Çelik ve Kan Serisi - 20. Bölüm (Bir Kralın Hikayesi)

Users who are viewing this thread

SERKAN865 said:
İlgin ve yorumun için teşekkür ederim. Öncelikle Homeros kardesimin de dediği gibi her bölümde uzunluğu veya kısalığı, ne kadar uzun olursa okuyucuyu sıkar, ne kadar kısa olursa bölüm yetersiz olur bunları tartarak bölümleri yazıyorum. Ama bu bölümün sıkıcı gelmeyeceğini düşündüğümden yeterli uzunlukta yazmak istedim.

Haklısın, şu sıralar daha çok kısa hikayeler olduğu doğru. Dolayısıyla alışman da normal :smile: Fakat ben biraz daha uzun ve tatmin edici yazma taraftarıyım. Fakat sırf bu nedenden dolayı yorumlarını eksik edersen gerçekten üzülürüm. Daha önce defalarca dediğim gibi, iyi veya kötü her türlü yoruma ve eleştiriye açığım. Bu konuda senin fikir ve yorumlarını da görmek isterim :smile:

Ben uzun yazanların tarafındayım (arkanızdayım merak etmeyin  :mrgreen:),seni de canı gönülden destekliyorum.Dört Yol Hanın'da iyi şeyler yapan az kişi var,devam edenler ise onlardan daha az.

Homeros said:
SERKAN865 said:
Ayrıca senin için, iki bölümü tek bir bölümde birleştirmeyi düşünüyorum :razz:

Ooo, çok iyi  :grin:

Hayırlı olsun Homeros  :grin:
 
incili arwa said:
SERKAN865 said:
İlgin ve yorumun için teşekkür ederim. Öncelikle Homeros kardesimin de dediği gibi her bölümde uzunluğu veya kısalığı, ne kadar uzun olursa okuyucuyu sıkar, ne kadar kısa olursa bölüm yetersiz olur bunları tartarak bölümleri yazıyorum. Ama bu bölümün sıkıcı gelmeyeceğini düşündüğümden yeterli uzunlukta yazmak istedim.

Haklısın, şu sıralar daha çok kısa hikayeler olduğu doğru. Dolayısıyla alışman da normal :smile: Fakat ben biraz daha uzun ve tatmin edici yazma taraftarıyım. Fakat sırf bu nedenden dolayı yorumlarını eksik edersen gerçekten üzülürüm. Daha önce defalarca dediğim gibi, iyi veya kötü her türlü yoruma ve eleştiriye açığım. Bu konuda senin fikir ve yorumlarını da görmek isterim :smile:

Ben uzun yazanların tarafındayım (arkanızdayım merak etmeyin  :mrgreen:),seni de canı gönülden destekliyorum.Dört Yol Hanın'da iyi şeyler yapan az kişi var,devam edenler ise onlardan daha az.
Desteğin için teşekkür ederim dostum :smile:
 
Arkadaşların dediği gibi hoş ve güzel bi bölümdü. Diyaloglar gerçekçi ve güzeldi ayrıca Aron denilen adamda çok tilki bir adama benziyor :smile: Yine güzel bölümdü, başarılar.
 
DarkEros said:
Arkadaşların dediği gibi hoş ve güzel bi bölümdü. Diyaloglar gerçekçi ve güzeldi ayrıca Aron denilen adamda çok tilki bir adama benziyor :smile: Yine güzel bölümdü, başarılar.
Yorumun için teşekkürler.
 
16. Bölüm yayındadır. Yine uzun bir bölüm oldu ama sanırım artık böyle alışıyorum :smile: Homeros kardeşiminde istediği gibi olmuştur umarım :grin: Bölüm hakkında yorum veya eleştiri yaparsanız sevinirim, keyifli okumalar.

Komuta çadırı, kamptaki en büyük ve geniş yapıydı.
Tavanın yüksekliği dört metreye yakındı. Çadırın kenarlarında sıra halinde beze yapıştırılmış, çadıra destek sağlayan kuş ağacından yapılma büyük dal parçaları vardı. Aşağı yukarı iki metre boylarında tavana paralel olarak yapıştırılmış büyük dal parçalarıydı. Çadırın kumaşında uzun ve çizgi şeklinde şeritler gibi görünüyordu.

Kuş ağacından yapılma malzemeler çok sağlam ve esnek olurdu. Ağacın gövdesi süt kadar beyazdı. Bazıları Akkavak ağacıda derdi.

Askerlerin arasındaki söylentilerden duyduğuna göre, baharda, ağacın iç kısmına su yürüdüğünde şifacı kocakarıların ondan ilaç yaptığı söylenirdi.

Albert, bir keresinde ateşin başında yaşlı bir adamla sohbet ederken, adam, ağacın dış kabuğunun ateş yakmak için kav malzemesi olduğunu söylemişti.

Çadırın kumaşındaki dal parçalarının kullanılabilir hale getirilmesi her mevsimde olmuyordu. Albert çadırın yapımında çalışmış zanaatkârlarla konuşmuştu bunları. Sadece ilkbahar mevsiminde yapılabiliyordu. Çünkü ağaca su yürüdüğü zaman daha kolay bükülebiliyordu.

Önce dallar kesiliyor ve ne kadar boyutta yapılacağı ayarlanıyordu. Sonra ise kaynatılıp yumuşatılıyor. Yumuşadıktan sonra dallara kavisli şekiller veriliyordu. Sonraki aşama ise dallar uzun bir süre, yapılacak şekilde tutuluyor. Kuruduğu zaman, içindeki su gittiği zaman ağacın beli o zaman bükülüyor. Yani ağaç, yaşken eğiliyordu…

Çadırın içindeki çoğu malzeme yünden yapılmıştı. İki metreden sonra ise keçe kullanılmıştı. Çadırın çevresini oluşturan yün malzemelerde işlemeler vardı.

İçi geniş ve ferahtı, ortada dikdörtgen şeklinde uzun ve enli tahta bir masa vardı. Çadırın bir köşesinde sade bir sandık vardı. Diğer bir uçta, dal parçalarının sap kısmına düğümlenmiş kırmızı bir heybe ve görüntüsüne göre içinde bir elbise vardı.

Burası Halford' un kendi şahsi çadırı değildi. Bu nedenle Albert, heybenin içindeki kıyafetin Halford' a ait olmadığını biliyordu. Komuta çadırları bir kişinin kendi eşyalarının bulunduğu veya sadece bir kişiye ait olan bir şey değildi. Zaten bu kadar büyük ve geniş bir çadırı tek bir kişinin kullanması, diğer herkese haksızlık değil miydi?

İçerisi büyük ve ferahtı ama çadırın ortasında bir masa ve etrafında on adamın olması, ferahlık konusunda Albert' i şüpheye düşürüyordu.

Albert Westerling masaya bir göz attı ama Dywen ve Aethan dışında tanıdık bir yüz göremedi.

Masanın etrafındaki adamların iyi kumandanlar ve akıllı adamlar olduğundan şüphe yoktu. Eğer şüphe olsaydı burada olamazlardı. Eğer akıllı bir adam veya iyi bir kumandan olmasalardı Halford onları buraya çağırarak onurlandırmazdı.

Albert' in, Halford' un her kararına saygısı vardı. Halford Velaryon mantıklı ve makul bir adamdı, Albert biliyordu. Bu yüzden onun yaptığı işlerde 'vardır bir bildiği' diye düşünmek artık adet olmuştu.

Fakat Albert' in Aron Santagar konusunda ciddi endişeleri vardı.

Halford' un bu adamın nasıl biri olduğu hakkında hiç mi bir fikri yoktu? Ama Albert adamın hakkının verilmesi gerektiğini biliyordu. Saatler önce talim alanında, Albert adamın üzerine yürümüş, Aron' un tehdit sorusuna ise 'Lordun seni tehdit ediyor ve hemen buradan kaybolmanı söylüyor' diye ona meydan okumuştu.

Ve adam Halford' un onları izlediğini görmüş olmalıydı ki, saygısından bir şey demeyen saygılı adam rolü oynayarak ona itaat edip uzaklaşmıştı. Halford' un, adamı açıkça tehdit ettiği o cümleyi duyup duymadığını bilmiyordu. Fakat duysun yada duymasın Albert' in ve Aron Santagar' ın hareketlerini uzaktan izlese dahi, kimin emir verip, tehdit ettiğini görmek mümkündü. Bu şekilde adam Halford' dan bir artı daha almıştı.

Albert durumun nasıl bu hale dönüştüğünü merak etti. Kalradia' ya geleli bir yıl olmuştu ve ilk günlerde Halford ona mekanlardan, Lord ve Leydi' lerden bahsetmişti. Kalradia' da ki siyasi durumları anlatmıştı. Bir keresinde Halford, Albert' e şöyle söylemişti:

"Bir zamanlar bir arkadaşım bana Kalradia' yı bir saraya benzettiğini söylemişti. Tüm krallıklarında sarayın bölümleri olduğunu söylemişti. Ülkesinde yaşayan lord ve leydilerin de farklı farklı odalara giren hizmetçilere benzediğini anlatmıştı."

"Aslında bütün soyluların bir hizmetçi olduğunu ve asıl efendinin, altı devlete de hükmeden adam olacağından bahsetmişti. Son olarakta Kalradia' da hala bir efendi olmadığının, Kalradia' nın, hizmetçilerin efendi olmak için uğraştıkları bir yer olduğunu ve bunu gerçekleştirmek için yapmayacakları şey olmadığını söylemişti."

Halford Velaryon, bunu ona anlattığında Albert daha Kalradia' yı yeni tanıyan toy bir gençti. Ama artık olgunlaşmıştı. Ve onu düşürmelerine izin vermeyecekti. Kim olursa…

Bu sırada bir asker çadırın kapısını açtı ve Halford içeri girdi. Üzerinde bozkırın soğuğundan korunmak için giydiği klasik bir bozkır elbisesi veya göçer kıyafeti vardı. Albert emin değildi. Uzun ahşap masanın başına geçti ve eliyle oturmalarını işaret etti.

Sandalyesi minderlerle yükseltilmişti ve yumuşaktı. Ayakta durmaktan ağrıyan uylukları rahat bir nefes aldı. Halford, sandalyesini çekip oturacağı sırada masanın etrafına göz attı ve tekrar dikleşti. "Lord Aron nerede?" diye sordu masadakilere. O sırada aklından hızlıca bir düşünce gelip geçti. Albert bu güne kadar iyi olmuştu da ne olmuştu? Neden her zaman alttan almayı veya ses çıkarmamayı tercih etmişti. Neden kendisini hep aşağılayan adama kendi silahıyla cevap vermeyecekti?

Yavaşça arkasına yaslandı. "Ağaçların arkasına çukur açıp çömeldiğini gördüm. Lordumuzun işi uzun süreceğe benziyor." Dywen yüksek sesle güldü, Aethan dişleri gözükecek kadar gülümsedi ve diğer tanımadığı adamlardan bazıları da gülüştü.

Halford, Albert' i duymamış gibiydi. Belki de duymak istememişti. Çadırın girişine doğru seslendi.

"Sam!"

Sam içeri girdi ve selam verdi. Uzun boylu, iri yarı ve gerektiği zaman yüzü korkunç bir şekil alan iyi bir adamdı. Albert Sam' i seviyordu. Eğlenceli bir adam değildi belki ama samimi ve sıcakkanlıydı. Albert Shariz' de zindana atıldığında onu kurtarmak için Halford ile birlikte harekete geçmişlerdi. Zindandan çıkışının ikinci günü Halford anlatmıştı.

Fakat o gece çalınan gür boru sesiyle askerler irkilmiş, dikkat kesilmiş ve ikili tekrar uzaklaşmak zorunda kalmışlardı. Halford, ertesi günün şafağında elinde sultanın mührünü taşıyan af fermanı ile gelmiş ve Albert' i oradan çıkarmıştı. Zira Sultan Hakim' in ve muhafızlarının boğazını kesip ortadan kaybolanda aynı Halford idi.

"Aron Santagar' ı bul ve buraya getir." Dedi Halford.

"Emrede…"

"Aron kendi ayaklarıyla gelse olur mu lordum?"

Sam selam verip çıkmak üzereyken gelen adam Aron Santagar' ın kendisiydi. Adam neredeyse yerlere kadar eğilerek selam verdi. "Oturabilirsin." Diyerek eliyle boş sandalyeyi gösterdi Halford. Oturmadan önce Sam' e döndü. "Çıkabilirsin Sam."

Adam başıyla selam verip çadırdan çıktı. "Kusuruma bakmayınız lordlarım." Dedi Aron sandalyesine yerleşirken. "Birkaç işim çıktı."

Dywen tekrar yüksek sesle güldü ve onu Aethan izledi. Birkaç adam daha güldü ve Albert kendini kurnaz bir tilki sanan adamın yüzündeki hayreti ve şaşkınlığı izlemenin keyfini sürdü. Adam masadaki birkaç kişinin yüzüne baktı ve sonra Albert' e döndü. Albert adamın kendisine sert gözlerle bakmasına karşılık olarak dişlerini gösterircesine gülümsedi.

'Sanırım bu sefer ben kazandım.' Diye düşündü Albert. İlk kez bu adama karşılık vermiş ve onu zedelemişti. Belki bu bir şeylerin başlangıcı olabilirdi. "Bir şakayı mı kaçırdım? Yoksa sözlerim kulağınıza farklı mı geldi?" Kimse cevap vermeyince Aron iyice sinirlendi ama kendini o yapmacık, nefret uyandıran gülümsemesini yapmaya zorladı. Fakat bu sefer gülümseyecek bir şey bulamıyordu belli ki, çünkü bu sefer karşısındaki adamlar ona gülüyordu, o onlara değil.

Sonunda adamın karşı sandalyesindeki biri cevap verdi. "Evet, sanırım kaçırdınız." Albert' e doğru bakarak, "Lord Albert' in şakasıydı hepsi bu."

"Bilmenize lüzum yok Aron lordum." Diyerek ona kendi alaycı üslubuyla saldırdı Aethan, adamın ona saldırdığı gibi. Sonra Dywen sözü aldı. "Zira komik bir şey değildi ama işte… biz askerler biraz gülmeye ihtiyaç duyarız." Diyerek adamın saatler öncesinde onlara söylediği sözlerine adeta karşılık verdi.

Albert adamın diyecek bir şey bulamadığını ve kulaklarına kan giderek kızardığını hissetti. Halford dikkatleri toplamak için parmağıyla masaya vurdu. "Eğlencemiz bittiyse toplanma amacımıza gelelim." Dedi. Albert, 'bu günlük bu adam için yeterli.' Diye düşündü. Ciddi bir ifade takındı ve Halford' a baktı.

"Bir kısmınıza konunun Vaegirler ile ilgili olduğundan söz etmiştim." Diyerek Dywen ve Albert' e göz ucuyla baktı. "Birkaç hafta önce, Yaroglek' in vasalı ve Rivacheg lordu, Lord Meriga Blount' a haberci yolladım. Lord Meriga benim yakın dostum ve saygı duyduğum bir adamdır. Hukukumuz çok eskiye dayanır." Halford bir süre durdu ve masadakilere baktı.

"Bu sebeple ondan başka hiç kimseden bunu isteyemeyeceğim için, asker talebinde bulundum."

Masadakilerden şaşkınlık sesleri duyuldu. Albert' de anlayamamıştı, neden Vaegirlerden asker istiyordu ki? Halford' un komutasındaki askerlere denk olan bir başka maceracı veya bir başka haydut grubu yoktu. Kalradia' da bir ülkenin vasalı olmayıpta bu kadar askere sahip olan başka bir birlik henüz duymamış ve görmemişti. Öyleyse neden adama ihtiyaç duyuyordu?

Halford ayağa kalktı ve devam etti. "Dostlarım, şunu çok açık bir şekilde söylüyorum ki, ben Kalradia' ya tekrar bozkırlarda yaşayıp, haydut aramak için dönmedim. Sonsuza kadar bozkırlarda ya da çayırlarda mı bu işi sürdüreceğiz. Hayır. Bu iş böyle yürümeyecek. Artık bizim için çıtayı yükseltme vakti geldi. Artık bizim için toprak sahibi olma vakti geldi."

Masadan daha öncekinden şiddetli bir uğultu geldi. Adamlar yanındakilere bunun nasıl olabileceğini yada olamayacağını söylüyorlardı. Halford' un sözü bittikten birkaç saniye sonra Albert sözü aldı. "Kimin toprağından bahsediyoruz? Vaegirlere dost görünüp topraklarına mı saldıracağız?"

Halford başını iki yana salladı. "Vaegir değil. Ben Vaegirleri dostumuz olarak görüyorum. Onlara saldırmak bizim en büyük hatamız ve aptallığımız olur. Vaegirlerin şuan için hiç kimseyle bir sorunları yok. Henüz üç gün önce aldığım habere göre Nordlar ve Vaegirler arasında devam eden ateşkes uzatılmış ve barış sağlanmış. Yaroglek, Sancar Han' la ilişkisini korumak için türlü oyunlar deniyor."

Uzun bir soluk aldı. "Hal böyleyken beyler, Vaegir' e karşı bir saldırı düzenlemek sadece aptallık olur. Tüm kuvvetleriyle üstümüze gelirler ve şayet bir kaleyi alabilsek bile tüm Vaegir lordları üstümüze gelir. Dediğim gibi ben Vaegirleri dostumuz olarak görüyorum. Bir keresinde onlara yardım etmişliğim ve Lord Meriga' nın hayatını kurtarmışlığım oldu. Onlara saldırmak bizi lekeler ve itibarımızı düşürür."

Masanın diğer ucundan Halford' un yaşlarında bir adam konuştu. "Peki o halde hedef kim lordum, adamlarımız bir kale kuşatması için yeterince iyiler fakat bir şehir kuşatması düşünüyorsak biraz daha beklemeliyiz. Zira şehri kuşatsak ve alsak bile elimizde tutacak yeterli sayıda adamımız olmayacaktır."

'Doğru söylüyor.' diye düşündü Albert. "O halde hareket nereye olacak lordum?" diye sordu Albert. Halford Albert' e baktı, içten bir şekilde gülümsedi. "Ichamur' a" dedi. Dywen aniden ayağa kalktı ve ard arda bir şeyler söyledi. Diğerleri de bulundukları yerden Halford' a bir şey anlatmaya çalıştılar. Halford bir elini kaldırarak onları susturdu. "Beni yanlış anladınız." Dedi. "Hareketimiz Ichamur' a olacak dedim, evet, fakat orayı kuşatacağımızı söylemedim. Meriga' ya gönderdiğim mektupta istediği kadar adamını gönderebileceğini söyledim. Adamlarını Swadia topraklarından geçirmemesi için onu özellikle uyardım. Yüksek ihtimalle Nelag Kalesinden aşağıya inerek Tulbuk ve oradan da Ichamur yolunu takip ederek Halmar' a varacaklardır. Ama vaktimiz azaldı, onlar bize gelmeden biz onlara katılmalıyız. Ayrıca ne kadar adam gönderdiğini bilemeyiz, yani acele etmemiz gerek."

Yarım dakika kadar bir süre masadakiler Halford' un dediklerini düşündüler ve sonra teker teker onayladılar. Albert Halford' un haklı olduğunu biliyordu, Swadia konusunda zamanları kalmamıştı ve iki grubunda birbirlerine ilerlemeleri çok daha kısa sürede buluşmalarını sağlayacaktı.

Albert' de kararı onayladı. "Haklısınız lordum." Dedi. Halford bir toprağın lordu değildi, tıpkı Albert gibi. Ama saygı ve sadakat geldiğinde beraberinde unvanı da yanında getiriyordu. Saygı ve nezaketen söylenen bu unvanın bir köyün muhtarına seslenirken dahi söylenmesi, Kalradia' da olmayacak şey değildi. Lord Muhtar diye düşündü. Albert hafifçe gülümsedi.

Diğer adamlara 'hayırlı geceler' diyerek çadırdan çıktı. Güneş batmış ve hüküm sürdüğü yeri karanlığa bırakmıştı. Çok fazla şey duymuştu ve baldırları ağrıyordu. Baş ağrısıyla çadırına ilerledi. Çadırın kapısının iki yanında iki asker nöbetteydi. Albert adamlara acıdı, içeride yatacak olan adamda aslında onlar gibi biriydi. Ama o orada yatarken adamlar Albert' in poposunu korumakla görevliydiler. Albert daha önce Halford' a bu konuda defalarca yakınmıştı ama Halford itiraz kabul etmemişti. Adamların yanından geçerek çadıra girerken, "iyi akşamlar" dedi ve bir şey söylemelerini beklemeden çadıra girdi.

Sabahın erken ışıklarıyla yola çıkan grup yavaş yavaş bulunduğu alanı terk ediyordu. Onlarca ateş çukuru uzaktan bakıldığında bütün alanın yanmış olduğu görüntüsünü akla getiriyordu.

Ichamur' a kadar hiç durmadan ilerlediler. At üstünde Albert' in kasıkları sızlasa da kendi sızlanmadı. Yola devam etti. Halford birkaç gözcüyü sağa, sola ve farklı yönlere gönderdi. Sonuçta Khergit Bozkırı, iki kişinin yan yana yürüdüğü bir sokak değildi. Görevlerini anlamış görünen Khergitler farklı yönlere doğru at koşturdu.

Şehre vardıklarında aradan iki gün geçmişti. İki gün boyunca Halford devamlı olarak gözcüler yolluyor, Vaegir askerlerini arıyordu. Ichamur hiçbir zaman kalabalık bir şehir olmamıştı, Albert bunu biliyordu. Ichamur' a ilk gelişi değildi. Şehrin etrafını adeta kuşatmış olan bozkır haydutları şehirden çıkacak ya da şehre girecek olan her grubun bir numaralı tehdidiydi.

Albert Halford' a, Aethan, Luthor, Rolley ve Urzen' in onunla kalacağını söyledi. Halford onaylayıp diğer adamlara uygun hanlara dağılmalarını söyledi. Birkaç çavuşa adamlara han için para vermelerini söyledi. Albert ise dostlarıyla daha önce gelmiş olduğu bir hana girdi. Hanın kapısında Rolley binayı inceleyerek bakarken Albert ona döndü.

"Bu hanın bir ismi yok Rolley." Omuzlarını silkti ve güldü. "Varsa bile bana söylemediler." Rolley han isimleriyle ilgili şakalar yapmayı seviyordu. Bir şehre vardıklarında Albert genç adamın konuşarak başlarını ağrıtmaması için önden Urzen' in gitmesini söyleyerek, hanın isminin yazılı olduğu tabelayı çıkartması için ona minnettar kalacağını söyleyerek onu gönderirdi.

Han her zamanki gibi kalabalık değildi. Daha önce de buraya gelmişti. Han sahibi köşe masadaki birkaç adama servis yaptıktan sonra kapıya döndü, Albert' i görmüştü. "Lord Albert" adam başıyla selam verdi. "Nasılsın Sylves?" diyerek adamın omzuna vurdu ve bir masayı gözüne kestirerek oturdu.

Sylves Albert' in yanına yaklaştı. "Ne içersiniz lordum? Kaliteli şarabım var, belki denemek istersiniz?" Albert başını salladı, adam giderken arkasından seslendi. "Ve sıcak ekmek. Kaç gündür doğru düzgün yemek yiyemedim."

Luthor masaya oturdu ve adamın arkasından baktı. "Seni nereden tanıyor?" diye sordu. "Buraya daha önce birkaç kez daha gelmiştim. Aslında adamı tanımıyordum, adam o gün Halford' un yanında beni görünce böyle davranmaya başladı."

Diğerleri de masaya oturdular ve içecek bir şeyler söylediler. Aethan hancıya doğru seslendi. "Bana poposu kızarmış, yağlı ve güzel bir tavuk getir." Dedi gülerek. "Üstüme yağ sıçratmayacaksın umarım." dedi Rolley. "Oldum olası kaygan şeylerden tiksinmişimdir."

"Sanırım bu kızlarla olan ilişkini açıklıyor." diyerek kahkaha attı Aethan.

Albert' de kahkahayı koyuverdi. Bu sırada gözü han kapısına takıldı, içeri Halford girdi ama ilerlemedi. Kafasıyla işaret ederek Albert' i dışarı çağırdı ve sonra kendide çıktı. "Hay lanet." Diye söylendi Albert hala gülerlerken. Bir bahane gerekiyordu. "Birazdan geliyorum. Dinar torbasını eyerin arasında unutmuşum."

Kapıya ilerlerken, hancının nereye gittiğiyle ilgili şeyler söylediğini duydu ama duymazlıktan geldi ve gecenin serin havasına çıktı. Halford ileride Albert' in atı ve kendi atının yanında duruyordu. Albert yanına gelince, "Bin." dedi oda atına binerken. "Benle gel." Dedi Halford ve atını yavaşça şehirden içeri girdikleri kapıya doğru sürdü. Nöbetçi onlara seslendi. "Kimsiniz? Dışarı mı çıkacaksınız?"

"Kapıları açmazsanız, hayır."

Adam önemsemedi ve aşağıya doğru bir şeyler söyledi. Aşağıda kapının iki yanında duran khergit askerleri milim milim aralayarak kapıları açtı. Halford önde ve Albert arkasında, şehir kapılarından çıktılar. On dakika at sürdükten sonra bir ormanın girişine geldiler. Halford atından indi. "Gel" dedi Albert' e.

Eyer torbasının içinden bembeyaz bir şey aldı. Gece karanlığında bir yıldız gibi parlak ve süt kadar beyaz bir şeydi. Bir meşe ağacının yanına geldiğinde durdu. Albert karşısına dikildi ve öylece baktı. Sonunda, "neden buradayız?" diye sordu.

"Bunu sana çok daha önce vermeliydim. Fakat işlerim vardı ve bu konu bir şekilde aklımdan uzak kalmıştı."

Beyaz ve parlak şeyi eline aldı ve Albert' e uzattı. Albert ne olduğunu ve şuan ne yaptıklarını hala anlayamamıştı. Çekingen bir hamleyle beyaz parçayı eline aldı ve o an fark etti ki bu bir kındı.

Elini bembeyaz kının üzerinde gezdirdi. Kemerine iliklenmesi için olan tokalar dahi parlak ve beyazdı. Akşam saatlerindeki ormanı neredeyse ay kadar aydınlatıyordu.

"Senindir."

"Bir hediye?" diye sordu Albert.

"Senin olanı sana hediye edebilir miyim? Senindir dediysem, senindir."

Albert elini kılıcın kabzasına götürdü. Kabza koyu maviydi ve bu yüzden gece karanlığında Albert onu yeni fark etti. Albert kabzanın deri olduğunu dokunur dokunmaz anladı. Ama normal bir kılıç kabzasındaki bir deriye benzer yanı yoktu. Parmaklarının arasında su kadar hafif ve yumuşak, kolay kavranabilir bir deriydi.

Kılıcı yavaşça çekti.

Kılıç kınından çıkarken, Albert' in gözüne öyle keskin bir ışık vurdu ki gökyüzündeki ayı elinde tuttuğunu sandı. Gözlerini kısarak kılıcı çekmeye devam etti. Kınından çıktığında, Albert elini süt beyazı çelikte gezdirdi.

"Bu kılıçta kullanılan çelik, diğer kılıçlarda yoktur. Ve keskinliği muazzamdır." Diye ekledi Halford.

Albert parmağını kılıcın ucuna götürdü, parmağını daha bastırmamıştı bile, sadece dokundurmuştu ama başparmağına baktığında akan kanı gördü.

Kılıcın kabzası Albert' in tahmin ettiğinden de uzundu. Derinin arkasına doğru uzanan oluklu, altı köşeli bir metal vardı. Hissetti.

Kabzasının iki kenarı klasik kılıçların aksine yanlara açılır şekilde değildi. Hafif bir şekilde aşağı doğru eğikti.

Bir deneme savurması yaptı, dengesinin ve kılıcın ona uygun olup olmadığını görmek için test etti. Su kadar hafifti neredeyse, parmaklarında hissetmiyordu kılıcı, daha doğrusu kolunu bir kılıç gibi hissediyordu.

"Yeni dövülmüş gibi."

"Öyle zaten." Dedi Halford.

Albert Halford' a döndü. "Bunun bir adı var mı?"

"Hayır. Gerek duymadım."

Albert gökyüzüne baktı. Simsiyah akşam semasında tek bir yıldız akşamı mümkün olduğunca aydınlatıyor ve zarif bir şekilde parıldıyordu.

Albert, o an uygun ismi bulduğuna karar kıldı.

"Akşamyıldızı." Dedi Albert. "Artık adı bu." Akşamyıldızı İsmi tekrar düşündü ve gülümsedi.



[size=36pt]



[size=36pt]

 
Lord Muhtar  :grin: bu güzledi.

Ben bu Aron denen adamı pek sevmedim.Arkadan vuracakmış gibi duruyor.
 
Son bölüm biraz fazla uzundu ama güzeldi, okurken sıkılmadım :smile: Kılıcı tasvir ettiğin paragraf çok iyiydi. Eline sağlık başarılar.
 
incili arwa said:
Lord Muhtar  :grin: bu güzledi.

Ben bu Aron denen adamı pek sevmedim.Arkadan vuracakmış gibi duruyor.
Evet, orayı tat bırakması açısından yazdım :grin: Zaten Aron karakteri pek sevilesi bir karakter değil :smile:



DarkEros said:
Son bölüm biraz fazla uzundu ama güzeldi, okurken sıkılmadım :smile: Kılıcı tasvir ettiğin paragraf çok iyiydi. Eline sağlık başarılar.
Dediğim gibi eskisine göre biraz daha uzun yazıyorum artık. Ama belki bazı bölümleri kısaltarak, bölümün devamında yazamadıklarımı sonraki bölümde ekleyebilirim. Bilemiyorum. Yorumun ve desteğin için çok teşekkürler :smile:
 
Tam istediğim gibi olmuş. Lakin çadırı çok uzun betimlemişsin gibime geldi. Çadıra takılıp kalmışsın. Onun dışında pek bi' hata yok.
Devam et. 
 
Homeros said:
Tam istediğim gibi olmuş. Lakin çadırı çok uzun betimlemişsin gibime geldi. Çadıra takılıp kalmışsın. Onun dışında pek bi' hata yok.
Devam et.
Evet, çadırı biraz uzun betimlemişim :smile: Fakat bu sıralar biraz betimleme üstüne çalışıyorum. Birde senin önerinle daha da uzun yazma gayretiyle ortaya böyle bir şey çıktı :grin: Yorumun ve ilgin için teşekkür ederim. Okuyan diğer arkadaşlarda fikirlerini yazarsa sevinirim.
 
Güzel hikaye bi kaç bölüm okudum. Ama bazen bakıyorum yeni ileti atmışsın gözüküyor yeni bölüm geldi diye heyecanlanıyorum ama eski mesajın gözüküyor üzülüyorum :sad:
 
Dies Irae said:
Güzel hikaye bi kaç bölüm okudum. Ama bazen bakıyorum yeni ileti atmışsın gözüküyor yeni bölüm geldi diye heyecanlanıyorum ama eski mesajın gözüküyor üzülüyorum :sad:
Teşekkür ederim. Bahsettiğin şeyi sadece bir kez yaptım. O da yeni bölümü yayımladığımda, Dörtyol Han'ında kendine eğlence arayan, Kral Yaroglek hesaplarıyla trollük yapan kişinin yine trol bir konu açıp güncel konunun üstüne çıktığı zamandı. Sonuçta yeni bölümü yayınlanan bir hikayenin güncel olarak üstte gözükmesi daha doğruydu.

Ayrıca öyküme tekrar göz attığında yada yeni bölüm geldiğinde, şayet okuyorsan, yorum yapıp görüşlerini yazarsan çok mutlu olurum. Çünkü öyküye sadece belli kişiler yorum atıp, görüş bildirir oldu. Bazılarıysa konuyu uzun süre inceliyor fakat ne düşündüğü hakkında bir yorum bırakmadan konudan çıkıyor. Bu yüzden diğer forum üyelerinin hikayem hakkında ne düşündüğünü bilemiyorum. İyi veya kötü bir bölüm mü olmuş, farklı yorumlarla daha iyi anlaşılabilir.
Yorumun ve ilgin için teşekkür ederim :smile:
 
SERKAN865 said:
Dies Irae said:
Güzel hikaye bi kaç bölüm okudum. Ama bazen bakıyorum yeni ileti atmışsın gözüküyor yeni bölüm geldi diye heyecanlanıyorum ama eski mesajın gözüküyor üzülüyorum :sad:
Teşekkür ederim. Bahsettiğin şeyi sadece bir kez yaptım. O da yeni bölümü yayımladığımda, Dörtyol Han'ında kendine eğlence arayan, Kral Yaroglek hesaplarıyla trollük yapan kişinin yine trol bir konu açıp güncel konunun üstüne çıktığı zamandı. Sonuçta yeni yayınlanan bir bölümün güncel olarak üstte gözükmesi daha doğruydu.

Ayrıca öyküme tekrar göz attığında yada yeni bölüm geldiğinde, şayet okuyorsan, yorum yapıp görüşlerini yazarsan çok mutlu olurum. Çünkü öyküye sadece belli kişiler yorum atıp, görüş bildirir oldu. Bazılarıysa konuyu uzun süre inceliyor fakat ne düşündüğü hakkında bir yorum bırakmadan konudan çıkıyor. Bu yüzden diğer forum üyelerinin hikayem hakkında ne düşündüğünü bilemiyorum. İyi veya kötü bir bölüm mü olmuş, farklı yorumlarla daha iyi anlaşılabilir.
Yorumun ve ilgin için teşekkür ederim :smile:
incili arwa, darkeros, Homeros ve ben dışında hikayeyi takip eden yok gibi. olsun bence yinede devam etmelisin. hala henüz tüm bölümleri okuyamadım bu kadar ilerlemişken yorum yok diye konuyu iptal etme sakın :grin:
 
leiff said:
SERKAN865 said:
Dies Irae said:
Güzel hikaye bi kaç bölüm okudum. Ama bazen bakıyorum yeni ileti atmışsın gözüküyor yeni bölüm geldi diye heyecanlanıyorum ama eski mesajın gözüküyor üzülüyorum :sad:
Teşekkür ederim. Bahsettiğin şeyi sadece bir kez yaptım. O da yeni bölümü yayımladığımda, Dörtyol Han'ında kendine eğlence arayan, Kral Yaroglek hesaplarıyla trollük yapan kişinin yine trol bir konu açıp güncel konunun üstüne çıktığı zamandı. Sonuçta yeni yayınlanan bir bölümün güncel olarak üstte gözükmesi daha doğruydu.

Ayrıca öyküme tekrar göz attığında yada yeni bölüm geldiğinde, şayet okuyorsan, yorum yapıp görüşlerini yazarsan çok mutlu olurum. Çünkü öyküye sadece belli kişiler yorum atıp, görüş bildirir oldu. Bazılarıysa konuyu uzun süre inceliyor fakat ne düşündüğü hakkında bir yorum bırakmadan konudan çıkıyor. Bu yüzden diğer forum üyelerinin hikayem hakkında ne düşündüğünü bilemiyorum. İyi veya kötü bir bölüm mü olmuş, farklı yorumlarla daha iyi anlaşılabilir.
Yorumun ve ilgin için teşekkür ederim :smile:
incili arwa, darkeros, Homeros ve ben dışında hikayeyi takip eden yok gibi. olsun bence yinede devam etmelisin. hala henüz tüm bölümleri okuyamadım bu kadar ilerlemişken yorum yok diye konuyu iptal etme sakın :grin:
Daha öncede defalarca söylemiştim. Bu hikayeyi, Çelik ve Kan'ı, yorum yok diye yada başka sebeplerden dolayı öylece iptal edemem. Ben, bütün Taleworlds forum üyelerinin, gelip konuya ileti atmasını beklemiyorum. Ama gelip konuyu uzun süre inceleyen, göz gezdiren, okuyan bazı üyeler var.

Sadece diyorum ki, en azından bir görüş bildirip öyle konudan çıksa, bende hikayemin nasıl tepki aldığını görmüş olurum. Ama sanırım bu hususta üşengeçiz.

Ben, çoğunlukla aynı kişiler yorum yaparsa, diğer forum üyelerinin konu hakkında ne düşündüğünü nereden bilebilirim? Bundan bahsediyorum. Konuyu kilitlemem veya iptal etmem söz konusu değil.
 
Yorumun çokluğu veya azlığı çok önemli değil bence. Yani önemli tabi ama yorum gelmiyor veya ilgilenilmiyor diye hikayenin sona ermesi Serkan arkadaşımında dediği gibi mümkün değil. 4 yıla yakın bi zaman forumdayım, Alhedras'ın ve hatırlayamadıgım birkaç arkadaşın dışında bu kadar bölüm ilerlemiş başka bir öykü konusu göremedim. Bende leif gibi hikayeye devam etmeni (ki edeceğini biliyorum :grin:) isterim.
 
Bence çok kaliteli bir hikaye yazıyorsun. Bence reklamda sorun var. Diğer bölümlerde daha aktif olabilirsen hikayene daha çok reklam olur. Daha çok yorumun seni daha çok hikaye yazmaya şevk edeceğine inanıyorum
 
colombos said:
Bence çok kaliteli bir hikaye yazıyorsun. Bence reklamda sorun var. Diğer bölümlerde daha aktif olabilirsen hikayene daha çok reklam olur. Daha çok yorumun seni daha çok hikaye yazmaya şevk edeceğine inanıyorum
Yorumun için teşekkür ederim colombos. Reklam konusunda eksik var, haklısın. Benim nedense forumda en çok dikkatimi çeken ve ilk girdiğim bölüm hep Dörtyol oldu. Onun için diğer bölümlere çok girmemiştim. Bundan sonra oralarda da aktif olmaya çalışıcaz artık :smile:
 
Back
Top Bottom