İhanet Çemberi - 10.Bölüm Geldi *Dhirim Seferi*

Users who are viewing this thread

Bölüm Adı: Ziyafet
Bölüm: 8

    Güneş, yavaş yavaş Sargoth'un batısını çevreleyen Alviss Dağları'nın ardına doğru çökmeye başlamıştı. Gökyüzü kızıl kesilirken odasında kağıt üzerinde çalışmalarını sürdüren Varyag bir yandan da dışarıyı izlemekteydi. Akşam düzenlenecek olan ziyafette alınacak olan yeni kararları tekrar gözden geçiriyordu. Muhafızlardan biri, kapıyı çalıp izin isteme gereği duymayarak küstahça kafasını araladığı kapıdan içeri soktu ve etrafı bir süre yokladı. Ardından da büyük bir adım atarak odaya girdi ve Varyag'a dönerek;
      "Efendim, emrettiğiniz gibi akşam düzenlenecek olan ziyafet için tüm hazırlıklar tamamlandı. Ziyafeti nerede düzenleyeceğiz?"
    Kral Varyag, usulca ayağa kalktı ve muhafıza doğru döndü.
      "Ziyafet sarayımda düzenlenecek. Masaya kırmızı bir örtü serin ve mumlarla etrafını aydınlatın. Aşırı derece şatafata gerek yok, ardından da tüm yemekleri bu masaya taşıyın. Ayrıca şaraplarda hazır olsun."
    Muhafız bir kez daha selam verdi ve;
      "Emredersiniz, efendim!"
    Varyag, muhafız tam da odadan çıkacakken;
      "Bir daha da kapıyı çalıp izin istemeden odama veya saraya gelme. Bu defalık seni affediyorum." dedi ve tekrar masasının başına geçti. Muhafız ise tekrar selam verip odadan ayrıldı. Varyag da bir süre daha odasında çalıştıktan sonra kapıyı kilitleyip meydana çıktı...

    Hafif bir rüzgâr hakimdi Sargoth'un sokaklarına. Varyag, epeydir uğramadığı hana tekrar gitmek istedi fakat öncelikle zindana uğramasının daha iyi olacağını düşündü. Bir süre sol ayağını duvara yaslayarak dışarıyı izledi. Sokaklar bomboştu, sadece iki dakikada bir elindeki testilere doldurduğu suyu evine getiren birkaç köylü grup vardı dışarıda. Hafif esen o rüzgârın yerini küçük küçük yağan kar taneleri almıştı. Varyag derin bir iç çektikten sonra zindana doğru ilerlemeye başladı. Gardiyanın yanına geldi ve;
      "- Nöbet nasıl gidiyor asker?"
      "- Çok iyi efendim. Hiçbir sorun yaşanmadı, gerçi bu oldukça normal birşey. Elinize sağlık, geçen gün onlara yedirdiğiniz o tokmak sayesinde şimdi "çıt" bile çıkarmıyorlar."
      "- Hehehe! Herneyse, şimdi içeri giriyorum. Kapıları aç bakalım..."
    Gardiyan hızla cebindeki anahtarları çıkardı ve kapıyı açıp bir adım geri çekildi. Varyag içeri girdikten sonra kapıyı tekrar kapatıp kilitleyiverdi.
      "- Merhabalar, bakıyorum da köpek gibi havlamıyorsunuz artık, çok iyi; bu çok iyi."
    Lethwin somurtgan bir sesle;
      "- Bu zindanda daha ne kadar kalacağım?"
      "- Fazla değil, en çok bir yıl daha bu zindandasın."
    Lethwin büyük bir heyecanla;
      "- Yani bir yılın sonunda bizi serbest mi bırakacaksın?"
      "- Tabi ki de hayır. En geç bir yıl içerisinde darağacında sallandırılacaksınız, benden kurtulabileceğinizi mi sandınız?"
    Lethwin, oturduğu yerden bir adım daha geriye çekildi ve;
      "- Hayır, hayır! Beni öldüremezsin, sen kim oluyorsun da beni öldürüyorsun ha?!"
    Varyag öfkeyle;
      "- Sen kim oluyorsun da Kral Ragnar'ı öldürtebiliyorsun ha?! Adi herif, yaban domuzu! Ulan ben şimdi senin... Neyse, seni şimdi öldürmeyeceğim. Ama o gebereceğin günü sabırsızlıkla bekliyorum, Lethwin. Bundan emin olabilirsin."
      "- Kral Ragnar öldürüldü mü? Kim öldürdü Kral Ragnar'ı?"
      "- Oradan bana bilmiyormuş takliti yapma, Lethwin. Onu sen öldürdün, ve de cezasını çekeceksin."
      "- Kral Varyag, sana şerefim üzerine yemin ederim ki Kral Ragnar'ı ben öldürtmedim. Aslında bunu yapmak aklımdan geçmişti ama isyanı tamamlayıp halkın gözleri önünde darağacında sallandırmayı tercih ettim. Ama onu kesinlikle ben öldürmedim..."
      "- Olmayan şerefin üzerine mi yemin ediyorsun? Herşeyi para için, altın için ve hükümdarlık için yaptın. Bir sürü insan hayatını kaybetti. Yaptığın o dehşet verici katliamı duymadığımı sanıyorsan yanılıyorsun. Hepsi tüm Kalradya tarafından biliniyor."
      "- Evet, para için yaptım herşeyi. Hehehe, kontrolünü kendimize geçirdiğim o köyler ve şehirlerde inanılmaz sayıda destekçiniz çıktı, ne oldu sonra biliyor musun? Hepsinin elleri ve dilleri kesilip denize atıldılar. Bazıları Thir'da yakıldı, bazılarının da kolları ve bacakları kesilip bir köşeye atıldı. Bu söylediklerim tamamen benim emrimle gerçekleşti, ama Kral Ragnar'ı ben veya biz öldürmedik."
    Kral Varyag, birazda olsa inanmaya başlamıştı ancak suçlamalarına devam etmek istedi.
      "- Lethwin, umarım doğruları söylüyorsundur. Eğer ki doğruları söylüyorsan bil ki seni daha çabuk öldüreceğim, ama yalan söylüyorsan bunu da unutma. Yaptıklarım karşısında ölmeyi isteyeceksin fakat seni ölmekten beter edeceğim..."

    Kral Varyag, arkasını döndü ve zindandan ayrıldı. Halâ düşünceli bir haldeydi. Sürekli kendi kendisine "- Acaba Kral Ragnar'ı kim öldürdü?" diye soruyordu. Bir süre daha dışarıda durduktan sonra doğruca sarayına çıktı. Aslında tavernaya uğrayacaktı ancak bunu tamamen unutmuştu...

      "- Muhafızlar, muhafızlar! Kral Varyag'ın davetlileri geliyor, kapıları açın!"
    Dağların ardına kadar uzanan ordularıyla birlikte Kral Varyag'ın daveti üzerine şehre ilerleyen lortlar, muhafızlar eşliğinde saraya doğru yürümekteydiler. Varyag, sarayın camından dışarıyı izliyordu. Masa oldukça iyi donatılmıştı ve lortların bu yemekleri beğeneceğinden emindi. Kapılar aralandı ve önce Yarl Turya olmak üzere diğer tüm lortlar saraya girdi. Ayaküstü kısa bir muhabbetin ardından tüm lortlar Kral Varyag'ın oturmasıyla masadaki yerlerini aldılar. Varyag, konuşmaya başladı.
      "- Değerli derebeylerim. Bu akşam düzenlediğim bu ziyafetin başlıca sebebi, yüce Nord ulusu için önemli kararlar almak ve bir araya gelmektir. Yüce krallığımız sadece benim değil, hepimizin birlikteliğiyle kuruldu ve bu birlikteliğin devam etmesi gerekir. Neyse, eminim ki miğdeniz kazınıyordur ve içinizden bana laf saydırıyorsunuzdur. O zaman yemeğe başlayalım!"
    Tüm lortlar, şarap dolu bardaklarını aynı anda havaya kaldırdılar ve bir yudum içdikten sonra masadaki yemeklere yöneldiler. Masada bir tek yemek kalmayana kadar hiçkimse birbiriyle konuşmamıştı. Varyag, en sonunda anlatmak istediği mevzuya geldi ve lortlara seslenmeye başladı.
      "Değerli derebeylerim, bugün sözümü tuttum ve ziyafeti düzenledim. Ancak şimdi benimde anlatmak istediklerim var, ayrıca bugün burada yüce ulusumuz için oldukça önemli kararlar alacağız."
    Tüm lortlar, Varyag'ı alkışlamaya başladı.
      "Yüce krallığımız, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldığında birçok derebeyimizi kaybettik. Ve en kötüsü olan Kral Ragnar'ı bir suikast sonucu kaybetmemiz oldu."
    Yarl Aeric, söz hakkı isteyerek konuşmaya başladı.
      "Yüce kralım, Nord ulusu için alınacak yeni kararları burada açıklayacakdınız, bu kararlar nelerdir?"
      "Evet, evet. Şimdi o mevzuya gelelim. Krallığımızın isminden askeri teşkilattaki yeni düzenlemelere, kurulacak ilişkilerden yapılacak savaşlara kadar birçok konuyu burada sizlere sunacağım. Öncelikle krallığın ismiyle başlayalım... Yüce ulusumuzun ismi Doğu Nord Krallığı'ydı. Artık yeni ismi Nord Krallığı olarak değiştirildi ve deniz ötesi ve kıyılar Nordland olarak yeniden adlandırıldı."
    Yarl Turya, ayağa kalkıp söz hakkı istedi ve tekrar yerine oturdu. Ardından konuşmaya başladı.
      "Yani şuanki Nord toprakları ve kıyılar Nordland olarak mı adlandırılacak?"
      "Evet, Turya. Nordland olarak adlandırılacak. Askeri teşkilatta da yeni düzenlemeler yapıyorum. Yakın bir zamanda tahminim Kergitlerle savaşacağız. Bu kaçınılmaz birşey... Süvarileri durdurabilmek için Rodoklardan esinerek Mızrakçı birlikler yetiştireceğiz. Ordu dağılımı %40 Piyade, %40 Okçu ve %20 Mızrakçı olarak değiştirilecek."
      "Peki ya diplomasi ve savaşlar hakkında neler olacak?"
      "Kergit İstilaları bildiğiniz gibi halâ devam etmekte ve gün geçtikçe tehlike bizim için büyüyor. Ayrıca Kergitlerle tek başımıza savaşırsak hiçbir şey yapabileceğimizi de sanmıyorum. Bundan dolayı Sarranid'lerin kapısını çalacağız."
      "Tamam da, Sarranid Sultanı Sultan Hakim'in teklifinizi kabul edeceğini nereden biliyorsunuz?"
      "Emin ol Turya, o bunu bizden çok istiyordur. Kergitler daha bizden hiçbir toprak alamadı, ama Sarranidler alınan istihbaratlara göre 5 toprağını kaybetti, hatta aralarında Ahmerrad bile var."
      "O zaman muhtemelen bizimle birlikte Kergitlere karşı etkin bir savaşa girişmeyi isteyeceklerdir. Peki ya savaşlar hakkında neler diyeceksiniz? Ayrıca sürekli seferler düzenleniyor ve bu orduyu yoruyor."
      "Sürekli savaşmak benide yoruyor, inanın benide yoruyor. Ama buna mecburuz, Kalradya'da kanun böyle. Herşey aniden gerçekleşiyor ve buna anında müdahale etmek zorunda kalıyorsun. Müdahalede bulunmazsan hemen saldırıya uğruyorsun. Yani bu mecburî olan birşey..."
      "Svadya ile nasıl mücadele edeceğiz, efendim?"
      "Tam iki gün sonra öğle vakti tüm ordular toplanacak ve Dhirim üzerine sefer düzenlenecek. Dhirim'i alacağımız gibi çevresindeki tüm kaleleride topraklarımıza katacağız. Svadyalılar nasıl bir belaya bulaştığını ancak bu şekilde anlayacaktır."
      "Hmm... Efendim, o zaman izninizi istiyorum."
      "Tabi ki, tüm lortlar, sonunda ziyafet sona erdi; ayrılabilirsiniz."
    Tüm lortlar sırasıyla şehirden ayrıldıktan sonra Varyag bir süre odasına çekildi. Gece olmuştu, etraf oldukça sessisti. Meydan boşalmıştı, sadece iki üç muhafız ve zindanı koruyan gardiyan vardı. Varyag, uzun zamandır uğramadığı tavernaya gitmeye karar verdi ve odadan çıktı...

    Tavernanın çevresinde hiçkimse yoktu, ancak içeride ışık ve ses vardı. Ayrıca etraf çok ağır bir içki kokusuna bürünmüştü. Varyag, eliyle tavernanın kapısını hızla itti ve isteksiz bir halde içeri girdi. İleride gördüğü boş bir masaya geçti ve üç şişe şarap istedi. Ardından etrafını biraz yoklayıp tekrar önüne döndü. İki dakika sonra şaraplar masasına gelmişti, hemen bir tanesini açtı ve içmeye başladı. Sol tarafta en köşeye çekilmiş olan kirli sakallı zayıf bir adam dikkatini çekmişti. Keskin gözleriyle doğrudan ona baktı ve bir süre izledikten sonra yanına çağırdı.

    Adam, Varyag'ın yanına geldi ve selam verdikten sonra, "- Yüce kralım, beni mi çağırdınız?" dedi. Varyag, "- Evet, otur." dedikten sonra bir sandalyeyi yanına alıp Varyag'ın karşısına geçti.
      "Sen kim oluyorsun?"
      "Yüce kralım, ben Normanlı Eddesa. Tüm Kalradya'yı devamlı olarak dolaşır, notlar alır ve denizlere açılıp bir yerler keşfetmeyi denerim."
      "Farketmiştim sende birşeyler olduğunu... Senden birkaç isim hakkında bilgi isteyeceğim."
      "O isimler nedir efendim?"
      "Marnid, Lezalit, Katrin ve Ymira."
      "Efendim, bana biraz süre verin. Şu defterimi yoklamam gerekecek galiba."
      "Tamam, ama çabuk ol."
    Gezgin, tozlanmış kalın kitabını masaya bıraktı ve sayfaları hızla karıştırarak bu isimleri aramaya başladı. Ancak yirmi dakika sonra birşeyler bulabilmişti...
      "Efendim, efendim! Buldum, aradığınız isimleri buldum."
      "Anlat bakalım."
      "Marnid... Tam altı gün önce Rivachegli Thonsky isimli bir köle tüccarında gördüm. Uzun bir süre Sargoth'ta yaşamış ve ticaretten oldukça iyi anlayan bir tüccar. Şimdi Lezalit'e bakalım. Lezalit... Onunla ilgili tam bir bilgim yok ama o da Rivacheg'de ve Thonsky'nin köle pazarında. İyi bir komutanmış ve savaşlarda bir ordu için oldukça gerekli bir kişiymiş. Ymira... Ymira, geçenlerde Rivacheg'de Topal Sovsoliosky isimli bir köle tüccarında satışa sunulmuştu. Adam akıllı birisiydi, erkekleri azdırmak için Ymira'ya açık saçık kıyafetler giydirip meydana sürmüş. Sarranid çöllerinden kervanla gelen Muhtalib Bin Ayyam isimli ayyaşın tekine satılmış. Vay haline!..."
        "Ymira satıldı mı?"
        "Evet, efendim. Shariz'den gelen bir kervan'da hurmalarını pazara getirmek için Rivacheg'e gelen Sarranidli bir ayyaşa satılmış."
        "Onunla sonra ilgileneceğim... Katrin ile ilgili bir bilgi yok mu?"
        "Hayır, efendim. Ne yazık ki yok."
        "Pekala, sen o saydıklarının halâ Rivacheg'de olduğundan emin misin?"
        "Evet, efendim. Orada olduklarından son derece eminim."
        "Bana onlar hakkında bilgi içeren tüm sayfaları kopartarak ver."
        "Ama efendim..."
        "Ver dedim, ver!"
    Gezgin, somurtarak sayfaları koparttı ve Varyag'a verdi.
        "Alın efendim."
    Varyag, biraz gülümsedi ve;
        "Bu iyiliğini karşılıksız bırakacağımı mı sandın sen? Al şu 3.000 dinarı. Bu para sana epeyce bir süre yeter."
        "3.000 dinar mı? Efendim, çok sağolun. Ben bu parayı bir ayda zor kazanıyordum, çok teşekkürler!"
        "O bilgiler kadar önemli değil bu para. Hadi, sana kolay gelsin."
        "Teşekkürler, efendim."
    Varyag, yarım kalan şarabını masada bırakıp tavernacının yanına gitti ve parasını ödeyip oradan ayrıldı. İstediği tüm bilgileri elde etmişti. Artık tamamen bu bilgilerle ilgilenmeliydi, eski yoldaşlarının yaşadığını öğrenince zaten ayrı bir heyecana kapılmıştı. Koşarak yanına birkaç asker aldı ve zırhını kuşanıp sabah olana kadar meydanda bekledi...


* * * * * * * * * *​
Beyler, uzun uğraşlar sonunda yeni bölümü sizlere taktim ediyorum. Yorumlarınızı eksik etmeyin.  :razz:
 
Bölüm Adı: Dhirim Seferi
Bölüm: 9

    Tan ağırdığında dışarısı birazda olsa ısınmaya başlamıştı. Ayrıca artık kar yağmıyor, yerine gökyüzünü kaplayan karabulutlar dağılmaya başlıyordu. Varyag, eliyle şehrin çıkış kapısını gösterdi ve kısık bir sesle "- İleri" dedi. Atlarıyla yavaş bir halde şehir çıkış kapısına doğru ilerliyorlardı. Elinde sarılmış bir parşömeni olan iri yapılı bir adam koşarak Varyag'ın yanına geldi. "- Efendim, çok önemli haberlerim var. Lütfen şu parşömeni alınız..." Varyag, atından biraz eğilip kağıdı adamın elinden aldı ve "- Tamam, al şu altın dolu keseleri ve derhal toz ol." dedi. Yavaşça parşömeni açtı ve okumaya başladı.

    Merhaba, Kont Stamar. Yakın bir zamanda, Praven'deki sarayımda düzenleyeceğim ziyafete katılmanızı ısrarla rica ediyor, ve gelmenizi sabırsızlıkla bekliyorum. Svadya soyluları olarak uzun zamandır bir araya gelememizin aramızdaki bağları her an koparabileceğini düşünüyor ve buna engel olmak için bu ziyafeti tertipliyorum. Gelirken eşlerinizi ve kızlarını, güvenlik açısından da ordularınızı da getiriniz. Önemli konulara değinilecek olan bu ziyafete katılmamanız halinde ihanetle suçlanıp tüm mallarınıza el konulacak, ve Svadya topraklarından atılacaksınız. Tekrar ısrarla sizi beklediğimi belirtiyorum. Ziyafet iki gün sonra akşam vakti yapılacaktır...
Kral Harlaus

    Kral Varyag, aniden arkasına dönüp "- Dur!" dedi. Şaşkın bir yüz ifadesiyle doğrudan Varyag'a bakan muhbir ilk başta ne olduğunu anlayamadan kendisine şüpheci bir şekilde bakan Varyag'ın yanına ilerledi. "- Bu parşömeni nasıl elde ettin sen?!" "- Efendim, grubumuz Svadya topraklarında gezinirken birkaç Svadyalı çiftçi ağır adımlarla Dhirim'e doğru ilerliyordu. Dikkatimizi çektiler ve bizde bu çiftçilerin hepsini öldürdük, sadece aralarında yaşlı biri vardı, onu bayılttık. Bize bu parşömeni verme karşılığında serbest bırakılmalarını istedi. Parşömeni aldık ve adamı öldürdük. Bunu bizzat size ulaştırmayı istedik..." Varyag, muhbirin bu açıklamasıyla tatmin olmuştu. "- Aferin, hep böyle ol. Ayrıca o bunağı öldürmen iyi olmuş, yoksa krala haber uçabilirdi. Neyse, bu değerli bilgiler için iki külçe altını daha hakettin. Al şu iki külçe altını..." dedi ve altınları hızla muhbire fırlattı. Muhbir uzaklaştığında ise "- Hmm... Svadya büyük bir açık verdi, hemde çok büyük bir açık..." dedi kendi kendine. Ardından atından indi ve saraya çıktı. Düşünceliydi... Anlaşılan iki gün sonra düzenlenmesi planlanan sefer yakın bir zamanda gerçekleşecekti...

      "- Yüce kralım, tüm derebeyleriniz şehrin dışarısında ordularıyla birlikte sizleri bekliyorlar."
      "- Tamam, şu kılıcı kınına sokayım, geliyorum. Garnizondan benim birliklerimi meydana konuşlandır, geldiğimde hazır olsunlar."
      "- Emredersiniz, efendim."
    Varyag, kılıcını sertçe kınına yerleştirdi ve muhafızın odasından çıkmasını bekledi. Muhafız odadan ayrıldığı gibi masasının kenarına dayadığı şerit zırhı örme zırhının üzerine giyinip miğferini taktı ve tozlu raflarda yerini almış eski kalın bir defterini masasının üzerine bıraktı. Sayfaları biraz karıştırdığında Kral Harlaus'un karakalem çizimini gördü ve orada biraz duruverdi. İçinde büyüyen kin duygusu Harlaus'un yüzünü gördüğünde engellenemez bir hâl almıştı. Sinirle elini masaya vurdu ve o sayfayı kopartıp odadan ayrıldı.

    Tüm Nord derebeyleri ve ordular şehrin dışında Varyag'tan gelecek olan emirleri bekliyordu. Varyag atına bindi ve "- Evet, hadi, zafer bizden yana olsun. Ehm, harekete geçiyoruz, hedef Dhirim!" diye bağırdı. Ordular, baltalarını kalkanlara vurarak ritim tutar halde ilerleme başlamıştı...

    "- Burası çok soğuk be Athenus. Şu demir yığını yerine üzerimize birkaç kürklü kalın kıyafet veremediler mi?" Hemen yanında nöbet tutan Svadyalı muhafız, sessizce "- Sızlanmayı bırak ve gözlerini açıp etrafı kolla!" "- Affedersin Athenus ama her nöbetimde şehre sızan birkaç köylüden başkası olmuyor. Soğuktan kıçım dondu, beni anlıyor musun ha?" "- Off, lütfen artık sızlanma. Bende üşüyorum, Tailtiu. Ama sesimi çıkartmıyorum, lütfen artık sus." Tam bu sırada ince bir ses duyuldu, sanki hızla gelen birşey havayı yarıyordu. Gerçektende öyle oldu, havayı yaran ok sertçe Eletha'nın kafasına saplandı ve Elatha hızla yere yığılıverdi. Athenus oldukça şaşırmıştı, öylece bağırıyordu. "- Tailtiu, kardeşim! Hayır, hayır; hayıır!" Varyag, eliyle tüm orduların sessiz durmalarını emretti. Surlardan gelen o yakınma seslerine dikkatini vermişti. Ateş etmeme emrini verdikten sonra yavaşça merdivenleri yerleştirip şehre girmelerini emretti. Dhirim'in sessizliğini bozan Tailtiu'nun yakınmalarıydı. Varyag fısıldar bir tonla "- Derhal gebertin şu köpeği!" dedi. İki asker merdivenlerden sessizce surlara çıktı. Gece karanlığında etrafı görmek ne kadar zor olsada sesin geldiği yeri takip ederek adamı bulmuştu. Kılıcını kınından çekti ve Tailtiu'nun saçından tutarak kafasını kendisine doğru kaldırdı. "- Beyinsiz köpek. Ulan akıllı olsan buradan kaçar giderdin, anlayamadın mı seni geberteceğimizi?" "- Athenus'u siz öldürdünüz, bende sizi geberteceğim!" Kınından çektiği kılıcı Tailtiu'nun boğazına tuttu ve hızla gırtlağını kesti. Birkaç saniye etrafa kan fırladıktan sonra Tailtiu'nun sesi kesilmişti. Eliyle işi hallettiklerini gösterdiler ve merdivenlerden tekrar aşağı indiler.

    Kral Varyag'ın aklında oldukça farklı bir plan vardı. Yanlarında getirdikleri on tane mancınığa teker teker dev taşlar yerleştirildi ve her biri yağlanıp aleve verildi. Varyag, bu taşları önemli noktalara fırlatılması gerektiğini söyledi. "- Bu kuşatmayla fazla zaman kaybetmeye gerek yok, derhal kilit noktalara mancınık atışları yapılsın. Ayrıca bazıları sessiz bir şekilde balistalarıyla birlikte surlara çıkıp dışarıda dolaşanları öldürsünler. Hedef garnizon, yağdırın taşları!!!" Gökyüzünün karanlığını aydınlatan ateşe verilmiş taşlardı... İlk taş garnizona girdiğinde büyük bir gürüldü koptu. Bir anda evlerinden çıkan ahali, surlardaki balistacıların atışlarıyla öldürülürken bazılarıda ok yağmuruna tutuluyordu. Nord askerleri şehrin içine girerek taarruza başladı. Yaklaşık dört saat süren kuşatmanın sonunda kazanan belliydi. Nord Krallığı'nın sancağı şehrin surlarına asılmıştı...

    "- Efendim, şehre emrettiğiniz gibi askerler yerleştirildi. Şimdi Sargoth'a geri mi döneceğiz?" "- Hayır, Aeric. Bu sefer daha sonlanmadı, Svadya'nın tüm şehirleri ele geçirilecek." "- Yani yeni hedefimiz Suno mu?" "- Evet." Varyag, atına bindi ve askerleri yanına alarak Suno'ya doğru ilerlediler...

Hikayeyi kısa tutmayı planlıyorum şimdilik. Yeni kararlar aldım ayrıca, yakında ne demek istediğimi anlayacaksınızdır.  :smile:
 
Tanhu said:
Bölüm Adı: Dhirim Seferi
Bölüm: 9

    Tan ağırdığında dışarısı birazda olsa ısınmaya başlamıştı. Ayrıca artık kar yağmıyor, yerine gökyüzünü kaplayan karabulutlar dağılmaya başlıyordu. Varyag, eliyle şehrin çıkış kapısını gösterdi ve kısık bir sesle "- İleri" dedi. Atlarıyla yavaş bir halde şehir çıkış kapısına doğru ilerliyorlardı. Elinde sarılmış bir parşömeni olan iri yapılı bir adam koşarak Varyag'ın yanına geldi. "- Efendim, çok önemli haberlerim var. Lütfen şu parşömeni alınız..." Varyag, atından biraz eğilip kağıdı adamın elinden aldı ve "- Tamam, al şu kese dolu altınları ve derhal toz ol." dedi. Yavaşça parşömeni açtı ve okumaya başladı. 
Kese dolu altınlar? Altın dolu kese mi demek istedin?

Bu kısım dışında çok beğendim. Sürükleyici bir hikaye, devamını bekliyorum.
 
Hehehe, yorgunluktan ne yazdığıma dikkat edemiyorum. Söylediğin için teşekkürler, berkil.  :razz:
 
Bölüm Adı: Uxkhal'a Doğru
Bölüm: 10

    Gökyüzünde parçalı olarak bulutlar görünmekteydi. Nordland topraklarında havalar böyle olmazdı, genelde soğuk günler yaşanır, bundan dolayı kalın giyinilirdi. Ancak Svadya topraklarında bu biraz daha değişikti. Varyag, sıcaktan bunalmıştı. Miğferini kolunun arasına alıp diğer eliyle anlını sildi. Tam bu sırada Varyag'ın hemen arkasında onu takip eden görevlilerden birisi koşarak Varyag'a yaklaştı.

      " - Efendim, Svadyalı birisini yakaladık, ne yapalım?"
      " - Onu bana getirin."
    Görevlilerden diğeri koşarak o Svadyalı'yı Varyag'a getirdi. Svadyalı, Varyag'a başını eğerek konuşmaya başladı.
      " - Ben karakartal, Suno'yu çevreleyen Gerhald dağlarında uçarım."
      " - Görev başarılı mı, karakartal?"
      " - Evet, efendim. Ancak detayları biraz uzakta vermem daha doğru olacaktır."
    Varyag, atından indi ve "- Yarım saat dinleniyoruz, fazla değil!" diye bağırdı. Ardından Svadyalı'yı askerlerden biraz uzakta bir yere götürdü.
      " - Efendim, istediğiniz gibi Suno halkını kışkırttım."
      " - Tam olarak neler oldu?"
      " - Bildiğiniz gibi Suno lordu halka yüksek miktarda vergi ödettiriyor, bu da yetmezmiş gibi garnizondaki özel birlikler dışında diğer tüm birliklere alması gereken maaşın yarısını ödüyor. İşte bende bu durumu halkı kışkırtarak kendi lehimize çevirdim."
      " - Aferin, dahasını anlat."
      " - Halk kolaylıkla bizi destekledi. Onlara eğer bize katılırlarsa, özgürlük vaat edeceğimizi söyledim, Sargoth'u örnek verdim. Orayı zaten gidenler bilir. Dahası askerlerde bize destek verdi. Ama özel birlikler buna karşı çıktı. Şu anda iç karışıklık hakim şehre, ancak özel birliklerin sayısı oldukça az."
      " - Tamam, şu keseyi al ve doğruca Sargoth'a git. Hakettiğini Sargoth'a geldiğinde sana vereceğim. Ayrıca seni bekleyen iki güzel kız var, yani onları fazla bekletme."
      " - Teşekkürler, efendim. Sizinle tanışmak bir şerefti... İyi seferler..."
    Varyag, koşarak Yarl Aeric'in yanına gitti ve;
      " - Ordularını topla ve doğruca Suno'ya hareket et. Halkın yanında özel birliklerle savaşacaksın."
      " - Efendim, bu biraz ani olmadı mı?"
      " - Kaybedilecek zaman yok. Suno'da isyan çıktı, halk Nord Krallığı'na katılmak istiyor. Ancak Özel Birlikler hepsini katlediyor. Derhal onları öldürüp şehrin kontrolünü ele geçirmeliyiz."
      " - O zaman emrettiğiniz gibi Suno'ya kargaşayı dindirip şehri almaya gidiyorum."
      " - Yolun açık olsun, Aeric."
      " - Sağolun, efendim."
    Yarl Aeric, atına bindi ve askerlerini yanına çağırıp doğruca Suno'nun yolunu tuttu. Varyag ve diğerleri ise biraz daha dinlenmeyi tercih ettiler...

    Güneş tam tepedeydi. Anlaşılan öğlen olmuştu, ayrıca gökyüzünde de tek bir tane bile bulut kalmamıştı. Demir yığını zırhlar, kavrultucu güneş sıcaklığının etkisiyle adeta yanmaktaydı. Ayrıca miğferlerin de parlaması askerlerin önlerini rahat görebilmelerini engelliyordu. Varyag, kararlılıkla orduları Uxkhal'a doğru hareket ettiriyordu. Yaklaşık on dakika önce tekrar yol almaya başlamışlardı. Varyag, ancak öteki günün gecesinde Uxkhal'da olabileceklerini düşünüyordu. Ancak sıcaklığa da ne kadar dayanabileceklerini bilemiyordu. Tüm gün yol aldılar, öteki günün öğlesinde tekrar dinlenmeye oturdular. Biraz dinlendikten sonra tekrar yol aldılar...

    Güneş artık çökmeye başlamıştı... Ordular Uxkhal'a yaklaşıyordu. Askerler, baltalarının saplarını kalkanlarına vurarak hep bir ağızdan "- Hurara, hurara!" diye bağırıyorlardı. Hava kararınca hava sıcaklığı epeyce düşmüştü, yalnız bu durumdan şikayetçi değillerdi. Ordular düzenli bir şekilde ilerlemekteydi. Askerlerden birisi olabildiğince sesli bir tonla "- Efendim, işte; Uxkhal surlarından yükselen nöbetçi kuleleri!" Tüm askerler daha fazla ses çıkartmaya başladı. Varyag, orduları durdurdu ve emirlerini vermeye başladı.

      " - Uxkhal surlarına hiç olmadığı kadar şiddetli bir şekilde yükleneceğiz. Çünkü bu şehir bir kilit nokta, ve bizim buranın kontrolünü ele geçirmemiz lâzım. Aksi taktirde Rodok dağlarından Yalen'e ulaşmamız oldukça zor olacak. Ayrıca önemli de bir ticaret kendi Uxkhal. İşte biz bu şehre, mancınıklarla surları yıkıp gireceğiz. Fazla kayıp vermek istemiyorum, eğer merdiven dikecek olursan bir çoğumuz daha merdivenden çıkamadan arbaletçilerin kurbanı oluruz. Neyse, derhal görevlendirilen kişiler mancınıkları belli yerlere konuşlandırıp taşları yerleştirsinler!"

    Hızla mancınıklar belirlenen yerlere yerleştirildi, bu sırada kayalar mancınıklara yüklendi ve yağlandı. Ancak hiç beklenmeyen birşey olmuştu... Şehrin hisarından fırlayan Svadya şövalyeleri hızla Nordlara doğru ilerlemekteydi...

    Askerler, hızla baltalarını alıp koşmaya başladı. Nord askerleri akıllı bir hamle yaparak epeyce açıldılar ve düşmanı içlerine alıp arkalarından da saldırdılar. Svadyalılar oldukça vahşi saldırmaktaydı, ve çoktan bir mancınık kullanılamaz hale gelmişti. Bir süre sonra Nord askerleri Svadyalıları tamamen kılıçtan geçirmişti. Mancınıklar tekrar hazırlandı ve taşlar yağlandı. Varyag'ın emri bekleniyordu...

    Etrafa iyice sessizlik çökmüştü. Kral Varyag, halâ saldırıya başlanmasını emretmemişti. Surlarda bekleyen düşman askerleride fazlasıyla yorulmuşlardı, ayrıca gece vakti geldiğinden birçok asker uykulu bir hale gelmişti. Nord askerleri ise içtikleri değişik bir karışım ile uyanık kalabiliyorlardı. Varyag en sonunda "- Artık tam zamanı, yağdırın taşları!!!" diye bağırdı. Gökyüzü havada süzülen taşlarla kaplanmıştı. İlk taşın vurduğu yerden büyük bir gürültü koptu, ardınıda çığlıklar izledi. İki tarafta bu defa yay ve arbaletlerine sarıldılar. Ardı arkası kesilmeyen ok yağmuru hem Svadyalılara, hemde Nordlar'a pahalıya patladı. Varyag, diğer taşlarında fırlatılmasını emretti ve gökyüzü tekrar havada uçuşan alevlenmiş taşlara örtüldü. Nord askerleri koşarak merdivenleri surlara dayamaya çalışıyordu. Varyag ise kalkanını önüne tutup olanları seyrediyor, askere çeşitli talimatlar veriyordu. Merdivenler yerleştirildiği gibi askerler surlara tırmanmaya başladı. İlk bölük surların üstüne çıkmayı başarmıştı, ancak fazla dayanamayacak durumdaydılar. Varyag, koçbaşlarından birini askerlerle birlikte şehir kapılarının önüne bıraktı. Aynı anda taş yağmurunun sürdürülmesini de emretti. "- Uxkhal oldukça değerli bir bölge ve burada Nord sancağı dalgalanacak!" diye bağırdı. Ardından yayını gerip bıraktığı okla kuledeki bir arbaletçiyi yere serdi. Koçbaşıyla kapılara sertçe ardı ardına vuruluyordu, kapı neredeyse yıkılacak duruma gelmişti ancak şehrin içerisindeki Svadyalı askerler kapının arkasına geçip destek olmaya çalışıyorlardı. En sonunda bir kez daha koçbaşı kapıya vuruldu ve kapı bir anda kırılıverdi. Toz bulutunun içinden fırlayan Nord askerleri ellerinde tuttukları dev baltaları Svadyalıların üzerine hunharca savuruyordu...

      "- Kuledekileri de derhal öldürün!!!" Savaş oldukça şiddetlenmişti, mancınıklardan fırlayan taşlar yıktığı evleri ateşe vermiş ve ateşin samanlara yayılmasıyla birlikte şehir adeta cehenneme dönüşmüştü. Kılıçlar halâ savrulmaktaydı. Ancak güneş daha yeni doğmaya başlarken Svadyalılar öldürülmüştü...

    Etraf kan gölüne dönmüş, yangına karışan cesetlerdende çıkan o pis koku askerlerin miğdelerini fazlasıyla zorlamıştı. En azından Uxkhal artık düşmüştü, geriye kalan birkaç direnişçi grubun Nordlara karşı yaptığı ufak saldırılardı. Kolayca bastırılabilirdi, ama şimdi bunla bizzat Varyag uğraşamazdı. Garnizona 500 kişilik bir ordu takviye edildikten sonra şehirden ayrıldılar.

    "- Efendim, Sargoth'a döndüğümüzde şenlikler düzenlenecek mi?"
    "- Şenlik? Sargoth'a mı döneceğiz? Kim söyledi tüm bunları sana?"
    "- Ben böyle düşünmüştüm, kralım."
    "- Hayır, hayır; doğrudan Praven'e gideceğiz, Svadya'nın tüm şehirlerini kendi topraklarımıza katacağız."
    "- Anlaşıldı, efendim."
    "- O zaman ne duruyorsun, hedef Praven!"
Kısa tutacağımı söylemiştim, ve kısada tuttum. Haberiniz ola, sonraki bölüm çok ekşın olacak. :grin:
 
Bakıyorum hızlısın dostum. Hikayeye gelince pek de kısa sayılmaz bana kalırsa, ideal bir uzunlukta olmuş. Ayrıca hikayeni çok beğeniyorum, kesinlikle devam et dost.
 
Güzel hikaye, ben şahsen çok beğendim. Yalnız... Arkadaşın banlanması hikayenin devam edemeyeceği anlamına geliyor.  :smile:
 
Kötü olmuş cidden banlanması. güzel yazıyordu.
ps: ben bu kedilere hiç anlam veremedim =)
 
Back
Top Bottom