Aidiyetsiz Kral - 6. Bölüm

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.
Afrandez said:
Okulumun bana bu yıl vereceği ağırlık benim yeni bölüm atmamı engelleyecek. Yeni bölümleri yazmaya devam edeceğim, belki arada buraya atarım da; fakat esas planım bunları yazdıktan sonra İngilizce’ye çevirerek bir çeşit film yapmak. Tabii bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum fakat zor olmamalı.

Konunun spam yuvası olmaması amacıyla konuyu kilitliyorum. Sonuçta burası bir nevi tarla olacak.

Hikayemiz her şeyini kaybeden bir adamın Wathear’daki yükselişini konu alıyor. Genel olarak çoğu şey fantastik olarak düzenlendi. Yakın zamanda Wathear’ın haritasını buraya atacağım.

13 Nisan 1618
  Gözümü açtım. Kumların üstünde yattığımı hissediyordum. Hemen ayağa kalkmak istedim ama kalkamadım. Yavaş yavaş gerindim. Üçüncü doğrulmamda ayağa kalkmayı başardım.
  Solumda koca bir deniz, sağımda ise tropik bir orman vardı. Hatırladığım son şey gemide bir İngiliz’in beni arkamdan bir odunla kafama vurarak bayılttığıydı. Üzerimi yoklayarak neyim var ona baktım; sadece bıçağım ve bacağıma sakladığım piştovum vardı. Piştovun halen çalıştığını anlamak için ateşlememe gerek yoktu, yine de kullanmamaya karar verdim. Risk almayacaktım.
  Denizin suyunu süzüp içmem şu aşamada imkansız olduğundan ormana girip ne bulabileceğime bakmaya karar verdim. Ormanın içi cennet gibiydi. Biraz yürüdükten sonra bir dere buldum. Oradan biraz su içtim. Sonra dereyi takip ederek bir yere ulaşabilir miyim diyerek hareket ettim. Dereyi takip ederken birden bir ses duydum. Dönüp baktığımda bir yaban domuzu üzerime geliyordu. Sağımda bir ağaç vardı, bir dalını kırıp mızrak yapabileceğim türden gördüğüm ilk ağaçtı. Domuz geldiğinde hemen sağa çekildim ve o dalı kırıp domuza doğrulttum. İkinci defa üzerime koşmaya başladı. Ben bir daha çekilip mızrağı saplayacakken domuzun soluna bir ok saplandı. O soluna bakarken ben de mızrağı sapladım ve domuz yere yattı. Ben domuza ikinci defa mızrağımı saplayacakken oku atan bana seslendi.

-Gerek yok, çoktan öldü

  Dönüp baktım. Bana seslenen adam bir yerliydi. Sormadan edemedim.

-Dilimi biliyor musun?
+Buralarda herkes her türlü dili bilir. Ben Achamamti. Sen kimsin?
-Adım Leonardo Lencioni. En son bir gemide olduğumu hatırlıyorum ama nasıl olduysa burada buldum kendimi. Neredeyim ben?
+Bu kıtaya Wathear diyoruz. Senin için sanırım “fantastik” bir yer. 50 krallık, 400’den fazla kabile vardır burada. Krallıkların hepsi İmparatorluk düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Biz de arada kalan kabilelerden biriyiz
-Anlıyorum. Sanırım hayatımın kalanını burada geçireceğim.
+En azından yalnız başına değil. Benimle gelirsen seni misafir edebilirim, Earjet Kabilesi olarak seni misafir etmekten mutluluk duyarız.

Aslında şüphe duyuyordum ama içimdeki ses başka şansım yok dediğinden kabul ettim.
  Domuzu alarak yola çıktık. Ufak bir patikadan geçerek Achamamti’nin kabilesinin yaşadığı yere ulaştık. Burası ornanın içindeki ufak bir düzlüğe kurulmuştu. Girmeden önce durdu ve bana burada beklememi söyledi. 5 dakika kadar sonra döndü ve içeri girdik. Herkes beni karşıladı. Hepsi de iki yıl önce tanıştığım Amerikan yerlileri gibi sıcaktı. Şefleri gelerek bana hoşgeldin dedi;

-Adım Makheirso. Achamamti senden bahsetti. Yanımızda yaşamanda sakınca görmüyoruz çünkü meşe ağaçları seni onayladı. Sadece bacağındaki aleti istiyoruz.
+Teşekkür ederim sayın şef fakat bacağımda bir şey olduğunu nereden biliyorsunuz?
-Ağaçlar söyledi.

İstemeyerek de olsa piştovu çıkarıp gösterdim. Beni bu yüzden düşman kabul ederler sanmıştım fakat düşündüğümün tam tersi oldu

-Burası idari olarak Hakjera Krallığı’na bağlı. Elindeki gibi silahlar geliştiriyorlar. Sen bu konuda bilgilisin, bizim için birlilte bu silahları ele geçirebilir misin?

Bu soruyu beklemiyordum. Kaldı ki onlar sadece bir kabileydi. Yine de heyecanlanmadan cevap verdim;

-Efendim; gördüğüm kadarıyla siz bir kabilesiniz. Yani temelde onları yenmemiz zor olur. Onlardan silah çalabilir miyiz hiç bir fikrim yok. Kısacası bu silahlar için erken olduğunu düşünüyorum. Ama size yardımcı olmak işime gelir, zira her şeyimi kaybettim.

  Açıklamadan memnun kalmış olsa gerek ki isteği üzerlne artık Achamamti ile birlikte yaşamaya başladım. İkimiz de 23 yaşındaydık ve öz ailemiz yoktu. Anlattığına göre kendisi sekiz yaşındayken annesi ve babası düşman bir kabile tarafından öldürülmüştü. O zamandan beridir Şef Makheirso ona oğlu gibi bakıyordu.
  Akşam yemeği için Şef Makheirso’nun kulübesine gittik. Kulübenin meşe ağacından olduğunu görünce şaşırdım çünkü meşe ağaçlarını kutsal kabul ediyorlardı. Achamamti anlattı;

-Meşe ağaçları bizim için kutsal, evet. Bu da onları istediğimiz gibi kullanmamızı engelliyor. Ağaçlar bize onay vermeden ne onları kesebiliriz, ne de işleyebiliriz.
+Onay verip vermediklerini nasıl anlıyorsunuz?
-Dokunarak. Elini duvara koy ve hissettiklerini söyle.

Gerçekten de söylediği gibiydi, elimi koyduğumda bana “şefin barınmasını sağlamaktan mutlu olduklarını” hissettim. Artık anlamıştım.
  İçeri girdiğimizde herkes yuvarlak masada oturuyor ve sohbet ediyordu. Sohbet konularının ben olduğumu hissetmeme kalmadan Şef Makheirso beni karşılayarak masaya oturttu.
  Yemekten sonra Şef Makheirso bir konuşma yapmak için ayağa kalktı ve şunları söyledi;

-Değerli dostlarım; bugün gelen Leonardo Lencioni hakkında hem ağaçlardan, hem de kendi içimden olumlu izlenimler aldım. Bu sebepledir ki artık Leonardo da Achamamti gibi benim oğlumdur. Earjet Kabilesi olarak düşman Hakjera Krallığı ve işbirlikçileri olan diğer kabilelerle olan mücadelemizde bize Şef Yardımcısı olarak hizmet edecekler.

  Bunları söylediği anda onlara “yabancı olduğum için yardım edecek olduğumu” hissettim. Basit bir denizciyken bir anda bir kabilenin üst kademelerine yerleşmiştim. Açıkçası neler olacağını merak ediyordum.
 
Afrandez said:
Hikayemiz her şeyini kaybeden bir adamın Wathear’daki yükselişini konu alıyor. Genel olarak çoğu şey fantastik olarak düzenlendi. Yakın zamanda Wathear’ın haritasını buraya atacağım.

13 Nisan 1618
  Gözümü açtım. Kumların üstünde yattığımı hissediyordum. Hemen ayağa kalkmak istedim ama kalkamadım. Yavaş yavaş gerindim. Üçüncü doğrulmamda ayağa kalkmayı başardım.
  Solumda koca bir deniz, sağımda ise tropik bir orman vardı. Hatırladığım son şey gemide bir İngiliz’in beni arkamdan bir odunla kafama vurarak bayılttığıydı. Üzerimi yoklayarak neyim var ona baktım; sadece bıçağım ve bacağıma sakladığım piştovum vardı. Piştovun halen çalıştığını anlamak için ateşlememe gerek yoktu, yine de kullanmamaya karar verdim. Risk almayacaktım.
  Denizin suyunu süzüp içmem şu aşamada imkansız olduğundan ormana girip ne bulabileceğime bakmaya karar verdim. Ormanın içi cennet gibiydi. Biraz yürüdükten sonra bir dere buldum. Oradan biraz su içtim. Sonra dereyi takip ederek bir yere ulaşabilir miyim diyerek hareket ettim. Dereyi takip ederken birden bir ses duydum. Dönüp baktığımda bir yaban domuzu üzerime geliyordu. Sağımda bir ağaç vardı, bir dalını kırıp mızrak yapabileceğim türden gördüğüm ilk ağaçtı. Domuz geldiğinde hemen sağa çekildim ve o dalı kırıp domuza doğrulttum. İkinci defa üzerime koşmaya başladı. Ben bir daha çekilip mızrağı saplayacakken domuzun soluna bir ok saplandı. O soluna bakarken ben de mızrağı sapladım ve domuz yere yattı. Ben domuza ikinci defa mızrağımı saplayacakken oku atan bana seslendi.

-Gerek yok, çoktan öldü

  Dönüp baktım. Bana seslenen adam bir yerliydi. Sormadan edemedim.

-Dilimi biliyor musun?
+Buralarda herkes her türlü dili bilir. Ben Achamamti. Sen kimsin?
-Adım Leonardo Lencioni. En son bir gemide olduğumu hatırlıyorum ama nasıl olduysa burada buldum kendimi. Neredeyim ben?
+Bu kıtaya Wathear diyoruz. Senin için sanırım “fantastik” bir yer. 50 krallık, 400’den fazla kabile vardır burada. Krallıkların hepsi İmparatorluk düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Biz de arada kalan kabilelerden biriyiz
-Anlıyorum. Sanırım hayatımın kalanını burada geçireceğim.
+En azından yalnız başına değil. Benimle gelirsen seni misafir edebilirim, Earjet Kabilesi olarak seni misafir etmekten mutluluk duyarız.

Aslında şüphe duyuyordum ama içimdeki ses başka şansım yok dediğinden kabul ettim.
  Domuzu alarak yola çıktık. Ufak bir patikadan geçerek Achamamti’nin kabilesinin yaşadığı yere ulaştık. Burası ornanın içindeki ufak bir düzlüğe kurulmuştu. Girmeden önce durdu ve bana burada beklememi söyledi. 5 dakika kadar sonra döndü ve içeri girdik. Herkes beni karşıladı. Hepsi de iki yıl önce tanıştığım Amerikan yerlileri gibi sıcaktı. Şefleri gelerek bana hoşgeldin dedi;

-Adım Makheirso. Achamamti senden bahsetti. Yanımızda yaşamanda sakınca görmüyoruz çünkü meşe ağaçları seni onayladı. Sadece bacağındaki aleti istiyoruz.
+Teşekkür ederim sayın şef fakat bacağımda bir şey olduğunu nereden biliyorsunuz?
-Ağaçlar söyledi.

İstemeyerek de olsa piştovu çıkarıp gösterdim. Beni bu yüzden düşman kabul ederler sanmıştım fakat düşündüğümün tam tersi oldu

-Burası idari olarak Hakjera Krallığı’na bağlı. Elindeki gibi silahlar geliştiriyorlar. Sen bu konuda bilgilisin, bizim için birlilte bu silahları ele geçirebilir misin?

Bu soruyu beklemiyordum. Kaldı ki onlar sadece bir kabileydi. Yine de heyecanlanmadan cevap verdim;

-Efendim; gördüğüm kadarıyla siz bir kabilesiniz. Yani temelde onları yenmemiz zor olur. Onlardan silah çalabilir miyiz hiç bir fikrim yok. Kısacası bu silahlar için erken olduğunu düşünüyorum. Ama size yardımcı olmak işime gelir, zira her şeyimi kaybettim.

  Açıklamadan memnun kalmış olsa gerek ki isteği üzerlne artık Achamamti ile birlikte yaşamaya başladım. İkimiz de 23 yaşındaydık ve öz ailemiz yoktu. Anlattığına göre kendisi sekiz yaşındayken annesi ve babası düşman bir kabile tarafından öldürülmüştü. O zamandan beridir Şef Makheirso ona oğlu gibi bakıyordu.
  Akşam yemeği için Şef Makheirso’nun kulübesine gittik. Kulübenin meşe ağacından olduğunu görünce şaşırdım çünkü meşe ağaçlarını kutsal kabul ediyorlardı. Achamamti anlattı;

-Meşe ağaçları bizim için kutsal, evet. Bu da onları istediğimiz gibi kullanmamızı engelliyor. Ağaçlar bize onay vermeden ne onları kesebiliriz, ne de işleyebiliriz.
+Onay verip vermediklerini nasıl anlıyorsunuz?
-Dokunarak. Elini duvara koy ve hissettiklerini söyle.

Gerçekten de söylediği gibiydi, elimi koyduğumda bana “şefin barınmasını sağlamaktan mutlu olduklarını” hissettim. Artık anlamıştım.
  İçeri girdiğimizde herkes yuvarlak masada oturuyor ve sohbet ediyordu. Sohbet konularının ben olduğumu hissetmeme kalmadan Şef Makheirso beni karşılayarak masaya oturttu.
  Yemekten sonra Şef Makheirso bir konuşma yapmak için ayağa kalktı ve şunları söyledi;

-Değerli dostlarım; bugün gelen Leonardo Lencioni hakkında hem ağaçlardan, hem de kendi içimden olumlu izlenimler aldım. Bu sebepledir ki artık Leonardo da Achamamti gibi benim oğlumdur. Earjet Kabilesi olarak düşman Hakjera Krallığı ve işbirlikçileri olan diğer kabilelerle olan mücadelemizde bize Şef Yardımcısı olarak hizmet edecekler.

  Bunları söylediği anda onlara “yabancı olduğum için yardım edecek olduğumu” hissettim. Basit bir denizciyken bir anda bir kabilenin üst kademelerine yerleşmiştim. Açıkçası neler olacağını merak ediyordum.
Vee tekrardan sahalarda.  :party:  :party:
İlk bölüme göre ben gayet düzgün buldum aynı şekilde akıcıydı benim gözümde.
Yine entrikalar dönecek gibi duruyor, yeni bölümü merakla bekliyorum!
 
İlginç bir hikâye olacağı belli. Farklı bir konu seçmen iyi olmuş. Bölüme dair bazı söylemek istediklerim olacak. İlki ormanla alakalı. Bence ormanı bize daha detaylı anlatabilirdin. Ormanın içi cennet gibi diyorsun ama bize yeterince anlatmıyorsun. Kendi kafanda hayal ettiğin şeyi okurdan gizliyorsun. Bölümün diğer kısımlarında da var biraz bu.

Diğer mesele karakterin ve yerlinin karşılaştığı an. Orası pek aktarılamamış. Birbirini hiç tanımayan iki yabancı ilk karşılaştıklarında birbirlerine reaksiyon gösterirler. Örneğin birbirlerini süzerler, incelerler falan. Oysa bizim karakter hemen dilimi biliyor musun diye soruyor. Bu kısımlar daha iyi olabilirdi.

Beni diğer rahatsız eden şey de kabilenin, karakterimizi çabuk kabullenmiş olması. Bu, gerçekçiliğe çok zarar vermiş bence. Bunlar bir kenara, güzel başlangıç. Devamını bekliyorum, kolay gelsin.
 
Neredeyse hepsi beklediğim eleştirilerdi. Orman kısmında katılıyorum, telefondan yazmak zor olduğundan -ki yazım hatalarına daha müsait- fazla detaya girmek istemedim. Karşılaşma kısmında da benzer şekilde, ama sana fazlaca yabancı bir yerde yaşayanların senin dilini bilmesini beklemezsin. Burada dayanağım bu. Kabullenme olayında meşe ağaçları oralılara olumlu bir şeyler söylemiş ama benim düşüncem -evet, okuyucu açısı- bir sonraki bölümde bu konuda bir şeyler olacağı yönünde. Ragnarsson’un yorumundaki gibi, entrikalar çıkabilir.
 
Yeni bölüm çıktı. Açıkçası bu sefer biraz aceleye geldi.

13 Nisan 1618
  Hissettiğim mantıklı ve olumlu şeylere rağmen halen aklım almıyordu, daha bugün bilmediğim bir yere gelmişken nasıl oluyor da bir kabilenin üst seviyesine çıkabilmiştim? O zaman itiraz edemedim ancak dönüş yolunda Achamamti ile bu konuda tartışmam gerektiğini düşündüm. Ve şefin kulübesinden çıkar çıkmaz ona sordum.

-Burada barınabiliyor olmamda bir sorun yok fakat halen tam olarak anlamış değilim, neden şef yardımcısı oldum?
+Benim düşüncem kabilemizin mücadelesine yardım edebileceğin yönünde.
-Sebebi her ne olursa olsun, buna tepkiler gelecektir. Özellikle de diğer kabilelerden. Biliyorsun, değil mi?
+O zaman geldiğinde bununla ilgileniriz, şimdilik için rahat olsun.

  Yine de halen içim rahat değildi. Eve vardığımızda uykum olmasına rağmen uyumaktan kaçındım, çünkü birileri benim için gelebilirdi. Neyse ki gece 3’e kadar uyanık kalmama rağmen benim için tehlikeli bir şey olmadı. Ben de bu saatten sonra uyudum

14 Nisan 1618
  Sabah uyanır uyanmaz uyanık bulduğum Achamamti ile kahvaltıya oturdum. Kahvaltı benim için yeterince sadeydi; süt, peynir, muz ve bal. Ormanın ortasında süt ne alaka diyecek oldum ki Achamamti bana yakındaki Rehestr kasabasında ticaret yaptıklarını anlattı. Kabilemiz onlara ormandan topladıkları yiyecekleri ve avladıkları hayvanları satıyor; karşılığında onlardan süt, ekmek gibi temel yiyecekleri alıyordu. Kahvaltı bittikten sonra Şef Makheirso acilen bizi çağırdı ve gece silahlarıyla ormanın içlerine giden bir savaşçıyı aramamızı istedi. Toplamda 8 kişi gidecektik.
  Ben ve Achamamti kısa sürede diğer savaşçılarla hazırlanarak yola çıktık. İçimden bir ses tehlikede olduğumu söylüyordu, fakat kendimi bu sese kaptıramazdım. Bu sebeple yola devam ettik. Kısa süre sonra birilerini gördük, birbirleriyle konuşuyorlardı. Achamamti hemen saklanmamız gerektiğini söyleyerek açıklama yaptı.

-Bunlar Josear Kabilesi’nden. Kral ile işbirliği yapıyorlar. Bu kadar yakındalarsa durum tehlikeli olmalı.

  Saklandıktan sonra izlemeye devam ettik. İzlerken birinin diğerlerinden farklı dövmeler taşıdığını gördüm. Normal olmadığından sordum

+Şu sağdaki adam diğerlerinden farklı dövmeler taşıyor. Aradığımız o mu?
-Evet, bu o. Hainlik ediyor demek ki.

Onu hemen öldürmek için emir verecek oldu ki engelledim.

+Şimdi onu öldürürsek olayı anlayamayız. İzleyip meseleyi öğrenmek daha iyi olur.

  Bana hak verdi ve izlemeye devam ettik. Konuşmaları bitince diğerleri ayrıldı. Biz de bu sırada bizim savaşçının peşinden gittik. Köye varacağı zaman yolunu kesip onu köyden uzağa götürdük. Sonra onu bir ağaca bağlayıp sorgulamaya başladık. Diğer savaşçılar onu sorgularken ben sorguyu seyrediyordum.

-Ne için onlarla konuşuyordun dedim!
+Anlatamıyor muyum? Sadece ziyaretti

Sabredemeyip piştovumu çıkardım ve müdahale ettim

-Bak, arkadaşım. Bu piştovun tetiğini çekersem neler olur bilmek ister misin? Önce sana mızrak saplıyorlarmış gibi bir acı hissedersin. Ama sonra bu acı giderek yayılır. Ölmek için yalvarırsın ama ben izin vermeden ölemezsin. Bunun olmasını istemiyorsan konuş.

Bununla onu yeterince korkutmuştum, konuşmaya başladı.

-Senin için gelecekler. İki kabile ve General Kyrant komutasındaki ordu. Seni onlara anlattım, evet. Hain olduğumu kabul ediyorum. Dahası, öldü dediğim karımı onlara verdim. Durum altı aydır böyleydi ki siz beni yakaladınız

  Bu sözleri üzerine bir savaşçı ona saldırmak istedi ama onu durdurdum ve durumu anlatması için onu köye gönderdim. Uzun ve derin bir düşünmeden sonra kararımı verdim ve bunu Achamamti’ye söyledim.

-Bu adamı ne olur ne olmaz yanımızda tutalım. Josear Kabilesi’ni ziyaret edeceğiz. Yanımıza birkaç kişi daha almamız gerekecek.
+Delirdin herhalde, onların silahlı olanlarının sayısı bizimkilerin iki katı. Kaldı ki seni biliyorlar, yani hazırlıklı olacaklar.
-Mesele savaşmak değil, savaşmamak. Sadece işimizi yaparken ses çıkarmamamız gerek. Gerisi kolay.

  Bu sırada köye yolladığım savaşçı dönerek şefin bu savaşçıyla konuşmak istediğini söyledi. Bunun üzerine bu haini bağladık ve köye döndük. Şef haini sorgularken biz takip ediyorduk. Sorgu bitince şef yanımıza geldi.

-Meşe ağaçları onu öldürmemi emretti. Siz de hazırlanın, Josear Kabilesi’ne gidip karısını kurtaracaksınız.

  Achamamti ile birlikte toplamda 16 kişi yola çıktık. Yürüyüş üç saat sürdü. Onların kabilesi ağaçların tepelerine kurulmuştu. Yani yukarıdan birileri bizi görebilirdi. Ama zeminde bir tünel girişi gördük. Hızlıca ve sessizce içeri girerek aramaya başladık. İçerisi bayağı genişti ve depo olarak kullanıyorlardı. Silahlar, yiyecekler ve daha pek çok şey vardı. Bazı dolapları vardı. Dolapları karıştırırken bir ses duyduk. Bir kadın sesiydi. Sese ulaştığımızda üzeri tahtayla kapatılmış bir çukur bulduk. Çukurun içinde aradığımız kadını bulmuştuk. Onu çözerek yanımıza aldık. Bu sırada birkaç savaşçı beni bulduklarını göstermek için çağırdı. Üç kılıç, üç tane de arkebüz vardı. Krallık tarafından verilmiş olmalıydılar. Fazla zaman harcamadan arkebüzlerin mermilerini buldum ve sonunda aldıklarımızla dışarı çıktık. Ses çıkarmadan çıkmayı başardık. Sessizce uzaklaştıktan sonra artık bir zafer kazanmıştık. Gerçekten de iz bırakmadan girmiş, alacağımızı almış ve yine iz bırakmadan ayrılmıştık.
  Üç saat sonra sorunsuz bir şekilde köye ulaştık. Köyün halen yerinde olduğunu görmek güzeldi. Kurtardığımız kadın evine gidip dinlenmek şöyle dursun, doğruca şefin yanına giderek her şeyi anlattı. Biz de oradaydık. Anlattıklarına göre Kral kabilelere sürekli silah dağıtıyor, çatışmalardan faydalanarak egemenliğini sağlamlaştırıyordu. Durum kötüydü. Şef Makheirso çaldığımız silahlar için bize teşekkür ederek artık diğer kabileleri egemenliğimiz altına almamız gerektiğini söyledi ve bu konuda yarın toplantı düzenleyeceğini söyledi. İşin aslı bunun için erkendi fakat bir şey söyleyemezdim. Dahası, benim varlığım artık biliniyordu ki bu diğer kabileler için tehlikeliydi. Yani bir savaşa girişeceksek çok zorlu olacaktı. Endişelenmiştim.
 
Aceleye geldi demene rağmen pek hata göremedim. Eline sağlık. Açık konuşmam gerekirse hikâyenin gerçekçilik sorunu olduğunu düşünüyorum. Kabilenin karakterimizi, karakterimizin de kabileyi hemen kabullenmesi ve karakterimizin olaylarda büyük rol alması zayıf kurguyu işaret ediyor. Çünkü, neden sonuç ilişkisi ve çatışma ortamı gibi kurgu unsurları yok. Bu benim şahsi düşüncem. Kurgunun üzerine düşmelisin bence. Neden sonuç ilişkisi kurarak sinopsis yazabilirsin. Kolay gelsin.
 
Homerøs said:
Aceleye geldi demene rağmen pek hata göremedim. Eline sağlık. Açık konuşmam gerekirse hikâyenin gerçekçilik sorunu olduğunu düşünüyorum. Kabilenin karakterimizi, karakterimizin de kabileyi hemen kabullenmesi ve karakterimizin olaylarda büyük rol alması zayıf kurguyu işaret ediyor. Çünkü, neden sonuç ilişkisi ve çatışma ortamı gibi kurgu unsurları yok. Bu benim şahsi düşüncem. Kurgunun üzerine düşmelisin bence. Neden sonuç ilişkisi kurarak sinopsis yazabilirsin. Kolay gelsin.

Hayret, normalde kurgu konusunda iyiydim. Neyse, üzerinde uğraşalım bugün.



Wathear haritasını merak edenler için; farklı bir yazı sistemi kullandıkları için haritanın üzerine yazıları yazmak biraz sıkıntı, kağıdı temiz tutmaya çalışıyorum.
 
Sınav haftasından dolayı üzerinde uğraşamadım ama bu sefer uzun bir bölüm yazdım.

15 Nisan 1618
  Sabah uyanır uyanmaz Achamamti ile birlikte Şef Makheirso’nun çağırdığı toplantıya gittim. Yeri yine şefin kulübesindeydi. Giderken tek düşündüğüm şey kabilenin düzeninin bozulmamasıydı, şefin bana verdiği bu kadar yetki kabileyi sarsıyordu.
  Toplantıda biz ve şeften başka on kişi daha vardı, hepsi de önemli kişilerdi. Yüzlerine baktığımda şefe olan güvenlerini sarstığımı gördüm. Kısa süre sonra Şef masaya oturarak toplantıyı başlattı.

-Dostlarım; doğanın bana verdiği yetkiyle bu toplantıyı açıyorum. Fazla söze girmeyeceğim; düşman kabileleri ve onların krallarını mağlup edebilmemiz için bize gelen bu yabancıdan, Leonardo’dan faydalanmalıyız. Bu sebeple görüşleri ne olursa olsun, yeni şefiniz o olacaktır.

  Bunu duyunca çok kızdım; bana haddinden fazla güç veriyordu ve bu durum kabileyi dağıtacak olaylara yol açardı. Hemen “Hayır” diye bağırdım;

-Bana zaten olması gerekenden çok fazlasını verdiniz, bunu kabul etmiyorum. Eğer kabul edersem kabile içinde savaş çıkar, sonucunda ikimizin de kellelerini alırlar. Amacınız bu mu?

  Sözlerimi bitirip onun yüzüne baktığımda beni dikkate alıyormuş gibi görünmüyordu. Achamamti de müdahale ederek beni destekledi;

-Doğru söylüyor. Sadece kabileden birisinin şef olabileceğini bildiğiniz halde siz doğruca Leonardo’yu şef yapmaya çalışıyorsunuz. Kaldı ki ortada bunun için zorlayıcı bir koşul yok. diğerlerine dönerek Aranızdan herhangi biri bu durumu kabul ediyor mu?

  Soruya herkes “hayır” cevabını verdi. Achamamti sonra şefe dönerek devam etti.

-Tahmin etmiştim... Bu odadakiler hayır dedi. Kendisi de hayır dediğine göre kimse bu duruma evet demez. Şimdi... Başka bir şey var mı?

  Şef bu sözlerden sonra biraz sersemlemişti. Kendisini kurtardıktan sonra düşüncesinden vazgeçmişe benzemiyordu;

-Madem Leonardo hayır dedi, o zaman Achamamti; yeni şef sen olacaksın. İşte buna itiraz edemezsiniz...

  Hayret etmiştim, Makheirso tüm konuştuklarımıza rağmen inatla şef olmayı bırakmaya çalışıyordu. Ama bu sefer söylediği gibi itiraz eden olmadı, sadece yüksek düzey bir savaşçı “Achamamti’nin şef olmasına itirazımız yok, fakat esas soru sizin neden şef olmaktan vazgeçtiğiniz” dedi; bu sırada ben de aynı şeyi düşünüyordum.
  Şefin tam cevabını söyleyemeyeceğim, çünkü bir buçuk dakikalık cevabı tamamen boştu ve sadece gevelemekteydi. Eğer cevabının detayı için beni zorlarsanız yapabileceğim tek yorum “tamamen benim bireysel sorunlarım ve sebeplerim” şeklinde olur.
  Cevabının hemen arkasından “Toplantı bitmiştir” diyerek tahta çekicini masaya vurdu ve odadan çıktı. Artık kabilenin şefi Achamamti idi, itirazımız üzerine ben şef yardımcısı olarak kalmayı başarmıştım. Şu sırada tek odalı bir kulübe ve tarım yapabileceğim biraz toprak yeterliydi ama Makheirso’nun hiç yoktan verdiği yetkiler bu düşüncemi öldürmüştü. Masadan kalkarken kafamda tek bir düşünce vardı; yapmaya çalıştığı şey hiç normal değildi.

  Kulübeden tek başıma çıktım. Kapıdan çıktıktan hemen sonra omzumda birinin elinden kaynaklı bir ağırlık hissettim. Dönüp baktığımda bu kişi Makheirso’nun gevelediği soruyu soran adamdı.

-Tanışmamıştık, adım Dalaxti. Orada karşı çıktığın için teşekkür ederim, kabul etseydin gerçekten de dediğin gibi şeyler olurdu. Neyse ki kabilemizi yakın dostum Achamamti’ye teslim etti
+Aslında benim teşekkür etmem lazım. Her neyse; Achamamti, pardon, Şef ile üçümüz bu gece görüşsek sorun olur mu? Açıkçası bu noktada bir terslik olduğunu düşünüyorum.
-Aynı fikirdeyim. Dediğim gibi, Achamamti ile yakın dostuz, mutlaka gelirim.

  Dalaxti’nin bize dahil olacak olmasına sevindim. Çünkü kimse sebepsizce sahip olduğu yetkilerden vazgeçmez. Kesinlikle bir terslik vardı, bu amaçla ormanda sakin bir yere giderek cevaplar bulmaya karar verdim. Doğuya, ilk gün üzerinde yatarken uyandığım sahile doğru yürüdüm. Yolun ortasında durup önce boynumdaki çarmıh şeklindeki kolyeye, sonra da ağaçlara baktım. Sanki burada inancım boşa gibiydi. Kolyemi çıkarıp cebime koyduktan sonra elimi yanımda gördüğüm uzun bir ağaca koydum, enerjisinden faydalanabilirdim. Pek bir şey hissedemedim ama en azından düşüncelerimde haklı olduğuma dair bir mesaj aldım. İki saat kadar sonra köye döndüm. Merkezde Achamamti’yi buldum ile Dalaxti hakkında ona güvenebileceğime dair istediğim cevapları aldıktan sonra kulübeme girip odama çekildim. Akşama kadar düşünmek için bayağı vaktim oldu.
  Gece saat 11 gibiydi, kapı çaldı. Hemen kapıyı açtım. Beklediğim gibi gelen Dalaxti’ydi. Anında içeri alarak onu bir iskemleye oturttum. Achamamti ile selamlaşmasından sonra vakit kaybetmeden konuşmaya başladım.

-Bu sabah olanları zaten biliyoruz, tekrar etmeme gerek yok. Esas meseleye gelirsek eğer, Makheirso’nun yaptığı şeyde bir pislik olmalı. Bu konuda üçümüzün de derinlere inmesi lazım. Niye sebepsizce şef olmaktan vazgeçsin ki?
+Katılıyorum, Leonardo. Sen geleli sadece üç gün oldu ama hemen seni şef yapmaya çalıştı. Kulağa hiç mantıklı gelmiyor. Sen ne dersin Achamamti?
*Burada itiraz yok, kesinlikle bu işte bir sorun olduğunu düşünüyorum. Eğer önerileriniz varsa söyleyin. Biliyorsunuz, savaşçılarımızın çoğu bizim komutamızda.
-Aklıma gelenleri söyleyeyim o zaman. Achamamti, Dalaxti’yi savaşçıların başına getir ki çoğunluğu değil, hepsini kontrol edelim. Bunun için yetkin var sonuçta. Bunu yaptıktan sonra Dalaxti, sen de dün çaldığımız silahları alıp gizli bir yere sakladıktan sonra güvendiğin birkaç savaşçıyı Makheirso’yu takip etmesi için yolla, mutlaka bir sırrı vardır. Şu dünkü kadını da bulup konuşturmamız lazım, belki orada söyleyemediği şeyler vardır. Ben de bu sırada gizlice Rehestr kasabasına gidip orada araştırma yapacağım. Kasabada tanıdığınız birileri varsa iyi olur.
+Kasabada bir taverna var, orada Doldet sana yardımcı olacaktır, onun sayesinde buraya çok mal kaçırdım, elimdeki kağıt da dahil. Sadece şu kağıda çizdiğim bu sembolü göstermen lazım. Gerisini o halleder.
-O zaman plan tamam sayılır. Herhangi bir sorun var mı?
*Her şey akla uygun ve tamam ama tek bir sorun var. Savaşçıların başındaki Palthin... Görevden almam zor olacak çünkü güçlü biri. Kabul etmeyecektir.
-O zaman elimizdeki savaşçılarla bu işi yapmalıyız. Ondan kurtulmamız için ölmesi gerekebilir, yani ilk aşamamız düşündüğümden daha zor.
+Bu durum onu takip etmeyeceğimiz anlamına gelmez. Güçlü biri dedik, yani Makheirso bir şeyler karıştırıyorsa Palthin’i de işe dahil etmek isteyecektir. Bu arada söylemeyi unuttum, savaşçılar ve çavuşları çoğunlukla beni dinler, mecbur kalmadıkça ona itaat etmezler. Kendisi sevilen biri değil.
-Anlıyorum. Palthin’in yardımcı veya çavuş değiştirme yetkisi var mı?
*Onayım olmazsa hayır. Bunu kullanabiliriz.
-O zaman Palthin’i takip etmemiz için bir engel yok. Faydalanabildiğimiz kadar faydalanalım. Sonrasını ona ihtiyacımız kalmadığı zaman düşünürüz.
*Siz oraya odaklanırken ben de bu sırada insanlarımıza sözünü geçirebilecek ustalarımız ve yaşlılarımız ile konuşup onların güvenlerini kazanacağım.
-İyi olur. Her şeyin ortaya çıkacağı gün gelene kadar ne kadar destekçimiz olursa o kadar iyi olur.
*Burası doğru. Peki, Makheirso da kasabaya gidecek olursa? O zaman risk olmaz mı?
+Kasabanın surlarından geçemez, rahat ol. Senin aksine ben haftada bir gün mızrağımı kenara koyup kasabaya giden aileme pazarda yardım ediyordum, biliyorsun.
*Biliyorum ama anlaşılan unutmuşum.
-Esprili konuşmanızı bölüyorum ama bir şey daha var, eğer Makheirso biz burada konuşurken köyün dışında bir iş çeviriyorsa köyün dışına gözcüler saklamamız gerekir ki şüphemizi artırsın. Şu anda hızlıca bunu yapabilir miyiz?
+Savaşçıları uykularından uyandıramayız, yasamızdır. Sadece savaşa gideceksek veya köye saldırı yapılıyorsa kullanabiliriz. Girişteki muhafızları kullanmak isterseniz şüphe uyandırır.
*Bu durum sorun yaratmaz, sonuçta sabah çalışmaya başlayacağız.
-O zaman ana hatlar belli olduğuna göre sessizce işe koyulabiliriz. Unutmadan, zamanı gelene kadar hiç bir şekilde üçümüzden başkası bu planları bilmeyecek.
+O zaman ben silahları toplayıp saklamaya gidiyorum. Şerefim üzerine yemin ederim ki plana sadık kalacağım.
-Ben de şerefim üzerine yemin ediyorum.
*Ben de yemin ediyorum, şerefim ve kabilem üzerine.

  Ettiğimiz yeminlerden sonra Dalaxti bizden ayrılıp silahları toplamaya gitti. O ayrıldıktan sonra yatmadan önce Achamamti’den beklediğim basit bir soru vardı, o soru geldi.

-Anlatmıştım, babam gibi biriydi. Öldürmemiz gerekirse ne olacak?
+Bunu sormak için henüz erken, daha bir iş çevirdiğinden emin değiliz. İnan bana, şu an şüphemde yanılmak istiyorum.
-Anlıyorum.

  Aldığı cevaptan sonra rahat bir uyku çekemeyeceğini biliyordum, o uyuyana kadar bir saat geçmişti.

16 Nisan 1618
  Sabah her zamanki gibi erkenden uyandım. Hızlıca hazırlanarak dışarı çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz bir duvarın arkasındaki Dalaxti’yi gördüm. Silahları sessizce toplayıp sakladığını söyledikten sonra hedefleri takip edecek 10 kadar savaşçının başına döndü. İşaretin olduğu kağıdı almıştım, hızlıca köyün dışındaki toprak yolu bulup kasabaya gidecek arabaya yerleştim. 20 kişilik bir grup olarak kısa bir süre sonra kuzeye doğru yola çıktık.
  Bir saat süren yolculuk sonunda Rehestr’in surlarından içeriye girdik ve bir on dakika kadar sonra pazar alanına ulaştık. Yer geniş bir caddenin üzerindeydi, şehir meydanı ve şehri yöneten General Kyrant’in sarayına bağlanıyordu. Etrafındaki binalar ve dükkanlar fazlasıyla moderndi. Burada aradığım tavernayı bulmak zor olur sanıyordum ama işin aslı kapısı tezgahımızın arkasındaydı, görünce içeriye girdim. İçerisi Venedik’te gittiğim tavernalar gibiydi, yani aşina olduğum türden. Doldet hemen karşımdaki tezgahın arkasındaydı. Yanına gidip işaretin olduğu kağıdı verdim. “Demek Dalaxti’nin ortağısın, hoş geldin” şeklinde karşıladı. Dalaxti’ye güvenebileceğimi kesin olarak görmüş oldum. Doldet tezgahı çırağına bıraktıktan sonra birlikte mahzene gittik. Orada konuya girdim.

-Dalaxti bana her konuda yardım edebileceğini söyledi.
+Doğrudur, elim General’e kadar uzanır. Mesele nedir?
-İki mesele var. Birincisi birilerini takip ettirmem lazım. Dalaxti üzerinde uğraşıyor ama uzman birilerini biliyorsan iyi olur.
+Birilerini tanıyorum, ama maliyeti pahalıya patlar. Karşılayabilir misin?
-Şimdi değil, ama uzun vadede olur. Tabii kabul edersen.
+Dalaxti’nin dostu olduğun için bu sefer kabul ederim. Şimdi çağırırsam bir saate burada olurlar.
-Tamam. Onları çağır, anlaşalım. Şimdi ikinci meseleye geçelim
+Anlat
-General’in silah deposuna sızıp silah kaçırmayı planlıyorum.

  Bunu söylediğimde kahkaha atmaya başladı. Zor olmasını beklerken anlaşılan daha zoruyla karşılaşacaktım.

-İmkansızsa söyle ki ona göre plan yapalım.
+Dostum, General kazara içeri giren meraklı bir çocuğun sırtına ısıtılmış demir koydu. Bu söylediğim geçen hafta yaşandı ha, yani bu plandan vazgeç.
-Sen bana sadece mümkün mü değil mi onu söyle.
+Mümkün, 1500 muhafızıyla birlikte onun şehir dışına çıkmasını sağlarsan tabii ki. Onu da artık nasıl yapabilirsen.
-Peki, deponun planlarını bulabilir misin? İki dakika önce elinin uzun olduğunu söylemiştin.
+Akşama hazır olur, Dalaxti ile alakası yok sanırım.
-Hayır, bilgisi yok.
+O zaman ilk bireysel işimiz olduğu için maliyeti benden. İçin rahat olsun.
-O zaman anlaştık.

  Bu konuşmadan sonra bir daha mecbur olmadıkça tavernaya girmedim ve pazardaki tezgahta diğerlerine yardım ettim. Akşam üzeri köye dönerken anlaştığım beş “quaden” arabanın altına saklanarak bizimle geldi. Elimdeki çuvallarda ise sarayın ve silah deposunun planları vardı. Gece köye vardığımızda herkes evine gitti. Herkes gittikten sonra quadenleri kulübenın arkasındaki ağaçlara yönlendirdim ve oraya saklandılar.
  Geldiğimde Dalaxti ve Achamamti beni bekliyordu. Dalaxti henüz bir şeye ulaşamamıştı ancak takibi devam ettiriyordu. Konuşacağımız kadın ise evinde ölü bulunmuştu. Ama Achamamti’nin şef olması herkes tarafından kabul görmüştü. Ben de yaptıklarımı anlattım;

-Doldet istediğim gibi yardımcı oldu, şu ağaçların arkasında beş quaden var. Takibe bu arkadaşlarla devam edeceği...

  Konuşmamı bitiremeden kapı çaldı. Gelen Dalaxti’nin savaşçılarındandı. Achamamti kapıyı açar açmaz bu savaşçı üzerinde “Havalar çok yağmurlu, şimşek bekliyoruz” yazan bir zarf vererek hızlıca oradan ayrıldı. Notu okuduğu anda anlamıştık ki şüphemiz doğruydu. İçeriği daha kötüydü; Makheirso ve Palthin bazı kabile liderleri ve General Kyrant’ın subaylarından Albay Ejmew ile görüşüyordu. Duyduğuma göre hepsi de kirli işlere bulaştığı bilinen kişilerdi.
  Sonra ne mi oldu? Hemen elimdeki planları masaya koydum ve şunu söyledim:

-Demek ki her şey yeni başlıyor...
 
Uzun yazman iyi olmuş, eline sağlık. Hikâye fena gitmiyor ama daha iyi olabilir. Karakterlere biraz duygu katman gerekiyor. Diyaloglar da aynı şekilde, çok basitler. Bunu hikâyeden kısa bir örnekle göstereyim. Siyahla yazdıklarımı ben ekledim.

Anlatmıştım, babam gibi biriydi. Öldürmemiz gerekirse ne olacak?

+Bunu sormak için henüz erken, daha bir iş çevirdiğinden emin değiliz. diye karşılık verdim. İnan bana, şu an şüphemde yanılmak istiyorum.

-Anlıyorum. diyerek başını öne eğdi.

Buna benzer şekilde yazabilirsin. Hikâyenin gidişatı, karakterin o anki duyguları, düşünceleri vb. önemli.
 
"Bazen oyunun kalıplarını yeniden şekillendirmek gerekir. Tıpkı kaldıramadığımız taşın etrafından dolaştığımız gibi..."

16 Nisan 1618
  Planları gören Dalaxti ve Achamamti bana pek iyi bakmadı. Kapıdaki eleştirileri ilk Dalaxti dile getirdi;

-Leonardo; o depoya nasıl gireceğiz, silahları nerede bulacağız, oradan nasıl kaçacağız? Bunun delilik olduğunu söylemiş miydik?

Sakince "Aceleye gerek yok, sadece ufak bir "kumar" oynamamız lazım" diyerek cevap verdim.

-Nasıl bir kumarsa sabah saat 4'te anlatmanı rica edeceğim, bunun şokuyla ayakta duramıyorum, diyen Achamamti odasına çekildi. Dalaxti de benzer şekilde odasına çekildi. Öncesinde "dediği gibi, sabah 4'te tekrar konuşuruz" demeyi ihmal etmedi. Ben de bunun üzerine odama çekildim.

17 Nisan 1618
  Uyandığımda saat 4'tü. Bir çırpıda doğrulup odadan dışarı çıktım. Ana odada Dalaxti, Achamamti ve Dalaxti'nin komutasındaki bir çavuş vardı. Adı Kartaxi olan bu çavuş güvenilir olduğunu bana gösterdi. Bunun üzerine ben de kumar dediğim planı açıkladım:

-Kral'a bağlılık yemini edeceğiz. General Kyrant "Kral'ın Vekili" sıfatıyla bunu bir seremoni ile resmileştirecektir. Bu sırada saray boşalacak, biz de saraya bir quaden yerleştireceğiz. Son bağımsız kabile de Kral'a bağlılık yemini edince General Kyrant Kral'a karşı bir komploya kalkışacaktır. Bu da bize depoyu boşaltmak için fırsat yaratacaktır.

"Mantıklı ve doğru noktalar ama imkansız" diyerek müdahale etti Dalaxti, "O depo boşaltılamaz, ayrıca ortada savaş yok. Savaş yoksa sarayda asker vardır. Her türlü o depoya girilemez."

-Bir fikrin varsa söyle, dedi Achamamti; bu plan mücadelemiz için iyi bir kumar değil mi?
+50 krallık dediğimiz şey gerçekten 50 krallık değil, biliyorsun.

Dalaxti'nin sözlerimi ilgimi çekmişti, "Devlet yapıları ne kadar işimize yarayabilir?" şeklinde sordum. Beklediği ilgiyi almıştı:

-50 devlet var; 30 Dükalık, 12 Krallık, 5 Cumhuriyet. Kalan üçü işimize yarayacak türden.
+Nasıl işimize yarar, yeniden kurmak istedikleri İmparatorluğun gerçek varisleri falan mı? dedim. Heyecanımı gören Dalaxti evet anlamında başını sallayıp devam etti;
-Baron olarak anılırlar. 70 yıldır direniyorlar. Bugün sadece üç Baron kaldı. En yakınımızdaki Baron Hakjera Krallığı ile Ekheden Dükalığı arasında, Hakjera'yı Wathear'ın kalanına bağlayan toprak parçasına sıkıştı. Ne kadar ordu çıkarılırsa çıkarılsın, asla ele geçirilemez. Boşu boşuna Baron değiller yani.

Achamamti ile aynı anda "Devamında ne var?" diye sorduk. Dalaxti devam etti;

-Leonardo, biz burada yapılması gerekenleri yaparız. Ama sen getirdiğin planlarla birlikte bahsettiğim Baron Amphyron'a gideceksin. Okumana izin vereceğim imzalı bir mektup ile Baron'un emrine gireceksin. Orada Hakjera ile savaşacaksın, biz de bu arada halen köye geri gelmeyen Palthin'i görevden alacağız. Burada her şey elimizde, sen Baron Amphyron'un yanına yerleşip onunla planlarımıza yardım edeceksin.

Achamamti karşı çıkmadan "tamam" dedim ve sordum; "Quaden'lerin ikisini alıp oraya giderim. Ne kadar sürer bu yolculuk?"

Kartaxi "iki gün" şeklinde cevap verdi, "quaden eğitimini bilirim, burada quaden yetiştirebilirim."

Bu cevaba sevinmiştim. Biraz yiyecek, su, bıçağım, planlar ve mermileriyle piştovumu almak için odama girdim. Kapıyı kapatamadan Dalaxti odama girdi, sakince söylemek istediğini söyledi;

-Sakın seni kovduğumu düşünme, ancak diğer kabileler senin varlığını biliyor. General Kyrant da varlığından haberdar. Bu durumda güvenliğinden endişelenmemiz lazım. Anladığını umuyorum.
+Mantıklı bir insansın, diyerek cevap verdim. "Pazara gidecek arabanın altına saklanıp Rehestr'e ulaşırız. Kalan yolu yürüyerek gidebiliriz."
-Pekala, diyerek bir kağıt verdi; Bu haritada gitmen gereken yolu çizdim. Mektubu yazmak bir saatimi alacak ama sabah olmadan yola çıkabileceksiniz.

  Bunu söyledikten sonra odadan çıktı. Ben de yapmam gereken hazırlıkları yaptım. Mektup hazır olduktan sonra alıp okudum. Okuduktan sonra sandallarımın altına bir kesik açıp mektubu oraya sakladım, sonuçta kimsenin aklına gelmeyecek bir yerdi. Planı ise nereye saklayacağımı bilmediğim için bacağıma sardım. Herkesle vedalaştım ve quadenlerden üçüne komutan olarak Kartaxi'yi göstererek diğer ikisiyle arabanın altına saklandım.
  Araba yolculuğu sorunsuz geçti. Rehestr'e girdikten sonra arabadan atladık ve kendi yolumuza döndük. Gezgin gibi görünüyorduk, bu da dikkat çekmemizi önlüyordu. Şehirden çıktık ve sınıra giderken geçeceğimiz iki kasabaya; Amphran ve Kotetrak'a doğru yola çıktık. Yürürken birbirimizle sohbet etmek için çok vaktim oldu. Quadenler fazla konuşmamak için eğitilirlerdi, fakat yol uzun olunca bunu çiğnemek gerektiğini düşündüm ve yürürken sohbeti başlattım:

-Siz quadenler fazla konuşmamak üzere eğitilirsiniz, biliyorum. Fakat açık konuşmak gerekirsek sizi quaden değil de daha çok dost olarak görüyorum. Sizi tanımak istiyorum, kabul ederseniz...

Adı Jayerk olan quaden cevap verdi

-Daha önce kimseden böylesini duymadım. Şayet siz böyle görüyorsanız, biz de böyle görebiliriz sanırım. Haksız mıyım Lerakt?
+Evet, sanırım haklısın. diyerek cevap verdi. "Adın Leonardo'ydu sanırım."
*Evet, adım Leonardo.

Bu böylece güzel bir sohbete dönüşmüştü. Onlar bana Wathear'ı anlatırken ben de onlara Avrupa'yı, Asya'yı anlatıyordum. Çinli bilgelere hayran kalmışlardı. Ancak sohbetimiz akşama doğru Kraliyet Muhafızları ile yarıda kesildi. Bizi durdurup kenara çektiler. Sakince cevapladığımız bazı sorulardan sonra beni yolun yakınında karakol olarak kullandıkları bir çadıra aldılar. Karşımdaki kişi askeri bir kıyafet giyen yüksek rütbeli biriydi. Sonunda kendisini tanıttığında şok olmuştum.

-Sizinle tanıştığıma memnun oldum Leonardo. Ben Hakjera Krallığı Komutanlarından General Auter Kyrant...
 
Akıcı bir bölüm olmuş, eline sağlık. Bahsettiğim konulara dikkat etmişsin. Diyaloglar olumlu anlamda değişmiş. Hala eksik olduğun noktalar var (hikayenin hızlı ilerlemesi gibi) ancak bunları daha fazla yazarak aşabilirsin. Devamını bekliyor olacağım, ilhamın bol olsun.

 
Şunu yazmak için fırsat bulamadım. Bulduğumda ise internet kesildi; iki defa hem de. ama artık hazır

17 Nisan 1618
  -Bir şey içmek ister misiniz?

Bu soru General Kyrant'ın kendisini tanıttıktan sonra ilk söylediği şeydi. Buradaki rahatlığı sinir bozucuydu.

-Hayır, diyerek beklediği soruyu sordum; "Ben dostlarımla Wathear'ı gezmek için yollara düştüm. Neden beni bundan alıkoyuyorsunuz?
+Yani sen Achamamti ve Dalaxti'ye Palthin'in öldürülmesini emrettiğini inkar ediyorsun?
-Nereden çıkarıyorsunuz? diyerek şaşkınlıkla açıklamamı yaptım; "Ben Earjet Kabilesi'nden ayrıldığım için yolumu kesebildiniz. Palthin'in öldürülmesine karşı çıktım, onlar beni dinlemediler demek ki bana "Palthin öldürüldü" diyorsunuz.

Sakince ayağa kalkıp karşıma yürüdü. Bir teklif yapacaktı belli ki;

-Achamamti ve Dalaxti'yi bana teslim et ve kabilenin başına geçerek bana bağlılık yemini et. Biz de seni Makheirso'nun kellesiyle ve generallikle ödüllendirelim.
+Böyle bir teklifi ne ben duydum, ne de siz söylediniz. dedim. Ve "izninizle" diyerek arkamı döndüm. Çadırdan çıkarken bana seslendi;
-Solundaki zırh ile seni ezmek zorunda kalmam umarım.

  Zırh baştan aşağıya altın kaplamaydı. Ayağına geçirdiği koruma parçası dahi başlı başına silahtı. Amacı beni korkutmaktı fakat ben sadece zırha baktım ve korkmadığımı göstererek çadırdan çıktım. Benim çadırdan çıkıp yola ulaşmam ile askerler quadenleri bıraktı ve biz de yola devam ettik. Planları ve mektubu kaptırmadığım için çok şanslıydım. En ufak bir hatada bacağıma sarılı planlar ortaya çıkabilir, ve biz oracıkta ölebilirdik. Fakat bir başka mesele General Kyrant'ın Palthin'in öldürülmüş olduğunu söylemesiydi; yalan mı söylüyordu, yoksa dostlarım gerçekten onu öldürmüş müydü?
  Yola devam ederken izleniyor olabileceğimizi düşünüyordum, fakat General'in oradaki rahat tavırları bu olasılık üzerine düşünmemi engelliyordu. Yarım saat daha ilerledikten sonra ormanların içine geçerek bir kamp kurduk. Fazla oyalanmadan yiyeceğimizi yiyerek uyuduk.

18 Nisan 1618
  Sabah uyandığımda başımızda üç asker bekliyordu. Bu askerlerin zırhları farklıydı, fakat yine de güvenemezdim. Ben doğrulduktan sonra yüksek rütbeli olan asker kendisini tanıttı.

-Günaydın; Leonardo. Ben Retria Devleti'nden Binbaşı Yokrrek. General Kyrant yolunuzu kesmişti, öyle değil mi?
+Evet?
-Biz Baron Amphyron'un General'i gözetlemekle görevlendirdiği bir birliğe bağlıyız. General'in çadırına aldığı kişinin siz olduğunu öğrenince sizin ülkemize doğru yola çıktığınızı anladım.
+Nasıl anladınız?
-Çok basit; bu diyarlarda "Leonardo" diye bir isim yoktur.
+Pekala, esas soru: Size nasıl güvenebilirim?

  Sorum üzerine "Baylar" diyerek yanındakilere seslendi. Onlar da bir askerin cesedini önüme attı. Ceset General'in bir askerine aitti. Cesedi incelerken bana "General'in peşinizi bırakacağını düşünmemiştin herhalde" demesiyle onlara güvenebileceğime emin oldum, çünkü bu cesetle dün düşündüğüm olasılığı doğrulamış oldular.

-Cesetten alabileceğimizi alalım, yola çıkabiliriz.

  Hemen quadenlerle birlikte cesedi soyduk. Askerler de bize zırhını ve silahlarını taşımamıza yardım etti. Ormanın içinde bir saatlik yürüyüş sonucunda bir arabaya geldik. Binbaşı sürücüye "Ostrank'a" şeklinde talimat verdi. Quadenlerle arabaya bindikten sonra Binbaşı bizi uğurladı, "İyi yolculuklar Leonardo."
  O ve askerleri General Kyrant'a karşı gizli planlarını yürütmeye devam ederken biz bir yandan da kabile için endişelenerek yolumuza devam ettik.

  19 Nisan 1618
  Yolculuk sırasında kayda değer bir şey yaşanmadı. Dün akşam Amphran şehri dışında yola ara verip biraz dinlendikten sonra bu sabah ara vermemek üzere yola çıkıp sınırdaki Kotetrak şehrini de geçtikten sonra akşama doğru sorunsuzca başkent Ostrank'a ulaştık. Sürücü bizi bir hana yerleştirdi ve sabah bizim Baron'un huzuruna çıkmamızı sağlayacağını söyleyerek ayrıldı.
  Ostrank şehri yerel dilde "Yüksek Merkez" anlamına geliyor ve Rehestr'den daha gelişmiş bir şehir. Her ne kadar Rehestr de gelişmiş bir şehir olsa da altyapı kötüydü ve görebildiğim kadarıyla sokaklarda yaşayanlar fazlaydı. Ostrank ise tüm yaşayanlarına eşit imkanlar sunmaya çalışan, ciddi denebilecek sorunları olmayan bir şehirdi, fakat her an işgal edilebileceği için savaş havasını da içine çekmişti. Şehre girdikten sonra hana yerleşene kadar görebildiğim herkeste bu korkuyu görebilmiştim, her ne kadar belli etmeseler de.
  Odadan ayrılıp bir şeyler içme teklifimi kabul eden dostlarımla -artık quaden gibi görmüyorum- giriş katına, hanın taverna kısmına geçip tezgahın başındaki sandalyelere oturduk. Amacım basitti; ülkenin durumu hakkında bilgi almak. Hancıdan üç bira istedik. O biraları doldurduktan sonra sordum; "Bizim gibi gezginler için bu ülke ve bu şehir hakkında neler anlatabilirsin?"

-Savaş her zaman kapıda, diyerek söze başladı hancı; Hakjera Krallığı ve Ekheden Dükalığı aralarında imzaladıkları protokol gereği sıra sıra ülkemize saldırıyorlar. Şimdi Ekheden Dükalığı'ndan Tanger(=Lord) Etsrenk saldırıyor. Başaramazsa sıra Hakjera'dan General Kyrant'ta. En acımasız iki komutan arka arkaya geldi ve şimdi onlara karşı ne kadar dayanabiliriz kimse bilmiyor.

  General Kyrant'ın adını duyunca içimden "işte aradığım fırsat" dedim. Savaşta General'i öldürürsek kabilelerin çoğunluğunu egemenlik altına alabilirdik. Bu aynı zamanda Baron'a katkıda bulunurdu.
  Hakjera Kralı'na ne olacağını düşünürken Baron'a bağlı yüksek rütbeli genç bir subay yanımıza geldi. Armasını göstererek kendisini tanıttı ve yanımıza oturdu.

-Ben General Hantr. Baron Amphyron beni sizi tanımam için gönderdi. Adınız Leonardo'ydu sanırım.
+Evet, ben ve dostlarım Baron ile görüşmek amacıyla buralara geldik.
-Bunu görebiliyorum. Konuşmamızın devamı özelleşeceği için odanıza çıkıp baş başa devam etmemiz daha iyi olur.
+Nasıl isterseniz.

  Quaden dostlarım tezgahın başında baş başa içmeye ve konuşmaya devam ederken ben de General Hantr ile birlikte kaldığımız odaya çıktım. General odaya girdikten sonra kapıyı kilitledim. Pencerenin yanındaki masaya karşılıklı olarak oturduk ve General Hantr söze girdi;

-Bu diyarlara yabancı biri olarak ilk günlerini Earjet Kabilesi'nde geçiriyordunuz diye biliyorum, doğru mudur?
+Evet General, doğrudur. dedim. Beni nereden vuracağını beklememe gerek kalmadan cevap verdi;
-Dalaxti'yi tanırız. Baron'un eski dostlarındandır, birkaç defa bize savaşlarda destek verdi.
+Dedikleriniz doğruysa şaşırırım, çünkü çevresinin bu kadar geniş olduğunu bilmiyordum.
-Öyledir. En acımasız iki generalin saldırıları arka arkaya geldi ve General Kyrant'ın savaş için bütün kabileleri toplayacağı söyleniyor. Makheirso zamanında birkaç defa seferlere katılmıştı.

Devamında merakla sordu; "İyi adamdı aslında, neden yerinden ayrıldı?"

-Çünkü kendisinin hain olduğunu artık biliyoruz; düşman kabile liderleri ve General Kyrant'a bağlı Albay Ejmew ile görüşürken görüldüler.
+Nasıl, diyerek şaşkınlığını dile getirdi; hain olduğuna emin misiniz?
-Israrla liderliği bana devretmeye çalıştı, kabile yasalarına aykırı olduğu halde.

"Garip... Ama sorun değil; Baron ile sabahleyin görüştüğünüzde tüm bu konuları konuşacaksınız."

  Bunu söyleyerek kapıdaki kilidi çözdü ve odadan çıktı. Belli ki bunu beklemiyordu. Arkasından aşağıya indim; tezgah başında sohbet eden dostlarıma konuşmalarımızı anlattım ve onlarla biraz daha vakit geçirdikten sonra odamıza çekildik.

  20 Nisan 1618
  Sabah uyanmamız Baron'un askerlerinin kapıya gelmesiyle oldu. Hazırlanmamız için bize beş dakika süre tanıdılar. Hızla hazırlandıktan sonra askerleri takip ettik ve beş dakikalık bir yürüyüş sonunda Baron'un sarayına ulaştık. Merdivenleri çıkıp içeriye girerek ana salona geçtik ve bize beklememiz söylendi. Birkaç dakika sonra beni alıp taht odasına götürdüler.
  İçeriye girdiğimde Baron Amphyron tahtında oturuyordu, genel kurallar gereği diz çöktüm;
  "Adım Leonardo Lencioni; size haber getirdim. Emirlerinize hazırım."
 
Seriyi okumaya başladım. "Leonardo" tarzı karakter isimleri hep bana ilgi çekici gelmiştir. Diğer bölümleri de fırsat bulduğumda okuyacağım. Eline sağlık. :smile:
 
Kara Bey said:
Seriyi okumaya başladım. "Leonardo" tarzı karakter isimleri hep bana ilgi çekici gelmiştir. Diğer bölümleri de fırsat bulduğumda okuyacağım. Eline sağlık. :smile:
Yorumu şimdi gördüm.

İlgi çekici geldiyse başarılı oldum demektir. :grin: Okumana değeceğine emin olabilirsin. Yorum için teşekkürler.
 
Yeni bölüm geldi.

20 Nisan 1618
  Baron Amphyron 36 yaşında, halen genç duran birisiydi. 28 yaşındayken babasının ölümü üzerine tahtı devralmış, üzerine yapılan sayısız saldırıyı boşa çıkarmıştı.

-Ayağa kalkın ve getirdiğiniz haberi teslim edin, Leonardo.

  Denileni yaptım, sandalıma açtığım kesikten mektubu ve bacağıma sarılı planları çıkartıp Baron'a teslim ettim. Baron mektubu okur okumaz "demek Dalaxti..." şeklinde mırıldandı. Sonra bana döndü;

-Dalaxti eski arkadaşımdır, çok uzun zaman önce General Kyrant'a giden elçi heyetindeyken tanışmıştım. Zamanla birbirimize çok defa yardım ettik. Makheirso'yu da biz iş başına getirmiştik; ama görünüşe göre General Kyrant'ın adamıymış.
+Öyle görünüyor efendim.
-Yan tarafta bir masa var, orada devam edelim.

  Durum düşündüğüm gibi gelişiyordu. Bahsettiği masaya geçtik. İlk dikkat çeken şey masanın yuvarlak olmasıydı; bu da eski bir İngiliz efsanesi olan Kral Arthur'u hatırlatıyordu.
  Masada hali hazırda üç kişi oturuyordu; biri General Hantr'dı. Diğer ikisini tanımak için Baron'un açıklamalarını beklemek zorundaydım.

-"General Hantr ile tanışmıştınız zaten. Diğer baylar Yüksek Komutan Rangt, General Knatran. İkisi de seçkin komutanlardır." Sonra onlara dönüp beni tanıttı; "Baylar, Leonardo Lencioni; bahsettiğim yabancı."

  Bir dakika, durum iyi gidiyor demiştim ama bu kadarını da beklemiyordum. Üç yüksek dereceli komutanın ve bir de baronun önünde aptalca bir şey yapmak ne kadar kötü olur hiç düşündünüz mü?

-Hoşgeldiniz, Leonardo. Buyurun, oturun.

  Oturdum. Aptalca bir şey yaparım diye korkuyordum. Baron bunu görmüş olacak ki masadaki herkese şarap talep etti. Sonrasında konuşmasına başladı;

-Bundan sonra bizimlesin. Doğrudan benim komutam altında çalışacaksın. Alışamadığın belli, sana yardımcı olacağım.
+Teşekkür ederim efendim.
*Düşük düzeyde bir ordu komutanı olarak Hakjera topraklarında hizmet edebilirsin mesela.

General Hantr bunu söylerken Yüksek Komutan karşı çıkacak oldu. Fakat Baron hemen müdahale etti;

-Şu iki acımasız komutanı boşa çıkartana kadar Leonardo benim komutam altında. Ona ne olacağına ben karar veririm.

  Bu sırada şaraplar geldi. İçmeye başlarken konuşmalar devam etti. Şaraptan sanırım, şu an konuşmalardan pek bir şey hatırlamıyorum. Sorulan soruları cevapladım, gereken bilgileri verdim. 15 dakika kadar sonra Baron diğer komutanları odadan çıkartıp benimle biraz daha konuştu;

-İki acımasız komutanın arka arkaya geldiğini söylemiştim. Bir fikrin var mı?

Beklediğim soruydu, hemen cevap verdim;

-General Kyrant krala karşı komplo içerisinde diye düşünüyorum, çünkü yolumu kestiğinde krala değil, ona bağlılık yemini etmemi istedi.
+Hakjera kralları hep zayıftı, bu sebeple şaşırmadım. Fakat bu düşünceni kanıtlamamız lazım. Bunun için yaklaşık altı haftamız var.
-Dalaxti ile ortak çalışırsak yardımı dokunacaktır.
+Kuşkusuz. dedi. Sonra önceden hazırladığı bir talimat kağıdını elime tutuşturup "Şimdi kışlaya gidip bu kağıdı General Hantr'a iletin, sonrasında buraya geri dönün" dedi. "Kapıdaki görevliler size eşlik edecektir."

  Kışlada beni bekleyen başka bir şey olduğunu sezdim. İyi veya kötü ne olduğunu öğrenmeliydim, hemen kapıdan çıkıp beni bekleyen görevliyi takip ettim. Bir dakika sonra kışla kapısındaydık. General Hantr beni bekliyordu. Talimat kağıdını teslim ettim. Okuduktan sonra General Hantr bana "Hoş geldiniz Yüzbaşı" dedi.
  Meğer General Hantr dün akşam benimle konuştuktan sonra Baron'un yanına gitmiş, Baron da benim yüzbaşı rütbesiyle ordusuna girmem için bir talimat hazırlamış. Bana bir üniforma, bir zırh ve çeşit çeşit silahlar dahi hazırlatmışlardı. Tarzım olacak silahlarımı; yani piştov, arkebüz ve bir kılıç seçip üniformayı üzerime dikkatle giydikten sonra bana takdim edilen kılıcı üniforma üzerindeki sembolik yerine yerleştirdim. Zırhı veya silahları kuşanmaya gerek yoktu, çünkü ortada herhangi bir savaş yoktu. Kalan ekipmanları döndüğümde alacaktım.
  Taht odasına döndüm, Baron beni görünce esprili bir şekilde "akıl olarak olduğu gibi görünüş olarak da adama benzediğine göre artık hazırız" dedi.

-Neye hazırız efendim?
+Yemin ettikten sonra vereceğimiz ilk göreve.

  İlginç bir şekilde yemin Latince'ydi, yani eğitim aldığım bir dilde. Hemen yemin ettim;

"Wathear İmparatorluğu'nun gerçek varisi olan Baron Amphyron'a, onun soyuna ve onun ülkesine ölene dek hizmet edeceğime şerefim üzerine yemin ederim. Aldığım emirleri uygulamak için asla çekinmeyeceğim ve zafere kadar ilerleyeceğim."

Sonrasında aynı anda "ad victoriam" dedik; "zafere doğru" anlamına gelen Latince bir deyişti bu. Baron Amphyron ettiğim yeminden sonra konuşmasına başladı;

-Yüzbaşı Leonardo, sizin işiniz General Kyrant ile olacak, Tanger Etsrenk'i biz kendi başımıza mağlup edebiliriz. General'in silah deposunun planları için teşekkür ederim. Bu planlar ile cephaneliği patlatarak General'i zayıflatabilir ve Hakjera Kralı II. Jodetran'ı tekrar güçlendirebiliriz. Elbette planın kopyasını çıkartıp size teslim edeceğiz. İş bittiğinde Dalaxti ile birlikte General Kyrant'ı öldürerek o bölgedeki tüm kabileleri ele geçirebilirsiniz. Bu amaçla ilk görevinizi veriyorum.
+Emirlerinize hazırım efendim.
-Arkadaşlarınla Earjet Kabilesi'ne dönecek, Dalaxti'yle birlikte Binbaşı Yokrrek'in kurduğu ağa dahil olacaksınız.
+Emredersiniz!

  Quaden dostlarım işimin uzun süreceğini bildikleri için çoktan hana dönmüşlerdi. Baron'un huzurundan ayrılınca kışlaya uğrayıp o sırada almadığım her şeyi aldım ve hana gidip dostlarımla buluştum. Akşam bize hazırlanmış bir araba ile geri dönecektik. Akşama kadar düşünmek ve sohbet etmek için bayağı vaktim oldu.
  Akşam olduğunda araba hanın önüne geldi. Handa yaptığımız harcamalar doğrudan Baron tarafından karşılanmıştı. Arabaya binerken bir asker gelip bana kopyalanan planı teslim etti. Planı da aldığıma göre yolculuğa çıkmamı engelleyen bir durum kalmamıştı. Dönüş yolculuğu yine iki gün sürecekti. Binbaşı Yokrrek'in karargahına gidecek, oradan atlarla Rehestr'e ve en nihayetinde kabileye dönecektik.
  Sonunda araba hareket etmeye başladı, gidiyorduk. Son bir defa Ostrank'a baktım.
 
Homerøs said:
Güzel bölümdü. Belki biraz daha detaylı tasvirler yapabilirsin. Eline sağlık.

Aslında haklısın, fakat düşününce okuyucuların oradaki pek çok şeyi kendi kafalarında kurmaları daha doğru geliyor. Belki çerçeve fazla büyük, bilemeyeceğim.
Yine de yorum için teşekkür ederim
 
Kara Bey said:
"Ad Victoriam!" tuttum bu sloganı. Güzel bölümdü.

Bunun gibi bir sürü Latince deyiş var, bir kısmı halen İngilizce’de kullanılıyor; mesela “vice versa” bir işin karşı taraf tarafından da yapıldığını belirtir, “ben senden nefret ediyorum ve vice versa” gibi.
Yorum için teşekkürler bu arada.
Bir sonraki bölümde bir deyiş daha gelecek.
 
Okulumun bana bu yıl vereceği ağırlık benim yeni bölüm atmamı engelleyecek. Yeni bölümleri yazmaya devam edeceğim, belki arada buraya atarım da; fakat esas planım bunları yazdıktan sonra İngilizce’ye çevirerek bir çeşit film yapmak. Tabii bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum fakat zor olmamalı.

Konunun spam yuvası olmaması amacıyla konuyu kilitliyorum. Sonuçta burası bir nevi tarla olacak.
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom