• We'll be making a number of structural changes to the forums on Wednesday, 06.12.2023. No downtime is expected. Read more here.

5 Muhafız (3.Bölüm : Yardımcı)

Users who are viewing this thread

Bronzsoldier

Veteran
Açıklama

Öncelikle hikayenin forumdaki alışıla geldik hikayelerden farklı olduğunu belirtmek isterim. Uzun soluklu olacağı artık kesinleşti fakat hikayenin içeriğiyle ilgili herhangi bir bilgi vermek istemiyorum. Bölümler çıktıkça, buraya hikayeyle ilgili çıkmış bilgileri özet halinde koyacağım. Mistik ögeleri içinde barındıran, heyecanlı fantastik bir hikayeyle karşınızdayım. Hikaye, beş gencin maceralarını barındırıyor. Fantastik olduğu için de ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Neyse hikayeye geçelim artık.



Not: Unutmayalım ki hikaye başlangıç için sadece denemedir. Eleştirilerinize ve tavsiyelerinize açığım, lütfen yapmaktan çekinmeyin. :smile:




5 Muhafız




Bambaşka bir dünyaya ayak basmaya hazır olun...

Bölüm 1
Bölüm 1: Bir Son Bir Başlangıç

… Thetsauluke o muazzam büyüklükteki kapıyı hiç zorlanmadan açtı. İçindeki nefret ve hırs bir olup onu ele geçirmekteydi. Ne sevgi vardı ne de umut geriye kalan…

Thetsauluke’ u Ardin takip ediyordu. Aslında onu takip eder gibi bir hali yoktu, daha çok bir an önce yakalamaya çalışıyormuş gibiydi. Evet, bir an önce yakalamalıydı. Çünkü, eğer başaramazsa hiç kimsenin, hatta o anda kötülüğün etkisi altına girmiş Thetsauluke’nin bile istemeyeceği olaylar gerçekleşebilirdi. Ne düşüneceğini, neye göre hareket edeceğini bilemiyordu. Tek bildiği, onu gittiği yere ulaşmadan durdurmaktı. Başaramadı. Uzun koridorların karanlığında Thetsauluke’ e yetişememişti.

Büyük salona vardığında Thetsauluke  çoktan kılıcını çağırmış ve bir ışık kümesinin içine saplamıştı. Ardin’ in gözleri yavaştan aydınlığa alışınca içinde bulunduğu Büyük salonun gerçekten ‘’büyük’’ olduğunu fark etti. Oval bir yapıda olan bu salon ihtişamlı bir iç mimariye sahipti. Salona kısa bir göz gezdirmekten kendini alı koyamayan Ardin neden sonra kendine geldi ve gözleri direk salonun ortasında bulununan Thetsauluke’ e odaklandı. Aslında kılıcını ışıktan oluşan bir boşluğa saplamamıştı; etrafı aydınlatan ışığın kaynağı olan altın renginde kristal bir taşa saplamıştı. Kılıcın açtığı yarıktan mor renkte bir sıvı akıyordu ve bu sıvı bütün salonu mor renge boyuyordu. Geç kalmıştı. Her şey buraya kadar mıydı? O sırada;
‘’Geç mi kaldık?’’ diye sordu Jeanny. O da takımdaydı ve Ken ile anca yetişmişlerdi.
‘’Öyle görünüyor’’ diye onayladı Ken.
‘’Durdurmalıyız onu ama nasıl?’’ dedi Ardin.
‘’Yeteerr!!’’ Thetsauluke’ un üzerine atıldı Ken. Koştu, sağlam, kısa ve net bir vuruş için havaya zıpladı. Thetsauluke ile arasında ateşten bir kaplan beliriverdi aniden. Kaplan o kadar öfkeli yanıyordu ki, bütün oda birden kıpkırmızı bir renge büründü. Kaplan belirdiği gibi sıçradı ve Ken daha havadayken tek bir pençe darbesi atarak daha yere inmeden kayboldu. Ken’ in planı işe yaramıştı sağlam,kısa ve net bir vuruş, fakat darbeyi kendi almıştı Ken yere indiği gibi gövdesi neredeyse kopmak üzere olduğundan yere yığılıverdi. Diğerleri Ken’ in bu acı ölümünü haykırışlar ve çığlıklar eşliğinde izlerken onun son gördüğü, Thetsauluke’ un parlayan nefret dolu gözlerinden oluk oluk yaş süzüldüğüydü.

‘’Bunu nasıl yaparsın!’’ diye haykırarak ileri atıldı Jeanny. Tek istediği Ken’ in yerde uzanan bedenine, bedeninden kalanlara, sarılmaktı fakat daha iki adım atamadan vücudu inanılmaz bir sıcaklıkla karşı karşıya kaldı ve o genç bayan gerisinde duran Ardin’ in gözleri önünde alev alev yanarak can verdi. Hiç biri bu saldırılara karşılık vermemişti. Çünkü ikisi de Thetsauluke’ un dostuydu. Şimdi geriye bir tek Ardin kalmıştı. Yapacağı, daha doğrusu yapabileceği tek şey için hiç beklemeden ileri atıldı. İşte tam bu sırada kanayan taş daha fazla dayanamadı ve muazzam parlaklıkta bir ışık enerjisi meydana getirerek patladı. Patlama o kadar güçlüydü ki Ardin dengesini sağlayamadı ve mermer bir sütun gibi yüz üstü yere kapaklandı. Bu sırada çoktan bilincini yitirmişti zaten.

Thetsauluke’ u durduramamışlardı. O, aslında onu kullanan kötülük amacına ulaşmıştı. Kilit Kapı artık açılmıştı. Her şey bitmişti….


Karanlık artık aydınlanacak... Yoksa daha karanlık olabilir mi?

Bölüm 2
Bölüm 2: Rüya

‘’Hayırr!!’’


Bu ilk değildi ve görünüşe göre son olacağa da benzemiyordu. Son zamanlarda aynı rüya, daha gerçekçi olmaya ve karşısına daha sık çıkmaya başlamıştı. Bu rüyayı bir çok kez görmüştü ama hala alışamamıştı. Her gördüğünde, sanki ilk defa görüyormuş gibi etkileniyordu. Bu kez tek bir fark vardı; yatağından sıçramamıştı. Gözlerini açtı ve biraz doğruldu. Elleri yanı başında duran su bardağını aradı. İki yudum aldı. Kömür karası gözlerinden korku çok rahat okunabiliyordu. Yine kan ter içinde kalmıştı. Titreyen elleriyle bardağı masaya koyduktan sonra, aklından ‘’Yine mi ya’’ diye geçirdi. ‘’Lanet olsun’’ diye sızlanarak geri yattı. Uyumak için gözlerini sımsıkı kapattı fakat uyuyamayacağını çok iyi biliyordu…

Gün yeni yeni ağarmaya başlamıştı. Yatağında uzanmış derin düşüncelere dalmıştı. Bunlar bir işaret miydi? Neden onun başına geliyordu? ‘’Yok canım… Ne işareti’’ diye geçirdi içinden. ‘’Çok fazla film izlemekten kafayı yedim, bilgisayar oyunları da cabası… Evet, evet! Çok fazla vakit harcıyorum ondan böyle oluyor’’. Kendini avutmaya çalışıyordu fakat beyninde dolaşan soruların içini kemirmesine engel olamıyordu.

‘’Emir! Hadi kalk birader.. Aa uyanık mıydın? Hadi yine iyisin bugün hamaratlığım tuttu, on numara kahvaltı hazırladım. Çaylar soğumadan yapalım kahvaltıyı.’’ Emir’i çağıran ağabeyi Ufuk’tu. Emir 18, Ufuk 20 yaşındaydı ve bu iki kardeş birlikte yaşıyorlardı. Ailelerinden kilometrelerce uzakta eğitim için başka bir şehirdeydiler. Ufuk her zaman koruyucu yapısıyla ve düşünceli olmasıyla Emir’in gözünde iyi ağabey tablosunu dört dörtlük tamamlıyordu. Emir, ağabeyiyle her şeyini paylaşırdı, ancak bu rüyalar başka bir olaydı ve bu konuyu Ufuk’a açmaya korkuyordu.

‘’Oo… Sucuklu yumurta ha! Hamarat Ufuk Usta iş başında.’’ diye içeri girdi. Mutlu görünmeye çalışıyordu, çünkü saçma sapan sorunlarıyla ağabeyinin canını sıkmak istemiyordu. Tam da sıcak çayından bir yudum almıştı ki, ağabeyinin bakışlarını fark etti. Normalde etrafa neşe saçan bir tipti Ufuk, hep sevecendi ve eğlenceliydi. Fakat, eğer ‘’O’’ ciddiyse durum gerçekten önemli demekti.
-N..noldu abi?
-Emir, asıl o soruyu benim sana sormam lazım. Son zamanlarda hiç iyi gözükmüyorsun ve bana hiç bir şeyden bahsetmedin. Neler oluyor?
-Neler olmuş?
-Emir!

Durumdan kaçamayacağını fark ettiği anda her şeyi, rüya görmesini, gördüğü rüyadaki olayları ve artık daha da sıklaştığını bir bir anlattı. Son olarak ‘’Neden böyle oluyor?’’ diye sordu. Ağabeyinin verebilecek bir cevabı yoktu, çünkü böyle bir olayla ilk defa karşılaşıyordu. Tek yapabildiği ise onu teselli etmeye çalışmaktı.

Emir fakülteye gitmek için yola çıktığında hava sabah uyandığında gördüğü havadan çok farklılaşmıştı. Mevsim sonbahardı ve daha düne kadar sağanak yağmur vardı. Meteoroloji uzmanları yağmurun en az bir hafta daha aralıksız devam edeceğini iddia etmişlerdi fakat bugün sanki Ağustos’ tan çalınmış bir gün gibiydi. Güneş tepede kavurucu bir sıcaklıkla parıldarken etrafta doğa anadan ‘’Hey, biz sonbahardayız’’ diyen bir tek bitkiler vardı. Hafif bir rüzgar bile yoktu.

Emir şehir parkından geçerken, banklardan birinde oturan yaşlı ve garip tarzda giyinmiş bir adamın onu eliyle çağırdığını gördü. Merakla yanına gitti ve ‘’Buyur amca, bir derdin mi var?’’ diye sordu. Adama yaklaştığında daha ayrıntılı inceleme fırsatı bulmuştu. Adam yaşlıydı, evet, ama gözleri yirmili yaşlardaki bir delikanlının gözleri kadar parlak, bakışları da bir o kadar canlıydı. ‘’Otur evlat, biraz sohbet edelim.’’ Emir saatine baktı, aslında gitmek istiyordu çünkü sevgilisi Betül onu bekliyordu. Nedense ister istemez adamın yanına oturdu. Garipti, çünkü adamı kendine çok yakın hissediyordu, tıpkı ağabeyini hissettiği gibi. Adam adını sordu ‘’Emir efendim’’ diye cevapladı Emir.
‘’Güzel isim. Ehh, hayat garipliklerle doludur evlat. Bütün hayatın boyunca yaşamını bir düzene sokmak için çabalar durursun. Okula gidersin, eğitim alırsın; daha iyi bir meslek için. İş sahibi olursun, işini büyütmek istersin; daha çok para kazanıp daha iyi yaşamak için. Dedim ya gariptir. Gün gelir düzene soktuğun her şey bir anda değişir. İnsan ne olduğunu idrak etmeye çalışır ama sanki bambaşka bir evrendedir ve her şey farklıdır...’’
Yaşlı adam bu konuşmayı yaparken, Emir adamın büyük ihtimalle iflas etmiş birisi olduğunu düşünmüştü. Ancak adamın kalın ve derinlerden gelen sesi Emir’i etkisi altına almıştı. Adamı pür dikkat dinliyordu ama bir taraftan da bu ‘’garip’’ adamın durup dururken ona böyle şeyleri neden anlattığını bir türlü kavrayamıyordu. Neden sonra kendine geldi ve;
-Pardon sohbetiniz güzel ama derse yetişmem lazım.
-Bazı şeyler göründüğünden daha önemlidir genç adam.
‘’Betül!’’ dedi içinden onu unutmuştu. ‘’Haklısınız benim de gerçekten gitmem lazım’’ dedi ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışırken yaşlı adam arkasından bağırdı;

- Konu gördüğün rüyalar hakkında!


Cevaplar çok yakında, aramaya devam et!

Bölüm 3
Bölüm 3: Yardımcı
Rüyalar, bilinçaltına yerleşmiş olayların, bazen birebir, bazen de birbirleriyle karışması sonucu, insanların uyku halindeyken gördükleri aslında gerçek olmayan görüntülerdir.
Aslında rüyalar, ne kadar uzun olurlarsa olsunlar, çok kısa bir süre içerisinde görülürler. Birçok dine göre ise rüyalar Yaratıcı’ nın, insanlara mesaj gönderme yoludur ve istenilen bir bilgi bu yolla kişiye aktarılır.

Adamın sözleri Emir’in kulaklarında yankılanmıştı. Emir bir anda donakaldı. Sanki baştan aşağı bir buz kütlesinin içinde mahsur kalmıştı. Her harf, Emir’ in ensesinden girip alnından çıkan bir mermi gibi tesir etmişti. Kalbi sanki bitiş çizgisine yaklaşmış bir maraton koşucusununki gibi atmaya başladı. Aslında ne olduğunu anlayamamıştı ama hiçbir yerini kımıldatamıyordu. ‘’…gördüğün rüyalar hakkında!’’ derin ses bir kez daha yankılanmıştı kafasında, bir kez daha ve bir kez daha… Ağlamak istiyordu çünkü içini büyük bir korku kaplamıştı. Olduğu yerde öylece dikiliyordu. Şoka girmişti. Etrafından geçip giden insanlar ona tip tip bakıyorlardı. Aslında ona öyle gelmişti. Şoktan kurtulup kendine gelmeye başlayınca, ‘’Kim bu adam?’’ diye sorabildi anca. Sonra sorular bir çığ gibi düşmeye başladı aklına. ‘’Rüya gördüğümü nerden bilebilir?’’ , ‘’Gördüklerimin gerçekten bir anlamı var mıymış?’’ , ‘’Peki, şimdi ne olacak?’’ , ‘’ Ben ne yapıcam?’’. Sorular o kadar çoğalmıştı ki onu geri gidip o adama sormaya zorluyorlardı. Fakat Emir başını geriye çevirip o adamın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Kısa süre sonra kendini toparladı ve cesaretinin kalan son damlalarını kullanarak geriye döndü.

Adam orada değildi…

Olaylara anlam vermeye çalıştı. Neler oluyordu? Adam nereye kaybolmuştu? Artık, beyni daha fazlasını kaldıramıyordu. Emir deliye dönmüştü ve etrafından geçen insanlara, buralardan geçen garip görünümlü bir adam görüp görmediklerini sormaya başladı. Hiç kimse, ama hiç kimse ona olumlu cevap vermedi. Herkes başını iki yana sallıyor ve ‘’Hayır, maalesef’’ deyip geçiyordu. En sonunda üzerinde lise üniforması bulunan bir genç;
‘’Sen buradan geçerken o boş banka oturdun ve sonra kalkıp biriyle konuşur gibi yaptın, hızlıca giderken birden durdun ve on, on beş saniye sonra arkanı dönüp millete bir şeyler sormaya başladın.’’ Dedi. Emir artık ölmek istediğini hissetti. ‘’Delirdim!’’ dedi içinden. Gözleri, fal taşı gibi açılmıştı fakat bomboş bakıyordu. Yavaşça döndü ve çocuğa bir şey demeden uzaklaştı. ‘’boş bank’’ , ‘’biriyle konuşur gibi yaptın’’ , ‘’on, on beş saniye’’ , aklından sadece bunlar geçiyordu. Hala yaşadıklarına bir anlam yüklemeye çalışıyordu ve o kadar çok zorlamıştı ki kendini, başı ağrımaya başlamıştı. ‘’Nasıl olur? Orda biri olduğuna eminim. Adamın konuştuklarını ben mi uydurdum? On beş saniye ha? Ben orda on dakika kaldığımı düşünmüştüm’’. Emir aklında kendisiyle konuşarak uzaklaştı…

- Betül?
- Alo Ufuk. Emir’e ulaşamadım. Mesajlarıma da cevap vermedi, arıyorum açmıyo! Nerde biliyo musun?
- Yy…yok, bilmiyorum.
- Allah’ım ya başına bir şey geldiyse.
- Dur! Sakin ol. Bir yerlere takılmıştır. Gelir şimdi.
- Ya mesajlarıma cevap vermiyo ki çıldırcam resmen. Lütfen bul onu.
- Tamam tamam. Meraklanma sen, ben bulurum onu şimdi.
- Tamam, lütfen çabuk ol.

Emir ortalarda yoktu. Ufuk ne yapacağını bilmiyordu. Kardeşi ona emanet edilmişti ve eğer başına bir şey gelirse kendisini affetmezdi. Hemen bu kötü düşünceleri aklında uzaklaştırmaya çalıştı. Bir şey olmayacaktı kardeşine, olmamalıydı. Ufuk yüzündeki kanın çekildiğini ve yüzünün karıncalaşmaya başladığını hissetti. Çok endişeleniyordu. Kontrolünü kaybetmemeliydi. ‘’Emir çocuk değil başının çaresine bakar’’ dedi kendi kendine. Kendini teselli etmeye çalışıyordu. Boş yere endişelenmek, yalnızca engel olurdu ona. Kendini kötü düşüncelerden arındırmayı başardığında, aklına ilk Çağlar geldi. Bilse bilse o bilirdi Emir’ in yerini, sonuçta en yakın arkadaşıydı. Hemen aradı, ama sonuç aynıydı. Çağlar’ da bilmiyordu. ‘’Hemen geliyorum’’ dedi Çağlar telefondan. On dakika sonra bitiverdi Ufuk’ un yanında.

- Nereye gitmiş olabilir?
- Bilmem, devamlı takıldığımız mekanları aradım, hiç birinde değilmiş.
- Sahile bakalım.
- Aynen, iyi fikir.

  Hemen yola koyuldular. Bulundukları yerden sahil en fazla on dakika uzaklıktaydı. Emir’ in kaçırılma ihtimali akıllarına bile gelmiyordu, çünkü şehir ülkenin suç oranı en az şehriydi.  Çağlar uzun boylu, iri yapılı, sarışın ve mavi gözlü bir delikanlıydı. Izbandut bir vücuda sahip olmasına rağmen nazik bir kişiliğe sahipti, ama kızdığında en yakın arkadaşı Emir olmasına rağmen, o bile karşısına çıkmaya cesaret edemezdi. Emir ile çok iyi anlaşıyorlardı ki en yakın dosttular. Zamanın gençlerinde yaygın olan ‘’kanka’’ muhabbeti hiç aralarında dönmemişti. Onlar birbirlerine ‘’kardeşim’’ diye hitap ederlerdi. Görünüşe bakılırsa Çağlar’ da çok endişeleniyordu onun için. Yolda giderlerken ikisi de Emir’ i düşünüyorlardı.

  Sahil boyunu didik didik aramalarına rağmen hala bulamamışlardı onu. Neredeyse son kısma gelmişlerdi. Burası aydınlatma daha yapılmadığı için sahil boyunun diğer kısımlarına nazaran daha karanlık ve dolayısıyla geceleri daha tenhaydı. Gökyüzündeki ay ve yıldızlar, ayrıca şehirden arta kalan ışıklar aydınlatıyordu burayı, ama hala karanlıktı. Oraya vardıklarında bir bankın kenarında karartı gördüler. Bu Emir olabilirdi, tabi olmama ihtimaline karşı tedbirli bir şekilde yaklaştılar o karartıya. Yeterince yaklaştıklarında o karartının gerçekten Emir olduğu anlaşıldı. ’’Kardeşim, nerelerdeydin sen?’’ dedi Çağlar fakat Emir cevap vermemişti. Yüzü bembeyazdı ve boş bakışlarla Çağlar’ a odaklandı. Çağlar’ ın bir an içi ürperdi. ‘’Birader iyi misin?’’ diyerek varlığını belli etti bu sırada Ufuk. Emir ikisine de cevap vermiyordu. Ufuk bir an bakışlarını başka yöne çevirdi, bankın diğer ucuna. Sonra Emir’ e dönerek. ‘’Birader, bu kim?’’ diye sordu. Emir anlamakta güçlük çekiyormuş gibiydi. Aklında ağabeyinin sorduğu soruyu çözümlemeye çalışıyordu. Kafasında bin bir sorunun içinden ağabeyinin bu sorusunu ayıklayıp kendi benliğinde idrak etmeyi başarınca gözleri ışıldadı ve birden ayağa fırlayarak karartıyı işaret etti ve sevinçle ‘’Siz de görüyor musunuz onu?’’ diye bağırdı. Birden yüzüne hayat gelmişti. Ağzı kulaklarına varmıştı. Çocuğu yeni doğmuş bir babanın hemşirenin kapıdan çıkmasını bekler gibi cevap bekliyordu gözleri. Ufuk ve Çağlar şaşkına dönmüşlerdi. Bu sırada Emir’ in arkasındaki karartı yavaşça yükseldi ve onların yanına yaklaştı. Yüzü belli olmuyordu çünkü ayın ışığını başındaki kukuleta kesiyordu. Yalnızca çenesi ve düz taranmış bembeyaz sakalları görünüyordu. Adam ellerini kaldırdı ve başındaki kukuletayı geriye attı. Capcanlı gözleriyle genç üçlüyü izliyordu. Gülümsedi ve o kalın sesiyle seslendi.

  - Benim adım Ardin.
 
Mistik ögelerle dolu bir hikayenin başlangıcı anlaşılan. Sanırım belli bir konuyu buraya taşıyacaksın gibi.

Merak ettim devamını. Temiz bir yazı var, bence güzel bir giriş olmuş. Zaten benim istediğim ve olması gereken de bu titizlikte olması. Sırf bu yüzden bu bölümdeki birkaç hikaye dışında diğerlerine kalburüstü bakıp, bir daha devamı çıksa bile bakmadığım hikayeler var. Çünkü gerçekten ruhsuz yazılar.

Başarılar dilerim =)
 
Yorumunuz çok güzel ve beni cesaretlendirdi. Hikayenin bölümlerini yapabildiğim kadar uzatmaya çalışacağım hikayenin kurgusu çevrem tarafından beğeniyle karşılandı, umarım sizlerde beğenirsiniz. :smile:

 
Özellikle son kısımı çok iyi bağlamışsın hocam, eline sağlık, keyifli bir hazırlık bölümü olmuş =)
 
Gayet güzel olmuş noktalama işaretlerine vs. vs. gayet güzel uymuşsun ayrıca bölümleri gayet güzel bağlamışsın seninkide yakında alhedrasın hikayesi gibi ilgi çeker bundan eminim.
 
Yorumlarınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız beni cesaretlendiriyor. :smile: ve 3. Bölüm...





Bölüm 3: Yardımcı

Rüyalar, bilinçaltına yerleşmiş olayların, bazen birebir, bazen de birbirleriyle karışması sonucu, insanların uyku halindeyken gördükleri aslında gerçek olmayan görüntülerdir.
Aslında rüyalar, ne kadar uzun olurlarsa olsunlar, çok kısa bir süre içerisinde görülürler. Birçok dine göre ise rüyalar Yaratıcı’ nın, insanlara mesaj gönderme yoludur ve istenilen bir bilgi bu yolla kişiye aktarılır.

Adamın sözleri Emir’in kulaklarında yankılanmıştı. Emir bir anda donakaldı. Sanki baştan aşağı bir buz kütlesinin içinde mahsur kalmıştı. Her harf, Emir’ in ensesinden girip alnından çıkan bir mermi gibi tesir etmişti. Kalbi sanki bitiş çizgisine yaklaşmış bir maraton koşucusununki gibi atmaya başladı. Aslında ne olduğunu anlayamamıştı ama hiçbir yerini kımıldatamıyordu. ‘’…gördüğün rüyalar hakkında!’’ derin ses bir kez daha yankılanmıştı kafasında, bir kez daha ve bir kez daha… Ağlamak istiyordu çünkü içini büyük bir korku kaplamıştı. Olduğu yerde öylece dikiliyordu. Şoka girmişti. Etrafından geçip giden insanlar ona tip tip bakıyorlardı. Aslında ona öyle gelmişti. Şoktan kurtulup kendine gelmeye başlayınca, ‘’Kim bu adam?’’ diye sorabildi anca. Sonra sorular bir çığ gibi düşmeye başladı aklına. ‘’Rüya gördüğümü nerden bilebilir?’’ , ‘’Gördüklerimin gerçekten bir anlamı var mıymış?’’ , ‘’Peki, şimdi ne olacak?’’ , ‘’ Ben ne yapıcam?’’. Sorular o kadar çoğalmıştı ki onu geri gidip o adama sormaya zorluyorlardı. Fakat Emir başını geriye çevirip o adamın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Kısa süre sonra kendini toparladı ve cesaretinin kalan son damlalarını kullanarak geriye döndü.

Adam orada değildi…

Olaylara anlam vermeye çalıştı. Neler oluyordu? Adam nereye kaybolmuştu? Artık, beyni daha fazlasını kaldıramıyordu. Emir deliye dönmüştü ve etrafından geçen insanlara, buralardan geçen garip görünümlü bir adam görüp görmediklerini sormaya başladı. Hiç kimse, ama hiç kimse ona olumlu cevap vermedi. Herkes başını iki yana sallıyor ve ‘’Hayır, maalesef’’ deyip geçiyordu. En sonunda üzerinde lise üniforması bulunan bir genç;
‘’Sen buradan geçerken o boş banka oturdun ve sonra kalkıp biriyle konuşur gibi yaptın, hızlıca giderken birden durdun ve on, on beş saniye sonra arkanı dönüp millete bir şeyler sormaya başladın.’’ Dedi. Emir artık ölmek istediğini hissetti. ‘’Delirdim!’’ dedi içinden. Gözleri, fal taşı gibi açılmıştı fakat bomboş bakıyordu. Yavaşça döndü ve çocuğa bir şey demeden uzaklaştı. ‘’boş bank’’ , ‘’biriyle konuşur gibi yaptın’’ , ‘’on, on beş saniye’’ , aklından sadece bunlar geçiyordu. Hala yaşadıklarına bir anlam yüklemeye çalışıyordu ve o kadar çok zorlamıştı ki kendini, başı ağrımaya başlamıştı. ‘’Nasıl olur? Orda biri olduğuna eminim. Adamın konuştuklarını ben mi uydurdum? On beş saniye ha? Ben orda on dakika kaldığımı düşünmüştüm’’. Emir aklında kendisiyle konuşarak uzaklaştı…

- Betül?
- Alo Ufuk. Emir’e ulaşamadım. Mesajlarıma da cevap vermedi, arıyorum açmıyo! Nerde biliyo musun?
- Yy…yok, bilmiyorum.
- Allah’ım ya başına bir şey geldiyse.
- Dur! Sakin ol. Bir yerlere takılmıştır. Gelir şimdi.
- Ya mesajlarıma cevap vermiyo ki çıldırcam resmen. Lütfen bul onu.
- Tamam tamam. Meraklanma sen, ben bulurum onu şimdi.
- Tamam, lütfen çabuk ol.

Emir ortalarda yoktu. Ufuk ne yapacağını bilmiyordu. Kardeşi ona emanet edilmişti ve eğer başına bir şey gelirse kendisini affetmezdi. Hemen bu kötü düşünceleri aklında uzaklaştırmaya çalıştı. Bir şey olmayacaktı kardeşine, olmamalıydı. Ufuk yüzündeki kanın çekildiğini ve yüzünün karıncalaşmaya başladığını hissetti. Çok endişeleniyordu. Kontrolünü kaybetmemeliydi. ‘’Emir çocuk değil başının çaresine bakar’’ dedi kendi kendine. Kendini teselli etmeye çalışıyordu. Boş yere endişelenmek, yalnızca engel olurdu ona. Kendini kötü düşüncelerden arındırmayı başardığında, aklına ilk Çağlar geldi. Bilse bilse o bilirdi Emir’ in yerini, sonuçta en yakın arkadaşıydı. Hemen aradı, ama sonuç aynıydı. Çağlar’ da bilmiyordu. ‘’Hemen geliyorum’’ dedi Çağlar telefondan. On dakika sonra bitiverdi Ufuk’ un yanında.

- Nereye gitmiş olabilir?
- Bilmem, devamlı takıldığımız mekanları aradım, hiç birinde değilmiş.
- Sahile bakalım.
- Aynen, iyi fikir.

Hemen yola koyuldular. Bulundukları yerden sahil en fazla on dakika uzaklıktaydı. Emir’ in kaçırılma ihtimali akıllarına bile gelmiyordu, çünkü şehir ülkenin suç oranı en az şehriydi.  Çağlar uzun boylu, iri yapılı, sarışın ve mavi gözlü bir delikanlıydı. Izbandut bir vücuda sahip olmasına rağmen nazik bir kişiliğe sahipti, ama kızdığında en yakın arkadaşı Emir olmasına rağmen, o bile karşısına çıkmaya cesaret edemezdi. Emir ile çok iyi anlaşıyorlardı ki en yakın dosttular. Zamanın gençlerinde yaygın olan ‘’kanka’’ muhabbeti hiç aralarında dönmemişti. Onlar birbirlerine ‘’kardeşim’’ diye hitap ederlerdi. Görünüşe bakılırsa Çağlar’ da çok endişeleniyordu onun için. Yolda giderlerken ikisi de Emir’ i düşünüyorlardı.

Sahil boyunu didik didik aramalarına rağmen hala bulamamışlardı onu. Neredeyse son kısma gelmişlerdi. Burası aydınlatma daha yapılmadığı için sahil boyunun diğer kısımlarına nazaran daha karanlık ve dolayısıyla geceleri daha tenhaydı. Gökyüzündeki ay ve yıldızlar, ayrıca şehirden arta kalan ışıklar aydınlatıyordu burayı, ama hala karanlıktı. Oraya vardıklarında bir bankın kenarında karartı gördüler. Bu Emir olabilirdi, tabi olmama ihtimaline karşı tedbirli bir şekilde yaklaştılar o karartıya. Yeterince yaklaştıklarında o karartının gerçekten Emir olduğu anlaşıldı. ’’Kardeşim, nerelerdeydin sen?’’ dedi Çağlar fakat Emir cevap vermemişti. Yüzü bembeyazdı ve boş bakışlarla Çağlar’ a odaklandı. Çağlar’ ın bir an içi ürperdi. ‘’Birader iyi misin?’’ diyerek varlığını belli etti bu sırada Ufuk. Emir ikisine de cevap vermiyordu. Ufuk bir an bakışlarını başka yöne çevirdi, bankın diğer ucuna. Sonra Emir’ e dönerek. ‘’Birader, bu kim?’’ diye sordu. Emir anlamakta güçlük çekiyormuş gibiydi. Aklında ağabeyinin sorduğu soruyu çözümlemeye çalışıyordu. Kafasında bin bir sorunun içinden ağabeyinin bu sorusunu ayıklayıp kendi benliğinde idrak etmeyi başarınca gözleri ışıldadı ve birden ayağa fırlayarak karartıyı işaret etti ve sevinçle ‘’Siz de görüyor musunuz onu?’’ diye bağırdı. Birden yüzüne hayat gelmişti. Ağzı kulaklarına varmıştı. Çocuğu yeni doğmuş bir babanın hemşirenin kapıdan çıkmasını bekler gibi cevap bekliyordu gözleri. Ufuk ve Çağlar şaşkına dönmüşlerdi. Bu sırada Emir’ in arkasındaki karartı yavaşça yükseldi ve onların yanına yaklaştı. Yüzü belli olmuyordu çünkü ayın ışığını başındaki kukuleta kesiyordu. Yalnızca çenesi ve düz taranmış bembeyaz sakalları görünüyordu. Adam ellerini kaldırdı ve başındaki kukuletayı geriye attı. Capcanlı gözleriyle genç üçlüyü izliyordu. Gülümsedi ve o kalın sesiyle seslendi.

- Benim adım Ardin.
 
Güzel bir bölüm daha hocam. Isınıyoruz ufaktan bakalım. Yenilerini bekliyorum =)
 
İlginiz için teşekkürler. Hikaye ölmedi, sadece bazı nedenlerden dolayı biraz gecikecek. Ama asıl hikaye bundan sonrası :smile: Sabırsızlıkla bekleyin. :smile:
 
Öncelikle hikayen gayet güzel,devam ettirmende fayda var.Bu hikayeyi beğenmeyenleri döveriz hacı.
Dövemezsekte söveriz.
Bronzsoldier said:
Öncelikle hikayenin forumdaki alışıla geldik hikayelerden farklı olduğunu belirtmek isterim. Uzun soluklu olacağı artık kesinleşti.
Kan ve Kılıç üçlemeside uzun soluklu hacı,yalnız seninki biraz farklı olmuş.
Bronzsoldier said:
- Benim adım Ardin.
Bende Serhan memnun oldum Ardin.
 
Back
Top Bottom