AYBEY - KÖLELİKTEN KRALLIĞA (BÖLÜM 1)

Users who are viewing this thread

Herkese merhaba arkadaşlar. Dörtyol Hanında uzunca zaman geçirdim. Zamanında bir çok arkadaşımızın beğendiği(ki kesinlikle okumalısınız) Kral Tur hikayesini tamamladım ve tabii bu arada kişisel meselelerimden dolayı yarım bıraktığım farklı hikayelerde oldu. Bu yazdığım hikayenin ise hepsinden çok daha ayrı ve beğenilir olmasını umuyorum.
Yaklaşık 15 -bir kaç oynama ile belki en fazla 18- bölümlük bir hikaye olarak AYBEY - KÖLELİKTEN KRALLIĞA ile karşınızdayım. Daha sonrasında bu yazdığım hikaye kitap olarak basımı yapılacak ancak o ileriki zamanların konusu olsun :smile:
Şimdiden herkese iyi okumalar!

1226 yılında bir Türk genci, asla sonlanmasını istemediği bir maceraya kendini atmıştı. Önceleri Konstantinopolis şehrinden ayrılmak istemeyen bu genç, hayatın tadını çıkarmak ve adını destanlara yazdıracak maceraların peşinde koşmak için gezgin bir adama dönüşmüştü. Kimi zaman bir ticaret adamı oluyor, kimi zaman ise bir savaşçı oluyordu.Büyük bir arayış peşinde yola çıkan bu gencin, önündeki en büyük engel ise bütün diyarlara korku ile nam salan, vardığı yerleri yakıp yıkan Moğollardı! Aybeyin ise tek bir hedefi vardı, önündeki en büyük engeli YOK ETMEK!

AYBEY
KÖLELİKTEN KRALLIĞA

Yıl 1226

Moğol İstilası akın akın yaklaşıyordu, çocukluğunda dillere destan Konstantinopolis şehrinde yaşayan Aybey, ticarete ve sonu gelmesi bilmeyen maceralara atılması ile birlikte gezgin ve yurtsuz bir adama dönüşmüştü. Bu sıralarda Belgrad civarlarında olan Aybey, yepyeni bir macera ile karşı karşıyaydı.
Her yere beraber gittiği atı Akbut ile uzun bir yolculuk sonrası dinlenmek için ismini bilmediği bir ağacın gölgesine sığındı. Birkaç içimlik kaldığı suyundan yudumluyor, açlığını yatıştırmak için ise köylülerden aldığı birkaç parça ekmekten yiyordu. Tam bu sırada bir ses duydu, kemerinde tuttuğu hançerini hemen bir hışım ile kınından çekti. Derin adımlar ve dikkatli gözler ile sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı. Yürüdükçe sesin şiddeti artıyor, Aybey’in kalp atışları ise hızlanıyordu.
Adımını bir su yığınına atmak üzereyken ayağına atılan bir ok ile acılar içinde okun atıldığı yere baktı. Karşısında giyiminden haydut olduğu belli olan genç bir kadın ve orta yaşlarında bir erkek vardı. Daha önce Aybey’in hiç duymadığı bir dil ile bağırıyorlardı;
‘’ Attaccate!’’

Üzerine doğru gelen kadına hançerini sallamaya başladı, bir sağa bir sola sallıyor ancak hiçbir darbesi kadına ulaşmıyordu. Bu sırada kadın, Aybey’in arkasına geçmişti. Arkasına dönmek üzere hareket etmek isteyen Aybey, gözlerinin karalması ve hareketlerinin yavaşlaması ile kendisine atılan okun zehirli olduğunu anladı. Kadına yakalanmamak maksadı ile bütün gücü ile dönmeye çalışsa da kafasına yediği bir darbe ile yere düştü...
Haydutlar, zehirin etkisi ile baygın hale gelen Aybey’in ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladıktan sonra, malları ile beraber inlerine götürmeye doğru yola çıktılar. Aradan geçen birkaç saat sonunda Aybey sonunda uyanmıştı.
‘’Neredeyim ben? Nereye götürüyorsunuz!’’
‘’Atı... Atım Akbut nerede!’’


Haydutlar, Aybeyi duyuyor ancak cevap vermiyorlardı. Zehirin etkisi hala geçmemişti, bilinci yerinde bile olsa kendini güçlü hissetmiyordu. Bir süre daha yol gidildikten sonra sonunda Haydut İnine varmışlardı. Burada yüzlerce haydut grupları yer almakta, malları ile ele geçirdikleri insanlar ise kafeslerde bulunmaktaydı. Haydutların ilk işleri, Aybeyi bu kafese teslim etmekti.
Kafeslere yaklaştıkça bağırışlar duyuluyor, kadınlar, çocuklar, yaralanmış erkekler tek tek görülüyordu. Bir kafeste ise yalnızca tek başına duran bir kadın bulunmaktaydı. Aybeyi bu kadının olduğu kafese doğru sürüklemeye başladılar. Son bir umut kurtulurum düşüncesi ile Aybey, karşı koymaya çalışsa da çabaları boşunaydı. Zehirin etkisi vücudundan tam olarak hala daha atılamamış, üstüne yaralı ayağını hala tam olarak kontrol edemiyordu. Çabalarının boşuna olduğunu anlayan Aybey, karşı koymayı bırakmıştı...


Kafesin kapıları açıldı ve Aybey ise içeriye doğru yürümeye başladı. Bu sırada kafesteki kadın Aybeyi gördüğü gibi konuşmaya başladı;

‘’Anasının kucağından hiç ayrılmamış bir adama benziyorsun!’’

Aybey, kadının söylediği bu sözlere karşı şaşırmıştı. Birkaç saniye kadın ile bakıştıktan sonra güldü, yere oturdu ve şu sözleri söylemeye başladı;

‘’İnsanları tanıdığını düşünen bir aptal mısın yoksa kendini kâhin zanneden bir kadın mı?’’
‘’Bir zamanlar beni kahinlik ile suçlayan aptallar vardı ama hayır değilim.’’
‘’O zaman insanları tanıdığını düşünen bir aptalsın.’’


Aybey’in bu sözü üzerine kadın birden kahkaha atmaya başladı ve ardından şunları söyledi;

‘’Belki de öyleyimdir. En azından ben o haydut sürüsünden birkaç kişiyi öldürebildim. Ya sen?’’
‘’Tabi ki kadın. Yoksa beni neden buraya getirsinler!’’
‘’En azından yalan söyleyebilecek kadar zeki olmadığının farkındayım. Türk müsün?’’
‘’Bunu sorduğuna göre senin de Türk olman lazım!’’
‘’Evet, doğru bildin. Ama artık bir yurdum yok. Moğollar yakıp yıktılar.’’

Moğollar ismini duyduğunda Aybey’in gözleri ateş gibi parlamaya başlamıştı. Yumruğunu sertçe sıktı ve konuşmaya başladı;

‘’Dünyanın güzelliklerini yakıp yıkan o zalimler yaptıklarını elbet ödeyecekler!’’

Aybey’in bu sözlerinden sonra yer hafifçe titremeye başladı. Bu titreşimin herkes farkındaydı. Aybey, ne olduğunu anlamak üzere kadından da destek alıp ayağa kalktı. Etrafa biraz baktıktan sonra toz bulutunun içerisinde atlıları görmeye başladı. Hiç şüphe yoktu, böyle bir atlı baskını yalnızca Moğolların işiydi!

Atların kuyrukları bağlıydı ve her biri rüzgâr gibi hızlıydı. Üzerindeki Moğol birlikleri o kadar ustaydı ki, ok atışları ile şimdiden birçok haydut yere serilmişti. Kan gövdeyi götürüyor, haydutlar kılıçlarını çekmek bir yana Moğol askerlerinin gözünün içerisine bakacak cesarete bile sahip değillerdi.
Aybey, bütün bu olanları büyük bir korku içerisinde izliyordu. Moğollar, hiç kimseye acımıyordu.
Karşı koyamayacaklarını anlayan haydutlar, düzensiz bir şekilde sağa sola kaçışmaya başlamışlardı.
Moğol atlıları, kaçmaya çalışanların kaçmasına izin vermiyor, kimisini ok atışları ile öldürürken, kimisini bizzat yakalayıp işkence etmek üzere el koyuyorlardı.
Bu sırada, kafes içerisindeki esir alınmış insanlar, ölümün kendilerine ulaşacağı korkusu ile çığlıklar atmaya başlamışlardı. Çocuklar annelerinin kucaklarında ağlıyor, kadınlar ise kurtulabiliriz umutları ile erkeklere sımsıkı sarılıyorlardı. Aybeyin yanındaki kadın ise diğer kadınlar gibi bir umut Aybeyin elinden sımsıkı tutuyordu.

Bu sırada çoğu haydutun işi bitmişti. Birkaç haydut canlı ele geçirilmiş, Moğol atlarının altında ise ezilmeye bırakılmıştı. Giydiği zırhtan diğer askerlerden farklı olduğu açıkça belli olan bir adam, kafeslere doğru yaklaştı. Gördüğü korkudan ağlayan, birbirine sarılan ve hatta bayılan insanlardan ibaretti. Aybeyin bile yüzü korkudan olduğu açıkça görülecek şekilde bembeyaz olmuştu. Elleri titriyordu. Bu sırada adam konuşmaya başladı;
 
Back
Top Bottom