Tamamıyla garip ruh hallerine bürünerek yazdığım iki karalamayı buraya koymak istedim.
Hikayelerden birini başka bir sitede paylaşmış, ardından da silmiştim. Diğerini ise hiçbir yerde paylaşmamıştım. Bu gün buraya koymak istedim, bilgisayarımda çürüteceğime birilerinin huzuruna sürmek daha mantıklı sanırım
Yazım ve mantık hatlarım için şimdiden çok özür dilerim. Üstte de belirttim gibi bunlar üstünkörü, tamamen karamsar bir ruh haline büründüğüm sırada yazdığım şeylerdi. Yazdıklarım üzerinde pek durmamıştım o zamanlar.
Umarım okurken eğlenceli vakit geçirirsiniz;
Hikayelerden birini başka bir sitede paylaşmış, ardından da silmiştim. Diğerini ise hiçbir yerde paylaşmamıştım. Bu gün buraya koymak istedim, bilgisayarımda çürüteceğime birilerinin huzuruna sürmek daha mantıklı sanırım
Yazım ve mantık hatlarım için şimdiden çok özür dilerim. Üstte de belirttim gibi bunlar üstünkörü, tamamen karamsar bir ruh haline büründüğüm sırada yazdığım şeylerdi. Yazdıklarım üzerinde pek durmamıştım o zamanlar.
Umarım okurken eğlenceli vakit geçirirsiniz;
Yaz günü... İnsanların dudaklarını kurutan bir sıcak etrafa hakimdi.. Kalabalık her zamanki gibi gürültülüydü. Başları eğik, ellerindeki telefondan ayrılmayan gözlerle geçenler, acelesi varmış gibi koşarken çevresini biraz bile incelemeyenler... Kalabalık içerisindeki insanlar biribirinden o kadar uzak görünüyordu ki! Hepsi birbirine yapancı gibi, gözleri birbirine ulaşmadan çevriliyor, başka taraflara bakıyordu.
Ve bu birbirine yabancı insan topluluğunun içinde ilerken kimsenin dikkatini çekmeyen bir silüet… Kaldırımda yürürken kendisinin diğerleri tarafından umursanmadığını bilse de bütün gözler onun üzerindeymiş gibi tedirgin, yavaş adımlarla ilerliyordu bu silüet.
Kesinlikle biliyordu kimsenin ona bakmadığını. Ama yine de... Yine de korkuyordu bakmalarından. Kahvereni ceketinin ceplerine elini attı silüet. Yavaşça, yanı başındaki yoldan geçen arabaların hızına ve çıkarttıkları motor gürültülerine aldırmadan ilerledi ve ellerindeki içeceklerini yudumladıktan sonra rahatça kahkahalar atarak ilerleyen iki gencin önünden çekinerek geçti.
Kimsenin görmediği bu silüet, yaşlı bir adama aitti. Açık mavi gözleri solgun bir ışık saçan, yüzündeki kırışıklıklarla beraber biraz güneşten yanmış teni parlıyor, yanaklarının birkaç noktasındaki lekeleri belli ediyordu. Uzun beyaz sakalları bakımsız ama düzenli görünüyordu. Uzun zamandır taranmadıkları belli olsa da, elle düzenlenmiş gibiydiler.
Adamın üzerindeki kahverengi takımın omuzlarında sökükler yer alıyordu. Ceketin yenleri, siyah lekelerle süslüydü. Kahverengi kumaş pantalonu ise diz kapaklarından itibaren kirli, kimi noktalarında tekrar dikildiği belli olan eski yamalarla bezenmişti. Son zamanlarda yama bile yapamadığı ise, diz üstünde yer alan ince söküklerden belli oluyordu.
Altındaki beyaz gömlek ise beyazlığını yitirmişti. İlk bakışta asıl renginin kirli bir gri olduğu sanılırdı belki de. Beyaz olduğunu ele veren tek noktaları, uzun zamandır yıkanmamasına rağmen yenlerinin diğer kısımalardan daha beyaz olmasıydı. Sarı kravatı ise, bütün elbiseleri içerisinde en temiz olanıydı. Ya temizliğinden gurur duyduğundan dolayıydı ya da güneşin onu aydınlatmasından bilinmez, parlıyordu tüm asaletiyle. Ayağındaki ayakkabıları ise artık ömrünü doldurmuş, koca kalıp lastikler şekil değiştirmeye başlamıştı. Ama yine de yaşlı adamın ayaklarını koruyacak durumdaydılar.
Adamın beyaz saçları elle düzeltilmiş, yana doğru taranmış gibiydi. Yine de bu düzenin arasında birkaç isyankar saç teli yukarıya doğru kalkıyordu. Elle düzeltildiği de bu isyankar saç tellerinden belliydi zaten.
Adam boynunu eğerken, kalın parmakları ceketinin cebinden çıktı. Kirli avcunun ortasındaki metal paraları ortaya serdi bir yumruk gibi kilitlenen parmak uçları açılıp. Adam, emin olmak için sağ avucunda paraları tutarken, sol elinin işaret parmağıyla tek tek sayıyordu metal bozuklukları. Bu sırada adımları hızlanıyordu yaşlı adamın. Hemen önünde, birkaç metre ilerisinde otobüs durağı görünmüştü bile...
Duraktaki kalabalık ileriye dönük bakışlarla kaldırıma yığılmış, otobüsün gelmesini beklerken adamın heyecanlı adımları bir anda yavaşladı. Kalabalığa girmişti şimdi, durağa varmıştı bile. Ve hiç dikkat çekmiyordu... Yine! Aslında ilk bakışta çekiyordu, bunu o da biliyordu. Ama sonra o bakışlar kaçıyordu hemen. Görmezden geliyordu adamın varlığını. Adam alışmak isterdi bu bakışlara. Böylece insan içine girdiği her zaman başını eğmek zorunda kalmazdı.. Ne güzel olurdu öyle bir cesarete sahip olsa!
Derin bir iç çekerek avucunda saydığı bozuklukları iyice saydı. Mavi gözleri kısılırken, alnında bir karışıklık oluştu. Paraları tekrar avcunda sıkıştırarak, boşta olan elini pantalonunn cebine attı. Arkasında otobüsün o gürültülü motorunu, yavaşça durağa yaklaşan tekerlerini duyuyordu şimdi. Dudaklarını ısırdı, boştaki eli cebini daha da kararlı incelemeye başlamıştı şimdi.
Duraktaki kalabalık yavaşça otobüsün yanaşacağı noktaya yığılırken adamın gözlerinde bir heyecan parıltısı çaktı aniden. Elini çekti hemen cebinden heyecanla! Sonrasında gelen şey ise buruk bir gülümseme ve acı bir yutkunma oldu. Otobüs gelip kapılarını açtığında, adamın adımları dırmuştu bile. Elindeki küçük madeni parayı yarım bir gülümsemeyle diğerlerinin arasına, avcuna yerleştirdi.
Kalabalık, yaşlı adamın tam arkasında, kaldırıma yakın bir yerde duran otobüse atlamak için adamın etrafından geçerken adam yine başını eğdi umutsuzca. Hiçbir şekilde kendisine bakmayan, bakmak dahi istemeyen insanların içerisinden yürüdü yavaş adımlarını durdurmadan. Kalabalık onun yanından geçerken tek bir kelime bile etmedi... Sadece avuçlarının arasındaki bozukluğu sıktı.. Parmaklarının eklemleri bembeyaz görünene kadar sıktı...
Adam boynu bükük ilerlerken, otobüsün kapısı kapandı, tekerlekler tekrar döndü... Motor kükrer gibi bir ses çıkarttı harekete geçtiğini haber verircesine. Sonra yaşlı adamın yanından hızla, arkasında tozdan başka bir şey bırakmadan ilerledi..
Adam bir süre bakakaldı giden otobüse... Avucunda sıktığı, insanların gereğinden fazla değer verdiği metal paraları fırlatmak istedi birden. Yerlere saçmak ve bütün öfkesini salacak bir şekilde haykırmak.. Ama yapmadı, onun yerine metal parçalarını dikkatli bir şekilde tekrar cebine koydu.
Biliyordu, o para denen metal parçaları değerliydi. Adam değer vermiyordu belki bunlara, ama diğer insanalar veriyordu. Hem belli mi olurdu, belki eline biraz daha geçerdi bu değersiz ama işe yarayan metalden? O zaman eve otobüsle de dönerdi.
Yola, eve ulaşana kadar üzerinde yürüyeceği yola baktı sadece. Sonra yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Kaldırımdaki diğer insan kalabalığının içine, kimsenin onu fark etmeyeceği, fark etse dahi görmezden geleceği yere girdi...
Ve bu birbirine yabancı insan topluluğunun içinde ilerken kimsenin dikkatini çekmeyen bir silüet… Kaldırımda yürürken kendisinin diğerleri tarafından umursanmadığını bilse de bütün gözler onun üzerindeymiş gibi tedirgin, yavaş adımlarla ilerliyordu bu silüet.
Kesinlikle biliyordu kimsenin ona bakmadığını. Ama yine de... Yine de korkuyordu bakmalarından. Kahvereni ceketinin ceplerine elini attı silüet. Yavaşça, yanı başındaki yoldan geçen arabaların hızına ve çıkarttıkları motor gürültülerine aldırmadan ilerledi ve ellerindeki içeceklerini yudumladıktan sonra rahatça kahkahalar atarak ilerleyen iki gencin önünden çekinerek geçti.
Kimsenin görmediği bu silüet, yaşlı bir adama aitti. Açık mavi gözleri solgun bir ışık saçan, yüzündeki kırışıklıklarla beraber biraz güneşten yanmış teni parlıyor, yanaklarının birkaç noktasındaki lekeleri belli ediyordu. Uzun beyaz sakalları bakımsız ama düzenli görünüyordu. Uzun zamandır taranmadıkları belli olsa da, elle düzenlenmiş gibiydiler.
Adamın üzerindeki kahverengi takımın omuzlarında sökükler yer alıyordu. Ceketin yenleri, siyah lekelerle süslüydü. Kahverengi kumaş pantalonu ise diz kapaklarından itibaren kirli, kimi noktalarında tekrar dikildiği belli olan eski yamalarla bezenmişti. Son zamanlarda yama bile yapamadığı ise, diz üstünde yer alan ince söküklerden belli oluyordu.
Altındaki beyaz gömlek ise beyazlığını yitirmişti. İlk bakışta asıl renginin kirli bir gri olduğu sanılırdı belki de. Beyaz olduğunu ele veren tek noktaları, uzun zamandır yıkanmamasına rağmen yenlerinin diğer kısımalardan daha beyaz olmasıydı. Sarı kravatı ise, bütün elbiseleri içerisinde en temiz olanıydı. Ya temizliğinden gurur duyduğundan dolayıydı ya da güneşin onu aydınlatmasından bilinmez, parlıyordu tüm asaletiyle. Ayağındaki ayakkabıları ise artık ömrünü doldurmuş, koca kalıp lastikler şekil değiştirmeye başlamıştı. Ama yine de yaşlı adamın ayaklarını koruyacak durumdaydılar.
Adamın beyaz saçları elle düzeltilmiş, yana doğru taranmış gibiydi. Yine de bu düzenin arasında birkaç isyankar saç teli yukarıya doğru kalkıyordu. Elle düzeltildiği de bu isyankar saç tellerinden belliydi zaten.
Adam boynunu eğerken, kalın parmakları ceketinin cebinden çıktı. Kirli avcunun ortasındaki metal paraları ortaya serdi bir yumruk gibi kilitlenen parmak uçları açılıp. Adam, emin olmak için sağ avucunda paraları tutarken, sol elinin işaret parmağıyla tek tek sayıyordu metal bozuklukları. Bu sırada adımları hızlanıyordu yaşlı adamın. Hemen önünde, birkaç metre ilerisinde otobüs durağı görünmüştü bile...
Duraktaki kalabalık ileriye dönük bakışlarla kaldırıma yığılmış, otobüsün gelmesini beklerken adamın heyecanlı adımları bir anda yavaşladı. Kalabalığa girmişti şimdi, durağa varmıştı bile. Ve hiç dikkat çekmiyordu... Yine! Aslında ilk bakışta çekiyordu, bunu o da biliyordu. Ama sonra o bakışlar kaçıyordu hemen. Görmezden geliyordu adamın varlığını. Adam alışmak isterdi bu bakışlara. Böylece insan içine girdiği her zaman başını eğmek zorunda kalmazdı.. Ne güzel olurdu öyle bir cesarete sahip olsa!
Derin bir iç çekerek avucunda saydığı bozuklukları iyice saydı. Mavi gözleri kısılırken, alnında bir karışıklık oluştu. Paraları tekrar avcunda sıkıştırarak, boşta olan elini pantalonunn cebine attı. Arkasında otobüsün o gürültülü motorunu, yavaşça durağa yaklaşan tekerlerini duyuyordu şimdi. Dudaklarını ısırdı, boştaki eli cebini daha da kararlı incelemeye başlamıştı şimdi.
Duraktaki kalabalık yavaşça otobüsün yanaşacağı noktaya yığılırken adamın gözlerinde bir heyecan parıltısı çaktı aniden. Elini çekti hemen cebinden heyecanla! Sonrasında gelen şey ise buruk bir gülümseme ve acı bir yutkunma oldu. Otobüs gelip kapılarını açtığında, adamın adımları dırmuştu bile. Elindeki küçük madeni parayı yarım bir gülümsemeyle diğerlerinin arasına, avcuna yerleştirdi.
Kalabalık, yaşlı adamın tam arkasında, kaldırıma yakın bir yerde duran otobüse atlamak için adamın etrafından geçerken adam yine başını eğdi umutsuzca. Hiçbir şekilde kendisine bakmayan, bakmak dahi istemeyen insanların içerisinden yürüdü yavaş adımlarını durdurmadan. Kalabalık onun yanından geçerken tek bir kelime bile etmedi... Sadece avuçlarının arasındaki bozukluğu sıktı.. Parmaklarının eklemleri bembeyaz görünene kadar sıktı...
Adam boynu bükük ilerlerken, otobüsün kapısı kapandı, tekerlekler tekrar döndü... Motor kükrer gibi bir ses çıkarttı harekete geçtiğini haber verircesine. Sonra yaşlı adamın yanından hızla, arkasında tozdan başka bir şey bırakmadan ilerledi..
Adam bir süre bakakaldı giden otobüse... Avucunda sıktığı, insanların gereğinden fazla değer verdiği metal paraları fırlatmak istedi birden. Yerlere saçmak ve bütün öfkesini salacak bir şekilde haykırmak.. Ama yapmadı, onun yerine metal parçalarını dikkatli bir şekilde tekrar cebine koydu.
Biliyordu, o para denen metal parçaları değerliydi. Adam değer vermiyordu belki bunlara, ama diğer insanalar veriyordu. Hem belli mi olurdu, belki eline biraz daha geçerdi bu değersiz ama işe yarayan metalden? O zaman eve otobüsle de dönerdi.
Yola, eve ulaşana kadar üzerinde yürüyeceği yola baktı sadece. Sonra yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Kaldırımdaki diğer insan kalabalığının içine, kimsenin onu fark etmeyeceği, fark etse dahi görmezden geleceği yere girdi...
Sonbaharın gelişini belli eden, soğuğun insanın ruhunu ürperttiği bir öğleden sonra... Daha yeni bitmiş olan yağmurun hemen ardından, doğanın o görülmeye değer sakinliğinin keyfini çıkartmak için dışarıya çıkmıştım. O her zamanki ıslak toprak kokusu, garip bir huzur veriyordu insana. Ayrıca sahil boyunca yürürken denizin dalgalarının çıkarttığı o kaba ama anlamlı melodiyi de seviyordum. Ayaklarım beni daha da ileri sürüklerken, banklara oturmuş sevgililerin silüetleri çarpıyordu gözüme.
Her adımda gözlerim oturacak boş bir bank, sessizliğin tadına varacak kimsesiz bir köşe arıyordu. Ama mümkün değil! Sanki sevgililer anlaşmalıydı bu gün, hep birlikte bu yanlız insanın keyfini bozalım demişlerdi belkide! Sıradan bir insan olsaydım, şu anda bu kadar sinirim bozulmazdı belki, ama uzun süredir aşka küsmüş, sevgiden nasibini bulamamış birisi için bu kadar sarmaş dolaş insan görmek de katlanılabilecek bir şey değildi.
Küçümseyen gözlerle onları izlerken, soğuktan hissizleşmiş ellerimi uzun paltomun ceplerine soktum. Adımlarımı daha da hızlandırdım bu cehennem gibi kalabalıktan kopmak ve bir sığınak bulmak için. Gri gökyüzü, gri bulutlar, kasvetli deniz ve ürpertici soğuk bir araya gelmesine rağmen bu genç aşıkların keyfini bozamamıştı anlaşılan. Ya da onlar da benim gibi bu havanın tadına varmak istiyordu.. Açıkcası bunlardan hiçbiri umrumda değildi. Benim tek istediğim, onlardan uzakta boş bir banktı kendi düşüncelerimle boğuşmak, içimdeki sorularla yüzleşmek için.
Gözlerim hemen solumda, yapraklarını dökmüş bir ağacın altında duran bank’a kaydı. Beyaz saçlarını bu soğukta bile örtmeye gerek duymamış, ellerini bastonuna dayamış bir şekilde, siyah gözlüklerinin ardından köpüren denize bakan bir adam, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle oturuyordu. Ama benim dikkatimi çeken şey adamın o çok önemli bir sırra sahipmiş gibi huzurlu ve kadim gülümsemesi değil de, yanındaki boş yer oldu. Ne diyebilirdim ki, huzurlu bir gülümseme aramıyordum ben, sadece boş bir yer arıyordum!
Hemen o tarafa doğru yönelip adamın yanına oturdum sırtımı doğrultarak. Bir kere bile başımı çevirip ona doğru bakmadım. Şu anda bakmak istediğim tek yer karşımdaydı. Dalgaları, sanki dünyadan onun varlığını silmek istermiş gibi kayalara ısrarla ve sürekli olarak çarpan deniz daha çok ilgimi çekiyordu. Birkaç martının, kasvetli gökte dönüp durması da ilgi çekiciydi. Ve benim aklımda dolaşan, kulağıma rahatsız edici bir şekilde fısıldayan “Yaşamdan neden keyif alamıyorsun?” sorusu da pek yardımcı olmuyordu ilgimi başka kişileri yöneltmemde.
Uzun süredir böyleydim aslında... Sevgilisiz, yaptığı hiçbir şeyden tatmin olmayan, kendini toplumdan soyutlamaya çalışan ve gitgide insancıl zevklere yabancılaşan bir kişi! Çevremde aile bireylerimden ve ben ne kadar sinir bozucu olursam olayım, ne kadar kalplerini kırarsam kırayım peşimi bırakmamakta kararlı olan birkaç kişiden hariç kimse yoktu. Şikayetçi miydim bu durumdan? Hayır, kesinlikle hayır hem de! Bu benim kendi ellerimle yarattığım bir durumdu.
“Güzel bir gün, değil mi?” dedi sevecen bir ses. “Evet” diye yanıtladım neden cevap verdiğimi bile sorgulamadan. “Özellikle gökyü-” Kelimelerim birden boğazımda düğümlendi başımı çevirip yaşlı adamla gözgöze geldiğimde. Simsiyah gözlüklerinin ardındaki iki gözün, karanlığa hapsolmuş olduğunu daha yeni fark edebilmiştim.
Soğuk, montumun içinden süzülüp bir ürperti şeklinde vücudumu dolaştı. Titrek bir nefes aldım yaptığım hata karşısında. “Ah! Ben..” diye gevelemeye başladım başımı eğerek. Aslında neden böyle suçluluk duyuyordum onu bile bilmiyordum. Normalde böyle başkalarını umursayan biri değildim. Belkide ilk defa kör birine körlüğünü hatırlatacak bir aptallık yaptığımdan bu tepkiyi veriyordum o an. “Özür dilerim. Fark edemedim” .Dudaklarımı aralayıp bunu kırıcı olmayan bir kelimeyle ifade etmek için beynimi yokladım “Sizin... kör olduğunuzu”. Evet, bunu kırmadan söyleyecek, adamın körlüğünü hatırlatmadan ifade edecek bir kelime yoktu. Varsa da ben bulamamıştım. –Kimsenin bulacağını da pek sanmıyorum o kelimeyi! Bir dil dâhisi falan değilse tabii!-
Adam neşeli bir kahkaha atıp, siyah gözlüklerini çıkarttı ve uzun siyah montunun göğüs cebine geçirdi. Eli alışkın olmalıydı ki, adam bu hareketi çok hızlı bir sürede yapmıştı. Çenesini, bastonunu tuttuğu ellerinin üstüne dayadı. Odaksız gözleri doğrudan denize bakarken, dudakları yanaklarındaki kırışıklıkları daha da derinleştirecek şekilde yukarıya kıvrıldı. Sakin bir gülümsemeyle iç çekti. “Dürüst bir genç adamsın değil mi? Yada saygısız. Kör birine kör diyebildiğine göre ikisinden biri olmalısın”.
Yaşlı adamın dudaklarından yükselen duman, renksiz gökyüzüne doğru uzanıyordu. Omuz silktim Ama bir saniye sonra yaptığım hareketin saçmalığını fark ettim. Beni göremeyen karşısında neden omuz silkiyordum ki?! “Sanırım ikisinden de biraz” diye kabullendim durumu. Adam dudaklarını büküp başını salladı anlayışla. “Şimdi kararımı verdim; Dürüst”. Adamın bu sözleri içimde bir gülümseme isteği uyandırmıştı.
Çenesini yukarıya kaldırıp bastonuyla denizi işaret etti. “Söylesene genç adam, orada ne görüyorsun?”. Tereddütle gözlerimi karşıya diktim. Açıkcası dürüst olmam mı gerekiyordu bu kısımda bilemiyorum. Zira, karşımdaki manzara güzel sayılırdı kabul etmek gerekirse. Ve kör birine bunları anlatarak göremediği güzellikleri hatırlatmak da pek de hoş bir şey değildi! Ama yalan söylememek, hayatta sahip olduğum ve koruyabildiğim nadir kurallardan biriydi. Ve bu kuralı şimdi de korumaya kararlıydım.
“Doğrusunu söylemek gerekirse” dedim dudaklarımın arasından çıkıp havaya karışan dumana bakarak. “Mavinin griyle karışımından oluşan deniz yağmurdan sonra sakince dalgalanıyor. Deniz kuşları tekrar ortaya çıkmaya başlamış. Gri bulutların süslediği gökyüzünde süzülüp, bir görünüp bir kayboluyorlar. Oturduğumuz bankın biraz sağında bir kafe var. Denize bitişik olan kısmında, çalışanlar tekrar masaları ve sandalyeleri dışarıya taşıyorlar. Yağmurdan dolayı taş döşemeli zemin ıslanmış. Yağmur sanki her şeyi yavaşlatmış gibi, çalışanlarda uyuşukça hareket ediyorlar biraz”.
Gözlerimi kısıp dudaklarımı ısırdım tereddütle. Evet, herşey bir sakinliğe sahipti. Güzel bir sakinliğe hem de... Ama bu beni neden memnun etmiyordu ki şimdi! Birşeyler eksik gibiydi. Yada sahte. Kararsızdım. Farkında olmadan oturduğum yerde büzüşüp rahatsızca kıvrandım. “Evet?” diye uyardı yaşlı adam beni. Kör gözleri, devam etmem için bana dikilmişti. Sesimdendi muhtemelen, nerede olduğumu anlıyor, tam olarak benim bulunduğum yere bakıyordu. “Devam etsene!” Yaşlı suratının üzerindeki dudakları gerildi ve bana doğru gülümsedi .
“Şey... Bilmiyorum işte, sanırım bu kadar” dedim içimdeki huzursuzluğu sezdirmemeye çalışarak. Başım ben daha farkında olamadan yere doğru eğildi ve sağ elimi paltomun cebinden çıkartıp saçlarımdan geçirdim. Stresli olduğumun bir işaretiydi bu. Adam etkilenmemiş gibi başını ikiyana salladı. “Gördüklerin seni pek tatmin etmedi ha?”.
Cevap vermedim. Zira şu anda hiçbir cevap veresim yoktu. Aslında hiçbir şey yapasım yoktu! Eğer vücudumun çalışma mekanizmasını kontrol eebilsem, yaşamsal hareketler de dahil tüm işleri askıya alır, hücreleri uzun bir tatile gönderirdim sanırım. O kadar sıkılmıştı canım..
“Ben ne görüyorum biliyor musun” dedi neşeli bir ses tonuyla. Başımı ona doğru döndürüken şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. –lafın gelişi falan değil, cidden ağzımı sonuna kadar açmıştım. Çenemi ağrıtacak kadar yani!-
Adama ciddi mi diye bakarken, o ise çenesini öne çıkartıp destek aldığı bastonuna dayadı. “Beyaz ve mavinin karıştığı uçsuz bucaksız bir su görüyorum. Sakin, sanki uykuda gibi hafif dalgalı. Birkaç tekne, üzerinde salınarak süzülüyor... Yelkenleri değişen rüzgara göre kabarıyor, iniyor, denize ve rüzgara ayak uyduruyor sadece. Güneş turuncu bir şekilde tam tepelerinde dikiliyor. Öylece gökyüzünde asılı kalmış, herşeye gözkulak oluyor. Bulutlar bazen renk değiştiriyor, beyazdan mora doğru, mordan da siyaha... Kıvrılarak, şekil değiştirerek ilerliyorlar gökyüzünde. İstediğim herşey oluyorlar; kartal, balık, at, bir ev ya da bir insan figürü... O anda ne görmek istersem! Sakin denizin üzerinde dolanan teknelerdeki insanlar suya doğru eğiliyor nazikçe, parmak uçları uzanıp suyun yüzeyinde oluşan çiçekleri topluyor. Lale, gül, zambak, papatya... Her renkten birçok çiçek!!
Yaşlı adam öyle bir dille anlatıyordu ki bunları, sesinde öyle bir kararlılık vardı ki, inanmamak elde değildi. Gözünüzün önüne gelmiyorsa eğer bunlar, kesinlikle sizde bir sorun vardı. Adamın kelimelerindeki her sesinden kokusuna cidden varmış gibiydi... İçinizde ne olduğunu anlayamadığınız, coskulu bir duygu karmaşası yaratıyordu! Vücudum sevinçten zıplamak gibi aptal bir aktivite bile yapabilirdi şu an. Bacaklarımın gerildiğini hissedebiliyordum. Yemin edebilirdim, adamın anlattıklarını gördüğü yemin edeblirdim!!
Sonunda aptallığımdan kurtulup adama baktabildiğimde, sakince, yüzündeki gülümsemesini hiç düşürmeden yerinden kalktı. “Off” diye mırıldandı bir eliyle sırtına dokunarak. “Sanırım bu gece yatakta ağrıyla kıvranacağım”. Sonra bana baktı o yaşlı gülümsemesiyle. Gözlüklerini çıkartarak hiçbirşeye odaklanamayan, boş gözlerini bana dikti. “Ama senin gibi bir genç adamla tanşmaya değerdi. Umarım hayatta şansın yüzüne güler evlat!!”. Başka hiçbir şey demeden bastonuyla adımlarını yoklayarak uzaklaşırken, ben ise yerimde çakılı kalmıştım. Gözlerim tekrar denizi taradı. O adamın görüpte benim göremediğim ne kadar da çok şey vardı!! Bakışlarımız arasında ne kadar da fark vardı!! Görme eylemi belki de sadece fiziksel bir şey değildi…
Her adımda gözlerim oturacak boş bir bank, sessizliğin tadına varacak kimsesiz bir köşe arıyordu. Ama mümkün değil! Sanki sevgililer anlaşmalıydı bu gün, hep birlikte bu yanlız insanın keyfini bozalım demişlerdi belkide! Sıradan bir insan olsaydım, şu anda bu kadar sinirim bozulmazdı belki, ama uzun süredir aşka küsmüş, sevgiden nasibini bulamamış birisi için bu kadar sarmaş dolaş insan görmek de katlanılabilecek bir şey değildi.
Küçümseyen gözlerle onları izlerken, soğuktan hissizleşmiş ellerimi uzun paltomun ceplerine soktum. Adımlarımı daha da hızlandırdım bu cehennem gibi kalabalıktan kopmak ve bir sığınak bulmak için. Gri gökyüzü, gri bulutlar, kasvetli deniz ve ürpertici soğuk bir araya gelmesine rağmen bu genç aşıkların keyfini bozamamıştı anlaşılan. Ya da onlar da benim gibi bu havanın tadına varmak istiyordu.. Açıkcası bunlardan hiçbiri umrumda değildi. Benim tek istediğim, onlardan uzakta boş bir banktı kendi düşüncelerimle boğuşmak, içimdeki sorularla yüzleşmek için.
Gözlerim hemen solumda, yapraklarını dökmüş bir ağacın altında duran bank’a kaydı. Beyaz saçlarını bu soğukta bile örtmeye gerek duymamış, ellerini bastonuna dayamış bir şekilde, siyah gözlüklerinin ardından köpüren denize bakan bir adam, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle oturuyordu. Ama benim dikkatimi çeken şey adamın o çok önemli bir sırra sahipmiş gibi huzurlu ve kadim gülümsemesi değil de, yanındaki boş yer oldu. Ne diyebilirdim ki, huzurlu bir gülümseme aramıyordum ben, sadece boş bir yer arıyordum!
Hemen o tarafa doğru yönelip adamın yanına oturdum sırtımı doğrultarak. Bir kere bile başımı çevirip ona doğru bakmadım. Şu anda bakmak istediğim tek yer karşımdaydı. Dalgaları, sanki dünyadan onun varlığını silmek istermiş gibi kayalara ısrarla ve sürekli olarak çarpan deniz daha çok ilgimi çekiyordu. Birkaç martının, kasvetli gökte dönüp durması da ilgi çekiciydi. Ve benim aklımda dolaşan, kulağıma rahatsız edici bir şekilde fısıldayan “Yaşamdan neden keyif alamıyorsun?” sorusu da pek yardımcı olmuyordu ilgimi başka kişileri yöneltmemde.
Uzun süredir böyleydim aslında... Sevgilisiz, yaptığı hiçbir şeyden tatmin olmayan, kendini toplumdan soyutlamaya çalışan ve gitgide insancıl zevklere yabancılaşan bir kişi! Çevremde aile bireylerimden ve ben ne kadar sinir bozucu olursam olayım, ne kadar kalplerini kırarsam kırayım peşimi bırakmamakta kararlı olan birkaç kişiden hariç kimse yoktu. Şikayetçi miydim bu durumdan? Hayır, kesinlikle hayır hem de! Bu benim kendi ellerimle yarattığım bir durumdu.
“Güzel bir gün, değil mi?” dedi sevecen bir ses. “Evet” diye yanıtladım neden cevap verdiğimi bile sorgulamadan. “Özellikle gökyü-” Kelimelerim birden boğazımda düğümlendi başımı çevirip yaşlı adamla gözgöze geldiğimde. Simsiyah gözlüklerinin ardındaki iki gözün, karanlığa hapsolmuş olduğunu daha yeni fark edebilmiştim.
Soğuk, montumun içinden süzülüp bir ürperti şeklinde vücudumu dolaştı. Titrek bir nefes aldım yaptığım hata karşısında. “Ah! Ben..” diye gevelemeye başladım başımı eğerek. Aslında neden böyle suçluluk duyuyordum onu bile bilmiyordum. Normalde böyle başkalarını umursayan biri değildim. Belkide ilk defa kör birine körlüğünü hatırlatacak bir aptallık yaptığımdan bu tepkiyi veriyordum o an. “Özür dilerim. Fark edemedim” .Dudaklarımı aralayıp bunu kırıcı olmayan bir kelimeyle ifade etmek için beynimi yokladım “Sizin... kör olduğunuzu”. Evet, bunu kırmadan söyleyecek, adamın körlüğünü hatırlatmadan ifade edecek bir kelime yoktu. Varsa da ben bulamamıştım. –Kimsenin bulacağını da pek sanmıyorum o kelimeyi! Bir dil dâhisi falan değilse tabii!-
Adam neşeli bir kahkaha atıp, siyah gözlüklerini çıkarttı ve uzun siyah montunun göğüs cebine geçirdi. Eli alışkın olmalıydı ki, adam bu hareketi çok hızlı bir sürede yapmıştı. Çenesini, bastonunu tuttuğu ellerinin üstüne dayadı. Odaksız gözleri doğrudan denize bakarken, dudakları yanaklarındaki kırışıklıkları daha da derinleştirecek şekilde yukarıya kıvrıldı. Sakin bir gülümsemeyle iç çekti. “Dürüst bir genç adamsın değil mi? Yada saygısız. Kör birine kör diyebildiğine göre ikisinden biri olmalısın”.
Yaşlı adamın dudaklarından yükselen duman, renksiz gökyüzüne doğru uzanıyordu. Omuz silktim Ama bir saniye sonra yaptığım hareketin saçmalığını fark ettim. Beni göremeyen karşısında neden omuz silkiyordum ki?! “Sanırım ikisinden de biraz” diye kabullendim durumu. Adam dudaklarını büküp başını salladı anlayışla. “Şimdi kararımı verdim; Dürüst”. Adamın bu sözleri içimde bir gülümseme isteği uyandırmıştı.
Çenesini yukarıya kaldırıp bastonuyla denizi işaret etti. “Söylesene genç adam, orada ne görüyorsun?”. Tereddütle gözlerimi karşıya diktim. Açıkcası dürüst olmam mı gerekiyordu bu kısımda bilemiyorum. Zira, karşımdaki manzara güzel sayılırdı kabul etmek gerekirse. Ve kör birine bunları anlatarak göremediği güzellikleri hatırlatmak da pek de hoş bir şey değildi! Ama yalan söylememek, hayatta sahip olduğum ve koruyabildiğim nadir kurallardan biriydi. Ve bu kuralı şimdi de korumaya kararlıydım.
“Doğrusunu söylemek gerekirse” dedim dudaklarımın arasından çıkıp havaya karışan dumana bakarak. “Mavinin griyle karışımından oluşan deniz yağmurdan sonra sakince dalgalanıyor. Deniz kuşları tekrar ortaya çıkmaya başlamış. Gri bulutların süslediği gökyüzünde süzülüp, bir görünüp bir kayboluyorlar. Oturduğumuz bankın biraz sağında bir kafe var. Denize bitişik olan kısmında, çalışanlar tekrar masaları ve sandalyeleri dışarıya taşıyorlar. Yağmurdan dolayı taş döşemeli zemin ıslanmış. Yağmur sanki her şeyi yavaşlatmış gibi, çalışanlarda uyuşukça hareket ediyorlar biraz”.
Gözlerimi kısıp dudaklarımı ısırdım tereddütle. Evet, herşey bir sakinliğe sahipti. Güzel bir sakinliğe hem de... Ama bu beni neden memnun etmiyordu ki şimdi! Birşeyler eksik gibiydi. Yada sahte. Kararsızdım. Farkında olmadan oturduğum yerde büzüşüp rahatsızca kıvrandım. “Evet?” diye uyardı yaşlı adam beni. Kör gözleri, devam etmem için bana dikilmişti. Sesimdendi muhtemelen, nerede olduğumu anlıyor, tam olarak benim bulunduğum yere bakıyordu. “Devam etsene!” Yaşlı suratının üzerindeki dudakları gerildi ve bana doğru gülümsedi .
“Şey... Bilmiyorum işte, sanırım bu kadar” dedim içimdeki huzursuzluğu sezdirmemeye çalışarak. Başım ben daha farkında olamadan yere doğru eğildi ve sağ elimi paltomun cebinden çıkartıp saçlarımdan geçirdim. Stresli olduğumun bir işaretiydi bu. Adam etkilenmemiş gibi başını ikiyana salladı. “Gördüklerin seni pek tatmin etmedi ha?”.
Cevap vermedim. Zira şu anda hiçbir cevap veresim yoktu. Aslında hiçbir şey yapasım yoktu! Eğer vücudumun çalışma mekanizmasını kontrol eebilsem, yaşamsal hareketler de dahil tüm işleri askıya alır, hücreleri uzun bir tatile gönderirdim sanırım. O kadar sıkılmıştı canım..
“Ben ne görüyorum biliyor musun” dedi neşeli bir ses tonuyla. Başımı ona doğru döndürüken şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. –lafın gelişi falan değil, cidden ağzımı sonuna kadar açmıştım. Çenemi ağrıtacak kadar yani!-
Adama ciddi mi diye bakarken, o ise çenesini öne çıkartıp destek aldığı bastonuna dayadı. “Beyaz ve mavinin karıştığı uçsuz bucaksız bir su görüyorum. Sakin, sanki uykuda gibi hafif dalgalı. Birkaç tekne, üzerinde salınarak süzülüyor... Yelkenleri değişen rüzgara göre kabarıyor, iniyor, denize ve rüzgara ayak uyduruyor sadece. Güneş turuncu bir şekilde tam tepelerinde dikiliyor. Öylece gökyüzünde asılı kalmış, herşeye gözkulak oluyor. Bulutlar bazen renk değiştiriyor, beyazdan mora doğru, mordan da siyaha... Kıvrılarak, şekil değiştirerek ilerliyorlar gökyüzünde. İstediğim herşey oluyorlar; kartal, balık, at, bir ev ya da bir insan figürü... O anda ne görmek istersem! Sakin denizin üzerinde dolanan teknelerdeki insanlar suya doğru eğiliyor nazikçe, parmak uçları uzanıp suyun yüzeyinde oluşan çiçekleri topluyor. Lale, gül, zambak, papatya... Her renkten birçok çiçek!!
Yaşlı adam öyle bir dille anlatıyordu ki bunları, sesinde öyle bir kararlılık vardı ki, inanmamak elde değildi. Gözünüzün önüne gelmiyorsa eğer bunlar, kesinlikle sizde bir sorun vardı. Adamın kelimelerindeki her sesinden kokusuna cidden varmış gibiydi... İçinizde ne olduğunu anlayamadığınız, coskulu bir duygu karmaşası yaratıyordu! Vücudum sevinçten zıplamak gibi aptal bir aktivite bile yapabilirdi şu an. Bacaklarımın gerildiğini hissedebiliyordum. Yemin edebilirdim, adamın anlattıklarını gördüğü yemin edeblirdim!!
Sonunda aptallığımdan kurtulup adama baktabildiğimde, sakince, yüzündeki gülümsemesini hiç düşürmeden yerinden kalktı. “Off” diye mırıldandı bir eliyle sırtına dokunarak. “Sanırım bu gece yatakta ağrıyla kıvranacağım”. Sonra bana baktı o yaşlı gülümsemesiyle. Gözlüklerini çıkartarak hiçbirşeye odaklanamayan, boş gözlerini bana dikti. “Ama senin gibi bir genç adamla tanşmaya değerdi. Umarım hayatta şansın yüzüne güler evlat!!”. Başka hiçbir şey demeden bastonuyla adımlarını yoklayarak uzaklaşırken, ben ise yerimde çakılı kalmıştım. Gözlerim tekrar denizi taradı. O adamın görüpte benim göremediğim ne kadar da çok şey vardı!! Bakışlarımız arasında ne kadar da fark vardı!! Görme eylemi belki de sadece fiziksel bir şey değildi…
Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım
Tamamıyla garip ruh hallerine bürünerek yazdığım iki karalamayı buraya koymak istedim. Hikayelerden birini başka bir sitede paylaşmış, ardından da silmiştim. Diğerini ise hiçbir yerde paylaşmamıştım. Bu gün buraya koymak istedim, bilgisayarımda çürüteceğime birilerinin huzuruna sürmek daha...
forums.taleworlds.com
Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım
Tamamıyla garip ruh hallerine bürünerek yazdığım iki karalamayı buraya koymak istedim. Hikayelerden birini başka bir sitede paylaşmış, ardından da silmiştim. Diğerini ise hiçbir yerde paylaşmamıştım. Bu gün buraya koymak istedim, bilgisayarımda çürüteceğime birilerinin huzuruna sürmek daha...
forums.taleworlds.com
Çalakalem Hikayeler ve Karalamalarım
Tamamıyla garip ruh hallerine bürünerek yazdığım iki karalamayı buraya koymak istedim. Hikayelerden birini başka bir sitede paylaşmış, ardından da silmiştim. Diğerini ise hiçbir yerde paylaşmamıştım. Bu gün buraya koymak istedim, bilgisayarımda çürüteceğime birilerinin huzuruna sürmek daha...
forums.taleworlds.com
Last edited: