Afrandez said:Okulumun bana bu yıl vereceği ağırlık benim yeni bölüm atmamı engelleyecek. Yeni bölümleri yazmaya devam edeceğim, belki arada buraya atarım da; fakat esas planım bunları yazdıktan sonra İngilizce’ye çevirerek bir çeşit film yapmak. Tabii bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum fakat zor olmamalı.
Konunun spam yuvası olmaması amacıyla konuyu kilitliyorum. Sonuçta burası bir nevi tarla olacak.
Hikayemiz her şeyini kaybeden bir adamın Wathear’daki yükselişini konu alıyor. Genel olarak çoğu şey fantastik olarak düzenlendi. Yakın zamanda Wathear’ın haritasını buraya atacağım.
13 Nisan 1618
Gözümü açtım. Kumların üstünde yattığımı hissediyordum. Hemen ayağa kalkmak istedim ama kalkamadım. Yavaş yavaş gerindim. Üçüncü doğrulmamda ayağa kalkmayı başardım.
Solumda koca bir deniz, sağımda ise tropik bir orman vardı. Hatırladığım son şey gemide bir İngiliz’in beni arkamdan bir odunla kafama vurarak bayılttığıydı. Üzerimi yoklayarak neyim var ona baktım; sadece bıçağım ve bacağıma sakladığım piştovum vardı. Piştovun halen çalıştığını anlamak için ateşlememe gerek yoktu, yine de kullanmamaya karar verdim. Risk almayacaktım.
Denizin suyunu süzüp içmem şu aşamada imkansız olduğundan ormana girip ne bulabileceğime bakmaya karar verdim. Ormanın içi cennet gibiydi. Biraz yürüdükten sonra bir dere buldum. Oradan biraz su içtim. Sonra dereyi takip ederek bir yere ulaşabilir miyim diyerek hareket ettim. Dereyi takip ederken birden bir ses duydum. Dönüp baktığımda bir yaban domuzu üzerime geliyordu. Sağımda bir ağaç vardı, bir dalını kırıp mızrak yapabileceğim türden gördüğüm ilk ağaçtı. Domuz geldiğinde hemen sağa çekildim ve o dalı kırıp domuza doğrulttum. İkinci defa üzerime koşmaya başladı. Ben bir daha çekilip mızrağı saplayacakken domuzun soluna bir ok saplandı. O soluna bakarken ben de mızrağı sapladım ve domuz yere yattı. Ben domuza ikinci defa mızrağımı saplayacakken oku atan bana seslendi.
-Gerek yok, çoktan öldü
Dönüp baktım. Bana seslenen adam bir yerliydi. Sormadan edemedim.
-Dilimi biliyor musun?
+Buralarda herkes her türlü dili bilir. Ben Achamamti. Sen kimsin?
-Adım Leonardo Lencioni. En son bir gemide olduğumu hatırlıyorum ama nasıl olduysa burada buldum kendimi. Neredeyim ben?
+Bu kıtaya Wathear diyoruz. Senin için sanırım “fantastik” bir yer. 50 krallık, 400’den fazla kabile vardır burada. Krallıkların hepsi İmparatorluk düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Biz de arada kalan kabilelerden biriyiz
-Anlıyorum. Sanırım hayatımın kalanını burada geçireceğim.
+En azından yalnız başına değil. Benimle gelirsen seni misafir edebilirim, Earjet Kabilesi olarak seni misafir etmekten mutluluk duyarız.
Aslında şüphe duyuyordum ama içimdeki ses başka şansım yok dediğinden kabul ettim.
Domuzu alarak yola çıktık. Ufak bir patikadan geçerek Achamamti’nin kabilesinin yaşadığı yere ulaştık. Burası ornanın içindeki ufak bir düzlüğe kurulmuştu. Girmeden önce durdu ve bana burada beklememi söyledi. 5 dakika kadar sonra döndü ve içeri girdik. Herkes beni karşıladı. Hepsi de iki yıl önce tanıştığım Amerikan yerlileri gibi sıcaktı. Şefleri gelerek bana hoşgeldin dedi;
-Adım Makheirso. Achamamti senden bahsetti. Yanımızda yaşamanda sakınca görmüyoruz çünkü meşe ağaçları seni onayladı. Sadece bacağındaki aleti istiyoruz.
+Teşekkür ederim sayın şef fakat bacağımda bir şey olduğunu nereden biliyorsunuz?
-Ağaçlar söyledi.
İstemeyerek de olsa piştovu çıkarıp gösterdim. Beni bu yüzden düşman kabul ederler sanmıştım fakat düşündüğümün tam tersi oldu
-Burası idari olarak Hakjera Krallığı’na bağlı. Elindeki gibi silahlar geliştiriyorlar. Sen bu konuda bilgilisin, bizim için birlilte bu silahları ele geçirebilir misin?
Bu soruyu beklemiyordum. Kaldı ki onlar sadece bir kabileydi. Yine de heyecanlanmadan cevap verdim;
-Efendim; gördüğüm kadarıyla siz bir kabilesiniz. Yani temelde onları yenmemiz zor olur. Onlardan silah çalabilir miyiz hiç bir fikrim yok. Kısacası bu silahlar için erken olduğunu düşünüyorum. Ama size yardımcı olmak işime gelir, zira her şeyimi kaybettim.
Açıklamadan memnun kalmış olsa gerek ki isteği üzerlne artık Achamamti ile birlikte yaşamaya başladım. İkimiz de 23 yaşındaydık ve öz ailemiz yoktu. Anlattığına göre kendisi sekiz yaşındayken annesi ve babası düşman bir kabile tarafından öldürülmüştü. O zamandan beridir Şef Makheirso ona oğlu gibi bakıyordu.
Akşam yemeği için Şef Makheirso’nun kulübesine gittik. Kulübenin meşe ağacından olduğunu görünce şaşırdım çünkü meşe ağaçlarını kutsal kabul ediyorlardı. Achamamti anlattı;
-Meşe ağaçları bizim için kutsal, evet. Bu da onları istediğimiz gibi kullanmamızı engelliyor. Ağaçlar bize onay vermeden ne onları kesebiliriz, ne de işleyebiliriz.
+Onay verip vermediklerini nasıl anlıyorsunuz?
-Dokunarak. Elini duvara koy ve hissettiklerini söyle.
Gerçekten de söylediği gibiydi, elimi koyduğumda bana “şefin barınmasını sağlamaktan mutlu olduklarını” hissettim. Artık anlamıştım.
İçeri girdiğimizde herkes yuvarlak masada oturuyor ve sohbet ediyordu. Sohbet konularının ben olduğumu hissetmeme kalmadan Şef Makheirso beni karşılayarak masaya oturttu.
Yemekten sonra Şef Makheirso bir konuşma yapmak için ayağa kalktı ve şunları söyledi;
-Değerli dostlarım; bugün gelen Leonardo Lencioni hakkında hem ağaçlardan, hem de kendi içimden olumlu izlenimler aldım. Bu sebepledir ki artık Leonardo da Achamamti gibi benim oğlumdur. Earjet Kabilesi olarak düşman Hakjera Krallığı ve işbirlikçileri olan diğer kabilelerle olan mücadelemizde bize Şef Yardımcısı olarak hizmet edecekler.
Bunları söylediği anda onlara “yabancı olduğum için yardım edecek olduğumu” hissettim. Basit bir denizciyken bir anda bir kabilenin üst kademelerine yerleşmiştim. Açıkçası neler olacağını merak ediyordum.
Gözümü açtım. Kumların üstünde yattığımı hissediyordum. Hemen ayağa kalkmak istedim ama kalkamadım. Yavaş yavaş gerindim. Üçüncü doğrulmamda ayağa kalkmayı başardım.
Solumda koca bir deniz, sağımda ise tropik bir orman vardı. Hatırladığım son şey gemide bir İngiliz’in beni arkamdan bir odunla kafama vurarak bayılttığıydı. Üzerimi yoklayarak neyim var ona baktım; sadece bıçağım ve bacağıma sakladığım piştovum vardı. Piştovun halen çalıştığını anlamak için ateşlememe gerek yoktu, yine de kullanmamaya karar verdim. Risk almayacaktım.
Denizin suyunu süzüp içmem şu aşamada imkansız olduğundan ormana girip ne bulabileceğime bakmaya karar verdim. Ormanın içi cennet gibiydi. Biraz yürüdükten sonra bir dere buldum. Oradan biraz su içtim. Sonra dereyi takip ederek bir yere ulaşabilir miyim diyerek hareket ettim. Dereyi takip ederken birden bir ses duydum. Dönüp baktığımda bir yaban domuzu üzerime geliyordu. Sağımda bir ağaç vardı, bir dalını kırıp mızrak yapabileceğim türden gördüğüm ilk ağaçtı. Domuz geldiğinde hemen sağa çekildim ve o dalı kırıp domuza doğrulttum. İkinci defa üzerime koşmaya başladı. Ben bir daha çekilip mızrağı saplayacakken domuzun soluna bir ok saplandı. O soluna bakarken ben de mızrağı sapladım ve domuz yere yattı. Ben domuza ikinci defa mızrağımı saplayacakken oku atan bana seslendi.
-Gerek yok, çoktan öldü
Dönüp baktım. Bana seslenen adam bir yerliydi. Sormadan edemedim.
-Dilimi biliyor musun?
+Buralarda herkes her türlü dili bilir. Ben Achamamti. Sen kimsin?
-Adım Leonardo Lencioni. En son bir gemide olduğumu hatırlıyorum ama nasıl olduysa burada buldum kendimi. Neredeyim ben?
+Bu kıtaya Wathear diyoruz. Senin için sanırım “fantastik” bir yer. 50 krallık, 400’den fazla kabile vardır burada. Krallıkların hepsi İmparatorluk düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Biz de arada kalan kabilelerden biriyiz
-Anlıyorum. Sanırım hayatımın kalanını burada geçireceğim.
+En azından yalnız başına değil. Benimle gelirsen seni misafir edebilirim, Earjet Kabilesi olarak seni misafir etmekten mutluluk duyarız.
Aslında şüphe duyuyordum ama içimdeki ses başka şansım yok dediğinden kabul ettim.
Domuzu alarak yola çıktık. Ufak bir patikadan geçerek Achamamti’nin kabilesinin yaşadığı yere ulaştık. Burası ornanın içindeki ufak bir düzlüğe kurulmuştu. Girmeden önce durdu ve bana burada beklememi söyledi. 5 dakika kadar sonra döndü ve içeri girdik. Herkes beni karşıladı. Hepsi de iki yıl önce tanıştığım Amerikan yerlileri gibi sıcaktı. Şefleri gelerek bana hoşgeldin dedi;
-Adım Makheirso. Achamamti senden bahsetti. Yanımızda yaşamanda sakınca görmüyoruz çünkü meşe ağaçları seni onayladı. Sadece bacağındaki aleti istiyoruz.
+Teşekkür ederim sayın şef fakat bacağımda bir şey olduğunu nereden biliyorsunuz?
-Ağaçlar söyledi.
İstemeyerek de olsa piştovu çıkarıp gösterdim. Beni bu yüzden düşman kabul ederler sanmıştım fakat düşündüğümün tam tersi oldu
-Burası idari olarak Hakjera Krallığı’na bağlı. Elindeki gibi silahlar geliştiriyorlar. Sen bu konuda bilgilisin, bizim için birlilte bu silahları ele geçirebilir misin?
Bu soruyu beklemiyordum. Kaldı ki onlar sadece bir kabileydi. Yine de heyecanlanmadan cevap verdim;
-Efendim; gördüğüm kadarıyla siz bir kabilesiniz. Yani temelde onları yenmemiz zor olur. Onlardan silah çalabilir miyiz hiç bir fikrim yok. Kısacası bu silahlar için erken olduğunu düşünüyorum. Ama size yardımcı olmak işime gelir, zira her şeyimi kaybettim.
Açıklamadan memnun kalmış olsa gerek ki isteği üzerlne artık Achamamti ile birlikte yaşamaya başladım. İkimiz de 23 yaşındaydık ve öz ailemiz yoktu. Anlattığına göre kendisi sekiz yaşındayken annesi ve babası düşman bir kabile tarafından öldürülmüştü. O zamandan beridir Şef Makheirso ona oğlu gibi bakıyordu.
Akşam yemeği için Şef Makheirso’nun kulübesine gittik. Kulübenin meşe ağacından olduğunu görünce şaşırdım çünkü meşe ağaçlarını kutsal kabul ediyorlardı. Achamamti anlattı;
-Meşe ağaçları bizim için kutsal, evet. Bu da onları istediğimiz gibi kullanmamızı engelliyor. Ağaçlar bize onay vermeden ne onları kesebiliriz, ne de işleyebiliriz.
+Onay verip vermediklerini nasıl anlıyorsunuz?
-Dokunarak. Elini duvara koy ve hissettiklerini söyle.
Gerçekten de söylediği gibiydi, elimi koyduğumda bana “şefin barınmasını sağlamaktan mutlu olduklarını” hissettim. Artık anlamıştım.
İçeri girdiğimizde herkes yuvarlak masada oturuyor ve sohbet ediyordu. Sohbet konularının ben olduğumu hissetmeme kalmadan Şef Makheirso beni karşılayarak masaya oturttu.
Yemekten sonra Şef Makheirso bir konuşma yapmak için ayağa kalktı ve şunları söyledi;
-Değerli dostlarım; bugün gelen Leonardo Lencioni hakkında hem ağaçlardan, hem de kendi içimden olumlu izlenimler aldım. Bu sebepledir ki artık Leonardo da Achamamti gibi benim oğlumdur. Earjet Kabilesi olarak düşman Hakjera Krallığı ve işbirlikçileri olan diğer kabilelerle olan mücadelemizde bize Şef Yardımcısı olarak hizmet edecekler.
Bunları söylediği anda onlara “yabancı olduğum için yardım edecek olduğumu” hissettim. Basit bir denizciyken bir anda bir kabilenin üst kademelerine yerleşmiştim. Açıkçası neler olacağını merak ediyordum.