Dhirim'de büyük bir çalışma vardı, şehrin her köşesinde onarım çalışmaları devam ediyordu. Şehrin geçirdiği kötü günler unutturulmak isteniyordu. Hayat, yavaş yavaş normale dönmeye başlıyordu. Şehir sokaklarında çocuklar koşuşturmaya başlamıştı. Ve halk günlük yaşantısına dönüyordu, dükkanlar birer birer açılıyordu. İlk kervan şehre girmiş, ticaret yeniden canlanmıştı. Şehir, yaralarını sarıyordu.
Şehir merkezindeki kalede ise büyük bir endişe vardı. Büyük salondaki toplantı devam ediyordu. "Demek yedi Noyan toplayabildiniz" dedi Yüküntür. Asugan kafasını sallayarak "Evet" dedi. "Yaklaşık bin kişilik bir ordumuz var, vede bir kaç ay yetecek kadar para. Ama erzaklarımız tükenmek üzere, eğer bu kadar adamı doyuracak erzak bulamazsak..."
"Merak etme" diyerek sözünü kesti Yüküntür. "Erzak sorunu halledilir, şehir normale dönmeye başladı, ticaretin tekrar canlanması uzun sürmez. Üretimde buna bağlı olarak normale döner" dedi. Asugan gülümseyerek "Umarım öyle olur" diye cevapladı.
"Asıl sorunumuz bu değil" dedi Yüküntür. Masada ki Noyanlar dikkatle onu dinliyordu. "Aslı sorunumuz, Sancar Han. Şu anda onun ve ordusunun ne yapacağı." Masadaki Noyan'ların hepside kafasını salladı.Karaban Noyan ayağa kalkarak "Ordusunu toplaması uzun sürmez" dedi."Ve şehrin kapılarına dayanması da!"
Yüküntür kafasını salladı, bunun doğru olduğunu biliyordu. Ama daha fazla kanın dökülmesini istemiyordu. Masada ki Noyanlara bakarak "Eğer onlarla dövüşürsek, kendi insanlarımızın kanını dökeriz" dedi. Ama bu kelime ona garip gelmişti. Zaten bunu daha önce yapmamış mıydı? Onlarcası kılıcının karşısında can vermemiş miydi? Binlerce Svadyanın canına kıyan o değil miydi? Zihni ona oyunlar oynamaya başladı. Kulaklarında çığlıklar duymaya başladı. Sonra yanan kuşatma kuleleri geldi gözünün önüne. Ve kuleyle beraber yanan Svadyanlar. O alevin sıcaklığını yüzünde hissetmeye başladı. Sıcaklık gitgide yaklaştı, derisine işlemeye başladı. Yüküntür düşüncelerinin arasında boğuluyordu.
Onu kendine getiren, Asuganın sesi oldu. Etrafına baktığına masada ki herkesin, kendine baktığını gördü. Asugan ona bakarak "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. Yüküntür bu soruya cevap vermedi. Sonra kendini toparlayarak "Evet, dediğim gibi. Sancar Han'la savaşmadan önce ona bir elçi göndermeliyiz"
Tonju Noyan ayağa kalkarak "Sancar Han'ı iyi tanırım" dedi. "Elçinin kellesini uçurur, Ama kararın buysa, gönderelim"
Yüküntür kararsız kalmıştı, ne yapacağını kestiremiyordu. O, sadece Kergit Hanlığını düşünmüyordu. Bütün Kalradya'yı düşünüyordu. Bildikleri Kalradya yok oluyordu, onun yerini yeni bir Kalradya alacaktı. Yeni kuralları olan, yeni bir Kalradya.
Harlaus'un kurduğu ittifak, kısa süre sonra tekrar toparlanacak ve eskisinden güçlü bir halde karşılarına çıkacaktı. Eğer onları yenmek istiyorsa Kergitlerin tamamına hükmetmeliydi, ayrıca Saranidleri ve Rodokları da birleştirmeliydi. Harlaus'un kurduğu üçlü ittifak'ı yenmek için oda bir ittifak kurmalıydı, Saranid, Kergit ve Rodak'tan oluşan bir ittifak.
Ama ilk işi, Sancar Han'ı yenerek Kergit hanı olmaktı. Böylece, diğer ulusları ittifak kurmaya ikna edebilirdi. Masadaki Noyanlara bakarak "Savaşmaktan başka bir çözümü olan varmı?" dedi.
Ama kimseden ses çıkmıyordu.Urubay Noyan, yanındaki Brula Noyan'ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Brula'nın gözleri irice açıldı, sonra ayağa kalkarak "Aslında Urubay Noyan ve benim aklıma başka bir yöntem geldi" dedi. Bunu söylerken, birazda korkuyordu.
Yüküntür, merakla "Nedir?" dedi. "Eğer Sancar Han aniden ölürse, Noyanlar kendi istekleri ile bize katılır" dedi Brula. "Yani savaşmamıza gerek kalmaz"
Masada ki diğer Noyanlar şaşırmıştı. Belir Noyan, ona bakarak "Bu nasıl olacak ki?" dedi. Ama Yüküntür, Brula Noya'ın cevap vermesine izin vermeden atıldı. "Zehir mi!"
Masada bir hareketlenme oldu, fısıltılar yükselmeye başlamıştı. Yüküntür onları susturarak "Bu, kergit töresine ihanettir" dedi. "Hayır, bu kesinlikle olmaz."
Bu sırada Tulga'da da ayrı bir toplantı vardı. Sancar Han çok sinirliydi, yerinde duramıyordu. Etrafında toplanan Noyan'lara bakarak "Bu ihanetin bedeli ödenmeli!" dedi. Çok sinirliydi, her sözünde alev kusuyordu adeta. Ve kuşkucu bakışları, etrafınaki her Noyan'ı korkutacak kadar yakıcıydı. Mantıklı düşünemiyordu. Yanındaki Sebula'ya bakarak "Orduyu çabuk hazırlayın, Dhirim üzerine sefere çıkacağız, ve o hainler ölmedikçede dönmeyeceğiz!" dedi.
Sebula başını eğerek "Emredersiniz efendim" dedi. Sancar gözlerini yine Noyan'larına çevirdi. Onların gözlerinin içinde bir ihanet belirtisi arıyordu. En ufak bir belirtide vereceği karar açıktı. İdam!
Sonra içeriye bir asker girdi. "Efendim, Svadyan Kralı bir elçi göndermiş" dedi. Sancar şaşırdı, sonra öfkesini içine atarak "Girsin" dedi. Elçi onun karşısına geldiğinde, göz ucuyla adamı süzdü. Değerli kumaşlardan yapılmış bir elbisesi vardı. Zengin birine benziyordu. Adam ona bir kılıç uzatarak "Kralımızın armağanıdır Lordum" dedi.
Sancar yanındaki askere kılıcı almasını işaret etti. Asker kılıcı dikkatli bir şekilde aldı. Kılıcın kabzası altın işlemelerle yapılmıştı. Üzerinde, dikkatlice işlenmiş bir kurt sembolü vardı. Sancar Han elçiye dönerek "Kralın ne istiyor" dedi.Kendinden emin bir ses tonuyla söylemişti bunu.
Elçi gülümseyerek "Efendim, sizinle barış yapmak istiyor. Böylelik le hem siz isyancılarla rahatça mücadele edersiniz. Hem de biz işlerimizi hallederiz."
Bu teklif Sancar Han'a yeterince makul gelmişti. "Tamam" dedi. "Kralının hediyesini ve teklifini kabul ediyorum"
Sancar Han, salondaki Noyan'ları gönderdi, elçininde bu gece Tulga da kalması için,ona sarayda bir oda verdi. Artık kılıcına bakabilirdi. Kılıcı eline aldı. Üzerinde eski kalradca bir kelime yazıyordu. Ama Sancar Han bu dili bilmiyordu.
Bu sebeple yazıyı dikkate almadı. Kılıcın kabzasını sıkıca kavradı, kavradığı anda da kabzadan çıkan küçük bir iğne Sancarın eline battı, Sancar Han acıdan dolayı kılıcı elinden attı, eline baktığın da hiç bir şey yoktu. Kılıcı tekrar eline aldı ve incelemeye başladı, kılıcın kabzasında da iğne gibi bir şey yoktu.
Bu Harlaus'un dahice hilelerinden birisiydi, ama Sancar Han bunu bilmiyordu. Sancar Hanın anlamını bilmediği yazıda şunlar yazıyordu; "Ölümünü eline al!"