ayağa kalktı. Yüküntür’ün dikkatini hemen ilerisindeki bir çamur birikintisi çekmişti.”İyi bir savaşçı araziyi kendi lehine kullanmalıdır“ dedi içinden. Sonra omzunu tutarak çamur birikintisinin yanına geldi. Karşılaşmayı seyreden herkes Yüküntür’ün yaralandığını düşünüyordu. Sancar Yüküntür’ün sendelediğini görünce hızlı bir şekilde eline tahta hançerini aldı, Yüküntür’e doğru ilerledi.

Yüküntür kendisine doğru ilerleyen Sancar’ın adımlarını takip ediyordu. Yaklaştı... Yaklaştı... Daha da yaklaştı, tam çamur birikintisine bastığı anda Sancar’ın üzerine atladı. Çamurda ayağı kayan Sancar Han’ın dengesi bozuldu ve yere düştü. Yere çarptığında çarpmanın şiddeti nedeniyle elindeki tahta hançeri bırakmıştı. Gözlerini bir kereliğine kapatıp açtığında tahta hançer boğazına dayanmıştı. Turnuvanın galibi Yüküntür’dü.

Kalabalık hep bir ağızdan; ” Yüküntür “   
                                      ” Yüküntür “
                                      ” Yüküntür “ diye bağırıyordu.

Ama Yüküntür için hazırlanan plan o andan itibaren sahneye konmuştu...
Turnuva sona ermişti. Bütün Noyan’lar saraydaki ziyafete katılmıştı. Yüküntür de onların arasındaydı. Asugan Noyan sürekli onu yeni Leydi’lerle tanıştırıyordu. Yüküntür bundan sıkılmıştı. Asugan’ın amacını anlamıştı. Ama ona olan saygısından dolayı ses çıkarmıyordu.

Sonunda bir bahane bularak salondan çıktı. Askerlerin talim yaptığı alana bakan pencerenin önüne geldi. Talim alanında bir tek Nizar vardı. Elindeki tahta kılıçla samandan yapılma kuklalara vuruyordu. Şu anda orda, o talim alanında olmak istiyordu ama bu ziyafette bulunmaya mecburdu. Kadehindeki baharatlı şaraptan bir yudum daha aldı. Sonra düşündü, niye katılmak zorundaydı ki?

Yüküntür kafasına koyduğunu yapan biriydi. Özgürlüğüne düşkündü. Bu yüzden hiçbir emri yerine getirmezdi. Ama doğuştan savaşçıydı, bu nedenle kergit mareşali olmuştu. Sonunda kararını verdi elindeki şarap kadehini bir askere vererek merdivenlerden aşağı indi. Kendisini selamlayan askerleri geçerek saraydan çıktı, sol tarafa döndü. İşte talim alanına varmıştı.

Üzerindeki zırhı çıkarırken talim yapan Nizar’a bağırdı ”Samanlara karşı gayet iyisin peki ya beni bu kadar kolay yenebilirmisin?“. Nizar sesin geldiği yöne baktığında zırhını çıkarmakta olan Yüküntür’ü gördü. Gülerek ”Sancar Han’a yaptıklarından sonramı? Henüz o kadar çıldırmadım ben“ dedi.
”Pekâlâ, o zaman bizde şansımızı saman adamlarla deneriz“ diye cevap verdi Yüküntür tahta kılıcı eline alırken.

İki sıkı dost karşılarındaki samandan yapılma kuklalara bütün güçleriyle vuruyordu. Yarım saat boyunca talim yapmışlardı. Talimleri Yüküntür’e doğru ilerleyen bir asker nedeniyle durdu. Asker Yüküntür’e yaklaşıp ”Efendim Sancar Han sizi çağırıyor, taht odasında bekliyor“ dedi. Yüküntür’ün morali bozulmuştu ”Tamam sen git ben geliyorum dedi“.Yüküntür Nizar’a dönerek  ”sanırım bu kadar talim yeterli“dedi. Nizar gülerek ”tabi sen öyle diyorsan“.Yüküntür giderken Nizar’a dönerek alaycı bir ses tonuyla ”Seninle Dhirim’e döndüğümüzde hesaplaşırız“ diye bağırdı.


Yüküntür koridorda hızlı adımlarla ilerliyordu. Bir an durdu kapıda bekleyen askerlere dönerek ”Nasıl görünüyorum“ diye sordu. Askerler şaşırmıştı. Verecek hiçbir cevap bulamıyorlardı.
Yüküntür tekrar önüne dönerek ”Zaten suç size soranda“ dedi kızgın bir şekilde. Kapıyı eliyle itip girdi. Sancar Han Tahtının üzerinde oturmuş onu bekliyordu. Yüküntür içeri girince ayağa kalktı.

” Gel bakalım Dhirim fatihi! “

Bu Yüküntür’ün yeni unvanıydı sanki. Herkes onu bu isimle anıyordu artık. Yüküntür Sancar Han’a yaklaştı ve kafasını eğerek selam verdi. Kapı aralandı ve odaya Sebula Noyan’da girdi. Yüküntür Sebula Noyanı görünce yanlış giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Çünkü onun içinde olduğu bir iş iyi bir iş olamazdı.”Bu sefer neler planlıyor acaba yaşlı yılan“diye geçirdi içinden.

Sancar Han vakit kaybetmek istemiyordu. Hemen söze girdi ”Bak Yüküntür“ dedi ”Dhirim kuşatmasından sonra biraz dinlenmek istediğini biliyorum ama sana bir görev vereceğim“
Yüküntür meraklanmıştı. Ama görevi kabul etmek istemiyordu. Adamları çok yorgundu.”Efendim biliyorsunuz ki Dhirim kuşatmasından sonra ordum zaten yorulmuştu şimdi birde bu görev...“ .Sancar Han Yüküntür’ün sözünü keserek ”Bunları bende biliyorum ama Hanlığın sana ihtiyacı var“ dedi. Yüküntür Sancar’ı ikna edemeyeceğini anlamıştı.

İstemeye istemeye ”Görevim nedir efendim“ dedi. Sancar Han rahatlamıştı. Bir an Yüküntür’ün kendisine karşı çıkacağını sanmıştı. Rahatlamışbir şekilde tahtına oturdu ve Yüküntür’e görevini anlatmaya başladı.”Biliyorsun ki svadyanlarla barış imzaladık.“”Evet efendim“ dedi Yüküntür.”Ama Sebula Noyan onlarla daha sıkı ilişkiler kurmamızı düşünüyor “ diye devam etti Sancar, ama bu sözleri Sebula Noyan’a bakarak söylemişti. Yüküntür sol tarafında duran Sebula Noyana nefretle baktı, sonra Sancar Hanı dinlemeye devam etti.

Sancar Han anlatmaya devam ediyordu ”Kral Harlaus’un kızı Prenses Sofya yarın şafak vakti doğu geçitlerinden Kalradya’ya giriş yapacak. Kral Harlaus onu svadyan topraklarına kadar bir kergit noyanının getirmesini rica etti. İşte senin görevin de bu olacak”dedi. Yüküntür ”Koskoca kergit mareşaline verilen göreve“bak dedi içinden.
”Şu Prenses Sofya“ dedi Nizar ”yeterince güzelmidir? “
Gruptaki herkes Nizar’a şaşırıyordu.”Sen sınır denen bir şeyi bilmez misin? “ dedi Matheld. ”Hah“ dedi Rolf ” Eğer Prenses denen şu kız sana bakarsa şu baltamla sol kolumu keserim“
Bu söz üzerine bütün grup kahkaha boğulmuştu. Herkes gülüyordu.

Yüküntür gülerek ”ben bu çenesi düşüğe “ dedi Nizar’ı göstererek ”yol boyunca bunu anlatmaya çalıştım ama anlatamadım. Söylesene Rolf her seferinde Nizar’ı nasıl susturuyorsun.“

Nizar gülüyordu.”Çünkü oda benim dilimden konuşuyor “ diye cevap verdi Yüküntür’e.

”Söylesene Nizar eğer bir savaşçı olmasaydın ne yapardın? “ Yüküntür Frentis’in sorduğu bu sorunun cevabın çok merak ediyordu.

” Büyük bir ihtimalle çiftçi olup bir aile kurardım“ dedi Nizar.
Yüküntür gülerek ”sadece bir mi? Hadi dostum bu kadar mütevazı olma “ dedi.”Tamam kabul“ dedi Nizar ” Bir düzine kadar“.Herkes gülüyordu.”Kim bilir“ dedi Nizar ” Belki o kadınlardan biri matheld bile olabilir“.

Herkes gülüyordu Matheld Nizar’a dönerek ” Seni öldürmemem için geçerli bir sebep söyle“ dedi kılıcını göstererek. Nizar gülerek ”Çünkü arkadaşınım“ dedi. Yüküntür kafasını sallayarak  ” Bence yeterince geçerli bir sebep”dedi. Rolf’ise ”Bence öldür gitsin“ diye bağırdı.
”Hey o zaman savaşta arkanı kim kollayacak Rolf “ diye bağırdı Nizar.



Rolf burun kıvırarak ”Hah! Sadece bir kere olmuştu “ diye cevap verdi.

Beş atlı Doğu geçitlerine varmışlardı. Yüküntür adamları yorgun olduğu için onları Lezalit komutasında Dhirim’e göndermişti. Artimenner da Dhirim’de şehrin yeniden inşası için uğraşıyordu.
Geriye Rolf,Nizar,Firentis ve Matheld kalmıştı.

Doğu geçitleri Kalradya’ya gelmek isteyenlerin en güvenli yoluydu. Vaegir’in karlı tundrasında veya sarrdak çölünün bilinmeyen topraklarında yolculuk etmeyi hiç kimse göze alamazdı.

Güneş doğudan yükselmeye yeni başlamıştı. Yüküntür dağlık geçitlerden gelen ve svadyan şövalyelerinin eşlik ettiği bir at arabası gördü. Arabayı güçlü ve beyaz renkte olan iki at çekiyordu. Bu arabanın soylu birine ait olduğunu anlamak için zeki olmaya gerek yoktu.

Yüküntür yanındaki dört arkadaşına arabayı işaret ederek ”Evet dostlarım görevimiz şu andan itibaren başlıyor“ dedi. Elinde taşıdığı iki başlı kartal amblemi bulunan sancağını svadyan şövalyelerinin önüne giderek yere sapladı. Ağır zırhlarla donatılmış olan şövalyeler hemen kılıçlarını çektiler.

Svadyanyan şövalyelerinin silahlarını çektiğini gören Nizar ve diğerleri de Yüküntür’ün yanına gelmişlerdi. Nizar Yüküntür’e bakarak ”Bir kez olsun gösteriş yapmadan duramazmısın sen?“dedi.
”O zaman işin eğlencesi kalmaz ki“ diye cevap verdi Yüküntür gülerek.

Şövalyelerin lideri olduğu belli olan bir adam öne çıkarak ”Siz oradakiler ne yaptığınızı sanıyorsunuz hemen önümüzden çekilin“ diye bağırdı.

”Hey sakin ol “ dedi Yüküntür ”Biz Prenses Sofya’yı Kergit topraklarından güvenle geçmesi için görevlendirildik.“


Adam Yüküntür’e inanmamıştı.”Biz böyle bir bilgi almadık “ dedi. Bu sırada at arabasının durduğunu fark eden Prenses meraklanmıştı, yanındaki yardımcılarından birine dönerek ”Gidip dışarıda neler olduğuna bak “ dedi. Kadın at arabasının kapısını açarak indi.

Bu arada Yüküntür adını Carther olduğunu öğrendiği adamı ikna etmeye çalışıyordu. ”Bak Carther“ dedi ”Biliyorum bize güvenmeniz çok zor ama bir düşün kergit coğrafyasını ne kadar biliyorsun. Ben söyleyeyim; Hiç, yani Praven’e ulaşabileceğinizi pek sanmıyorum“

Carther Yüküntür’ün dediklerinin doğru olduğunu biliyordu. Prensesin yanına gitmeliydi.”Tamam“ dedi Carther.” Siz burada bekleyin ben gidip Prenses’i bilgilendireyim“.

Ama Prenses Carther’ın gelmesini beklemeden kendisi çıktı. Arabadan indiği anda bütün gözler Prensesin üzerideydi. Güneşi kıskandıracak kadar güzeldi sarı saçları, gökyüzü gibi maviydi gözleri. Gülüşü etrafa neşe saçıyordu.

Yüküntür gözlerini Prensesten alamıyordu. Adeta bir peri kızı gibiydi. Ama o peri kızı kızgın bir yüz ifadesiyle kendisine ilerliyordu. Prenses ayağındaki yüksek topuklularla ne kadar hızlı ilerleyebilirse o kadar hızlı gidiyordu.

Yüküntür’ün karşısında durarak ” soylu birinin sancağını taşıdığınızı görüyorum, bana komutan hanginiz çabuk söyleyin“
dedi. Yüküntür bu ses tonunu hiç sevmemişti. Atından inerek  ”Benim“ dedi.

Prenses hala kızgındı.”Bana adınızı söylermisiniz Lordum “ diye sordu. Ama sesindeki kızgınlık belirtisi ton hala devam ediyordu.” Yüküntür, leydim “ dedi Yüküntür. Ama Prenses’e kimle konuştuğunu anlatması gerekiyordu. O kimdi ki Kergit Hanlığının mareşaliyle böyle konuşuyordu.”Kergit Hanlığı mareşali, Dhirim fatihi Yüküntür “ diye devam etti sözüne.
Yüküntür’ün ikna çabaları başarı olmuştu. Beş atlı Prensesi Dhirim yakınlarına kadar götürecekti. Tabi bu arada Carther’ın gözü de onların üzerinde olacaktı.

Yüküntür büyük haydut gruplarının olduğu bölgeleri biliyordu. Bu yıllarca kelle avcılığı yapmasının yararlarından biriydi. Sayıca çok azlardı ve eğer kalabalık bir grupla karşılaşırlarsa yenilmeleri büyük bir olasılıktı. Bu yüzden batıya doğru gideceklerdi. Dusturil köyünde biraz dinlendikten sonra yola devam ederek Kedelke köyüne oradan da Halmar Şehrine gideceklerdi. Halmar ve Dhirim arasında haydut bulunmazdı. Dirim’e kolaylıkla gidebilirlerdi. Buradan sonrası zaten Svadyan topraklarına giriyordu ve Yüküntür’ün sınırı aşmaya Hiç niyeti yoktu.

Yüküntür’ün de içinde olduğu 15 atlı prensesin içinde bulunduğu arabaya eşlik ederek ilerliyordu. Prenses at arabasının içinden önde giden Yüküntür’e bakıyordu. Bu adam hiç Kergite benzemiyordu. Çok uzun süre Kalradya dışında kalmış olabilirdi fakat bir Kergit’i ayırt edebilirdi. Kegitler kavruk tenli olurdu ve de kahverengi saçları, ama Yüküntür’ün saçları sarıydı, gözleri de mavi. Bir Kergitten çok Svadyana benziyordu bu adam.

Bu Prensesin dikkatini çok çekmişti. At arabasını süren adama  ”Dur!“ diye seslendi. Araba durunca hizmetçilerinden birini yollayarak Carther’ı çağırdı.
Carther çok hızlı bir şekilde prensesin yanına gitti. Prenses Carther’ın kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. Carther’da başını sallayarak ”Emredersiniz Prenses “dedi. Bütün bu olanları Yüküntür de uzaktan izliyordu. Sonunda Carther at arabasını sürmesi için adama işaret yaptı ve araba tekrar hareket etti.

Carther Yüküntürün yanına geldi. Bir süre gidecekleri yol hakında sorular sordu. Daha sonra Yüküntür’e ”Sen hiç Kergit’e benzemiyorsun, söylesene annen ya da baban bir Svadyan mı?“diye sordu.

Yüküntür gülerek ” İkiside Svadyan’dı “ dedi.”Dhirim’ de doğdum“ diye devam etti sözüne. Bu sözleri söylerken Yüküntür’ün içi parçalanıyordu.
Hatırlamak istemediği geçmişi geldi aklına, sonra atını hızlandırarak Carther’ın yanından ayrılı.

Carther Yüküntür’den daha fazlasını öğrenemeyeceğini anlamıştı. Öğrendiklerini Prenses’e anlatmalıydı. Hemen atını arabaya doğru sürdü.
At arabasını durdurdu ve Prenses’e öğrendiklerini anlattı.



Prenses Carther’ın anlattıklarını dinledi.”Tam tahmin ettiğim gibi “ dedi.”Bu adam bir Svadyan“.Ama prensesin aklını bulandıran bir soru vardı.”Bir Svadyan neden Kergit için savaşsın ki, Hem de kendi insanlarına karşı“.
Bunun sebebini öğrenmeliydi.”Nasıl olsa yolculuğumuz uzun“ dedi içinden, bu sorunun cevabını öğrenmesi için daha çok zamanı vardı. Carther’a bakarak
”Tamam, sen görevine dönebilirsin“ dedi.

Carther Prensesi selamlayarak geri döndü ve atına binip arabadan uzaklaştı.
Birkaç saat sonunda Dusturil köyüne varmışlardı. Bu köyden erzak alıp hemen devam etmeleri gerekiyordu ama Yüküntür biraz dinlenmelerinin bir zararı olmadığını düşünüyordu. Ayrıca birini ziyaret etmesi gerekiyordu, onun için çok önemli birisi.

Köyün yakınlarında küçük bir kamp kurdular. Kampta bir çadır vardı. Çadırın tepesinde Kral Harlaus’un sancağı yükseliyordu. Kampın diğer köşesinde ise üzerine Yüküntür Noyan’ın çift başlı kartal amblemi bulunan sancağı yükseliyordu. Yüküntür ve adamlarının çadıra ihtiyacı yoktu. Onlar açık havada bozkırda uyumaya alışıktılar.

Köylüler, köyün dışında kurulan kampta yükselen iki sancağı da tanımışlardı. Sancaklardan biri onlara acıyı getirmişti, kanı ve gözyaşını. Diğer sancak ise olara güven veren bir sancaktı. O sancak pek çok kez köyü yağmalanmaktan kurtarmıştı.

Ama bu iki sancağın yan yana yükselmelerinin nedeni neydi ki? Bazı köylüler korkuya kapılmıştı. Yoksa Yüküntür Noyan svadyanlara mı katılmıştı? Merakları fazla uzun sürmedi. Bir kaç kişi kamptan köye doğru harekete geçmişlerdi.

Köylüler gelenleri tanımaya çalışıyordu. Gelenler yaklaştıkça yüzleri daha da belirgin hale geliyordu. Köylülerden biri gözlerini irice açarak bağırdı;

— Svadyan Şövalyeleri! 
— Svadyan Şövalyeleri!

Köyde büyük bir hareketlenme oldu. Evet, gelenlerden ikisinin parlayan zırları onların şövalye olduğunu belli ediyordu. Ve birde zırlarla donatılmış atları tabi ki.

Köylüler hemen evlerine koştu. Silah olarak kullanılabilecek her şeyi alıp geri döndüler. Svadyan şövalyelerinin en son bu köye gelişini hepsi hatırlıyordu. Köylüler o gün savaşmamışlardı. Svadyanların köydeki erzakları alıp gideceklerini düşünmüşlerdi. Ama olmamıştı. Svadyanlar köydeki bütün erzakları aldıktan sonra köyü yakmış, kadınları ve erkekleri kılıçtan geçirmişlerdi.

Köylü bir daha öyle bir gün görmek istemiyordu. Gerekirse onlarla savaşacaklardı.

Bu arada Yüküntür, Prenses ve Prenses’e eşlik eden iki Svadyan şövalyesi köyün girişine yaklaşmıştı. Aniden bir ses ile irkildiler.

— Durun! Siz kimsiniz?

Yüküntür sesin geldiği yöne baktığında elinde tırpan olan Elder’i gördü.
Adam Yüküntür’e uykulu gözlerle bakıyordu. Yaşllığından dolayı elindeki tırpanı zor tutuyordu.

— Elder, beni bu kadar çabuk mu unuttun yaşlı dostum?

Elder bu sesi tanıyordu. Gözlerini iyice açtı. Bir anda yüzündeki ifade değişmişti. Yüzündeki sinirli ifade yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Bu Yüküntür Noyandı.

”Lordum! Siz…“ Elder cümlenin devamını getiremiyordu. Yüküntür  ”tamam Elder daha sonra açıklarsın, şimdi önümüzden çekil de köye girelim“ dedi. Elder başını eğip Yüküntür’ün önünden çekildi. Bir yandan da köylülere bağırıyordu ;” Yüküntür Noyan geldi! “ 
                                    ” Yüküntür Noyan geldi! “ 

Köylüler yavaş yavaş saklandıkları yerlerde çıkıyordu. Hepsinin elinde silah olarak kullanabilecekleri şeyler vardı. Bazılarında sopa, bazılarında tırpan, bıçak, hatta birkaç köylünün elinde paslanmış kılıçlar vardı.



Yüküntür ne olduğunu ancak Elder anlattıktan sonra anlayabilmişti. Köylüler meydanda toplanmış, Yüküntür ve onun yanında gelen Prenses’e bakıyorlardı. Prenses köylülerin Svadyan Şövalyelerinden neden bu kadar korktuğunu anlamamıştı. Ona göre şövalyeler adaletin ve cesaretin temsilcileriydi.

Yüküntür Elder’le biraz konuştuktan sonra Elder’e biraz erzak almak istediklerini söyledi. Elder birkaç dakika içinde gerektiği kadar erzak hazırlamıştı. Yüküntür her zamanki gibi birkaç dinar daha fazla vererek ödemeyi yaptı.

Yüküntür Prenses ve şövalyelere ” Siz gidin benim bir işim daha kaldı “ dedi. Sonrada köyün değirmeninin bulunduğu tepeye doğru ilerledi. Prenses Yüküntür’ün nereye gittiğini merak etmişti. Şövalyelerine ”Siz kampa gidin ben birazdan gelirim “ dedi. Şövalyeler başta itiraz etmek istese de Prensesin emrine uymak zorunda kaldılar.

Prenses Yüküntür’ün gittiği yolu izledi. Değirmenin bulunduğu tepenin aşağısında bir mezarlık vardı. Mezarlığa baktı ve Yüküntür’ü gördü. Yüküntür bir mezar’ın yanında oturmuş ve ağlıyordu.
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4164191.html#msg4164191
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4188014.html#msg4188014
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4215609.html#msg4215609
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4267651.html#msg4267651
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4302319.html#msg4302319
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4306035.html#msg4306035
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4349660.html#msg4349660
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4385369.html#msg4385369
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4423496.html#msg4423496
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4467012.html#msg4467012
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4490162.html#msg4490162
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4516259.html#msg4516259
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4540684.html#msg4540684
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4578848.html#msg4578848
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4589089.html#msg4589089
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4605633.html#msg4605633
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4623483.html#msg4623483
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4640923.html#msg4640923
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4650409.html#msg4650409
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4659224.html#msg4659224
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4671142.html#msg4671142
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4803508.html#msg4803508
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg4918059.html#msg4918059
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg5238549.html#msg5238549
http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg5238575.html#msg5238575

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,167800.msg7484022.html#msg7484022
 
Klavyene sağlık. :smile: Hikayen güzelmiş.

İsmi neden son imparator acaba?
 
Orası da bende kalsın canım  :mrgreen:
Bu arada hikayemi beğendiğine sevindim.Eğer hatalarım veya eksikliklerim varsa söyleyebilirsin.Bende bir daha fikirlerinizi dikkate alarak yazmış olurum.
 
-By.Doctor-Who- said:
Orası da bende kalsın canım  :mrgreen:
Bu arada hikayemi beğendiğine sevindim.Eğer hatalarım veya eksikliklerim varsa söyleyebilirsin.Bende bir daha fikirlerinizi dikkate alarak yazmış olurum.
Bence gayet güzel pek bir eksiği de yok, sen tardise atla git artık. :smile:
 
2 ve 3. bölüm çok kısa olmuş bence. Biraz daha uzun yazabilirsin.

Not: Yazılar insanın gözünü korkutmaz :smile:
 
-By.Doctor-Who- said:
ugurd said:
2 ve 3. bölüm çok kısa olmuş bence. Biraz daha uzun yazabilirsin.

Not: Yazılar insanın gözünü korkutmaz :smile:

Onları ara bölüm gibi düşün,birdaha ki bölümler daha uzun zaten
Peki sen bilirsin. Bu senin kafanda kendini geliştiren hikaye.

Not: Direksiyon başındaki adama da karışılmaz zaten. :smile:
 
Canissarius said:
  Gayet güzel olmuş kardeş. Yalnız, ilk bölümde olduğu gibi daha derin ve detaylı bir anlatımla yazarsan daha güzel olacağını düşünüyorum. Bölümlerin kısalığı konusuna değinmiyorum, çünkü daha önce konuşulmuş. Konusu gayet güzel ve sürükleyici. Umarım öyle de devam eder :smile: Kutlarım. Devamını bekliyorum :smile:

Teşekkürler kardeşim, uyarılarını dikkate alacağımada emin olabilirsin
 
Canissarius said:
  Kardeşim, gitgide güzelleştiriyorsun. Aman bozma :smile: Biraz daha uzun yazabilirsin, akıcı olduğu için yormuyor. :smile: Devamını bekliyorum.

Aslında uzun yazarsam sıkılacağınızı düşünüyordum,bu yüzden fazla uzun yazmıyordum ama madem uzun yaz diyorsunuz yazarız o zaman  :mrgreen: :mrgreen:
 
Canissarius said:
-By.Doctor-Who- said:
Canissarius said:
  Kardeşim, gitgide güzelleştiriyorsun. Aman bozma :smile: Biraz daha uzun yazabilirsin, akıcı olduğu için yormuyor. :smile: Devamını bekliyorum.

Aslında uzun yazarsam sıkılacağınızı düşünüyordum,bu yüzden fazla uzun yazmıyordum ama madem uzun yaz diyorsunuz yazarız o zaman  :mrgreen: :mrgreen:

  Bence bir sakıncası yok. :grin:

Aynen. Uzun yazmanı destekliyorum.

Not: Çok uzunda olmasın. :smile:
 
Okudum güzel olmuş.
Tebrik ederim...

Artık hikayeler beni sıkmaya başladı kendi hikayemi bile yazmıyorum.
Off... Of!.. Ne yapacağım ben. :grin:
 
Back
Top Bottom