İçeri giren asker Kergit Hanlığı'nın iradesine başkaldıran aşiretleri haber etmişti. Bu mesele Sancar'ı fazlasıyla rahatsız etti. Öyle ki, Sancar'ın orduları savaştan yeni çıkmış, yıpranmış olan ordunun içerideki bir isyana karşı koyacak gücü kalmamıştı. Aslında böyle bir gücü vardı. Fakat asilere karşı koymak demek dışarıdaki düşman için istilaya davetiye çıkarmak demekti. Bunun bilincinde olan Sancar haberi duyar duymaz olduğu yere çöküvermişti. Bir müddet düşündükten sonra şöyle söyledi:
-"İsyan ha! Ne çok düşmanımız varmış meğer... Hangi aşiretler ayaklanmış peki?"
-"Khuzaitlerden Dağlar aşireti ve Hangaylar, Ak Kergitlerden Çenek boyu ve Cücem boyu."
-"Demek öyle. Mazeretleri neymiş?"
-"Bilmiyoruz yüce Han'ım."
Sancar Han el işaretiyle askerin dışarı çıkmasını istedi. Ardından bize döndü ve şöyle dedi:
-"Bunların üzerine gidip daha fazla kayıp veremeyiz."
Karaban Noyan:
-"Başlarını ezmekten başka çaremiz var mıdır?"
-"Vardır. Anlaşma yoluna gideceğiz. Bu aşiretler geçmişte de başımıza belaydılar. Şimdi yine dağlara taşlara çıktılar."
Akadan Noyan:
-"Bence bırakalım dursunlar. Nasıl olsa şehirlere musallat olamazlar."
Tonju Noyan:
-"Peki ya köyler? Köyleri kim kollayacak?"
Sancar Han:
-"Ben diyeceğimi dedim. İçinizde gönüllü olan var mıdır? Bu asileri konuşarak durduracağız."
Noyanlar başlarını öne eğdi. Hiçbiri gönüllü değildi. Demek ki bu aşiretlerle uğraşmak zor işti. Bunu fırsat bilerek Sancar'ın gözünde kaybettiğim itibarı kazanmak adına atıldım:
-"Ben gönüllüyüm efendim. Gereken ne ise yaparım?"
Bu sözümün ardından bazı Noyanların birbirlerine bakarak gülüşmeye başladıklarını fark ettim. Bu oldukça canımı sıkmıştı. Altında kalacak değildim.
-"Hayrola beyler. Koskoca hanlık beyleri üç beş başı bozukla baş edemeyecekse bu meclisi ne diye işgal eder sorarım sizlere?"
Ulusamai Noyan:
-"Bu aşiretler senin dağda biçtiğin haydutlara benzemez Gaddar Noyan."
Sancar Han:
-"Kesin artık! Başka gönüllü olan var mıdır? Yoksa kendim bu vazifeyi vereceğim."
Sancar'ın bu serzenişinin ardından sırasıyla Brula, Tonju ve Urubay Noyanlar vazife için gönüllü oldular. Tonju'nun bu işi istemesi Sancar'ın dikkatini çekti:
-"Tonju Noyan senin bu yaşınla o delilere laf anlatabileceğini sanmıyorum."
-"Aman yüce Han'ım öyleyse burada neden duruyorum? Bunca yıllık tecrübem ve siyasetim onları dize getirmeye yetecektir."
-"Öyle olsun bakalım."
Bu üç Noyanın bu görevi istemesi tesadüf değildi. Bunun nedenini ilerleyen zamanlarda öğrenecektim.
Sancar Han, Khuzaitlerden kalma aşiretleri dizginlemek için beni ve Brula'yı görevlendirdi. Diğer boylar içinse Tonju ve Urubay görevliydi. Anlaşılan o ki, benim için yeni ve farklı bir macera daha başlıyordu.
Geceye doğru yola çıktık. Kergit Hanlığı'nın ayakta durması için bu isyanı bitirmek önemliydi. Aksi takdirde Khuzait atalarımızın kaderinin bir benzerini biz de yaşayacaktık. Geçmişte Khuzaitler, Aserai destekli boyların isyanıyla parçalanmıştı. Babamın bana anlattığı en feci olay olan bu yıkılış, içeriye giren askerin söylediği o sözlerle birlikte yeniden zihnimde kendine yer bulmuştu.
O vakitler çocuktum. Babam uyumadan evvel bana vakit buldukça Khuzait destanlarını anlatırdı. Babam bir keresinde uyumadan evvel yine yanıma gelmişti. Bu sefer destan değil, bir devrin nasıl hüzünlü bir şekilde sona erdiğini anlatmaya geldi...
-"Baba bu gece bana hangi kahramanın zaferlerini anlatacaksın?"
-"Bu gece o kahramanların zaferlerini değil, o kahramanların sahip olduğu devletin nasıl yıkıldığını anlatacağım oğul."
-"Nasıl yıkıldı baba?"
-"Bak oğul! Bir vakitler atalarımızın Akkalat diye meşhur bir şehri varmış. Bu şehir öyle meşhurmuş öyle ihtişamlıymış ki, düşmanlarımız bu ihtişamı kıskanır olmuş. Günlerden bir gün Aserailer bu şehre gözünü dikmiş. O zamanlar Aserailer öyle güçlüymüşler ki, Güney ve Kuzey İmparatorluklarını yıkıp bize sınır komşusu olmuşlar."
-"Aserailer kimdir baba?
-"Sarranidlerin ataları oğul. Neyse, Aserai'nin ünlü kumandanlarından Ceber, adamlarını Akkalat'a göndermiş. Bu adamlar kısa bir süre içerisinde burada ticareti ele geçirmişler. Öyle ki, şehirliler bu adamlara borçlanmış ve borçlarını ödeyemez duruma gelmişler. Bu darlıktan Akkalat yakınlarındaki boylar da nasibini almış. Bu boylar geçimlerini Akkalat'taki ticaretten ve hayvancılıktan sağlıyormuş. O zamanın Khuzait kağanı ordusunun asker ihtiyacını bu boylardan sağlıyormuş. Üstelik bu boylar, Aserailerin hududuna çok yakınmış. Olası bir saldırıya ilk önce bu boyların askerleri karşılık verirmiş. Gel zaman git zaman bu boylar yokluk çekmeye başlamış. Öyle zorluklar yaşamışlar ki, Khuzait kağanı bu boyların ihtiyaçlarını görmezden gelip sarayında keyif çatmaya devam etmiş. Bunun üzerine Aserai komutanı Ceber durur mu, bunlara Khuzait kağanına başkaldırmaları karşılığında altınlar, gümüşler, hayvan yemleri, tahıllar ve aklına gelen bütün yardımı yapacağının sözünü vermiş. Zavallı boylar da açlıktan ölmek yerine teklifi kabul edip Khuzait Hanlığı'na başkaldırmışlar. Bu isyan büyümüş büyümüş ve Akkalat'ta erzak sorunu yaşayan diğer askerlere de sirayet etmiş. Akkalat şehrinin askerleri de bu isyana katılınca Aserailer ülkemizi istila etmişler. Khuzaitlerin yıkılacağını anlayan diğer aşiretler ve bazı ileri gelen köyler de kendi idarelerini tesis etmişler. Nihayet Kergitler bütün bu isyancıları tek çatı altına toplayıp devletimizi kurmuşlar..."
Evet, bu olay bana babamın anlattığı hikâyeyi hatırlatmıştı. Belki Khuzaitler tam anlamıyla bu şekilde yıkılmamıştı ama ülkenin iç isyanlar sonucu dağıldığı herkesçe bilinmekteydi.
Atlarımızla Tulga'dan ayrılıp Distar Kalesi'nin yakınlarına doğru yol almaya devam ettik. Yol boyunca merak ettiklerimi Brula Noyan'a sormak istemiştim. Bir müddet yol aldıktan sonra yine Taşlık vadisine gelmiştik. Her zaman olduğu gibi burada dinlenmeye karar verdik. Bu esnada aklımdakileri Brula Noyan'a sormak için onun yanına gittim. Yanına geldiğimi gören Brula Noyan şöyle dedi:
-"Gaddar Noyan yolumuz biraz uzun. Ben şu ağacın altında biraz kestireyim."
-"İznin olursa seninle konuşmak isterim."
-"Öyle mi? Merak ettim şimdi. Şuraya oturup konuşalım."
Brula Noyan ile bir ağacın altına oturduk. Ben sordum o cevapladı.
-"Şu asilerle ilgili birkaç şey öğrenmek isterim."
-"Seni dinliyorum."
-"Ülkede aşiretlerin olduğunu biliyordum. Fakat bunların bir kısmının Khuzaitler olduğunu bilmiyordum. Bunlar dağılmadı mı? Hâlâ nasıl varlıklarını devam ettiriyorlar?"
-"Bunlar soylu aşiretlerdir. Khuzait Hanlığı yıkılırken isyan etmeyen tek aşiret bunlardır. Sonuçta hanlığın kurucularıydılar. En tehlikelileri de Dağlar aşiretidir."
-"Dağlar ismini az önce de duymuştuk. Bana pek yabancı gelmiyor. Sanki bir yerlerden işitmiş gibiyim."
-"Hele o aşiretin bir beyi vardır. 40 kağana 40 diş söktürür. Onlar ayaklandıysa Sancar'ın hâli yaman."
-"Bu bizim işimize de gelmez."
-"Orası da öyle."
Brula Noyan'a merak ettiklerimi sorduktan sonra biraz daha dinlenip tekrar yola koyulduk. İlk varacağımız yer Dağlar aşiretiydi. Ertesi sabah varacağımız yere nihayet yaklaşmıştık. Bir süre daha yol aldıktan sonra önümüzde bir tepe belirdi. Bu esnada Brula Noyan bu tepeye çıkmamız ve aşiretlerin bulunduğu muhitin ne durumda olduğunu görmemiz gerektiğini söyledi.
Atları en yakın ağaçlara bağladık. Nökerlere tepenin eteklerinde beklemesini söyledim. Brula Noyan, Kurtbaş ve Kargılı ile birlikte tepeye çıktık. Tepeye çıktığımızda gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Aşiretlerin askerleri yoldan geçen kervanların önünü kesiyor, mallarına el koyuyordu. Bir taraftan da yüzleri maskeli üç beş grup civardaki dağlara tepelere çıkmış, gözcülük yapıyordu. Bu esnada Brula Noyan konuşmaya başladı:
-"İşte şu sol tarafta gördüğünüz çadırlar Dağlar aşiretine ait. Bu askerler de onlardan. Bakın şu sağ tarafta zar zor görünen birkaç çadırı görüyor musunuz? Orası da Hangaylar. Buraya biraz uzaklar."
Kargılı:
-"Şu eşkıyalara bak hele. Ahan da şurda otlayan keçiden farkları yok."
Kurtbaş:
-"Yol boyunca keçiden, inekten bahsedip durdun. Orda keçi yok dağ ayısı. Çok acıktın herhalde."
-"He. Öyle acıktım ki seni bile yerim."
Göz işaretiyle ikisini de susturduktan sonra Brula Noyan'a şöyle dedim:
-"Bunlar bizi tanımaz. Aralarından geçemeyiz, başka bir yol bulmak lazım."
Brula Noyan:
-"Ne yazık ki, başka yol yok. Bizi tanımayacakları kesin. Neticede bize isyan ettiler. Kaderimize razı olacağız."
Bulunduğumuz tepeden aşağı inip Dağların oymağına doğru ilerledik. Yolda giderken daha önce de tahmin ettiğimiz gibi eşkıyalar önümüzü kesti.
-"Durun baklım! Kimsiniz? Nereye böyle?"
Cevapladım:
-"Görmez misin sancağımızı?"
-"Biz öyle bir sancak tanımıyoruz."
Kurtbaş kılıcını çekti:
-"Tanıtırız anam!"
Kurtbaş'ın bu fevri hareketiyle bir anda eşkıyalar etrafımızı sarmıştı.
Biraz da hiddetle şöyle dedim:
-"Kurtbaş! Sok o kılıcı beline."
Kurtbaş kılıcı beline soktu. Aşiretin adamları içinse aynısını söyleyemeyecektim. Derken bir adam belirdi. Bu adamın sesi oldukça naifti. Sanki bana birini hatırlatıyordu.
-"Noluyor burda? İndirin kılıçlarınızı!"
Adamlar kılıçlarını indirdiler. İşte bu sırada karşımızda beliren adamı görmemle Dağlar aşiretini daha önce nerede duyduğumu hatırlamam bir oldu.
-"Bahestur, kardeşim!"
-"Gaddar, bu sen misin?"
Evet, bu kişi benim Shariz'den en yakın arkadaşım Bahestur'du. Bahestur ile Shariz'de kaldığım zamanlarda okul arkadaşıydık. Kendisi bahsettiği gibi Dağlar aşiretindendi. Daha önce bu aşiretin namını ondan duymuştum. Kader bizi bu sefer Sarranid topraklarında değil, kendi yurdumuzda bir araya getirmişti. Bahestur sözlerine devam ederken orada bulunan herkes şaşırmış vaziyetteydi.
-"Görmeyeli ne çok değişmişsin Gaddar."
-"Sen hiç değişmemişsin."
-"Seni burada görmek ne güzel."
-"Ben aynısını söyleyemeyeceğim Bahestur."
O andan sonra Bahestur'a tüm olan biteni anlatmıştım. Bahestur bana yapabilecek bir şeyinin olmadığını, babasının bu isyanı emrettiğini söylemişti. Bahestur bizi dağ çadırında ağırlamak istedi. Biz de bu isteği karşılıksız koymadık. Çadıra gittiğimizde sohbete devam ettik. Şöyle dedim:
-"Sen ilim adamıydın Bahestur. Bakıyorum da o hâlinden eser kalmamış. Kılıç kuşanmışsın."
-"Ailede tek erkek evlat olunca böyle oluyor Gaddar. Hekim olmak için Shariz'e geldim. Döndüğümde ağabeyim vefat etmişti. Babamın tek varisi benim anlayacağın. Senin de Noyan olmana oldukça sevindim. Bu hanlığın senin gibi yiğitlere ihtiyacı var."
-"Ağabeyin için üzüldüm. Diğer meseleye gelince, Kergitlerin bana ihtiyacı var mı yok mu bilmem ama sizin bu hareketiniz affedilir gibi değil. Kergit Hanlığı bunun bedelini ağır ödetir."
-"Bunun için babamla konuşmanız gerekecek. Ben sadece emirlere bağlıyım."
Bahestur ile dertleştikten sonra babasının huzuruna çıkmak için yola koyulduk. Bahestur da bize eşlik ederek ara bulucu olmaya çalışacaktı. Belli ki o da bu işten memnun değildi. Atlarımızla ağır ağır ilerlerken Brula Noyan bana dönüp şöyle dedi:
-"Senin Bariyye'de yaşadığını biliyordum."
-"Evet, Bariyye'de büyüdüm. Fakat annemle beraber ticaret için birkaç sene Shariz'de de bulunduk. Annem bir süre esnaflık yaptı. Ben de o sıralar hem anneme yardım ettim hem de diplomasi okudum. Bahestur ile orada tanıştık. Tabi öğrenimim yarım kaldı tekrar Bariyye'ye döndük."
Brula Noyan'ın sorularını cevaplarken Dağlar beyinin çadırının önüne çoktan gelmiştik. Atlarımızdan inip çadıra doğru yöneldik. Bahestur kapıdaki askerlere durumu bildirdi. Haber gelene kadar bekledik. Bu esnada Brula Noyan kulağıma bir şeyler fısıldadı:
-"Sancar'ın devrilmesi için bunlara ihtiyacımız var Gaddar Noyan. Beni anladın değil mi?"
-"Fazlasıyla anladım."
Biraz sonra müsaade geldi ve içeri girdik. Bu rahatsız edici bir durumdu çünkü bir aşiretin beyi koskoca devlet adamını kapının önünde bekletmişti. Bu düzen değişmeliydi. Elbet bir gün değişecekti.
İçeri Brula, Bahestur ve ben girmiştik. Kendimizi tanıttıktan sonra bu bey kendini şöyle tanıttı:
-"Ben Khuzait Hanlığı soyundan, Dağlar aşiretinin beyi Görmüş oğlu Baydar'ım. Buraya niçin geldiniz?"
Cevapladım:
-"Buraya neden başkaldırdığınızı öğrenmeye ve bu isyanı durdurmaya geldik Baydar Bey."
-"Siz mi benden hesap soracaksınız?"
Bahestur:
-"Baba! Gaddar Noyan benim en yakın arkadaşımdır. Kendisiyle tıp eğitimi için gittiğim Shariz'den tanışırız. Yani bizim kardeşimizdir, soydaşımızdır. Bu isyanın bitmesini ister."
-"Bu bir şeref meselesidir. Sancar Han vergileri fazlasıyla artırdı, ahaliye zulmetti. Senelerdir sabrederiz fakat bu işin varacağı bir yer yok."
Bunun üzerine şöyle dedim:
-"Biz buraya huzursuzluk çıkarmaya gelmedik. Şu yaptığınız ölüm sebebidir. Ordularımızla toplanıp üzerinize yürüsek ne yapardınız? Sancar Han bizi sizinle anlaşıp, derdinize çare olmamız için gönderdi."
-"Biz Sancar'ı tanımayız. Kendi devletimizi kurduk. Kanınızın akmasını istemiyorsanız defolun gidin buradan."
-"Anladığım kadarıyla siz vergileri bahane edip intikam hissiyle hareket ediyorsunuz. Khuzaitler bizim de atalarımızdır. Bu yaptığınız ise tıpkı Khuzaitlere isyan eden boyların yaptığına benziyor. Bildiğiniz gibi Aserailer o isyanlar yüzünden ülkemizi işgal etmek için kendinde cesaret buldu. Sonrası ise malum."
-"Peki tek suç bizde midir? Hükümdarınızın hiç mi suçu yok? Bizimle beraber diğer boylar neden ayaklandı? Onlar da Sancar'ın zulmü altındalar."
Bu konuşmaların ardından Brula Noyan'ın kulağıma fısıldadıklarından hareketle Baydar Bey'e söylediklerim tarihe geçecek, kulaktan kulağa duyulacak, nesilden nesile anlatılacaktı. O gün ona öyle şeyler söylemiştim ki zamanı geldiğinde o söylediklerim tahta uzanan bir merdiven olacaktı ya da ben öyle zannediyordum...
-"İsyan ha! Ne çok düşmanımız varmış meğer... Hangi aşiretler ayaklanmış peki?"
-"Khuzaitlerden Dağlar aşireti ve Hangaylar, Ak Kergitlerden Çenek boyu ve Cücem boyu."
-"Demek öyle. Mazeretleri neymiş?"
-"Bilmiyoruz yüce Han'ım."
Sancar Han el işaretiyle askerin dışarı çıkmasını istedi. Ardından bize döndü ve şöyle dedi:
-"Bunların üzerine gidip daha fazla kayıp veremeyiz."
Karaban Noyan:
-"Başlarını ezmekten başka çaremiz var mıdır?"
-"Vardır. Anlaşma yoluna gideceğiz. Bu aşiretler geçmişte de başımıza belaydılar. Şimdi yine dağlara taşlara çıktılar."
Akadan Noyan:
-"Bence bırakalım dursunlar. Nasıl olsa şehirlere musallat olamazlar."
Tonju Noyan:
-"Peki ya köyler? Köyleri kim kollayacak?"
Sancar Han:
-"Ben diyeceğimi dedim. İçinizde gönüllü olan var mıdır? Bu asileri konuşarak durduracağız."
Noyanlar başlarını öne eğdi. Hiçbiri gönüllü değildi. Demek ki bu aşiretlerle uğraşmak zor işti. Bunu fırsat bilerek Sancar'ın gözünde kaybettiğim itibarı kazanmak adına atıldım:
-"Ben gönüllüyüm efendim. Gereken ne ise yaparım?"
Bu sözümün ardından bazı Noyanların birbirlerine bakarak gülüşmeye başladıklarını fark ettim. Bu oldukça canımı sıkmıştı. Altında kalacak değildim.
-"Hayrola beyler. Koskoca hanlık beyleri üç beş başı bozukla baş edemeyecekse bu meclisi ne diye işgal eder sorarım sizlere?"
Ulusamai Noyan:
-"Bu aşiretler senin dağda biçtiğin haydutlara benzemez Gaddar Noyan."
Sancar Han:
-"Kesin artık! Başka gönüllü olan var mıdır? Yoksa kendim bu vazifeyi vereceğim."
Sancar'ın bu serzenişinin ardından sırasıyla Brula, Tonju ve Urubay Noyanlar vazife için gönüllü oldular. Tonju'nun bu işi istemesi Sancar'ın dikkatini çekti:
-"Tonju Noyan senin bu yaşınla o delilere laf anlatabileceğini sanmıyorum."
-"Aman yüce Han'ım öyleyse burada neden duruyorum? Bunca yıllık tecrübem ve siyasetim onları dize getirmeye yetecektir."
-"Öyle olsun bakalım."
Bu üç Noyanın bu görevi istemesi tesadüf değildi. Bunun nedenini ilerleyen zamanlarda öğrenecektim.
Sancar Han, Khuzaitlerden kalma aşiretleri dizginlemek için beni ve Brula'yı görevlendirdi. Diğer boylar içinse Tonju ve Urubay görevliydi. Anlaşılan o ki, benim için yeni ve farklı bir macera daha başlıyordu.
Geceye doğru yola çıktık. Kergit Hanlığı'nın ayakta durması için bu isyanı bitirmek önemliydi. Aksi takdirde Khuzait atalarımızın kaderinin bir benzerini biz de yaşayacaktık. Geçmişte Khuzaitler, Aserai destekli boyların isyanıyla parçalanmıştı. Babamın bana anlattığı en feci olay olan bu yıkılış, içeriye giren askerin söylediği o sözlerle birlikte yeniden zihnimde kendine yer bulmuştu.
O vakitler çocuktum. Babam uyumadan evvel bana vakit buldukça Khuzait destanlarını anlatırdı. Babam bir keresinde uyumadan evvel yine yanıma gelmişti. Bu sefer destan değil, bir devrin nasıl hüzünlü bir şekilde sona erdiğini anlatmaya geldi...
-"Baba bu gece bana hangi kahramanın zaferlerini anlatacaksın?"
-"Bu gece o kahramanların zaferlerini değil, o kahramanların sahip olduğu devletin nasıl yıkıldığını anlatacağım oğul."
-"Nasıl yıkıldı baba?"
-"Bak oğul! Bir vakitler atalarımızın Akkalat diye meşhur bir şehri varmış. Bu şehir öyle meşhurmuş öyle ihtişamlıymış ki, düşmanlarımız bu ihtişamı kıskanır olmuş. Günlerden bir gün Aserailer bu şehre gözünü dikmiş. O zamanlar Aserailer öyle güçlüymüşler ki, Güney ve Kuzey İmparatorluklarını yıkıp bize sınır komşusu olmuşlar."
-"Aserailer kimdir baba?
-"Sarranidlerin ataları oğul. Neyse, Aserai'nin ünlü kumandanlarından Ceber, adamlarını Akkalat'a göndermiş. Bu adamlar kısa bir süre içerisinde burada ticareti ele geçirmişler. Öyle ki, şehirliler bu adamlara borçlanmış ve borçlarını ödeyemez duruma gelmişler. Bu darlıktan Akkalat yakınlarındaki boylar da nasibini almış. Bu boylar geçimlerini Akkalat'taki ticaretten ve hayvancılıktan sağlıyormuş. O zamanın Khuzait kağanı ordusunun asker ihtiyacını bu boylardan sağlıyormuş. Üstelik bu boylar, Aserailerin hududuna çok yakınmış. Olası bir saldırıya ilk önce bu boyların askerleri karşılık verirmiş. Gel zaman git zaman bu boylar yokluk çekmeye başlamış. Öyle zorluklar yaşamışlar ki, Khuzait kağanı bu boyların ihtiyaçlarını görmezden gelip sarayında keyif çatmaya devam etmiş. Bunun üzerine Aserai komutanı Ceber durur mu, bunlara Khuzait kağanına başkaldırmaları karşılığında altınlar, gümüşler, hayvan yemleri, tahıllar ve aklına gelen bütün yardımı yapacağının sözünü vermiş. Zavallı boylar da açlıktan ölmek yerine teklifi kabul edip Khuzait Hanlığı'na başkaldırmışlar. Bu isyan büyümüş büyümüş ve Akkalat'ta erzak sorunu yaşayan diğer askerlere de sirayet etmiş. Akkalat şehrinin askerleri de bu isyana katılınca Aserailer ülkemizi istila etmişler. Khuzaitlerin yıkılacağını anlayan diğer aşiretler ve bazı ileri gelen köyler de kendi idarelerini tesis etmişler. Nihayet Kergitler bütün bu isyancıları tek çatı altına toplayıp devletimizi kurmuşlar..."
Evet, bu olay bana babamın anlattığı hikâyeyi hatırlatmıştı. Belki Khuzaitler tam anlamıyla bu şekilde yıkılmamıştı ama ülkenin iç isyanlar sonucu dağıldığı herkesçe bilinmekteydi.
Atlarımızla Tulga'dan ayrılıp Distar Kalesi'nin yakınlarına doğru yol almaya devam ettik. Yol boyunca merak ettiklerimi Brula Noyan'a sormak istemiştim. Bir müddet yol aldıktan sonra yine Taşlık vadisine gelmiştik. Her zaman olduğu gibi burada dinlenmeye karar verdik. Bu esnada aklımdakileri Brula Noyan'a sormak için onun yanına gittim. Yanına geldiğimi gören Brula Noyan şöyle dedi:
-"Gaddar Noyan yolumuz biraz uzun. Ben şu ağacın altında biraz kestireyim."
-"İznin olursa seninle konuşmak isterim."
-"Öyle mi? Merak ettim şimdi. Şuraya oturup konuşalım."
Brula Noyan ile bir ağacın altına oturduk. Ben sordum o cevapladı.
-"Şu asilerle ilgili birkaç şey öğrenmek isterim."
-"Seni dinliyorum."
-"Ülkede aşiretlerin olduğunu biliyordum. Fakat bunların bir kısmının Khuzaitler olduğunu bilmiyordum. Bunlar dağılmadı mı? Hâlâ nasıl varlıklarını devam ettiriyorlar?"
-"Bunlar soylu aşiretlerdir. Khuzait Hanlığı yıkılırken isyan etmeyen tek aşiret bunlardır. Sonuçta hanlığın kurucularıydılar. En tehlikelileri de Dağlar aşiretidir."
-"Dağlar ismini az önce de duymuştuk. Bana pek yabancı gelmiyor. Sanki bir yerlerden işitmiş gibiyim."
-"Hele o aşiretin bir beyi vardır. 40 kağana 40 diş söktürür. Onlar ayaklandıysa Sancar'ın hâli yaman."
-"Bu bizim işimize de gelmez."
-"Orası da öyle."
Brula Noyan'a merak ettiklerimi sorduktan sonra biraz daha dinlenip tekrar yola koyulduk. İlk varacağımız yer Dağlar aşiretiydi. Ertesi sabah varacağımız yere nihayet yaklaşmıştık. Bir süre daha yol aldıktan sonra önümüzde bir tepe belirdi. Bu esnada Brula Noyan bu tepeye çıkmamız ve aşiretlerin bulunduğu muhitin ne durumda olduğunu görmemiz gerektiğini söyledi.
Atları en yakın ağaçlara bağladık. Nökerlere tepenin eteklerinde beklemesini söyledim. Brula Noyan, Kurtbaş ve Kargılı ile birlikte tepeye çıktık. Tepeye çıktığımızda gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Aşiretlerin askerleri yoldan geçen kervanların önünü kesiyor, mallarına el koyuyordu. Bir taraftan da yüzleri maskeli üç beş grup civardaki dağlara tepelere çıkmış, gözcülük yapıyordu. Bu esnada Brula Noyan konuşmaya başladı:
-"İşte şu sol tarafta gördüğünüz çadırlar Dağlar aşiretine ait. Bu askerler de onlardan. Bakın şu sağ tarafta zar zor görünen birkaç çadırı görüyor musunuz? Orası da Hangaylar. Buraya biraz uzaklar."
Kargılı:
-"Şu eşkıyalara bak hele. Ahan da şurda otlayan keçiden farkları yok."
Kurtbaş:
-"Yol boyunca keçiden, inekten bahsedip durdun. Orda keçi yok dağ ayısı. Çok acıktın herhalde."
-"He. Öyle acıktım ki seni bile yerim."
Göz işaretiyle ikisini de susturduktan sonra Brula Noyan'a şöyle dedim:
-"Bunlar bizi tanımaz. Aralarından geçemeyiz, başka bir yol bulmak lazım."
Brula Noyan:
-"Ne yazık ki, başka yol yok. Bizi tanımayacakları kesin. Neticede bize isyan ettiler. Kaderimize razı olacağız."
Bulunduğumuz tepeden aşağı inip Dağların oymağına doğru ilerledik. Yolda giderken daha önce de tahmin ettiğimiz gibi eşkıyalar önümüzü kesti.
-"Durun baklım! Kimsiniz? Nereye böyle?"
Cevapladım:
-"Görmez misin sancağımızı?"
-"Biz öyle bir sancak tanımıyoruz."
Kurtbaş kılıcını çekti:
-"Tanıtırız anam!"
Kurtbaş'ın bu fevri hareketiyle bir anda eşkıyalar etrafımızı sarmıştı.
Biraz da hiddetle şöyle dedim:
-"Kurtbaş! Sok o kılıcı beline."
Kurtbaş kılıcı beline soktu. Aşiretin adamları içinse aynısını söyleyemeyecektim. Derken bir adam belirdi. Bu adamın sesi oldukça naifti. Sanki bana birini hatırlatıyordu.
-"Noluyor burda? İndirin kılıçlarınızı!"
Adamlar kılıçlarını indirdiler. İşte bu sırada karşımızda beliren adamı görmemle Dağlar aşiretini daha önce nerede duyduğumu hatırlamam bir oldu.
-"Bahestur, kardeşim!"
-"Gaddar, bu sen misin?"
Evet, bu kişi benim Shariz'den en yakın arkadaşım Bahestur'du. Bahestur ile Shariz'de kaldığım zamanlarda okul arkadaşıydık. Kendisi bahsettiği gibi Dağlar aşiretindendi. Daha önce bu aşiretin namını ondan duymuştum. Kader bizi bu sefer Sarranid topraklarında değil, kendi yurdumuzda bir araya getirmişti. Bahestur sözlerine devam ederken orada bulunan herkes şaşırmış vaziyetteydi.
-"Görmeyeli ne çok değişmişsin Gaddar."
-"Sen hiç değişmemişsin."
-"Seni burada görmek ne güzel."
-"Ben aynısını söyleyemeyeceğim Bahestur."
O andan sonra Bahestur'a tüm olan biteni anlatmıştım. Bahestur bana yapabilecek bir şeyinin olmadığını, babasının bu isyanı emrettiğini söylemişti. Bahestur bizi dağ çadırında ağırlamak istedi. Biz de bu isteği karşılıksız koymadık. Çadıra gittiğimizde sohbete devam ettik. Şöyle dedim:
-"Sen ilim adamıydın Bahestur. Bakıyorum da o hâlinden eser kalmamış. Kılıç kuşanmışsın."
-"Ailede tek erkek evlat olunca böyle oluyor Gaddar. Hekim olmak için Shariz'e geldim. Döndüğümde ağabeyim vefat etmişti. Babamın tek varisi benim anlayacağın. Senin de Noyan olmana oldukça sevindim. Bu hanlığın senin gibi yiğitlere ihtiyacı var."
-"Ağabeyin için üzüldüm. Diğer meseleye gelince, Kergitlerin bana ihtiyacı var mı yok mu bilmem ama sizin bu hareketiniz affedilir gibi değil. Kergit Hanlığı bunun bedelini ağır ödetir."
-"Bunun için babamla konuşmanız gerekecek. Ben sadece emirlere bağlıyım."
Bahestur ile dertleştikten sonra babasının huzuruna çıkmak için yola koyulduk. Bahestur da bize eşlik ederek ara bulucu olmaya çalışacaktı. Belli ki o da bu işten memnun değildi. Atlarımızla ağır ağır ilerlerken Brula Noyan bana dönüp şöyle dedi:
-"Senin Bariyye'de yaşadığını biliyordum."
-"Evet, Bariyye'de büyüdüm. Fakat annemle beraber ticaret için birkaç sene Shariz'de de bulunduk. Annem bir süre esnaflık yaptı. Ben de o sıralar hem anneme yardım ettim hem de diplomasi okudum. Bahestur ile orada tanıştık. Tabi öğrenimim yarım kaldı tekrar Bariyye'ye döndük."
Brula Noyan'ın sorularını cevaplarken Dağlar beyinin çadırının önüne çoktan gelmiştik. Atlarımızdan inip çadıra doğru yöneldik. Bahestur kapıdaki askerlere durumu bildirdi. Haber gelene kadar bekledik. Bu esnada Brula Noyan kulağıma bir şeyler fısıldadı:
-"Sancar'ın devrilmesi için bunlara ihtiyacımız var Gaddar Noyan. Beni anladın değil mi?"
-"Fazlasıyla anladım."
Biraz sonra müsaade geldi ve içeri girdik. Bu rahatsız edici bir durumdu çünkü bir aşiretin beyi koskoca devlet adamını kapının önünde bekletmişti. Bu düzen değişmeliydi. Elbet bir gün değişecekti.
İçeri Brula, Bahestur ve ben girmiştik. Kendimizi tanıttıktan sonra bu bey kendini şöyle tanıttı:
-"Ben Khuzait Hanlığı soyundan, Dağlar aşiretinin beyi Görmüş oğlu Baydar'ım. Buraya niçin geldiniz?"
Cevapladım:
-"Buraya neden başkaldırdığınızı öğrenmeye ve bu isyanı durdurmaya geldik Baydar Bey."
-"Siz mi benden hesap soracaksınız?"
Bahestur:
-"Baba! Gaddar Noyan benim en yakın arkadaşımdır. Kendisiyle tıp eğitimi için gittiğim Shariz'den tanışırız. Yani bizim kardeşimizdir, soydaşımızdır. Bu isyanın bitmesini ister."
-"Bu bir şeref meselesidir. Sancar Han vergileri fazlasıyla artırdı, ahaliye zulmetti. Senelerdir sabrederiz fakat bu işin varacağı bir yer yok."
Bunun üzerine şöyle dedim:
-"Biz buraya huzursuzluk çıkarmaya gelmedik. Şu yaptığınız ölüm sebebidir. Ordularımızla toplanıp üzerinize yürüsek ne yapardınız? Sancar Han bizi sizinle anlaşıp, derdinize çare olmamız için gönderdi."
-"Biz Sancar'ı tanımayız. Kendi devletimizi kurduk. Kanınızın akmasını istemiyorsanız defolun gidin buradan."
-"Anladığım kadarıyla siz vergileri bahane edip intikam hissiyle hareket ediyorsunuz. Khuzaitler bizim de atalarımızdır. Bu yaptığınız ise tıpkı Khuzaitlere isyan eden boyların yaptığına benziyor. Bildiğiniz gibi Aserailer o isyanlar yüzünden ülkemizi işgal etmek için kendinde cesaret buldu. Sonrası ise malum."
-"Peki tek suç bizde midir? Hükümdarınızın hiç mi suçu yok? Bizimle beraber diğer boylar neden ayaklandı? Onlar da Sancar'ın zulmü altındalar."
Bu konuşmaların ardından Brula Noyan'ın kulağıma fısıldadıklarından hareketle Baydar Bey'e söylediklerim tarihe geçecek, kulaktan kulağa duyulacak, nesilden nesile anlatılacaktı. O gün ona öyle şeyler söylemiştim ki zamanı geldiğinde o söylediklerim tahta uzanan bir merdiven olacaktı ya da ben öyle zannediyordum...