BÜYÜCÜ - 2.Bölüm Yayımlandı

Users who are viewing this thread

Arkadaşlar merhabalar, eskilerden birileri varsa beni hatırlayacaklardır.
Uzun yıllar önce bu forumda bir şeyler karalayan kendi çapında bir amatör yazardım.
Yazmayı hiç bırakmadım fakat mesleğim gereği forumlarla pek ilgilenecek vaktim olmuyordu.
Geçen günlerde arşivi karıştırırken, forumda yapılan bir kısa öykü yarışmasına gönderdiğim hikayeyi gördüm.
Biraz okuyunca duygulandım ve paylaşmak istedim.3 bölümden oluşan, içimi kasıp kavuran yazarlık duygusuyla karaladığım bu hikayeyi bölüm bölüm sizlerle paylaşacağım.
Eğer ilgi olursa ve beğenilirse, devamını yazarak uzunca bir seri yakalayabiliriz.Bir yandan forumda hala konusu açık olan, "Okyanus Kralı" adlı öyküme de devam etmek istiyorum.Bakalım, zaman ve dalgalar bizlere geleceği yansıtacaktır. İyi eğlenceler !


Ek olarak duruma göre öyküyü uzatmaya karar verirsem, güzel bir kapak ile konuyu süsleyebiliriz.



BÖLÜM 1: KAÇIRILIŞ VE ÖFKE

Tarih insanları iyi veya kötü diye ayırmaz.Tarih, insanların başarılarını da önemsemez. Tarih lanet olası kariyerlerinizi veya kazandığınız destansı zaferleri de önemsemez.Tarih nankördür.Neye dayanarak mı söylüyorum? Ben tarihim.

Büyücülerle ilgili dünyalıların bildiğini zannettiği her şey yalan.Nedeni ise çok basit; Çünkü on bin yıllık bir hazineyi, üç tane dangalak yönetmenin bir araya gelerek, sihrin "Hokus Pokus."tan ibaret olduğunu işledikleri dandik senaryolarını kameraya alışlarına tanık oldum.Bu tarz filmlere güzel efektler vererek görsel bir şölen sunup insanoğlunu rahatlıkla buna inandırabiliyorlar.Ya da iki tane avanak kartları havaya atıp, altından bembeyaz bir güvercin çıkarttığında da bu sihir olmuyor.Neye dayanarak mı söylüyorum? Çünkü ben sihrin kendisiyim.

Musa koca denizi yararken bende oradaydım.O şeytani firavunun denizin içerisinde sıkışıp kalacağını anladığında ki yüz ifadesi gözümün önünden hiç gitmiyor.Bu tanrının sihriydi elbette.

Her zaman ki gibi iki oda bir salonlu mütevazı evimde ki ufak ama havalı odamdaki dev aynanın önünde oturmuş, öylece çirkin suratımı seyrederek kendi kendime konuşuyordum.Bir büyücüydüm evet.Karanlık dönemlere de, ilk çağa da, orta çağa da tanık olmuştum.Ama şu boktan suratımı düzeltecek bir sihir maalesef ki henüz keşfedilemedi.Hintli keşişlerde, Maltalı tapınakçılar da, biz kadim büyücüler de bunun formülünü bulamadık.Anlatılan kadim bir efsaneye göre, ejderha avcılarının koruyucusu olan mistik Evo tanrıçası bu sırrı keşfetmişti.Ancak bu sırrı sakladığı minik kutuya erişebilmek için, dört kademeli engeli aşmak gerekiyor ki, bu toprakta bir ekmek tanesini sırtında taşıyan karıncanın hoşlanmadığı bir fili tek hamlede devirebilmesi kadar zor.Benim vücudum için yeryüzünde zaman oldukça geç akıyordu.Yürüyen tarih olarak sıfatlandırılmam gerekirken yalnızca yirmili yaşlarının başlarında bir genç görüntüsündeydim.

Yaşadığım gezegeni, yani dünyayı korumak Atav büyücülerinin yaratılış sebeplerinden birisiydi.Sayımız binlerce yıl öncesinde, aslında insanoğlunun hatırlamadığı dönemlerde ki gezegenimize yapılan saldırıdan sonra epey azalmıştı.Kanasusamış ve her biri bir dinozoru tek oturuşta mideye indirebilecek kapasitede, iğrenç varlıklar gezegene ayak basmışlardı.İnsan ırkını koruyabilmek için büyük konseyden dinozor neslinin feda edilmesi kararı alınmıştı.Eğer büyük büyük dedelerim bir çeşit zehir büyüsüyle dinozorları zehirleyip düşmanın önlerine sürmeseydi , mideye indirdikleri dinozor etlerini yedikten sonra bir salgına kapılmış gibi hepsi can vermemiş olurdu.Neyse ki dinozorları feda ederek insan ırkının devamını sağlamış olduk.

Tek yaşıyordum.Aslında tek yaşamak zorundaydım çünkü insanların arasında yaşamaya sürgün edilmiştim.Aşık olduğum kadına olan duygularımın silinmesi de bu cezanın yanında ekstra gelen bir işkenceydi.Yaşadığımız yer olan Kukta'da lider olan babam beni cezalandırmıştı.Sırf çocukluk aşkım Tatvana için yenmesi yasak olan bir sebzeyi dört kadim büyücünün koruduğu kaleden çalıp, ona yedirdiğim için.Öyle sebze deyip geçiştirilmeyecek kadar önemli bir şeydi.Kızın yakalandığı ölümcül hastalığın tek çaresi oydu ve ironi olmuş olacak ki, evrende kalan tek sebzeydi.Kızın yakalandığı ölümcül hastalığın tek çaresini şifacılar bu sebze olarak tanımlamıştı ancak sebzeyi kraliyet ailesinden birilerinin tedavisi için ihtiyaç duyulması durumu yüzünden saklıyorlardı.Tabi ki buna müsaade etmedim.

California Eyaleti'nde ki meleklerde yaşıyordum.Namı değer Los Angeles.Arka sokakları lanet olası ucubelerle dolu olan koca bir bok yığınından ibaretti.Nefret ettiğimi bildiği için babam tarafından buraya hapsedilmiştim.

Gündüzleri eğlenebilmek adına bir üniversiteye kayıt olmuştum.

Aynanın karşısında dikilip kendi kendime konuşurken saatin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştım.İlk ders Amerikan Edebiyatı'ydı ve bu derse geç kalmamalıydım.Aslına bakılırsa hiçbir derse geç kalmamalıydım zira şu sıralar aşık olduğum kızı yalnızca derslerde görebiliyordum.Henüz çıkma teklifi edecek cesareti bulamamıştım.Kadim bir büyücüydüm ancak benimde korkularım vardı.Kendimi içerisinde en yakışıklı hissetiğim siyah kot pantolonum ile üzerine büyük gemi demiri deseni işlenmiş mavi beyaz renkteki tişörtümü giyerek evden çıktım.Hava her zamanki gibi güneşliydi fakat esmiyordu.Nefret ettiğim bir şey daha vardı; kuru sıcak. Metro istasyonu evimden çok uzakta değildi.Hızlı adımlarla istasyona ilerledim ve metroya bindim.Bazen, aslında her zaman Mera ile aynı vagonda rastlaşıyorduk.Aslına bakılırsa buna rastlaşma demek yanlış olurdu zira ben bunu gelenek haline getirmiştim.

İstasyona inip gişelerden geçtikten sonraki indiğim dar merdivenlerin hemen önünde duran vagona bindim.Kuru kalabalığın içerisinde aradığım hatun ortalıkta görünmüyordu.İşte onu göremediğim o an içimi tuhaf bir his kaplamıştı.Sanırım bu korkuydu.Yaklaşık bir buçuk yıldır aynı vagonda gidip geldiğim Mera, bugün yoktu.Hasta olmuş olabilirdi, uyuyakalmış olabilirdi veya bugün okulu asmaya karar vermiş olabilirdi veya bir sürü şey olmuş olabilirdi.Ama bunlar beni rahatlatmıyor aksine daha da huzursuz ediyordu.Diğer durakta inip arkada ki vagonlara göz attım fakat hiçbirinde yoktu.Yaptığım her sihir gözetlendiği ve kayıt altına alındığı için cebimde ki küreyi kullanarak yerini tespit etmemde çok zordu.Raylara inmek tehlikeli ve yasaktır tabelasına aldırış etmeden tren hareket ettikten sonra aşağıya atlayarak karşıya geçtim.Ters yöne gidecek olan metroyu beklemeye başladım.Birkaç yüz yıldır korku hissini pek duymadığım için çok tuhaf bir ruh haline bürünmüştüm.Hiçbir his unutulmuyordu, unutulması imkansızdı.Bu binlerce yıllık tecrübeyle sabitti.Doğa onu unutmamıza izin vermiyordu.

Kızın evini kolayca bulmamı, bir gün onu takip etmeme borçluydum.Günün birinde işe yarayacağına hiç şüphem olmamıştı ki o gün gelip çatmıştı.Eve yaklaştıkça vücudumda zaten az sayıda olan sarı tüylerim ürpermeye başladı.Hepsi teker teker havaya dikiliyorlardı.Sıradan birisi olsa bu evde bir anormallik olduğundan şüphelenmezdi ama ben, bana bahşedilmiş olan kusursuz büyücülük yetilerimle bu evde ki kara büyünün kokusunu almıştım.Mera'nın kara büyüyle ne ilgisi olabileceğini düşünüp durdum.Belki de kara büyünün onunla bir ilgisi vardı.Evin önünde ki caddenin karşısında ki kaldırımda öylece dikilip eve bakarken aklımdan yüzlerce soru gelip geçmişti.Elbette ki hepsinin tek bir yanıtı vardı; eve girmek.

Sokağın karşısına geçerken etrafı kolaçan ettim.Tanrıya şükür ki gelen giden yoktu.Bu sessiz ortamdan faydalanarak evin önünde ki tahta çitlerden atlayarak arka girişe yöneldim.Beyaz bir boyayla kaplı, iki katlı orta düzeyde bir evleri vardı.Arkada ufak bir bahçe gördüm.Bir köşesinden diğerine dek uzanan toprak şeritin ortasında üç elma ağacı dikiliydi.Hemen yanlarına birer erik ağacı dikilmişti fakat henüz meyve verecek aşamaya gelmemişlerdi.Kapıya doğru ilerledim ama kapı içeriden kilitlenmişti.Göz bebeklerimi hafifçe büyütüp kilide odaklaranak ufak bir büyü sayesinde kilidi açtım.Herhangi bir saldırıya karşı tetikteydim.Kullanacağım saldırı büyülerini zihnimde ön plana itmiştim.İçeride garip ve boğucu bir koku vardı.Daha önce duymadığım bir kokuydu bu ve bir insana ait olması da muhtemel değildi.Kapı mutfağa açılıyordu.Mutfakta bir gariplik yoktu, her şey yerli yerindeydi.Ocağın ateşi sönük, buz dolabının kapağı kapalı, bıçakların hepsi kılıfındaydı, yani bir boğuşma izi yoktu.Salona doğru temkinli adımlarla ilerledim.Evde kimsenin olmadığını varsayıyordum.Televizyon sesi de gelmiyordu, banyodan herhangi birisinin duş aldığına dair bir gürültüde yoktu.Kızın odasının üst katta olduğunu tahmin ediyordum.Televizyonun olduğu odayı es geçerek ahşap merdivenlere yöneldim.Yaklaşık yirmi kalın basamaktan oluşan kıvrımlı bir merdivendi ve yukarıyı görebileceğim tek görüş açısı, merdivenin sonunda ki kapı boşluğu kadar olan geçitti.Ses çıkartmadan geçide yaklaştım.Aynı şekilde üst kata da dev bir sessizlik hakimdi.Kafamı içeriye doğru uzattığımda uzun bir koridorun boydan boya gittiğini gördüm.Koridordan sağa ve sola açılan dört kapı vardı.Üç tanesi evin arka bahçesi yönünde yer alırken dördüncü odanın kızın odası olduğunu düşünerek oraya doğru yöneldim.İç güdülerime güveniyordum.Kapının kolu yuvarlaktı.Yavaşça çevirdim ve kapıyı ileriye doğru ittim.Gözlerimi olası bir tehlikeye karşı kısmıştım.Fakat içeriden beklediğimin aksine bir tepki gelmedi, oda boştu.İçeriye girdim ve etrafı kolaçan ettim.Kızın odası kırmızı yağlı bir boyayla kaplanmıştı.Sanırım en sevdiği renk kırmızıydı.Kırmızı kadim dillerde kanı temsil ederdi.Uzun zaman önce soylarını tükettiğimiz vampirlerin sık kullandığı ve tercih ettikleri bir renkti.Tekli bazanın üzerinde anlam veremediğim şekillerle süslenmiş bir nevresim vardı.Odaya uyumlu olarak beyaz renkteydi ve oldukça etkileyici görünüyordu.Biran için dikkatim dağılmıştı.Bir ses duydum.Kapıdan gelmiş olması muhtemeldi.Sanırım birisi dışarı çıkmıştı fakat az önce evde kimsenin olmadığına kendi gözlerimle şahit olmuştum.Odadan hızlıca çıkarak aşağıya yöneldim.Kapı yarı açık bir şekilde, rüzgarın sert üfleyişiyle bir ileri bir geri gidip geliyordu.

Bir ortamda büyü yapılıp yapılmadığını anlamanın çeşitli yöntemleri vardı.En sadesi ve en basiti Kolan taşıydı.Neyse ki her büyücünün yanında taşıması gereken bir nesne olduğu için, elimi sırtımda asılı olan fakat görünmezlik sihriyle korunan çantama uzattım.Avucumu dolduran mavi renkte ki taşı havaya kaldırıp sihirli sözcükleri fısıldadım; "Akıela olquso asoe." beklemem gerekiyordu.Bir dakika kadar sonra mutfağın arka bahçeye açılan kapısının camı erimeye başlamıştı.Yanık kum taneleri, aşağıya doğru tane tane akıyordu.Gözlerimi oraya odaklamışken ani bir kırılma sesiyle kafamı salona çevirdim.Televizyonun ekranı patlamıştı.Saldırgan benim gibi arka kapıda büyü yapmış olmalıydı.Sonra salona gelip televizyon üzerinde bir kara sihir yapmıştı.Sonraki adımını merakla bekliyordum.Öğrenmem çok uzun sürmedi.Tahmin ettiğim gibi ses üst kattan gelmişti, Mera'nın odasından.Koşar adımlarla merdiveni tırmandım ve kızın odasına daldım.Fakat ortalıkta bir kum yığını göremedim.Etraf derli topluydu.Gözüme yatağın ortasında duran dergi çarptı.Anlaşılan modayı günü gününe takip ediyordu.Yatağın yanında duran gardolaba yöneldim.İçinde bir şeyler bulma umuduyla kızın kıyafetlerini, iç çamaşırlarını, makyaj malzemelerini karıştırdım  fakat netice olumsuzdu.Etrafa bakıp dururken, yatağın altına neden hala bakmadığım düşüncesi aklıma düştü.Yatağın altına eğildiğimde bir kum yığını daha görmüştüm.Parlayan kum taneleri.Kızı yatağa sihirli iplerle bağlamış olmalıydı.Bunun tek bir amacı olmalıydı, kızı sorgulamak.Fakat sorgulama olmadığını havadan kafamın üzerine önce yavaş yavaş, sonra hızlıca boşalan kum tanelerini gördüğümde anladım.Kızın kaçmaması için yatağa bağlamış ve ardından asıl sorgulama için tavandan bir kancalı ip sarkıtmıştı.Kızı bu kancaya baş aşağı geçirip biraz işkence etmiş olmalıydı.Benim zavallı Meram.

"Aman tanrım!" bu bir haykırıştı.Korkumun zihnimi ele geçirerek, ses tellerime verdiği emir.Bir anlığına kontrolü kaybetmiştim.Bu gerçek olabilir miydi? İnsan ırkını yok etmeyi arzulayan o lanet olası vampirler geri mi dönmüştü? Ama hepsini yok etmiştik.En azından ben öyle zannediyordum.Zira sona kalan ve çağın en güçlü vampiri olan Poka'yı babam sorgulamış ve idam etmişti.Kendi özel hücresinde, kimseler olmadan.

"Oh tanrım, olamaz, hayır, hayır, lanet olsun!." ellerimi başımın üstüne koymuş, deliler gibi odanın içinde sağa sola koşturarak kendi kendime mırıldanıyordum.Aşık olduğum tek insan ve aynı zamanda ilk insan, büyü yapabilen bir vampir tarafından kaçırılmıştı.Derhal bir şeyler yapmalıydım, kendi ırkımdan birisine olan aşkım için sürgün edilmiş ve bu aşkın yer yüzünden ve kalbimden silinmesiyle cezalandırılmıştım. Ancak bu sefer kimse aşık olmama mani olamayacaktı.Aşkımı yaşayacak ama gerekirse bu uğurda ruhumu feda edecektim
.

BÖLÜM 2- ALEVLİ DÖVÜŞ

Vücudumdan içeri giren güneş ışınları ter bezlerimi öylesine harekete geçirmişti ki, ele avuca sığabilecek bir şey olsa yeni yıkanmış çamaşır gibi sıkıp bir kovayı doldururdu.Kavurucu sıcağın bedenimde yarattığı nahoş etkiyle yatağımdan doğrulup ahşap pencerelere yöneldim.Ufukta masmavi Karadeniz dalgalarını görebiliyordum.Kaç yüz tane milleti ağırlamış, kimini azgın sularıyla boğup, kimini dostane canlılarıyla adeta bir misafirperverlik gösterip üzerinde taşımıştı.

İnsan ırkına karşı bir ön yargım hiçbir zaman olmamıştı.Ancak bir sevgimde olmamıştı.Tek bir istisna vardı; Mera.İşin aksi tarafı sürgün edildikten sonra aşık olduğum ilk varlık, kadim bir düşman tarafından kaçırılmıştı ve ben hala yerini tespit edememiştim.Yaptığım kadim arayıcı büyüleri beni Türkiye'ye kadar getirmişti.Fakat sonuca çok yaklaştığımı hissedebiliyordum.Büyük çarpışmaya tam bir aydır hazırlık yapıyordum.Karşılaşacağım şey binlerce yıllık bir vampirdi ve vampirler her ne kadar efsanelerde ki gibi uçamasalar da, en az efsanelerde ki kadar güçlüydüler.Bu yetmezmiş gibi hedefimde ki vampirin büyü yetenekleri olması işleri oldukça zorlaştırıyordu.Uzun süredir kadim bir varlıkla çarpışmamış oluşum da işin başka bir boyutuydu.

Takip büyümün son evresindeydim.Nahoş bir otelde kalıyordum.Kahvaltı salonuna inip karnımı birkaç haşlanmış yumurta, zeytin ve peynir karışımı bir tabakla doyurup kendimi gürültülü bir sabaha ev sahipliği yapan dar sokaklara attım.Büyünün zihnimin kontrolünü ele almasına izin verip, konsantre olarak beklemeye geçtim.Önce dar ve araç trafiğine kapalı bir sokağa girdim.Hemen ardından çıkmaz sokak tabelası olan sokağa daldım.Binalar en fazla dört katlı ve eski görünüyordu.Ansızın bir depreme olsa koca şehrin yerle bir olacağına hiç şüphem yoktu.Sokağın sonunda tuhaf görünümlü, kamburu yirmi metre öteden görülen bir yaşlı kadın öylece durmuş bana bakıyordu.Zihnimin kontrolünü tekrar ele almak zorunda kaldım.

İçimde ufak bir korku hissi parlamıştı.İçgüdüsel olarak kadına doğru yavaş adımlarla ilerledim.Kulaklarıma çarpan tek ses, hemen yanımda ki kanalizasyona açılan rögar kapağının altından gelen, iki farenin çiftleşme sesiydi.Duyularım normal insanlardan yaklaşık dört kat daha güçlüydü ve bu iğrenç sesi duymayı bu yeteneğime borçluydum.Dağılan konsantrasyonuma odaklanarak kadına yoğunlaştım.Kadına yaklaştıkça ağzının berbat kokusunu duymaya başladım.Gece uykusunu bölüp, kanalizasyondan bok toplayıp atıştırmalık niyetine midesine indirse ancak bu kadar berbat bir koku yayabilirdi. Uzun yıllar önce kullandığım bir büyünün etkisiyle ağzımdan dökülen her kelime karşımda ki kişinin lisanına uygun tercüme oluyordu.

"Merhaba, buralarda yeni sayılırım, bana bir konuda yardımcı olabilir miydiniz acaba?" beni anlamış olması için tanrıya dua ettim.Kadını mümkün olduğunca az konuşturup, ağzından çevreye yayılan zehirli gazlardan zehirlenme ihtimalimi minimuma düşürmenin peşindeydim.

"Kapağı aç, efendi seni bekliyor olacak." tıslayarak konuşmuştu.Bu tarz olayları daha önce de yaşamıştım.Büyük ihtimalle az sonra kadın bir toz bulutuna dönüşerek yok olacaktı.Kadim bir büyüyle anlık maddeye dönüştürülebilen düşünce bulutunu nerede görsem tanırdım.Zihnimi boşaltıp söylediklerine odaklandım.Kapak derken neyi kast etmiş olabilirdi?

"Hay ****, bunu bana yapamazsın!" kanalizasyona girmemi istiyor olmalıydı.Gözlerimi devirip, derin bir nefes aldıktan sonra aşkım için kapağı minik bir sihir yardımıyla kaldırıp içeriye atladım.

En fazla iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte, iğrenç kokulu bir koridorda buldum kendimi.İçerisi bilim kurgu filmlerini aratmayacak kalitede dizayn edilmişti.Bembeyaz bir boyayla boyanmış duvarların üzerinde çeşitli resimler, heykeller vardı.Bir çeşit yanıltma sihri olmalıydı.Tavanda bir sıra sağda, bir sıra solda olacak şekilde dizilmiş beyaz ışıklar vardı.Koridorun sonuna odaklandım.Büyük gri bir kapı gördüm.Hislerim beni yanıltmıyorsa doğru yoldaydım.Karşılaşmayı beklediğim şey içeride olmalıydı.Temkinli adımlarla kapıya doğru yürümeye başladım.Yaklaştıkça kulağıma garip bir müzik sesi gelmeye başladı.Yetmişli yılların sert metal tınılarından olmalıydı.Müzikle aram hiçbir zaman iyi olmadı.Ses gittikçe yükseliyor ve kulaklarımı bir leopar pençesiymiş gibi tırmalamaya başlıyordu.Kapıya son birkaç metre kala canım yanmaya başladı.Bir an neden orada olduğumu hatırlayamadım.Gözlerimi kapatma hissine karşı koyamayarak, göz kapaklarımı indirdim.Gözlerimi tekrar açtığımda bir çölde buldum kendimi.Uçsuz bucaksız, dört bir yanı kumlarla örtülü olan sıcak bir çöl.Güneşin tam altında duruyordum.Nöronlarım erimeye başlamıştı.Vücuduma verdiğim emirler çok geç yerine geliyordu.Zaman ağırlaşmış gibiydi.Güneş aniden yok oldu ve yerini garip bir cisim aldı.Bir çeşit gezegen gibiydi ama pek tanıdık gelmiyordu.Hava karardı, yıldızların çıkması gereken vakitte bir gariplik vardı.Yıldızlar yoktu.Havada asılı duran yuvarlak küre şeklinde ki gezegenin rengi koyu kırmızıydı ve giderek daha da parlıyordu.Yere düştüm.Ayağa kalkmak gerektiğini düşünsem de bunu başaramadım.Bir şey  beni engelliyordu.Alev gibi parlayan kırmızımsı şeye doğru döndü bakışlarım.Bir suret gördüğümü sandım.Hemen sonra havaya zıplayıp birkaç taklayla önüme, dizlerinin üstüne düşen yaratığı görünce bunun gerçek olduğunu kavradım.Yüzü simsiyahtı, hiçbir şey anlaşılmıyordu.Fakat bakışları bana tanıdık gelmişti ama hala kim olduğunu anlayamamıştım.

"Kukta'da kaos yükselecek,
Sebebi, içlerinden biri,
İhanet, ölümsüzlüğün ihlalidir,
İnsanlar kahrolacak, karanlıkla."

Dizeler art arda üç defa daha tekrar etti.Etrafımda dönüp duran yaratık, kıpkırmızı gözlerini bana dikmiş, sanki bu kehaneti zihnime yerleştirmeye çalışıyordu.Görüntüye bir siluet daha karıştı.Bembeyaz bir ışık, tepemde ki kırmızı gezegenin zalim parlaklığına karşı bir savaşa girişmişti.Karanlık hava yavaşça aydınlanmaya başlıyordu.Yanımda ki yaratık şaşkına dönmüştü.Hızla arkasını dönüp beyaz ışığa yöneldi.Ve hemen ardından bir ses daha.Bu sefer ki huzur doluydu, arzuluydu, etkileyiciydi.

"Pitt, Pitt, uyanmalısın.Lütfen kalk ve bana yardım et! Kaderimiz senin ellerinde! Uyan!"

Yüzümde garip bir ıslaklık vardı.Hemen ardından ciğerlerimi dolduran iğrenç kokuyu tanımıştım.Bok kokusuydu. Gözlerimi açtım ve yavaşça doğrularak nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım.Etraf karanlıktı.Bir ışık büyüsü yaparak sağ omzumun üzerine yuvarlak bir ışık huzmesi yerleştirdim.Kanalizasyonda olmalıydım.Olanları hatırladım, bir tür kara büyüye maruz kalmış gibiydim.İçine düştüğüm çirkin filmin başka açıklaması olamazdı.Uzaktan bir ses ağır adımlarla duvarlardan yansıyarak kulaklarıma ulaştı.Bu sesi tek tek ama hızlıca açılan lambaların beyaz ışıkları takip etti.Birkaç metre ilerimde ki sandalyenin üzerinde bir kız oturuyordu.Siyah dalgalı saçları yüzünü kapatmıştı, yüzünü seçemiyordum.Kıyafetleri yırtık pırtık ve pislik içindeydi.İğrenç zamanlar geçirmiş olmalıydı.Kıza o kadar odaklanmıştım ki, hemen arkasında dikilen şeyi fark etmemiştim.Evet bu oydu, Poka.Vampirlerin ulu lideri.Zalimlik ve kötülüğün, ,içinde hayat bulduğu varlık.O dünyanın en soğukkanlı katiliydi.Bu soğukkanlılığı, kurbanlarının boyunlarında açtığı damar yollarına birkaç buz atıp, kanlarını öyle içmesinden kaynaklanıyordu.Bu efsaneyi çocuklar bile bilirdi.

"Poka'ya git ve bana taptığınız o lanet taşı getir." sesi gayet net ve açıklayıcıydı.Söylediğini yapmazsam hem kızı hem de beni öldürecekti.Ama bana muhtaç olduğunu biliyordum, şansımı zorlamalıydım.

"Bak çirkin, o odadan ve babamdan nasıl kurtulduğunu hiç bilmiyorum ama tek bir bildiğim var ki, binlerce yıldır gücünden beslendiğimiz ve sayesinde birçok varlığın devamını sağladığımız yaşam ve güç taşını asla senin o pençelerine teslim etmeyeceğimdir!" sol elinin işaret parmağını havaya kaldırıp bana on santimetrelik bir bıçak kalınlığında ki tırnaklarını gösterdiğinde, bu söylediklerime pişman olmuştum.

Parmağını kızın boğazına götürdü ve minik bir çizik attı.Kız tepki vermemişti, sanırım baygındı.

"Oradan sürgün edildim, tekrar nasıl içeriye girebilirim bilmiyorum, lütfen bırak kızı." binlerce yılda birçok yaratıkla çarpıştım, birçok cadı öldürdüm ama ilk defa bir düşmanıma yalvarıyordum.Üstelik bağışlaması için.Bunu bana yaptıran tek şey, aşkımdı.Bir su damlası kadar masum olan, ay ışığı kadar parlak yüzü ve temiz kalbi olan, aşık olduğum kadın içindi bu. Parmağını tekrar başladığı noktaya götürdü ve bu sefer daha derinden ve daha uzun bir çizik attı.Mera gırtlağı yırtılırcasına bir sesle çığlık atarak yerinden sıçradı.Yaratık onu omuzlarından tutup tekrar sandalyeye oturttu.Boğazında bir yarık açılmıştı ve oluk oluk kan akıyordu.Birkaç dakika içinde kan kaybından ölmesi muhtemeldi.Öfkem damarlarıma sığmadı ve kafamı havaya kaldırıp, ellerimi yüzümde birleştirdikten sonra dev bir haykırışla ellerimi tekrar yana açtım.Eskisinden farklı olarak bu sefer avuçlarımda birer alev topu duruyordu.Mera'ya zarar verme ihtimalim olduğu için dikkatli davranmalıydım.Mera ile gözlerimiz kesiştiğinde, göz bebeklerinde yansıyan korku beni yaralamıştı.Acılarım, binlerce yıllık geçmişime çivilenmişti ama böylesini ne yaşamış, ne de görmüştüm.Gözlerimi kıstım ve alev toplarını yaratığın kafasına nişan alarak art arda gönderdim.Poka boşta olan eliyle saydam bir oval kalkan yaratarak alev toplarımı savuşturdu.Kalkan birden yok oldu ve yerini sarımsı, beyaz bir ışıkla süslenmiş bir yıldırım aldı.Elini havaya kaldırdı ve yıldırımı bana doğru fırlattı.Korkudan donup kalmıştım.Becerebildiğim tek şey, gözlerimi kapatabilmek oldu.Bir anda ortam sessizleşti.Gözlerimi yavaşça açtığımda, hayatta olduğumu ve her şeyin birkaç saniye öncesinde ki gibi yerli yerinde olduğunu görmek, beni içten içe hafifçe mutlu etmişti.Fakat bu uzun sürmedi.

"Vaktin daralıyor genç adam.Yalnızca iki günün var.O taşı bana getir ve sevgilini geri al."

"Diri olarak." diye eklemesi bardağı taşıran son damla olmuştu.Hiçbir masumun benim yüzümden ölmesine göz yumamazdım, bu benim tarifime uymuyordu.İnsanların ölümü doğaya bırakılmalıydı.Onlara müdahale etmek, tanrının işine karışmak onu sinirlendirip, bize gazabını göstermesinden başka bir şeye yaramazdı

"Mera, seni kurtaracağıma söz veriyorum.Yalnızca dayan, dayanmak zorundasın.Bunu başaracağız." kız boş bakışlarla ve kuru bir kafa sallayışla karşılık verdi.Hipnotize edilmiş gibiydi.Karanlığın zafere bu kadar yakın olduğunu daha önce hiç görmemiştim.Davamdan vazgeçmiş ve Kukta'ya doğru yola çıkmıştım bile.

 
Back
Top Bottom