Bu yazıda Türkiye'nin genetiğini, Türklüğünü ve Anadolu Rumlarını konuşacağız.
Rum kelimesi köken olarak Arapça "Roma" demektir ve "Anadolu topraklarını belirtmek için kullanılır. Bu yüzden Selçuklular Anadolu'yu fethettiklerinde kurdukları devlete "Roma Sultanlığı" adını vermiştir.
Yani bizim Anadolu Selçuklu dediğimiz asıl devletin adını Roma Sultanlığıdır.
Doğu Roma Devleti hanedan kökeni itibariyle Grek(Yunan) olup, halkı Grek ve Grek olmayan unsurlardan oluşan bir İmparatorluktu. Grek unsurlar genelde bugünkü Yunanistan, İstanbul ve Batı Anadolu bölgesiyle sınırlıydı. İmparatorluğun diğer tebaası köken itibariyle Antik Anadolulu olup, zaman içerisinde Helenleşmişti (Yunanlılaşmıştı). İmparatorluk bizim bugün "Rumca" dediğimiz ve büyük oranda Yunancanın; Latince ve Slav dillerinin etkisinde kalmasıyla oluşmuş bir dil konuşurdu.
Doğu Roma Devleti ise kendi halkını aynı dili ve dini paylaştıkları için ayırt etmeksizin "Romalı" olarak adlandırırdı. Yalnız Byzantion dedikleri başkent Konstantinopolis'in halkı, devletin diğer tebaasından çok daha prestijli ve seçkindi.
Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans olarak adlandırılması ise zaman içinde topraklarını kaybedip başşehir Byzantion ile sınırlı kalarak bir şehir devlet haline gelmesiyle başlamış ve kısmen yeni bir adlandırmadır. Tıpkı Venedik gibi, Trebizond gibi yada günümüzden Vatikan gibi Doğu Roma Devleti'de başkentleri Byzantion (Konstantinopolis) hariç topraklarını kaybettiği için Bizans (Byzantine) olarak adlandırılmıştır.
Tugrıl(Tuğrul) ve Cagrı(Çağrı) adlı Türkmenlerin Kınık aşiretinden iki erkek kardeşin bugünkü Horasan dolaylarından çıkarak başlattıkları fetih hareketi sonucu önce İran, ardından Irak, Suriye, Kudüs, ve Anadolu gibi pek çok memleket Türk idaresi altına girdi. Bizim konumuz olan Anadolu topraklarının istilası ise Çağrı Beg'in oğlu Sultan Alp Arslan ile başlayıp, Süleyman Şah ile devam etti ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde tamamlandı.
Selçuklu İstila Noktaları
Doğu Roma İmparatorluğunun sadece 70 yılda Selçuklu'ya kaptırdığı topraklar:
Dönemin Bizans kaynakları Anadolu'ya gelen Türklerin ardı arkasının kesilmediğini, yanlarında getirdikleri keçi gibi küçükbaşlar ile Anadolu çayırlarını kuruttuklarını anlatır ve Türklerin sayısını "ayaklar altında çatırdayan milyonlarca kum tanesi kadar" olarak belirtir. Selçuklu Türkleri istila ettikleri Anadolu'da farklı yerlerde eş zamanlı olarak sayısı on binleri, yüz binleri bulan ordular çıkartmaktaydı.
Sadece Gürcistan'ın işgali için 12 Ağustos 1121 yılında Emir İlgazi komutasında Didgori ovasına gelen ve Gürcülere yenilerek tamamına yakını katledilen Türk ordusunun sayısı dönemin kroniklerine 600 ile 800 bin arası olarak verilmektedir. Sayıları 15 bin kişilik Kıpçak ile beraber 50 bin kadar olan Gürcü ordusunun bu galibiyeti hala her sene eylül ayında "Mucizevi Zafer Bayramı" olarak kutlanmaktadır.
Kısacası Türkler Anadolu'ya akın akın ve büyük kitleler halinde gelmişlerdi. Lakin modern tarihçilerin iddia ettiği gibi Türkler seyrek nüfuslu bir Anadolu'ya yerleşmedi. O dönem Anadolu, Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğinde parlak günler süren kalabalık bir memleketti. Fakat yukarda da belirtildiği gibi nüfusun ekseriyeti Yunanlılardan değil "Romalılar" (Rumlar) denen Helenleşmiş Anadolu halkından meydana geliyordu.
Dönemin(1050-1204) en ünlü üç Bizans kaynağı olan Anna Komnini: Alexiad, İoannis Kinamos: Historia ve Nikitas Honiatis: Historia ele alınarak yazılmış "Bizans Tarihyazımında Öteki Selçuklu Kimliği" adlı kitaptan "Türkleşme" süreciyle ilgili bazı alıntılar:
".....Vasileus (İmparator) asker sayısının azlığını göz önünde tutarak doğrudan Türkleri orduya almanın gerekliliğine hükmetti ve bu dileğini Sultan'a iletti. Devletin içinde bulunduğu kötü şartlardan kurtulması için doğrudan Türkler'e bel bağlamıştı. Çünkü I.Aleksios , Anadolu Hristiyanlarından umudunu kesmişti; onlar kafir Türklerin buyruğuna girmiş ve bundan dolayı da artık kirlenmişlerdi. Aleksius, kafir Asya barbarlarından yani Türklerden yardım diliyor ve bunda bir sakınca görmüyor; ancak Anadolu Rumlarının kafir Türklerle münsabetine tepki gösterip onları pislenmişlikle suçluyordu. Siyaseten Bizans'tan kopmuş olan Anadolu Rumları, bundan sonra dinen de Bizans'tan kopmaya başladı."
"...Aksi bir durum, Beyşehir gölü civarındaki Rumlar için geçerliydi. Buradaki yerli halk uzun süredir Türklerle birlikte yaşamaktan artık "onlarlaşmaya" başlamış ve Vasileus'a (İmparator) itaat etmez olmuşlardı."
"İkinci olarak, Rum tebaasıyken Türklerin bölgeye gelmesiyle onlarla dostane ilişkiler kuran Pusgusi halkıdır. Vasileus, Neokesaria bölgesinde kardeşinin oğlu Ioannis'in Türklerin tarafına geçmesinden kısa bir süre sonra, Antalya bölgesindeki bazı yörelerin "Türklere boyun eğdiği" ve bu yörelerde bulunan Hristiyan halkın "akıllarını yitirmişçesine" kendisi hakkında kötü sözler ettiklerinin ve Türkler gibi yaşamaya başladıklarının haberini aldı."
"Tanrısız Türklerin başında Sultanlığını Konstantinopolis şehrinin karşı sahiline kurabilecek kadar cüretkar Süleyman Şah vardır. O ve onun Begleri Anadolu'yu yağmalayarak hakimiyet altına almış hatta Marmara Denizi'ni geçmeye kalkışmışlardı. Tüm bu olup bitenler karşısında Anadolu Rumlarının sessizliği, kendilerini yağmalayan Türklere adeta destek verir nitelikteydi. Rum halkı Türkleri kiliselerde bile barındırıyordu. Konstantinopolisliler de işte bu durumu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Bir Rum nasıl olurda Türklere yardım edebilirdi? Bizans'ın eski tebaası Rumlar şimdi Süleyman Şah emrindeydi ve ve Türk tebaası olmaktan oldukça memnun olmalıydılar."
Bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda Anadolu tebaası olan Rumların büyük bölümünün Bizans için savaşmadığı, Türklere karşı direnmediği ve hatta Bizans'a karşı onlara yardım ettiği görülmektedir. Neden yöneticileri olan Bizans'a karşı böyle bir tutum içine girip Türklerden taraf oldukları bilinmez lakin Türkleşmeleri için çok mantıklı bir sebebi kesin olarak belirtebiliriz: Ekonomi.
Bir toplumun yabancı bir üst kültürü anlaması, kabullenmesi ve alışması normal şartlarda çok uzun süreler gerektiren sosyolojik bir olgudur. Ancak bu süreç ekonomik kuvvet yabancı kültürün elindeyse beklenmedik biçimde kısalabilir. Türkler tarafından domine edilen yörelerde hakim dil Türkçeydi. Dolayısıyla en basitinden pazarlarda karşılıklı ticaret yapmak isteyen herkes Türkçe öğrenmek zorundaydı.
Zaten "Rum" denilen Antik Anadolu halkı kendi kültürel kimliğini yitirmiş ve başka bir etno-kültürel üst kimliğe bürünmüştü. Dolayısıyla egemen unsur değiştiği zaman bu sefer onun kimliğine adapte olması öngörülebilir bir olgudur. Dil bakımından Türkleşen halk zaman içerisinde onlara maddi yada manevi bir üstünlük sağlamadığını farkettikleri dinlerini de değiştirip Müslüman olmuş olabilirler. Nitekim Bizans hakimiyeti bittiği anda gayr-i müslim olmaları onlara yanlızca ekonomik açıdan sorun getirecek ve cizye denilen ağır vergiler ödemek durumunda kalacaklardı.
Lakin bu yazıdan Rumların tamamının Türkleştiği yahut Türkiye halkının Rum olduğu kanısına varılmalıdır. Osmanlının 1906 nüfus sayımlarında dahil 2,833,370 Rum (Osmanlı Devletinde Yunanlılarda Rum sayılmaktadır) sayılmıştır. Daha sonra bu Rumların büyük bölümü Nüfus mübadelesinde Yunanistan'a yollanmıştır. Fakat Bizans'ın Anadolu tebaasının büyük bölümü Türkleşmiş ve Türklerle evlenmişlerdir, kız alıp kız vermişlerdir.
Türkiye'den Gen testi yaptıran illerin Mongoloid yani Asya genlerinin haritası bu şekilde verilmiştir:
(Harita için DeliKurt'a teşekkürler)
Haritadan da görüldüğü üzere en büyük Türk nüfusu Batı Anadoluda ve Ege'de bulunmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk genlerinin seyrek olmasının sebebi Osmanlı'nın bölgedeki Türkmenleri iskan politikasıyla Balkanlara yollamasıdır. Bu politikadan ötürü Anadolunun doğusu Türkleşememiş ve etnik açıdan sorunlu bir bölge haline gelmiştir.
Selçuklu Medeniyetine ait heykelleri incelersek onların, yani Anadolu'ya Türklüğü getirenlerin neye benzediklerini açıkça görebiliriz.
Modern bir karşılaştırma yaparsak muhtemelen bu şekilde görüneceklerdir.
Rum kelimesi köken olarak Arapça "Roma" demektir ve "Anadolu topraklarını belirtmek için kullanılır. Bu yüzden Selçuklular Anadolu'yu fethettiklerinde kurdukları devlete "Roma Sultanlığı" adını vermiştir.
Yani bizim Anadolu Selçuklu dediğimiz asıl devletin adını Roma Sultanlığıdır.
Doğu Roma Devleti hanedan kökeni itibariyle Grek(Yunan) olup, halkı Grek ve Grek olmayan unsurlardan oluşan bir İmparatorluktu. Grek unsurlar genelde bugünkü Yunanistan, İstanbul ve Batı Anadolu bölgesiyle sınırlıydı. İmparatorluğun diğer tebaası köken itibariyle Antik Anadolulu olup, zaman içerisinde Helenleşmişti (Yunanlılaşmıştı). İmparatorluk bizim bugün "Rumca" dediğimiz ve büyük oranda Yunancanın; Latince ve Slav dillerinin etkisinde kalmasıyla oluşmuş bir dil konuşurdu.
Doğu Roma Devleti ise kendi halkını aynı dili ve dini paylaştıkları için ayırt etmeksizin "Romalı" olarak adlandırırdı. Yalnız Byzantion dedikleri başkent Konstantinopolis'in halkı, devletin diğer tebaasından çok daha prestijli ve seçkindi.
Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans olarak adlandırılması ise zaman içinde topraklarını kaybedip başşehir Byzantion ile sınırlı kalarak bir şehir devlet haline gelmesiyle başlamış ve kısmen yeni bir adlandırmadır. Tıpkı Venedik gibi, Trebizond gibi yada günümüzden Vatikan gibi Doğu Roma Devleti'de başkentleri Byzantion (Konstantinopolis) hariç topraklarını kaybettiği için Bizans (Byzantine) olarak adlandırılmıştır.
Tugrıl(Tuğrul) ve Cagrı(Çağrı) adlı Türkmenlerin Kınık aşiretinden iki erkek kardeşin bugünkü Horasan dolaylarından çıkarak başlattıkları fetih hareketi sonucu önce İran, ardından Irak, Suriye, Kudüs, ve Anadolu gibi pek çok memleket Türk idaresi altına girdi. Bizim konumuz olan Anadolu topraklarının istilası ise Çağrı Beg'in oğlu Sultan Alp Arslan ile başlayıp, Süleyman Şah ile devam etti ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde tamamlandı.
Selçuklu İstila Noktaları
Doğu Roma İmparatorluğunun sadece 70 yılda Selçuklu'ya kaptırdığı topraklar:
Dönemin Bizans kaynakları Anadolu'ya gelen Türklerin ardı arkasının kesilmediğini, yanlarında getirdikleri keçi gibi küçükbaşlar ile Anadolu çayırlarını kuruttuklarını anlatır ve Türklerin sayısını "ayaklar altında çatırdayan milyonlarca kum tanesi kadar" olarak belirtir. Selçuklu Türkleri istila ettikleri Anadolu'da farklı yerlerde eş zamanlı olarak sayısı on binleri, yüz binleri bulan ordular çıkartmaktaydı.
Sadece Gürcistan'ın işgali için 12 Ağustos 1121 yılında Emir İlgazi komutasında Didgori ovasına gelen ve Gürcülere yenilerek tamamına yakını katledilen Türk ordusunun sayısı dönemin kroniklerine 600 ile 800 bin arası olarak verilmektedir. Sayıları 15 bin kişilik Kıpçak ile beraber 50 bin kadar olan Gürcü ordusunun bu galibiyeti hala her sene eylül ayında "Mucizevi Zafer Bayramı" olarak kutlanmaktadır.
Kısacası Türkler Anadolu'ya akın akın ve büyük kitleler halinde gelmişlerdi. Lakin modern tarihçilerin iddia ettiği gibi Türkler seyrek nüfuslu bir Anadolu'ya yerleşmedi. O dönem Anadolu, Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğinde parlak günler süren kalabalık bir memleketti. Fakat yukarda da belirtildiği gibi nüfusun ekseriyeti Yunanlılardan değil "Romalılar" (Rumlar) denen Helenleşmiş Anadolu halkından meydana geliyordu.
Dönemin(1050-1204) en ünlü üç Bizans kaynağı olan Anna Komnini: Alexiad, İoannis Kinamos: Historia ve Nikitas Honiatis: Historia ele alınarak yazılmış "Bizans Tarihyazımında Öteki Selçuklu Kimliği" adlı kitaptan "Türkleşme" süreciyle ilgili bazı alıntılar:
".....Vasileus (İmparator) asker sayısının azlığını göz önünde tutarak doğrudan Türkleri orduya almanın gerekliliğine hükmetti ve bu dileğini Sultan'a iletti. Devletin içinde bulunduğu kötü şartlardan kurtulması için doğrudan Türkler'e bel bağlamıştı. Çünkü I.Aleksios , Anadolu Hristiyanlarından umudunu kesmişti; onlar kafir Türklerin buyruğuna girmiş ve bundan dolayı da artık kirlenmişlerdi. Aleksius, kafir Asya barbarlarından yani Türklerden yardım diliyor ve bunda bir sakınca görmüyor; ancak Anadolu Rumlarının kafir Türklerle münsabetine tepki gösterip onları pislenmişlikle suçluyordu. Siyaseten Bizans'tan kopmuş olan Anadolu Rumları, bundan sonra dinen de Bizans'tan kopmaya başladı."
"...Aksi bir durum, Beyşehir gölü civarındaki Rumlar için geçerliydi. Buradaki yerli halk uzun süredir Türklerle birlikte yaşamaktan artık "onlarlaşmaya" başlamış ve Vasileus'a (İmparator) itaat etmez olmuşlardı."
"İkinci olarak, Rum tebaasıyken Türklerin bölgeye gelmesiyle onlarla dostane ilişkiler kuran Pusgusi halkıdır. Vasileus, Neokesaria bölgesinde kardeşinin oğlu Ioannis'in Türklerin tarafına geçmesinden kısa bir süre sonra, Antalya bölgesindeki bazı yörelerin "Türklere boyun eğdiği" ve bu yörelerde bulunan Hristiyan halkın "akıllarını yitirmişçesine" kendisi hakkında kötü sözler ettiklerinin ve Türkler gibi yaşamaya başladıklarının haberini aldı."
"Tanrısız Türklerin başında Sultanlığını Konstantinopolis şehrinin karşı sahiline kurabilecek kadar cüretkar Süleyman Şah vardır. O ve onun Begleri Anadolu'yu yağmalayarak hakimiyet altına almış hatta Marmara Denizi'ni geçmeye kalkışmışlardı. Tüm bu olup bitenler karşısında Anadolu Rumlarının sessizliği, kendilerini yağmalayan Türklere adeta destek verir nitelikteydi. Rum halkı Türkleri kiliselerde bile barındırıyordu. Konstantinopolisliler de işte bu durumu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Bir Rum nasıl olurda Türklere yardım edebilirdi? Bizans'ın eski tebaası Rumlar şimdi Süleyman Şah emrindeydi ve ve Türk tebaası olmaktan oldukça memnun olmalıydılar."
Bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda Anadolu tebaası olan Rumların büyük bölümünün Bizans için savaşmadığı, Türklere karşı direnmediği ve hatta Bizans'a karşı onlara yardım ettiği görülmektedir. Neden yöneticileri olan Bizans'a karşı böyle bir tutum içine girip Türklerden taraf oldukları bilinmez lakin Türkleşmeleri için çok mantıklı bir sebebi kesin olarak belirtebiliriz: Ekonomi.
Bir toplumun yabancı bir üst kültürü anlaması, kabullenmesi ve alışması normal şartlarda çok uzun süreler gerektiren sosyolojik bir olgudur. Ancak bu süreç ekonomik kuvvet yabancı kültürün elindeyse beklenmedik biçimde kısalabilir. Türkler tarafından domine edilen yörelerde hakim dil Türkçeydi. Dolayısıyla en basitinden pazarlarda karşılıklı ticaret yapmak isteyen herkes Türkçe öğrenmek zorundaydı.
Zaten "Rum" denilen Antik Anadolu halkı kendi kültürel kimliğini yitirmiş ve başka bir etno-kültürel üst kimliğe bürünmüştü. Dolayısıyla egemen unsur değiştiği zaman bu sefer onun kimliğine adapte olması öngörülebilir bir olgudur. Dil bakımından Türkleşen halk zaman içerisinde onlara maddi yada manevi bir üstünlük sağlamadığını farkettikleri dinlerini de değiştirip Müslüman olmuş olabilirler. Nitekim Bizans hakimiyeti bittiği anda gayr-i müslim olmaları onlara yanlızca ekonomik açıdan sorun getirecek ve cizye denilen ağır vergiler ödemek durumunda kalacaklardı.
Lakin bu yazıdan Rumların tamamının Türkleştiği yahut Türkiye halkının Rum olduğu kanısına varılmalıdır. Osmanlının 1906 nüfus sayımlarında dahil 2,833,370 Rum (Osmanlı Devletinde Yunanlılarda Rum sayılmaktadır) sayılmıştır. Daha sonra bu Rumların büyük bölümü Nüfus mübadelesinde Yunanistan'a yollanmıştır. Fakat Bizans'ın Anadolu tebaasının büyük bölümü Türkleşmiş ve Türklerle evlenmişlerdir, kız alıp kız vermişlerdir.
Türkiye'den Gen testi yaptıran illerin Mongoloid yani Asya genlerinin haritası bu şekilde verilmiştir:
Haritadan da görüldüğü üzere en büyük Türk nüfusu Batı Anadoluda ve Ege'de bulunmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk genlerinin seyrek olmasının sebebi Osmanlı'nın bölgedeki Türkmenleri iskan politikasıyla Balkanlara yollamasıdır. Bu politikadan ötürü Anadolunun doğusu Türkleşememiş ve etnik açıdan sorunlu bir bölge haline gelmiştir.
Selçuklu Medeniyetine ait heykelleri incelersek onların, yani Anadolu'ya Türklüğü getirenlerin neye benzediklerini açıkça görebiliriz.
Modern bir karşılaştırma yaparsak muhtemelen bu şekilde görüneceklerdir.