Hayatta yaşanılan olaylar.

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.

JusdWeR

Banned
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:


- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"

Çocuk, ona dönerek:

- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".

- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi."

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"

- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:

- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"

- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."

Çocuk biraz düşünüp:

- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"

- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."

Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.

- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."

- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek

- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."

- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"

- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı  kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç olmanın asaletini taşıyordu.

10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.

Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsılıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:

'Büyük kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak ve sizinle mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.'

Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı.

Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'yi görmek istediğini yazdı. 'Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen!' diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi. 'Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım.' dedi.

Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'yi aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı.

Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç bir şey yoktu.

Kadın gözlerine baktı ve 'merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?' diye sordu.

Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.

Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine âşık olduğu kadın duruyordu.

Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'yle birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, 'merhaba Holly' dedi gözlerinin içi gülerek.

'Pardon' dedi kadın. 'Ben Holly değilim. Az önce sizinle konuşup yanınızdan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun ‘hayatının sınavı’ olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki kafede bekliyormuş...'

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında
okuduktan sonra vatanına
ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç
kimse cevap veremediğinden dolayı
canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni
oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük
ilim sahibi olan köyün hocasına
götürürler. Hoca ve delikanlının arasında
geçen dialog şöyle devam eder.

Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma
cevap verebilecek misin?
Hoca: Allah'ın bir kuluyum ve

Onun izniyle sorularına cevap
verebileceğim.

Delikanlı: Emin misin? Proferserler
bile cevap veremedi bana.
Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım

Delikanlı: 3 sorum var
1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,
şeklini bana göster
2. Takdir (kader) nedir?
3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
neden cehenneme yollanıyor, cehennemde
ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl
yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?


Bu arada, aniden bizim hocamız
delikanlının başı üzerinde bir saksı
kırar.

Delikanlı canı yana yana sorar; Neden
sinirlendin ki?
Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
soruna bir cevabım der.

Delikanlı: Hiç birşey anlamadım.
Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
başında kırınca

Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı hissettim.
Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor musun?

Delikanlı:
Evet

Hoca: Bana bu acının şeklini göster ozaman!

Delikanlı: Gösteremem.

Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes
Allah'ın varlığını hisseder ama
Allah'ı göremez.

Hoca: Dün gece rüyanda benim
başında saksı kırdığımı gördün mü?
Delikanlı: Hayır.

Hoca: Bugün böyle birşey ile
karşılaşacağını hiç düşündün mü?
aklından geçti mi?

Delikanlı: Hayır

Hoca: Bu işte takdir dir (kader)

Hoca: Biz neyden yaratıldık?
topraktan yaratılmış değil miyiz ?
Delikanlı: Evet böyle denir.
Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
yapılmadı mı? Allah isterse ateşten
yaratılan şeytanı ateşin içinde
cezalandıramaz mı?

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Çinde bir üniversitede oldukça ilginç tamamiyle gerçek bir olay ..
Kızın biri bir gün yeni aldığı bisikletiyle okula geliyor ve okulun
bahçesindeki bisiklet parkına henüz kilit almadığı için öylece
bırakıyor..
derslerin bitiminde okul çıkışı bisikletinin yerinde olmadığını
görüyor ve çok sinirleniyor..
Ertesi gün sabah okula geldiğinde bisikletini üzerinde bir notla bir
gün önce bıraktığı yerde buluyor. Üzerindeki notta "Çok özür dilerim
ama bisikletine gerçekten çok ihtiyacım vardı aldıktan 2 saat sonra
geri getirdim ama sanırım çıkışına yetişemedim çok üzgünüm anlayışın
iin teşekkürler."
Kız doğruca bir bisikletçiye gidiyor ve 5 tane kilit alarak okula
dönüyor.. bisikleti iyice kilitleyip 5 farklı anahtarla derse giriyor
ve olayı arkadaşlarına anlatıyor..
Ders bitimi okul çıkışında 5 kilit taktığını anlattığı arkadaşlarıyla
beraber bisikletini almaya gittiğinde şok oluyor..
Bisikletin üzerinde 10 kilit ve birde not var.. "Eğer acil ihtiyacım
olduğu halde ben kullanamayacaksam sen hiç kullanamayacaksın...

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

N.Y 17 yasinda bir lise öğrencisi iken 1996 yılında yazmış olduğu bi intihar mektubu :

Canimdan cok sevdigim annem ve babamÂ

Sabah uyandiginizda anne yine odama gelip beni uyandirmak isteyeceksin. Belkide bu defaki soguk tenimin sucunu, geceleri ictigim sigara dolayisiyla acik biraktigim pencereye yükleyeceksin. Ama bu defa ben kalkmayacagim anne. Cok düsündüm cok tarttim hayatin hafifligiyle kalbimin agrilarini . Bir cok sorunuz belki yanitsiz kalacak biliyorum. Ama bu dakika hicbirini aciklamaya yetmez artik. Ben bosverdim sizde bosverin. Bu odada kafami yastiga koyup tavana baktigim günlerin anisi geciyor gözlerimden. Yüregim cok burkuldu anne , ne yalniz kalabilmeyi becerebildim nede bir birlikteligin bir parcasi olabilmeyi. Beni ölüme götüren yolun hic mümkünü olmayan bir hayat oldugunu anladim. Hayatim boyunca hic birseye karar veremedim belki ama bu intihar sanirim hayatimdaki en önemli kararim. Kimsenin sucu yok sadece birilerini ben kaldiramadim........

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

21 senelik evlilikten sonra "aşk ışıltısını" canlı tutmanın yeni bir yolunu buldum.
Bir süre önce, başka bir kadınla çıkmaya başladım ve bu aslında eşimin fikriydi.
Bir gün eşim, beni çok şaşırtarak:
"Biliyorum ki onu seviyorsun" dedi
Şiddetle itiraz ettim: "Ama ben seni seviyorum!!!"
"Biliyorum ama aynı zamanda onu da seviyorsun. Ona da zaman
ayırman gerekiyor"
Karımın, ziyaret etmemi istediği "öbür kadın", 19 yıldır dul olan annemdi.
İşimin yoğunluğu ve üç çocuğumun beklentileri sebebiyle annemi
görme fırsatım pek olamıyordu. O akşam annemi yemeğe ve
ardından sinemaya davet ettim.
Endişelendi ve hemen "İyi misin, her şey yolunda mı" diye sordu.
Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin
mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte
kadınlardandı.
"Seninle beraber ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel
olacağını düşündüm" diye yanıtladım. Sadece ikimiz mi?" Biraz düşündü ve "Çok isterim" diye cevap verdi.

O Cuma, iş çıkışı onu almaya giderken kendimi biraz gergin hissediyordum.

Eve vardığımda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü hafif gergin
görünüyordu. Kapısının önünde, paltosunu çoktan giymiş bir
şekilde bekliyordu. Saçlarını yaptırmıştı ve üzerinde babamla
kutladıkları son evlilik yıldönümlerinde giydiği elbise vardı.
Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi.

Arabaya bindiğimizde arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımı söyledim ve gerçekten çok etkilendiler" dedi. "Randevumuzun nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar."
Gittiğimiz restoran, çok şık olmasa da sevimli, sıcak ve
servisin kaliteli olduğu bir mekândı. Annemse, bir kraliçe edasıyla
koluma girdi.
Yerimize oturduktan sonra ona menüyü okumam gerekmişti, çünkü
küçük yazıları göremiyordu. Ben daha menünün ortalarındayken annemin
nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu fark
ettim:

"Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense meraklı
bakışlarla beni dinlerdin" dedi. Ben de gülümsedim: "O zaman,
şimdi senin rahat rahat oturma sıran ve ben de okuyarak borcumu
ödeyebilirim" dedim.
Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sıra dışı hiçbir şey
olmadı ama eskilerden ve hayatlarımızdaki yeniliklerden
bahsederek kaybettiğimiz zamanın birazını telafi etmeye çalıştık.
O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki film saatini kaçırdık. Akşam
annemi bırakırken;
"Seninle tekrar çıkmak isterim ama ancak bu sefer benim seni davet
etmeme izin verirsen" dedi ve bir akşam tekrar buluşmakta karar kıldık.
Eve geldiğimde eşim yemeğin nasıl geçtiğini sordu:
"Çok güzeldi"dedim. "Düşünebileceğimin çok üstündeydi".
Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti.
Bu o kadar ani gerçekleşmişti ki onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı.
Birkaç zaman sonra evime,annemle yemek yediğimiz restorandan,
ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandı:'Oğlum, bu faturayı önceden ödedim, çünkü seninle
kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse
yüzde yüz emindim. Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum. Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin.

'Seni Seviyorum."

O esnada, "Seni Seviyorum" demenin ve hayatta değer verdiğimiz
o insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım.

Hayatta hiçbir şey ailenizden daha önemli değildir.
Onlara hakları olan zamanı ve ilgiyi verin çünkü böyle şeyleri erteleyebileceğiniz

"başka bir zaman"ı her istediğinizde yakalayamayabilirsiniz.
HAYATMIZDAKI EN DEGERLI AŞKIMIZ TÜM ANNELERE...

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Aşğıdaki mektubun yazarı, bir öğretmen… Ancak adını ve nerede çalıştığını gizlemek zorunda kalmış; tahmin edebileceğiniz sebeplerle… Mektup, aşağıdaki hâliyle bir üniversitemizin “Öğretmenler Günü” toplantısında da okunmuş gözyaşlarıyla…


“Merhaba,İstanbul’da bir lisede öğretmenlik yapıyorum. Çalıştığım okul, çoğunluğu Anadolu’nun en ücrâ köylerinden gelip yerleşen (aslında yerleşemeyen) insanların oturduğu bir çevrede… Etrafımız gecekondu mahalleleri… Gecekondu olmayan yerlerde de derme çatma binalar var. İstanbul’un pek çok yerinde artık görmeye alıştığımız bir manzara var aslında burada da!.. Sözünü ettiğim yerleşim yerinin beş dakikalık mesâfesinde modern bir alışveriş merkezi var!.. Atardamarın hemen üzerinde bu okul!..

Bunların Hepsi Gerçek:
*Biliyor musunuz, bu yıl lise 1. sınıfta olup da okuma-yazma bilmeyen bir öğrenci var.
*Biliyor musunuz, bir öğrenci okula “satır” getirmekten uzaklaştırma cezası aldı.
*Biliyor musunuz, iki hafta önce okulun önünde çıkan bir kavgada bir öğrencimin boynu döner bıçağı ile kesildi; 28 dikiş atıldı. (Çok şükür şahdamarına gelmedi.)
*Biliyor musunuz, bu çevrede kimse kışın, akşam beşten sonra sokakta yalnız yürüyemiyor.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz hafta, bebek bekleyen müdür yardımcımız bir öğrenci tarafından karnı tekmelenmekle tehdit edildi.
*Biliyor musunuz, dışarıdan elini kolunu sallaya sallaya giren bir adam, kendisini dışarı çıkarmaya çalışan kat nöbetçisi bayan öğretmeni bıçakla tehdit etti.
*Biliyor musunuz, derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezâlandırılan öğrencinin, aşiret olan âilesi okulu bastı.
*Biliyor musunuz, bir öğretmenimiz sınıfta bıraktığı öğrenciden tehdit telefonları aldı.
*Biliyor musunuz, öğrencilerimizin % 86’sı sigara içiyor!..
*Biliyor musunuz, öğrencilerimizin % 42’si hap kullanıyor!..
*Biliyor musunuz, okulun etrafında hap satanları, okulun içinde hap kullananları polis biliyor.*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl bir kız öğrencimizin babası, çocuğundan (öğrencimizden) dayak yediği için okula sığındı.
*Biliyor musunuz, yalnızca koridorda birbirlerine çarptıkları için kavgaya tutuşan iki kız öğrencinin âileleri, okulun önünde birbirlerine yumruk yumruğa saldırdılar.
*Biliyor musunuz, bazı kız öğrenciler, 100 kontör karşılığında minibüs şoförleri ve halı saha sahiplerinin kendilerine dokunmasına ses çıkarmıyorlar.
*Biliyor musunuz, bu yıl bir erkek öğrenci, bir kız öğrencinin kendisine cinsel tâcizde bulunduğunu söyleyerek şikâyette bulundu.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl bir anne, kızının saçının boyalı olması üzerine okula çağırıldığında, kızını okula koca bulmak için gönderdiğini, bu nedenle de süslenmesi gerektiğini söyledi.
*Biliyor musunuz, velilerin % 42’si kayıttan sonra bir daha okula uğramıyor.*Biliyor musunuz, maddî yetersizlikten dolayı üç-dört âilenin, “bir oda-bir salon”dan ibâret bir evi paylaştıklarına çok şâhit oldum.
*Biliyor musunuz, her ay öğretmenler aramızda para toplayıp bir öğrenciye bot, palto veya okul araç-gereçleri alıyoruz.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl, bir Cuma günü okul kapanışı töreninde baygınlık geçiren bir öğrencinin iki gündür hiçbir şey yemediğini öğrendik.
*Biliyor musunuz, öğrencilerden çoğunun âilesinin hayatında kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırılma, hapis gibi hikâyeler var.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl iki gün boyunca evine gitmeyen bir öğrenciyi, velisi gelip okulda arıyor. (Kızın biriyle kaçtığı anlaşılıyor daha sonra…)
*Biliyor musunuz, annesi babası ayrı veya boşanmış olan öğrencilerin çoğu uzak akrabaların yanında kalıyor. Anne ya da baba çocuklarını evlerine almak istemiyor, bazen de üvey anne-babalar, çocukları kabullenmiyor.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl problem çıkardığı için müdür tarafından tartaklanan bir öğrenci, mahalleden topladığı tanıdıklarıyla müdürün odasını basıp tehditler savurdu.
*Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl 1000 öğrenci kapasitesi olan okulumuzda kütüphâneye üye olanların sayısı 7(yedi)’ydi.
*Biliyor musunuz, öğrenci tanıma formlarındaki “çaldığınız müzik alet(ler)i” bölümüne radyo, teyp, walkmen yazan azımsanamayacak sayıda öğrenci var.*Biliyor musunuz, ….. lisesine kayıt yaptıran bu öğrenciler, çarpım tablosunu bilmiyorlar; 10 ve katları ile çarpma ya da bölme işlemi yaparken bile hesap makinesi kullanıyorlar. (Geçtiğimiz ay sinirden gözlerine kan oturmuş bir hâlde sınıftan çıkan matematik öğretmenimiz koltuğa çökerken öğrencilere bir ders boyunca 300’ü 2’ye böldüremediğini anlattı.)
*Biliyor musunuz, maddi durumu iyi olan sayılı öğrencilerden birinin velisi, geçtiğimiz yıl akan damımızı onardı. (Notlarının hemen hepsi zayıf olan öğrencinin sınıf geçmesi şartıyla!)
*Biliyor musunuz, öğrencilerimizin % 60’ı sağlıksız beslenmeden dolayı hasta… (Aralarında dispanserlik olanlar var.) Ancak öğrencilerimizin % 90’ında cep telefonu var. (Cep telefonları son model, bazıları kameralı!..)
Ben bu okulda 3 yıldır öğretmenlik yapmaya çalışıyorum. Bu olaylara alışmamak için, artık alışıp bunları neredeyse normal karşılayan yılların öğretmenleri gibi olmamak için uğraşıyorum. Biliyorum ki, eğer alışırsam, geleceğe dair hiçbir umudum kalmayacak. Her gün büyük bir çaresizlik ve endişeyle:
“-Acaba bugün ne olacak?” diye başlıyorum işime... Olaysız geçen günler, Allâh’ın nimeti! Biliyor musunuz, öğrenmeye direnen, kendini kapatan öğrencilerime İstiklâl Marşı’nın anlamını bile öğretemiyorum.
Daha da yazacaktım, ancak yazdıkça yüreğim ağırlaşıyor.
 
JusdWeR said:
ComradeDimitri said:
Boş konu açma.Yukarıda çeşitli gomiklikler diye konu var.
spam yapma lütfen.

Ne spam'ı arkadaşım ! Herkez işine gelmeyen her mesaja 'Spam'der olmuş, bune adam sana tavisye veriyor, istemiyorsan 'Yazma arkadaşım'dersin susturursun, bu böyle ya ! Her yazdığımaza 'Spam'der olmuş millet ! Az kendinizi bir toparlayın yahu !!
 
Biliyor musun, eğer yazılanların bir paragrafını okusaydın "gomiklik" ile bir alakası olmadığını anlayabilirdin.
 
Risinq said:
Biliyor musun, eğer yazılanların bir paragrafını okusaydın "gomiklik" ile bir alakası olmadığını anlayabilirdin.
haklısın. yorumun için teşekkürler.
 
O konuya sadece gomiklikler konulmuyor.Arka arkaya bu tür konular açmak yasak.Çoğu kişinin başına gelen bir olay.Moderatör gelir ve senide uyarır.Ayrıca yorumlarımda hiç spam yok.
 
"Spammı yapıyorum şu anda?Senin yaptığın spam.."
Derken? Eğer bir problem varsa şikayet et, otur. Yapılması gereken birşey varsa moderasyon halleder.
 
@JusdWeR: Kopyala yapıştır şeklinde konular açmaktan vazgeç. Burası "emeğine sağlık +rep" forumlarından değil.

@ComradeDimitri: Eğer kurala aykırı bir durum olduğunu düşünüyorsanız, gerekçesiyle birlikte rapor edin. Yok ben uyarmazsam gece gözüme uyku girmez diyorsanız da bunu özel mesajdan yapın.
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom