"Çok yaşa Canissarius!" -Thermicias'ın günlüğü

Users who are viewing this thread

Herkese merhaba. Bu yazdıklarımda; şu an parmaklarımın ucundan ne dökülürse onu okuyor olacaksınız. Hikaye yazıyor olduğum zamanki gibi bir bölüm bölüm yazma sürecinde olacağımı sanmıyorum. Taleworlds Forum'un, ve özellikle Dörtyol Hanı'nın bende manevi bir değeri var. Bir şeyler paylaşacaksam doğru yerin burası olduğunu düşünüyorum. Okuyacağınız şeyler, yollarımızın sizin bildiğinizden çok daha fazla kesişiyor olduğu Canissarius, yani öz ağabeyim hakkında birkaç bilgi de içeriyor olacak. Ama dediğim gibi; "Parmaklarımın ucundan ne dökülürse"...

İyi okumalar.

7 Kasım 2024, 01.15

Yıllar sonra buraya geri gelme ihtiyacı hissettim. Soylu Haydut'un ilk kitabını bitireli 12 seneden fazla olmuş, zaman gerçekten akıp gidiyor. Başlık da "üçleme" olarak kaldı kusura bakmayın, ancak ikinci kitabı kaleme almaya başladığım sıralar birden o ilhamı kaybediverdim. Dörtyol Hanı Maceracıları'nı bir araya getirerek içimdeki ilhamı biraz olsun harlamış oldum, ama maalesef yetmedi. Yine de ortaya çıkan işin güzelliği için Kızıl Şaman'a, Onatcan3'e ve TaparHan'a sonsuz teşekkürlerimi sunmadan geçmek olmaz. Aslen hiçbirinizi tanımıyordum ama tanımış kadar oldum. Buradaki ortamın sıcaklığını ve güzelliğini beslediğiniz ve benimle bu yolda yürüdüğünüz için "İyi ki varsınız" desem yeridir.

3 Temmuz 2011... İlk bölümü sizinle paylaştığım gün... O zamanlar bu tarz forumlarda yaşımı gizlerdim. Koca koca insanlar arasında 11 yaşında bir çocuk olarak barınabileceğime pek inanmıyordum. Ama hikayem beğenildi, övgü içerikli "Hadi Thermi yeni bölümler nerede?" mesajları ile o küçük çocuğu çok mutlu ettiniz. "2012 Mayıs Dörtyol Hanı En İyi Hikaye Ödülü"nü hala daha büyük bir başarı olarak görürüm. Neticede 12 Yaşında, yazısıyla ödül alan çok çocuk yoktur, değil mi?

Forum'da eskilerin daha çok hatırlayacağı, hatırlayanların da çok sevdiğini bildiğim bir "Dörtyol Hanı Efsanesi" olan Canissarius'tan etkilenip yazmaya başladım. Yazdıklarımı ona okuturdum, yer yer anlatım bozuklukları yapardım, betimlemelerim kafa karıştırıcı olurdu, konu kopuk olurdu... O hep oradaydı. Bölümleri paylaşmadan önce ilk ona okuturdum. Bir tek Hegen adlı mini-hikayemi ona sürpriz olarak paylaşmıştım. "Benden de iyi yazıyorsun artık." derdi. Ama bence bu kocaman bir yalan. Gerçi, kendisine ait olan başlıklardaki hikayeleri, Canissarius Efsanesi'ni forumdan silmiş, okumayanlar artık maalesef bilemeyecek. Sebebini hiçbir zaman anlamlandıramadım ama biliyorum, bunu da sizinle paylaşabilirim sanırım.

Dediğim gibi ben 11 yaşında küçük bir çocuktum. O ise Canissarius Efsanesi'ne başladığında 17 olmak üzereydi. Bana kalırsa, yaptığı işin büyüklüğüne oranla yine "küçük bir çocuk" kategorisine girerdi. 17 yaşında öyle bir hikaye yazmak her yiğidin harcı değildi. Ama ağabeyim kendine karşı acımasız oldu her zaman. "Saçma sapan yazmışım, ben bunu revize edeceğim." dedi ve hikayeyi buradan sildi. Ondan sonraki süreçte, -ya da en azından son 10 senedir, bunun hazırlığını yapıyordu. Terimler sözlüğü oluşturmuştu kendine. Ata nasıl nal çakıldığından tutun aklınıza gelebilecek en ince detaya kadar araştırmış ve bunları bile dikkate alarak yeni bir hikaye kaleme almıştı. Hatta bir noktadan sonra yeni bir dil geliştirmeye başladı, hikayeyi M&B evreninden çıkarmıştı ve yeni nesil bir Tolkien olma yolunda ilerliyordu. Ama bunu da az gördü ve o çalışmaları da bıraktı. Warband'de modlamalar yapmaya başladı. Bu modlamadan ilham alıp bir şeyler daha karaladı ama arkası gelmedi.

Ve maalesef de gelmeyecek. Çünkü o eşsiz ama acımasızca "kendine mükemmeliyetçi" ruh, yaklaşık 2 ay önce buralardan gitmeyi tercih etti. İntihar konusunda sabaha kadar etik muhabbetler döndürebiliriz burada. Ben son 3-5 yıl boyunca kendisiyle bunları konuşuyor, bir şekilde fikir alışverişinde bulunuyorduk. Hiçbir zaman "ben intihar edeceğim" demedi, öylesine konuşuyor gibiydik. Günün sonunda evrenin varoluşuna kadar giden sohbetler oluyordu. Çok dolu konular konuşuyoruz sanıyordum. Ama o gitti ve şu an hiçbirinin anlamı yok gözümde. Nerede, ne durumda, yolculuk nasıldı... Hiçbirini bilemeyeceğim. Sadece gittiği yerde ruhunun huzur bulmasını diliyorum her gece.

...Bunun bile doğru yazımına dikkat ederdi hikayelerinde, onun sayesinde ben de hikayemde bu yazım hatasını yapmadım, o yüzden abi yerine ağabey yazarım buralarda. Seni çok seviyorum ağabey. İyi ki vardın.
 
Last edited:
7 Kasım 2024, 02.02

Bu gece bu foruma girme isteğim halihazırda izlemekte olduğum bir dizinin finali sırasında depreşti. Hatta öyle ki, bölümü yarıda bırakıp buraya geldim ve yazmaya başladım. Başrollerden birinin, öbür taraftaki "cennet" kavramına doyduğu ve oradan bir sonraki adım olan ebedi hiçliğe adım attığı ve bu sırada diğer başrollerle ve ruh eşiyle vedalaştığı sahne beni yaralamış olmalıydı, ki sebepleri çok bariz. Ben buna hazır değildim, hiçbir zaman da olamazdım. Ama o; buradaki zamanının bitmesi gerektiğini -belli ki tüm açılarıyla- fark etti ve bunu yaptı. Bir yanım seni çok iyi anlıyor.

Foruma giriş sırasında şifremi unutmuş olduğumu fark edip şifre kurtarma için E-posta istedim. "Thermicias" nickini gördüğüm an içimde bir şey koptu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yan odada babam uyuyor, duymasını istemiyordum o yüzden ses çıkarmadım ama içimde bir şeyler çığlık çığlığaydı. Sanırım ne olduğunu biliyorum ama daha tam olarak 2 ay bile olmamışken buna net bir isim koymanın doğru olacağını düşünmüyorum.

"Eskilerden kimler kalmış, en son ne zaman ne paylaşmışlar" diye baktığımda bir çoğunun en az 10 senedir ortalıkta olmadığını fark ettim. Umarım bir şekilde yolunuz buraya düşer. Niyetim hiçbir şekilde sizleri üzmek değil, ama bunları paylaşacağım insanlar sizlersiniz. Eğer bir kardeşiniz varsa, ve bir şekilde anlaşılmadığını hissediyor, kendini eksik ve asla tamamlanamayacak olarak görüyorsa lütfen yarın yapacağınız ilk şey ona sarılmak ve yalnız olmadığını hissettirmek olsun. Dargın kalmayın, saçma sapan şeylerden kavga edip darılmayın birbirinize.

Cenaze evinde akrabalar "Annene babana iyi bak, güçlü kalın" dedi. Kimse benden kopan parçayı tam olarak idrak edemedi. Edemezler de zaten. Umarım kimse bunu idrak etmek zorunda kalmaz. Kısaca tanımlamak gerekirse "rezalet bir his" deyip geçerim. Detaya inmeye kelimelerim yetmeyecek.

İlhamımın "kayboluvermesi" konusunda biraz yalan söylüyor olabilirim. Burada muhabbet etme fırsatım olan arkadaşlar bilir; 13-14 yaşlarımda müziğe yöneldim. Şarkılar yazmaya başladım elimden geldiğince, zamanla geliştim, hala daha gelişiyorum. Neticede bu sonu gelmemesi gereken bir süreç, insanın genel olarak her konudaki gelişme ihtiyacıyla eşdeğer. Dinlediğim müziklerde de ağabeyimin çok etkisi var. Bir arşivi vardı ki uçsuz bucaksız... İnsani bir ihtiyaçtır gelişmek, bundan yıllar sonra da yeni arayışların peşinde koşuyor olacağız. Ve benim bu koşumda onun sırtımdaki elinin etkisini hiçbir zaman unutmayacağım. Seni çok seviyorum ağabey.

Geçtiğimiz sene yine Mount And Blade evreninde olmak üzere, Soylu Haydut'tan bağımsız bir şeyler karalamaya başladım. Bana adeta yalvarıyordu "bana da okut be kardeş merak ettim" diyordu. Ben ise; "ilk bölüm bile tamamlanmadı zaten öylesine yazıyorum bir yere bağlanacağını da sanmıyorum ama ilk bölümü bitireyim sana okutacağım" demiştim. O bölüm hala bitmedi. Ama beni izliyorsan, yine ilk sen okuyacaksın. Seni çok seviyorum ağabey.
 
Last edited:
8 Kasım 2024 16:04

Ağabeyimin vefatından kısa bir süre sonra terapiye başladım. İnsanların hayatında her zaman irili ufaklı dertler olabilir. Benim de vardı. Terapi almak bir süredir aklımdaydı zaten ama O'nun gidişiyle başka seçeneğim olmadığının farkına vardım artık. Eğer sizi boğduğunu hissettiğiniz dertlerle uğraşıyorsanız - ya da uğraşmadığınızı düşünüp bir şeyleri gözardı ettiğinizin farkına varıyor gibiyseniz siz de terapi alın. Bence herkesin öyle ya da böyle ihtiyacı var. İçinizi tanımadığınız insanlara dökmek ve o insanın bu konularda uzman olması gerçekten faydalı oluyor.

Dördüncü terapi seansımdan az önce çıktım ve buraya gelme ihtiyacı hissettim tekrar. 2 gün önce foruma geri dönüşümü, bu sırada hissettiklerimi -aşağı yukarı burada yazmış olduğum gibi anlattım. Bu forumun, Soylu Haydut hikayesinin ve genel olarak Dörtyol Hanı'nın benim çocukluğumda büyük bir yeri olduğunu fark ediyorum. Haberiniz yok ama size minnettarım. Hikayemin altında ağabeyimin anonim olarak yazdığı yorumları okuyup mutlu olabileceğim yıllar sonra bile. Belki tekrar rastgele bir ağlama atağı gelir ilerleyen zamanlarda. İçimi dökmüş olurum, iyi olur. Keşke hikayelerini bir şekilde bulabilsem. Ama canına kıymadan önce bilgisayarı sıfırlamış. Her şey kayıp artık.

Çocuk yetiştirmek çok zor bir şey. Kendi aileme bakınca bir ürperti gelir, evlilik ve çocuk yapma fikrinden soğuyuveririm. Hiçbir zaman sıcak değildim bu fikre ama, ya ağabeyim gibi, duygusal zekası yüksek, ortalamadan çok daha hassas ve kıymetli bir çocuğum olursa ve ben buna hazır değilken her şeyi mahvedersem? Bu düşünce ağabeyimin vefatından önceki son birkaç yıldan beri dönüyor kafamda. Ebeveynlik zor zanaat dostlar, saygı duymak lazım. Ama işi batırırlarsa onlardan başka suçlanacak kimse yok, kimse kusura bakmasın. Bir yanım hep kızgın kalacak. Bir tek ben duyuyordum sanki sessiz çığlıklarını. Benimle konuşurken biraz daha rahattı sanki. Keşke daha çok konuşsaydık seninle. Keşke hep konuşsaydık. Sana doyamadım ağabey. Bana kalırsa sen de buralara doyamadın, daha neler vardı denemediğin. Keşke daha çok konuşsaydın benimle. Kimi zaman cevap veremezdim belki ama yanında olurdum.

Ağabeyimin öldüğü gün sözlerini yazdığım bir şarkı vardı. Aynı ayın sonuna doğru bestelemiş ve grubumla paylaşmıştım. Biraz daha bakacağım ona, üzerinde çalışmam gereken bazı noktaları olduğunu düşünüyorum. İleride şarkı çıkarsa buraya da atarım. Ama önce ağabeyime dinleteceğim. Seni çok seviyorum ağabey.
 
Last edited:
19 Kasım 2024 18:25

Kafamızı kaldırıp etrafa bakmalıyız. Bugün buraya yazmaya başlamadan önce, bir şeyler yazıp sildikten sonra, ve şimdi okuyacaklarınızı yazmadan önce tekrar tekrar baktım etrafıma. En büyük, önemli görüneninden tutun en küçük nesneye kadar her şeyi inceledim. Solumdaki aynalı dolap, aynasının üzerinde asılı duran eski vesikalık fotoğraflar, aynanın sağ köşesinden sarkıttığım, kız arkadaşımın kırmızı bandanası, dolabın üzerinde küçük bir gemi maketi, önünde yapay bir çiçek ve saksıyı onunla paylaşmaları için yine yapay olan toprağına sapladığım kuş tüyleri... Arkamdaki yatağın başucuna astığım düş kapanı, sağımda gitarlar, masamın üzerine gelişigüzel koyduğum kitaplar, bilgisayar ekranımın arkasında sapı kırık bir fincan, içinde duran kalemler... Ve daha bakabileceğim şeylerin yüzde birine bile bakmamışımdır belki. Duvardaki lekeler bile önemli. Hepsi bir sebep-sonuç ilişkisiyle etrafımda duruyor. İnsanlar gibi, ama bu cansız nesneler üzerinde biraz daha kontrol sahibiyiz gibi, en azından sanırım buna inanmak en güvenli seçenek.

Kontrol sahibi olmak... Biz insanlar -öyle ya da böyle, bir şekilde her şeyin yolunun bizden geçtiğine, herhangi bir olay örgüsünün ortasında, hiç değilse bile önemli bir yerinde olduğumuza inanmak isteriz. Ben de bir insanım, bu düşünceleri kafamdan geçirmediğimi söyleyemem. Bu doğru mu yanlış mı bilmem, bilemeyiz. Çünkü her neye inanıyorsanız inanın kabul etmemiz gereken bir şey var ki, biz algıları sınırlı ve kusurlu varlıklarız. Ve buna karşı vereceğimiz bir savaş, kazandığımızda kaybedeceğimiz savaşlardandır.

Bugün hiç dışarı çıkmadım, hava almam gerekiyor. Geri geleceğim.

19 Kasım 2024 21:10

Buraya yazdıklarımı tekrar okuduğumda da bu bahsettiğim "kafayı kaldırıp etrafa bakma"nın sağladığı faydaları gördüm. Soylu Haydut'un ilk cümlelerinden biri "Bir ağabeyim vardı, her şeyi ondan öğrendim"miş mesela. Yazarken fark etmemiştim, 13 yıl sonra okuyunca bilinçaltımdan dökülen çok şey olduğunu fark ettim hikayede. Yazmak güzel şey. Yıllar sonra buraya tekrar baktığımda bu yazılarda da o gün geldiğinde unutmuş olduğum şeyleri hatırlayacağım muhtemelen. Geçmişimizle bağımızı koparmadıkça gelecekte de bu bağdan beslenebileceğimizi fark ettim. Çok ilginç, öylesine yazdığım bir hikayeden bile ne dersler çıkabiliyor yıllar sonra... Basit yazmışım - çocuk aklı, donanımsızlık vesaire vesaire... Ama iyi ki yazmışım. Bunları da iyi ki yazıyorum, şimdi içimi döküp yıllar sonra bunlardan besleneceğimi biliyorum artık.

Makine hiçbir zaman durmamalı, yakıtı eksik kalmamalı. Yürümeye devam etmeliyiz, ben de öyle yapacağım. Ne olursa olsun sahip çıkmam gereken bir benliğim, bir hayatım var. Bu dünyadaki her şeyden daha kıymetli. Kendimi kaybetmemeliyim. Hayatta bir pozitif-negatif dengesi olduğuna inanırım. Kötü şeyler iyi şeyleri; iyi şeyler de onları regüle edecek kötü şeyleri getirecek, ve bana kalırsa bu hayatın tanımlarından biridir bu. Her şey mükemmel olamaz, olmamalı da. Bir mücadele içindeyiz; en keyifli, huzurlu hayatı süren insan bile bir şeylerle uğraşıyor olmalı. Kırılmazsak "dümdüz" yaşar gideriz ve buna yaşamak diyebilir miyiz ki? Ama kırılma yaşamayan bir insan evladı yoktur, o yüzden bu soruyu sormak bile gereksiz. Kimse dümdüz kalmaz, kalmayacak. Hazır olun. Her şey bir anda olmasa bile değişecek, bu hep böyle oldu çünkü. "Değişmeyen tek şey değişimin kendidir."

Kimse olduğundan daha yüce davranmamalı. İnsan yaşamı kutsaldır, ama insan kirlidir. Kiri de insanın benliğinin bir parçasıdır. Demiyorum ki "herkes kötülük yapsın, hiçbir şeyi umursamasın", ama hiçbir şey pür ve saf kalmıyor, kalamaz. Yaşamanın bedellerinden biri de budur belki. "Tecrübe" deriz buna. Belli durumlar karşısında kurnazlığı, çıkarcılığı öğrenmemiz gerekir. Başkasının kötülüğü için değil elbette, ana amaç kişinin kendini koruması ve geliştirmesi olur. Bu uğurda belki de zarar veririz başkalarına. En düşük seviyede tutup, bencillikten en uzak şekilde yaşadığımızda bile -eğer sağlıklı kalmak istiyorsak, günün sonunda kendimize yarayacak şeyi yapmalıyız -başkalarına ne olursa olsun.

Ağabeyim belki de bunu gözetmedi. Büyük kardeş olarak ebeveynlerimin "acemilik eseri" oldu. Onların hataları beni vurduğundan çok ağabeyimi vurdu. Bir çocuğun görmesi gereken hassasiyeti belki de layıkıyla görmedi. Bir yanı bunu hep taşıdı ağabeyimin. Kızgındı onlara. Makinesi kısa devre yaptı, eskileri tekrar tekrar oynattı ve devam edemedi. O döngüde kısıldı kaldı. Kendini görmüyordu artık. Devam etmesi, kendini her ne bataklıktan olursa olsun çekip kurtarması gerektiğini ve hayatını etmek istediği gibi inşa etmesi gerektiğini göremedi belki de. Belki gördü ama mecali kalmamıştı, çünkü nelerin yanlış gitmiş olduğu konusunda takıldı kaldı. Haksız mı? Hayır. Ama bu ona yalnızca zarar verirdi, geri dönülmez zararı da verdi zaten. Umarım gittiği yerde tüm bunlardan arınmıştır artık.

Yine de kendini biraz daha gözetip, biraz daha dışarıya kapalı bir biçimde kendini beslemesini çok isterdim. Hayat onun için de devam ediyor olmalıydı. Onun yaşadığı zorlukları yaşamadan bunları söylemek belki de çok kolay, ama hayat bazen de o gamsızlığı gerektiriyor. Annem, babam, ben... Bir şekilde devam edeceğiz hayata -ediyoruz da. Onun aramızda olmasa bile kendi yolunda yürümeye devam etmesini görmek için neler vermezdim... O geceye geri gitsem bavula sakladığı kömürleri camdan aşağı atar, bir güzel azarlardım onu. Ağlaşırdık belki karşılıklı, sarılırdık. Belki de kızardı bana planını anladığım için. Ama bir şekilde bu imkanım olsa ve geri gidebilsem onunla en büyük kavgaları etmeye bile razıyım. Ama ne böyle bir imkanım var, ne de bunun sonuçlarını görebilecek, alternatif zaman çizgilerine gidebilecek gücüm. O yüzden gittiği yerde huzur bulmuş olması için dualar etmekten başka hiçbir şey yapamıyorum onun için.

Evin her köşesinde onu hatırlatacak bir şey var ve bu acı vermiyor artık. Ağlatıyor, ama onu görebilmenin bir yolu olduğu için şükrediyorum her detaya. Arada fotoğrafları açıp güzel suratına bakıyorum. Dakikalar, saatlere dönüyor. Ben bakıyorum. Orada duruyor, gülümsüyor. Sanki bana tüm bu "devam etme" konusunda telkinde bulunuyor gibi. Belki de böyle bir şey yok. Fotoğraf sonuçta. Belki de zihnim kendini koruma mekanizması olarak bunları uyduruyor. Ama yine de ağabeyim hayatta olsaydı bunu isterdi, o yüzden fotoğrafların böyle bir büyüsü olduğuna inanmak yanlış olmaz.

Seni serbest bırakıyorum ağabey. Seni asla unutmayacağım, yine seni anıp gözlerim dolacak, burnumun direği şimdi olduğu gibi sızlayacak. Ama huzuru bulmalısın, hak ediyorsun bunu. Hep hak ettiğin gibi... Seni çok seviyorum.
 
Last edited:
26 Kasım 2024 23:27

Son birkaç gündür amaçsız ve bitkin hissediyorum. Buraya gelip gidiyorum. Bir şeyler yazasım geliyor ancak tekrara düştüğümü hissettiğim için yalnızca önceden yazdıklarımı okumakla yetiniyorum. Evden çıkmaya enerji bulamıyorum, zar zor atıyorum kendimi dışarı. Havalar da kötü zaten - kötü diyorum ama ağabeyim çok sever soğuk ve kapalı havaları. Normalde insanları kasvete boğar, ama ağabeyimi o havaları izlerken daha mutlu görüyordum hep. Belki insanların içinde uyanan o sıkıntıyla yalnız olmadığını hatırlatıyordur ona bir şekilde, kim bilir...

Ağabeyimi nasıl özlediğimi ve andığımı buraya sürekli yazamayacağımı fark ettim - dediğim gibi, bir noktadan sonra tekrara düşüyor oluyorum. Çünkü bakıyorum da, onunla ettiğim sohbetlerden, kendine reva gördüğü sondan, evin her köşesinde onu hatırlatan bir şey görüyor olduğumdan... Her şeyden bahsettim, sadece ne kadar yazsam yetmeyeceğini bildiğim için bir yanım bunlardan bahsetmeye devam etmemi söylüyor. Ama burada yazılıp paylaşılan şeylerin edebi olarak da bir ağırlığı olmalı. Günlük olarak yazıyorum, günlük olarak devam etsin. Ama ağabeyimi düşündüren ve buraya yazmadığım bir şey geldi aklıma geçenlerde. Çok büyük bir şey değil belki ama tuhaf hissettirdi. O günden bu yana ağabeyimle aramdaki yaş farkı azalıyor. Hayatımda ilk defa böyle bir şey düşünüyorken buldum kendimi. Yoğun bir anlam yüklemeye gerek yok, ama garipsiyor insan.

Son zamanlarda kontrol edemediğim bir agresiflik de var üzerimde. Daha hızlı sinirleniyorum. Kız arkadaşımla tartışırken bile fark ediyorum. Bir şeylere toleransım azalmış vaziyette ve bu tehlikeli bir seviyeye kadar azalıyor. Terapide bundan geçen Cuma günü bahsedecektim ama terapist hastalanmış o yüzden geçen hafta seans yapamadık. Bu Cuma anlatmayı düşünüyorum. Bazen çok şey üstüme geliyormuş da ben artık eskisi gibi güzelce uğraşamıyormuşum gibi geliyor bunlarla. Kız arkadaşımın beni affettiğini söylediği şeyler bile gözümün önüne geliyor onunla konuşurken. Polisi aramayın - bahsettiğim şey şiddet vesaire değil. Kendime uygular, onun saçının teline kıyamam asla. Ama ya bu öfke büyür ve bana istemediğim şeyler yaptırırsa? Ben gerçekten onu çok seviyorum ama bu düşünceler beraberinde korkuyu ve yetersizlik hissini getiriyor. Ona olan sevgimde, verdiğim/verebileceğim emeklerde hiçbir yetersizlik görmüyorum, ama bu öfke hali ona hakettiği birlikteliği sunmama engel oluyor. O da beni çok seviyor, yakınmıyor da hiç "bana hiç özen göstermiyorsun/benimle ilgilenmiyorsun" vesaire diye. 2 yılı aşkın süredir beraberiz. Benzer iniş çıkışlar yaşadık ama son zamanlarda daha gerginim. Kendime karşı da daha anlayışsızım. Kendimle barışık hissetmeden başkasıyla ne kadar mutlu olabilirim ki? Ama onu bırakmak da istemiyorum. Çok seviyorum onu. Her şeyden çok...

Terapide bu durumlarımdan bahsedeceğimi ona da söyledim. Benden umutlu. Hakkını vermem lazım - bana karşı kendimde bile olmayan bir inancı var. Ve ona çok saygı duyuyorum ve onu sevdiğim için çok gurur duyuyorum kendimle. Ama benim bu enkaz halimi çekip çevirmeye, beni adam etmeye uğraşırken verdiği çaba ona reva mı? İnanın bana, her şeyden çok şu an bu sorunları düzeltmek istiyorum kendimle alakalı. Ama içimde bir şey var, dinmiyor. Aniden yükseliyor, veryansın ediyor. Bunu anlayıp çözmem zamanımı alacak. Ve benim istediğim, bunları atlattığımda O'nun yanımda olması. Ama bizi nasıl bir süreç bekliyor? O'nu nasıl bir süreç bekliyor? Her şeyin en iyisini hak eden bir melek o. Benim saçmalıklarımla uğraşmamalı.

Bunları onunla da konuştum. Nuh diyor, peygamber demiyor... Beni çok mutlu ediyor da ona zarar veriyor gibi hissettiğim için de aynı şekilde çok üzüyor bu inancı beni. Haketmediğimi düşünüyorum.

Ah! Belki de sorun bu. Son zamanlarda kendime o kadar fazla "şunu hak etmiyorum, bunu hak etmiyorum" çekiyorum ki... Kendime zarar bu. Belki de kız arkadaşım bunu görüp bunu engellemeye çalışıyor. Thermi (Kulakları çınlasın- Erak bana böyle yazardı bazen), belki de sakin olman ve kendine bakarken iyi yanlarını biraz daha görmen lazım. "Hak ediyor muyum, etmiyor muyum?" Yaşıyorsun ulan işte, ne önemi var? Niyetin varsa ve harekete geçebilecek enerjiyi kendinde bulduğunda - ki herkesin içinde kendisini iyileştirecek ve harekete geçirecek enerji vardır, içgüdüseldir bu, her şeyi yapabilirsin. Etraf gerçekten hiçbir şey hak etmeyip her şeyi elde edenlerle dolu. Kendi vicdanımızla niye böylesine saldırıyoruz ki kendimize? Hayatta her şey bitti, iç sesimize mi karşı savaş vereceğiz?

Size karşı burada şeffaf oldum, ve olacağım da. Şu an yazıyorum bunları. O an parmaklarımdan ne dökülürse... Yazmaya başladığım dakikasına kadar hiçbir şeyi esnetmiyorum. Şu son paragrafı kendime yazmış oldum. Ama bir şeyleri görmemi sağladı. Yazın arkadaşlar, kendinizde görmediğiniz, görmeniz gereken şeyleri açığa çıkarabiliyor. Şimdi ben bunu yazarak mükemmel olduğumu mu söylemiş oldum? Hayır. Mükemmel olmayacağım, denemeyeceğim bile. Sadece elimden geldiğince doğru yaşayacağım, içimde gördüğüm yanlışları düzelteceğim. Her şey öyle ya da böyle yoluna girecek. Çünkü girmeli... Girmemesinin tek sebebi kendim olabilirim bu saatten sonra, ve buna izin vermeyeceğim. Kendimle savaşmayacağım, yanlışlarımı düzeltmek kendimle savaşmak değildir. İçgüdülerime, egoma, bencilliğime ket vurmak değil yanlışlarımı düzeltmek - çünkü insan bencil olmalı biraz da... Egosuyla zıtlaşmamalı. Bir denge, bir oran var yaşamda, biz de ona dahiliz. Tüm inançlarda bir bütünün parçasıyız - ister "Allah yarattı" deyin ister "Büyük Patlama oldu atomlar oluştu" deyin, aynı anlama geliyor: Bir bütünün parçasıyız. Egomuz ve vicdanımız da bizin, yani bir alt bütünün parçaları. Kendini sev Thermi, hak ediyorsun.

Buraya yazmak iyi bir fikirdi.
 
Last edited:
4 Aralık 2024 18:25

Her gün farklı hislerle uyanıyorum. Geriye dönüp baktığımda 1 hafta gibi kısa bir süre içinde bile sayısız biçimde uyanıyorum. Bir gün keyifli, diğer gün keyifsiz... Bir süredir rutinim haline gelen bu ruh değişimleri beni bir yere çekiyor ve ben de peşinden geliyorum gibi hissediyorum. Bu amansız akışta kayıp gitmemek için tutunduğum dallar olmalı diye açıyorum kollarımı etrafa. Sigarayı bırakmaya karar verdim dün mesela. Kahveyi azalttım, bitki çayı içmeye başladım, vokal egzersizleri yapıp sesimi açık tutmaya çalışıyorum. Gün boyu ev bana kaldığı için bağıra çağıra şarkı söylüyorum. Komşuların ne düşündüğü de çok umurumdaydı... Düzene oturtmam ve yapmaya devam etmem gereken çok şey var, aksi takdirde günlerim çok daha hızlı geçiyor ve ben çok daha az yaşamış hissediyorum. Bilgisayarımın arkasındaki duvara astığım bir beyaz tahta var, üzerine notlar alıyorum. Onları takip ettikçe başka şeyler ekleyeceğim, ve bu sayede biraz daha dolu bir hayatım olacak. Sigara ve vokal egzersizleri güzel bir başlangıç oldu, hakkımı yememem lazım.

Çünkü ben yeni şeyler yapmadıkça ya da elimdekiler üzerine çalışmadıkça, başka birine dönüşüyorum. Agresif, sabırsız, kendinden de çevresinden de umutsuz... Sevmiyorum o kişiyi. Ve bu dönüşüm için birtakım radikal kararlar almam gerektiğini hissediyorum.

Kız arkadaşımla aramız limoni... Geçen haftaki seansta terapistime bu durumdan bahsettim. Agresifliklerimden, sabırsızlığım ve tahammülsüzlüğümden... Terapiye gideniniz bilir - ben konuşurum terapistim susar, doğru yerde küçük küçük sorular sorar sadece, ve ben bunları düşünmeye kendi iç dünyama gönderilirim. Düşünüyorum da. Her şeyi, her zaman düşünerek yükleniyorum kendime biraz. Zararını da faydasını da gördüğümü söyleyebilirim bu yüklenmenin.

Beni yoran çok şey var. Beni yoran ve karşılığında bana veya o şeye bir faydası olmadığına inandığım... Ona her ne kadar deliler gibi aşık olsam da, şu an ilişkim için de aynısını düşünüyorum sanırım. Onun yanında olmak, fayda sağlamak istiyorum istiyorum ama bunu yapamıyorum gibi geliyor. Bazen istediği şeyi tam olarak yapmazsam her şey kopuyor gibi hissediyorum. Onu da keyifsiz görüyorum ama o başka sebeplerden olduğunu söylüyor. Kız arkadaşıma da söyledim bunu. "Şu an benden istediklerini sana verebilecek kapasitem olduğunu düşünmüyorum, seni de kendimi de gün geçtikçe daha keyifsiz görüyorum" diye. Bugün ayrılık konuşması minvalinde bir konuşma geçti aramızda. Bana öyle sıkı tutunmuş vaziyette ki gitmemi asla istemiyor. O ağlıyor, benim yelkenlerim suya iniyor. Çünkü ona çok aşığım. Peki bu ne kadar gidecek ki böyle?

Belki de bu benim karamsarlığım yüzünden böyle. Belki her şey gerçekten yolunda ama ben olmadığına inandırıyorum kendimi... İşte tam olarak bunun için kafamı dağıtmalıyım bence. Bana her şeyi netleştirecek mükemmel bir bakış açısı lazım bu konulara dair. Çünkü şu anki ben bunun içinden çıkmakta çok zorlanıyor.

Şu an çok rahat yazamadığımı hissettim. Kısa oldu ama burada durmak en doğrusu olacak sanırım.
 
11 Aralık 2024 17:14

Yine o basık günlerden birine uyandım. Sigarayı bırakmıştım, çıktım bir paket aldım. "Onca şeyin arasında bir de kendimi böyle sınırlandırmayayım" dedim. Bir yandan bana verdiği zararı görüyorum - sesimi etkiliyor, uyku verimimi düşürüyor, ve en önemlisi de aslında hiçbir şeyi çözmüyor. Ama bağımlılık işte. "İstediğim zaman bırakırım"cılardandım, içip içmemek çok büyük bir anlam ifade etmiyordu. Ama bunun belki biraz daha üzerine düşülmesi gerektiğini fark etmem gerekecek gibi. Yine de sigara içtiğimde rezil bir insanmışım gibi işkence etmeyeceğim kendime. Zararlı ya da değil, içimden geliyor ve yapıyorum. İçimde susturduğum onca sesin üzerine birini dinleyivereyim, ölmem herhalde.

Uyku düzenimi tekrar yerine oturtabiliyorum gibi. Bu iyi bir gelişme. Gece yarısı 12-1 gibi uykum geliyor artık ve kendimi bu saatlerde de verimli olabileceğim yalanı ile kandırıp bilgisayarda vakit öldürmek yerine yatıp uyuyorum. Dün tahminimden oldukça erken bir saatte uyandım. Dedim ki "E saat sabahın 7si, uyuyasım da yok... Yürüyeyim bari." Sanırım yakın zamanda aldığım en iyi kararlardan biri oldu. 9 gibi eve döndüm, sonra biraz da ağırlık çalıştım, yeşil çayımı hazırladım içtim, 10 gibi kahvaltı ettim. "F*ck it, we ball" mottosuyla gideceğim sanırım biraz. Bir şeylerin düzelmesini beklemektense bu karmaşada kendimi bir şeylerle meşgul edip varolmaya devam etmek sanırım şu an tek seçenek. Sabah yürüyüşlerini devam ettirmeyi başarırsam en azından günümü düzene oturtmuş olurum. Plan program yaparım ve bu bitkinliği/ bıkkınlığı; onun altından bir şeyler inşa ederek giderebilirim belki. Bunu buraya yazıyorum, çünkü neden olmasın?

İradeyi zorlamak vücudu strese sokan bir şeymiş, öyle okumuştum. Baya kalp sağlığını kötü etkileyecek boyuta ulaşabiliyormuş. Ama yine de buna sığınmak üşengeçlik için bir kılıf uydurmanın ötesine geçemez bana kalırsa. İnsan doyumsuz bir varlıktır. Hayatındaki tüm hedefleri gerçekleştirse bile uzaklara bakıp "Şu da iyiymiş, ben şunu istiyorum, şundanım olsun" der ve orada olmayı ister. Hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamayız. Huzurlu bir hayata sahip olunca biraz aksiyon isteriz. Koşuşturmacanın içinde ise huzursuzluğumuzdan yakınırız. Sanırım insanın tatmini, hareket etmeyi bırakmamaktan geçiyor. Sadece doğru zamanda doğru parametrelere göre iyi veya kötü yönde hareket etmiş oluyoruz. Ama neyin iyi neyin kötü olduğuna da hakim değiliz. O yüzden bir pendulum gibi sağa sola savruluyoruz, şansımız yaver giderse güzel bir şeye denk gelip mutlu oluyoruz. Ama hareket ediyoruz, o mutluluğu da terk etmek kaçınılmaz ve açıkçası çok da doğal oluyor. Ki inanın bana; o mutlu olduğumuz noktada kaldıktan bir süre sonra başka bir şey arayıp, o aradığımız yerde olamadığımız için mutsuz olacağız.

Hayat koşuşturmacasını hep iş güç, birtakım zorunluluklar veya temel ihtiyaçların giderilmesi olarak sınırlandırırız. Ama aslında bu koşuşturmaca hayatın ta kendisi bence. Sadece bazen yanlış yerlere koşuyor, kendimizi çıkmaza sokuyoruz gibi hissediyoruz. En azından bu çokça başıma gelen bir şey oldu. O çıkmaz sokakta bir hayat kurabileceğimize inanıyoruz bazen. "Tamam, buradan başka bir yol yok.". Mutsuzluğumuzu yutup sindirmeyi ümit ediyoruz. Kendimizi hareket edemeyeceğimiz bir yere sokup bunu kabullenmek intihardır bence. İnsanın egosunu beslemediği "sen busun, daha büyüyemezsin" dediği her an zarardır. Çıkmaza mı girdin? Geldiğin yerden çık ve başka bir yere sap. Ya da bak bakalım o çıkmazın duvarları ne kadar sağlam? Deviremez misin gerçekten bu duvarları?

Dürüst olmam gerekirse ben kendimi şu an buna benzer bir yerde görüyorum. Bir şeyler yapmalıyım ama elim kolum bağlı gibi. Benimseyemem böyle bir şeyi. Yoksa yaşayamam, bunu biliyorum. Kendimi geliştirmek için yapmam gereken şeyler var. Ben de tam olarak bunları kovalayacağım. Sonra başka şeyler çıkacak, onları kovalayacağım. İstersem kaybolayım. Kendimi hapsetmekten iyidir. Hem, kaybolmaktan kastımız ne? Ayrıldığım yerden yola çıkmış olmamın bir sebebi var. Olmasaydı otururdum oturduğum yerde. Şu an kendimi arıyorum, ve bulacağım. Nereden geldiğim, nereye gittiğim önemli değil. Yolda kendimle, olmak istediğim versiyonumla karşılaşacağım. Sonra devam edeceğim. Bir sonraki noktaya, oradan bir sonrakine, sonra diğerine... Yanılmıyorsam orkinoslar olmalı -Google Amca'ya sordum öyleymiş, yüzmediği takdirde ölüyormuş. Biraz öyleyiz sanırım. Doyumsuzluk güzel şey. Bu uğurda çalıp, sömürmek, bilmem kaç odalı saraylarda yaşamaktan bahsetmiyorum elbette. Şimdi girerdim oraya da, neyse... Gerçi bu gençliğin neşesini ve hayat kalitesini doğrudan etkileyen bir şeyin içinde olduğumuz için konuşma hakkım da var elbet. Ama şu an ona gelene kadar çok sorunum var. Adım adım çözeceğiz. Bunlar da geçecek. Yeni sorunlar gelecek, onları da aşacağım. "Durmak yok, yola de"--- tamam yapmayacağım bunu.
 
Back
Top Bottom