Iliniosis'in Epik Kalradya Destanları

Users who are viewing this thread

overlord_


yznrga.png



Iliniosis'in 3 Koloni Destanı

Çok uzun zaman önce buralarda hiç kimse yaşamazdı. O zamanlara dair bir hikaye duymak ister misin?

Bana Kırçiçeği Iliniosis derler. Bu hikayenin de kahramanı büyük büyük büyük dedem olur. Hikaye de başlı başına onun ne yiğitlikler ve cesurluklarla; epik bir zaferle ve büyük bir aşkla Kalradya'yı kurduğunu anlatıyor.

Kalradya diye bir ülke daha yok iken; bu topraklar da daha haritada yoktu. Büyük büyük büyük dedem Osiris de yüce bir kılıç ustasıydı. Halkın sevgilisi, gönüllerin şampiyonuydu.

Bir gün yeni maceralar aramak için 4 yoldaşını alıp teknesine atladı. Büyük Usta Osiris'in teknesi meşe ağacından yapılmış bir gemiydi, tanrıların da sevdiği gibi. Hiçbir şey olmadan okyanusu aştı. Nice yaratıklar gördü. O kadar macera dolu bir yolculuktu ki kendiniz görseniz kalbiniz durur oracıkta ölürdünüz.

5 yoldaş birlikte ganimetleri teknelerinde paylaşırken birden büyük bir fırtına çıkıverdi. O kadar büyük bir fırtınaydı ki dalgalar 8 adam boyundaydı. Bir de yetmezmiş gibi köpek balıkları da Osiris'i kovalıyordu. Osiris kılıcını çekti köpek balığını kaldırıp suya vurdu. Uzun süre şaşalı bir çarpışma sonrasında tek yara almadan köpek balığını kılıçtan geçirdi. Derisine bir şey olmamıştı ama teknesine olmuştu. Osiris'in teknesi su alıyordu. Dalgalar tekneyi dövüyor. Gökte gürlemeyen bulut kalmıyordu. Bir yandan yoldaşların ölüm korkusu, diğer yandan Osiris'in hayata kalma mücadelesi…

Tekne batmış bir halde, fırtına dinmiş bir haldeydi. Osiris ve 3 yoldaşı karada öylece yatıyordu. Ta ki o maymun çıkana kadar. Kimileri der ki maymunu yediler kimileri der ki o maymun aslında 4. yoldaştı. Ama hikayenin doğrusu hiç biri değildi. Doğrudur biraz 4. yoldaşa benziyordu ama değildi, o aslında bu adayı ilk keşfeden Cthulhu'nun maymunuydu. Namıdeğer Kalradya…

4 yoldaş dalgaların dövmesiyle ve maymunun Osiris'in kafasında zıplamasıyla zar da olsa uyanabildi. Uyandıklarında ise gördükleri manzara hoşlarına gitmemişti. 4. Yoldaş kayıptı. Önce dalgalara sonra da köpek balıklarına yem olan 4. Yoldaş'ın anısına diğer 4 yoldaş bir anıt diktiler. Biri uzun diğeri kısa odun parçasından bir haç.

Yasları çok uzun sürmedi. Yoldaşlardan birisi artık eve gitme vaktidir diyerekten sağ cebindeki yarı ıslak pusulayı çıkardı. Evin kuzeyde olduğunu düşünerek pusulaya baktı. Kuzey arkalarıydı, yani uçsuz bucaksız okyanus. Avrupa'da değillerdi…

Osiris ve 3 yoldaşı artık ne durumda olduklarını biliyordu. Artık Osiris'in bile içinde kötü bir his vardı. Kaybolmuşlardı. Nerede olduklarını bilmiyorlardı. Bildikleri hiçbir adaya benzemiyordu burası. Ama bildikleri tek bir şey vardı ki o da yaşamaları gerektiği.

Osiris önceliklerin ne olduğunu biliyordu. Su kaynağı ve bir barınak onlar için hayati bir önem taşımaktaydı. Teknenin kalan parçalarını dördü sırtladı ve adanın içine koyulmaya başladılar. Saatlerce yürüseler de hiç kimseyi göremediler. En sonunda artık durup bir sığınak inşa etmeleri gerekti. Diğerleri sığınakla uğraşırken Osiris de gözcülüğe çıkmıştı. Ayrıca yemek de bulması gerekiyordu…

Birkaç saat ormanın içinde ilerledikten sonra Osiris bir duman gördü. İnsanların belirtisi olabilirdi bu, Osiris ilerledikçe daha da derinleşen bir ormana girmişti artık. Kılıcını kınına geri soktu ve upuzun bir ağaca çıktı. Göklere uzanan bu kocaman ağacın tepesinden dumanın geldiği yere baktı. Görkemli bir yerleşke görüyordu. Bu da demekti ki burada gerçekten insanlar vardı. Asıl sorulması gereken soru şuydu ki barışçıl mıydılar?
Benim adım Kırçiçeği Iliniosis. Sıkılmadıysanız hikayenin devamını da dinleyebilirsiniz…

Osiris ayrıca büyük savunmalar ve iyice yerleşilebilecek karlı tepeler de görüyordu. Uçsuz bucaksız karlı tepelerin ardına gidip soğuktan ölebilirlerdi ve ya tatlı su bulup yerleşebilirlerdi, yerleşkeye gidip ne olacağını görebilirlerdi ve ya kurdukları barınakta susuzluktan yağmuru beklerken ölebilirlerdi. Zor bir karar vermesi gereken Osiris zor bir durumdaydı. Her hamlesi onlar için çok değerliydi…

Biraz zaman geçtikten sonra Osiris barınaklarına geri dönmeye karar verdi. Uzun bir yol önündeydi. Yere bakıp düşüne düşüne onca yolu geçti, arkadaşlarını gördü tam onlara seslenecekti ki bir ses duydu. Yaban tavuğu! Osiris zorlu bir mücadelye girmişti. Oradan oraya atlıyor, yakalamaya çalışıyordu. Osirisi yenemeyen canavarların yanında bu tavuk da neydi ki…

Tavuğu zor da olsa yakalayabilen Osiris barınağa doğru ilerledi. Tavuğu dostlarına verip bir köşeye çekildi. Sonra da arkadaşlarını yanına topladı. Onlara önemli bir şey söyleyeceğini söyledi. 4 yoldaş bir köşeye oturup uzun uzun sohbet etti…

Konuşmaları biterken aynı zamanda da gece oluyordu. Sıra sıra nöbet tutup uyuyacaklardı. İlk nöbet Osiris'indi. Konuşmaların sonucu gayet net idi, bir süre koloniyi gözetleyeceklerdi ve yavaş yavaş ilerleyen zamanlarda bir kişiyi elçi olarak göndereceklerdi. Osiris gönüllü olmuştu bile…

Osiris'in gözleri kapanırken, nöbet sırası diğer yoldaşa gelmişti. Osiris tam haber vericek iken bir ses duydu. Büyük bir yılan, yerden sürünüp gizli gizli yaklaşıyordu. Eline bir sopa aldı ve yaklaştı. Kocaman 2 adam boyundaki yılanı sopayla boynundan tutup kılıcıyla kesti. Artık ödülünün keyfini çıkarabilirdi. Yılanı dörde kılıcıyla bölüp payına düşen kısmı ağzına attı ve nöbetini devretti…

Sabahın erken saatlerinde artık hepsi uyanmıştı. Eşyalarını topluyorlardı. Ellerinde 3 kılıç, 5 bıçak, biraz tahta, çıra, odun ve biraz da su vardı. Bunun yanı sıra kalan yılan etleri de duruyordu. Kahvaltı olarak yılanı yiyip, suyu bölüştüler. Ellerinde o kadar çok olmadığından bir an önce su bulsalar çok iyi olucaktı. Her biri bir kılıç ve bir bıçak aldı. Dördüncü yoldaşa da iki bıçak kaldı. Bu yüzden malzemeleri de o taşıyordu. İki kılıçlı önde, en arkada bir kılıçlı yola koyuldular. Ortalarına da iki bıçak taşıyan genci tuttular. Bu genç o kadar çevikti ki, karşısına ondan hızlısı çıkamazdı. Osiris önde ilerleye ilerleye koloniye vardılar…

Birkaç saat boyunca pasif olarak ağaçlarda saklana saklana koloniyi izlediler. Giysileri tıpkı kendilerinin giydiği gibiydi. Bir kadının da üstünde çok şık bir elbisesi vardı. Aralarında konuştular, içlerinde iyi bir his vardı. Bunlar barbar değildi, tıpkı onlar gibi buraya düşmüş Avrupa'lılar ve İskandinavlardı…

Artık daha fazla beklemeye tahammülleri kalmadığında emin oldukları bir anda Osiris'i yolladılar. Osiris tedirgin değildi, aksine umutluydu. Yaklaşırken kılıcını kınıyla eline alıp ellerini havaya kaldırdı. Dost olduğunun mesajını verdi. Koloninin girişi iyi korunuyordu. Atla bile geçilemezdi ama arkalarda zayıf boşluklar vardı. Eğer bir terslik olursa yoldaşları bu zaafları kullanıp koloniyi işgal edicekti…

Biraz ilerledikten sonra nöbetçi bir oğlan dur işareti yaptı. İki tane koloninin yaşlısı koşa koşa Osiris'in yanına gitti. Osiris çok iyi karşılandı. İçeri davet edildiğinde ise bir süre koloninin hanımları ona ikramlar sunup, hediyeler verdi. En sonunda koloninin başkanı Osiris'i görmeye geldi. Ak saçlı orta yaşlı birisiydi. Gözünün birisi apaçık görmüyordu. Ağır bir yara almış olmalıydı çok eskiden. Osiris ayağa kalktı ve ikramları bir kenara bıraktı. Arkadaşlarına işaret etti. Artık yeterince güveniyordu bu insanlara. Koloninin başkanı kendi başlarından geçenleri anlattı. Gemilerinin bu ada yakınlarındaki kayalıklarda parçalandığını ve burada kaldıklarını söylediler. O kazada sekiz adamlarını kaybetmişler. Acıklı ve hüzünlü bir ortamdan sonra Koloninin Başkanı diğer yoldaşlarda da tanışıp iyice ilgilenilmesini sağladı. Ayrıca adam eksiklerinin oldukça fazla olduğunu ve burada artık bir yerleşik yaşam kurduklarını da anlattılar. Daha sonra da yüzünü asarak ekleyen Başkan buralarda kolonide isyan çıkarıp kendi kolonilerini kuranların olduğunu da söyledi. Savaş istemedikleri için sürekli baskı altında yaşadıklarını anlattı. Osiris de bunun üstüne bir onur sözü vererek bir teşekkür olarak bu işle ilgileneceklerini söyledi…

Artık koloniyi gezme vaktiydi. Genç nedimeler yoldaşlara bakıp gülüşüyorlardı. Başkan sırayla koloniyi gezdirmeye başladığında Osiris o küçük maymunu gördü. Merakından başkana sordu, o maymun sizin mi diye. Başkan da başıyla cevabını verdi. O kolonilerinin simgesi Maymun Kalradya idi. Kolonilerine Kalradya Kolonisi, maskotları maymuna da Kalradya ismini vermişlerdi. O burada oldukça neşe de hep onlarla idi...
Benim adım Kırçiçeği Iliniosis. Sıkılmadıysanız hikayenin devamını da dinleyebilirsiniz…

Artık zaman gelmişti, büyük kutlama. Bir nevi koloniye katılma merasimi gibi bir şeydi. Osiris ileri atıldı ve yoldaşlarını koloniye tanıttı. Kısa bir konuşmadan sonra kolonilerinin bir üyesi olmaktan onur duyacaklarını ilave etti.
Kutlamalar koloninin vazgeçilmezdi. Koloninin başkanı bu kutlamaları düzenler, koloniye neşe katardı. Sadece yeni bir kişi koloniye katıldığında değil, tüm önemli olaylarlarda bu kutlamalar yapılırdı.

Osiris burayı şans eseri bulmalarının sonucunda bir yoldaşlarını da kaybettiklerini söyledi. Tüm koloni birden toplandı ve herkes üzüntülerini dile getirdi.

Kolonide çok samimi bir ortam dönüyordu ve çok neşe doluydu. Başkan ise daha çok, nasıl denemelidir... Değişikti. Sürekli her şeyi düşünüyordu, bu da hareketlerine yansıyordu. Bu yüzden saçına ak düşmüş bile olabilir. Koloninin genç bir hanımefendisinin dediğine göre de bu günleri görmelerini Başkana borçlularmış. Ama ne olursa olsun iyi bir adam olduğu çok belliydi, ona her zaman güvenebilirlerdi.

Koloninin bir duvarında kağıtlar asılıydı. Yoldaşlardan birisinin gözüne çarptı ve sordu... Bunlar da neydi ki? Kurban ettikleri mi, kurban edildikleri mi?
Başkan hemen atıldı, o duvar onların gururları... Bu koloni için kendilerini feda edenlerdi. Başkan hüzünlüydü, ama nedendi kim bilebilirdi ki? Kutlama vakti gelmişti...

Kolonideki insanlar toplanmış, ateş yakılmıştı. Herkes en güzel kıyafetlerini, elbiselerini giymişti. Kutlama için ellerinde beyaz beyaz çiçekler vardı. Bembeyaz çiçekler.

Başkan kolonilerinin baş konuklarıyla bizzat ilgilenmeleri için kızlarını, Osiris ve yoldaşlarının çadırlarına gönderdi. Osiris'i de başkanın en güzel kızı hazırlıyordu. Başkanın kızının güzelliği tüm koloninin dilindeydi. Bazıları ona Tanrıça'ları kıskandıracak güzelliğinin olduğunu söylerdi.

Osiris kaslı ve uzun boyluydu. Gemilerinin alabora olmasıyla birlikte eskimiş ve derisi sıyrılmış bir zırhı vardı. Başkanın kızı Iris, Osiris'in kolluklarını ve zırh eldivenini çıkardı. Zırhı delinmişti, denizde iken bir kalas Osiris'in zırhını delip geçmişti.

Iris, zırhı nazikçe çıkardı. Osiris'in kanı akıyordu, Iris hemen bir şifacı çağırmak istedi. Osiris, Iris'i kolundan tutup durdurdu. Osiris, Iris'e sadece o yaparsa tedaviyi kabul edeceğini söyledi. Iris biraz utandı kaçındı sonra dışarı çıktı. Osiris bekledi ve bekledi. Elinde sargı malzemeleri ile Iris geri döndü. Osiris'in yarasıyla ilgilendi, sessiz sessiz de çıktı. Çıkarken de ilave etti... Kutlama başlıyor acele edin.

Diğer yoldaşların da durumu aynıydı, biraz komik olsa dahi güzel kıyafetlerdi. Başkanın 3 kızı, 3 yoldaşa bugün hizmet etmişti. Bahtsız yoldaşları Han'ın aksine hepsi mutluydu. Han'a düşe düşe bir duvar ustası düşmüştü. Han kaçıyor, duvar ustası kovalıyordu... Herkes de onlara bir gülüyordu ki tüm koloni yankılanıyordu.
Artık kutlama vaktiydi... Vaktinde savaş zamanlarında çalan davullar şimdi bu şenlik için çalıyordu. Herkes süslenmiş ve kutlamaya hazırlardı. 3-5 şenlik oyunu, içki derken geceyi de bulmuşlardı. Artık Osiris ve yoldaşları Kalradya Kolonisi'nin üyeleriydi...

Her şey güzel gitse de Osiris'in aklını bir şeyler kurcalıyordu. Bu topraklarda, ilk başlarda da konuştukları gibi tehlikeler var mıydı. Karşılarına ne çıkacaktı?
Sabahın erken vakitlerinde artık Osiris bazı konulara açıklık getirmesi gerekiyordu. Kalradya Kolonisi’nin bir parçası oldular fakat kendileri o kadar sıradan kişiler değillerdi. Kahramanlıklarını savaşlarda ve mücadelelerde kanıtlamış soylulardı Osiris ve Yoldaşları. Bu yolda ilerlerken karşılaşacakları bilmeleri en büyük haklarıydı.

Yoldaşlardan bir diğeri Leonard, artık kendisini bu koloninin bir parçası olarak hissettiğini ve bu koloninin insanlarına ısındığını söyledi. Osiris de bunun üzerine daha bilmedikleri çok şeyin olduğunu ve bu koloninin davasının haklı olup olmadığına daha karar vermediklerini ilave etti. Artık önlerinde karar verilmesi gereken çok şey vardı.

Kahvaltı vaktiydi, bazı horozlar da yeni yeni ötüyordu. Fakat gün ışımıştı artık, bu da demekti ki koloniyi daha iyi tanıyabilirlerdi. Koloni halkının sesleri yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. O zamanlarda yaşam mücadelesi bugünlerdeki gibi kolay da değildi, bir mücadele olduğu apaçıktı fakat koloninin insanlarının yardımlaşması bu mücadeleyi aşılabilir kılıyordu.

Çok geçmeden 4 yoldaş kılıçlarını kınlarına, baltalarını ellerine aldılar. Çadırlarından çıktıkları anda koloniden bir çocuk Başkan’ın 4 yoldaşı görmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Osiris tüm silahlarını ve zırhlarını çadırına fırlatıp silahsız bir şekilde ilerledi. Yoldaşlarından 2’si de aynısını yaparak silahsız bir şekilde ilerlediler. Han ise asla silahını bırakmayacağını söyleyerek yüzündeki yarayı hatırlattı.
Osiris’in büyük büyük dedeme, onun da büyük dedeme anlattığına göre Han ilk kez silahsız bir şekilde bir yere gittiğinde Kral’ın adamları ona komplo kurmuş ve bu saldırı sonucu yüzünden bir yara almış fakat kaçmayı da başarabilmiş.

4 yoldaş birlikte büyük konağın kapısına ulaştığında nöbetçiler onları tanıyıp kapıları açmışlar. Herkes nedense 4 yoldaşa büyük saygı duyuyordu. Belki de yeni gelenlere böyle davranıyorlardı, kim bilebilir ki.
İçeri girdiklerinde, gördükleri manzara hepsini şaşırtmıştı. Yerde bir ayı postu, duvarlarda doldurulmuş geyik kafaları vardı. Konak çok güzel süslenmiş ve büyük kahramanlıkların hatıralarını taşıyordu. Mack hemen öne atılıp Başkana tüm bunların ona ait olup olmadığını sordu. Başkan da gülümsedi. Bu konak Kalradya Konağıdır, tüm koloninin kahramanlıklarını taşır. Bu koloninin neler gördüğünü hepsi artık tahmin edebiliyordu. Osiris’in de kafasında artık nasıl bir yolda ilerledikleri belirleşiyordu. Ama hala başkanı çözemiyordu. Maalesef ki soruları burada son buluyordu.

Başkan hemen konuya girişmek istedi. Onlara öncelikle ikramlar sunup, buyur etti. Sonra da tahta benzer fakat daha süssüz sandalyesine oturdu. Konuya girişmeden önce bağlılıklarının bu koloniye olup olmadığını teker teker sordu. Leonard da bunun üzerine hemen bağlılığını sundu. Ardından Han da ilerleyecekti fakat Osiris’in yerinden kalkmadığını gördü. Düşünceliydi. Mack de aynı şekilde geride kaldı.
Osiris olayları tam çözmeden bağlılığını sunmaya niyetli değildi. Önce konunun ne olduğunu sordu ve zamana ihtiyaçları olduğunu ekledi.
Başkan yine gülümsedi, onları anladığını söyledi. Şüpheci olmakta haklı olduklarını ve kimsenin onları zorlamadığını da ekledi. Konuşmasına devam ederek bu kolonide olanları eğer kavrayıp zamanla görürlerse onlar ve koloni açısından daha iyi olacağını da ekledi.
Osiris, Başkan’a ısınmıştı ama içinde bir kuşku vardı. Osiris yoldaşlarını dışarı çıkıp, koloniyi gözlemelerini söyledi. Ama bir şey bulamayacaklarından da oldukça emindi. Bu kolonideki insanların birlikteliği insanlarının kişiliğinin üst düzey olmasından geliyordu. Bu yüzden de kendini buraya adapte etmekte zorlanıyordu. Bu kadar kolay ve kusursuz olabilir miydi?

Yoldaşlardan Leonard ilk önce çıktı ve bir meyhaneye girdi. Ardından Mack etraftaki işlere bir göz atmak için merkeze ilerledi. Han da çadırlarından dışarıyı gözetlemek ve çadırı korumak için geri döndü. Ve hep bu anı kolladığı gibi Osiris, Başkan ile yalnız kaldı…
Başkan konuları üst üste sıralıyordu. Bazı yerlerde Osiris, bezen de Başkan kahkahalar atıyordu. Iris de kenardan kenardan babasını ve Osiris’i izliyordu. Onu gözlemliyordu. Babasıyla olan dostlukları da hoşuna gitmiş gibi gözüküyordu. Osiris de ara sıra Iris’e bakıyordu, Osiris de Iris’i gözlemliyordu.

Uzunca bir süre dostça muhabbetten sonra Başkan diğer kolonilerle olan maceralarını anlatmaya başladı. Başkan bir seferinde Üç Ok kabilesiyle ticaret için müzakere yapmaya giderken yolda bir ayı gördüğünü ve yanındaki 2 yoldaşıyla ayıyı nasıl avladıklarını anlattı. Tabi bunun sonucu olarak 3’ü de yaralanmış ve tüm yolu geri dönmek zorunda kalsalar da iyi bir macera olarak anılabilirdi. Osiris şimdi o 2 yoldaşına ne olduğunu sorsa da Başkan cevap vermedi, gözlerini döndürüp hikayelerine devam etti.

Bir süre böyle abartıla abartıla maceralar ortada dönmeye devam etti. Ara sıra Başkan Iris’e işaret edip birasını doldurtturuyordu, ara sıra da yeni bir şey aklına gelip anlatmaya devam ediyordu. Sıra gelmişti ki Osiris’e. Tüm ailesini kaybettiği büyük savaştaki komutanlık anılarına. Ortam artık hüzünlenmişti, dışarıda da köpekler havlıyordu. Ortalık bir süre durgunlaştı. Osiris anlatmaya başladı. Iris de köşeden dinledi.
Bir yaz sabahı bağlılığını sunduğu Kral’ın toprakları haksız yere ok yağmuruna tutulmuştu. Onlarca can Kralların Kralı olma arzusuyla kaybedilmişti. Düşman Krallık kendi toprakları içine sığamamış, kıçlarını taşıyacak başka topraklar da arıyorlardı. Osiris’in bağlılığını sunduğu Kral Ulric ise elçiler gönderip vazgeçirmeye çalışıyordu. Her şey işe yaramayınca da savaş Krallığın kapısını çalmıştı. Sayıcı azlardı ve toprakları da o kadar yoktu. Önce aç kaldılar, çiftlikler yakıldı. Sonra da her kadın, yaşlı ve çocuk kılıçtan geçirildi. Müttefikleri, Kral Ulric’i terk etmişti. Geriye son çareleri savaşmaktı, son damla kanları dökülene kadar başkenti korumaktı. Artık sırasıyla her köylü adını askere yazdırıyordu. Ellerine kaldıysa kılıç, bıçak… Kalmadıysa da tırpan veriliyordu. O da yoksa ceplerine taşlar doldurularak savaşa gönderilecekti. Uzunca bir süre işgal devam ettikten sonra, teker teker kaleler de düşmeye başlıyordu. Osiris’in bir adım atması gerekti, Kral Ulric kılıcını kuşanıp canından çok değer verdiği vatanını savunmak için atına binmişti. Osiris de zırhını ve kılıcını almış orduları komuta etmeye hazırdı.
Düşmana önce saldırmak istediler fakat yenilgi kaçınılmazdı. Resmen kovalanıyorlardı, alay ediliyorlardı. En son büyük bir ego ile başkenti kuşatmaya gelen Kral alaylarına devam ediyordu. Osiris bir okçunun okunu elinden alıp büyük bir hızla yayını gerdi ve havaya kaldırdı. Yayı bıraktığı anda Kral’a doğru giden okun önüne düşman kumandanı atladı ve oracıkta öldü. Kral bu duruma sinirlenmişti. Ulric ise korkusuzdu, Osiris’e emri verip vermeyeceğini sordu. Artık herkes savaşa hazırdı. Kral emrini verip hisara saldırılmasını emretti. Osiris ise geride kalmalarını söyledi. Artık herkes yenilginin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Fakat Osiris herkesi şu şekilde cesaretlendirdi, hepsine teker teker bu savaşın kendileri için olmadığını, gelecekte böyle kişilerin çocuklarına ve toprunlarına hükmetmesini engellemek için bu savaşın olacağını söyledi. Dökecekleri her kan bu amaçsızlığa hizmet edip güç tutkusuyla yanan Kral’ın kanı olacağını ve elbet bir gün bu zulümü çocuklarının ve torunlarının bitireceğini söyledi. Amaç onlara büyük bir darbe vurmaktı, sonunda ölüm olsa bile. Dünyayı daha güzel bir yer yapabilecek torunları ve çocukları için dünyayı zindan edeceklere bir darbe vurmaktı amaç.

Her biri artık bir melekti, amaçları önemliydi düşmanın aksine. Böylesine bir savaş görülmemişti. Her yer kan revan içindeydi fakat düşman büyük kayıp vermişti. Kral Ulric düşman hattını yarıyor Osiris sağdan ve soldan birliklerle saldırıyordu. Daha iyi bir dünya için akınlarına devam ediyorlardı köylüler. Geri çekilirlerse bu amaca hıyanet ederlerdi. Son damla kanlarına kadar savaştılar ve sonuç olarak kaybettiler. Ama çocukları o babalardan gururla bahsedip konuşabilecekti, o köylülerin sesi tüm dünyaya yayılmıştı. Osiris ve Kral Ulric savaşta esir düşmüştü. Yanlarında da birkaç asker ve bir iki köylü. Teker teker önce esirlerin aileleri bulunup gözleri önünde yakıldı. Sıra Kral Ulric’e gelince, Kraliçe ve çocukları baş kaldırıp cellatları deştiler. O kargaşada diğer köylüler de isyan çıkardı. Bu sayede Osiris kaçabildi. Kral Ulric ise vatanı için geride kalacaktı.

Osiris hikayenin devamı olarak Ulric’in kılıcını taşıdığını ve o isyandan sonra bu 4 yoldaş ile topraklarındaki zulmü bitirerek düşman Kral’ın kellesini aldıklarını söyledi. Başkan ailesine ne olduğunu sordu. Bu sefer Osiris gülümsedi. Sonra da şunları ekledi:
“Önce en küçük çocuğumun gözlerini çıkarıp kıçlarına koydular. Çığlıklar içinde çocuğum kan ağlarken bir su kuyusuna atıp ölmesini bana izlettiler. Sonra ortanca oğlumun kellesini bir kafese koyup, aynı kafese beni zincirledi. Yaklaşık 15 gün o kafeste oğlumun kellesiyle birlikte içim kan ağlayarak yaşadım. Daha sonra güzeller güzeli karıma oradaki bir tümen tecavüz etti, sonra da içini deştiler.”
Osiris bunları söylerken çok zorlanmıştı ve içi kan ağlıyordu. Sonra, yoldaşlarımla büyük badireler atlatıp şan ve şöhret dolu yıllar sürdük, sonrası da bildiğin gibi diye ekledi.

Başkan bir tuhaf olmuştu, böyle şeylerin kendi başına gelebileceğini bile hiç düşünemiyordu. Bunun üstüne bira bardağını yere fırlatıp yere düştü. Horul horul uyudu. Iris içeri girip yerdeki birayı ve bardağı kaldırdı. Tekrar içeri girip babasını içeri götürdü. Osiris hemen peşinden gitti. Iris neden geldiğini, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Osiris de tek ihtiyacının Iris’le konuşmak olduğunu söyledi.

Iris olanlar yüzünden çok üzgün olduğunu ve böyle bir şeyi hiçbir insanın yaşamaması gerektiğini söyledi. Osiris bu konulara girmek istemedi. Daha çok Iris’in kendisiyle ilgileniyordu. Ayrıca koloniyle de. Ona koloni hakkında bazı sorular sordu. Sorularının cevabını Iris tüm içtenliğiyle veriyordu. Ona güvenebilirdi. Belki de yoldaşlarından bile daha fazla. Bu özelliğini babasından almış olmalıydı Iris. İkilinin konuşması bir süre devam etti. Birbirlerini daha çok tanımaya başladılar. Bu sırada diğer yoldaşlar da konağa dönmüş Osiris’i arıyorlardı. Osiris’in gitmesi gerekti. Iris, Osiris’in elinden tuttu ve birlikte dışarı çıktılar. Osiris yoldaşlarına artık bu koloninin tamamıyla bir üyesi olduklarını ve kararlarına saygı gösterebileceklerini söyledi. Leonard çekinmeden Iris’i sordu. Osiris tüm içtenliğiyle onların bu kolonideki dostu ve kendisinin sırdaşı olduğunu söyledi.

4 yoldaş hava karardığı için çadırlarına dönmeye hazırlanıyordu. O sırada Osiris tekrar o maymunu gördü. Zıplaya zıplaya bir panonun üstünde duruyordu. Bu koloninin kayıplarının panosuydu. Osiris sağdan bir kağıt alıp üstüne 'Ulric' yazdı ve panoya yapıştırdı…
Gecenin geç saatlerinde, dışarıda kurtların ulumasıyla birlikte 4 yoldaş birlikte masaya oturdular. Leonard masaya bir kuzu budu çıkarıp başladı parçalamaya. Mack de masayı hazırlarken Han da başladı baltasını bileylemeye.

Biley taşının çıkardığı seslerin arasında Osiris de bir şeyler mırıldanıyordu. Leonard bıçakla eti parçalarken düşmanına batırıyormuş gibi bıçağını saplıyordu. Mack de masayı hazırlarken bira bardaklarını masaya düşmanın kafasını ezer gibi vuruyordu. Osiris’in mırıltısı da tüm çadırda bir tempo yaratıyordu. Iris içeri girdi ve bir köşeye oturdu. Mack artık son bardağı da masaya koyduktan sonra biraları koymaya başladı. Han biley taşını yere fırlatıverdi. Mendiliyle baltasını temizlemeye başladı. Hiç konuşmuyorlardı lakin ortalıkta bir şeylerin hazırlığı olduğu belliydi. Osiris’in mırıltısına Han da katıldı. Daha sonra Mack bira bardaklarını dağıttıksan sonra yerine oturdu. O da mırıltıya katıldı. Leonard kuzunun kanını yüzüne sürdü, yoldaşlarına da verdi. Iris de oracıkta oturuyordu. Osiris’in kılıcı toprağa saplanmıştı. Çekti çıkardı, Mack de baltasını bir kütüğe fırlattı. Leonard bıçağıyla kuzuyu deşti ve doğradı. Kuzunun kanı kapta toplanmıştı. Dışarıda dolunay vardı, su da berraktı. Iris dışarıyı izlerken Osiris Iris’in yüzüne biraz kan sürdü. Han baltasıyla işini bitirince kınından kılıcını çekti.
Mırıldanma devam ederken Osiris lafa başladı, yoldaşlarına ve Iris’e seslendi;

“Yoldaşlarım ve Iris, sizi bu kutsal ayine çağırma sebebim size bir şey anlatmak istememdendir. Bu topraklarda dökülecek her bir kan bizim de ciğerimizi dağlar ve içimizi acıtır. Başkanla ve Iris’le görüştükten sonra diğer kolonileri çok iyi tanıdım. İsyancı Üç Ok Kolonisi parlaktır fakat Köleci Zefir Kolonisi karanlıktır. Dün konuşmalarımızın arasında Başkan’ın oğlunun ve koloninin erlerinin esir alındığını bizzat duydum. Başkan sızlanmak istemiyordu fakat gözlerinde hasret vardı. Esir düşen koloni halkı zulüm görüp acı çekiyor. Aynı benim halkım gibi. Zulmün ve acının olmadığı bir dünya için savaş başlatmışken bunları da görmezden gelmek olmaz. Buranın halkı yıllardır erleriyle görüşemiyor ve direnemiyorlar bile.  Çünkü onlar savaşçı değiller, onlar barışı hak eden çiçekler. Biz de onlara gerektiği gibi yardım edeceğiz ve bugün de bu kurbanı Tanrılara sunacağız.”

Osiris dışarıdan getirdiği koyunu masaya yatırdı, her köşeye de bir kap koyuldu. Han baltasıyla koyunun kafasını kesti. Leonard da parçalara ayırdı. Iris ve Mack de kapları alıp dışarı çıktılar. Diğer yoldaşlar da arkalarından ayrıldılar.

Tüm ahalisi bu gece aynı mırıltıyı mırıldanıyor ve meydanda toplanmıştı. Gencecik kadınların yüzüne kan sürüldü, çocuklar kanın kokusunu ilk kez aldı. Kalradya Kolonisi’ne yakında güneş açacaktı.

Ayin bittiğinde herkes çadırlarına ve ya konaklarına döndü. Başkan ile bizzat görüşmeye Osiris gitti. Osiris askere ihtiyaçları olacağını Başkan’a söyledi. Başkan bizzat gelemezdi ama kalan son erleri de savaşa gönderemezdi. 2 er hariç tüm erler ve bizzat Başkan’ın da katılacağı bir eğitim yarın olacaktı. Artık ok yaydan çıkmıştı.

Osiris dolunayın altında üstünü çıkarıp suya atladı. İyice bir nefes alıp 1-2 dakika kadar suyun altında kaldı. Çıktığında ise her yeri sırılsıklamdı ve üşüyordu. Iris onu görüp yanına koştu, örtü benzeri bir şey ile onu soğuktan korudu. Osiris de teşekkürlerini sunup örtüyü iade etti ve çadırına yürüdü. Osiris’in düşünmesi gereken çok şey vardı.

4 yoldaş için yola koyulma vaktiydi. Kalradya Kolonisinde demir çıkarılmıyordu fakat odunculuk yapılıyordu. Koloninin marangozuna ve demircisine haber salındı. Savaş sopaları ve kılıçlar gerekirse de baltalar üretilecekti tüm gece.

Kadınlar erleri için ağlıyor, çocuklar babaları için üzülüyordu. Bazıları ise esirlikten kurtulmayı bekleyen erlerine yardım geleceği için seviniyordu. Bazıları da sadece erinin yaşıyor olması için dua ediyordu.

Yoldaşlar elerindeki fazladan silahlarını bırakıp Üç Ok’a doğru yola koyuldular. Üç ok kolonisine daha çok uzun bir yol vardı.
Uzun bir süre yürüdükten sonra Osiris baltasını eline alıp yemek avlamak için gruptan ayrıldı, o sırada Leonard da bir ateş yakarak ufak bir kamp kurdu. Mack birasını yudumluyordu, Han ise öylece uzanıyordu. Çok geçmeden Osiris de kampa katılmıştı. Elinde ufak bir tavşan vardı. Leonard hızlıca tavşanı pay edip ateşte pişirdi. Dörtlü yollarına devam etmeden önce son biralarını içtiler ve yola koyuldular.
Çok uzun bir süre bayırlar aşıp, tepelere tırmandılar. Kimi zaman da kar yüzünden bazı fazlalıkları atmak zorunda kaldılar. Ağaçları kesip biçtiler, kendilerine sopalar yapıp karda yollarına devam etmeye çalıştılar. Yolda birkaç kez de Leonard yere yıkıldı, Han onu da taşımak zorunda kaldı. Yolun yarısına geldiklerinde ise bitkin bir haldeydiler. Etraflarına bakındılar uçsuz bucaksız kar her tarafı sarıyordu. En son olarak Osiris Leonard’ı sırtlayıp yola devam etti. Duracak da dönecek de zamanları yoktu. Bu yüzden de durmadan ilerliyorlardı. En son olarak da Han son adımını atamayıp kara yığıldı. Osiris uyandırmaya çalışsa da uyandıramadı o da kara yığıldı.

Uçsuz bucaksız bayırların ortasında dört yoldaş kalakaldı. Ölümcül soğuğun ortasında ölmeye terk edilmiş bir şekilde. Osiris’in gözleri yavaş yavaş kapanıyordu, o anda gözüne Iris gözüktü. Başkan gözüktü, esir erler gözünün önünden geçti. Leonard’ı yere bıraktı. Mack ile birlikte ufak bir kızak yapıp ikiliyi koydular ve çekmeye başladılar. Koştukça daha da ısınıyorlardı. Devam etmeleri gerektiğini biliyorlardı ve devam da edeceklerdi. Han yavaş yavaş uyanmaya başladığında yolun önemli bir kısmı geçilmişti. Leonard ise hala baygındı. Han Leonard’ı kızakta taşırken diğer ikili de karlı havada yollarını bulmaya çalışıyordu. İlerledikten sonra bir duman gözükmeye başladı. Üçlü hemen dumana doğru koşmaya başladı. Leonard ise oracıkta bekliyordu.

Çok geçmeden üçlü yanlarında birkaç muhafız ile Leonard’ı içeri taşıdılar. Yol tamamlanmıştı, görev ise tehlikedeydi. Üç Ok Kaptanı ile görüşmelerine izin verilmiyordu. Konağın dışında bir kürk ve sıcak içecek verilmişti yoldaşlara.

Osiris Kaptan’ın nasıl biri olabileceğini düşünüyordu, daha çok asabi mi yoksa güleryüzlü mü? Daha önemlisi yardım edecekler miydi?
Leonard’ın içinde artık bir kuşku vardı. Konağın kapısına vurmaya başladı. Osiris de ayaklandı, Kalradya’dan geldiklerini ve Başkan’dan bir mesaj getirdiklerini söyledi. Kapı bir süre sonra açıldı, Muhafızlar sadece Osiris’i içeri aldı. Silahlarını bırkamasını isteseler de Osiris vermeyeceğini söyledi. Kaptan da silahla girmesine izin verdi.

Kaptan dinlemek için hazırdı, Osiris de durumlarının vahimiyetini ve Zefir Krallığı ile olan ilişkilerini anlattı. Kaptan can gözle dinlese de yine de ne istediklerini anlamamıştı. Osiris de cevaben silah ve demire ihtiyaçları olduğunu söyledi. Kaptan niye önü gelen herkese silahlarını verecekti ki? Osiris bunu da düşünerek Kaptan’a bir soru sordu. Eğer gerekli yardımlar sağlanırsa dört yoldaş da bir seferlik Üç Ok’un bir işini halledecekti. Kaptan danışmanlarıyla görüştü ve olur verdi. Osiris ve yoldaşlarının asker kaçağı çetelerini temizlemeleri gerekiyordu. Muhafızlar Osiris’i hemen dışarı çıkarıp gerekli bilgileri verdiler.

Leonard yine kuşkuluydu, bu Kaptan denen herife neden güvenmeleri gerekti ki? Osiris buna cevaben ellerinde başka seçeneğin olmadığını hatırlattı ve kılıcını çekip havaya kaldırdı. Asker kaçakları Üç Ok’un kuzey doğusundaki sırp yamaçlarda saklanıyorlardı. Dillere destan başka bir maceraya konu olacak yeni bir serüven olarak değerlendirmeleri gerektiğini de ekledi Osiris. Artık harekete geçme vakitleri gelmişti, çünkü Zefir’deki erler her geçen gün daha fazla katlediliyordu.

Dörtlü şafakta yola çıkacaktı, şimdi biraz dinlenmeleri ve güçlerini toplamaları gerekti…
 
Gördüğüm kadarıyla Dörtyol Hanı için değişik bir konsept, bazı cümle içindeki hatalar dışında gayet hoş yazılmış hikaye. Destanın devamı için başarılar dilerim.
 
Øasis said:
Gördüğüm kadarıyla Dörtyol Hanı için değişik bir konsept, bazı cümle içindeki hatalar dışında gayet hoş yazılmış hikaye. Destanın devamı için başarılar dilerim.

Hatalar daha çok şiirsel bir anlatıma arada geçilsin diye. Ama nereden bahsettiğinizi bilmiyorum tam. Uç koloni destanının yaklaşık 12 bölümü filan olacak gibi. Eskiden yazı yazardım paslanmışım anlatım tam istediğim gibi değil. İlerledikçe tam oturacaktır.
 
Meka33 said:
Hatalar daha çok şiirsel bir anlatıma arada geçilsin diye. Ama nereden bahsettiğinizi bilmiyorum tam. Uç koloni destanının yaklaşık 12 bölümü filan olacak gibi. Eskiden yazı yazardım paslanmışım anlatım tam istediğim gibi değil. İlerledikçe tam oturacaktır.

4 yoldaş dalgaların dövmesiyle ve maymunun Osiris'in kafasında zıplamasıyla zar da olsa uyanabildi.

Bunun dışında bazı yerlerde virgül kullanılmaması sonucu cümleleri iki defa okumak zorunda kaldım. Ha bunlar noktalama hatası, fakat noktalama hatası olsa bile cümle anlaşılabiliyor. Ben ilk okuyuşumda anlayamadım.

Eskiden beri bu işle uğraşıyorsanız işiniz daha kolay olacaktır ve dediğiniz gibi ileride  tam oturacaktır. Kolay gelsin  :smile:
 
Destanlar birbirlerine benzer ama konuları çeşitlidir. Sonu tahmin edilebilir olsa da çok feci şekilde de bitebilir. Bölüm III'te de Yoldaşlardan Han'ın adını ve artık ana karakterlerimizden birisi olacak Iris'i görüyoruz. Sanırsak da Osiris bu kıza çok feci tutuldu, ama öncelikleri her zaman belliydi. Sonraki bölümde savaşçılarımızın arasındaki diğer 2 yoldaşı daha yakından tanıyacağız. Özellikle de Başkan ile dolu dolu bir bölüm olacak. Bir de ek olarak Kalradya Kolonisi Kütüphanesinden bazı baladlar ve başkan'ın günlükleri erişime açılacak.

Iliniosis'i de yakından tanıyacağınız bir destan da olucak. Soylu kanı damarlarında akarken, maceracı ruhunu da Osiris'ten almış. Yaşlanıp artık ihtiyarlayana kadar Iliniosis de büyük bir komutandı.

İlerleyen bölümlerde Osiris'in bizzat günlüklerinden alıntıları da Iliniosis erişime sunucak.
 
Destanların bölümleri kısa olsa da bir bölüm olarak yeterli, bu da akıcılığı kazandırıyor. Bu bölümde tüm yoldaşlar hakkında biraz da olsa bilgi sahibi oluyoruz ve Iris ile Osiris'in durumunu belirliyoruz. Herkesin yorucu kılıç dövüşlerinden sonra evde onu bekleyen biricik karısı olmalı. Osiris ise bu kararında ısrarcı. Koloni hakkında daha yeni şeyler duyarken, üç koloniden diğer birisi olan Üç Okları da duyuyoruz.

Bu bölümde Osiris'in geçmişinden bir kesit görüyoruz. Buraya nasıl geldiğini ve neleri feda ettiğini. Maceracılığa nasıl atıldığını öğreniyoruz.

Sonraki bölümde son koloniyle ilgili Osiris'in öğrendiklerini Iris'ten öğrendiklerini ve yoldaşlarıyla nasıl bir çizgi izleyeceklerini öğreneceğiz.
 
Teşekkürlerimi sunarım, destanların bölümleri 3'lemelerine ve ya 2'lemelerine göre geliyor. Hali hazırda şuan bir 3'leme gelicek bugün geç saatlerde.
 
Fırtına öncesi sessizlik. Bir savaş hazırlığı var ama savaşa gidilip gidilmeyeceği belli değil. Kadınlar erleri için her gece göz yaşı dökerken, tek umutlarının Osiris ve Yoldaşları olduğunu biliyorlardı. Tüm koloni artık Tanrılara yakarıyordu. Tüm bu olanlar Osiris'in içini dağlamışken, aynısını başkaları da yaşamayacaktı fakat şunu da biliyordu ki kan dökmekten artık usanmıştı.

Bu bölüm ve sonraki bölüm destanın ikinci yarısına zemin olacaktır ve olaylar şekillenecektir.

Sonraki bölümde Osiris artık Üç Ok ile bizzat tanışacak...
 
Back
Top Bottom