Antik Çağ (12. Bölüm -Son Bölüm- Eklendi)

Nasıl Senaryo/Nasıl Anlatım

  • Güzel Senaryo/Güzel Anlatım

    Votes: 2 100.0%
  • Kötü Senaryo/Güzel Anlatım

    Votes: 0 0.0%
  • Güzel Senaryo/Kötü Anlatım

    Votes: 0 0.0%
  • Kötü Senaryo/Kötü Anlatım

    Votes: 0 0.0%
  • Bilindik Senaryo/Güzel Anlatım

    Votes: 0 0.0%
  • Bilindik Senaryo/Kötü Anlatım

    Votes: 0 0.0%

  • Total voters
    2

Users who are viewing this thread

ilk yazdığım hikaye, şuanki hikayemle ilgisi olduğu için paylaşma gereği duydum
bu hikayeyi yazalı bir yıldan fazla oldu sıkıcı olmasın diye tüm bölümleri bir anda yazmayacağım her gün bir bölüm yazarım  :grin:

1. Bölüm
Uyandığımda başım çok ağrıyordu, yerimden zar-zor doğrulup etrafıma bakındım. Hemen yanımda yıkılmış bir sur vardı. Buraya nasıl gelmiştim? Burada ne işim vardı? Geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyordum.. Üzerimdekiler e bakılırsa mızraklı bir askerdim. Mızrağımı ve kalkanımı alıp sur a doğru yürümeye başladım. Sur un içinden geçince gördüğüm manzara çok korkunçtu.. Etraftaki binalar alevler içinde yanıyordu.. Birden boynuma aldığım darbe ile yere yığıldım. Gözümü açtığımda kendimi bir zindan da buldum, etrafta loş bir ışık vardı. Işığın kaynağı duvarda asılı duran bir meş'ale idi. Bazı ayak sesleri duydum ve bayılmış takliti yapıp sesleri dinlemeye başladım. Sesler gittikçe yaklaşıyordu. Ayak sesleri biraz ilerde durdu ve 2 kişinin konuştuğunu duydum fakat konuşmalarından hiçbir şey anlaşılmıyordu. Bilmediğim bir dilde konuşuyorlardı, gözlerimi hafif araladım ve konuşan kişileri süzmeye başladım, üstlerinde yırtık kıyafetler ve tek gözlerinde de siyah bant vardı. Yüzlerinde korkunç yara izleri vardı, ellerindeki baltalardan kan damlıyordu, kimdi bunlar?
Bir süre sonra konuşarak uzaklaştılar.. Zindanın kapısını açık bırakmışlardı, yattığım yerden kalktım ve kapıya gitmek istedim, fakat o da ne! Ayağımdan zincirlenmiştim ve bunu fark etmemiştim, ortam sadece meş'ale ile aydınlandığı için zinciri fark edememiştim. Bir kaç dakika sonra görünümü az öncekilere benzeyen bir kişi geldi ve elindeki kanlı eti önüme atarken bir şeyler söyledi ve gitti, anlamamıştım fakat yememi istiyordu herhalde. Aç kalırım ama yemem bunu diye düşündüm.

Açlıktan başım dönmeye başlamıştı, hiç değilse açlığımı hissetmem diye düşünerek olduğum yere uzandım ve aradan biraz zaman geçtikten sonra da uyuyakalmışım.. Uyandığımda bağrışma sesleri geliyordu, bağrışmalardan ne konuşulduğunu anlamıyordum. Elimi ayağıma attığımda ayağımdaki zincirin sağlam olmadığını fark ettim. Kırmaya çalıştım fakat kırılmıyordu. Uzun zamandır yemek yemediğim için güçsüz kalmıştım, ne yapıp edip bu zinciri kırmalıyım. Ama nasıl?
Aklıma bir fikir gelmişti, zinciri birbirine dolayıp gevşetmeye çalışacaktım ve kırılacaktı, uygulamaya koydum, işe yaramadı fakat ne olursa olsun kaçmalıydım. Nöbetçiler bağrışma seslerine bakmak için gitmişlerdi, tüm gücümü kullanarak tekrar denedim ve zincir kırıldı. Fakat ayak sesleri duyuyordum, biri geliyordu! Hemen zinciri iç içe geçirip bayılma taklidi yaptım. Nöbetçi geri gelmişti, Birkaç dakika sonra başka biri gelip nöbetçiye bir şeyler söyledi ve beraber gittiler. Kaçmanın tam sırasıydı! Hemen doğruldum ve kapıdan dışarı çıktım. Anladığım kadarı ile bu zindan yer altındaydı, hiç ışık yoktu, hemen geri dönüp meş'aleyi alıp yola koyuldum. Zindan çok eskiydi, ara sıra toprak akıyor su damlıyordu. Ayak sesleri duyuyordum, gittikçe yaklaşıyordu. Hemen meş'aleyi söndürüp saklandım. Ortam karanlık olduğu için beni görme olasılığı çok düşüktü. Beni görmeden yanımdan geçti, hemen arkasına geçip boynunu hızla çevirerek kırdım. Yola devam etmeliydim. Hemen adamın baltasını aldım ve yola koyuldum. Zindan çok büyüktü, açlıktan halsiz düşmüştüm, yere yığılacak gibiydim. Tam pes edecekken karşıda bir ışık gördüm, ışığa doğru ilerleyince bunun çıkış kapısı olduğunu fark ettim. Nihayet zindandan çıkmayı başarmıştım, biraz ilerleyince arkamdan sesler duydum, arkama bakınca üç kişinin bana doğru hızla geldiğini fark ettim. Bir adım daha atacak halim kalmamıştı ve peşimdeki adamlar çok hızlı koşuyorlardı, eğer onlara yakalanırsam kim bilir ne eziyetlere maruz kalacaktım.
Peki şimdi ne yapacaktım?

2. Bölüm
Çaresiz bir şekilde düşünürken yandaki bağlı hayvanlar dikkatimi çekti. Bu hayvanların upuzun yelleeri ve kuyruğu vardı. Boyları da bir insan boyundan biraz uzundu. Ya bu vahşi adamlara yakalanacaktım ya da vahşi bir hayvanla birlikte birlikte kaçacaktım. Vahşi hayvanla birlikte kaçma fikri bana daha cazip gelmişti. Son bir gayretle hayvanın yanına geldim. Biraz uğraştım ve sonunda hayvanın üstüne bindim. Hayvan resmen ayağa kalkıp bağırdı. Hayvanın bağlı olduğu ipe tutunmasaydım yere düşüp kemiklerimi kıracaktım. Hayvan birkaç saniye sonra rahatlayınca elimdeki baltayla ipi kestim. Hayvan yıldırım hızıyla koşmaya başladı. Adamlardan biri önümüze geçmişti. Hayvanın homurdanmasından adamın elindeki baltadan korktuğunu anladım. Adam baltayı hayvanın bacağına saplayacağı anda ondan önce davrandım ve elimdeki baltayı adamın boynuna vurdum. Surdan geçince bir rahatlama hissettim fakat bu hayvanın üstünden nasıl inecektim? Hayvan çok hızlı gidiyordu. Atlamaya çalışsam en düşük ihtimalle kemiklerimi kırardım. Aklıma bir fikir gelmişti. Bu hayvan sonsuza kadar koşamazdı. Yavaşlayınca üstünden atlayacaktım. Aradan biraz zaman geçince hayvan yavaşladı ve bende atladım. Sırtımın üstüne düşmüştüm. Hafif bir sızlama hissettim fakat bir şey olmamıştı. Açlıktan ve yorgunluktan uykum gelmişti. Elimi kaldırmaya bile dermanım yoktu. Gözlerimi kapattım ve uyuyakaldım.
Hayvan sesleriyle uyandım. Yan tarafıma baktığımda yeleli hayvanın bana bakarak bağırdığını gördüm. Aslında bu bağırma sayılmazdı. Ses tonu daha çok konuşma tarzındaydı. O zaman yorgunluktan ve korkudan bu hayvana pek dikkat etmemiştim. Fakat şimdi gözüme çok güzel görünmüştü. Karbeyazı rengindeydi ve güneşin altında parıldıyordu. Hayvanın sesleriyle kendime geldim. Peki bu hayvanı ne yapacaktım? Bu hayvan hakkında tek bildiğim şey çok hızlı olduğuydu. Ne yediği hakkında hiç bir fikrim yoktu. Fakat beni yemediğine göre otla besleniyordu. Benim karnım da çok acımıştı. Hemen Hemen yiyecek bir şeyler bulmalıydım. Yattığım yerden kalktım ve elime baltayı alıp yürümeye başladım. Hayvanda beni takip ediyordu. Ormanda dolaşırken biraz uzakta bir ceylan gördüm. Hayvanımı orada bırakıp sessizce ceylana yaklaştım. Fakat ceylan beni fark etmişti. Koşarak oradan uzaklaştı. Bu baltayla hiç bir şey yapamıyordum. Bana başka bir silah lazımdı. Böyle düşünceler içinde yürürken bir üzüm bağına girdiğimi fark etmemiştim. Sonradan kafamı kaldırınca anladım. Peki neden kimse çalışmıyordu? Bunu sonra araştırırım diye düşündüm. Şimdi sadece üzümlere odaklanmıştım. Akşama kadar karnımızı doyurduk. Biraz da yanımıza alıp yola koyulduk. Biraz yürüdükten sonra yorulduk ve olduğumuz yere yattık.
Gözümü açtığımda kendimi bir orduda buldum. Ordu çok büyüktü ve hızla ilerliyordu. Birkaç dakika sonra durduk ve sıra olmaya başladık. Ön safa mızraklılar, orta safa taş atıcılar ve arka safa da şahmerdanlar geçti. Ben de bu ordu içinde mızraklıydım. Biraz sonra savaş başladı. Dev gibi şahmerdanları büyük bir hızla surun kapısına vuruyorlardı. Aradan biraz zaman geçince sur kapısı yıkıldı ve beni esir eden adamlardan çok fazlası bağırarak surun dışına çıktı. Ordu komutanı olduğunu düşündüğüm kişide "-Barbarlara hücum!" diye bağırdı. Vahşi adamlar insanların kulaklarını sağır eden bir sesle geliyorlardı ve biz de onlara doğru koşuyorduk. Savaş kızışmıştı. İki tarafta çok kayıp vermişti. Vahşi adamlar yorulmuş ve baltalarını rastgele sallıyorlardı. Gözüme bir tane vahşi adamı kestirmiş ve ona doğru koşuyordum. Biri arkamdan "Fatih!" diye bağırdı ve boynuma aldığım darbeyle yere yığıldım.

3. Bölüm
Kan ter içinde uyandım. Bu nasıl bir rüyaydı? Güneş tepedeydi. Yola koyulmalıydık. Çevreye bakındım ama hayvanı göremedim. Fakat hayvanın bağırma seslerini duyuyordum. Biraz uzakta bir hareket vardı. Biraz daha dikkatli bakınca vahşi adamların benim hayvanımı götürdüğünü gördüm. Onları fark edilmeden takip ettim. Bir şehre girmişlerdi. Şehre girersem sağ kurtulamazdım. Fakat bir şeyler bulup hayvanı onların elinden kurtarmalıydım. Eğer şehre gece girebilirsem kolayca hayvanı alıp çıkabilirdim. Fakat ilk önce surdaki nöbetçileri öldürmem gerekiyordu ve bu da baltayla olmazdı. Aslında sapan yapsam işime yarayabilirdi fakat sapan için sağlam bir lastik gerekiyordu. Onu da her yerde bulamazdım. Aslında ok yapabilirdim. El yapımı olduğu için daha az zarar verirdi fakat hem yapımı hem de kullanması daha kolaydı. Ok avcılıkta çok kullanıldığı için herkes az çok ok kullanmasını bilirdi.Tabi okun da cephane sorunu vardı.Fakat akşama kadar vaktim olduğu için yeterince ok yapabilirdim.
Akşama kadar bayağı bi ok yapmıştım. Okların ucunu da baltayla sivriltmiştim fakat yayı ip ve ağaç dalıyla yaptığım için oklar fazla uzağa gitmezdi.Yani çok uzaktan vurmaya çalışmamam gerekiyordu. Hava kararınca işe koyuldum. Surda üç tane nöbetçi vardı. Nöbetçileri kolaylıkla öldürdüm. Sonra da sura tırmanmaya başladım. İçeri girdiğimde etraf çok kararmıştı. Hayvanların olduğu yeri zar zor buldum. Hayvanların arasından benim hayvanımı bulmak çok zor olmamıştı. Kapkaranlık yerde bembeyaz ışıldıyordu. Hayvanın ipini kestim ve yürümeye başladık. Biz dışarı çıkarken vahşi adamlar da surun önünde bizi bekliyordu. Bizi görünce koşmaya başladılar. Okla ikisini vurdum fakat adamlar çok yaklaşmıştı ve bende baltayı hayvanların olduğu yerde unutmuştum. Hemen hayvanın üstüne bindim. Sur kapısında iki kişi vardı. Okla birisini vurdum. Diğeri de başına gelecekleri anlayıp kaçtı. Aslında bu hayvanı eğitebilirsem daha rahat hareket edebilirdik. Hemen işe koyuldum.
Aradan iki hafta geçmişti ve sonunda ben de hayvan eğitmiştim. Artık her yere hayvanın üstünde gidiyordum fakat hala etrafta bir şehir bulamamıştım. Yiyeceğimiz bitmek üzereydi. Akşam olmuştu. Otlak bir yere geldik ve ikimizde dinlenmeye çekildik.
Gürültülerle uyandım. Yerimden doğrulup etrafıma bakındığımda gözlerime inanamadım. Biraz ileride çok büyük bir ordu vardı. Hemen hayvanıma atladım ve aradaki mesafeyi koruyarak bu orduyu takip ettim. Ordu vahşi adamların şehrine gelince durdu. Şahmerdanlar büyük bir güçle sur kapısını kırmaya çalışıyorlardı.Aradan biraz zaman geçince kapı kırıldı ve vahşi insanlar harekete geçti. Vahşi insanlar bu orduya göre daha güçlüydü. Ordudakiler vahşi adamları görünce korktular ve kaçmaya başladılar. Vahşi adamlar bu orduda kilere göre daha hızlıydılar ve neredeyse orduya yetişeceklerdi. Hemen okumu aldım ve attım. Bir tane vahşi adamı öldürdüm. Böyle birkaç kişi öldürünce kılıcımı çektim ve vahşi adamlara doğru koşmaya başladım. Beni görüp cesaretlenen ordu da benimle birlikte vahşi adamlara doğru koşuyordu. Ordular öyle büyüktü ki koşarlarken sanki deprem oluyordu. İki ordu birbirine karışmış ve etraf toz duman olmuştu. Bu kargaşa içinde hızla ilerliyor ve önüme gelen düşmanları öldürüyordum. Bir vahşi adamı öldüreceğim zaman dengemi kaybettim ve yere düştüm. En son gördüğüm şey vahşi adamın boynuma saplamak için baltayı havaya kaldırmasıydı.Sonra gözlerim kapandı.

4. Bölüm
Gözlerimi açtığımda bir binanın içindeydim. Etrafa bakındığımda sağ tarafımda, uyuyan beyaz elbiseli bir adam gördüm. Yerimden doğruldum ve etrafı gezmeye başladım. Etrafta kılıç, kalkan, mızrak, miğfer, ok ve zırhlar vardı. "Beklediğimden daha çabuk uyandın." diyen bir ses duydum. Arkama baktığımda beyaz elbiseli adamın uyanmış olduğunu gördüm. "Nerdeyim ben?" diye sordum. Beyaz elbiseli adam buranın kışla olduğunu kendisinin de hekim olduğunu söyledi. Biz konuşurken içeriye bir asker girdi ve kralın beni huzurunda beklediğini söyledi. Askerle birlikte kışladan çıktık ve saraya doğru yürümeye başladık. Askere hayvanımın nerede olduğunu sordum. Bu konu hakkında bilgisinin olmadığını söyledi. Nihayet saraya varmıştık. Burası şehirdeki en büyük binaydı. Bembeyaz olan bu bina güneş ışıklarını yansıtarak gözümü alıyordu. Büyük bir odaya girdik. Bu odada beş kişi vardı. Birinin üstünde zırh vardı. Galiba zırhı olan kişi generaldi. Baş köşede oturan kişi gel otur dedi ve oturmam için yer gösterdi. Sanırım bu da kraldı. Gösterilen yere oturdum. Kral :
- Duyduğuma göre vahşi bir hayvanın üstünde savaşa girmişsin bu doğru mu ?
- Evet doğru.
- Peki bunu nasıl yaptın ?
- Hayvanı eğittim.
- Peki o zaman duyduğum kadarıyla bir şehirde değilde göçebe olarak yaşıyormuşsun. Bu ülkenin bir vatandaşı ol ve bizim için asker eğit. Eğittiğin askerler de senin emrinde olsun. Toplantı bitmişti. Generalin sağ kolu olmuştum. Toplantı da öğrendiğime göre vahşi adam baltayı boynuma saplayacağı anda general o adamı öldürüp beni kurtarmış. Asker eğitmeye başlamam gerekiyordu fakat o hayvanları nasıl bulacaktım? Tabii ya! Ben kendi hayvanımı barbarların şehrinden almıştım. Orada çok fazla hayvan vardı. Hayvanıma bindiğim gibi generalin yanına gittim. Generalden savaş izinini almıştım ve savaşı da ben yönetecektim. Ordu hazırlanınca yola çıktık. Çok iyi bir plan yapmıştım. Ordunun büyük bir kısmını sur kapısının önüne bıraktım. Mancınıklar ve küçük bir birlikle de şehrin arka tarafına geçtim. Vahşi adamların hepsi öndeki savaşa odaklanmışlardı. Bizi fark etmemişlerdi. Surda küçük bir gedik açılınca şehre girdik ve vahşi adamlara fark edilmeden hayvanları alıp dışarı çıktık. Ön tarafa geldiğimizde sur hala yıkılmamıştı. Tüm orduyu geri çektim. Şehre girdiğimizde hemen hayvanları kışlaya götürdüm. Ayak sesleri duymaya başladım. Arkama baktığımda generalin geldiğini gördüm. Biraz sinirliydi. " Bu orduyla barbarlara nasıl yenildin?" dedi. Benim yaptığım planı sadece plandaki kişiler biliyordu. Planın başarısız olmaması için kimseye söylememiştim. Generale uyguladığım stratejiyi söyleyince hayretten ağzı açık kalmıştı. Hemen gidip krala da anlattı. Kral da çok şaşırmıştı. O da beni ayrıca tebrik etti. Eğittiğim ilk hayvanları krala, valiler ve generale hediye ettim. Diğer hayvanları da askerler için eğittim.
Kapının sesiyle uyandım. "Gir dedim." Gelen nöbetçiydi. "Kral sizi toplantı odasında bekliyor dedi. "Tamam geliyorum" dememle birlikte de gitti. Hemen hazırlanıp toplantı odasına geldim. Toplantı odasında kral, general ve iki tane de vali vardı.Bir vali yoktu. Generalin yanına oturdum. Burası benim yerimdi. Kral toplantıyı başlattı. Kral :
-Doğu Kızılistan' ın valisinin gelmeme nedeni ve toplantımızın nedeni Korkusuz şehrinden Doğu Kızılistan şehrine doğru büyük bir ordunun gitmesidir. Yaklaşık bir gün sonra şehre varırlar. Bizim oraya gitmemiz bir günden uzun sürebilir. Sizin görüşlerinizi almak için toplantı düzenledim. Sizce ne yapmalıyız ?

5.Bölüm
Biraz düşündükten sonra aklıma bir fikir gelmişti. İzin istedim ve fikrimi söyledim.
"- Hayvanlı askerlerimiz normal askerlere göre daha hızlı gidecekleri için ilk hayvanlı askerlerigönderelim. Gemilerimiz yavaş olduğu için bizim adamızla Doğu Kızılistan' ın olduğu ada arasındaki en kısa yeri gemilerle geçip, geri kalan yerleri de hayvanlarımızla geçersek düşmanlardan önce orada oluruz. Biz düşmanı oyalarken de geri kalan ordu gelir ve savaş bitmeden önce tüm ordumuz gitmiş olur." General :
"- Bence bu iyi bir fikir. Eğer hemen yola çıkarsak düşmanlardan önce gidebiliriz." Kral :
"- Tamam o zaman. Bn ve süvari komutanı öncü birliklerle gideceğiz. Sizde arkamızdan gelirsiniz." Valiler :
"- Emredesiniz efendim." Kral :
"- Toplantı bitmiştir. Yarım saat sonra yola çıkıyoruz. Birliklerinizi hazırlayın."
Kral bana süvari komutanı demişti. Süvari ne demekti ? Generale sordum. Halk hayvana at, hayvanlı askere de süvari diyormuş. Neden öyle dediklerini anlamamıştım fakat bu kelimeler kulağıma çok hoş gelmişti. Vakit kaybatmemeliydim. Hemen kışlaya gidip askerlere baktım. Hepsi hazırdı. Sarayın önüne geldik ve beklemeye başladık. Birkaç dakika sonra general ve kral da geldi. Generalin yönettiği çok büyük bir ordu vardı. Tüm ordular aynı anda yola çıktık fakat daha aradan birkaç dakika bile geçmeden generalin ordusuyla bizim ordumuz arasında bayağı bir fark oluştu. Yolu yarılayınca biraz dinlenmeye karar verdik. Biz kralla konuşurken nöbetçilerden biri yanımıza geldi ve uzakta bir hareketlilik gördüğünü söyledi. Hemen atıma bindiğim gibi hareketliliğin olduğu yere doğru gittim. Biraz ilerleyince bunun Korkusuz şehrinden yola çıkan birlik olduğunu fark ettim. Aklıma bir fikir gelmişti. Hemen mola verdiğimiz yere geri dönüp planımı Kral' a da anlattım. Tüm süvariler tek sıra halinde dizilip düşmanı saldırıp önlerine geleni öldürecek ve yoluna devam edecekti. Bu da düşmana çok büyük kayıplar verecekti ve toparlanıp şehre varma süreleri de uzayacaktı. Hazırladığım planı uygulamaya koyuldum. Yıldırım hızıyla gidip düşmanın önümüze gelen askerini öldürdükten sonra hiç duraksamadan yolumuza devam ettik.
Sonunda şehre vardıkç Şehre girince soluğu kışlada aldım. Bu şehirdeki ordu da benim emrim altındaydı. Şehirdeki askerlere baktım. Askerlerin çoğunluğunu okçular oluşturuyordu. Okçuları alıp şehrin yanındaki tepenin arkasına yerleştirdim. Süvarileri de şehrin arka tarafına götürdüm. Nihayet generalin ordusu da gelmişti fakat düşman ordusu hala gelmemişti. Sürpriz baskınımız sonucunda dağılmışlardı. Toparlanmaları zordu. Kral son bir kez toplantı yaptı. Planımı açıkladım. Generalin ordusu çoğunlukla hoplit ve kılıç ustalarından oluştuğu için onlar şehri koruyacaklardı. Düşman sonunda geldi ve savaş başladı. Düşmanlar süvarileri ve okçuları görmüyordu. Okçuların hepsini tepenin arkasına sakladığım için düşman surları yıkmaya çalışırken düşmana zarar veren birlik yoktu. Nihayet düşman suru yıkmayı başardı. Surların yıkılmasıyla birlikte generalin ordusu düşmanın hiç beklemediği bir şekilde karşı saldırıya geçti. İşte şimdi tam zamanıydı. Okçulara verdiğim emirle birlikte okçular ok atmaya başladı. Düşman, generalin ordusunu bırakıp okçulara yöneldi. Süvariler de okçuların karşısından saldırıya geçti. Düşman süvarileri görünce ne yapacağını şaşırmış ve kaçışmaya başlamışlardı fakat bizim ordumuz peşlerine düşmemişlerdi. Aslında bu da planın bir parçasıydı. Şehrin içindeki mancınıklar şimdi devreye girdi. Dev gibi mancınıklar düşmanı ateş yağmuruna tutuyordu. Düşman safı alevler içinde yanıyordu. Süvarilerin sırası gelmişti. Yıldırım hızıyla giden süvarilerle düşmanın yolunu kestik ve canlı kalan düşmanları da öldürdük.

6.Bölüm
Hava kararmıştı. Geceyi bu şehirde geçirecektik. Gün çok yorucu geçmişti. Yattıktan birkaç dakika sonra uyuyakaldım. Kapı sesiyle uyandım.” Gir “, dedim. Nöbetçi gelmişti. Generalin kışlada beni beklediğini söyledi. Gecenin bu vaktinde beni neden çağırmıştı? “- Tamam geliyorum “, dedim. Hemen hazırlandım ve kışlaya gittim. Kışlaya geldiğimde gördüğüm manzara çok kötüydü. Atların olduğu bölümde yerde kanlar içinde bir adam yatıyordu ve bir atın da ipi kesilmişti. Generale sorduğumda nöbetçinin at sesleri duyarak içeri girip bu manzarayı gördüğünü söyledi. Yerdeki adama baktığımda elinde bir hançer olduğunu fark ettim. Hançeri inceleyince bu hançerin ipi kesmek için kullanıldığını anladım. Yani bu adam ajandı! Sanırım atı çalmak için gelmiş, ipi kesmiş ve atı alacağı sırada at şaha kalkıp adama vurmuş, adam da kafasını yere çarpmış ve ölmüştü. Peki bu adam nereden gelmişti? “ Nereden geldiği hakkında bir bilgi var mı? “ diye sordum. Nöbetçi : -“ Hayır efendim, tek bildiğimiz atı çalmak için geldiği. “ -“ Peki şimdi ne yapacağız?” General : -“ Yapabileceğimiz tek şey, bu cesedi kaldırmak ve nöbetçi sayısını artırmak. Hava aydınlanmıştı. Hala o ajanın oraya kadar nasıl girdiğini anlamaya çalışıyordum. Belediye binasından gelen sesle kendime geldim. Bu ses acil durumlarda çalınan bir boru sesiydi. Bu boruyu çalmakla görevli tek bir kişi vardı ve o da rastgele çalmazdı. Ve ardından yer sallandı. Dışarı çıktığımda etrafın alevler içinde yandığını gördüm. “ Vatandaşlar sığınağa, askerler kışlaya “ diyen bir ses duydum. Arkama baktığımda saray muhafızının bağırdığını gördüm. Yanına geldim ve kral ve generalin nerede olduğunu sordum. İkiside kışladaymış. Atımı da alıp kışlaya gittim. Kral ve general plan yapıyordu. Ne olduğunu sordum. Gölge ittifakının lideri Gölge Lider savaş açmış. Gölge ittifakı Dünyada ki en iyi ikinci ittifaktı. Birinci sırada Aydınlık Çağı ittifakı vardı.Gölge ittifakı birinci sırayı almak için Aydınlık Çağı ittifakıyla çok savaş yapmış fakat bir türlü yenememişti. Peki Dünya’ nın en iyi ikinci ittifakının ittifakı dahi olmayan bir ülkeyle ne alıp veremediği olabilir di ki ? Plan haritasına baktığımda çok şaşırmıştım. Gölge Lider’ in gönderdiği orduyu kolaylıkla yenebilirdik. Gölge Lider neden bu kadar az ordu göndermişti ki? Böyle düşünmeyi bırakıp savaşa odaklanmam gerekiyordu. Plana bende katıldım. Bu kadar küçük bir orduya karşı ordumuzu kullanmak istemedik. Çünkü eğer ordumuzu kullanırsak karşı tarafta çok fazla mancınık olduğu için ordumuz zarar görebilirdi fakat süvarilerle saldırırsak süvariler hızlı olduğu için mancınıklar süvarilere zarar veremezdi. Toplantı bitti ve süvariler yerlerini aldı. Süvarilerin başında da ben vardım. Sur yıkılınca hücuma geçtik fakat bir gariplik vardı. Çok fazla süvari olmasına rağmen tüm düşman askerleri benim peşimdeydi. Düşman ordusunun arasına girip birkaç kişiyi öldürdükten sonra bir hoplit mızrağını önüme tuttu ve atın ayağı takılıp düştük. Kafamı yere çok sert çarpmıştım, bayıldım.

7.Bölüm
Gözümü açtığımda etraf çok karanlıktı. Gözümün karanlığa alışmasını bekledim ve karanlığa alışınca da çevreye bir göz gezdirdim. Burası zindana benziyordu. Ayağıma baktım. Bu sefer zincir yoktu fakat kapı kapalıydı. Birkaç dakika sonra bir asker geldi ve beni yaka paça tutup kralın huzuruna çıkardı.
Kral : ” Duyduğuma göre hayvanları kontrol edebiliyormuşsun. Bu doğru mu?”
-“ Hayır ben sadece hayvanı eğittim.”
-“ Her neyse sonuçta aynı şey. Senden istediğim şey basit bizim için büyük bir hayvan ordusu hazırla bizde seni serbest bırakalım. Ya da ölene kadar zindanda hapis kal. Yarına kadar düşünme vaktin var. Çekilebilirsin.
Askerler beni yine yaka paça tutup zindana attılar. Buradan kurtulmak için bir şey yapmam gerekiyordu. Eğer Gölge Lider’ e ordu hazırlarsam Aydınlık Çağı’ nı yenip Dünya’ ya hakim olacaktı ve Dünya yaşanmaz hale gelecekti. Aydınlık Çağı bizim tek savunmamızdı. Atımı bulabilirsem kaçmam kolaylaşırdı fakat daha atımın nerede olduğunu bile bilmiyordum. Aklıma ayakkabımın arkasına özel olarak yapılmış hançer yeri geldi. Acil durumlar için orada hep hançer bulundururdum. Hemen hançer yerine baktım ama malesef hançer yoktu. Zindandan kaçmaya çalışmamam için hançeri bulmuş ve almışlardı. Böyle düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Hava aydınlanmıştı. Askerler birazdan gelirdi ve ben daha kaçmak için bir plan hazırlamamıştım.
Askerler geldi ve beni tekrardan kralın huzuruna çıkardılar. Kral :
-“ Orduyu hazırlayacak mısın?”
-“ Asla”

-“ Ölümünü kendin hazırladın. Biraz sonra idam edileceksin. Hemde kendi adamın tarafından.
Kral askerlere dönüp “ hayvanları eğitecek adamı çağırın” dedi. Biraz sonra gelen adamı görünce şok oldum. Hayvanarı eğitecek olan adam, bizim kışlanın muhafızıydı.
Kralın “ bu adamı giyotine götürün.” Demesinden hemen sonra askerler beni yaka paça tutup saraydan dışarı çıkardılar. Şehre bakınca hayretten ağzım açık kalmıştı. Şehir çok gelişmişti ve her yerde askerler vardı. Yerin sallandığını hissettim. Etrafıma bakınca çok korkunç askerler gördüm. Bu askerlerin çok büyük mızrakları ve kalkanları vardı. Boyları da normal askerlerden çok uzundu.
Sonunda giyotine geldik. Boynuma kalın bir ip geçirdiler. Giyotinin altının açılması için bir kol vardı. O kolu çekince giyotinin altı açılıyor ve aşağıya düşmem gerekirken boynumdaki ip yüzünden düşemiyor ve ölüyordum. Ajan kolu tuttu ve çekti…

8.Bölüm
Ajan kolu tuttu ve çekti fakat yere düştüm. İpe baktığımda ipin kesilmiş olduğunu anladım. Yerde de bir ok vardı. Karşıma baktığımda bir kişinin ok atarak askerleri öldürdüğünü gördüm. Yanında da atım vardı. Hemen atın yanına koştum. Askerler de peşimden koşuyordu. Ata bindim. Tam gideceğim sırada aklıma okçu geldi. Okçu da binince hızla askerlerin yanından uzaklaştık. Surun önüne geldiğimizde okçu sur nöbetçisini öldürdü ve surun dışına çıktık. Bayağı bir gittikten sonra dinlenmek için durduk. Okçuya beni neden kurtardığını sordum. Bizim şehirden gelen bir casusmuş. Beni görünce tanımış ve kurtarmış. Bizim şehrimizden farklı bir adada olduğumuz için şehre gitmek için bir gemi gerekiyordu. Gemiyi nasıl bulabileceğimizi sordum. Şehirdekilere haber verebileceğimizi söyledi. Anlamadığımı görünce daha detaylı anlattı. Casusların özel kuşları oluyormuş. Bu kuşlar çok hızlılarmış ve gidecekleri yeri biliyorlarmış. Bir kağıda mesajı yazıp kuşun ayağına takıyor ve kuşu serbest bırakıyorlarmış. Kuşta o kağıdı şehirdeki istihbarat binasına götürüyormuş. Hemen bir mesaj yazıp kuşun ayağına taktık ve gönderdik. Akşama doğru gemi geldi ve bizi şehre götürdü.
Şehre geldiğimizde hemen kralın yanına gittim ve başımdan geçen olayları anlattım. Tabi bizim bir askerimizin onlar için at eğittiğini de söylemeyi ihmal etmedim. Kral da ben gittikten sonra olan olayları anlattı. Benim esir düştüğümü gören general askerleri alıp düşmana saldırmış. Biz savaşı yenmişiz fakat savaş sırasında iki asker beni götürmüş. Kaçırıldığım ancak savaş bitince anlaşılmış ve general de bu savaşta ölmüş.
Kral generalliği en iyi benim yapabileceğimi söyledi ve generalliği bana verdi. İlk olarak orduyu ve surları güçlendirdim. Çünkü Gölge Lider’ in tekrar savaş açacağını düşünüyordum ve bu sefer onların da süvarileri olacağı için yenmemiz çok zor olacaktı. Ve tüm askerleri başkentte topladım. Artık savaş için hazırdık. Fakat aradan bir hafta geçmesine rağmen hiçbir hareketlilik yoktu. Biz savaş hazırlıkları yaparken Kral aniden hastalandı ve yataklara düştü. Bu ani hastalığı araştırınca kralın zehirlendiğini öğrendik. Kralın aşçısını şehirden kaçmak üzereyken yakaladık. Bu aşçıda Gölge General’ in casusuymuş. Gölge General, Gölge İttifakı’ nın generaliymiş. Anlaşılan Gölge İttifakı tümüyle bize düşmandı fakat Gölge General düşmanlığın bile sınırlarını zorluyordu. Gölge General’ e dur deme vakti gelmişti fakat şimdi savaş için uygun bir zaman değildi.

9.Bölüm
Kralın vefat haberiyle şehir sessizliğe bürünmüştü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kralın oğlu yarın tahta geçecekti fakat ülkeyi yönetmek gibi zor bir görevin altından kalkabilir miydi? Hem de savaş zamanında bu çok zordu. Tören hazırlıkları hızla sürüyordu fakat benim törenle uğraşacak vaktim yoktu. Orduyu güçlendirmeliydim fakat kral öldükten sonra ordu için ayrılan altın düşmüştü. Devletin gelirinin büyük bir kısmı tören için ayrılmıştı. Acilen bir şeyler yapılmalıydı, yoksa Gölge İttifakına mağlup olacaktık.
Yeni kral büyük bir törenle ülkenin başına geçti. Tören bitince herkes işinin başına döndü. Ben de kışlaya gittim fakat askerlerin hiçbiri yoktu. Kışla muhafızlarından öğrendiğime göre kral tüm askerleri terhis edip hepsini oduncu kampına ve madenlere göndermiş ve sülfür üretimini de durdurmuş. Toplantı yapmadan, kimseye sormadan nasıl böyle bir karar almış? Hemen saraya gidip kral ile bu konuyu konuştum fakat kralı ikna edemedim Saraydan çıktım ve kışlaya yöneldim. Bir muhafız:
- Generalim, vatandaşlar belediyenin etrafını sardı. Belediye başkanı sizin yardım edebileceğinizi söyledi.
- Kimse boşu boşuna protesto yapmaz. Ne oldu da kızdı vatandaşlar?
- Kral üzüm suyu üretimini kesti ve bağ işçilerinin hepsini madenlere gönderdi.
- Kralı koruyan iki muhafız hariç tüm muhafızları kışlada topla. Bende kralla konuşacağım.
-Emredersiniz
Kralla konuştum fakat hiçbir işe yaramadı. Hemen kışlaya gidip kılıcımı, kalkanımı aldım ve muhafızlarla birlikte belediye binasının yolunu tuttum. Belediye binasına geldiğimizde protesto hala devam ediyordu ve bina hasar almıştı. Hemen binanın önüne geçtik ve kalkanlarımızla binanın hasar almasını engelledik. Protestoyu engellemeye çalışırsak etraf kan gölüne dönecekti. Onun için sadece belediye binasına gelen taşları engelledik. Biraz zaman geçince de protesto bitti. Eğer böyle devam ederse bu ülke batardı. Maden kaynaklarımız çok fazla olmasına rağmen çoğu vatandaş madenlerde çalışıyordu. Hemen bir şeyler yapmalıydım. Şehirdeki vatandaşların bir kısmını gizlice askeri eğitime aldım. Sadece geceleri eğitime devam ediyorduk. Bir hafta sonra askerler hazırdı. Bu gizli bir birim olduğu için normal zamanlarda vatandaş, savaş zamanlarında asker olarak görev yapacaklardı.
Kapının sesiyle uyandım.” Gir “ dedim. Sur nöbetçisi gelmişti. Nöbetçi :
- Generalim, sonu görünmeyen bir ordu şehrimize yaklaşıyor.
- Ne kadar sürede gelirler?
- Yaklaşık yarım saat sonra burada olurlar.
- Tama sen git, ben de birazdan geliyorum.
- Emredersiniz.
Hemen hazırlanıp surun önüne gittim. Gerçekten de ordunun sonu görünmüyordu ve ordu tek millet değildi. Tüm Gölge müttefikleri geliyordu. Acilen diğer şehirlerdeki askerleri toplamalıydık. Haberciye görev vereceğim sırada liman görevlisinden kötü haber geldi. Ordu kadar büyük bir filo limanı ablukaya almak için geliyordu ve on beş dakika sonra burada olurdu. Kötü haberler üst üste geliyordu. Bu sefer de diplomat geldi ve kralın şehri teslim edeceğini ve bunu duyan vatandaşların da protesto ettiğini söyledi. Bu sözlerle birlikte artık sabır taşı çatlamıştı. Tüm orduyu aldım ve saraya yöneldim. Saraya girince hemen kralın çevresini kuşattık. Kralın muhafızları da karşılarında beni görünce saf değiştirip bizim yanımıza geçtiler. Herkes benim boşu boşuna darbe yapmayacağımı biliyordu. Kralı koruyan asker olmayınca kral da teslim olmak zorunda kaldı. Kralı zindana attıktan sonra kışlaya doğru hareket ettik.
Liman ablukaya alınmış ve ordu da şehre ulaşmıştı. Savaş başlamıştı ve bizim askerimiz de çok azdı. Artık tüm ümidimizi kaybetmiştik. Bu orduyu yenmemiz imkansızdı.

10.Bölüm
Surlar neredeyse yıkılmak üzereydi ve bizim askerlerimiz de bitkin düşmüş ve umutlarını kaybetmişti. Şimdi yapabileceğimiz en iyi şey şehri terk edip diğer şehirlerden birini başkent yapmaktı fakat Gölge İttifakı limanları da ablukaya almıştı. Artık şehirden çıkmamız imkansızdı. Tek yapabileceğimiz şey şehri ölene dek savunmaktı. Böyle düşünceler içinde yürürken liman görevlisi geldi. Yüzü gülüyor, heyecandan yerinde duramıyordu. Böyle bir zamanda benim de iyi bir habere ihtiyacım vardı. Liman görevlisi :
- “ Denizde resmen kıyamet kopuyor “ dedi. Anlamamıştım. Hemen limana doğru yürümeye başladık. Limana geldiğimizde ikimizin de yüzü güldü. Denizde hiç görmediğimiz büyüklükte bir donanma vardı fakat bayrakları Gölge İttifakımın bayrağı değil Aydınlık Çağı İttifakımın bayrağıydı ve Gölge İttifakının gemileri de batıyordu. Aydınlık Çağı İttifakı bize yardım etmeye gelmişti. Heyecandan gemilere pek dikkat etmemiştim. Gemilere dikkatli bir şekilde bakınca hiç görmediğim savaş gemileri gördüm fakat daha da şaşırtıcı şey gemilerin arasında çok sayıda ticaret gemisi olmasaydı.Şaşkınlıktan limanı açmayı unutmuştuk .Hemen limanı açtık ve ticaret gemileri büyük bir gürültüyle limana demir attı.Gemilerin içinden çok sayıda asker ve kaynak çıktı.Askerler limanın önünde hizaya geçtiler.Birkaç saniye sonra bir ticaret gemisi daha limana demirledi fakat bu geminin çevresinde savaş gemileri de vardı.Anlaşılan bu gemini içinde önemli kişiler vardı.Biraz sonra gemiden çok sayıda kral indi.Kral olduklarını üstlerindeki kıyafetlerden anlamıştım.Sanırım bunlar Aydınlık çağı ittifakının üyeleriydi.Gemiden en son dört kişi indi.Bunlar da ittifakın lideri,generali içişleri bakanı ve diplomatiydi.Limandaki askerlerin bir kısmını surda açılan gediklerden asker geçmesini engellemeleri için bizim askerlerin yanına gönderdiler.Diğer askerleri ise belediye binasının önüne gönderdiler.Aydınlık çağı ittifakının lideri yanıma geldi ve kralla görüşmek istediğini söyledi.Ben de kralın olmadığını söyledim.Anlamadığını görünce ben de olan olayları anlattım.Gülümsedi “iyi o zaman demek ki kral sensin“dedi hemen sonra toplantı yapmamız gerektiğini söyledi ve toplantı odasının yerini sordu.İttifak üyelerini toplantı odasına götürdüm.Ben de rastgele bir yere oturdum ve lidere oturması için baş köşeyi gösterdim fakat lider “biz burada sadece misafiriz.Bu şehirde olduğumuz sürece içimizdeki en yüksek makamlı kişi sizsiniz.Onun için burada oturmak sizin hakkınız,“dedi.Herkes yerine oturunca toplantı başladı.Düşmandaki süvarileri görüp şaşırmamaları için toplantıda süvariler hakkında da bilgi verdim.Benden sonra sözü lider aldı.Toplantıda alınana kararlara göre savaşta yorgun düştükleri için kendi askerlerimi geri çekecektim ve getirilen kaynaklarla süvari birlikleri eğitecektim.Düşmanın ordusunda çok sayıda süvari olduğu için askerlerimiz savunmaya önem verecek,topçu ve mancınıklarımızla sadece düşman topçu ve mancınıklarını vuracak ve bu sayede düşmanın surları yıkma süresini uzatmış olacaktık.Ben süvarileri eğittikten sonrada karşı saldırıya geçecektik.Surların yıkılma süresini uzatmak için zırhlı askerlerin korumasındaki vatandaşlarda surları tamir edecekti.Hemen planı uygulamaya koyulduk.
Savaşın başlamasının ardından dört gün geçmişti. Karşı tarafa destek birlikler de gelmiş fakat hala surları yıkmayı başaramamışlardı. Destek birliklerin gelmesinden dolayı eğitmem gereken birlikler de artmıştı. Savaş başladığından beri süvari eğittiğimden hiç uyumamıştım. Geceleri savaşa ara verip herkes dinleniyor fakat ben yine süvari eğitiyordum. Sonunda süvarilerin hepsini eğittim ve ittifakın her üyesi için de bir at eğittim. Karşı saldırıya geçmeden önce son kez toplantı yaptık. Toplantının sonunda aldığımız karara göre herkes kendi ordusunun başında duracak süvarilerin artı yönlerini eksi yönlerini, süvarilerle yapılabilecek taktikleri en iyi ben bildiğim için savaşı da ben yöneteceğim.
Savaşın beşinci gününün şafak vaktinde karşı taraftaki uzun menzilli askerlerdi. Mancınık,top ve okçularla karşı tarafın mancınık top ve okçularını öldürdükten sonra bizim sıramız geldi. Küçük bir süvari birliğiyle taarruza geçecektik. Bu küçük birliğin de başında ben vardım. Tam harekete geçeceğimiz sırada başım döndü ve attan düşecekmiş gibi oldum. Bunu gören lider :
-“ Biz sana ne zamandan beridir söylüyoruz biraz dinlen diye. Savaş sırasında bayılıp kalsan ne olacak?
Liderin generale verdiği emirle birlikte general beni kışlaya götürdü. Biraz dinledikten sonra ordunun başına geri döndüm. Ben dinlenirken karşı taarruza geçilmeyip, sadece bizim tarafımıza gelen düşmanları öldürmüşler. Küçük süvari birliğini tekrar kurduktan sonra taarruza geçtik. Küçücük bir birlikle geldiğimizi gören düşmanlar da cesaretlenmiş bize doğru geliyordu. Biraz savaştıktan sonra geri çekilip şehre doğru gitmeye başladık. Bizim kaçtığımızı gören düşmanlar da peşimizden koşuyordu. Plan tıkır tıkır işliyordu. Şehre yaklaşınca okçulara verdiğim emirle birlikte okçular düşmanı ok yağmuruna tuttu. Düşman böyle bir saldırı beklemediği için ne yapacağını şaşırıp kaçışmaya başladı. Şimdi sıra yine bizdeydi. Tüm süvari birlikleriyle hücuma geçtik ve düşmanın kalan süvarilerini de temizledik. Artık düşmanda sadece kılıç ustaları ve hoplitler kalmıştı. Hava kararmıştı ve savaşa ara verilmişti.

11.Bölüm
Düşmanlara gönderdiğim ajan geri gelmişti;
-“ Hepsi uyudu mu? “ diye sordum. Ajan:
-“ Evet hem de hepsi.”
-“ Tamam. Şimdi saraya git ve herkesi uyandır. Düşmana baskın yapacağız. “
-“ Emredersiniz. “
Düşmanlara ajan gönderip yemeklerine uyku ilacı kattırmıştım. Tüm askerler de o yemeği yediği için hepsi uyuyakalmıştı. Şimdi tek yapmamız gereken düşmana baskın yaparak tuzağa düşürmekti.
Birkaç dakika sonra tüm ordular hazır ve ittifakın her üyesi de askerlerinin başındaydı. Hemen yola koyulduk. Düşmanın olduğu yere gitmek fazla zamanımızı almamıştı. Yanımızda getirdiğimiz iplerle düşmanların hepsini bağladık. Verdiğim uyku ilacı çok etkili olduğundan hiçbiri uyanmamıştı. Hepsinin atlarını, silahlarını ve zırhlarını birkaç askerle birlikte şehre gönderdik. Sonra da düşmanları uyandırdık. Karşılarında bizi görünce çok şaşırmışlardı. Hepsini şehre götürüp zindana attıktan sonra Gölge ittifakının üyelerini, Aydınlık Çağı ittifakının liderinin yanına götürdük. Lider onlara çok merhametli davrandı. Tüm askerleri ve kralları bir miktar altın karşılığında serbest bıraktı. Ben olsam Gölge Generali ve Gölge Lideri kesin idam ettirirdim. Sonunda bu savaş da bitmişti. Aydınlık Çağ'ının üyeleri de bu savaşın bitmesiyle gitmiş fakat lider savaş ganimetlerini bırakmıştı. Savaş bittiğine göre kralı da zindandan çıkarabilirdik. Aslında bu kadar olaydan sonra kralı öldürmem gerekiyordu fakat babası çok iyi biriydi. O kadar zaman onun yanında çalışmıştım. Onun için bu krala zarar vermem yakışık almazdı. Hızlıca sarayın altındaki zindana gittim. Kral yaklaşık bir haftadır buradaydı. "Serbestsiniz makamınıza dönebilirsiniz" dedim fakat ben onun sözlerini duyunca daha çok şaşırdım. Bu makam için hazır olmadığını, benim kal olmamı istediğini ve o da benim yardımcım olmak istediğini söyledi ve tahta çıkınca ilk iş olarak ölen generalin oğlunu general yaptım. Çünkü general bildiği her şeyi oğluna da öğretmişti. Sonra da toplantı yapıp eksikleri tamamlamaya çalıştım. Sonunda şehir huzura kavuşmuştu. Bayağı bir zamandır savaşlar yüzünden herkes mutsuzdu. Savaşlar bitince herkes rahatlamıştı. Bütün vatandaşlar el birliği ile şehri onarıyordu. Böyle devam edersek yakın zamanda toparlanırdık.
Muhafızın sesiyle kendime geldim.
Muhafız: -Elçi ve bilim adamı huzurunuza çıkmak istiyor.
-Tamam gelsinler.
Elçinin de bilim adamının da yüzü gülüyordu. Bu arada iyi haberler peş peşe geliyordu. Elçinin gelme sebebi Aydınlık Çağı İttifakının bizi aralarında görmek istemesi ve ittifak için süvari birlikleri eğitmemizi istiyordu. Bilim adamının gelme nedeni ise inanılmaz devlerden eğitebileceğimizi söylemekti. Aradan yaklaşık bir ay geçmişti. Çok büyük ve güçlü bir ordu kurmuştuk. Fakat Gölge ittifakından hala ses yoktu. Düşünceler içinde yürürken tersaneye geldiğimi fark etmemiştim. Gemi sesleriyle gerçek dünyaya döndüm. Son savaştan sonra donanmaya daha fazla önem vermeye başlamıştım. Bu bölgedeki en büyük donanma bizdeydi. Gölge ittifakı bile cesaret edip denizde bizimle savaşmazdı.
General:
-Kralım bu ara çok dalıyorsunuz.
-Düşünüyordum yaklaşık iki yıl önce ne durumdaydım. Şimdi ne durumdaydım. Biz konuşurken elçi de bize doğru koşuyordu. Yanımıza gelirken nefes nefese kalmıştı.
Elçi:
- İttifaktan haber var. Gölge, kaos, karaltı, isyan, fırtına ittifakları liderimizin başkenti Yeniçağ'a hareket halindeler.

son bölüm sığmadığı için aşağıya aldım haberiniz olsun :smile:

edit
12. Bölüm Eklendi
 
İlk ve kısa bir bölüm için heyecanlı olduğunu söylemeliyim. Anlatımda biraz daha heyecan unsurları katılırsa, melesa,
Nihayet zindandan çıkmayı başarmıştım, biraz ilerleyince arkamdan sesler duydum, arkama bakınca üç kişinin bana doğru hızla geldiğini fark ettim. Bir adım daha atacak halim kalmamıştı ve peşimdeki adamlar çok hızlı koşuyorlardı, eğer onlara yakalanırsam kim bilir ne eziyetlere maruz kalacaktım.
Yerine, biraz daha "renklendirerek",
Nihayet zindandan çıkmayı başarmıştım. Güneş gözüme ilk defa bu kadar harika görünüyordu. Biraz ilerleyince arkamdan sesler duydum, gittikçe yaklaşan sesler. Arkama bakınca üç kişinin bana doğru hızla geldiğini fark ettim. [Ellerindeki silahları, zırhlarının karanlıktan gün ışığına geçince nasıl parladığını vs. yazabilirsin]
Böyle örneğin:smile: Devamını bekliyorum, başarılar :wink:
 
Bittiği için derken? Bu kadar mıydı? Yoksa gelecek bölümden mi bahsediyorsun?
Ve eğer iletini düzenlemek istersen, sağ üstteki "değiştir" i kullanarak yazdıklarını değiştirebilirsin.
 
hikaye 1 yıl önce bitti
12 bölüm var fakat sıkıcı olmasın diye her bölümü aynı anda yayınlamıyorum :smile:
bu ilk hikayem olduğu için biraz acemice oldu yeni hikayeme tavsiyelere dikkat edeceğim :grin:
 
12.Bölüm
- “Tüm ordu ve donanma hazır olsun. Büyük savaş başlıyor. Savaş başlamadan önce orada olmalıyız.” General:
- “ Emrederseniz kralım.”
- “Elçi, sende bizim ittifakla veya bizimle dost olan ittifaklara sor bakalım yardım edebilirler miymiş?” Elçi:
- “ Emredersiniz kralım.”
- “Büyük savaş başlıyor !”
Yeniçağ şehrine geldiğimizde düşmanlar daha gelmemişti. Biraz bekleyince donanmamızda geldi. Artık savaşa hazırdık. Şehirde inanılmaz büyüklükte bir ordu ve donanma vardı. Şehri gezerken ağzım açık kalmıştı. Şehrin büyüleyici bir görüntüsü vardı ve hayatımda böyle büyük bir sur görmemiştim.
Düşman donanması uzaktan görününce bizim donanmamız da yerlerini almaya başladı. Balon gemilerindeki balonlar da helyum gazıyla şişirilmiş gemilere bağlı bir şekilde bekliyordu. Düşman bizim donanmamızı görünce savaşın uzun süreceğini anlayıp gelen askerlerini geri çekmişti. Eğer geri çekmezse askerler gelince deniz savaşı devam ediyor olacak ve askerleri taşıyan gemiler de limanda savaş olduğunu görüp geri kaçacaktı.
Nihayet düşman gemileri geldi ve deniz savaşı başladı. Denizde bile yanmaya devam eden ateşler herkesi korkutuyordu. Düşmanın müttefikleri daha çok olduğu için donanması da daha büyüktü. Hemen bir şeyler yapmazsak yenilecektik. Aklıma muhteşem bir fikir gelmişti. Savaşta üstünlük sağlayabilirdik. Liderle konuştum ve planı uygulamaya koyulduk. Dev alev topları atan mancınıkları limanın önüne getirdik ve alev yerine denizde de yanan alevleri düşman gemilerine atması için emir verdim. Düşmanlar hiç beklemedikleri yerden gelen bu saldırı karşısında e yapacaklarını şaşırmış, donup kalmışlardı. Düşmanlar amirallerinden yeni bir emir bekliyorlardı. Gemilere mi yoksa mancınıklara mı saldıracaklardı. Düşmanın bu hareketsiz durumundan faydalanarak, başında demir bir mahmuzu bulunan şahmerdan gemilerini düşman gemilerine hızla çarptırarak düşman donanmasının savunma hattını yardık. Düşman gemileri bu ani baskın karşısında ne yapacağını şaşırıp kaçışmaya başladı. Düşman amirali düzenin bozulduğunu görünce yenileceklerini anlayıp donanmaya geri çekilme emri verdi. Yani bu savaşı kazanmıştık. Düşman donanmasının tekrar güçlenmesi uzun süreceği için uzun bir süre savaş olmazdı ve bu sürede de güçlenebilirdik. Bugünü bu şehirde geçirecektik. Yarın şafak vaktinde yola çıkacaktık.
Dışarıdan gelen seslere uyandım muhafızı çağırdım fakat ses gelmedi fakat ses gelmedi. Acaba dışarıda ne oluyordu? Odanın penceresinden dışarı baktım. Gördüğüm manzara çok korkunçtu. Donanmamız alevler içinde yanıyordu. Hemen hazırlanıp limanın yolunu tuttum. Lima geldiğimde gemilerden sadece bir iki tanesini kurtarabilmişlerdi. Gerisi kül olmuştu. Biraz zaman geçince de düşman gemileri ufukta görüldü. Boşu boşuna gemicilerin ölmesine göz yumamazdık. Kalan iki gemiyi tersaneye sakladık.
Düşmanların gemilerinden hemen sonra askerleri de geldi. Büyük savaş başlamıştı. Hemen plan yaptık. Sarayın gizli geçitlerinden düşmanların arkasına geçip çift taraflı saldırı yapacaktık. Plan çok iyi işliyordu. Gizli geçitlerden geçerek düşman askerlerinin gerisindeki gizli geçitten çıktık. Tam düşmana saldıracağımız sırada arka taraftan bir birlik bize doğru gelmeye başladı. Düşman birliği bizden çok daha büyüktü ve savaşırsak iki ateş arasında kalacaktık. Geri çekilmek zorundaydık. Düşman birlikleri gelmeden önce şehre girmeyi başardık. Artık aramızda casus olduğundan kuşkulanıyordum fakat bunu söyleyemiyordum. Eğer casus yoksa iftira atmış olacaktım. Aklıma bir fikir gelmişti. Bu gece uyumayacak ve şehirden kuşların dahi çıkmasına izin vermeyecektim. Gece olunca herkes yatmıştı fakat ben surun üzerinde nöbet tutuyordum. Bayağı bir zaman bekledim fakat gelen giden olmadı. Tam saraya gideceğim sırada havada beyaz bir şey gördüm. Ok ve yayımı elime aldım ve nişan alıp attım. Tam isabet etmişti. Hemen düştüğü yere gittim. Bu bir casus kuşuydu. Pençesinde de bir mektup vardı. Mektubu aldım ve açtım. Mektupta şunlar yazıyordu :
Mektubunuzu aldım. Tam kararlaştırdığımız gibi gece herkes uyurken geleceğiz ve sizin yardımlarınızla gizlice şehre gireceğiz. Siz bu mektubu okurken biz yola çıkmış olacağız. Bu mektubu okuduktan sonra yok etmeniz kendi yararınıza olacaktır.
Bu savaşı hemen kazanmamız dileğiyle
Gölge Lider
Harika bir plan yapmıştım fakat onun için bu mektubun generale gitmesi gerekiyordu. Hemen istihbaratçıların başkanının yanına gittim. O da mektubu bir kuşun pençesine takıp generalin olduğu odanın penceresine gönderdi. Kuş pencereden girince bizde saklandık. Biraz sonra general dışarı çıktı. Sur kapısını açacağı sırada yakalayıp bağladık. Sıra düşmanlara gelmişti. Hoplitleri ve kılıç ustalarını surdan dışarı çıkardık ve sakladık. Tüm okçuları da sura çıkarıp sakladık. Biraz bekleyince düşmanlar da geldi. Okçulara verdiğim emirle birlikte aniden saklandıkları yerden çıkıp düşmana ok atmaya başladılar. Düşmanlar böyle bir baskın beklemediklerinden kaçışmaya başladılar. Sıra hoplit ve kılıç ustalarındaydı. Saklandıkları yerden çıktılar ve kalan düşmanları da öldürdüler. Gölge ittifakının üyeleri de bu savaşta ölmüştü. Artık Gölge ittifakı diye bir sorunumuz kalmamıştı. Liderlerinin öldüğünü duyan gemiciler de kaçmışlardı. Onlarla birlikte kaçmaya çalışan general de okçulara hedef olmuştu. Bu savaştaki üstün başarımdan dolayı ittifakın generalliği de bana verilmişti. Uzun bir zamandan sonra artık rahat bir nefes alabilirdik.
--------------------------------------------------------------------Hikayenin Sonu --------------------------------------------------------------------

yorumlar için konuyu kilitlemiyorum
yorumlarınızı bekliyorum  :grin:
 
Back
Top Bottom