Hayat Mücadelesi | Bir Kont'un Hayatı [3. Bölüm]

Users who are viewing this thread

Montewar

Sergeant Knight
Hikaye çocukluğundan beri sıkıntılar çekerek Kont olan bir kişinin hayatını anlatıyor. Buyrun :
  Aylardan şubattı. Kar azar azar yağıyordu. Şehir korku ve galeyan içindeydi. Dışarda savaş nidaları, kılıç sesleri ... Şehir kuşatma altında, halk büyük endişeyle evlerine çekilmiş sonucu bekliyordu. Praven ilk defa bu kadar büyük bir orduyla kuşatılmıştı. Kral payitahtını korumak için orduyu seferber etmiş, eli kılıç tutan bütün erkekler savaşa gitmiş, surlarda ailelerinin namusu için düşmanla çarpışıyordu. Nord ülkesinden gelen barbar askerler çok acımasız ve cani insanlardı. Şehir onların eline geçmemeliydi. İşte böyle bir günde doğdu Kont Montewar. Savaşın kaybedileceği anlaşılınca annesinden ayrılmak zorunda kaldı. Şehirden kaçan bir kişinin yanına verdiler. Annesi doğduğu gün Nord barbarları tarafından öldürüldü. Kim bilir öldürmeden neler yapmışlardı. Nordlar yakaladıkları insanlara her türlü eziyeti ediyorlardı. Evleri yaktılar, yıktılar. Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadılar. Montewar koymuştu annesi onun adını. Bu savaşın içinde manasına geliyordu. Korkunç bir savaşın içinde doğmuştu çünkü. Macerası doğduğu günden itibaren başlamıştı. Çekeciği sıkıtılar hakkında hiçbir fikri yoktu.
 
Annesi genç Ymira'ya emanet etti onu. Bir yük arabası ile beraber şehirden kaçtılar. Arkalarına bakmadan uzun süre yol aldılar. Kendi çocuğuymuş gibi koruyordu onu Ymira. Kendisi yemeği çok az yiyor , Montewar'a bırakıyordu. Gece olana kadar aralıksız yollarına devam ettiler. Gece olunca kayalıkarın arasındaki bir boşluğa saklandılar. Calradia' gece çok tehlikeli bir yerdi. Her an bir haydut sürüsü onları ele geçirebilrdi.
   
  Ymira Montewar'ı uyutmaya çalışırken, duyduğu sesle irkildi. At sesleri geliyordu. Ve gittikçe yaklaşıyordu. Montewar'a sakın ağlama dercesine bir bakışla baktı. Dikkatlice sesleri dinlemeye koyuldu.
 
  + Hahahaha. Nasıl da korkmuş bakıyordu. Kafasını uçurucağımı sandı herhalde.
  -  Sende çok korkuttun çocuğu. Yalnız bu çocuk çok çelimsiz. Köle tüccarı buna kaç para verir ki?
  + Amaan. Yarın başkalarını buluruz. İşimize yaramazsa kafasını keser nehire atarım. Hahaha.
    - Tamam. Kapa çeneni de şuradaki biraları ver ahmak.
  + Ben ahmaksam birarını kendin al!
  -  Hemen de alınıyorsun. Tamam be senden bir şey isteyen de kabahat.

Ymira bu seslerden haydut grubu oldukları anlamıştı. Sabaha kadar hiç ses çıkarmamalıydılar. Çok korkuyordu. Bu haydutların onları yakaladığında yapacaklarını düşünemiyordu. Kucağındaki bebeğe sıkıca sarıldı. Duyduğu sesle irkildi :
 
  + Hey, genç kız!  Napıyorsun orada?


  Devam edecek ...
İlk bölüm birazcık kısa oldu. Sonraki bölümleri uzun yapmayı düşünüyorum.

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,279257.msg6865635.html#msg6865635

http://forums.taleworlds.com/index.php/topic,279257.msg7027518.html#msg7027518
 
Başarılı bir çalışma olmuş. Bazı hatalar mevcut fakat ileri ki bölümlerde bunlarının düzeleceğini düşünüyorum. 2. bölüm en kısa sürede gelir inşallah.
 
Teşekkürler arkadaşlar. Yazım hataları için kusura bakmayın ilk çalışmam.

@Artilheiro Bebek zaten Montewar. İlerde Kont Montewar olacak.
 
Arkadaşlar bayağı uzun bir aradan sonra hikayeye devam ediyorum . :wink: Buyrun devamı :
+Hey genç kız ne yapıyorsun orada ?
Soruyu soran 25-30 yaşlarında kalıplı, zırhlı bir savaşçıydı. Kalkanındaki sancağa bakılırsa Kral adına çalışan bir askerdi. Ymira bunu görünce biraz olsun rahatladı.

- Şeyy. Ben..  Pravenden kaçarak buraya kadar geldik. Şimdi burda konaklıyoruz.
+ Böyle bir yer sizin için çok tehlikeli genç kız. Şşşş. Bu seslerde ne ??
- Sanırım bir grup haydut efendim. Şu kayalığın arkasındalar. Çok korkuyorum. Lütfen onları haklayın.
+ Bir gidip bakayım burda bekle . Sakın ses çıkarma.

Ymira kucağındaki bebeğin ses çıkarmamasını dileyerek bebeğin gözlerinin içine bakıyordu. Hayatları söz konusuydu.
Savaşçı  haydut grubunun yanındaki kayalara gizlenerek konuşmalaranı dinlemeye koyuldu :

+ Hey Travor, yarın nereye gideceğiz.
- Doğruca Pravene gidiyoruz. Savaşta yenilmiş bir şehir.. Tam bir yağmalama merkezidir. Şimdi yatın sabah erkenden yola çıkacağız.

Haydut grubu 6 kişiydi. Savaşçı onların nasıl dövüştüğünü bilemediğinden saldırmaktan çekindi. Sessizce kızın yanına döndü.
+ Çabuk burdan uzaklaşalım sizi kamp yerimize götüreyim.
- Peki.. Sen kimsin ?
+ Ben Kral Harlaus adına çalışan bir paralı askerim.
- Neden burdasın ??
+ Şu patikanın ardında kampımız var. Dolaşmaya gelmiştim. Pravene giden destek birlikleriyiz. Ancak anladığıma göre savaş bizim için biraz kötü gidiyor. Kampa gidelim destekle beraber bu yağmacı grubu yakalamalıyız. Hadi genç kız buralarda yalnız dolaşmamalısın.
- Peki gidelim..

5 dk kadar yürüdükten sonra kamp ateşleri ile dolu olan bir bölgeye geldiler. 30-40 kişilik bir kamptı bu. Ortalığı askerlerin kahkaha sesleri almıştı. Ymira içinden sürekli dua ediyordu. Kamp alanının merkezindeki büyük bir çadıra doğru ilerlediler. Anlaşılan bu komutanın çadırıydı. Komutan ve 3-4 kişi daha bir masa etrafında toplanmışlar, önlerindeki harita üzerinden bir şeyler tartışıyorlardı.

+ Öhm, öhm.. Komutanım bir maruzatım olucaktı.
- Buyur asker.
+ Efendim bu genç kız ve yanındaki bebeği yakınlarda buldum. Pravenden kaçmışlar. Ne yapmamızı istersiniz.
- Bir de soruyor musun? Hemen kıza çadır ayarlayın. Yiyecek ve içecek bir şeyler getirin.
+ Efendim bir şey daha var. Kızın saklandığı yerin hemen yakınında bir haydut grubuna rastladım. Konuşmalarından anladığım kadarıyla Praven'e yağma için gidecekler efendim.
- Kaç kişiler ?
+ 6
- Yanına 4-5 kişi al git. İçlerinden en az 1 kişi canlı kalsın. Soracağımız şeyler olabilir.

Ymira ve bebeğin kalması için hemen bir çadır ayarlandı. Ve çadıra yiyecek içecek getirildi. Ymira sürekli şükrediyordu. O Savaşçıyı Tanrı göndermiş olmalıydı.
Savaşçı Horace yanına 5 kişi alıp yola çıktı. Haydut grubundan bir kişi nöbetteydi diğerleri ise uyuyordu. Nöbetçi aniden boynuna saplanan bir okla yere düştü. Ancak bunu Horace ve askerlerinden biri yapmamıştı. 20 kişilik bir atlı grubu haydutlara doğru koşuyordu. Haydutlar ne olduğunu dahi farkedemeden birer birer can verdi. Horace askerlerine geri çekilme emri verdi. Kendisi saklanarak atlı gruba biraz daha yaklaştı. Konuşmalarını dinlemeye koyuldu. Ancak anlayamadı. Kergit olmamlılar diye aklından geçirdi. Ama Praven yakınlarında ne işleri vardı ? Aniden sağ kulağının yanından geçen okla irkildi. Farkedilmişti ! Hızla kaçmaya başladı. Ancak etrafını sarmışlardı bile. Kafasına yediği bir darbe ile karanlığa gömüldü.

Devam edecek... 
 
Fazlaca kopukluk oldu hikayede. Kusura bakmayın. Ama hikayeyi bitirmeyi düşünüyorum. Bu sefer daha düzenli yazmaya devam edeceğim. Buyrun 3. Bölüm :
Elleri ve ayakları birbirine bağlanmış şekilde kilitlenmiş, ateşin kenarında yatarken buldu kendini. Daha dikkatli olmadığından dolayı kendine kızıyordu Svadya savaşçısı. Tek umudu komutanının diğer askerlerle beraber onu kurtarmaya gelmesiydi. Arkadaşları hemen gelmezse bir daha kurtulamayabilirdi. Çünkü anladığı kadarıyla bunlar Kergit atlılarıydı ve hızlarıyla Kalradya'da ün yapmışlardı. Onların neden burda olduğunu ise çok merak ediyordu. Ne olursa olsun kesinlikle hayra alamet değildi ve bu olay konusunda Kral bilgilendirilmeliydi.

+ Efendim emirleriniz nedir ?
- Herkes hazırlansın. Ne olursa olsun Horace'ı onların elinden alacağız ve Pravene kadar durmadan yol alacağız. Burada yeterince oyalandık.

Kampı telaş ve savaş heyecanıyla karışık bir hareketlenme sardı. Çadırlar toplanıyor, silahlar ait olduğu yere kınlarına konuluyor, okçular oklarını sayıp eksikleri kontrol ediyorlardı. Svadya askerlerinin hepsi arkadaşları için canlarını feda etmeye hazırdı ve hiçbiri Horace'ı düşmanın eline bırakmaya niyetli değildi. Ama içlerinde bir tedirginlik yok değildi ki, bu karşılarındakilerin Kergit olma ihtimalinden dolayıydı. Kergitler, tüm ırkların en acımasızı ve iyi savaşanları olarak bilinirdi. Özellikle at üstünde ok kullanmalarıyla rakiplerini mahvederdi.

Ymira ve kucağındaki çocuğun korumasına iki asker verilmişti. Ymira kendini güvende hissediyordu ve bu askerler için daima dua ediyordu. Montewar olanların hiçbirinden haberi yok, etrafa gülücükler saçıyordu. Ymira onun gibi her şeyden habersiz olmayı diledi bir anlığına. Askerler toplanıyordu. Ymira eşyalarını toplayıp hazırlandı. Ne olur ne olmaz diye askerler ona da bir kılıç vermişlerdi fakat bu kılıç Ymira'ya ağır geldiğinden dolayı ona bir hançer verdiler. Hançerini beline koyup askerle beraber yola koyuldu.

Askerler Horace'ın bulunduğu yere vardıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Buldukları sönmüş bir ateş ve yemek artıklarından başka bir şey olmadı. Artık o grubu yakalamaları imkansızdı. Atlı bir gruba yaya olarak yetişemezlerdi. Horace artık kaderiyle yalnız kalmıştı. Onu sağ salim Praven'de görme ümidiyle Praven'e doğru yola koyuldular. Ancak Ymira ve çocuğu Suno şehrinde bıraktılar. Lonca başkanına emanetlerdi artık.

Horace ata bağlı şekilde yol almaktan bitkin düşmüştü. Yirmi bir tane atlı ormanların arasından hızlı tempoda ilerliyorlardı. Horace'a buralar tanıdık gelmişti. Pravene gidiyorlardı. Horace biraz olsun komutanını ve arkadaşlarını görmek için umutlandı. Zaten gitmesi gereken yere gideceğinden mutlu olmuştu. Fakat bir sorun vardı . Bu yirmi Kergit atlısının orada ne işi vardı. Üstelik bu savaşçılar normal Kergit askerleri gibi giyinmiyorlardı. Yoksa Kergit değiller miydi? Hepsi siyah kapşonlu kıyafetler giyinmişti. Ve çok hafif silahlar kullanıyorlardı. Fırlatma bıçakları, yay ce hançerler ancak bir suikastçinin kullanacağı silahlardı ki bu çok korkutucu bir ihtimaldi. Kalradya'da efsane olarak bilinen "Azrail'in Yirmisi" diye adlandırlan grubun bu grup olma ihtimali gözlerinin önünden geçti. Efsaneye göre bu grup bir hedef aldığında ne olursa olsun o hedefi bulur ve imha ederlerdi. Şimdiye kadar onları engelleyebilen çıkmamıştı.

+ Geri çekilin!! Geri çekilin!! Surlar delindi!!
+Herkes kaleye çekilsin! Kral Harlaus'u koruyun! Canınız pahasına kralımızı koruyun!!

Nordlar şehrin en dış surlarını aşmayı başarmıştı. Sanki Nord askerleri tüm Kalradyayı surların önüne getirmişti. Bu insan seli gelmiş geçmiş hiçbir kuşatmada ne görülmüş ne de duyulmuştu. Şehri dört tarafından kuşatıp acımasızca saldırıyorlardı. Praven düşmek üzereydi. Svadyalılar kaleye doğru çekildiler. Savaş şehir sokaklarında taşınmıştı. Şehir artık bir harabeye dönmüştü. Praven düşmeden önce Kralı burdan çıkarmalıydılar. Kral 8 kişilik özel korumalarıyla şehrin arka çıkışına doğru gitmeye çalışıyordu. Diğer askerler canları pahasına krallarının yollarını açmak için savaşıyorlardı. Nord askerlerini yararak çıkışa ulaştılar. Kral atına bindi. Korumları da tam atlarına binmek üzereyken sekizide oldukları yere yığıldılar. Hepsinın gırtlaklarına birer bıçak saplanmıştı. Bir atlı grup Krala doğru ilerliyordu. Hızla at koştururlarken etraflarındaki bütün Svadya askerleri bir bir yere seriliyordu. Atlarının koşarak kaldırdığı toz bulutuyla ilerleyen grup adeta ölüm bulutuna dönüşmüştü. Geçtiği yerdeki bütün canları alıyordu. Kral atını tekmeleyerek Praven'den çıktı. Askerlerini orada ölüme terk etmesi içini burkmuştu. Ancak bunu yapmak zorundaydı. "Azrail'in Yirmisi" onun peşindeydi. Ne var ki Harlaus'un atı Kalradya'da sayılı olan en hızlı at cinsindendi. Bundan Kalradya'da sadece 7 tane vardı. Biri ise Kral Harlaus'daydı. Adı gibi bildiği topraklarındaki avantajını kullanarak izini kaybettirmeye çalışıyordu...
 
Back
Top Bottom