Herkese merhaba,
Uzun zamandır kafamda kurguladığım bir hikaye ile karşınızdayım. Bölümlerin uzunluğu veya kısalıkları o bölümde anlatmak istediğime göre değişiyor. Bu yüzden her bölümde uzun yada kısa yazmam beklenmemeli. Hikayedeki lordların veya npc'lerin hayat hikayelerini kendime göre değiştirmeyi düşünüyorum.
Hepimizin bildiği gibi oyunda lordların soyadları yok. Fakat hikayeme kendimce farklılık ve bir yenilik getirme düşüncesiyle ilerideki bölümlerde lordlara soyadlar vermeyi düşünüyorum. Ayrıca üzerinde pek durmayacağım ama, farklı krallıklara bağlılık yemini etmiş hanedanlar olacağını söyleyebilirim. Fakat, dediğim gibi bunun üstünde çok durmayacağım.
Son olarak, bilmeniz gerekiyor ki hikayeyi 'pov' yani bahsi geçen kişinin gözünden, bakış açısından anlatacağım. Bölümlerin hemen başında kalın harflerle kimin bakışından olduğunu anlayabilirsiniz. Yorum yaparsanız sevinirim.
Ek Bilgiler
1. Hanedanlar ve Kaleler http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
2. Karakterler http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
2. Bölüm - Eski Hasımlar http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
3. Bölüm - Ölümün Kıyısında http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
4. Bölüm - Fısıltılar http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
5. Bölüm - Geçmişin Hatıraları http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
6. Bölüm - Shariz Yolunda http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
7. Bölüm - İlmik Boğazda http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
8. Bölüm - Karanlık ve Oğul http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
9. Bölüm - Kan Sarayı http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
10. Bölüm - Baskın http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
11. Bölüm - Yeni Dostlar http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
12. Bölüm - Kral'ın Adaleti http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
13. Bölüm - Yeni Bir Sultan http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
14. Bölüm - Rivacheg http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
15. Bölüm - Dostlar Arasında http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
16. Bölüm - Hediye http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
17. Bölüm - Kız Kardeş http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
18. Bölüm - İki Adam http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
19. Bölüm - Hain http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
20. Bölüm - Bir Kralın Hikayesi http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
Uzun zamandır kafamda kurguladığım bir hikaye ile karşınızdayım. Bölümlerin uzunluğu veya kısalıkları o bölümde anlatmak istediğime göre değişiyor. Bu yüzden her bölümde uzun yada kısa yazmam beklenmemeli. Hikayedeki lordların veya npc'lerin hayat hikayelerini kendime göre değiştirmeyi düşünüyorum.
Hepimizin bildiği gibi oyunda lordların soyadları yok. Fakat hikayeme kendimce farklılık ve bir yenilik getirme düşüncesiyle ilerideki bölümlerde lordlara soyadlar vermeyi düşünüyorum. Ayrıca üzerinde pek durmayacağım ama, farklı krallıklara bağlılık yemini etmiş hanedanlar olacağını söyleyebilirim. Fakat, dediğim gibi bunun üstünde çok durmayacağım.
Son olarak, bilmeniz gerekiyor ki hikayeyi 'pov' yani bahsi geçen kişinin gözünden, bakış açısından anlatacağım. Bölümlerin hemen başında kalın harflerle kimin bakışından olduğunu anlayabilirsiniz. Yorum yaparsanız sevinirim.
Ek Bilgiler
1. Hanedanlar ve Kaleler http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
2. Karakterler http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
Her zamanki gibi yorgundu. Bacakları titreyerek yanına yaklaştı. Bu adamın karşısında hep korkuyordu, üstelik yıllardır burada olmasına rağmen. Her gün olduğu gibi koltuğunda oturmuş, bir eli çenesinde bir eli koltuğun kulpunda önünde yanan ateşe dalmış gitmişti. Sessizce açılan salon kapısından içeri girdi ve aynı şekilde yanına kadar geldi. ''Efendim, yemeğiniz.'' Lord Wendel, duyduğuna dair bir işaret vermedi. Hala ateşlere bakmaya devam ediyordu. ''Lordum? Yemeğiniz hazır.''
''Masama bırak'' dedi en sonunda sıkılgan bir sesle. ''Şimdi dışarı'' Albert itaat edip salondan ayrıldı. Adamın şu sakin tavırları yok muydu! Albert en çok öyle zamanlarda korkuyordu. Çünkü ne düşündüğü, neyi sevdiği, ne hissettiği ve tabi doğal olarak da ne zaman parlayacağı kestirilemiyordu.
İkindi vaktiydi. Hava sıcaktı. Akşamları ise genellikle yağmurlu ve soğuk olurdu. Salon kapısından çıkıp, muhafızın yanından ayrıldığında gerindi. Bir köşeye geçip beliyle daireler çizerek gerindi. İyi geleceğini düşünmüştü ama pek olmamıştı. Bugünlük saraydaki vazife bitti denilebilirdi. Tekrar akşamın ilerleyen saatlerinde servis yapacaktı. Lordun erken uyumasını dileyerek, demirci dükkânlarını, zırh ve silah satan dükkânları gezmeye başladı.
Bir dükkânın önünden geçerken, silahlar çok dikkatini çekti. Bugüne kadar gördüğü tüm silahlardan farklıydı. Upuzun bir kılıç vardı, sadece kabzası 25-26 santim uzunluğundaydı. Kılıcın boyunu ise düşünmeye cesaret edemedi. Albert’ ten birkaç santim uzundu. Bir başka kılıcı ise ilk kez görüyordu. Gördüğü klasik kılıçların aksine dümdüz, gelişi güzel yapılmadığı belliydi. Albert kılıca biraz yaklaştığında kılıcın üzerinde Farsça birkaç kelime yazıyordu, fakat önemsemedi ve doğruca dükkâna girip bu adamla tanışmak istedi.
Yüzünü henüz görmemişti ama yaşlıca biri olduğu belliydi. Örsün üzerinde bir kılıç dövüyordu. Bir kalfası ya da çırağı yoktu. Belki içeridedir, diye düşündü Albert. Adam kılıcın bir tarafını dövüyor sonra diğer yüzünü çevirip orayı da dövüyordu. Kılıcı örsün hemen yanındaki su dolu fıçıya sokarken ''Evet'' dedi ''Yanlış görmedin, Farsça.'' Albert bir an için kendisine seslendiğini anlamadı. Ama kapıda eğilip kılıcı yakından incelediğini hatırladı. Oysa adam arkasını dahi dönmemişti ki.
''Evlat, ya kapıyı kapatma ya da konuşmak istediğin şeyler varsa gel, otur.'' Albert adamın dediğini yapıp içeri birkaç adım attı, atar atmazda alev ve yeni dövülmüş çelik kokusu burnuna hücum etti.
''Güzel değil mi? Kokuyu almadığımı sanma. İnsana güven veriyor.'' Gerçekten de öyleydi, Albert, çocukluğunda öğrenmişti çeliğin böyle bir gücü olduğunu. Albert neşeli bir sesle sordu. ''Arkanı dönecek misin yoksa gizemli oyununu oynamaya devam mı edeceğiz?'' Adam o sırada tam çekicini indiriyordu ki kenardaki mermer tezgâha koydu ve arkasını döndü. ''Buyur, yüzümü beğendin mi genç adam?'' Yüzü çiziklerle doluydu, sağ kaşının hemen yanında bir kılıç izi vardı. Uzun zaman önce olmuş gibiydi. Kırk altı kırk yedi yaşlarındaydı ve yaşına göre oldukça zinde görünüyordu. Eliyle alnındaki teri sildi.
''Doğrusu beklediğim gibi değil. Arkasında gözü olan bir bilgenin suratını beklerdim.'' Adam çekicini alıp kılıcı döverken güldü. ''Hah! Haa. Ha! Bilge demek ha! Üstelik arkasında gözü olan! Bak bu iyi hikâyeymiş evlat, ama bak sana ne diyeceğim. Bence sen annenin dizinin dibinde biraz fazla masal dinlemişsin.''
''Aslında'' dedi adam, gözleri buğulaşmıştı. ''Buradan uzak bir diyarda, bu deyimi kullanırlar: arkasında gözü var.'' Albert adamın ne demek istediğini anlamamıştı. ''Anlayamadım? Neresi ki orası? Bu kadar saçma bir şeyin cidden kullanılması komik doğrusu.''
Adam arkasını döndü. ''Bunu gerçek anlamda kullanmazlar, sadece… Sadece çok iyi savaşçılar için kullanırlar.'' Tekrar işine döndü.
''Söylesene, senin adın nedir, buralı mısın yoksa bahsettiğin topraklardan mı, gerçek bir bilge misin yoksa rol yapan biri misin?''
''Önce hangisi?'' diyerek sordu adam işine devam ederken. Albert nazik ve yapmacık bir şekilde ''İsmini bilmediğim zat, lütfen bana adını bahşeder misin?''
''Halford Velaryon'' dedi kılıç fıçıya girip bir tıs sesi çıkarırken. ''Memnun oldum. Ben Westerling Hanedanından Al…'' cümlesini bitiremeden Halford yarı şaşkın yarı endişeli arkasını döndü. "Sen... Albert Westerling' sin'' dedi şaşkın bir sesle. ''Baban'' dedi sesi bir cevap bekliyor gibiydi. ''Babanı tanırdım evlat. Çok fazla değil ama tanırdım. Lord Alester, onurlu bir adam ve güçlü bir savaşçıydı.''
Albert başını eğdi, yıllar sonra babasının yakın olmasa da bir dostuyla karşılaşmıştı. ''Evet, ben Albert Westerling''
''Senin çok uzun zaman önce öldüğünü söylüyorlardı, son Westerling oğlanı da öldü diyorlardı.'' Albert bunları ilk defa duymuyordu. Buraya ilk geldiği zamanlarda herkesin kendisini beklediğini, onu hala unutmadıklarını sanıyordu ama o gün fena şekilde yanılmıştı. İnsanlar Westerling soyunun yok olup gittiğini söylüyor, babasının hak ettiğini bulduğunu söylüyorlardı. O da ulu orta yerde adını dillendirmemesi gerektiğini öğrenmişti.
''Ölmedi'' dedi sesine neşeli bir hava katmaya çalışarak. ''İşte gördüğün gibi karşındayım.''
''İnsanlar senin kim olduğunu biliyor mu?'' Albert umursamaz bir şekilde omuz silkti. ''Bilseler ne olacak? Burada beni, babamı, ailemi hatırlayan mı var?'' Sonra bir an düşündü. Peki, o nasıl… ''Sen babamla o kadar yakın olmadığını söyledin, yani onu sadece tanıyordun?''
''Hizmetinde silah eğitimi vermişliğim olmuştu, yinede sadece ismen tanıdığım söylenemez.''
''O halde söyle bakalım” diyerek birkaç adım yaklaştı. ''Benim Albert olduğumu nereden biliyorsun? sen nasıl…''
''Tarih sayfalarını karıştıran bir kendin misin sanıyorsun?'' Albert artık bunalmıştı, bu konuları hızlıca kestirip atmak istedi. ''Ee, dükkân iyi kazandırıyor mu bari?'' Halford Albert’ in bu konulardan uzaklaşmak istediğini anladı fakat ses çıkarmadı. ''Eh işte, kazandırıyor bir şeyler.'' Dedi tezgâha doğru ilerlerken. ''Şu bahsettiğin yer," dedi Albert. "neresi orası?''
''Bilmek istediğine emin misin?''
''Elbette''
''Kalradia'' dedi Halford çekicini kılıca indirirken. Albert adama inanmamıştı, hatta dalga bile geçmek istemişti ama vazgeçti. ''Ne yani sen şimdi Kalradia’ lı mısın? Güzel şaka.'' Halford arkasını döndü, Albert’ e bir süre baktı. Albert yanlış bir şey söylediğini düşünmeye başlamıştı.
''Pek şakacı olduğum söylenemez.''
''Orada bir danışman ya da bir çiftçi miydin?'' Albert nedense cevabın hayır olacağını biliyordu. Bu adam fısıldayacak ya da sadece toprağı eşeleyecek bir adam değildi. ''Tabi ki değildim. Onca yara bereyi hangi danışmanda veya çiftçide gördün.'' Halford Albert’ in sormasını beklemeden devam etti. ''Savaşçıydım'' dedi. ''Tıpkı baban gibi, babanla da o şekilde tanıştım zaten. Westerling askerleri, babanın komutasında Kalradia' ya akınlar düzenliyordu. Yeni topraklar keşfetmek ve arazilerini genişletmek için. Babanla yolumuz orada kesişti ve bana istersem onunla gidebileceğimi söyledi fakat ben onu reddettim.''
''Daha sonraki yıllarda ise yükselip, Noyan oldum ve…''
''Bir dakika Halford. Noyan ne demek oluyor?''
''Ahh'' dedi Halford. ''Sanırım senle işimiz var, otur.''
*********
Halford Albert’ e Kalradia' daki unvanları, bazı büyük hanedanları ve lordları, hatırladığı büyük savaşları anlatıyordu. Halford bitirdiğinde neredeyse akşam olacaktı. ''Artık saraya dönmem lazım. Anlattıklarını aklımda tutacağım. Tanıştığımıza sevindim Halford.'' Halford’ un yanından ayrılmasından çok geçmemişti. Sarayın bulunduğu sokağa doğru ilerlerken, boğazına dayanan soğuk metali hissetti.
''Paralar!'' dedi adam ''Tüm parayı ve değerli ne varsa istiyorum. Çabuk!'' Albert ne yapacağını bilemedi, yerinden kımıldamadı. ''Oyun oynadığımı mı sanıyorsun?'' dedi ve hançerin ucunu batırdı, boğazından akan bir damla kan tuniğinin yakasına ulaştı. ''Söylediğimi yap geri zekalı, yoksa gırtlağını keserim!'' Adam cümlesini bitirir bitirmez, Albert bir boğulma sesi duyar gibi oldu. Boğazındaki hançer yere düşmüştü, arkasını döndüğünde adamın da yerde olduğunu gördü. Boğazında ki yarıktan oluk oluk kan boşalıyordu. Ellerini boğazına götürmeye çalıştı, fakat zamanı kalmadı, ölmüştü.
Albert' in adamı kimin öldürdüğüyle ilgili bir şüphesi yoktu. Çünkü adamın hemen arkasında Halford, elinde kanlı kısa bir kılıçla duruyordu. Kılıçtan yapış yapış kan akıyordu. Halford zorlukla ''Bu leşi taşımalıyız'' diyebildi. Albert ne olduğunu anlayamamıştı, Halford birkaç adım geri sendeledi ve duvara dayanmak zorunda kaldı. ''Halford! Bacağın.'' Adamın baldırından kan akıyordu, hançer biraz derin kesmiş gibiydi. ''Önemli değil, sadece çizik, cesedi ortadan kaldırmalısın ahmak.'' Albert Halford’ u duymamış gibiydi. ''Seni tanıdığım bir doktora götüreceğim, o ne yapacağını bilir.''
Birkaç dakika sonra Olyvar adındaki doktorun evindeydiler. Muayenehane olarak kullandığı bir odaya taşıdılar Halford' u. Albert' e dışarıda beklemesini söyledi ve cevap beklemeden odanın kapısını kapadı. Yarım saat sonra ellerinde kanlı su çanaklarıyla hekimin yardımcıları çıktı ve sonra Olyvar. ''Durumu nedir? O iyileşecek mi? İyimi?''
''Sakin ol, sakin. Tanrılara şükür ki bıçak damarlara zarar vermemiş. Deriyi aşamamış ve…''
''O nasıl bana onu söyle!''
''O iyi fakat sağlığına eskisi gibi kavuşması için en az bir hafta istirahat etmesi lazım.''
5 Gün Sonra…
''Doktoru dinlemeliydin'' dedi Albert Halford' u koltuk altından sırtlamış dükkâna girmek için eğilirken. ''Böylesi benim için daha iyi Albert, ben yatmaya alışık biri değilim. Hem kendimi yeterince iyi hissediyorum.''
Halford bir sandalye çekip otururken Albert çabucak konuştu. ''Halford'' dedi "Ben senin bahsettiğin Kalradia' ya gitmek ve Westerling adını tüm Kalradia' ya yaymak istiyorum. Bunun içinde yanımda o toprakları iyi bilen biri ve bir dost istiyorum.'' Bir süre duraksadı, sonra başını eğdi. ''Benimle bu yola baş koyar mısın? Benimle Kalradia' ya gelir misin?''
''Tabii ki'' dedi Halford gözleri sevinçle parlayarak. ''Bende ölmeden önce tekrar Kalradia' ya dönmek istiyordum. Tam isabet oldu!" Albert heyecanlanmıştı. ''O halde yola koyulmalıyız. Ne zaman yola çıkıyoruz?''
''Bu akşam'' dedi ''Tabii senin içinde uygunsa'' Albert gülümsedi ''Elbette. O adamın uşağı olmaktan bıkmıştım zaten.''
Akşam olduğunda Halford' un evinin önündeydi. İçeriden karısının ağlamasını işitiyordu. Halford ise onu teselli etmeye çalışıyordu. Albert' in içi burkuldu. acaba bu adamı ailesinden ayırarak günah mı işliyorum? Albert kafasındaki bu düşünceleri kovaladı, bu Halford' un kararıydı oda söylemişti.
Şehir kapılarından çıkarken Albert nedensiz bir duygu seline kapılmıştı. Atının üzerinde geri döndü ve şehre uzun uzun baktı. ''Güle güle Ey güzel şehir! Her zaman kalbimde olacaksın.'' Gözlerine yaşlar dolduğunu fark etti. Halford' un yanında böyle göründüğü için bir an utandı. Halford ise Albert' i teselli etmek için elini sırtına koydu. Ve iki yolcu Kalradia denen diyara doğru yol almaya başladı…
''Masama bırak'' dedi en sonunda sıkılgan bir sesle. ''Şimdi dışarı'' Albert itaat edip salondan ayrıldı. Adamın şu sakin tavırları yok muydu! Albert en çok öyle zamanlarda korkuyordu. Çünkü ne düşündüğü, neyi sevdiği, ne hissettiği ve tabi doğal olarak da ne zaman parlayacağı kestirilemiyordu.
İkindi vaktiydi. Hava sıcaktı. Akşamları ise genellikle yağmurlu ve soğuk olurdu. Salon kapısından çıkıp, muhafızın yanından ayrıldığında gerindi. Bir köşeye geçip beliyle daireler çizerek gerindi. İyi geleceğini düşünmüştü ama pek olmamıştı. Bugünlük saraydaki vazife bitti denilebilirdi. Tekrar akşamın ilerleyen saatlerinde servis yapacaktı. Lordun erken uyumasını dileyerek, demirci dükkânlarını, zırh ve silah satan dükkânları gezmeye başladı.
Bir dükkânın önünden geçerken, silahlar çok dikkatini çekti. Bugüne kadar gördüğü tüm silahlardan farklıydı. Upuzun bir kılıç vardı, sadece kabzası 25-26 santim uzunluğundaydı. Kılıcın boyunu ise düşünmeye cesaret edemedi. Albert’ ten birkaç santim uzundu. Bir başka kılıcı ise ilk kez görüyordu. Gördüğü klasik kılıçların aksine dümdüz, gelişi güzel yapılmadığı belliydi. Albert kılıca biraz yaklaştığında kılıcın üzerinde Farsça birkaç kelime yazıyordu, fakat önemsemedi ve doğruca dükkâna girip bu adamla tanışmak istedi.
Yüzünü henüz görmemişti ama yaşlıca biri olduğu belliydi. Örsün üzerinde bir kılıç dövüyordu. Bir kalfası ya da çırağı yoktu. Belki içeridedir, diye düşündü Albert. Adam kılıcın bir tarafını dövüyor sonra diğer yüzünü çevirip orayı da dövüyordu. Kılıcı örsün hemen yanındaki su dolu fıçıya sokarken ''Evet'' dedi ''Yanlış görmedin, Farsça.'' Albert bir an için kendisine seslendiğini anlamadı. Ama kapıda eğilip kılıcı yakından incelediğini hatırladı. Oysa adam arkasını dahi dönmemişti ki.
''Evlat, ya kapıyı kapatma ya da konuşmak istediğin şeyler varsa gel, otur.'' Albert adamın dediğini yapıp içeri birkaç adım attı, atar atmazda alev ve yeni dövülmüş çelik kokusu burnuna hücum etti.
''Güzel değil mi? Kokuyu almadığımı sanma. İnsana güven veriyor.'' Gerçekten de öyleydi, Albert, çocukluğunda öğrenmişti çeliğin böyle bir gücü olduğunu. Albert neşeli bir sesle sordu. ''Arkanı dönecek misin yoksa gizemli oyununu oynamaya devam mı edeceğiz?'' Adam o sırada tam çekicini indiriyordu ki kenardaki mermer tezgâha koydu ve arkasını döndü. ''Buyur, yüzümü beğendin mi genç adam?'' Yüzü çiziklerle doluydu, sağ kaşının hemen yanında bir kılıç izi vardı. Uzun zaman önce olmuş gibiydi. Kırk altı kırk yedi yaşlarındaydı ve yaşına göre oldukça zinde görünüyordu. Eliyle alnındaki teri sildi.
''Doğrusu beklediğim gibi değil. Arkasında gözü olan bir bilgenin suratını beklerdim.'' Adam çekicini alıp kılıcı döverken güldü. ''Hah! Haa. Ha! Bilge demek ha! Üstelik arkasında gözü olan! Bak bu iyi hikâyeymiş evlat, ama bak sana ne diyeceğim. Bence sen annenin dizinin dibinde biraz fazla masal dinlemişsin.''
''Aslında'' dedi adam, gözleri buğulaşmıştı. ''Buradan uzak bir diyarda, bu deyimi kullanırlar: arkasında gözü var.'' Albert adamın ne demek istediğini anlamamıştı. ''Anlayamadım? Neresi ki orası? Bu kadar saçma bir şeyin cidden kullanılması komik doğrusu.''
Adam arkasını döndü. ''Bunu gerçek anlamda kullanmazlar, sadece… Sadece çok iyi savaşçılar için kullanırlar.'' Tekrar işine döndü.
''Söylesene, senin adın nedir, buralı mısın yoksa bahsettiğin topraklardan mı, gerçek bir bilge misin yoksa rol yapan biri misin?''
''Önce hangisi?'' diyerek sordu adam işine devam ederken. Albert nazik ve yapmacık bir şekilde ''İsmini bilmediğim zat, lütfen bana adını bahşeder misin?''
''Halford Velaryon'' dedi kılıç fıçıya girip bir tıs sesi çıkarırken. ''Memnun oldum. Ben Westerling Hanedanından Al…'' cümlesini bitiremeden Halford yarı şaşkın yarı endişeli arkasını döndü. "Sen... Albert Westerling' sin'' dedi şaşkın bir sesle. ''Baban'' dedi sesi bir cevap bekliyor gibiydi. ''Babanı tanırdım evlat. Çok fazla değil ama tanırdım. Lord Alester, onurlu bir adam ve güçlü bir savaşçıydı.''
Albert başını eğdi, yıllar sonra babasının yakın olmasa da bir dostuyla karşılaşmıştı. ''Evet, ben Albert Westerling''
''Senin çok uzun zaman önce öldüğünü söylüyorlardı, son Westerling oğlanı da öldü diyorlardı.'' Albert bunları ilk defa duymuyordu. Buraya ilk geldiği zamanlarda herkesin kendisini beklediğini, onu hala unutmadıklarını sanıyordu ama o gün fena şekilde yanılmıştı. İnsanlar Westerling soyunun yok olup gittiğini söylüyor, babasının hak ettiğini bulduğunu söylüyorlardı. O da ulu orta yerde adını dillendirmemesi gerektiğini öğrenmişti.
''Ölmedi'' dedi sesine neşeli bir hava katmaya çalışarak. ''İşte gördüğün gibi karşındayım.''
''İnsanlar senin kim olduğunu biliyor mu?'' Albert umursamaz bir şekilde omuz silkti. ''Bilseler ne olacak? Burada beni, babamı, ailemi hatırlayan mı var?'' Sonra bir an düşündü. Peki, o nasıl… ''Sen babamla o kadar yakın olmadığını söyledin, yani onu sadece tanıyordun?''
''Hizmetinde silah eğitimi vermişliğim olmuştu, yinede sadece ismen tanıdığım söylenemez.''
''O halde söyle bakalım” diyerek birkaç adım yaklaştı. ''Benim Albert olduğumu nereden biliyorsun? sen nasıl…''
''Tarih sayfalarını karıştıran bir kendin misin sanıyorsun?'' Albert artık bunalmıştı, bu konuları hızlıca kestirip atmak istedi. ''Ee, dükkân iyi kazandırıyor mu bari?'' Halford Albert’ in bu konulardan uzaklaşmak istediğini anladı fakat ses çıkarmadı. ''Eh işte, kazandırıyor bir şeyler.'' Dedi tezgâha doğru ilerlerken. ''Şu bahsettiğin yer," dedi Albert. "neresi orası?''
''Bilmek istediğine emin misin?''
''Elbette''
''Kalradia'' dedi Halford çekicini kılıca indirirken. Albert adama inanmamıştı, hatta dalga bile geçmek istemişti ama vazgeçti. ''Ne yani sen şimdi Kalradia’ lı mısın? Güzel şaka.'' Halford arkasını döndü, Albert’ e bir süre baktı. Albert yanlış bir şey söylediğini düşünmeye başlamıştı.
''Pek şakacı olduğum söylenemez.''
''Orada bir danışman ya da bir çiftçi miydin?'' Albert nedense cevabın hayır olacağını biliyordu. Bu adam fısıldayacak ya da sadece toprağı eşeleyecek bir adam değildi. ''Tabi ki değildim. Onca yara bereyi hangi danışmanda veya çiftçide gördün.'' Halford Albert’ in sormasını beklemeden devam etti. ''Savaşçıydım'' dedi. ''Tıpkı baban gibi, babanla da o şekilde tanıştım zaten. Westerling askerleri, babanın komutasında Kalradia' ya akınlar düzenliyordu. Yeni topraklar keşfetmek ve arazilerini genişletmek için. Babanla yolumuz orada kesişti ve bana istersem onunla gidebileceğimi söyledi fakat ben onu reddettim.''
''Daha sonraki yıllarda ise yükselip, Noyan oldum ve…''
''Bir dakika Halford. Noyan ne demek oluyor?''
''Ahh'' dedi Halford. ''Sanırım senle işimiz var, otur.''
*********
Halford Albert’ e Kalradia' daki unvanları, bazı büyük hanedanları ve lordları, hatırladığı büyük savaşları anlatıyordu. Halford bitirdiğinde neredeyse akşam olacaktı. ''Artık saraya dönmem lazım. Anlattıklarını aklımda tutacağım. Tanıştığımıza sevindim Halford.'' Halford’ un yanından ayrılmasından çok geçmemişti. Sarayın bulunduğu sokağa doğru ilerlerken, boğazına dayanan soğuk metali hissetti.
''Paralar!'' dedi adam ''Tüm parayı ve değerli ne varsa istiyorum. Çabuk!'' Albert ne yapacağını bilemedi, yerinden kımıldamadı. ''Oyun oynadığımı mı sanıyorsun?'' dedi ve hançerin ucunu batırdı, boğazından akan bir damla kan tuniğinin yakasına ulaştı. ''Söylediğimi yap geri zekalı, yoksa gırtlağını keserim!'' Adam cümlesini bitirir bitirmez, Albert bir boğulma sesi duyar gibi oldu. Boğazındaki hançer yere düşmüştü, arkasını döndüğünde adamın da yerde olduğunu gördü. Boğazında ki yarıktan oluk oluk kan boşalıyordu. Ellerini boğazına götürmeye çalıştı, fakat zamanı kalmadı, ölmüştü.
Albert' in adamı kimin öldürdüğüyle ilgili bir şüphesi yoktu. Çünkü adamın hemen arkasında Halford, elinde kanlı kısa bir kılıçla duruyordu. Kılıçtan yapış yapış kan akıyordu. Halford zorlukla ''Bu leşi taşımalıyız'' diyebildi. Albert ne olduğunu anlayamamıştı, Halford birkaç adım geri sendeledi ve duvara dayanmak zorunda kaldı. ''Halford! Bacağın.'' Adamın baldırından kan akıyordu, hançer biraz derin kesmiş gibiydi. ''Önemli değil, sadece çizik, cesedi ortadan kaldırmalısın ahmak.'' Albert Halford’ u duymamış gibiydi. ''Seni tanıdığım bir doktora götüreceğim, o ne yapacağını bilir.''
Birkaç dakika sonra Olyvar adındaki doktorun evindeydiler. Muayenehane olarak kullandığı bir odaya taşıdılar Halford' u. Albert' e dışarıda beklemesini söyledi ve cevap beklemeden odanın kapısını kapadı. Yarım saat sonra ellerinde kanlı su çanaklarıyla hekimin yardımcıları çıktı ve sonra Olyvar. ''Durumu nedir? O iyileşecek mi? İyimi?''
''Sakin ol, sakin. Tanrılara şükür ki bıçak damarlara zarar vermemiş. Deriyi aşamamış ve…''
''O nasıl bana onu söyle!''
''O iyi fakat sağlığına eskisi gibi kavuşması için en az bir hafta istirahat etmesi lazım.''
5 Gün Sonra…
''Doktoru dinlemeliydin'' dedi Albert Halford' u koltuk altından sırtlamış dükkâna girmek için eğilirken. ''Böylesi benim için daha iyi Albert, ben yatmaya alışık biri değilim. Hem kendimi yeterince iyi hissediyorum.''
Halford bir sandalye çekip otururken Albert çabucak konuştu. ''Halford'' dedi "Ben senin bahsettiğin Kalradia' ya gitmek ve Westerling adını tüm Kalradia' ya yaymak istiyorum. Bunun içinde yanımda o toprakları iyi bilen biri ve bir dost istiyorum.'' Bir süre duraksadı, sonra başını eğdi. ''Benimle bu yola baş koyar mısın? Benimle Kalradia' ya gelir misin?''
''Tabii ki'' dedi Halford gözleri sevinçle parlayarak. ''Bende ölmeden önce tekrar Kalradia' ya dönmek istiyordum. Tam isabet oldu!" Albert heyecanlanmıştı. ''O halde yola koyulmalıyız. Ne zaman yola çıkıyoruz?''
''Bu akşam'' dedi ''Tabii senin içinde uygunsa'' Albert gülümsedi ''Elbette. O adamın uşağı olmaktan bıkmıştım zaten.''
Akşam olduğunda Halford' un evinin önündeydi. İçeriden karısının ağlamasını işitiyordu. Halford ise onu teselli etmeye çalışıyordu. Albert' in içi burkuldu. acaba bu adamı ailesinden ayırarak günah mı işliyorum? Albert kafasındaki bu düşünceleri kovaladı, bu Halford' un kararıydı oda söylemişti.
Şehir kapılarından çıkarken Albert nedensiz bir duygu seline kapılmıştı. Atının üzerinde geri döndü ve şehre uzun uzun baktı. ''Güle güle Ey güzel şehir! Her zaman kalbimde olacaksın.'' Gözlerine yaşlar dolduğunu fark etti. Halford' un yanında böyle göründüğü için bir an utandı. Halford ise Albert' i teselli etmek için elini sırtına koydu. Ve iki yolcu Kalradia denen diyara doğru yol almaya başladı…
3. Bölüm - Ölümün Kıyısında http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
4. Bölüm - Fısıltılar http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
5. Bölüm - Geçmişin Hatıraları http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
6. Bölüm - Shariz Yolunda http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
7. Bölüm - İlmik Boğazda http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
8. Bölüm - Karanlık ve Oğul http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
9. Bölüm - Kan Sarayı http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
10. Bölüm - Baskın http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
11. Bölüm - Yeni Dostlar http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
12. Bölüm - Kral'ın Adaleti http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
13. Bölüm - Yeni Bir Sultan http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
14. Bölüm - Rivacheg http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
15. Bölüm - Dostlar Arasında http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
16. Bölüm - Hediye http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
17. Bölüm - Kız Kardeş http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
18. Bölüm - İki Adam http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
19. Bölüm - Hain http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf
20. Bölüm - Bir Kralın Hikayesi http://www.crackedmug.net/book/b211.pdf